@buzlarkralicesi
|
-48/1-
❝Valentino❞
Bu iş benim için bitmişti. Lâl o adama evet dediyse artık bunun geri dönüşü olamazdı. Benim için ne kadar acı verici olursa olsun onurumu ayaklar altına alan o kadın benim için artık yoktu. Gerçekten beni seviyor olsa bile -ki öyle olsaydı bunu yapmazdı- bunu affedemezdim. Affetmeyecektim de. Onu hayatımdan silmeye karar vermiştim. Öyle biri hiç yaşamamış gibi. Ben bunları düşünürken Luigi kendisine telefonla gelen haberi bana iletti. "Nikolai Miloradov gelmiş, seninle görüşmek istiyormuş." Onun soyadını söylerken imalı ve alaycı çıkmıştı sesi. Ne işi vardı bu orospu çocuğunun burada? İstediğini almamış mıydı? Lâl ile evlenmişti işte. Benim olanı alıp kendince intikamını almıştı benden. Şimdi Lâl ile olması gerekmiyor muydu? Onunla ilk gecelerini yaşayacakları yatağında. Tanrım, bana delirmemek için bir sebep ver çünkü bunu düşünürken bile dişlerimi sıkmaktan hepsi kırılacakmış gibi hissediyordum. O kadar öfkeliydim ki onu parçalara ayırabilirdim. Öte yandan derdini öğrenmek adına "Gelsin." dedim sakin kalmaya çalışarak. Dış kapıya aynı sakinliği koruyamadan yürürken kapı açıldı. Dışarıda sağanak yağmur yağıyordu ve kapının önünde Nikolai sırılsıklam durmuş bana bakıyordu. "Lâl'den bir haber var mı? Buraya geldi mi?" Kaşları yenilgiye uğramış gibi aşağı inmişti. Onu karşımda görür görmez yeterince öfkelenmemişim gibi söyledikleri yüzünden sinirim iki katına çıktı ve yakasına yapıştım. "Dalga mı geçiyorsun, orospu çocuğu? Ne işin var senin burada?" Yavru bir köpek gibi sırılsıklam kapıma gelen adamın kısa bir an yüzüne baktıktan sonra dalga geçer gibi bir hâli olmadığının ayrımına vardım. "Ne saçmalıyorsun sen?" Luigi "Karını neden bize soruyorsun? Bizimle ne alakası var?" diye söylenirken gergindi. "Lâl kayıp." Ne dediğini anlayamamıştım. Kaşlarımı çattım. "Ne demek bu? Lâl seninle değil mi? Siz evlendiniz." Islak saçlarının alnına düşmesini umursamayan adam dişleri takırdarken hiç alaycı bir yanı yoktu. "Biz... Evlenmedik. O bana evet demedi." Söyledikleriyle şaşkına dönmüştüm. Ne hissedeceğimi bilmiyordum, bildiğim tek şey hissettiğim umutsuz mutluluktu. Karşımdaki adam ise öfkemle ya da ona olan kinimle ilgilenmiyordu. Bir gerçeği dile getirir gibi "Ve şuan tehlikede olabilir." diye ekledi. Tüm dürüstlüğüyle ve samimiyetiyle gözlerime baktı. "Lâl tehlikede olabilir, Riccardo. Bana ne yapacağın umurumda değil, sadece Lâl'in güvende olup olmadığını öğrenmek için geldim." Lâl Nikolai'yle evlenmemişti. Ona evet dememişti. Ve şimdi kayıptı. Tüm bunların sorumlusu Nikolai'den başkası değildi. Öfkeyle üstüne saldırdım. "Geberteceğim seni, piç herif!" Luigi beni tutmasaydı onu parçalara ayırıp köpeklere yedirirdim. O an o kadar öfkeliydim. Karşımdaki adam ise kendisine verilen tepkiyi umursamaktan çok uzak, endişeli bir hâldeydi. "Şimdi birbirimize girmenin sırası değil!" diye bağırdı. "Lâl'in başı dertte olabilir. Hesaplaşmamız onu bulduktan sonrasını bekleyebilir." Sakin kalmaya çalışarak açıkladı. "Bana bir not bırakmış, intikamını aldığına dair. Konuşmak için onu her yerde aradım ama yoktu. Belki buraya gelmiştir diye düşündüm." Bir haber olmadığını anlayınca omuzları çöktü. Daha fazla kavga çıkarmamak için arkasını dönüp gitmeden önce yeni aklına gelmiş gibi "Fabricio Castelli." dedi yalnızca. "Davette yanıma geldi, abuk sabuk konuştu. Lâl ile tanıştı. Tuhaftı." Kaşlarını çatarak düşündü. "Belki işine yarar." Arkasını dönüp gittiğinde Nikolai'nin kafasına sıkmaktan daha önemli şeyler dönüyordu aklımda. Lâl. Tehlikede olabilirdi. Büyük salonda bir o yana bir bu yana yürüyordum öfkeyle. Neler olup bittiğini anlamış değildim. Lâl Nikolai ile evlenmeyi kabul etmişti. Ve sonra törende hayır demişti. Neden? Tüm bunlar ne demek oluyordu? Evlenmekten vazgeçmesine elbette sevinmiştim. Yaptığı hatadan dönmesine. Ancak neden işleri bu raddeye getirdikten sonra törende hayır deyip kayıplara karışmıştı? Ve asıl önemli soru, Nikolai'yi terk ettiğine göre neredeydi? Neden buraya gelmemişti? Neden olacak, senin söylediklerin yüzünden Valentino. Evet, ona rest çekmiştim. Ona, o kapıdan çıkıp gidersen bunun bir dönüşü olmaz, demiştim. Artık yalnız olduğunu ima etmiştim. Belki de bu yüzden gelmemişti. Pişman olup nikâh töreninde hayır dese de onu kabul etmeyeceğimi düşünüp gelmemişti. Bu anlaşılır bir durumdu. Peki, şimdi neredeydi? İstanbul'a döndüyse çok büyük tehlikeler onu bekliyor