@buzlarkralicesi
|
-5- ❝Lâl❞ Sağ avcumu çeneme dayamış camdan dışarıyı seyrederken sıkılmanın da ötesinde çaresiz hissediyordum. Burada geçen bir saat ömrümden bir yıl alıp götürmüş gibi hissettiriyordu. Dışarıdaki adamlara baktığımda buradan çıkmam imkânsız gibi görünüyordu. Allah'ın unuttuğu bir dağın başındaydık. İçimde bir volkan gibi büyüyen anksiyeteyi hissetmesem her şey benim için daha kolay olabilirdi. Umutsuzluk içime işlerken lâl taşı kolyesini gördükten sonra Vural'la ani karşılaşmamı, konuştuklarımızı hatırladım. Sırtım ona çarptığında arkama döndüm ve onun sakin yüzüyle karşılaştım. Durgun ve rahat bir ifade takınarak eliyle kolyeyi işaret etti. "Sevgililer gününde sana aldığım kolye." "Hayır." dedim inanmaz bakışlarla başınmı sallarken. Bu yaşananlara inanamıyordum, duyduklarımı reddediyordum. Kâbus gibiydi. "O Valent'in sevgililer günü hediyesi." Tanıdığım Vural'dan çok uzak bir biçimde sakindi. Hiç öfkelenmiyordu. Normalde Valent'in adını duyduğu anda öfke nöbetleri geçiren adam durgun bir su gibi sakindi. "Öyle biri yok, Azize. Üzgünüm. Senin mutlu olman pahasına gerçek olmasını isterdim ama yok." Bakışları bana üzgün ve kırgın bir biçimde bakarken ne kendimi ne de onu tanıyamıyordum. Her hikâyenin bir arka yüzü var mıydı? Madalyonun iki yüzü serilmişti sanki önüme. Madalyonun bu yüzünde ise bildiğimin aksine onlar değil ben kötüydüm, dengesizdim, hasta ruhluydum. Onlar hep anlayışlı, iyi, benim için üzgün, iyiliğimi düşünen insanlardı. Hangisi gerçekti ayırt edemiyordum. Kapkaranlık bir sokakta el yordamıyla yolumu bulmaya çalışıyordum ama kaybolmuştum. Sessizliğimden fırsat bulan Vural ise devam etti. "O kolyeyi sana sevgililer gününde ben almıştım. Bunu kanıtlayabilirim." Heyecanla durdurdu beni. "Bekle." Arkasına dönüp merdivenleri çıktığında korkuyordum. Kanıtlamasından korkuyordum. Her şeyi kitabına uydurmasından ya da daha kötüsü asıl gerçek olanın onların söylediği şeylerin çıkmasından ölesiye korkuyordum. Aşağıya indiğinde elinde bir kutu ve bir kâğıtla yanıma geldi ve kâğıdı bana uzattı. "İşte," dedi ve ekledi. "Aradığın cevap." Kâğıdı elime aldığımda lâl taşı kolyesinin faturası olduğunu anlamam uzun sürmedi. Kâğıtta Vural'ın adı yazıyordu. O an nefes alamadım. İçimde rahatsız bir kıpırtı oluştu. Ne yapacağımı, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemedim. "A-Ama bu..." Kekeliyordum. Zoraki gerçeğin soğuk nefesi tüm vücuduma üflemiş, buz tutmama sebep olmuştu. "O kolyeyi sana ben aldım. Bu da faturası." Yüzünde umutsuz bir hüzün vardı adamın. "Ama bunun da seni ikna etmeyeceğini adım gibi biliyorum. Ne söylersem söyleyeyim inanmayacaksın. Ben bunu ilk defa yaşamıyorum, Azize. Biz seninle bunu defalarca yaşadık." Elindeki kutuyu açıp birkaç fotoğraf çıkardı. Uzattığı fotoğraflardan birinde Uludağ'da kayak yaparken çektirdiğimiz bir kare vardı. Bu anı hiç hatırlamıyordum. Böyle bir anı kafamda hiç yoktu. Zihnimde yoklasam da... Yoktu. Ama fotoğraflara baktığımda beni yalanladıklarını görebiliyordum. İkimiz de gülüyorduk, çok mutlu görünüyorduk. "Ben..." Bir şeyler söylemek istedim ama aklım öyle karışmıştı ki ne diyeceğimi asla bilemiyordum. Kafamı toparlayamıyordum. "Biz seninle çok mutluyduk, Azize. Bu fotoğraflar da bunun kanıtı. Senin elinde olmayan sebeplerden dolayı bu hastalığın