Yeni Üyelik
75.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 51/2

@buzlarkralicesi

-51/2-

❝Valentino❞

O gece Pietro ve Luigi ile Club V'deydik. Durum değerlendirmesi yapıyorduk. Bir doktorla daha görüşmem olumsuz sonuçlanmıştı. Ben daha öğrendiklerimin şokunu bile atlatamamışken bu amansız hastalığın pençesinden sevdiğim kadını kurtarmaya çalışıyordum.

Pietro samimi bir üzüntüyle "Lâl ile ilgili bir gelişme var mı?" diye sorduğunda sessizlikle nefes aldım. Artık nefes almak bile o kadar zordu ki benim için. Geceleri uyumak diye bir şey yoktu, gözlerimi kapadığımda aklıma hep o geliyordu. Yanımda yatan kadın ya bir sabah kalktığımda yanımda olmazsa? Yatağın boş tarafına bakmaya dayanabilir miydim? Bir sabah kalktığımda o nefes almıyorsa ne yapacaktım? Yaşayamazdım.

Kesin bir dille "Yok. Ama olacak." dedim sanki bu fikre kendimi de inandırmaya çalışıyormuş gibi. Sonra en yakınlarımın yanında olduğumu düşünürken kontrolsüz bir biçimde kalkanlarım düştü. Başımı iki yana salladım bir kâbusun etkisinde gibi. "Hâlâ inanamıyorum. Bu neden bizim başımıza geldi?" Büyük bir paranoyaydı biliyordum ama o an bütün doktorlar yalan söylüyormuş gibi geldi. İnanmak istemiyordum çünkü bu söylenenlere. "Bir yolu olmalı. Onsuz yaşayamam." Başımı ellerimin arasına almış çaresizce düşünürken nefesim kesiliyordu sanki. Onun yanımda olmadığını düşündüğüm her an olduğu gibi. "Gözümün önünde günbegün eriyor." Acı bir gülümseyişle zehirlendi sanki dudaklarım. "Bir de hiçbir şey olmamış gibi, iyiymiş gibi rol yapıyor beni üzmemek için. Dayanamıyorum. Kim bilir iç dünyasında, bedeninde ne fırtınalar kopuyor, ne acılar çekiyor ama bana hissettirmemeye çalışıyor. Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim."

O an Luigi kendinden beklenmedik bir biçimde yanıma gelip omzuma dokundu. "Güçlü durmalısın Valent. Onun için güçlü durmalısın. Her ne olursa olsun senin desteğine ve güçlü duruşuna ihtiyacı var."

Güçlü durmak. Güç. Tıksırırcasına güldüm. "Dünyaya hükmedecek gücüm var ama ben sevdiğim kadını kurtaramıyorum. Amansız bir hastalığın pençesinde. Onu çekip çıkaramıyorum. Tanrım, ne büyük ceza bu?" O an elimdeki güçten bile iğrendim. Benim işime yaramıyordu ki. Hiçbir anlamı yoktu benim için. Lâl'i bana geri getiremeyecekse hiçbir değeri yoktu.

Lâl. Güzelim. Seni kaybedemem. Lütfen dayan. Yalvarırım. Dayan.

İçimdeki yalvaran sesi susturup hırıltılı bir nefes verdim. Luigi en azından bu konuda haklıydı. Güçlü durmak zorundaydım. Lâl için.

❝Lâl❞

Wendy'le mağazadan çıkıp alışveriş merkezinin önünde durmuş arabamızı beklerken aramızda ölümcül bir sessizlik hâkimdi. Ona hâlâ Ivan'ı nereden tanıdığımı anlatmamıştım. Eve gidince detaylı konuşacağımızı söylesem de bu pek Wendy'yi tatmin etmişe benzemiyordu.

"Allah aşkına sen Ivan'ı nereden tanıyorsun?"

Benim yanıtlamama gerek kalmadan Ivan alışveriş merkezinin önüne çıktı. Bakışları merak ve endişeyle Wendy'yi keserken ona gerçeği söyleyip söylemediğimi merak eder gibi bir hâli vardı. Bundan tedirgin oluyor gibiydi. Çok geçmeden önünde bir araba durdu ve arka koltuktan Nikolai indi. Arkadaşını almaya gelmişti anlaşılan. Ya da buluşacaklardı. Aman bana ne, neyse ne.

Gördükleri karşısında henüz cevaplamamış olduğum sorusuna yanıt alan Wendy gözlerini pörtleterek bana baktı. Parçaları kendi birleştirmişti. "Ne yani, Ivan'ın Nikolai'yle bağlantısı mı var?" Gözleri daha da büyüdü. "Kardeşler mi yoksa?"

Nikolai ve Ivan'ın olduğu tarafa kısık gözlerle ölümcül bakışlar fırlatırken Wendy'ye bakmadan "Arkadaşı." diye yanıtladım. Kız da en az benim ilk hâlim kadar şaşırmış durumdaydı.

Nikolai bizim olduğumuz tarafa doğru yaklaştı ve çaprazımda durdu. O an elimde bir şey olsa onun kafasına geçirirdim. Bir taş mesela. Olabilirdi yani yapabilirdim. "Lal, biraz yalnız konuşabilir miyiz?"

Normalde ona köpek çekecek olan ben, kaçırılmaydı Nadia'ydı derken aramızda yarım kalan hesabımız olduğundan başımı sallayarak kabul ettim. Senden korkan senin gibi olsun ulan.

Yakın bir köşeye çekildiğimizde anında saydırmaya başladım. "Ya sen ne yüzsüz bir adamsın? Bir de yaptığın bunca şeye rağmen benimle konuşmak istiyorsun! Yüzüne tükürmediğime dua etmen gerekirken hem de!"

"Lâl, bak..."

"Sen ne hakla hastalığımı öğrenip de gidip Valentino'ya söylersin? Sana mı kaldı bunu söylemek? Onu ne kadar üzdüğünün farkında mısın?" Böyle bir haberi düşmanından duymayı hak etmiyordu. Bir tanem. Nasıl üzülmüştü. Kahrolmuştu. Gecelerce uykusuz kalmıştı. Kolay mıydı? Değildi elbet. Hele ki bunu düşmanından öğrenmek. "Ne biçim insansın sen?"

Ben onu kalaylamaya devam ederken adam hiç beklemediğim bir şey yaptı. Tüm bunları umursamıyormuş gibi aniden sarıldı bana. Şok oldum. Hemen geri çekildim.

O an ne diyeceğimi bilemedim. Yutkundum sakinleşmeye çalışarak. "Bunu bir daha yapma."

"Özür dilerim. Ama geç olmadan kokunu içime çekmek istedim. Son bir kez sarılabilmek-"

Onun duygusallıklarına karşı öfkeli gardım düşmüştü beklenmedik bir şekilde. Böyle bir tepki beklemediğimden olsa gerek, sakinleşmiştim. Ama hesap sormaktan da geri durmuyordum. İnsanca sordum. "Neden yaptın bunu? Haddin olmadığı hâlde neden gidip hastalığımı Valentino'ya anlattın? Ben zaten uygun zamanı kollayıp anlatacaktım. Şimdi onu daha çok üzdün, yıktın!"

İnanmaz bakışlarla kaşlarını kaldırdı Nikolai. "Lâl, ölümle pençeleşiyorsun ve tek düşündüğün şey Valentino'nun üzülmesi mi?"

"Sevgi böyle bir şey." Kaşlarım hafif havalanmış, karşılık vermeye hazır bir biçimde söylemiştim bunu. Aşk. Nelere kadir olduğunu yaşamayan kimse katiyen anlayamazdı. "Aşk tam olarak bu." Söylediklerimin karşımdaki adamı ne kadar yaraladığını görebiliyordum ama duyması gereken gerçekler bunlardı. Hem artık ona eskisi gibi güvenmediğim için samimi bulup üzülemiyordum da.