olabilirdi. Burada bir otelde kalmış olabileceğini düşünmek istiyordum. Bu daha iyimser bir ihtimaldi benim için. Ancak buradaki hemen hemen tüm oteller hatta yapılar bana ait olduğuna göre bundan bir şekilde benim haberim olurdu, değil mi? Delirmek üzereydim. Pietro ve Luigi her zamanki gibi yanımda sus pus oturmuş öylece dururken Montrel'i çağırdım. "Lâl adına Türkiye'ye bir uçak bileti var mı baktır hemen. Eğer hâlâ İtalya'dan çıkmadıysa herhangi bir yoldan çıkışını durdurun." "Tabii efendim." Unuttuğum bir detayı aceleyle ekledim elimi sallayarak. "Otellere de baktırın. Olabileceği her yere baktırın." Bunu pek ummasam da keşke dedim. Bir şekilde otellerden birinde bulsaydım bu en iyi ihtimal olurdu sanırım. Ancak dediğim gibi, eğer öyle olsaydı çoktan haberim olurdu. Montrel itaatkâr bir biçimde yanımdan ayrılırken aklım hâlâ karmakarışıktı. İçimden bir ses bir şeylerin yolunda gitmediğini söylüyordu. Hiç olmazsa Lâl benimle konuşmak için gelir, şansını denerdi. Böyle ortadan kaybolması bana pek de mantıklı gelmiyordu. En azından bu konuda Nikolai ile aynı fikirdeydik. "Nerede bu kız?" diye söylendim alnımı kaşırken. Düşünmekten çıldıracaktım. Luigi "Nerede olacak, Türkiye'ye dönmüştür." diye fikir belirtti ama o da eski rahat tavrını koruyor sayılmazdı. Meraklı görünüyordu. "Aptal değilse gitmez. Başkan yüzünden tehlikede olacağını bilir ama..." Pietro başını iki yana sallayarak reddetti. "Hayır, Türkiye'ye gitmiş olamaz." "Peki, nereye gitti o zaman?" Hâlâ odada volta atarken söylenmeye devam ettim. "Lâl'i Nikolai'nin yanında tutan bir şey vardı ama ne?" İşin kilit noktası tam olarak burasıydı, hissediyordum. Ama düğümü çözemiyordum. "Neden Nikolai'yle evlenmeyi kabul edip nikâh töreninde hayır deyip gitti? Bilmediğim bir şeyler var. Mantığımı zorlayan bir şeyler var ama anlamıyorum bir türlü!" Belki de ortadan kaybolmasının asıl sebebi bile bu kilit noktada saklı olabilirdi. Pietro endişeli bir ifadeyle söze girdi. "Pekâlâ, işler ciddi bir boyuta geldi." Günah çıkarmaya hazırlanıyor gibiydi. "Valent, sana söylemem gereken bir şey var ama sakin olmalısın." Başından beri şüphelendiğini gizlemeyen Luigi "Sen bir şey biliyorsun, öyle değil mi?" diye sorarken suçlayıcı ve gergindi. Aynı sessizlikle Pietro'nun söyleyeceklerini beklerken sabırsızlığıma yenildim ve sordum öfkeyle. "Konuşsana dilini mi yuttun!" Sakin olmayacağımın bilincine varan adam "Nikolai Lâl'i seni öldürmekle tehdit ediyordu. Kiralık bir katil tutmuş ve görüntülü görüşmeyle seni öldürmek üzereyken bir teklif sunmuş ona." diyerek çözüldü. Duyduklarıma inanamaz durumdayken benim vereceğim herhangi bir tepkiyi beklemeden devam etti. "Ve Lâl'i abisi Engin'in ölmediğine inandırmış durumdaydı. Tabii ben bunları sonradan öğrendim. Sana ya da herhangi birine anlatması durumunda hem seni hem de Engin'i öldürmekle tehdit etmiş. Karşılığında Lâl'e seni terk edip kendisine gelmesini hatta onunla evlenmesini istemiş. Bunu yaparsa seninle düşmanlığına son verip Lâl'i abisiyle kavuşturacaktı." Aniden "Ne diyorsun lan sen?" diyerek Pietro'nun yakasına yapıştığımda gözüm dönmüştü. Luigi bizi zor ayırdı. "Bunu bana nasıl söylemezsin? Böyle bir şeye nasıl izin verirsin? Lanet olsun sana Pietro!" "Lâl bir plan kurmuştu! İçinde ben olsam da olmasam da o planı uygulayacaktı, ikinci bir seçeneği yoktu! Söz konusu abisiydi! Bana her şeyi anlattığı sırada içimize sızan Nikolai'nin adamlarından da haberdar oldum. Lâl her şeyi sana anlatmaya çalıştığında onun içimize sızmış adamları her an tetikteydi, bu yüzden sana hiçbir şey anlatamadı. Gizli görüşmemiz sırasında bana her şeyi anlattığında planını kurmuştu bile. Ben de tek başına tehlikede olmasındansa en azından her şeyden haberdar olduğum bir planın içine girmeyi kabul ettim. Bu yüzden de sana söyleyemedik." Luigi merakla "Ne planı bu?" diye sorarken ben hâlâ öfkeden kırmızı görmüş boğalar gibi soluyordum. "Lâl Nikolai'ye boyun eğmiş gibi teklifine evet deyip evine sızacaktı. Bu sırada hem ben burada içimize sızan Nikolai'nin adamlarını tespit edecektim hem de Lâl abisinin nerede olduğuna dair bilgi toplayacaktı. Haberleşme kanalımız olarak Lâl'in sakladığı ikinci bir telefonu vardı. Gizli telefonu. Savunmasız kalmaması için silahı da vardı. Tamamen tehlike altında kalmasına izin veremezdim, gerekli tüm önlemleri almıştık." Anlatılanları anlamlandırmaya çalışan Luigi "Sonra?" diye sorduğunda kardeşinden böyle bir