Yeni Üyelik
73.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 50

@buzlarkralicesi

-50-

❝Lâl❞

Sırtıma krem süren adamın gergin olduğu sesinden belliydi. "Çok acıyor mu?"

Dinginlikle "Hayır." diyerek yalan söyledim. Açımı dindirmek için çırpınıyordu. Bir de acıyor diyerek onu daha da öfkelendirme niyetinde değildim.

"Acısa acıyor diyeceksin sanki." İçimi okuyordu. Onun karşısında yalan söylemek de fayda etmiyordu artık. "Bir şeyin tehlikeli olduğunu söylemek sana neden yeterli gelmiyor? Anlaman için illa canının yanması mı gerekiyor?"

"Valentino, ben pişman değilim."

Sırtımda şifa için gezinen parmakları duraksadı. "Geçmişimle tanıştın."

Başımı sallayarak "Tanıştım." diye tekrarladım. "Ve pişman değilim. Bunun olması gerekiyordu."

"Ne diyorsun Lâl, anlamıyorum." Bir süre sessiz kaldığımı görünce tekrarlayan bir cümle kurdu. Kesin bir yanıt almak istediği açık bir soru sordu. "Geçmişimle tanıştın, bu konuda ne hissediyorsun?"

Yüzümü ona döndüm. Ellerimle yüzünü avuçladım. Bu benim için en büyük hediyeymiş gibiydi. Sanki dünyanın en kıymetli şeyini avuçlarımda tutuyordum. "Seni her hâlinle seveceğimi söylemiştim. Tüm yüzlerinle."

"Ve?"

"Hâlâ aynı düşünüyorum." Dudaklarına kısa ama ömre bedel bir öpücük kondurdum. Alaycı bir ifadeyle "Bu sefer beni korkutup kaçıramadın." deyiverdim.

O gülünce ben de güldüm. Mutlu olduğunu görmek güzeldi. Ancak çok sürmeden yüzü bir anda ciddileşti. "Böyle düşünmene şaşırdım. Ben daha öncesinde söyleseydim seni kaybedeceğime inanıyordum."

Başımı yana yatırdım düşünceli bir biçimde. "Daha öncesinde söyleseydin belki de giderdim, bilmiyorum. Ama yaşadıklarım bana paha biçilmez dersler verdi." Gözlerine bakınca sözler dudaklarımdan dökülüverdi izinsizce. "Seni sevdiğim gibi. Her ne olursa olsun sensiz yaşayamadığım gibi. Aslında Nikolai bize iyilik bile yaptı." Yüzü öfkeye büründüğünde devam ettim. "Bana sensiz kalmanın ne demek olduğunu gösterdi."

"Bunları duymak benim için ne kadar güzel, anlatamam Lâl." Yüzündeki yumuşak şefkati ciddi yüz ifadesi esir aldı. "Ama ben bir daha bunu seninle yapmak istemiyorum, Lâl." Beni ikna etmenin ne kadar zor olduğunu bildiği için kesin bir ifadeyle ekledi. "Ciddiyim."

Omuz silkerek "Nasıl istersen." yanıtını verdim. "Ben görmem gerektiği kadarını gördüm."

"Bu konuda anlaştığımıza sevindim."

Bir hayli çekingen yüz ifademle "Sence de konuşmamız gereken başka bir konu yok mu?" diye sordum. Meraklı, anlamaz bir ifadeyle bana bakarken sorumu biraz daha açtım. "Anna'ya ne oldu, Valentino? Neden öldü?" İşin aslını Valent'ten dinlemek istiyordum çünkü benim tanıdığım adam ne tür zevkleri olursa olsun bir kadını öldürdükten sonra öylece hayatına devam etmezdi. Bu hikâyede bir boşluk vardı. "Nikolai bana bir sürü şey anlattı ama ben hikâyeyi senden dinlemek istiyorum."

"O orospu çocuğu sana ne anlattı?"

Öfkesini körüklemek istemiyordum ama olduğu gibi söyledim. "Anna senin kölenmiş. Olaylar sırasında vücuduna verilen yüksek miktarda elektrik akımıyla ölmüş." Duraksadım. "Benimle olduğu gibi onunla da mı-"

"İkisi aynı şey değil, Lâl. Anna benim kölemdi ama bunu o istemişti. Sense itaatkârsın. İtaatkâr ve köle ayrı şeyler."

"Farkı ne?"

"Köle, kendisiyle ilgili tüm haklarını tamamıyla efendisine devreder. Üzerinde her şey yapılmasını kabul eder. İtaatkâr ise dominantıyla şartları konuşur, iki tarafın da rızasıyla bir ilişki şekli inşa eder. Dominant, itaatkârın istemediği hiçbir şeyi zorla yapmaz."

"Anna köleydi."

Anlamaya çalıştığım şeyi açıklığa kavuşturmaya çalışan adam "Evet." diye cevapladı. "Bununla ilgili yazılı bir sözleşmesi de var." İkna edici bir ifadeyle "O bundan zevk alıyordu."

Ben Valentino'nun ağzından dinlemek istediğim hikâyenin kilit noktasındaydım. "Bundan zevk alıyor olması, Anna'nın ölümünü hafifletiyor mu Valentino, söylesene?"

Kısa bir an gözlerini kapadıktan sonra itiraf etti adam. "Anna ölmedi, Lâl."

"Ne?"

"Duydun işte. Elektrik akımından öldüğü hikâyesi de yalandı. Bizim kurguladığımız bir yalan."

Şoke olmuştum. Dilim tutulmuştu. "A-Ama... Ben..." Anlamaya çalışıyordum. "N-Neden?"

"Bu hikâyeyi sadece aile içindekiler biliyor, Lâl. Ve aramızda kalmalı." Uyarısını yaptıktan sonra açıklamaya koyuldu. Bense hâlâ ufo gören masum köylü gibi ona bakıyordum. "Anna Nikolai'den kurtulmak istiyordu. Ama bunu yapamıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse kurtulmak istediği kişinin Nikolai Miloradov olduğunu bilmiyordum. Anna bana geldi ve birinden kurtulmak istiyorum, gücünü kullanarak beni yok edebilir misin dedi. Neden böyle bir şey istediğini anlamadım ama sorgulamadım da. Meğer Miloradov aldatıldığını öğrenmiş ve çok öfkelenmiş. Anna bana geldiğinde çok korkmuş görünüyordu. Ölü gösterilmeyi bile kabullenmiş durumdaydı. Ne yaparsan yap, beni ondan kurtar dedi. Ben de onu yok ettim."

"Yok ettim, derken?"

"İlişkimiz sırasında vücuduna verilen yüksek miktarda elektrik akımıyla öldüğü hikâyesini ben kurguladım. Ona yeni bir kimlik verdim. Sonra da onu yaşaması için uzak bir ülkeye gönderdim. Bir daha ülkesine dönemeyeceği gerçeğini bile kabullenmişti. Nikolai'den kurtulmak için her şeye evet dedi. Eski sevgilisinin kim olduğunu bilmiyordum, sormadım. Açıkçası ilgilenmiyordum da. Basit, takıntılı bir eski sevgili diye düşünmüştüm. Araştırmadım, Anna bana gerektiği kadar bilgiyi vermişti."

"Nikolai de bunu öğrenip senin Anna'yı öldürdüğünü düşündü. Böylece Anna Miloradov'dan kurtuldu ama bu kez Miloradov'un yeni düşmanı sen oldun."

Onaylayarak başını sallayan adamın dudakları büküldü. "Onun düşmanlığı benim umrumda bile değil. Kılıma bile zarar veremez." İç geçirdi düşünceli bir ifadeyle. "Ancak sen kendi isteğinle ona gittiğinde hem çok öfkelendim hem de çok endişelendim." Gözlerime bakan adamın gözleri alev alevdi. "Anna'nın bu kadar korktuğu o adama kendi ayaklarınla gittin."

Kafam karışmıştı. Nikolai hiç tanıdığım biri gibi anlatılmıyordu. Burada bir karışıklık vardı. Ya Anna'nın anlattığı Nikolai bizim Nikolai değildi, bir başkasıydı ya da ben onu çok yanlış tanımıştım. Boş verdim. Artık bir önemi de yoktu zaten.

Yüzünü kavrayan ellerim hasretle yanaklarını okşuyordu. Parmaklarım kısa kirli sakallarında gezinirken dudaklarım çenesine öpücükler kondurdu. "Özür dilerim, bir tanem. Çok özür dilerim. Her şey için."

Parmağıyla çenemi okşayan adam bunları çoktan atlatmış gibiydi. "Hepsi geride kaldı."

Geride kaldığı doğruydu. Ama bu durum aklıma önümüze çıkan yeni engelleri hatırlatıyordu. "Valentino... Benim sana söylemem gereken bir şey var."

"Dinliyorum."

"Şimdi değil. Yarın akşam yemeğinde her şeyi enine boyuna konuşacağız." Ona tüm bunları söylemek için cesaretimi toplamaya ihtiyacım vardı. Doğru kelimeleri seçip bulmaya. Hem ona güzel bir akşam yemeği hazırlayacaktım. Önce yemeğimizi yiyecektik, son kez keyifli dakikalar geçirecektik belki de. En sonunda da ona gerçeği alıştıra alıştıra anlatacaktım. Hasta olduğumu. Başta zor olacaktı ama ben onu bu duruma alıştıracaktım. Daha az acı çekmesi için ne gerekiyorsa yapacaktım.

"Önemli bir şeyse neden hemen söylemiyorsun?"

"Çünkü şuan daha önemli bir şey var aklımda.

"Nedir o?"

Sağ elim boynunu kavradığında onu kendime çektim ve kulağına fısıldadım. "Sadece seni istiyorum." Bacaklarımdan birini adamın yanına attıktan sonra üzerine çıktım. Avuçlarım boynunu ve yanağını okşadı. "Tüm hücrelerimle.

Gözlerime memnuniyetle bakan adam "Sen nasıl istersen." diye mırıldandı ve belimden tutup üstüme çıktı, tek hamleyle beni altına aldı.

Bütün gece seviştik. Bana acıyan gözlerle değil de arzuyla baktığı son gecemizdi belki birbirimize armağan ettiğim. Zevkli, tutku dolu, mutlu, romantik, tadına doyum olmayan harika bir geceydi. Birbirimize yeniden âşık olduğumuz bir gece.

Ertesi gün birlikte uyandık. Bu pek olmazdı. Normalde önce Valentino uyanırdı, ben onun kadar az uykuyla yetinemiyordum.

Kalkıp duş aldık ve hazırlandık. İkimizin de gideceği yerler vardı. O şirkete gidecekti, ben de Ferit'e. Giyinip aynada saçlarımı düzeltirken telefon çaldı. Kliniğin numarasıydı bu. İki kez çalınca Valent'in dikkatini çektiği için isteksizce açmak zorunda kaldım. "Alo."

"Merhaba, beni hatırladınız mı?"

Doktorun sesiydi bu. Bir çözüm Valent'teyken "Evet." dedim çekingen tavrımla.

"Hastalığın seyrini takip etmek için kliniğe geleceğinizi konuşmuştuk. Randevu oluşturmamışsınız."

"Şey, evet. Geleceğim." Valentino anlayacak diye ödüm kopuyordu. "Ben sonra arar randevu oluştururum."

"Pekâlâ. Gecikmeseniz iyi olur ama."

"Tamam. Hoşça kalın." Telefonu kapattım. Sanki tedavisi olan bir hastalıkmış gibi gecikmeyin demesi komikti. Valent'e döndüğümde ister istemez bakışları bendeydi.

"Kimdi o?"

"Ferit'in asistanı. Randevularda karışıklık olmuş, geleceğimi teyit etmek istemiş."

"Randevu oluşturmaktan falan bahsediyordu ama? Yani gideceksen tekrar neden randevu oluşturman gereksin ki?"

"Randevularda karışıklık olmuş dedim ya hayatım." Sağ elimle boynunu kavrayıp dudaklarından öptüm. "Sen kafanı yorma. Ben hallederim her şeyi."

Tebessüm ederek karşılık verdi adam. Bu sefer de atlatmıştım. Ama karşımda bu kadar zeki bir adam varken bir dahaki sefere böyle kolay olmayacağı açıktı.

Valentino iş için gittiğinde soluğu Ferit'in yanında aldım. Ona danışmam gereken konular vardı. Ferit de beni yeniden gördüğüne şaşırmış görünüyordu.

"Seni bu kadar çabuk beklemiyordum, Lâl. Hoş geldin."

"Sana anlatmam ve danışmam gereken şeyler var, Ferit. Belki de bana yardımcı olabilirsin."

"Elbette, elimden ne gelirse."

Önce dün gece olanları anlattım. Valent'in tanıştığım geçmişteki yüzüyle. Acıyla zevki aynı anda tattığım, biraz da şaşkınlık ve hayal kırıklığını yaşadığım o odayı.

Valent'in aksine Ferit beni anladı. Yani daha doğrusu bunu neden yapmak istediğini. "Onu eski alışkanlıklarından tamamen koparmak ve kurtarmak için kendine acı mı çektirdin?"

İddialı bir ifadeyle kaşlarımı kaldırarak yanıtladım. "Acı olmadan aşk olmuyor."

Başını yana yatırarak "Bu yaptığın delilik. Ama seni anlıyorum." dedi makul bir ifadeyle. "Erkeklerin kimseye itiraf etmeseler de bilinçaltında gizledikleri fantezileri vardır. Mesela hayatında hep sadık olmuş içine kapanık birinin bir sürü kadınla çapkınlık yapması gibi."

"Valentino o dediğin adamların yanından bile geçmez." Dudaklarım büküldü kaşlarım havalanırken. "O istediği türden istediği kadar kadınla birlikte olmuş şanslı erkeklerden."

"Anlatmak istediğim daha farklı bir şeydi aslında." Başını sallayarak "İnsan psikolojisinden iyi anlıyorsun." dedi bir tespiti dile getirir gibi. "Valentino, anlattığına göre her türlü fanteziyi yaşamış biri. Ama bilinçaltında bir gün tüm bunları seninle de yaşamak olabilirdi. Her ne kadar seni kaybetmemek için itiraf etmese de düşünmüş olması olası. Sen de yıllar sonra ortaya çıkıp ilişkinizi mahvetmesindense daha en başından söküp atmak istedin bilinçaltından."

"Evet. Aslında sebeplerden biri buydu. Diğeri de... Aşkımızı sınamaktı." Sınaya sınaya bitmeyen aşkımız ve sınavları... "Onu tüm yüzleriyle sevebileceğimi biliyordum. Kendime de ona da kanıtlamak istedim. Eski Valentino'yla tanışsam ona da âşık olurdum." Başımı sallayarak ekledim. "O da bunu anladı."

Biraz düşündükten sonra aldığı nefesi geri verdi Ferit. "İlginç bir ilişki dinamiğiniz var. Heyecanlı bir deneyim olduğu da kesin." Beni azarlamaya hazırlanır gibi parmağını havaya kaldırdı. "Ama ne olursa olsun hasta olduğunu bile bile böyle bir riske girmemen gerekirdi Lâl. Bu delilik."

Kaşlarımı kaldırarak gülerken ellerimi iki yana açtım. "Deliler ne yapar? Delilik!"

Gülüştük. Ortam biraz yumuşamıştı. Ferit de eski arkadaşıyla hasbihal ettiği için memnundu ama sıradaki danışanlarını da gözeterek fazla vakit kaybetmeden asıl konuya gelmek istedim. "Aslında ben sana bir şey danışmak için geldim Ferit. Yalnızca bir psikoloğun danışmanı olarak değil, iki arkadaş olarak da."

"Elbette, Lâl. Her zaman, biliyorsun." Hazır ve nazır bir biçimde başını salladı gönder gelsin der gibi. "Dinliyorum."

"Bu akşam Valentino'ya hasta olduğumu söyleyeceğim."

Tadı kaçmıştı adamın. Ama bunun eninde sonunda olacağını biliyordu. Bu yüzden kabullenmiş bir ifadeyle "Sonunda o büyük gün geldi ha?" dedi.

Evet dercesine salladım başımı. "Doğru zamanın geldiğine karar verdim. Zaten eninde sonunda söylemem gerekiyordu, biliyorsun."

"Evet, böyle bir şey saklanmazdı."

"Ama nasıl daha az acıtarak yapabilirim bunu, bilmiyorum. Kafam karışık, korkuyorum. Üzülmesinden, yıpranmasından ve eninde sonunda bana acımasından... Birçok şeyden korkuyorum." Aklımdaki düşüncelerim dudaklarımı bulmuştu sanki. Benden izinsiz akıp gidiyordu. "Onu üzmek istemiyorum ama bunun bir yolu yok, biliyorum. Belki sen bana bir yol gösterirsin diye geldim."

Bir an düşündükten sonra dalgın hareketlerle sakalını kaşıdı. "Maalesef, bunu onu üzmeden söylemenin bir yolu yok. Bu konuda haklısın. O yüzden en iyisi olduğu gibi söylemek." İçimdeki kararsızlık ve karmaşıklık yüzüme yansımış olacaktı ki Ferit sözleriyle bastırdı. "Her şeyi olduğu gibi anlat, Lâl. O küçük bir çocuk değil. Ayrıca ölecek olan o değil, sensin. Onun seni avutması gerekiyor, senin onu değil. Artık biraz onu değil kendini düşün."

Bilmiyordu ki benim ölümüm demek aynı zamanda Valent'in de ölümü demekti. Bizimkinin ne büyük ve belki de ne denli zehiri barındıran bir aşk olduğunu da bilmiyordu. Bilmediği O kadar çok şey vardı ki... Tüm bunları düşündüğüm sırada telefonum çaldı. Arayan Valent'ti. Ekrana baktım ama telefonu açmadım. "O arıyor. Doktora gidip gitmediğimi soracak. Zaten dün de doktora gitmediğim için çok kızdı."

"Endişelenmekte haklı." Ölmek üzere olduğumu var sayarsak... Sanırım evet. "Bir an önce ona gerçeği anlatmak en iyisi."

"Evet, bu akşam her şeyi anlatacağım."

Eve döndüğümde akşama kadar hazırlıklarla ilgilendim. Valentino'nun en sevdiği yemekleri hazırladım. Nina da yardım etti. Çok yorulmuştum. Vücudum yine yaşlı bir insanın verdiği tepkileri veriyordu.

Odaya çıkıp aynada kendime baktığım an ben ölmüşüm dedim. Yüzüm yine korkunç bir şekilde cansız görünüyordu. Hafif bir makyaj yaptım. Allık falan sürdüm renksizliğimi kapatması için. Nar çiçeği, askılı uzun bir elbise giydim. Saçımı da at kuyruğu topladım. Telefonum çaldığında arayanın Valent olduğunu tahmin etmiştim. Tahmin ettiğim gibi çıktı. Hemen yanıtladım. Öğlen Ferit'in yanındayken de yanıtlayamamıştım zaten. Daha çok endişelenmesini istemedim. "Hayatım, yolda mısın?"

"Bebeğim, işlerim biraz uzayabilir. Ben de onun için aramıştım seni ama cevap vermedin."

"Ferit'in yanındaydım. Seanstaydık." Keyfim kaçmıştı. "Çok mu işin?"

"Sanırım öyle. Gecikebilirim. Sen de bana önemli bir şey söyleyecektin ama..."

Gelmeyecek olması keyfimi bozsa da aslında bu durum biraz işime de gelmişti. Ona söyleyeceğim tatsız şeyler biraz daha bekleyecekti. Sonsuza kadar gizleyemeyeceğimi bilsem de günü kurtarmıştım. "Yok, önemli değil. Yarını bekleyebilir."

"Sen bugün doktora gidecektin, ne oldu?"

Beklemediği anda sözlüye kaldırılmış bir öğrenci gibi kalakaldım. "Yarın konuşuruz ya, önemli değil."

"Peki. Yarın görüşürüz o zaman. Seni seviyorum."

"Ben de seni seviyorum."

Gülümseyerek telefonu kapattığımda aynadaki yansımama baktım. Onun bir sözüyle bile çiçek açan yüzüme.

❝Valentino❞

Club V'deydik. Pietro ve ben bazı misafirlerimizle önemli bir toplantıyı yeni bitirmiştik. Biraz nefes alıp bir şeyler içerken Montrel geldi. Çekingen bir tavrı vardı.

"Ne oldu Montrel?"

"Efendim, Miloradov geldi. Sizi görmek istiyor." Öfkeleneceğimi tahmin ettiği için ekledi. "Israrla."

Yerimden kalkarken "Ne istiyor yine bu orospu çocuğu?" diyerek söylendim.

Keyfim bozulduğu için canım sıkılmıştı. Kapıya çıktığımda ise orada duruyordu. Ancak bir şeyler vardı. Omuzları çökmüş, gözleri yorgun bakıyordu. Ve biraz kızarmışlardı sanırım. Ne bok kullanıyorsa ondandır diye düşündüm. Üstünde durmadım. Ellerim ceplerimde karşısına dikildim. "Ne istiyorsun yine? Neden geldin?" Bir şey söyleyemeyecek kadar yorgun bakan adama "Ne var?" diye çıkıştım.

O ise zar zor konuşmaya başladı. O an anladım, içmişti. Leş gibi içki kokuyordu. Ayakta bile duramıyordu. "Kavga etmeye gelmedim, Riccardo." Sözcükleri ağzında yuvarlıyordu. Körkütük sarhoştu. "Aksine, çok önemli bir şey söylemeye geldim. Bunu bilmek zorundasın."

"Benim bilmem gereken ne biliyor olabilirsin ki?"

"Lâl hakkında."

Üzerine yürüdüm. "Onun adını ağzına alma." Dişlerimi sıktım.

Miloradov tavrımı görmezden gelerek "Bugün öğrendim. Birkaç saat önce." dedi yorgunlukla.

"Neyi?" Acı çektirecek cinsten yavaş konuşuyordu. Bu bir işkence yöntemi olarak bile kullanılabilirdi. O kadar sinir bozucuydu. "Neden bahsediyorsun sen?"

"Lâl hasta, Riccardo."

"Ne?" Duyduğum şeyin ne demek olduğunu kavramakta güçlük çekiyordum. Gövdemle kasti bir biçimde ona çarptım. "Ne diyorsun lan sen?" Boğazına sarılıp öfkeyle gözlerine baktım.

O ise hiç korkmuş gibi görünmüyordu. Bitmiş bir hâldeydi. "Yemin ederim doğruyu söylüyorum. Bana ne yaparsan yap, umurumda değil. Ama doğruyu söylüyorum." Ellerim onun boynunda donup kalmış bir biçimde ona bakıyordum. O ise anlatmaya devam etti. "Bende kaldığı dönem pek iyi değildi. Sürekli hasta gibi bir hâli vardı. Midesi bulanıyor, başı dönüyordu. Yüzü renksizdi. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Ben de ona doktora gitmesini söyledim, zorladım. Geçen gün Nadia için geldiğinde kapıda karşılaştık, pek iyi görünmüyordu. Bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettiğim için bağlantılarımı kullanarak öğrenmek istedim, doktoruyla iletişime geçtim. Bugün test yaptırdığı klinikten telefon geldi." Dikkatle onu dinliyordum. "Hastaymış, Riccardo. Çok hastaymış. Hastalığının ne olduğu bile bilinmiyormuş. Tedavisi yokmuş, henüz keşfedilmemiş. O ölüyor..." Sağ elinin tersiyle gözlerini silmeye çalıştı. "Bunu ben söylemeseydim belki de sana hiç söylemeyecekti." Dürüstlükle "Bilmeye hakkın var." dedi. Bu kez yakama yapışan o oldu. "Bir şey yap. Riccardo, bir şey yap. Yaşat onu! Bir yolunu bul. Bir şeyler yapalım. En iyi doktorları getirtelim!"

Onu sertçe bıraktığımda öğrendiğim şeylere inanamıyordum. "Yalan söylüyorsun. Ama bu boktan şeyi neden yaptığını anlayacağım. Duydun mu? Anlayıp senin o beynini uçuracağım! Bekle." İşaret parmağımı tehditkâr bir biçimde sallayarak onu geride bırakıp kulübe girdim. Yine bizi ayırmak için hangi saçma yalanıydı bu? Öğrenecektim. Lâl'e soracaktım. Söylemezse klinikle konuşacaktım.

Pietro'yu buldum ve "Ben gidiyorum. Burası sana emanet." dedim.

"Nereye?"

"Eve."

Ben giderken peşimden hızlı adımlarla gelen adamın "Ama diğer aileyle görüşmemiz?" sorusunu duydum ama umursamadım.

"Sen hallet!"

Eve nasıl geldiğimi bilememiştim. Sanki aklım başımda değildi. Yolda düşündüklerimin bir sonu yoktu. Sürekli Miloradov'un söyledikleri dönüp durdu beynimde. Bozuk bir plak gibi.

Lâl hasta, Riccardo. Çok hastaymış. Hastalığının ne olduğu bile bilinmiyormuş. Tedavisi yokmuş, henüz keşfedilmemiş. O ölüyor...

İçim buz gibi oldu bu ihtimalle. Ya Miloradov'un aptal bir yalanı değilse, diye geçirdim içimden. Hayır, yalan. Yalandı bu. Başka bir seçenek yoktu. O adam bizi ayırmak için neler yapmıştı. Bu da onlardan biriydi işte.

Gün aydınlanmamıştı ama aydınlanmak üzereydi. Arabadan indim. İçeri girdim. Onunla konuşmak için yanıp tutuşuyordum. Yüzleşmek istiyordum. Acıdan kıvranıyordum. Fiziksel olmayan korkunç bir acı. Yatak odasına çıktığımda Lâl yatakta uyuyordu. Aşağı indim sessizce. Salonda bir iki kadeh içtikten sonra bu düşüncelerle yaşayamayacağımı anlamıştım. Yeniden yukarı çıktım.

Bunu ben söylemeseydim belki de sana hiç söylemeyecekti.

Eğer gerçekse bile Lâl bana söyler miydi? Emin değildim. Bir sürü şey saklamıştı benden. Bazıları benim iyiliğim için, bazıları başka sebeplerden. Ama saklamıştı işte. Onun doğruyu söyleyeceğinden emin olamazdım. Belki de beni üzmemek için doğruyu söyleyemezdi.

Evi aramaya başladım. Yatak odasından başlamak istiyordum ama Lâl'i uyandırmak istemedim. Banyoya girdim. Dolapları, çekmeceleri kurcaladım. Bir şey yoktu. Tam odaya geri dönecekken birkaç adım geri gidince dolabın tepesinde bir şeyler olduğunu fark ettim. Uzanıp bakmam zor olmadı bile. Bazı ilaçlar vardı. Ne olduklarını bilmiyordum ama doktoru arayıp sorduğumda aldığım yanıt benim için yeterliydi.

Kırmızı reçeteli ağrı kesiciler.

Elimde ilaçları tutarken gözlerini ovuşturarak Lâl girdi içeri. Göz göze geldik. Hayatımın en zorlu sınavı karşımdaydı.

❝Nikolai❞

BİRKAÇ SAAT ÖNCE

O gün hayatımın en kötü haberlerinden birini alacağımı düşünmüyordum. Önceki gün doktorla görüşmek istediğimde tatilde olduğu söylenmişti. Ben de Lâl'in durumuyla ilgili görüşmek istediğimle ilgili bir mesaj bırakmıştım.

Odamla düşünceli bir biçimde yeni maketimle uğraşırken içeri Ivan girdi. "Ne yapıyorsun burada tek başına? Hâlâ o kızın yasını mı tutuyorsun?"

"Bir şey yapmıyorum Ivan, maketimi tamamlamaya çalışıyorum. Her şeyi Lâl'e bağlayıp durma."

"Yenildin Nikolai, artık kabullen bunu. Kabullen de yolumuza devam edelim." Yanıma gelip karşımdaki koltuğa oturduğunda onunla ilgilenmiyordum ama azarlayıcı ses tonuna tezat oluşturacak arkadaşça bir ifade hâkimdi yüzünde. "Bak, biraz kafamızı dağıtalım. Tekneyi hazırlattım. Biraz açılalım, deniz havası al. Ne dersin?"

"Beni rahat bırak, Ivan."

"Teklifimi kabul etmezsen hiçbir yere gitmem ve bütün gün burada Lâl hakkında konuşup kafanı şişiririm."

"Türkçe deyim öğrenmişsin?"

"Dikkatini başka türlü çekemiyorum da ondan."

Israrına daha fazla dayanamadım ve kabul ettim. Ama tekneyle açılmak da benim düşünceli hâlimin çözümü olmadı. Bu da yetmezmiş gibi bir de Ivan birkaç kız çağırmıştı. Aklı sıra Lâl'i unutmam için bir sürü kız toplamıştı etrafıma. Hiçbiri umurumda değildi. Aklım Lâl'in sakladığını düşündüğüm sırrındaydı. Bunu çözecektim.

Dans eden kızlar ve beni eğlendirmeye çalışan Ivan'ı bırakıp botla geri dönmek istedim. Beni yakalayan adam keyfini kaçırdığım için bir parça memnuniyetsiz görünse de "Bensiz nereye gidiyorsun?" diyerek peşimden geldi.

Karaya ulaşır ulaşmaz telefonum çaldı. Öğreneceklerimin beni ne hâle getireceğini umursamadan açtım telefonu. Hattın diğer ucunda eveleyip geveleyen doktora "Sorun ne?" diye sordum net bir cevap ararken.

"Bu bilgileri normal şartlarda hasta gizliliğinden dolayı açıklayamıyoruz ama-"

Araya bağlantılarımı soktuğum için bilmem gerekenleri söyleyecek olan doktora "Bana güvenebilirsiniz." dedim kendime güvenir bir ifadeyle.

"Geldiğinde Lâl Hanım'a da söyledim. Hastalığının henüz ne olduğu bilinmiyor. Kanserle benzer semptomları var ama tamamen bir bilinmezlikten ibaret. Hastalığı çözümlenemediği için henüz tedavisi yok."

Yutkundum. Öğrendiklerim bana bile ağır gelmişti. Lâl hastaydı. "Ölümcül mü?" diye sorabildim yalnızca.

"Maalesef."

Telefonu kapattığımda her şey etrafımda dönüyor gibiydi. Öğrendiklerim ağır gelmişti. Oysa telefonu hiçbir şeyi umursamadan açmıştım. Bir çaresi olmalıydı. Bir tedavisi olmak zorundaydı.

O an ne yapacağımı bilemedim. Ivan beni sakinleştirmekte çok zorlandı. Kendimi sakinleştirmek için tek bir yol buldum. İçmek.

Hydra'da bitirdiğim içkinin haddi hesabı yokken başlarda içkileri sömürürcesine içmeme bir şey söylemeyen Ivan son şişeyi önümden çekip aldı. "Bu kadarı yeter, Niko. Kendine işkence edip durma."

Sertçe elindeki şişeye abandım. "Rahat bırak beni." Şişeyi serbest bırakmadığında ters bir bakış attım. "Ivan, işine bak! Annem gibi davranan birine ihtiyacım yok."

"Niko, yapabileceğin bir şey olmadığı için içiyorsun. Ama bu da bir çözüm değil, farkındasın değil mi?"

"O ölüyor Ivan." Karşımdaki tezgâhta duran içki bardağını elimin tersiyle yere attım. Etraftaki misafirler tedirgin olmuşlardı ama umurumda değildi. "Gözümün önünde eriyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum!"

"Bunun ne kadar üzücü olduğunun farkındayım, Niko. Seni anlıyorum. Ama yapılabilecek bir şey yok."

"Sen benim ne hissettiğimi nereden anlayacaksın? Sen hiç birini böyle sevdin mi Ivan, söylesene!" Ivan'ın yakasına yapışıp "Yoluma çıkma, beni rahat bırak!" dedikten sonra onu sertçe bıraktım.

Tek başıma çıktım Hydra'dan. Nereye gideceğimi çok iyi biliyordum. Ne pahasına olsun onun kendisini öldürmesine izin vermeyecektim. Ölümünü izlemeyecektim.

Club V'nin önüne geldiğimde Riccardo'nun köpeklerinden birine onunla görüşmek istediğimi söyledim. Israrcı olduğum için kabul etmek zorunda kaldı. Bu sorunu çözebilecek tek kişi Riccardo'ydu. Öğrendiğinde inanmasa da, bana nefretini kussa da bir şeyler yapacağına emindim. İkimiz güçlerimizi birleştirirsek Lâl'i kurtarabilecek bir çözüm yolu bulabilirdik.

Haberi verdiğimde oldukça öfkeli ve şaşkındı. Ve tabii ki yalan söylediğimi düşündü. Sürpriz olmadı. Tehditkâr bir biçimde parmağını sallayan adamın "Yalan söylüyorsun. Ama bu boktan şeyi neden yaptığını anlayacağım. Duydun mu? Anlayıp senin o beynini uçuracağım! Bekle." sözleriyle sakinliğimi korudum. Tavırlarından bu durumu bilmediğini anlamam zor olmamıştı. Ona bu haberi sindirmesi için zaman vermeliydim. Ne olursa olsun Lâl'in ölmesine izin veremezdik.

❝Lâl❞

Gözlerimi araladığımda sabah olmuştu, hava yeni yeni aydınlanıyor gibiydi. Elim yatağın diğer tarafında gezindi. Boştu. Valentino'nun işleri çok uzamıştı anlaşılan.

Başımda inanılmaz bir ağrı vardı. Bir süre yatakta ellerimin arasına aldım başımı, sıktım, sıktım. Ağrım geçmek şöyle dursun, daha çok artıyordu. İlaçlara ihtiyacım vardı.

Banyoya doğru yürüdüğümde beni kötü bir sürprizin beklediğinden habersizdim. Ellerinde benim ilaçlarımla öylece duran Valentino. Yüzünde çözemediğim bir ifade vardı. Öfke mi, üzüntü mü çözemediğim. Kızarmış gözleri, gözlerime bakıyordu. Elindeki ilaç kutusunu gösterdi. "Bana ne zaman söylemeyi düşünüyordun?"

"Valentino, bak..." Böyle öğrensin istemezdim. En az hasarla atlatması için düşünüp dururken böyle öğrenmesi... En son istediğim şey buydu ve olmuştu. Zaten insanın aklındaki en kötü şey başına gelirdi.

"Hastasın ve bana bunu söylemeyecek miydin?" Yüzünde, gözlerinde üzüntü ve hayal kırıklığını dolu dolu görebiliyordum.

"Hayır, Valentino söyleyecektim. Bak, sakin ol tamam mı?"

O ise sakin olmaktan çok uzaktı. Bakışları bir ok gibi saplanıyordu zihnimin dehlizlerine. "Ölene kadar bekleyecek miydin Lâl?" Sesi yükselmişti ama öfkeden çok paniktendi. "Tanrım, çıldıracağım!"

Etrafa ya da kendine zarar verecek gibi deli dana misali geziniyodu. Önünü kesip durdurdum onu. Kollarından tutup sakinleştirmeye çalıştım. "Söyleyecektim, Valentino. Gerçekten söyleyecektim. Gel otur şöyle konuşalım." Elini tutup onu yatak odasına getirdim ve berjere oturttum. Kendinde değil gibiydi. "Bak, ben bunu sana anlatacaktım. Ama çok korktum, nasıl anlatacağımı bilemedim. Seni üzmek istemedim."

"Böyle hiç mi üzülmedim? Lâl, hastasın! Ve ben bunu Nikolai denen o adamdan öğrendim! Sen hastayken üzülmemenin bir yolu var mı sanıyorsun?"

"Üzüleceğini biliyordum ama söylemem gerektiğinin de farkındaydım. Kendimi hazırlamam gerekiyordu, Valentino. Sonunda sana anlatmak için hazır hissettiğimde kararımı verdim. Dün akşamki yemekte sana anlatacaktım. Gerçekten. Hazırlığım bu yüzdendi. Anlatacaktım."

"Ve ben önemli bir işim var deyip gelmedim." Suçlulukla başını sallarken kendine öfkesi beni bile korkutmuştu.

"Valentino, bir önemi yok. Gerçekten yok." Yüzünü ellerimin arasına aldım. Kendini suçladığını görmek dayanılmazdı. "Böyle bir şey olduğunu bilemezdin ki."

"Ben nasıl bir adamım? Nasıl bir adamım?" Sayıklar gibi konuşuyordu. "Miloradov bile biliyor hastalığını, ben bilmiyorum! Doktora git deyip durdum, takip etmedim bile. Dünyadan haberim yok!"

"Valentino, kendini suçlamayı bırak, lütfen. Beni daha da üzme."

"Doktorunla görüşeceğim. Bugün derhâl doktorunla görüşeceğim! Duydun mu beni? Hastalığınla ilgili tüm detayları öğreneceğim ve tedavi seçeneklerimizle ilgili-"

Yorgunlukla nefesimi bıraktım. "Valentino, seçenek yok." Başımı öne eğdim yanaklarındaki ellerim düşerken. "Hastalığımın ne olduğu bile bilinmiyor. Tedavisi yok. Sen böyle bir durumda ne yapabilirsin ki?" Yorgunlukla gözlerine baktım. Sağ elim yanağını okşarken sesim şefkatliydi. "Elinden gelse benim için dünyayı yerinden oynatırsın, biliyorum ama... Bu durumda yapılabilecek bir şey yok. Üzme kendini, lütfen."

"Olacak! Olmalı!" Öfkeyle ayağa kalktı aniden. "Böyle elimiz kolumuz bağlı çaresizce duramayız." Odada delirmiş gibi volta atarken sağ eli saçlarını karıştırıyordu. "En iyi doktorlarla görüşeceğim."

"Valentino, tedavisi yok."

"Yoksa da bulacaklar!" Dolanıp dururken "Bulacaklar." diye sayıklamayı ihmal etmiyordu. Sırtını duvara yaslayan adam başını geriye yasladı. "Sen yaşayacaksın. Ne pahasına olursa olsun yaşayacaksın." Adımları bana yaklaşıp önümde diz çöktü. "Ellerimin arasından kayıp gidişini izleyemem. Bunu bekleme benden." Yüzümü avuçlarının arasında tutarken bakışlarındaki acıyı görüyordum. Kendini bir hayale inandırmak için sarf ettiği çabayı görüyordum. "Seni kaybedemem, anlıyor musun? Kaybedemem." Dudakları alnıma gitti. Elleri kucağımdaki ellerimi aldı, avuç içlerimi öptü. "Sensiz yaşayamam." Yüzümün her zerresini öptükten sonra başını boynuma gömüp kokumu içine çekti. "Yaşayamam." Bir süre başını boyun çukuruma gömdükten sonra kararlı bakışları yüzüme döndü. "Kurtaracağım seni. Ne gerekiyorsa yapacağım, merak etme sen. En başarılı doktorları getirteceğim. Gerekirse dünyadaki bütün doktorlar bu hastalığın tedavisi üzerinde çalışacak ama bulacaklar."

Bense bunun mümkün olmadığını bildiğim için realist davranıyordum. Beni kurtarmaya öyle odaklanmıştı ki gerçekleri göremiyordu. Onu avutmak bana düşüyordu. Ellerini tutup onu kaldırdım ve yanıma oturmasını sağladım. "Valentino, aşkım... Gel lütfen, biraz konuşalım." Yan dönüp onunla karşı karşıya durdum. "Bak, hepimiz bir gün öleceğiz. Bu bir sır değildi, sürpriz de olmadı değil mi?" İfadesiz bir biçimde bana bakan adama sanki ortada panik yapacak bir şey yokmuş gibi sıradan yüz ifadesiyle karşılık veriyordum. "Yahu kazık çakmadık ya bu dünyaya! Hepimiz bir gün öleceğiz." Sağ elim yanağında gezindi. "Sen Allah değilsin Valentino. Güçlüsün, tamam. Büyük bir bölgeye ve bir sürü insana hükmedebilirsin, hükmediyorsun da. Ama Allah değilsin. O yüzden kendini suçlama. Bu benim canımı ölümden daha çok acıtır." Başımı yana yatırdım. "Demek ki kaderimde bana bu kadar ömür biçilmiş. Olabilir. Bunu kabullenmek zorundayız. Hayatı kendimize zindan etmeyelim, ne olur. Hiç değilse kalan ömrümüzü birlikte dolu dolu geçirelim, olmaz mı?"

"Sen neden bahsediyorsun, Lâl?"

"Gayet de mantıklı bir şeyden bahsediyorum." Ellerini kucağımdaki ellerimin arasına aldım. "Bak, ben sordum soruşturdum. Bu hastalığın tedavisi yok. Ama dünyanın sonu değil." Gözlerimi devirdim gülerek. "Benim için sonu olabilir. Ama senin için değil. Daha gençsin, sağlıklısın. Ve hayat devam ediyor." Gözlerine bakarken ağlamadan nasıl konuşabildiğime şaşırdım. "Olmayacak bir hayal için, beni kurtarmak için hayatı kendine zindan etme. Kendini buna inandırıp başaramadığın zaman daha çok yıkılırsın." Yanağını okşayan elim çenesine kaydı. "Ben senin canının yanmasına dayanamam. Üzülmene dayanamam bir tanem."

"Lâl, sen öleceksin. Farkındasın değil mi? Öleceksin ve benim üzülecek olmama mı takılıyorsun?"

Kaşlarım havalanırken yorgunlukla gülümsedim. "Hayat senden önce bana pek de cömert davranmadı. Dolayısıyla yaşamak hiçbir zaman çok heveslendiğim bir şey olmadı ki. Benim üzüldüğüm tek şey, seninle doya doya bir ömür geçiremeyecek olmam. Ve içinde bulunduğum durumun seni üzecek olması."

Yüzü hayretle kasılan adam bana hayalet gibi bakıyordu. Bildiği bir şeyi sanki yeni öğrenmiş gibi "Beni canın pahasına seviyorsun. Öleceğin için değil, ben üzüleceğim için üzülüyorsun. Tanrım..." diye inledi acıyla. Başımı göğsüne yaslarken saçlarımı okşuyordu. "Bu kadar fedakâr olmak zorunda mısın?"

"Benim dünyam sensin Valentino. Başka hiçbir şey, hiç kimse umurumda değil. Sensiz olacaksam eğer 1 gün bile fazla yaşamak umurumda değil. Sadece seninle yaşayacağım 1 gün bile yeter bana." Yanağına yumuşak bir öpücük kondurdum. "Sana bir aile vermeyi çok isterdim. Gerçekten. Ama ne yazık ki vaktimiz kalmadı."

"Olacak." Kendini ikna etmek ister gibi kararlı bir biçimde tekrarladı. "Olacak. Yeni bir aile kurmak için bol bol vaktimiz olacak." Kollarını bana saran adam gözlerime bakarken sırtımdaki hafif ağrı yüzünden gözlerimi kapadım. O an yeniden aklına gelmiş gibi ayağa kalktı adam. "Hasta olduğunu bile bile benimle mahzendeki odaya geldin. Canını yakmama izin verdin!" Düşündükçe delirecek gibi olduğunu görebiliyordum. Avuç içlerini nefretle duvara vurmaya başladı. Bana vurduğu avuçlarını. Hınçla. "Sana zarar verdim. Zarar verdim! Ölebilirdin!"

Ayağa kalkıp hızla yanına gittim ve ellerini tutup kendisine zarar vermesine engel oldum. "Valentino, yapma ne olur. Bunu yapma. Kendini suçlayıp durma." Ellerini ellerimin arasına alıp saklamaya çalıştım. "Bak, ben hasta olduğumu uzun süredir biliyordum. O zaman da biliyordum. Ama bunu senden ben istedim, anlıyor musun? Bir şey olsaydı da sorumluluk bana aitti. Ben istedim." Gözlerinin içine bakıp kararlılıkla tekrar ettim. "Ben istedim."

"Lâl... Ah Lâl... Ne yapacağım seninle?" Yüzümü avuçlayan adam kollarını vücuduma sarıp beni bağrına bastı. "Bunu bana neden yapıyorsun? Sensiz yaşayamayacağımı bilmiyor musun, anlayamıyor musun? Sensiz olmaz. Olmaz..." Sözleri hasta birinin sayıklamalarına dönüşmüştü.

Onu nasıl sakinleştireceğime dair en ufak bir fikrim yoktu. Ama güçlü durmak zorundaydım. Onun için güçlü durmalıydım. Sevgiye aç, içten içe korkan o erkek çocuğunun saçlarını okşadım. "Valentino, bensiz olmayacaksın. Konuştuk ya bunları. Dedim sana, ben her zaman yanında olacağım." Sağ elim kalbinin üstünde durdu. "Her zaman burada olacağım. Kalbinde."

Bakışları düşünceli bir biçimde parçaları birleştiriyor gibi dalgındı. "Bütün o uzun uzun bakmalar, ölümle ilgili nutuklar... Beni sensizliğe alıştırmak için miydi, söylesene Lâl?"

Sesim içime kaçmış gibi suçlulukla mırıldandım. "Sadece daha az üzülmen içindi. Daha kolay atlatabilmen için."

Saçlarımı okşayan adamın gözlerinde biriken yaşlar yanaklarından oluk oluk akıyordu. Onu ilk kez bu denli ağlarken görüyordum. "Söylesene, sensizlik atlatabileceğim bir şey mi? Bu mümkün mü? Bana bunu neden yapıyorsun? Canımı neden yakıyorsun?" Şakağımdan öperken yutkundu. Hıçkırıklarını yutkundu. O da güçlü durmak için insan üstü bir çaba sarf ediyordu. "Ölümü aklından çıkar. Ölüm kelimesi yasak bu evde. Sen iyileşeceksin. Bunun için ne gerekiyorsa yapacağım." Kararlı bakışları yüzümde gezindi. "Ama sen de çabalayacaksın. Pes etmeyeceksin."

Bir tedavi yolu olsa dediğini yapabilirdim ama ne olduğu bile bilinmeyen bir hastalıkla nasıl savaşılırdı ki? Bilmediğin bir şeyle nasıl savaşırdın? Bu neyin savaşıydı? Tedavisi olmayan bir durumda ne için, nasıl çabalayabilirdim? Tüm bunları söylesem de onu ikna edemeyeceğini biliyordum. Bir yalana inanmasına izin verdim. Başımı sallayarak onayladım avutmak istercesine ve ona sarılırken saçlarını okşamaya devam ettim. "Tamam, senin istediğin gibi olsun. Sen nasıl istersen. Beni sadece senin mutluluğun ilgilendiriyor." Hayallerinde beni yaşatmak istiyorsa bırakayım da beni yaşatsın dedim. Onun için iyileşmeyeceğim bir yolda doktorların elinde deney faresi gibi eziyet çekmeye de itirazım olmazdı. Yeter ki o mutlu olsun. Her şeyi denedim, desin. İçi rahatlasın. Sonra kendini suçlamasın. Hayallerini yıkmak istemedim. Gerçeklerle yüzleştiğinde daha çok acı çekeceğini bildiğim hâlde.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! ❤️ Biraz hüzünlü yeni bölümümüzle karşınızdayım. Hüzünlü ve sırların açığa çıktığı bir bölüm oldu. Peki, siz bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Bundan sonra neler olacak? Yeni bölümdeki tahmin, istek ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Çok gevezelik etmeyeceğim, hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de dilerseniz buraya yazabilirsiniz. Hepsini okuyorum, biliyorsunuz. Bu arada aramıza yeni katılan okurlarımıza hoş geldiniz demek istiyorum, sizlerle birlikte daha da büyüdük, büyük bir aile oluyoruz her geçen gün. Ve bu bölüm de 180 Bin okunmaya özel yeni bölümümüz oldu. Son olarak, uzun zamandır hayal ettiğim ve beklediğim şey oldu, bunu sizinle paylaşmak istiyorum. Serimizin ilk kitabı Halikarnas'ta Bir Gece tam 2 MİLYON oldu! Bunun için hepinize çok teşekkür ederim, ilginize ve sevginize âşığım! İyi ki varsınız! Sizinle tamamlandık! ❤️ Yorumlarınız benim için çok önemli, o yüzden onları benden eksik etmezseniz çok mutlu olurum. 🥲 Daha fazla kafa şişirmeden veda etmek istiyorum, sevgiler ve de bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%