Yutkunup kendine geldi adam. "Evet, ona gerçekleri söyledim çünkü duymaya hakkı vardı. Sen ne zaman anlatacaktın ya da anlatacak mıydın bilmiyorum ama onun bunu öğrenmesi gerekiyordu. İlk kez kötülük olsun diye yapmadım. Geç olmadan öğrenip çare arasın diye yaptım." Gözlerime baktı. "Senin için."

Gözlerimi kaçırdım. Ona öfkeliydim ve öyle kalmak istiyordum. "Sana inanmıyorum, Nikolai. Sen yalancı ve kötü birisin." Bunları söylerken bana abim hakkında söylediği yalanı, Anna'nın Niko hakkında söylediklerini, beni yanında tutmak için abimin ölüsünü bile kullandığını getirdim aklıma. Evet, o bir yalancıydı ve kötü biriydi.

Duraksayıp düşünen adam ise "Sen... Neden yalancı olduğumu düşünüyorsun?" diye sordu. Yüzünde doğal bir merak ifadesi belirmişti. Ne bahsettiğime dair en ufak bir fikri yok gibiydi. Aklına yeni gelmiş gibi başka bir soru ekledi dudakları. "Neden öyle tuhaf bir not bırakıp beni düğün günü terk ettin?"

Bir de utanmadan soruyor muydu? "Çünkü yalancısın!" diyerek ateş püskürdüm. "Zaaflarımı kullanarak beni yanında tutmaya çalıştın. Abimin ölmediği yalanını uydurup beni de bu yalana inandırdın. Umutlarımla, duygularımla oynadın!"

"Lâl, yalan değildi-"

"Sus!" Elimi kaldırıp durdurdum onu kararlılıkla. "Sus artık, yalanlarını kendine sakla. Duymak istemiyorum daha fazla." İşaret parmağımı sallayarak uyardım onu. "Bir daha karşıma çıkmanı istemiyorum." Onun bana yaptığı gibi zaaflarını kullanmaktan çekinmedim. "Bana olan sevgin iddia ettiğin kadar kutsal ve gerçekse benim için bunu yap. Benden uzak dur." Tam yanından çekip gidecekken tekrar döndüm ve ekledim. "Arkadaşına da söyle, arkadaşımdan uzak dursun!" Konuşmasına dahi izin vermeden yanından ayrıldım.

İnsanların yalan söylerkenki rahatlığı ve inandırıcılığı beni şaşırtıyordu artık. Tıpkı Başkan'ın gerçek olmasına rağmen beni delirtme pahasına Valent'in hayal olduğuna inandırma çabası gibi. Artık kimseye inanmıyordum, güvenmiyordum. Etrafım usta yalancılarla doluyken hem de.

İsabetli bir karar.

Ertesi gün iyi mi kötü mü olduğuna emin olamadığım bir manzaraya şahit oldum. Valent otellerinden birine iş için gittikten sonra odada geçirdiğim süre boyunca sıkılıp aşağı indim. Wendy ve Luigi kış bahçesinde benim hakkımda konuşuyorlardı.

Luigi "Valent'in görüşmediği doktor kalmadı. Son doktor da olumsuz konuşmuş." diyordu umutsuz bir ifadeyle.

Wendy gözyaşlarını tutamayıp ağlamaya başlamıştı. Aniden Luigi'nin kollarına atılarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. "Ben arkadaşımın günden güne tükenmesine nasıl dayanacağım?" Burnunu çeke çeke sızlandı. "Onun yanındayken mutlu rolü yapmak o kadar zor ki..."

Kollarında ağlayan kıza sarıldı Luigi. Bakışları ilk defa bu kadar yumuşamış, belki de aşkla doluydu. Wendy bunu göremiyordu ama ben görüyordum. Luigi onu gerçekten seviyordu. O buzdolabı bile âşık olabilmişti anlayacağınız. Kızın sırtını pışpışlayan adam "Tamam, lütfen ağlama artık." dedi sakinlikle. "Valentino tüm imkânlarını zorluyor. Dünyanın dört bir yanından doktorlarla görüştü, tedavi çalışması için bir ekip hazırladı. Elimizden geleni yapacağız."

Bir süre yaşanan bu duygusal andan sonra burnunu çeken kız Luigi'nin kollarından ayrıldı. "Kusura bakma, bir anlık zayıflığıma geldi." Adamla göz göze gelmeyi reddeden Wendy uyarıcı bir ifadeyle ekledi. "Bu barıştığımız anlamına gelmiyor."

Gözlerini devirerek gülecek gibi bir ifade takınan ama gülmeyen Luigi tekrarladı. "Tamam, peki, gelmiyor."

Bıyık altından güldüm. Sonra onlar için bir şey yapmak istedim. Hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi aralarına karıştım. "N'aber gençler?" dedim neşeli bir biçimde.

Wendy az önce ağlayan kendisi değilmiş gibi gülümsemeye başladı. "İyiyiz hayatım, gözüme toz kaçmıştı da Luigi onu çıkardı." Hı hı, Luigi toz çıkardı. Ağlamasını ve Luigi'yle bu kadar yakın olmasını böyle açıklamıştı kendince. Oysa ben ona hiçbir şey sormamıştım. Yalan söylemeyi hiç beceremiyorsun Wendy.

Bozuntuya vermeden inanmış gibi yaptım. "Ya bugün bir şeyler yapalım ne dersiniz?" Sessizliğini koruyan adama döndüm. "Luigi, bizi eğlenebileceğimiz bir yere götürsen ne güzel olur! Bowling falan oynayabiliriz. Ya da sen buraya yakın güzel bir ada biliyorsundur, bizi oraya götür de biraz yüzelim. Ne dersin Wendy?"

"Montrel götürürdü ya bizi."

Luigi Wendy'nin tavrına karşılık "Sorun değil, ben götürürüm. Bir işim yok bugün." diyerek ilk defa benimle aynı fikirde oldu. E olacak tabii. En nihayetinde öküzlüklerini telafi etmesi için bir fırsat sunmuştum ona. Birbirimize beyaz bayrak sallamıştık.

O gün çok eğlenceli geçti. Dışarı çıkacak takatim yoktu ama onlar için tüm gücümü topladım ve sanki eğlenmek istiyormuş gibi yapıp enerjik davrandım. Ve işe yaradı. Luigi ve Wendy'nin arası tam olarak düzelmese de buzlar biraz olsun erimişti.

Bir sonraki gün Wendy erken çıkmıştı. Ben de evde sıkıldığım için dışarı çıkıp biraz dolaşmak istedim. Belki Wendy'le buluşur kahve içeriz diye düşünmüştüm. Hazırlanıp çıkmak üzereyken telefon çaldı. Arayan Valentino'ydu. Bu aralar pek sık arar olmuştu. Sanırım içinde bulunduğumuz durumdan dolayı beni merak ettiği içindi. "Valentino."

"Toplantıdan yeni çıktım, sesini duymak istedim. Nasılsın?"

Dudaklarım kıvrıldı gülerken. "Bakıyorum da bana aşkınız iyice depreşti Valentino Riccardo."

"Depreşmek ne demek?"

Güldüm. "Ya şey demek istedim, aşkın arttı."

"Ne zaman azalmıştı ki zaten?" Kısa bir duraksamadan sonra "Ne yapıyorsun?" diye sordu.

"Hazırlanmıştım ben de, dışarı çıkıyordum."

"İşlerin bitince şirkete gelsene. Öğle yemeğine çıkarız."

"Olur."