performans beklemiyor gibi şaşkındı. "Ben Lâl sayesinde adamları tespit ettim ama maalesef Lâl amacına ulaşıp abisiyle ilgili bir bilgi edinemedi." Luigi ve ben merakla ona bakarken açıklamaya devam etti. "Çünkü abisi yaşamıyordu. Lâl'den bağımsız bir biçimde bağlantılarımı kullanarak Engin'i aradım ama Nikolai'nin Lâl'i kandırdığını, aslında abisinin yaşamadığını öğrendim. Bunu birkaç gün öncesinde Lâl'e söylediğimde çok öfkelendi. Artık orada durmanı gerektiren bir durum yok, çık gel dedim ama kabul etmedi. Nikolai'den intikam almak istediği için de onu nikâh töreninde terk etmeyi planladı. Miloradov Valent'in itibarını zedelemeye çalıştı, ben de onun itibarını zedeleyip intikam alacağım dedi son görüşmemizde. Sonra da haber alamadım ondan." Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Hissettiğim tek şey öfkeydi. Şuan delirmemek için büyük bir çaba sarf ediyordum. Dişlerimin arasında "Ne demek haber alamadım?" diye homurdandım. Tek kelime edemeden Pietro'nun yüzüne bir yumruk indirdim. Ağzının kenarını tutan Pietro sakinlikle düştüğü yerden kalktı. "Valent, bu konuda tüm suçumu kabul ediyorum. Her ne kadar sana anlatma konusunda Lâl'e ısrar etmeme rağmen Lâl kabul etmese de onu dinlememem gerekirdi. Tüm suç benim, vereceğin cezaya da hazırım." Silahını çıkarıp masanın üstüne koydu. "Başta aileden bir şey sakladığım için suçluyum. Ve cezalandırılmam gerektiğinin farkındayım. Her ne kadar iyi niyetli olsam da kabul etmek zorunda değilsin, biliyorum. Senin kadınını tehlikeye attım." Öfkeli bakışlarım Pietro'yu süzerken aramızdaki sessizlik kaç dakika sürdü bilmiyordum. Silahını sertçe göğsüne bastırarak iade ettim. "Al şunu, seninle sonra hesaplaşacağız. Önce Lâl'i bulmalıyız." O gece sabaha kadar aratmadığım yer kalmamıştı. Aklıma gelen ya da gelmeyen her yeri, yerin yedi kat dibine kadar aramıştım ama yoktu. Yoktu. Başına bir şey gelmiş olabilir miydi? Eğer öyle bir şey varsa kendimi asla affetmezdim. Onu kapımdan kovmakla eş değer şeyler söylediğim için buraya gelmeye cesaret edememişti. Eğer bu yüzden başı derde girdiyse kendimi affedemezdim. Ben onun hakkında kötü şeyler düşünürken Lâl'in başı dertteydi. Kendime duyduğum öfkenin yanı sıra çok karmaşık duygular içindeydim. Ve onu görmeye ihtiyacım vardı. Onun iyi olduğunu bilmeye. Odaya çıktım. Montrel'i yeni bir gelişme olup olmadığı konusunda aradım. Yoktu. Telefonu kapattığımda elbise dolabında hâlâ ona dair kalmış birkaç parça kıyafete baktım. Yatakta her zaman giydiği tişörtlerden birini alıp istemsizce burnuma götürdüm. "Neredesin, Lâl? Neredesin..." Dalgınlıkla aynı şeyleri tekrar eden dudaklarım çıldırmak üzere olduğumu hissettiriyordu. ❝Lâl❞
Hafif bulanık bakışlarım netleştiğinde sağ köşedeki bordo kadife berjerde bacakları iki yana açık, dirsekleri dizlerine yaslı, elleri birbirine kenetlenmiş adam bana bakıyordu. Daha dikkatli baktığımda onu tanımam zor olmadı. "Sen..." Ensem hâlâ acı içinde uyuşuyordu. "Neredeyim ben?" "Güvenli bir yerdesin." Adam oturduğu yerden kalkıp odada volta atmaya başladığında neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Biraz düşününce parçalar yerine oturdu. Fabricio Castelli. Castelli soyadını bir yerde duyduğuma yemin edebilirdim. Tabii ya. Valent'le aramız bozuk olduğu o dönem arabasını havaya uçuran o aile. Castelli ailesi. "Seni tanıyorum." "Evet, davette karşılaşmıştık ama detaylı tanışmaya fırsatımız olmamıştı." Elini uzattı. "Fabricio Castelli." Herhangi bir karşılık vermediğimi ve kendisine kötücül bakışlar attığımı görünce havada kalan eli utanmazca indi. "Nişanlın Valentino Riccardo'nun çok eski bir arkadaşıyım." Sonradan aklına gelmiş gibi gözlerini kapattı. "Ah, eski nişanlın demek istemiştim. Nikâhta terk ettiğin nişanlın Miloradov'la da pek uzak sayılmayız." Dikkatli bakışları yüzümde gezinirken "Seni biraz araştırdım. Çok tanımıyorum ama bu nikâhta terk etme olaylarını seviyorsun anladığım kadarıyla." dedi. Kendini komik mi sanıyordu acaba? Alayla gülüyormuş gibi yaptım. "Ha ha ha, çok komik şakalar ya! Çok düşündün mü bunları? Mafyalığı bırak, komedyenliğe başla sen." Güldü adam. "Eğlenceli kızsın. Sevdim bunu." Anlamaya çalışıyor gibi gözlerini kıstı. "Sizde böyle oluyor değil mi? Biraz karmaşık ilişkiler." "Biz kimiz sen kimsin dingil? Kimi kiminle ayrıştırıyorsun?" Ben ona göre bir tık daha gergindim. Kaçırılan taraf olduğum için. "Ayrıca da benim ilişki durumum seni ilgilendirmez." Burnumdan soluyordum. "Laga lugayı bırak da derdin ne onu söyle." "Seni bir süre burada ağırlayacağım. Yakın arkadaşım Valent'le küçük bir anlaşmazlık yaşadık ama çözeceğiz, merak etme." Gözlerimi devirerek inceledim onu. "Seni tanıyorum ben." Valent'in canına kast eden orospu çocuğu. Ya da o aileden herhangi biri. "Sizin yakın arkadaşlar arasında araba bombalamak eşek şakası herhâlde." Kaşlarını kaldırdı şaşkınlıkla. "Konuya bu kadar hâkimsin yani." Az önce beni hafife alan tavrından vazgeçtiği için biraz daha memnundum. "O zaman birbirimize açık olalım. Valentino'yla bir anlaşma yapmak istiyorum. Ama bunu pek etik bulmadığı için benimle iş yapmayı kabul etmekte tereddütlü. Sen de bilirsin, bu işlerde etik olmaz. Sonuçta insanlar kendi rızalarıyla madde kullanıyorsa ya da kendinden biraz genç kızlarla güzel vakit geçirmek istiyorsa bundan bize ne değil mi?" "Ha pezeveksin yani." Mafyalığın etiği olmadığı konusunda bir şey diyemezdim, sonuçta bunun çok da iyilik barındıran bir meslek olduğu söylenemezdi ama hayatta herkesin her zaman prensipleri olmalıydı. "Uyuşturucu satmaya ve küçük kızları pazarlamaya çalışıyorsun. Doğru mu anladım?" "Kaba bir tabir kullandın ama... Öyle de denebilir." "Ya sen ne utanmaz adamsın?" "Senin düşünmen gereken bir konu değil bu." Hakkında düşündüklerimi umursamadan açıklamaya koyuldu. "Bunları İtalya'ya getirebilmem için yakın arkadaşım Valentino'nun iznine ve yardımına ihtiyacım var. Sonuçta burası onun bölgesi. Bu teklife evet dediği an seni serbest bırakacağım. Hatta seni hediye paketiyle Riccardo'nun önüne bırakacağım, söz." "Valentino böyle bir şeyi kabul etmez. Etmesin de zaten!" Kaşlarını alayla çatarak "Siz bayağı uyumlu bir çiftsiniz anladığım kadarıyla. Ama biraz fazla etik değerleriniz var. Bu meslek için fazla etik." derken merakla ekledi. "Benim anlayamadığım, bu kadar uyumluyken neden anlaşamadınız da ayrıldınız?" Öfkeli bir alaycılıkla yanıtladım. "İstersen birbirimize yüz maskesi yapıp oje sürerken bu magazin konuları konuşalım ha ne dersin?" Kafamda bir ampul yandı. "Bak, senin de dediğin gibi ayrılmışız. Beni neden kaçırıyorsun ki? Adamla artık bir alakamız kalmamış." Elleri ceplerinde gülmeye başladı. "Çok komiksin sen." Kendinden emin bir biçimde açıklama yaparken rahattı. Birini kaçırmış olmasını düşünürsek fazla rahat. Herhâlde artık onlarda normaldi bu durumlar. E adamlar mafya, Lâl ne bekliyorsun? "Ayrılmış olabilirsiniz ama onun için hâlâ değerli olduğunu biliyorum. Onun zaafı olduğunu. Dedim ya, yakın arkadaşım." "Yakın arkadaş, yakın arkadaş! Ne yakın arkadaşı manyak? Böyle yakın arkadaş mı olur?" Gülmeye devam eden adamın suratına baktım. "Ne yavşak yavşak gülüyorsun lan?" "Ağzın biraz bozuk. Ama içi dışı bir insanları severim, sorun yok." Cebinden telefonunu çıkardı. "Valentino'yu arayıp güvende olduğuna dair haber verelim de endişelenmesin." Başımı iki yana sallarken sabrımın sınırındaydım. Bu meslekte normal insan yoktu herhâlde. Herkesin kafası bir kırıktı. ❝Valentino❞
Düşmanlıktan çok uzak bir biçimde "Hayır, yok." dedi yalnızca. "Ben de bir haber alma umuduyla sana gelmiştim. Her yeri arattım, hiçbir şey bulamadım. Belki Lâl sana gelmiştir ya da bir şey bulmuşsundur diye düşündüm." "Bana gelmedi." "Ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yok Riccardo ama bunun altından Castelli ailesinin çıkacağına neredeyse eminim." Tek kaşımı kaldırıp kuşkuyla yanıt verdim. "Bu kadar eminsen neden ona gitmiyorsun? Yoksa bu ikinizin kurduğu bir plan mı?" "Ne?" "Sana neden güveneceğim, Nikolai Miloradov? Sen değil miydin nişanlımı elimden almaya çalışan? Onunla evlenmek için onu tehdit eden?" "Riccardo, saçmalama." Ses tonunda akılcı bir uyarı vardı ama ikna olmuyordum. "Aynı şey değil." Gerçekten de ona güvenmem için bir sebep yoktu. "Belki Lâl'i kaçıran sensin ve senden şüphe duymamam için numara çekiyorsun. Belki de Riccardo ve Castelli ailesi arasında yeni bir savaş başlatmak için yaptın bunu." Başını iki yana sallayarak "Bunun için Lâl'i kullanmam." dedi Nikolai. "Neden kullanmayacakmışsın? Bu zamana kadar akla gelebilecek tüm adilikleri yapmadın mı? Belki Castelli ailesiyle düşmanlığımız senin işine gelecek. O hastalıklı beyninde beni Castelli'ye öldürtüp Lâl'e sahip olma fikri vardır belki, ne dersin Miloradov?" "Bak, Lâl'e yakın olmak için birçok şey yaptım, doğru. Beni sevsin istedim. Aşkım için savaştım. Ama olmadı, anlıyor musun? O her zaman seni sevdi. Ne olursa olsun onu senden vazgeçiremedim. Senin hastalıklı bir katil olduğunu gözüne soksam da senden vazgeçemedi. Bir virüs gibi yayılmışsın kalbine, söküp atamadım." Sağ elinin işaret parmağı uzaklarda bir yeri gösterdi. "Şimdi Lâl yok. Kayıp. Nerede olduğunu bile bilmiyoruz. Belki ona çok kötü şeyler yapıyorlar. Belki canını acıtıyorlar. Bir şekilde onu kötü niyetli ellerden kurtarmalıyız. Sonra benimle ne derdin varsa yine teke tek hesaplaşırız." Söyledikleri içimi parçalara ayıracak kadar huzursuz etti. Lâl kayıptı. Canı yanıyor olabilirdi. Bu düşünce beni deliye çevirmeye yetiyordu. Başımı salladım onaylayarak. "Aynen öyle olacak. Önce Lâl'i sağlıklı bir şekilde bulacağım. Sonra bu ülkeyi terk etsen iyi olur, Miloradov. Yoksa olacaklardan ben sorumlu olmam." Telefonum çaldı. Ekrana bakmadan yanıtladım. "Evet." "Valentino Riccardo, görüşemedik?" Ses tonundan kim olduğunu anlasam da ekrana baktım. Evet, oydu. Fabricio Castelli. "Neden görüşecektik?" "Bende sana ait değerli bir şey var." Kısa bir soluk alıp verdi. "Daha doğrusu, sana ya da Miloradov'a ait. O kısmı biraz karışık." Dişlerimin arasından "Lâl nerede?" diye hırladım. "Onu geri almak için yapman gerekeni çok iyi biliyorsun. Anlaşmayı kabul et, bitsin gitsin." Tüm özgüvenimle "Bana bak Castelli piçi, sana yarına kadar mühlet veriyorum. Ya Lâl'i kendi ellerinle getirirsin ya da ben kafana sıkarak onu geri alırım." diyerek telefonu kapattım. Ne yapacağımı çok iyi biliyordum. Nikolai ben demiştim bakışlarıyla sessiz bir yanıt verdikten sonra beni yargılamaktan çok uzak bir tavır takındı. "Güçlerimizi birleştirelim. Onu nerede bulabileceğimizi biliyorum." Gözlerimi kısarak "Sana güvendiğimi mi sanıyorsun?" diye sordum. "Onu kendim bulurum. Lâl'i burnu bile kanamadan kendim bulacağım. Sen de geldiğin çöplüğe geri dön." Arabaya binip uzaklaştım. Manrico yanımdaki koltukta oturmuş beni bekliyordu. Arkamdaki arabaya binen Luigi ve Pietro da beni takip ettiler. Montrel'i aradım. "Lâl Castelli'nin elinde. Aileye sızan muhbirlerimizle görüşün, onu nerede sakladığını bulun. 2 saatin var." "Emredersiniz." Telefonu koltuğa öfkeyle bırakırken iç geçirdim. Beni dünkü çocuk sanıyorlardı ve bunun bedelini çok fena ödetecektim. Manrico bana baktığında bir şey söylemek istediğinin farkındaydım. "Söyle." "Castelli ailesiyle savaş kapıda." "Bu savaşı onlar başlattı." "Ne yapmayı düşünüyorsun?" "Lâl'i Castelli piçinin elinden kurtarmayı "Lâl, Miloradov'a giderek itibarını zedeledi. Seni küçük düşürdü." "Kendince sebepleri vardı." "Bazen sebeplerin bir önemi yoktur." "Yani?" "Baban olsaydı böyle bir durumda ne yapardı biliyorsun değil mi?" Tek kaşımı kaldırarak meydan okuyan bakışlarla sözlerinin devamını bekledim. "İtibarını zedeleyen biri için başka büyük bir aileyle arasını bozmazdı." "Babam hiç âşık olmamış, Manrico." ❝Lâl❞ Kapattığı telefonunu evirip çevirirken odada dolanan adam bana döndü. "Benden korkmuyorsun değil mi?" Cidden de korkmuyordum. Bir insan bilmediği ya da başına ilk defa gelen şeyden korkardı. Bu benim için artık korkulacak bir durum sayılmazdı sanırım. "Ben kaç kere kaçırıldım sen biliyor musun?" Kaşlarımı kaldırarak kendimden emin ve umursamaz bir edayla başımı salladım. "Bence sen korksan iyi edersin. Valentino seni parçalara ayırırken onu kimse durduramayacak." "Bu kadar eminsin yani." Dışarıda bir gürültü koptu. Ne olup bittiğini anlayamamıştım ama kısa süre sonra kapının içinden resmen iki kurşun geçti ve yanında iki adamla içeri Nikolai girdi. Beni görür görmez baştan aşağı süzdü. "İyisin." Sonra Castelli'ye döndü. "Onu bırak, senin derdin onunla değil." Elindeki silahı Castelli'ye doğrultmuştu ama tabii karşısındaki adam da boş değildi. Fabricio denen adam bana döndü ve alayla güldü. "Ne çok sevenin varmış görüyor musun?" "Bırak onu, Castelli." "Ben Valentino'yu bekliyordum. Sen işime yaramazsın." "Hemen onu bırak yoksa beynini uçururum." Silahlar çekilmiş bir biçimde birbirilerine meydan okurlarken nefesimi tutmuş olacakları bekliyordum. Castelli "Seninle bir meselem yok, Miloradov. Al voltanı." derken yapıcıydı. Ancak Nikolai'nin geri adım atmaya niyeti yok gibiydi. Tam o sırada içeri Valentino girdi. Bu Meksika açmazına silahını Castelli'ye doğrultarak o da katılmıştı. Tam o sırada arkasından ona saldırmak için bir adam geldiğinde ben "Valentino dikkat et! Arkanda!" diye bağırdım. Valentino arkadaki adamla