nüksetmesi dışında hiçbir sorunumuz yoktu. Hamile olduğunu öğrendiğimizde düğün hazırlıklarını hızlandırmıştık. İkimiz de çok mutluyduk, evlenmek istiyorduk. Birbirimizi seviyorduk, Azize." Anlayabileceğim ümidiyle devam etti. "Hayalinde kurduğun o adamın, Valent'in neden babanın düşmanı olduğunu hiç düşündün mü? Geçmişte babanla kopuk bağları olan bir çocuktun, sırf ondan nefret ettiğin için zihninde böyle mükemmel bir adam yarattın. Doktor tüm bunların geçmişte babanla olan sorunlarınla doğrudan bağlantılı olduğunu söylüyor. Bu senin elinde olan bir şey değil, Azize. Ama gerçek bu." Bana her Azize dediğinde sanki kalbime bıçaklar saplanıyordu. Bana ait olmadığım bir yere bağlı olduğumu hissettiriyor, bu gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarpıyordu. Başım döndü. Yere yığılmak üzereydim, bu duyduklarımı kaldıramıyordum artık. Kolumdan tutup beni koltuğa oturturken "Gel, otur şuraya." diyordu düşünceli bir ses tonuyla. "Yeterince zor bir dönemden geçiyorsun, bu bebeğimizi de etkiliyor." "Bebeğimiz deyip durma!" Öfkeyle tısladım. "Bu olanlar gerçek değil. Kâbus." Kendimi inandırmak ister gibi "Kâbus." diye tekrarladım. Mideme kramplar giriyordu. Acı çekiyordum. Fiziksel bir acıdan çok ruhsal bir işkence gibiydi tüm bu olanlar. Hangi dala tutunsam kırılıyordu. Gerçek sandığım o aylara erişmek için nasıl bir ipucu bulursam bulayım hep bir şekilde bertaraf ediyorlardı. Bir şekilde güçlü kanıtlarla destekliyorlardı söylediklerini. Ağlıyordum. Sinirlerim çok yıpranmıştı. Elimi tuttu. "Bunu yapma. Lütfen. İkimiz için de zor olduğunu biliyorsun. Bebeğimizi düşün. O her şeyi hissediyor." "Kapa çeneni! Bebeğimiz deyip durma! Git buradan!" Onu yanımdan kovdum öfkeyle. Yapayalnız kaldığımda saatlerce ağladım. Bunun bitmesini istedim ve bekledim. Nasıl ki bir sabah uyandığımda o rüya gibi ayların birer hayalden ibaret olduğunu öğrendiysem şimdi de aynı şekilde şuan yaşanan her şeyin birer kâbustan ibaret olduğunu düşünüp bu iğrenç kâbustan uyanmak istedim. Cam kenarında dururken hep bunları düşündüm. Vural'ın söylediklerini hiç unutamıyordum. Zihnimde dönüp duruyordu. Biz seninle çok mutluyduk, Azize. Bu fotoğraflar da bunun kanıtı. İnanmıyordum. İnanamıyordum. Hayalinde kurduğun o adamın, Valent'in neden babanın düşmanı olduğunu hiç düşündün mü? Geçmişte babanla kopuk bağları olan bir çocuktun, sırf ondan nefret ettiğin için zihninde böyle mükemmel bir adam yarattın. Doktor tüm bunların geçmişte babanla olan sorunlarınla doğrudan bağlantılı olduğunu söylüyor. Bu senin elinde olan bir şey değil, Azize. Ama gerçek bu. Başkana olan nefretim miydi beni bu hâle getiren? Hayır, bu olamazdı. Her şey bu kadar basit olamazdı. Neden olmasın? Belki de her şey bu kadar basittir, Lâl. Adın gibi yaşadığın her şey de sahteydi. Sen bir deliydin belki de. Gerçeklerin ağırlığı omzumda bir yük olmuş canımı yakarken nefes alamıyordum. Ne zaman açtığımı bile hatırlamadığım radyoda çalan müziğin gözyaşlarımın yüzümü ıslatmasına kayıtsız kaldım. Ruhsuz bir yüz ifadesiyle dışarı baktım yalnızca. Şarkının sözlerinde umutsuzca kayboldum. Hadi, hadi yüreğim ha gayret 