"Tamam, bekliyorum."

Tebessüm ederek telefonu kapattım. Eskiden pek sık gitmediğim şirketi artık daha sık ziyaret eder olmuştum. Çeşitli sebeplerden de olsa Isabella'yı daha sık görüyordum yani. Pek tercih etmesem de.

Wendy'le buluşup bir kahve içtikten sonra ısrar etsem de Luigi'yle karşılaşmamak için şirkete gelmeyi reddetti. Eve dönmek istedi. Montrel'le onu eve gönderip şirkete gittim.

İçeri girdiğimde tuhaf, soğuk bir atmosfer karşılamıştı beni. Daha önce de gelmiştim ama hiç bu kadar soluk duvarları olduğunu fark etmemiştim. Soğuk insanları. Köşede bir kadınla konuşan Isabella'yla karşılaştık ve baş işaretiyle nezaketen selamlaştık. Yanındaki kadınla bir şeyler konuştuktan sonra ikisi de tuhaf tuhaf bana baktı. Anlamadım. Önemsemedim de.

Saate baktım. Öğle saatine çok az kalmıştı. Valentino'nun işleri bitti bitecek durumdadır herhâlde. Asansör kabininden içeri girdiğimde başka iki kadın kabinin en arkasından beni süzüyorlardı. Yakın bir katta ineceğim için onların önünde yerimi aldım. Kadınlar hızlı hızlı konuşuyorlardı. Ne dediklerini anlamam biraz zaman alsa da anlamıştım. Muhtemelen onlar benim İtalyanca bildiğimi düşünmedikleri için hakkımda rahat rahat konuşuyorlardı.

Kadınlardan biri "Valentino Riccardo... İtalya'da, dünyada onca kadın varken bununla mı evlenmeye karar vermiş? İnanılır şey değil doğrusu." derken havalı birine benziyordu. Bunu ses tonundan bile anlayabilirdiniz. Hay Valentino Riccardo kadar başınıza taş düşsün, taş.

Diğer kadın da altta kalmadı. "Eski sevgililerine bakınca... Bilemiyorum. Yani... Gerçekten bu kız mı? Eski karısı bile çok daha güzel."

Kapı açıldığında kadınlar kenardan süzülüp o katta indiler. Asansörde yalnız kaldığımda bakışlarım asansör aynasındaki yansımamla yüzleşti. Hafif makyajıma rağmen yüzüm yorgun, solgun, göz altlarımda uykusuzluk halkaları vardı. Haksız da sayılmazlardı. Onlar gerçeği bilmiyordu ki. İçinde bulunduğum zor şartları bilmiyorlardı. Bense kendimi yeterince eksik ve bitik hissediyordum, onların bir şey söylemesine gerek bile yoktu. Valentino ve ben... Eski sevgililerinin bir kısmıyla tanışmış biri olarak onlara hak veriyordum. Hepsi uzun boylu, çok güzel ve bakımlı kadınlardı. Çeşit çeşit güzellikleri vardı. O kadınların beni gördüklerinde böyle düşünmeleri normaldi.

Sonraki katta inip bulduğum ilk tuvalete girdim. Lavaboya yaslanmış aynada kendime bakarken içimdeki ağlama duygusundan kaçamadım. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Bebek gibi ağlamanın ne anlamı vardı ben de bilmiyordum ama içimi dökmem gerekiyordu demek ki. Dolmuştum ve taşma noktasına gelmiştim. Her şey üst üste gelmişti. Hassas bir dönemdeydim. Kimse bir şey söylemese de biliyordum. Farkındaydım. Sona yaklaşıyordum. Ve bu beni her geçen gün daha fazla üzüyordu. Valentino'ya yetememek, bundan sonra hep eksik kalacak olmak. Hikâyemizin yarım kalacak olması.

İçimi tamamen döktüğüme emin olduğumda burnumu çekip gözyaşlarımı sildim. Yüzümü yıkadıktan sonra bir iki rötuşla makyajımı tazeleyip yüzümü düzelttim. Valent'in yanına gitmek için hazırdım.

Valentino'nun odasının önüne geldiğimde Isabella'yla muhatap bile olmadan yürüdüm, haber vermesi gerektiğine dair uyarılarına rağmen kapıyı çalıp içeri girdim. "Merhaba."

Beni gören adam elindeki tükenmez kalemi bırakıp masadan kalktı. "Hoş geldin bebeğim."

"Çok işin var mıydı daha? İstersen bekleyebilirim."

"Hayır, sen geliyorsun diye erken bitirdim." Yüzüme dikkatle bakan adamın gayriihtiyari kaşları çatıldı. "Sen ağladın mı? Gözlerin kızarmış."

Gözünden hiçbir şey kaçmıyordu. Aklıma ilk gelen yalanı söyledim. "Yok, az önce tuvalette makyaj tazelerken rimel kaçtı gözüme. Ondandır."

Allah'tan üstelemedi. "Peki öyleyse, birlikte güzel bir yemek yiyelim. Kurt gibi açım."

Bizim deyimlerimizi kullandığı için güldüm. O da hınzır bir gülüşle karşılık verdi. Gülüştük.

Çok keyifli bir öğle yemeği yedik, oradan buradan konuştuk, sohbet ettik. Benim pek iştahım yoktu ama yiyormuş gibi yapıp bir şeyler içerek eşlik ettim ona. Sohbet edip güzel vakit geçirdik. Belki de uzun zamandır birbirimize bu kadar vakit ayırmıyorduk. Nedense o an bana ilk tanıştığımızda kumsalda eğlendiğimiz, meyhanede içtiğimiz geceyi hatırlattı. Beni geçmişe götürdü.

Akşam evde kadınların söylediklerini kafama takmaktan kurtulamıyordum. Aklımı bu düşüncelerden her ne kadar uzaklaştırmaya çalışsam da o his hiç gitmiyordu. Eksiklik hissi. Kendimi çirkin, ona layık olmayan, eksik bir kadın gibi hissediyordum. Bunun tek sebebi dış görünüşümdeki değişimler değildi yalnızca. Eskisi kadar neşeli, enerjik değildim. Zaten kaç akşamdır erken yatıyordum. Hep yorgundum. Bitkisel hayatta gibiydim, hemen pilim bitiyordu.

Düşündüğüm zaman, Valent de erkekti sonuçta. Hem de sağlıklı ve güçlü bir erkekti. Bittabi istekleri, ihtiyaçları vardı. Benimle birlikte mezara girecek değildi ya.

Yan yana yatakta uzanırken başımın altında birleştirdiğim ellerimi çözmeden yanımda tabletle uğraşan adama baktım. Yine çok yorgundum. Diğer günler gibi. Ama buna rağmen kendimi zorlamaya karar verdim. Tableti kenara bırakan adam sırtüstü yatıp tavanı seyrederken aniden bakışları bana döndü ve göz göze geldik. Yanına yaklaştım ve dudaklarına bir öpücük bıraktım. Aynı ateşle karşılık verdi. Dudaklarımız birbirinden ayrılmadan üstüne çıktım.

Ellerim adamın siyah eşofmanının beline uzandığında ellerimi tutup gözlerime baktı. "Lâl, emin misin?" Benden onay almak ister gibiydi yumuşak bakışları. Ve uyarır gibi. "Yorgun görünüyorsun. Bunu yapmak zorunda değilsin. Doktor dinlenmen gerektiğini söyledi."

Cevabını bildiğim hâlde ellerim çıplak göğsünde birleşirken "Beni istemiyor musun?" diye sordum.

"Bu sorunun cevabını çok iyi biliyorsun." Kararsız bir biçimde karşılık verdi. Dudaklarımız yeniden birleştiğinde üzerimdeki atleti yavaşça sıyırdı adam. Altımdaki şortu çıkardıktan sonra sıra atlete geldi. Sadece iç çamaşırlarımla kaldığımda ıslak dudakları göğüs dekoltemdeydi. İç çamaşırımı da çıkardı. Dudakları oluklarıma kadar cesurca indi. Bense onun eşofmanını sıyırıp iç çamaşırımı indirdiğimde ikimiz de birleşmeye hazırdık. Onun dudakları boynumdan omuzlarıma kadar gezintiye çıkarken elleri önce göğüslerimi hamur gibi yoğurup okşadı, sonra belimi yumuşakça şekillendirircesine kendine doğru çekti. Bacaklarımı biraz daha açtım ve onun için hazırlandım. O ise kendini yavaşça içime ittiğinde soluklarımızı tuttuk.

Adamın üzerinde ileri geri hareket etmeye çalışırken vücudum yorgunlukla sızlıyordu. Kendimi ona sınırsızca itebilmek için güç topladım ve daha derinlerime ulaşması için kalçamı iyice ittim. Belimde bunu yapmam için yardım eden elleri alev alev yanıyordu. Ben de aynı şekildeydim. Onu istiyordum ve onu elde ettiğim için mutluydum. Ama ne kadar istesem de daha fazlasına gücüm yoktu. Onun içime kasılarak boşalmasıyla üzerine yığıldım. Kısa süre sonra soluklarım düzensizdi, kendimi zorlayarak adamın üstünden kalktım ve yanına bayılırcasına yığıldım. Bu benim için çok alışılmadık bir şeydi. Hamileyken bile böyle olmamıştım. Hareket kabiliyetim kısıtlanmıştı, çabuk yorulmaya başlamıştım tamam ama bu kadar ciddi durumda olmamıştım hiçbir zaman.

Ben gözlerimi kapayarak kendime gelmeye çalışırken Valent'in yakınımdan gelen sesi "İyi misin?" diye sordu.

Bir an bile beklemeden aşağı yukarı başımı salladım. "İyiyim, her şey yolunda." Onu endişelendirmek istemiyordum. Kendimi zorladığımı bilirse çok kızardı ve bir daha bana dokunmazdı. Oysa ben de istiyordum bunu. Sadece gücüm yoktu. Eskisi gibi değildim. Vücudum ruhumla uyumlu değildi artık. Bir şekilde sekteye uğruyordu bazı şeyler.

Zar zor yerimden doğrulup adamın dudaklarına bir öpücük armağan ettikten sonra yerime uzandım ve yan dönerek uyudum. Arkamdan sarılan adamın huzurlu kollarında olmak bambaşka bir şeydi. Ama biraz da gerçeklerden bahsedelim. Artık eskisi gibi değildim. Hastaydım. Güçsüzdüm. Bu tür yorgunluklara fazla dayanamıyordum. Eskiden bütün gece sevişsek bile yorulmazdım. Değişen gerçeklerin farkındaydım artık. Valentino güçlü ve sağlıklı bir erkekti. Daha fazlasını istediğini biliyordum ve istemek hakkıydı da. Ama ona karşı eksiktim.

Bütün gece bunu düşündüm. Yorgun argın uykumda bile. Bu eksiklik duygusunu nasıl atlatacağımı bilemez haldeydim.

Ertesi gün Valentino iş için Club V'ye gittiğinde Wendy'le bahçede baş başa kaldık. Çaylarımızı içerken bir şeylerin ters gittiğini şıp diye anlamıştı. Telefonun diğer ucundan bile neyim olduğunu anlayan kız şimdi mi anlamayacaktı? Dökülmek zorunda kaldım.

Ateş püskürdü Wendy. "Şu orospulara bak sen! Siz benim arkadaşımın tırnağı olabilir misiniz acaba?" Durup durup tanımadığı o kadınlara kuruluyordu. "Lise zorbaları mı bunlar ya?" Onlara kurulması bittikten sonra beni azarlamaya başladı. "Kızım sen de ağzını açıp iki kelam edemedin mi? Zortlatamadın mı kaltakları? İstediğinde ne kadar cadaloz olabildiğini ikimiz de biliyoruz. Hiç olmazsa saçlarına yapışıp şirketin yerlerini süpürseydin onlarla!"

Onun aksine sakin ve dingin bir ifadeyle "Boş versene Wendy. Aslında haklılar." deyiverdim. Hissiyatım buydu çünkü. "Bunu aynaya baktığımda da görebiliyorum. Sadece o da değil." Soru dolu bakışlarla bana kızmaya hazırlanan arkadaşıma açıkladım. "Artık eskisi gibi enerjik değilim, yaşlı insanlar gibi çabuk yoruluyorum. Valent'le seks hayatımız bile kalmadı neredeyse. O sağlıklı ve güçlü bir erkek. Elbette daha fazlasını istemek hakkı." Bakışlarım yere sabitlendi umutsuzca. "Benim ona verdiklerimse dert, üzüntü, kahır." Alayla güldüm o an. "Sanki sağlığımda çok farklıymış gibi. O zaman da kaprislerimle öfkelendirip bunaltıyordum onu."

"Ama o bunlara rağmen hep seni sevdi." Bilmiş bir ifadeyle kaşlarını kaldırmıştı. Beni gözlerimi kapadığım bu gerçeğe uyandırıyor gibiydi. "İşte aşk böyle yüce bir şey. Önünde kimse duramaz."

Wendy'nin sözleri büyüleyiciydi. Hemen inanmak isteyeceğim cinsten. Haklıydı aslında. Başımıza bunca şey gelmesine rağmen birbirimizden vazgeçmemiştik. Bu bile öyle kutsal ve yüceydi ki.

Telefonum çaldı. Valent arıyor sansam da elime aldığımda ekranda yabancı bir numara vardı, bende kayıtlı değildi. Merak edip açtım. "Alo..." Yanıt yoktu. "Alo, kimsiniz?" Yine yanıtsız. Kapattım telefonu, masaya bıraktım. "Yanlış numara herhâlde."

Wendy kısa bir an düşündükten sonra masadan kalktı. "Benim dışarıda biraz işim var. Sen dinlen."

Beni davet etmediği için biraz garipseyip bozulsam da renk vermedim. Belki Luigi'yle alakalı olabilir diye düşündüm. Pek ihtimal vermesem de. Bir kahve alıp odama çıktım, dergileri karıştırırken uyuyakalmışım.

❝Valentino

Club V'den sonra şirkete geçmiştim. Odamda çalışırken kapı çaldı. İçeri Isabella girdi.

"Efendim, bir misafiriniz var. Sizinle görüşmek istiyor."

"Kimmiş?"

"Wendy diye biri. Baldızıyım deyip durdu, baldız ne demek bilmiyorum, Türkçe konuşuyordu."

Gülme isteğimi içime ittiğimde dudaklarım kıvrıldı. "Al içeri."

İçeri Wendy girdiğinde oturduğum koltukta doğruldum. "Wendy, bu ne güzel sürpriz? Hoş geldin."

"Enişte meşgul etmiyorum umarım."

"Meşgul değildim, otur lütfen."

Hafif telaşlı bir hâli vardı. "Seninle konuşmam gereken çok önemli şeyler var." dediğinde bunu daha iyi anlamıştım.

Koltuğa yaslanıp kaşlarımı çattım merakla. "Ne oldu?" Önemli dediği an aklıma sayısız ihtimal geldi. "Lâl'e bir şey mi oldu? Dünden beri bir tuhaftı." Duraksadım. "Fenalaştı mı yoksa?"

"Yok, öyle bir şey değil bu. Ben sana dünden beri neden tuhaf olduğunu anlatayım sana." Karşımdaki koltuğu yerde sürükleyerek biraz daha yaklaştı. Sanki gizli bir şey anlatacak gibiydi. "Bak, Lâl buraya geldiğimi duyarsa benim derimi yüzer ama yine de geldim. Çünkü sonuna kadar enişteciyim."

"Merak etme, burada konuştuklarımız burada kalacak. Aramızda. Rahat olabilirsin." Bir elim masada hareketsiz dururken "Seni dinliyorum." dedim, ne anlatacağını merakla bekliyordum.

"Sana belli etmiyor hatta bunun için kendini paralıyor ama Lâl'in morali hiç iyi değil. Dün çok tatsız bir olay yaşamış."

"Dünden beri bir şeyler olduğunu sezmiştim zaten." Sıkıntıyla soludum. "Sorun ne?"

"Biliyorsun, Lâl hassas bir dönemden geçiyor. Dün buraya geldiğinde asansörde iki kadın, hakkında ileri geri konuşmuş. Yok Valentino bula bula bunu mu bulmuş, çirkin falan gibi şeyler işte. Hayır, kız zaten hasta, hassas bir dönemde. Zavallı kız hastalığıyla mı uğraşsın bunlarla mı? Sana karşı da kendini eksik hissediyor. Özgüveni yeterince zedelenmiş durumda. Psikolojisi iyi değil. Yarım saat ağlamış tuvalette, kıyamam ya. Bana anlatırken de bir posta ağladı zaten. Dünden beri ağlamalarının haddi hesabı yok. Gözleri şiş şiş olmuş görsen."

Öfkelenmiştim. "Bu ne cüret? Kim buna cesaret edebilir?" Genellikle böyle şeylere benim olduğum yerde cesaret eden olmazdı. Duymamdan korkarlardı çünkü.

"Kim değil, kimler. İki kadın bunlar." Wendy gözlerini kısarak düşünür gibi duraksadı. "Bana sorarsan Isabella denen kadının da parmağı var bu işte. Yani Lâl ile ilgili ileri geri dedikodu yapanlar arasında o da var gibi geldi bana."

Onaylayarak başımı salladım. "Kimler olduğunu öğrenip gerekeni yapacağım." Ne yapacağımı çok iyi biliyordum. Montrel'i bu iş için görevlendirecektim. Devreye şirketin içinden bir kadın çalışan sokacaktı. Güvenilir biri. Dedikoduların kaynağını öğrenmesi için görevlendirecekti. Montrel bu işi hallederdi. Küçük ayak oyunları, basit işler. Hallolmayacak şeyler değildi.

"O kadınların kim olduğunu bulduğunda ne yapacaksın peki?"

"Kovacağım."

"Hah iyi, kov kov! Hatta bence ne yap biliyor musun? Astır onları ya! Giyotine vur! Benim kardeşimin dünden beri gözüne uyku girmemiş, gözleri kan çanağına dönmüş! Ne bileyim, savcılığa ver! Hâkim karşısına çıkart. Yargılansınlar! Müebbet yesinler! İdam edilsinler! Gün yüzü göremesinler bir daha!"

Söylediklerine gülmemek için kendimi zor tuttum. "Tamam Wendy, ben gerekeni yapacağım. Emin olabilirsin." Diğer yandan Lâl'e bağlılığı da hoşuma gitmişti. Lâl'in belki bu zamana kadar onu seven bir ablası, kardeşi olmamıştı ama Wendy vardı. En sahici kardeşi gibi koruyup kolluyordu onu. Onun gibi iyi kalpli biri bunu hak ediyordu.

❝Lâl

Akşama doğru Wendy Montrel'i şehri gezdirmesi için şoförü olarak alıkoyduğunu ve gecikeceğini söyleyince Valentino'yla baş başa güzel bir yemek hazırlığı için kolları sıvadım. Bugün gerçekten çok halsiz olduğum için her şeyi yapabilecek gücü bulamamıştım kendimde. Valent'in ben hamileyken tuttuğu Türk aşçıya bıraktım dümeni. İstediğim yemekleri söyledim, mezelere el attım ve tatlıyı kendi ellerimle yaptım, bu kadar.

Her şey hazır olduğunda odama çıktım ve üstüme başıma çeki düzen verdim. Aynanın önünde makyajımı kontrol ederken telefonum çaldı. Yine kayıtlı olmayan o numara. Açtım. "Alo?" Cevap yok. "Kardeşim, alo diyorum duymuyor musun beni?" Yine ses yok. Gözlerimi devirerek ofladım. "Bir telefon sapığımız eksikti." Sessizliğiyle beni çıldırtmaya yeminli gibiydi. "Kimsin sen ya? Benden ne istiyorsun?"

"Lâl benim, Niko. Seni endişelendirdiysem özür dilerim. Ben sadece..."

İçim tuhaf bir biçimde rahatlamıştı. Tanıdığım biri çıktığı için. Ya da tanıdığım daha az kötü biri çıktığı için. Ne derler bilirsiniz, her zaman bildiğin şeytan bilmediğin melekten iyidir. Mesela Başkan arıyor olsaydı daha tedirgin ve gergin olurdum, niye aradı bu şimdi falan derdim. Gerçi Başkan da bildiğim kötüler kategorisindeydi ama onun ciğerini biliyordum, ne kadar kötü olabileceğini.

Sözünü tamamlamaya niyeti olmayan adam için tekrarladım. "Sadece, ne?"

Sıkıntılı bir nefes verdikten sonra itirafta bulunur gibi yanıtladı. "Sadece sesini duymak istedim. İyi olup olmadığını bilmeye ihtiyacım vardı. Seni endişelendirdiysem affet lütfen. Kendine iyi bak."

Bir şey söylemeden telefonu kapattı. Ona öfkeliydim ama bu konuşma kafamı karıştırmıştı. Ona daha az öfkelenmeme sebep olmuştu. Düşünceli bir biçimde telefonu komodine bıraktım. Nikolai, Anna'nın anlattığı adam tarifine hiç uymuyordu. Ya Anna yalan söylüyordu ya da Nikolai'nin çok sağlam bir maskesi vardı. Her ikisi de beni ilgilendiren detaylar değildi gerçi ama... Bunları düşünürken çalan zilin sesi odağımı gelen kişiye çevirdi.

Heyecanla merdivenlerden aşağı indiğimde Valent gelmişti. Kapının önünde duruyordu. Elinde de çiçekler. Ona aşkla baktım basamakları inerken. "Hoş geldin hayatım." Bakışlarım ellerindeki çiçeklere kaydı. "Bunlar ne?" Hayatımda kurduğum en saçma soru cümlesi olabilirdi. Maydanoz olacak hâli yoktu işte, çiçek olduğunu görebiliyordum. Cevabı bildiğim hâlde sormamın sebebi bana sürpriz olmasındandı.

Bana gülen gözlerle bakan adam "Dünyanın en güzel kadını için." dedi çiçekleri bana uzatırken.

Son olanlar yüzünden özgüvenimin yerinde yeller estiği için "Bunlar benim için mi?" diye sordum inanmaz bir hâlde. Saçma bir soru daha. Ellerimin arasına aldığım güzel kokulu çiçekleri kokladım.

"Wendy için olmasını mı tercih ederdin?"

Demek ki espritüellik bulaşıcı bir şeymiş. Benden Valent'e bulaştığına göre. Gülüştük. Sonra çiçekler için yanağından öptüm. "Teşekkür ederim." Valentino Riccardo gerçekten de bana kendimi nasıl değerli hissettireceğini iyi biliyordu.

Çiçekleri suya koyması için Nina'ya verdikten sonra Valent'in ceketini çıkardım ve elinden tutup "Hadi sofraya geçelim." diyerek onu peşimden sürükledim.

Sofraya bakan adam yine beni azarlamaya hazırlanıyor gibi baktı sofraya. "Yine kendini çok yormuşsun. Bu konuda anlaştığımızı sanıyordum, Lâl."

Ellerimi teslim olurcasına kaldırdım ve "Vallahi bu sefer silahsız ve masumum. Her şeyi Türk aşçımız yaptı, ben sadece mezeler ve tatlıyla ilgilendim." dedim gülerek. Adamın yakalarına dokunup gözlerine baktım ve ekledim. "Ayrıca dünyanın en yakışıklı adamına az bile." Yanağını okşadım sanki yıllardır hasretini çekmişim gibi. "Hadi, otur."

Nina servise başlarken kırk yıllık evli çift gibi sevgiyle birbirimize bakıyorduk. Sakince yemeklerimizi yedik. Tatlı geldi.

Valentino çatalını masaya bıraktığında "Her şey yine harikaydı. Ama tatlı bir başkaydı." dedi ve ekledi. "Sen yaptığın için."

"Beğenmene sevindim." Tatsızlığımı ya da üzüntümü yansıtmamak için her zamanki mutlu gülümsememi yapıştırmıştım dudaklarıma. Yorucu oluyordu, inkâr edemezdim. "Günün nasıl geçti?"

"Yoğun ama iyi." Başımla onaylayıp asla yiyemediğim yemeklerin ardından bir çataldan fazla tadamadığım tatlıyı kurcalarken Valentino sıradan bir konudan bahseder gibi doktor konusunu açtı yine. "Yeni bir doktor buldum. Programı çok doluydu ama bilirsin, bana kimse hayır diyemez." Bilmez miyim? "Onunla bizim için bir görüşme ayarladım."

Doktor lafını duyduğum an kaskatı kesilmiştim zaten. Bir de görüşme lafını duyunca... Yine aynı şeyler. Bir sürü test, tantana, belki gerekirse hastaneye yatma, iğrenç hastane kokusu. Buna dayanacak gücüm yoktu artık. Olmayacağını bile bile hem de. Sakince elimdeki çatalı masaya bıraktım. "Valentino, bunu bize yapma artık, lütfen. Yalvarırım. Ben çok yoruldum, görmüyor musun?"

"Lâl, sen ne dediğinin farkında mısın? Benden vazgeçmemi nasıl beklersin?"

"Ben artık dayanamıyorum Valentino, boğuluyorum. Görmüyor musun? Bu kadar kısa sürede ne kadar çok test yaptık, aynı testleri kaç defa tekrarladık? Ellerim, kollarım serum izlerinden, iğne izlerinden kevgire döndü. Vücudumda kan kalmadı ya, kan! Üstelik her seferinde duyduğumuz olumsuz sözler de cabası. Psikolojim kaldırmıyor artık. Senin de kaldırmıyor, biliyorum. Kendini zorlamaktan bir hâl oldun, görmüyor muyum, anlamıyor muyum sanıyorsun? Bunu bize yapma artık, ne olur."

Masanın üzerinden elimi tuttu adam. Bu da yetmedi, yerinden kalkıp yanıma geldi ve eğilip yüzümü ellerinin arasına aldı. "Senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum, bunu görebiliyorum. Ama dayan bebeğim, lütfen. Bizim için dayan. Biraz daha dayan."

Yorgunlukla nefes verdim. "Valentino, yok. Bunun bir çaresi yok, anlamıyor musun bunu? Ben sonuna kadar dayansam da bunun bize işkenceden başka bir şey vermeyeceğini görmüyor musun? Neden kalan zamanımızı da bu umutsuz durumla heba edelim? Birbirimize güzel anılar vermek varken, niye acı?"

Yanaklarımı okşayan adamın da benden bir farkı yoktu. Gecelerdir uykusuzdu. Göz altları çökmüştü. Görmüyor muydum sanki? Görüyordum. Ama umudunu hiç yitirmiyordu. Benim gibi gerçekleri göremiyordu, görmek istemiyordu. Henüz yüzleşecek kadar güçlü değildi. "Ben inanıyorum, bir tedavisi olacak. Sen sadece bana güven. Lütfen bebeğim, biraz daha dayan."

O kadar yorgundum ki pes ettim. Onun gönlü olsun diye kabul ettim. "Tamam." dedim inlercesine. "İstediğin gibi olsun. Görelim şu doktoru da bir."

Yine sonucunu bildiğim bir şeye evet dedim. Doktordan olumsuz şeyler duyacağımı bile bile. Sırf Valentino mutlu olsun diye.

Sonuç değişmedi. O doktora da gittik. Aynı testler, aynı şeyler. Her seferinde başa dönüyorduk. Sanki test sonuçları değişecekmiş gibi her şeyi yeniden yaptırıyorduk. Doktor görüşmeleri, onca test ve en sonunda doktorun söylediği umutsuz sözler. Senaryo aynıydı.

Valentino başta yıkıldı. Ama iki güne toparlanıp yeni doktor arayışına devam etti. Bu kaç defa tekrarlanacaktı daha kim bilir. Bense gerçeği kabulleneli çok olmuştu.

Allah'ın bana biçtiği kader buydu bana göre. Hatta belki de ceza. Zamanında yaşadıklarım yüzünden çok kez canıma kıymak istedim, olmadı. Ama Allah'ı gücendirmiştim belli ki. Onun verdiği canı almaya çalıştığım için en mutlu anımda canımı almaya karar vermişti belki. Kabullenmiştim. Zaten Valent'den önce de ölmek istemiyor muydum? Şimdi tek fark, Valent'di. O vardı hayatımda artık. Benim vazgeçilmezim. Bir de onu üzmek vardı. Asıl canımı yakan buydu, kimse bilmiyordu. Muhtemelen ölümden korktuğumu düşünüyorlardı ama bu doğru değildi. Asıl üzüntüm, ölümümle Valent'i üzecek olmam. Buna dayanmak zordu benim için. Onun üzüntüsünün yegâne sebebi olmak.

O gün yine aynı şekilde sabahı sabah edip uyandık. Kahvaltıya oturduk ama ikimizin durumu da bok gibi olmasına rağmen birbirimize gülümsedik. İkimiz de düşünmekten uyuyamamıştık. Ben ekstradan ağrı çekerek uykumdan mahrum kalmıştım. Valentino bugün de evde çalışmayı tercih etmişti. Bir ara Pietro uğrayıp bir dosya bıraktı ve gitti.

Günün kalanını yatakta geçirmeyi tercih ettim. Valentino da tabletini almış işlerini yanımda oturarak hallediyordu. Ara ara alnıma dokunup ateşime bakıyor, iyi olup olmadığımı soruyor, arkamdaki yastığa bakıp sırtımın ağrıyıp ağrımadığını soruyordu. Anlamsız ilgisinin panik atak derecesine gelecek bir boyutta olması beni endişelendiriyordu. Sürekli yanınızdaki kişinin iyi olup olmadığını düşünmek sizi delirtirdi.

Günlerimiz böyle geçip giderken bunun gibi bir sürü şey yaşadık. En canlı örneği bir gece ben derin uykudayken nefes almadığımı düşünüp endişeye kapılmasıydı.

Anlamsız, bölük pörçük rüyaların arasında savrulurken bulanık bir ses beni çağırıyordu. "Lâl... Lâl, beni duyabiliyor musun?" Bu ses kısa süre sonra endişeli bir hâl almıştı. "Lâl! Lâl, bana cevap ver!"

Gözlerimi araladığımda Valentino tepemde panik hâlindeydi. Yüzüm ellerinin arasındaydı. Yanaklarımı okşarken endişeli görünüyordu. Beni bağrına bastı. "Ah, iyisin! Gözlerini açtın..." Rahatlama nidasıyla iç geçirdi ve açıklama gereği duydu. "Nabzına baktım ve... Bir an sen..." Yutkundu. "Neyse ki uyuyormuşsun."

"Uykumun ne kadar ağır olduğunu biliyorsun." Yanağını okşayan bu kez bendim. "Endişelenmeni gerektirecek bir şey yok."

Onaylayarak başını sallasa da bundan vazgeçebileceğini sanmıyordum. İçinde bulunduğum durumu öğrendiğinden beri bana düşkünlüğü de artmıştı. Her an, her saniye arıyordu. Bir yerde düşüp kalmamdan endişeleniyor olmalıydı. Eski meşgul adamdan eser yoktu, tüm işleri sermişti. Önemli bir durum olmadığı takdirde evden çalışıyordu, her daim yanı başımdaydı. Hayalini kurduğum şeydi aslında bu. Ancak bunun bu şekilde olmasını istemiyordum. Yani hasta olduğum için olması, istediğim şeyler arasında değildi. Ve gerçekten önemli işlerini benim için aksattığının farkında olduğum için durumdan bir parça da rahatsızdım. Rahatsız olduğum başka şeyler de vardı...

Zaman geçtikçe hastalığın etkileri de değişiyor, doktorun söylediği gibi bazı etkiler ağırlaşıyordu. Mesela artık geceleri dayanılmaz ağrılarım oluyordu. Vücudumda, başımda korkunç ağrılar. Kollarımda, bacaklarımda uyuşmalar, bir an terlerken başka bir an üşümeler... Ağrılara artık doktorun verdiği ilaçlar da pek fayda etmiyordu. Bağışıklık kazanmıştı sanki bünyem.

Vücudumdaki dayanılmaz ağrılardan yatakta kıvranıp uyuyamıyordum. Valent'i de uyutmadığımın farkındaydım. Sürekli kalkıyor, iyi olup olmadığımı soruyordu. Benim için ne yapabileceğini falan. Yapabileceği bir şey yoktu, ben bunu çekmek zorundaydım. Ama o zorunda değildi. Yarın işi gücü olduğu için erken kalkmak zorunda olan adam benim yüzümden sabahı sabah ediyordu. Bu beni çok rahatsız ediyordu. Üzüyordu.

Ertesi gün kahvaltıda aklımdaki düşünceyi açmaya cesaret buldum. Yine hiçbir şey yiyecek iştahım yoktu, önümdekileri didikleyip duruyordum. Elimdeki çatalı bırakıp adama baktım. "Valentino... Bir şey söyleyeceğim ama hemen kızma olur mu?"

Kahvesini yudumladıktan sonra elindeki fincanı bırakan adam, gazetesinden bakışlarını kısa bir an ayırdıktan sonra yeniden haberlere döndü. "Bu da kızacağım bir şey söyleyeceğin anlamına geliyor." Gazeteyi katlayıp kenara bıraktı. "Dinliyorum."

"Valentino, belki de odaları ayırmalıyız." Şaşkınlıkla bıkkınlık duygusunun karıştığı bir ifadeyle yüzüme bakan adama aceleyle açıklama gereksinimi duydum. "A hayır, bu sefer öyle değil. Yani ayrılık gibi değil."

Dingin ve soğuk bir sakinlikle "Nereden çıktı şimdi bu?" diye sordu.

Bu kez onun iyiliği içindi. Ben acı çekiyordum ve o buna dayanamıyordu. Onun yıpranmasını görmeye de ben dayanamıyordum. Zaten doğru dürüst seks hayatımız da kalmamıştı. Bu durum onun için zevkten çok işkenceye dönüşmüştü. Bunu usulünce açıklamaya çalıştım. "Bak, artık durum biraz ağırlaştı. Geceleri ağrıdan uyuyamıyorum, yatakta dönüp duruyorum. Sabahları korkunç kusma sesleri. Seni de uyandırıyorum."

"Eee, ne olmuş yani?"

"Bunları görmeni, duymanı istemiyorum. Rahatsız oluyorum. Senin sabahları erken kalkman gerekiyor, işlerinle ilgilenmelisin. Ama sen bakıcı gibi sürekli geceleri benimle ilgileniyorsun."

Oturduğu yerde kaskatı kesilip gerilen adam, sırtı sandalyede dikleştiğinde karşılık verdi. "Lâl sen şuan ne yapıyorsun? Ne yapmaya çalışıyorsun?"

"Bak, ben gerçekten senin iyiliğin için-"

"Lâl ne saçmalıyorsun sen? Beni öfkelendirmek hoşuna mı gidiyor?" Durup durup öfkelendi ve ekledi. "Hem seninle ilgilenmeyip de kiminle ilgileneceğim? Hayatımın en değerli şeyi sen değil misin? Bu sürece tanık olmak, bunu seninle yaşamak neden beni rahatsız etsin?"

"Beni ediyor ama."

"Sen bu kadar acıyı tek başına yaşarken benim bunu görmem mi rahatsızlık verici?" Sesli sesli soluduğunda söylediklerime ne kadar kızdığı açıktı. "Bana acı çektirmekten zevk mi alıyorsun? Bu yaptığın şeyin beni ne kadar üzeceğini düşünemiyor musun?"

"Valentino, taş olsa çatlar." Yumuşadı bakışlarım. "Biliyorum, beni seviyorsun. Bundan şüphem yok. Benden gelen her şeye de razısın, anladım. Ama ben razı değilim anlıyor musun? Benimle birlikte acı çekmene dayanamıyorum. O iğrenç kusma sesleriyle uyanmana ve uykusuz kalmana dayanamıyorum. Rahatsız edici bu durumun içinde olmanı istemiyorum. Ben tek başıma başa çıkabilirim."

Bakışları duygusaldı, kaşları yavru bir köpek gibi aşağı inmişti. "Seninle ilgili hiçbir şey beni rahatsız etmez." Öte yandan az önceki söylediklerimin de etkisiyle kızgındı bana. Muhtemelen onu anlamadığımı düşünüyordu. Öfkeli bakışlarını dizginleyen adam kesin bir dille reddetti teklifimi. "Ayrı odalara çıkmak falan yok. Unut bunu. Aklına böyle saçma sapan şeylerin gelmesini yasaklıyorum." Elleri masanın üzerinde dururken "Bir an bile yanımdan ayrılmayacaksın." dedi kesin bir dille. "Şimdi önündeki yemeği bitir. Hemen. Konu tartışmaya kapalı."

Sözlerimi kararlı bir biçimde ağzıma geri tıktıktan sonra benim için yapılacak pek de bir şey kalmamıştı. El mecbur, söylediği gibi yemeğimi yemeye çalıştım.

Masadan kalktıktan kısa bir süre sonra Pietro'dan bir telefon geldiği için şirkete gitmeye hazırlandı adam. Az önce toplanmış olan kahvaltı masasının önünde durmuş aşağı inen adamı izliyordum. O da en az benim kadar yorgun görünüyordu. Yanıma kadar gelmesini bekledim. Hiçbir şey söylemeden sarıldım kollarına. Saçlarımda gezinen elleri bir an duraksadıktan sonra ayrıldık. Onu yanağından öptüm. "Akşam görüşürüz." Tüm o ağrılarıma ve yorgunluklarıma rağmen gülümsedim. İyi olduğumu bilmeye ihtiyacı vardı.

"Akşamı sabırsızlıkla bekleyeceğim."

Tüm sorunlara rağmen bana aşkla bakan bu adam oldukça her şeyi aşabileceğime inanıyordum. Aşılabilecek her şeyi. Ölüm pek bunların arasında sayılmazdı çünkü.

❝Valentino

O sabah, Lâl'in söylediği o sözler kalbimi yaralamıştı. Onun beni düşünerek hareket etmesi, kendi canı söz konusuyken bile benim mutluluğumu, huzurumu ön plana koyması kalbimi incitiyordu. Canım yanıyordu. Her ne kadar belli etmesem de canım çok yanıyordu.

"Valentino, belki de odaları ayırmalıyız." dediğinde başta ne demeye çalıştığını anlamadım. Sonra nefes alamayacakmış gibi hissettim. "Bak, artık durum biraz ağırlaştı. Geceleri ağrıdan uyuyamıyorum, yatakta dönüp duruyorum. Sabahları korkunç kusma sesleri. Seni de uyandırıyorum. Bunları görmeni, duymanı istemiyorum. Rahatsız oluyorum. Senin sabahları erken kalkman gerekiyor, işlerinle ilgilenmelisin. Ama sen bakıcı gibi sürekli geceleri benimle ilgileniyorsun."

Bir insan olarak hastalıkla savaşmak yeterince zor değilmiş gibi bu hâlde bir de beni düşünüyor olması içimi titretmişti. Bu durum bana çaresizliğimi daha da korkunç bir şekilde hissettiriyordu. Onun için hiçbir şey yapamıyordum. Onu bu fikirden uzaklaştıracaktım. "Ayrı odalara çıkmak falan yok. Unut bunu. Aklına böyle saçma sapan şeylerin gelmesini yasaklıyorum. Bir an bile yanımdan ayrılmayacaksın. Şimdi önündeki yemeği bitir. Hemen. Konu tartışmaya kapalı." Bazen böyle otoriter davranmadığım takdirde Lâl ile başa çıkabilmek imkânsızdı. Bu yüzden emredici tavırlara başvurmak zorunda kalıyordum. Lâl Alsancak gibi biriyle başa çıkma kılavuzu, madde bir.

Günün bir diğer yıkıcı olayı da şirkete gitmeden önce kahvaltı masasının önünde sarıldığımızda yaşanmıştı. Tabii Lâl bunun farkında bile olmamıştı. Merdivenlerden inip yanına gittiğimde tek kelime etmeden sarıldı bana. Onun sıcaklığıyla tüm yorgunluğu dinmişti vücudumun. Yumuşacık saçlarını okşarken avuçlarıma dolan saç tutamı sanki bana, Valentino Riccardo'ya çaresizliğini en acımasız şekilde hatırlatıyordu. Adeta gözüme sokuyordu. Sevdiğim kadın her gün biraz daha fazla tükeniyordu. Gözlerimin önünde eriyordu. Ve ben bir şey yapamıyordum.

Elimdeki saç tutamını Nina'ya verip el hareketimle Lâl görmeden yok etmesini işaret ettim. Lâl iyi değildi. Her geçen gün de kötüye gidiyordu. İştahı kesilmişti, iyice zayıflamıştı. Vücut ağrıları, mide bulantıları, kusmaları. Şimdi de saçları dökülmeye başlamıştı. Bunu görseydi morali çok fena bozulacaktı. O an bana pek olmayan bir şey oldu. Ona sarılırken gözlerim doldu. Ağlayacak kadar acı çekmenin ne demek olduğunu pek bilmezdim ama onun sayesinde öğrenmiştim. Kendimi kontrol altına aldım ve gelmeye hazır gözyaşlarımı geri ittim. Ayrıldığımızda beni yanağımdan öptü. "Akşam görüşürüz." Tarçın kokulu teni vücuduma, evime, var olduğu her yere yaydığı neşeli esintisiyle hâlâ mutluluk saçmaya çalışıyordu. Tüm acılarına rağmen.

Bakışlarım, yorgun yüzün altındaki mücevhere baktı. Neşeyle, aşkla parlayan yorgun gözlerine. "Akşamı sabırsızlıkla bekleyeceğim."

Evden çıktığımda ruh gibiydim. Hangi kapıyı çalsam işe yaramıyordu. Bu kıza ne olduğunu bulamıyorlardı. Tuhaftı. Çok tuhaf. Anlamlandıramıyordum. Nasıl bulamazlardı? Dünyanın dört bir yanından en yetenekli ve başarılı doktorlardan oluşan bir topluluk kurmuştum. Hepsiyle tek tek görüşüp durumu anlatmıştım. Gerekli tesisi sağlamıştım, hastalık ve tedavisiyle ilgili çalışmaları sürdürmeye başlamışlardı ancak hâlâ sonuç alınamıyordu. Gittiğimiz diğer doktorların da uzman görüşü olumsuzdu. Son gittiğimiz doktorla görüşmek için bile Lâl'i ikna etmek ne zor olmuştu. Sonuç yine olumsuz. Delirmek üzereydim.

O öğleden sonra, Türkiye'de bir doktordan mail aldım. Bu konuda benimle görüşmek istediği yazıyordu. Ve iletişim bilgileri. Isabella'ya arattıysam da ulaşamadım. Bir toplantıya girmek zorundaydım ama aklım hâlâ doktorun söyleyeceklerindeydi. Muhtemelen yine olumsuz bir sonuç alınacaktı ve bu gerçek beni artık yıpratmaya başlamıştı. Her ne kadar Lâl'e belli etmesem de en az onun kadar yıkılıyordum her seferinde.

Ailelerden oluşan toplantının ortasında Isabella geldi. Doktorla görüşme sağladıklarını, benimle konuşmak için beklediğini söyledi. Toplantının ortasında çıktım. Hiçbir şey bu haberden daha önemli değildi benim için.

Telefonun diğer ucundaki doktorla İngilizce iletişim sağladık. "Bay Riccardo?"

"Evet, benim?"

"Ben Opr. Dr. Selda Özgen. Sizi hastanız Lâl Alsancak hakkında konuşmak için aramıştım."

"Sizi dinliyorum." Sakindim. Buz gibi bir sakinlik. Son 1 ayda belki de bunun gibi yüzden fazla telefon görüşmemiz olmuştu ve hepsi hemen hemen aynıydı. Önce ümit verici şeyler oluyor gibiydi ama sonra olumsuz sonuçlanıyordu.

"Bana göndermiş olduğunuz test sonuçlarında bir tuhaflık sezdim."

"Ne gibi bir tuhaflık?"

"Lâl Hanım'ın hastalığı tahmin ettiğimiz türde bir şey olmayabilir. Emin olmadan bir şey söylemek doğru olmaz ama..." Duraksadı. "Acaba yüz yüze görüşebilmemiz mümkün mü? Hatta mümkünse Lâl Hanım'ı da görmek isterim."

"Tabii, elbette. En kısa sürede görüşelim isterim."

"Peki, Bay Riccardo. İtalya'da yaşadığınızı biliyorum ama yarın görüşebilmemiz-"

"Yarın sizi aldırırım. Tabii müsaitseniz."

Kısa bir an şaşırıp tereddüde düştükten sonra "Tabii, olur." dedi kadın. "Yarın görüşmek üzere."

Telefonu kapattığımda içimde tuhaf bir duygu oluşmuştu. Tuhaf bir umut. Bu kez farklı bir şey mi oluyordu? Kötü kaderi yenecek bir gelişmenin eşiğinde gibi hissediyordum. Umarım yanılmıyorumdur.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌷 220 Bin okunmaya özel yeni bölümümüze hoş geldiniz! Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Bölümü beğenenler, buraya siyah kalp bırakabilirsiniz. 🖤 Yeni bölüm hakkındaki tahmin,teori ve isteklerinizi buraya, hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%