ilgilenirken Castelli'nin ona uzattığı silahı Nikolai engellerken onun tarafından vuruldu. Valentino ise arkadaki adamı vurduktan hemen sonra içeri adamları geldi. Castelli'yi alnına giren tek kurşunla geberttiği sırada olduğum yerde donup kaldım. Kendime geldiğimde aklıma gelen ilk şey Valentino'ydu. Ona döndüm. Şükür, iyiydi. Vurulan Nikolai'nin yanına gittim. Yüzüm dehşet içindeydi. Benim yüzümden vurulmuştu. Omzuyla göğsü arasındaki kanayan yaraya baktım. Derin görünüyordu. Canı çok yanıyor olmalıydı. "İyi misin?" "Bir şeyim yok, merak etme." Ona gösterdiğim ilgiden memnun görünüyordu. Canının yandığını ise gizlemiyordu. Valentino adamlarıyla birlikte Castelli ve adamlarını etkisiz hâle getirdikten sonra bakışlarım ona döndü. "İyisin." Mesafeli ama beni iyi gördüğüne memnun hâlde başını salladı Valent. Kontrolünü kaybetmiş bir biçimde elleri saçlarımda gezinip yüzüme dokundu. "Ben iyiyim. Sen-" "Benim bir şeyim yok. Ama Nikolai vuruldu." Sıkkın bir ifadeyle Miloradov'a bakan adam az sonra yapacağı şeyden hiç memnun görünmüyordu. Montrel'e döndü. "Onu hastaneye götürün." Nikolai'ye yürüyüp ona doğru eğildi. "İyileşmeye bak, Miloradov. Çünkü iyileştiğinde seni ben geberteceğim." Eliyle yaralı kolundan tutup şiddetle kaldırdı. "Sana bu işe karışmamanı söylemiştim." "Öylece duramazdım." Valent'in karşılık vereceğini anlayan adam "Tamam, sen kazandın. Kabul." dedi dostane bir tavırla. "Lâl kurtulduğuna göre teke tek hesaplaşmamızı sürdürebiliriz." "Benimle eş değer güçte olmayan yaralı birini vurmam, Miloradov." "Biliyorum, Riccardo." Ortamdaki tuhaf yardımlaşma atmosferi ister istemez bana huzur vermişti. "Burada böyle durup birbirimize methiyeler düzüp Nikolai'nin kan kaybetmesini mi bekleyeceğiz yoksa bu lanet yerden çıkacak mıyız?" Nikolai hastaneye götürülürken biz Valent'le arabada nereye gittiği belli olmayan bir yoldaydık. Uzun zaman sonra baş başa kalmıştık ve sanki yeni tanışan, birbirinden elektrik alan iki yabancı gibiydik. Aramızdaki sessizlik sürüp gidiyordu ve ben diken üstündeydim. Yüzüne bakarak ifadesinden neler hissettiğini anlamaya çalışıyordum. Yola bakan adam onu izlediğimin farkındaydı ve "Her şeyi öğrendim." dedi yüzüme bakmadan. "Her şeyi?" "Miloradov'la yaptığınız anlaşmayı. Pietro'yla dahiyane planınızı." "Umarım Pietro'yu hırpalamamışsındır. Her şey benim başımın altından çıktı." Yüzü aniden bana döndüğünde tek kaşı kalkmış, alaycı bir ifadeyle yapılan bir yaramazlığı yargılıyor gibiydi. "Ona ne şüphe." Aramızdaki soğukluğun farkındaydım. Bana karşı tavırlarından kırgın olduğu anlaşılıyordu. Böyle bir durumda içinde bulunduğum cendereyi, hastalığımı anlatamazdım. Bana acıdığı için beni affetmesini istemezdim. Buna dayanamazdım. Gözlerimi kapayarak "Tüm suç benim, Valentino." dedim itiraf edercesine. Benim yüzümden Pietro'nun da okkanın altına gitmesini istemezdim. "Pietro yaptıklarının sonuçlarını biliyor." Tam onu ikna etmek için bir şeyler söylemek üzereyken laflarımı ağzıma tıktı. "Onunla aramızda olan şey ikimizi ilgilendirir." Otoriter ve soğuk ifadesine maruz kaldığım için tek söz edemedim. Yaptığım onca şeyden sonra onu daha fazla kızdırmak istemedim. Sessizlik içinde "Nereye gidiyoruz?" diye sordum yalnızca. "Lunaparka." "Çok komik." Esprili konuşmamızın aksine ikimizin de konuşma tarzı çok robotik, sıradandı. Hatta belki soğuk. Beni korkutan biraz da buydu sanırım. Valent'le aramıza uçurumların girmesi. Boğazımı temizleyerek söze girdim. "Beni bir otele bırakır mısın?" "Anlamadım?" Yüzü bana dönen adam abartılı bir merak ve öfkeyle karşılık vermişti. "Bunca olan bitenden sonra seni otele bırakmamı istiyorsun yani öyle mi? Doğru mu anladım?" Başımı öne eğip "Valent, yapma." diye inledim kucağımdaki ellerimle oynarken. "Ne kadar zor bir durum olduğunun farkındayım ama bunca yaşananlardan sonra... İkimizin de durup biraz nefes alması gerekmiyor mu?" "Tüm bu olanları seninle konuşacağız, Lâl. Öylece kurtulduğunu sanma." "Sanmıyorum zaten Valentino." "Seni hem öldürmek isteyecek kadar öfkeliyim hem de hayatta olduğun için mutluluk duyuyorum." Yüzündeki dürüst ve yumuşamış ifade her şeyi anlatıyordu zaten. Aşk bitmemişti. Zaten aşk, öyle istediğin zaman bitirebileceğin bir şey de değildi. "Ama bu sana çok öfkeli olduğum gerçeğini değiştirmiyor." "Valentino, o zaman açık konuşalım mı?" "Seni dinliyorum." "Bak, belli ki hâlâ ikimiz de birbirimizi seviyoruz. Ben sensiz, sen de bensiz yapamıyoruz. Bunu ikimiz de inkâr etmiyoruz. Ama aramızda ne seninle ne sensiz durumu var, farkındasın değil mi? Birlikteyken de durum pek parlak değil." "Lâl, yine ayrılık zırvaları mı geliyor yoksa?" Sağ eli yüzünü arşınlarken bıkkınlıkla nefes verdi. "Şuan hiç sırası değil. Eve gidip iyice dinlen, daha sonra-" "Söyleyeceklerim bitmedi, Valentino." Yüzümdeki kararlılıkla yanımda oturan adam beni biraz daha ciddiye aldı. "Dürüstlükten bahsediyorsun. Al bak, açık açık konuşuyoruz işte. Seni seviyorum. Sen de beni. Ama bunca olanlar bizi çok yaraladı, yordu. Sen de bana öfkelisin, bunu görebiliyorum. Sadece..." "Sadece?" İkimizin de biraz zamana ihtiyacı vardı. Boğulmuştuk. Özellikle Valent'in beni affetmek için zamana ihtiyacı olduğunu anlayabiliyordum. Biraz kafa dinleyip düşünmeliydik. Onun siniri geçmeli, bense ne yapacağıma karar vermeliydim. Çok zor bir zamandan geçiyordum. Benim de biraz kafamı dinlemem gerekiyordu. Nasıl devam edeceğimi düşünmeli, kendimi bulmalıydım. Şartlar olgunlaşır da yeniden birleşirsek, her şeyi Valent'e anlatırdım. Hastalığımı. Ama şimdi değil. "Biraz zaman ve mesafe gerekiyor. Bunu birbirimize vermezsek ilerleyemeyiz, görmüyor musun? Daha önce de denedik, ilişkimize ara verdik ama sen zaman vermediğin için başladığımız yere geri döndük." "Peki ne öneriyorsun Lâl Alsancak?" "Bundan sonra benim kurallarımla oynayacağız, kabul mü?" "Neymiş senin kuralların?" Yumuşamış kaşları havalanırken öfkesini gizlemeksizin bana bakıyordu. Hâlâ mesafeliydi ama bu bana olan duygularını hissetmeme engel olamıyordu. "Başlangıç olarak beni otele bırak lütfen. Adamlarının koruması altında senin otelinde başıma bir şey gelmeyeceğini ikimiz de biliyoruz." Biraz düşündükten sonra başını salladı. "Kabul." Bana hâlâ kızgın olduğunu, meselenin bitmediğini biliyordum. İkilemdeydik. Belki de bir yol ayrımındaydık. Ardı ardına bir sürü hata yapmıştık. Aramızda tuhaf bir soğukluk olmasına rağmen birbirimizden vazgeçemediğimiz de açıktı. Otele geldiğimizde odama kadar eşlik etti. İçeri girdiğimizde kocaman bir oda karşıladı bizi. "Burada ihtiyacın olabilecek her şey var. Kapında her an iki kişi olacak. Bunun dışında herhangi bir ihtiyacın olursa Montrel'i arayabilirsin." Arkama dönüp onunla yüz yüze geldiğimde başımı salladım. "Valentino, her şey için teşekkür ederim. Ve..." "Ve?" "Ve özür dilerim." "Tamam, şimdi bunları düşünme. Her şeyi konuşmak için yeterince zamanımız olacak." Belki de olmayacak, Valentino. Aşkımızı yaşamak için bile vaktimiz olmadı ki. Gözlerim dolmak üzereydi, hissedebiliyordum. Gözyaşlarımı geri itmeye çalıştım tavana bakarak. Valentino bunu fark etmiş gibi merakla baktı. "İyi misin?" "Yok bir şey... Sadece biraz..." Ellerimi yelpaze gibi sallayarak ağlamamaya çalıştım. "Bu yaşananlar biraz fazla geldi. Sinirlerim bozuldu, hepsi bu." Yalan söylemiştim. Kaçırılmış olmak umurumda bile değildi. Umurumda olan tek şey Valent'ten uzak kalmaktı. Ama buna alışmam gerektiğinin farkındaydım. Karşımdaki adam henüz bilmediği için hiçbir şeyin farkında değildi. "Yarın otele gel, biraz konuşalım." Sorgulayıcı bakışlarla beni süzdükten sonra onaylayarak başını salladı. Sanırım artık gecikmiş tüm konuları konuşmanın zamanı gelmişti. O da bunun farkındaydı. Bütün gece düşünmekten zar zor iki üç saat uyuyabildim. Uyandığımda tanyeri yeni yeni ağarıyordu. Yorgunlukla yataktan kalktım ve bir duş aldım. Beyaz bir atlet ve lacivert bir pijama giyip kendime bir kahve yaptıktan sonra terasa oturdum. Teras tezgahına oturup dirseğimi dizlerime yaslayıp dışarıdaki manzarayı seyrettim. Gündoğumu çok güzeldi. Hayatımın geri kalanında kaç kere gündoğumunu görebilecektim acaba? O an Halikarnas'a gelirken hazırladığım ölmeden önce yapılacaklar listesi gelmişti aklıma. Ne kadar öyle orada kalıp düşündüğümü bilmiyordum ama kapı çaldığında gün aydınlanmıştı. Acele etmeden kapıya doğru yürüdüm ve kapıyı açtım. Valentino gelmişti. "Merhaba, hoş geldin." "Merhaba." Sakin bir kedi yavrusu gibi görünüyordu yüzü. Usulca içeri girdi. "Ne içersin?" Boş kahve fincanıma bakarken "Bir şey içmeyeceğim, teşekkür ederim." dedi sakince. Terastaki yerime geçip oturduğumda peşimden gelip karşıma oturdu. Ellerini sessizce birleştirmiş öylece dururken konuşacaklarımı sabırsızlıkla bekliyor gibiydi. Kaşları çatıldı. "İyi misin? Solgun görünüyorsun." "Pek uyuyamadım." Başını sallayarak onayladı. Onu daha fazla bekletmek istemiyordum. "Seninle ne konuşacağımı merakla beklediğini biliyorum. O yüzden kısa keseceğim." Cevap vermedi, ben de bir cevap beklemiyordum zaten. Devam ettim. "Bütün gece çok düşündüm, Valentino. Bu olanlar bize çok fazla geldi, her şeyin farkındayım. Bana kızgın ve kırgın olduğunun. Benim de kafam karışık, ben de darmadağınım. Sanırım biraz uzak kalsak ikimiz için de iyi olacak. Benim de kafamı toparlamaya ihtiyacım var. Aynı şekilde senin de." "Yine sorunları kaçarak mı çözmeye çalışacağız?" "Kaçmıyorum, Valentino. Sadece kafam karışık ve biraz kendimi dinlemeye, biraz olsun dinlenmeye ihtiyacım var. Sen de benden farklı durumda sayılmazsın." Son konuşmamızı hatırladım. "O kapıdan çıkarsam hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, geri dönüşü olmayan bir yola gireceğimi bana sen söylemiştin unuttun mu?" "Şartlar değişti, Lâl." "Bana öfkelisin, farkındayım. Öfkelenmekte de haklısın. Beni istediğin gibi hırpalayabilirsin, kırıp dökebilir, öfkeni benden çıkarabilirsin. Ama öncesinde birbirimize biraz zaman verelim olmaz mı?" Kısa bir an nefes aldı ve çenesini kaşıyarak düşündü. "Peki, nereye gideceksin?" "Dedemin yanına, Cunda'ya gideceğim." Söylediklerime anlam veremeyen adam yüzüme merakla bakarken açıklama gereği duydum. "Dün gece çok düşündüm ve bir karar verdim. Artık yalanlarla yaşamak istemiyorum Valentino. Ona gerçekleri söyleme konusunda kararlıyım." "Yani onun..." Başımı salladım. "Onun torunu olmadığımı söyleyeceğim." Belki bir daha söyleyecek vaktim olmazdı. "Hayat çok kısa, Valentino. Birbirimizi kandırmak, birbirimize kızmak ve birbirimizden nefret etmek için çok kısa." Kafası karışmış olan adam "Neden şimdi böyle konuşuyorsun Lâl? Anlamıyorum." diye mırıldandı. Omuz silktim umursamazca. "Öyle çünkü Valentino. Biz hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz." Yerimden kalkıp yerde sürüklenerek emekledim ve onun önünde durdum. Yüzünü ellerimin arasına aldım. "Her şeye rağmen seni seviyorum. Bana öfkeli olsan da, beni sevmekten vazgeçsen de. Seni seviyorum, Valentino." Kontrolünün dışında dudakları burnumun ucunu öptü. "Sana çok öfkeliyim, haklısın. Seni affetmeye çalışıyorum, bu doğru. Ama seni sevmekten vazgeçmek... Bu sandığın kadar kolay değil. Hatta imkânsız." "Biliyorum. Bu yüzden birbirimize zaman vermek istedim." Geri çekildi ve yüzüme baktı başımı sallayarak. "İstediğin her şeye tamam. Gidebilirsin." Kısa bir süre sonra ikimiz de ayağa kalktık. "Eşyalarını topla." "Her şey hazır." Kaşlarını kaldırarak "Bu kadar çabuk mu?" diye sorarken şaşırmıştı. Başımı salladığımda bir telefon görüşmesi yaptı ve bana döndü. "Seni ben götüreceğim." İtiraz etmedim. O benim tüm şartlarımı ve isteklerimi kabul etmişti. Her şey çok hızlı gelişti. Kendimi bir zaman makinasında seyahat ediyor gibi hissediyordum. Aprona geldiğimizde hazır olan jete baktım. "Bu kadarına gerek yoktu." "Güvende olman gerekiyor." Bir süre yüzüme baktıktan sonra "İşler yolunda gitmezse beni ara. Her an gelebilirsin." dedi uyarır gibi. Söylediği her şeye başımı salladım. "Seni ararım." "Tamam." "Herhâlde seni aramamda bir sakınca yoktur değil mi?" Kısa bir an sessizliğin ardından aynı anda birbirimize sarıldık. Onun kokusunu içime çekerken yine aynı soru vardı aklımda. Kalan hayatımda kaç kez onun kokusunu böyle doya doya içime çekebilecektim? Bunu düşünerek kokusunu içime çekmek çok daha anlamlıydı. Bu da demek oluyordu ki bazı şeyleri kaybetme korkusunu yaşarken değerini daha iyi anlıyorduk. Bu seramoniyi daha fazla uzatmak istemediğim için zor da olsa kollarından ayrılıp merdivenleri hızla tırmanıp kapıdan içeri girdim. Yalanlardan arınmak için ilk adımımı atmıştım. Başkan'ın berbat ettiği her şeyi düzeltmek için dedemin, Suavi Günday'ın yanına gidip öz oğlunun ondan esirgediği gerçekleri anlatacaktım. Zamanım azalıyordu. Gideceksem eğer omzumda bu yükle gitmek istemiyordum. ...
*
YAZAR NOTU: Hi guys! 🌻 Yeni bölümü bu kadar çabuk beklemiyordunuz değil mi? Sürpriz! 🎀 150 Bin okunmaya özel yeni bölüm gibi oldu biraz. Bölümümüzü nasıl buldunuz? Duygu ve düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz. Yeni bölüm hakkındaki tahmin ve teorilerimizi buraya yazabilirsiniz. Instagram'dan gelenlere ve hikâyeme yeni başlayanlara buradan hoş geldiniz demek istiyorum. 💝 Bol yorumlarınızı bekliyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘
•••
SOSYAL MEDYA
HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
|
0% |