Saçlarımı okşayan adam "Canım kızım..." diye mırıldandı. "Sen biraz dinlen, Vural'la konuşup geliyorum." Yanımdan ayrılan adamın ardından herhangi bir tepki veremeden yalnızca şaşkınlıkla bakmakla yetinmiştim. Artık bağırıp çağırmanın, ortalığı yıkıp krize girmenin hiçbir faydası olmadığını anlıyordum. Ben rüya gibi bir aşk yaşadığıma inanmıştım. Aklımın İçinde bir düzen, bir hayal kurmuştum. Şimdiyse tüm kalelerim bir bir yıkılıyordu. Bense o yıkılışı elim kolum bağlı, çaresizce izliyordum sadece. Bitkin bir biçimde yerimden kalktım ve merdivenlere yöneldim. Odama çıkmak üzereyken köşedeki holde başkan ve Vural'ın konuşmalarına kulak misafiri oldum. Başkan "Bu iş artık çok uzadı." diye söylendi hiddetle. "Bir an önce şu nikâhı kıydır Vural." "Ben bayılıyor muyum sanıyorsun bu duruma? Ama Azize hâlâ kendini iyi hissetmiyorken onu zorla nikâh masasına oturtursak şüphe uyandırırız, anlamıyor musun?" Art arda birkaç adım attığında Vural'ın ayağının aksadığını fark ettim. Düğünde yaraladığım bacağı aksıyordu. Yaşananların gerçek olduğunun bir kanıtı olarak kabul edebilir miydim yoksa bu da benim zihnimde uydurduğum bir sanrı mıydı? Hiçbir şeyi ayırt edememenin verdiği çaresizlikle kendi kendimi yiyip bitiriyordum. Başkan bir eli cebinde, diğeri çenesini sıvazlarken "O İtalyan piçi kendine gelmiş. Eğer Azize'yi aramaya başlarsa bizim için hiç iyi olmaz. Azize'yi bir daha anca rüyanda görürsün, haberin olsun." "Valentino denen o köpek bir sik yapamaz, sen bana güven." Duyduklarımla ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi şaşırmıştım. Bir yanım korkuyla dolarken diğer yanım sevinçliydi. Her şey gerçekti, Valent gerçekti. Evet, ona bir şeyler olmuştu ama kendine geldi dediklerine göre hayattaydı. Kafamı toparlamaya çalışırken bu duyduklarımın da beynimin bana oynadığı bir oyun olup olmadığını gözden geçirdim. Sakinleşmeye çalıştım. Her şeyi anlamanın tek bir yolu vardı, o da bu evden bir an önce kurtulmaktı. Adımlarım geri geri giderken düşündüğüm tek şey koşarak buradan uzaklaşmak, bir şekilde kaçmaktı. Geri giden adımlarımı durduran çarptığım büfeden gürültüyle yere düşen bir vazo oldu. Saniyeler içinde Vural kaçmak üzere olan beni görüp yakalayıvermişti. Her şeyi duyduğumu anlamasaydı duymamış gibi davranabilirdim ama onları dinlediğimi görmüştü. Ben merdivenlere doğru koşup kaçmaya çalışırken kollarıyla vücudumu sarıp beni bir mengene gibi sıktı ve hareket kabiliyetimi kısıtladı. "Bırak beni, bırak!" diye tıslarken onun güçlü kollarından kurtulmaya çalışmam sonuçsuz kalmıştı. "Nereye kaçtığını sanıyorsun? Buradan çıkabileceğini mi zannediyorsun?" Göz göze geldiğim adam, tam da tanıdığım gibi canavarın suret bulmuş hâliydi. Hatırladığım, bildiğim gibi. Ne derler bilirsiniz, gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! Yeni bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. 💞 Bu arada geçen bölümde en çok yorum yapan Sudekarabeyw_ , jacobelordicancer ve exoo11 yeni okurlarımıza sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum, bu bölümü de onlara ithaf ediyorum. 🙏🏻❤️ Çok bıçak sırtı bir yerde bitti, sizce yeni bölümde neler olacak? Ayrıca hepinizin aynı anda istediği bir şey var, o istediğiniz şeyin olmasına da çok çok az kaldı, haberiniz olsun. 😍🤏🏻 Buraya Halikarnas'ta Bir Gece'de yazdığım özel bölümler için hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini, buraya da yeni bölüm hakkındaki tahminlerinizi yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |