Yeni Üyelik
76.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 51/3

@buzlarkralicesi

-51/3-

❝Valentino❞

Gün boyunca doktorun söylediklerini düşünüp durdum. Belki yine boşuna ümitlendiriyordum kendimi. Yine Lâl'in söylediği gibi daha ağır bir hayal kırıklığıyla sonlanacaktı bu görüşme de belki. Ama her şeye rağmen kendime engel olamıyordum. İçim içime sığmıyordu sanki. Lâl'in kurtulmasıyla ilgili en ufak bir umut ışığı bile içimi kıpır kıpır etmeye yetiyordu.

Kapı çaldı ve içeri Montrel girdi. Söylediğine göre Lâl hakkında dedikoduları çıkaran kadınları bulmuştu. Merakla "Anlat." dedim yalnızca.

"Efendim, dedikoduları yayan iki kadın da bulundu."

Detaylar beni ilgilendirmiyordu. Bu yüzden direkt olarak "Onlar olduğuna emin misiniz?" diye sordum.

"Son derece. Kanıtımız da var. Ajanımız ses kaydı almış. Dilerseniz-"

Bunlarla uğraşacak vaktim yoktu. Lâl'in hastalığına odaklanmıştım tam anlamıyla. Basit kadın kıskançlıklarıyla uğraşacak değildim. "Gerek yok, ses kaydını mailime atabilirsin."

"Ne yapmamızı istersiniz?"

"İşlerine son verin."

Hafif çekingen bir ifadeyle "Asistanınız Isabella da bu dedikodulara sebep olanlar arasında. Onun da işine son verilecek mi?" diye soran adam ne karar vereceğimi merak eder gibiydi. Yanıtı basit olmasına rağmen.

Tereddüt etmeden "Evet, gerekli ödemeleri yapıp işine son verebilirsiniz." demekle yetindim. Isabella'nın böyle bir şey yapacağına ihtimal vermezdim ama Wendy'nin de dediği gibi sorumlulardan biriyse ona acıyacak değildim. "Hepsinin işlerine son verin. Bir daha Riccardo şirketi zincirinin herhangi bir halkasına mensup bir iş dalında çalışmalarını istemiyorum." Bu İtalya'nın büyük bir kısmını kapsıyor olsa bile bunu söylerken ikileme düşmedim. Lâl'e yapılan bir saygısızlık bana yapılmıştır ve bana yapılmış bir saygısızlığı affetmezdim.

Yorucu bir iş gününün ardından toplantılarım bittiği için memnundum. Öğleden sonra eve gitmek için arabaya bindiğimde iyi haberi Lâl'e vermek için sabırsızlanıyordum ama bir yanım da bu doktor olayına vereceği aşırı tepkiyi düşünüyordu. Önyargılı davranıp reddedecekti. Yorulmuştu, farkındaydım. Hastaydı. Çok hastaydı ve muhtemelen yalnız olsaydı tüm bu yorucu tedavi seçenekleriyle uğraşmazdı bile. Sırf beni mutlu etmek için acı çekmeyi göze aldığını görebiliyordum. Ancak ben de bunu onun için yapıyordum. Onun beni terk etmemesi için. Gitmemesi için. Çünkü bu tür bir gidişi ben durduramazdım. Çaresizlik canımı hiç bu kadar acıtmamıştı.

Arabada Manrico'yla yan yana otururken adamın düşünceli tavırlarının farkındaydım. Sormama fırsat vermeden "Castelli ailesi senden Fabricio Castelli'nin intikamını alacak, biliyorsun değil mi? Bu aleni bir gerçek." dedi ihtiyar adam.

"Lâl bu durumdayken umurumda değil."

Castelli için ekstra güvenlik sağlamıştım, işi şansa bırakmamıştım ama oturup sabah akşam bunu düşünecek değildim. Daha önemli sorunlarım vardı. Önceliğim Lâl'in tedavisiydi. Manrico da bunun farkındaydı. Bu yüzden herhangi bir karşılık vermedi. Muhtemelen içinden Luigi gibi düşünüyordu.

Eve geldiğimde Manrico girişte güvenliklerle konuşuyordu. Ben içeri geçtim. Kapıyı Nina açtığında yüzünde şaşkın bir ifade vardı fakat ben bunu sorgulayamadan yukarı kattan yükselen çığlıklarla afalladım. Lâl'in çığlıkları. Şaşkınlığım merakımın önüne geçip onu yiyip bitirirken merdiven basamaklarını hızla üçer beşer çıkmaya başladım. Tanrım, lütfen ona bir şey olmamış olsun.

Yukarı, odamıza çıktığımda çığlık sesleri banyodan geliyordu. Aniden içeri girdim. Lâl lavabonun önünde, elinde saç tutamlarıyla çığlık çığlığa ağlıyordu. Anlamıştı. Eninde sonunda olacak bir şeydi bu. Saçlarının dökülmeye başladığını anlamıştı. Yaşadığı şok, korku, üzüntü ve dehşet gözlerinden okunuyordu. Belki de fark ettiğimde bunu saklayarak bilmeden ona kötülük yapmıştım.

"Saçlarım, Valentino! Saçlarım dökülüyor! Güzelliğim gidiyor! Senin sevdiğin saçlarım! Gidiyor, Valentino!" Çıldırmış gibiydi. Nefes almadan ağlıyordu.

Sarılıp sakinleştirmeye çalıştım onu. İşe yaramayacağını bile bile. "Şşşt... Tamam, sakin ol. Bir şey yok." Yüzünü ellerimin arasına alıp gözlerine baktım. "Anlıyor musun beni? Bir şey yok. Hiçbir şey olduğu yok." Saçlarını okşamaya başladım. Evet, saçlarını sevdiğim doğruydu. Ama ondan daha fazla değil. Bu kadar üzüldüğünü görmek çok sarsıcıydı. "Her şey yolunda." Saçlarından öptükten sonra gözlerine baktım ikna edici bir ifadeyle. "Sen dünyanın en güzel kadınısın, anlıyorsun değil mi? Saçların yine uzayabilir, bu bir sorun değil. Sen her zaman güzelsin." Onu göğsüme yaslayıp sırtını pışpışladım. Onu sakinleştirdim. Zor oldu. Onun için ne kadar zor olduğunu anlayabilmek benim için dünyanın en kötü şeyiydi.

Onu sakinleştirip uyutmak çok zor olduğu için doktorla ilgili gelişmeyi de anlatamamıştım. Zaten ağlayacak enerjisi bile kalmamıştı. Yeterince kötü durumdaydı. Konuşamadım.

❝Lâl❞

Ertesi gün. Ne zordu benim için uyanmak. Gerçekleri kabullenmek, öğrenip duymak kadar kolay değildi. Gözlerinle görmek, avuçlarının kendi saçlarınla dolması. Buna dayanmanın ne kadar zor olduğunu tahmin bile edememişim. Savaşabileceğimi sanmışım. Ama ilk darbede dağıldım. Yanımdaki adamı da dağıttım.

Yataktan kalktığımda Valentino yoktu. Usulca banyoya gittim. Savaşmak gerekiyorsa savaşacaktım. Valentino için.
Saçlarımı taradım. Son kez dökülmelerini seyretmek zorunda olsam da. Dolaptan makas aldım. Omuzlarımın biraz üstünde küt kestim. Küçük rötuşlardan sonra düzgün görünüyordu. Açıkçası güzel ya da düzgün durup durmadığı umurumda bile değildi. Sadece acımı azaltması ve dindirmesi için yapmıştım bunu. Bir daha dünkü gibi üzmeyecektim yanımdaki adamı. O bunu hak etmiyordu.

Bir duş alıp banyodan çıktım. Saçlarımı kuruladım. Buz mavisi bir kot pantolon ve siyah düz bir penye giydim. Yas gibi bir kombin. İsteyerek olmamıştı, önüme ilk gelen şeyleri giymiştim. Kahvaltıya indim.

Merdivenleri inene kadar nasıl göründüğüm umurumda bile değildi. Merdivenlerin sonuna geldiğimde umurumda olmaya başlamıştı. Ya Valent beğenmezse? Yabancı gelirsem gözüne? Onun en sevdiği şeylerimden birinin saçlarım olduğunu biliyordum. Masaya yaklaştığımda Valent'in bakışları üzerine kararsızca durdum. "Nasıl olmuş?" Bunu sorarken yorgun ve sakindim.

Masada oturan adam usulca kalkıp yanıma kadar geldi. Elleri kısa saçlarımda gezindi usulca. Gözlerime baktı tebessüm ederek. "Çok yakışmış." Baş ve işaret parmağıyla çenemi tutup dudaklarımdan öptü. "Çok güzelsin. Her zamanki gibi."

Zoraki tebessüm ettim. Bunun ne kadar zor olduğunu biliyordum. İkimiz için de. Sessizlik içinde masaya oturduk. Ancak kısa süre sonra sessizliği bozan Valent oldu.

"Lâl, bunu sana dün söyleyecektim ama..." Sebebini beni daha çok üzmemek için söylemedi. O detayı atlayıp devam etti. "Ama şimdi söylemek zorundayım."

"Dinliyorum."

"Dün beni Türkiye'den bir doktor aradı. Bizimle görüşmek istiyor. Bana olumlu şeyler söyleyecekmiş gibi geldi."

Yine mi? Aklımda yankılanan tek soru bu olmuştu. Yine aynı şey. İnlercesine yanıtladım. "Valentino, bıkmadın mı? Bunu niye yapıyorsun? Yine üzüleceksin, hayal kırıklığına uğrayacaksın. Yapma artık bunu, lütfen."

"Bak, bu defa farklı." Yüzü heyecanla aydınlanmıştı masada bana doğru eğilirken. Büyük bir hevesle anlatıyordu. "Doktor testlerde bir tuhaflık fark etmiş, belki yapabileceği bir şeyler vardır."

"Ya dünyada gezmedik doktor, çalmadık kapı bırakmadık Valentino. Onlar bulamadı da bu doktor mu mucizevi bir şekilde beni iyileştirecek? Yapma Allah aşkına."

"Lâl, rica ediyorum. Beni kırma." Her zamanki kararlılığıyla beni ikna etmeye programlanmış gibiydi. "Bak, kadını çağırdım. Birazdan buraya iniş yapacak." Israrla ekledi. "Lütfen."

Oturduğum sandalyeye yaslandım pes etmiş bir biçimde. Ne dersem diyeyim değişmeyecekti fikri. "Sen kararını vermişsin zaten Valentino, benim ne dediğimin bir önemi yok." Omuz silktim. "Tamam, gidelim."

Yine o mutlu olsun diye hiç istemediğim bir şeye evet dedim. Umudum yoktu, gücüm de yoktu ama o mutlu olsun istiyordum. Doktorla görüşmeye gittik.

Valentino kendilerine ait hastanelerden birinde kadınla görüşme sağlamıştı. Açıkçası onun gücü sayesinde doktorun da başının döndüğünü görebiliyordum. Elindeki test sonuçlarına uzun uzun bakan kadın bize döndü. "Lâl Hanım, sizinle tanıştığıma memnun oldum. Dün Valentino Bey'le de konuştuk, sizinle de görüşmek istedim. Test sonuçlarında bir tuhaflık sezdim. Emin olmadan detay vermek istemiyorum. Ama testleri yenilemek ve daha kapsamlı birkaç test eklemek istiyorum. Sakıncası yoktur umarım." Benim zoraki bir biçimde onaylayan baş işaretimden sonra tebessüm etti kadın. Vücut dilimden pek de istekli olmadığım anlaşılıyordu. Sürpriz. "Bu konudaki isteksizliğinizin ve yorgunluğunuzun farkındayım Lâl Hanım. Sizin için ne kadar zor olduğunun da. Bu tür durumlarda böyle çöküşler yaşanabilir. Sizi anlıyorum. Ama gerekli olmasaydı bunu sizden istemezdim." Başını salladı gözlerimin içine bakarken. "Bana güvenin."

Güvenmekten başka çarem yoktu. Tüm bunları kabul etmemin sebebi Valent'in memnun olmasıydı. Ve iyileşmek istiyordum tabii kesinlikle. Ama bu hastalığın bir çaresi olmadığını öğrendiğim ilk anda yapılabilecek hiçbir şey olmadığını içten içe kabullenmiştim. Ve düşündüğüm tek şey o olmuştu. Onun için yapamayacağım şey yoktu.

Hani bir yas sürecinde aşamalar olduğu söylenir ya, Valentino inkâr aşamasındaydı. Belki kendi içinde öfke ve pazarlığı da yaşıyordu ama kabullenme aşamasına gelmesi o kadar da kolay olmayacaktı. Bunu görebiliyordum.

Doktorun istediği tüm testleri yaptırdık. Sedyede uzanmış kan testi verirken kolum iyiden iyiye uyuşmuştu. Yüzümü ekşittim istemsizce. Yanımda oturan adam boşta kalan elimi tuttu ve gözlerime baktı. "Her şey yoluna girecek, inan bana."

Gözlerimi açıp kapayarak onayladım. Son nefesime kadar sen yanımda olduktan sonra her şey yoluna girmese de olur. Ben her şeyi yaparım.

Yolda başımı Valent'in omzuna yasladım ve parmaklarım onun parmaklarına kenetlendi. Sanki her anım onunla yaşadığım son anmış gibi boşta kalan elim yanağını okşadı. Özlemle. "Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun değil mi?"

Sakin bir ses tonuyla karşılık verdi. "Ne kadar çılgınca bir sevgi anlayışın olduğunu biliyorum, evet."

"Senden tek bir şey istiyorum Valentino. Beni seviyorsan eğer -ki sevdiğini biliyorum- bunu benim için yaparsın."

"Nedir o?"

Başımı kaldırıp gözlerine bakarken elim hâlâ yanağını okşuyordu. Onu her ihtimale hazırlamaya çalışıyordum. Belki de kaçınılmaz sona. "Sonucunda ne olursa olsun, hayatı kendine zindan etme tamam mı?"

Uzun uzun bana baktıktan sonra "Bunları konuşacak çok vaktimiz olacak." diyerek kaçamak bir yanıt verdi. Önce burnumu, sonra da alnımı öptü. "Şimdi sürprizimle ilgilenmeliyiz."

Gözlerim aydınlandı. "Ne sürprizi?" Bir sürprizi olduğunu bilmiyordum. Sürprizler söylenmez zaten akıllım.

Parkura benzer düz, hafif yeşillikli bir yolda indik. Orada bizi bir motorsiklet bekliyordu. İç geçirerek "Listenin üçüncü maddesini unutmuş gibi bakıyorsun." diye mırıldandı.

Ölmeden önce yapılacaklar listesinden bahsediyordu. Güldüm. Bugün genelin aksine kot pantolon ve kazak gibi spor giyinmesini açıklıyordu durum.

Madde 3 - Motorsiklet gezisi yap.

Motorsiklete yaklaştığımızda üstündeki kasklardan birini bana uzatıp ön tarafa bindi. "Atla, bebek."

Bana yeni tanışmışız gibi karizmatik bakışıyla kur yapan adamın bilmediğim daha kaç derinlikleriyle tanışacaktım acaba? Şimdi de içindeki motorsikletli serseriyle tanışıyordum.

Elime aldığım kaskla bir adım attım ve alayla "Beni kötü emellerine alet etmeyeceğine söz verirsen gelebilirim. Annem yabancılarla konuşmamamı söyledi." dediğimde başını öne eğip gülmüştü.

Dudakları kıvrılan adam oyunuma eşlik etti. "Bilmen gereken şey, bebek, niyetim son derece kötü."

Gülüştüğümüz sırada kaskını takan adamın arkasına oturdum ve ben de kaskımı taktım. Beline sıkı sıkı sarıldım ve hareket ettik. Bir rüzgâr gibi gelip geçiyorduk yollardan. Çılgınca çığlıklar atarak eğleniyordum. Önümde motorsikleti süren adam da mutluluğumdan son derece memnun görünüyordu.

Hiçbir şey yokmuş gibi mutlu dakikalar bizi büyülemişti. Heyecan, adrenalin, neşe ve mutluluk. Unutulmaz bir gün yaşamıştık.

Arabamızla eve döndüğümüzde dış kapıda Nikolai ile karşılaşmayı beklemiyorduk elbette. Valent'in adamlarıyla arbede çıkarken kapıda karşılaştık. Arabadan inmeden önce elimi bırakıp "Burada bekle." dedi Valentino. O arabadan inerken benim de beklemeye niyetim yoktu. Laf dinlememe gibi kötü bir huyum vardı, evet. Hemen arkasından indim.

Adamlarını durduran Valentino çatık kaşlarıyla Niko'nun karşısına çıktı. "Ne istiyorsun yine? Elimden bir kaza mı çıksın istiyorsun, Miloradov?"

Nefes nefeseydi Nikolai. Belli ki kavga etmeye de gelmemişti. "Çok önemli bir şey söylemeye geldim." Bakışları bana döndü. Son derece ciddiydi. Ve endişeli. "Lal, seni öldürmeye çalışıyor olabilirler."

Valentino "Ne?" derken kendime gelmem saniyelerimi aldı. Ne demek seni öldürmeye çalışıyorlar?

Sakin kalmaya çalışarak "Ne demek bu?" diye mırıldandım. Elim ayağım buz kesmişti. Sudan çıkmış balığa dönmüştüm.

Nikolai ise soluksuz anlatmaya başlamıştı. "Yönetimine yakın olduğum gizli bir örgüt var. Nox. Başta baban olmak üzere tanıdığın birçok kişi de bu örgüte üye. Vural da bu örgütün bir parçasıydı. Ölmeden önce. Gizli bir kaynaktan örgütün güçlü üyelerinden birinin seni öldürtmek istediğini öğrendim. Kim olduğunu henüz bilmiyorum ama öğreneceğim. Riccardo senin yüzünden Vural'ı öldürttüğü için dengeler bozuldu. Örgütün buna ne tepki verdiğini bilmiyorum ama örgütün bazı üyeleri bu durumdan rahatsız olmuş durumda. Riccardo'dansa sen daha zayıf bir halka olduğun için seni yok etmek isteyenler var. Seni zehirliyor olabilirler."

Nikolai'nin söyledikleri akıllara durgunluk verecek cinsten şeylerdi. Ancak ilk şoku atlattığımda kafam bir sürü soru işaretiyle doldu. Bu çok ikna edici bir şey gibi gelmemişti. Valent'i öldürmek istiyorlarsa beni neden zehirleyeceklerdi? Onun için değerli olduğumdan dolayı mı? Yoksa ona uyarı niteliğinde falan mı? Bilemiyordum. Çok akla uzak bir şey gibi de değildi ama bir şeyler oturmuyordu sanki. Gerçekten beni öldürmek isteyen kişinin kim olduğunu öğrenebilirsem parçalar yerine oturacaktı.

Valentino soğukkanlılıkla "Başkan olabilir mi?" diye sorarken ilk kez Nikolai'ye tıpkı onun gibi kısmen dostane yaklaşmıştı. Kısmen. Zaten aynı kadına âşık olduğunuz birine tamamen dostane yaklaşamazdınız. Bu mümkün değildi.

Nikolai ciddi bir yüz ifadesiyle adamın gözlerine baktı. "Olabilir." Her şeyin olabileceğini bağırıyordu göz bebekleri. Olan bitenden endişe duyduğu açıktı.

Kısa bir bakışmanın ardından kapının önünde kıyamet koptu. Daha ne olduğunu anlayamadan gelen bir arabanın içinden üzerimize kurşunlar yağmaya başladı. Valentino kendini bana siper ederken atik bir biçimde silahını çıkarıp ardı ardına ateş etmeye başladı. Valent'in adamları da çoktan önümüzden geçen silahlı arabaya karşı ateş açmışlardı bile. Son hız önümüzden geçip gittiklerinde bakışlarımız birbirimize yönelmişti. Ben endişeyle ellerimi Valent'in gövdesinde dolaştırırken "İyi misin? Yaralandın mı?" diye sordum.

Başını iki yana sallayan adam da en az benim kadar merak içerisindeydi. Elleri beni kavramış, az önceki çatışmadan korumak için vücuduna yapıştırdığı bedenimi uzaklaştırıp her yerime baktı. "Sende bir şey var mı?"

"Yok, iyiyim ben."

Kapı girişinde beliren şaşkın Manrico ve Valent'in bakışları yere döndüğünde Nikolai'nin ağır yaralı yerde yattığını fark etmiştik. Dehşet içindeydim. Yarası ölümcül olabilecek cinsten bir şeye benziyordu.

Birbirimize baktığımızda Manrico "Castelli ailesi olabilir mi?" diye sordu. Bu tür sorular feleğin çemberinden geçmiş bir consigliereye göre değildi ama belki de Valent'in Castelli ailesini çok iyi tanıyor olmasına güveniyordu.

Başını iki yana sallayan adam soğukkanlı görünüyordu. "Sanmam." Bir an bile düşünmeden "Miloradov'un bu bilgiyi öğrendiğini fark etmiş olabilirler." dedi Valent. "Onu yok etmeye çalışan birileri olabilir."

Manrico "Fabricio Castelli'yi küçümseme. Sen Castelli ailesinin çok önemli bir parçasını alenen yok ettin. Bu saatten sonra yalnızca seninle dertleri olmaz. Olası soyunu bitirmek için kadının da dâhil ailene ait herkesi öldürtebilir." dediğinde nefesimi tuttum. Bu konuların böylesine rahat konuşulması benim için ürkünçtü. Ölmek üzere biri olsanız dahi. Öte yandan eğilip Niko'nun durumuna bakmaya çalışıyordum. Gözleri kısık, yarı aralık bana bakıyordu.

Valentino kendinden emin bir biçimde karşılık verdi. "Onların Miloradov'la bir dertleri yoktu. Onu tehlikeye atıp babasını karşılarına almak isteyeceklerini sanmıyorum."

Nikolai'nin nabzına bakarken Valent'e döndüm. "Onu hastaneye götüremeyiz değil mi?" Hastaneye götürmek pek güvenli bir seçenek sayılmazdı. Ama bu şekilde de bırakamazdık. En azından ben öyle düşünüyordum.

Valent'in "Elleriyle koymuş gibi bulurlar." sözleri de beni doğrular nitelikteydi. Ona acı bir bakış attığımda bir an düşündü ve ofladı adam. "Lânet olsun, Lâl. Tamam. Bana kedi yavrusu gibi bakmayı kes." Manrico'ya döndü ve İtalyanca "Şimdilik onu odalardan birine al ve doktor çağır." dedi. Söylediklerinden hiç memnun görünmüyordu ama şuan için doğru olanın bu olduğunun da farkındaydı. Manrico'nun kaşları hayretle havalandığında "Ve fikirlerini kendine sakla." diye ekledi Valentino.

Nikolai'yi odaya alıp doktoru çağırırlarken Valent'e Nadia'dan bahsettiğim için kendimle gurur duyuyordum çünkü bana sorma gereği duymadan onun da güvenliğini sağlamayı düşünebilmişti.

Nikolai'nin alındığı odanın önünde dururken "Kendine geldiğinde güvenli bir yere alınacak. Hastanelerimizden birine." dedi ve burnundan soludu Valentino. Onun evimizde olmasından son derece rahatsız görünüyordu. Haklı olarak. Sevdiğiniz kadına âşık olan ve intikam için onu kaçıran baş düşmanınıza anadolu misafirperverliğinizi gösterip hoş gelmişsen kardeşim, buyur geç sana soğuk ayran çalkalayalım demezdiniz. Valentino da bunu yapacak değildi. Yaptığı açıklama kendisini bile ikna etmişe benzemiyordu. "Şuan düşmanıma merhamet ettiğime inanamıyorum." Göz ucuyla etrafına bakıp bana döndü ve "Senin yüzünden." demeyi de ihmal etmedi.

O böyle biri değildi. Valentino Riccardo. Biliyordum ne kadar korkunç ve acımasız biri olarak tanındığını. Nefreti de sevgisi gibi sahiciydi ama bana en çok sevgisini tattırmıştı. Ve şuan merhametli biri olmaktan da hiç memnun görünmüyordu. "Biz doğru olanı yaptık." diyerek ikna ettim onu. Buna ihtiyacı var gibi görünüyordu. "Hem bize çok önemli bilgiler verdi, yardımcı oldu. Belki yardımcı olabileceği başka şeyler de olacak. Yakın geleceğe dönük bir yatırım yaptığını düşün."

"Beni rahatlatmaya çalışma, mia bella. Profesyonel bir yalancı değilsin. Bu çok belli oluyor." Sağ eli sırtımda gezindi. "Bu olanlar seni çok etkiledi, yoruldun. Sen yukarı çıkıp dinlen." Dişlerinin arasından "Miloradov'la ben ilgileneceğim." diye eklemeyi de ihmal etmedi. Zorakiydi. Nasıl ilgileneceğini iyi biliyorum Don Riccardo, yüzüne patlatacağın sıkı yumruklarla. Hak etmediğini söyleyemezdim.

"Ben iyiyim Valentino. Bunu babamın yapıp yapmadığını öğrenene kadar da hiçbir yere gitmiyorum." Beni sevmediğim bir adamla evlendirmeye ve kaçırtmaya çalışan üvey babamın yapacağı hiçbir şeye şaşırmam sanıyordum. Özellikle öz kızının yerine geçirdiği üvey kızını öldürtmesine. Çünkü birbirimizden nefret etsek de o bana muhtaçtı. Bunu ikimiz de biliyorduk. Varlığıma muhtaçtı. Öz kızı yaşarken bile. Bunu bana dürüstçe söylemişti. Şimdi beni zehirlemeye mi çalışıyordu?

Başkan. Beni zehirlemeye çalışıyordu. Bu çok ürperticiydi. İmkansız görünmüyordu. Hasta kafasında Vural'ın ölmesiyle dengeler bozulmuş ve iş birlikçileriyle yeni dengeler kurulmuş olabilirdi. Ve bu yeni dengelerde benim yok edilmem gerekiyor olabilirdi.

"Onu öldürmemem için neredeyse bana yalvardın. Şimdi geldiğimiz noktayı görüyor musun?"

Beni suçlaması için haklı sebepleri olan adama baktım. "Valentino, yapma. Onu çok sevdiğim ya da düşündüğüm için istemedim. Senden bunu istedim çünkü annem üzülmesin, Başkan belasını bizden bulmasın istedim. Onu nasıl bir sonun beklediğini tahmin etmek zor değil. Ama buna sebep olmak istemedim." Hâlâ kendimi ikna etmek ister gibi de ekledim. "Hem henüz onun yaptırdığını bile bilmiyoruz. Zehirlendiğimi bile bilmiyoruz, Allah aşkına." Sağ elimle yüzümü kapatırken ofladım. "Kafam çok karışık, her şey üst üste gelmiş gibi hissediyorum. Aklımı toparlayamıyorum."

Yanağıma dokundu. "Tamam, sakin ol. Çözeceğiz bu konuyu."

Nikolai'nin yanına girdiğimizde Valentino orada olmamdan memnun olmadığını gizlemiyordu. Ama benimle alakalı olan bu konudan beni uzaklaştıramayacağının da farkındaydı.

Bir süre sonra yaralarına bakılmış olan Nikolai kendine geldiğinde sersemlemiş bir biçimde önce bize, sonra etrafına baktı. "Neredeyim ben?" Kalkmaya çalışırken acıyla inledi.

Kalkmasına engel oldum. "Yaralısın, gerekmedikçe hareket etme." Sorusuna yanıt getirdim çok geçmeden. "Bizim evdesin."

Kısa bir bocalama sonrası aklına yeni gelmiş gibi "Nadia..." diye söylendi. "Bırakın beni, ona gitmeliyim."

Valentino onu engelleme çabasına girmeden sakinlikle "O güvende." yanıtını verdi. "Endişelenecek bir şey yok."

Rahat bir nefes alan adam sonunda zorluk çıkarmadan yatağa uzandığında Valentino'nun kendisine ölümcül bakışlar fırlattığının farkındaydı. "Tamam, bana öyle bakmayı kes. Benden ne kadar nefret ettiğini biliyorum."

"Bunu tahmin bile edemezsin, Miloradov."

Bense "Tamam, kesin şunu. Çocuk gibi kavga etmenin sırası değil şuan." diyerek nokta koydum aralarında başlamak üzere olan sözlü tartışmaya.

Direkt Nikolai'ye isabet eden bakışlarıyla "Dua et, sevdiğim kadını kurtarmam için bir umut ışığı verdin bana. Yoksa seni kendi ellerimle öldürürdüm." dedi Valentino.

Gözlerini kapatarak "Biliyorum, biliyorum Riccardo." diye inledi karın boşluğundaki yaraya dokunarak. "Bana olan nefretin sır değil." Kısa bir an duraksadıktan sonra itirafta bulunur gibi devam etti. "Bak, aramızda bir düşmanlık var ama buna rağmen Lâl'in iyi olması benim için her şeyden daha önemli. Bu yüzden geldim. Anlatacaklarım mühimdi." Yüzünü ekşittiğinde canının yandığını anlayabiliyordum. "Bunu kim veya kimlerin yapmaya çalıştığını öğrenip size söyleyeceğim."

Valentino Nikolai'nin söylediklerine yanıt vermek yerine "Bu gizli bilgilerin eline geçtiğini birileri öğrenmiş olabilir mi?" diye sordu. "Senin peşinde olabilirler mi?"

"Olabilirler." Omuz silkti Nikolai. "Her şey olabilir, Riccardo. Sen Lâl'e dikkat et. Onun da peşinde olabilirler." Yeniden kalkmak için hareketlendi. Bu kez daha yavaştı. "Ve beni kardeşimin yanına götür, Riccardo." Ayağa kalktığında elini uzattı. "Her şey için teşekkür ederim."

Valentino biraz düşündükten sonra adamın elini sıkarken "Bu dost olduğumuz anlamına gelmiyor. Kendini kollasan iyi edersin." dedi.

"Yine de kardeşimi koruduğun için teşekkür ederim."

"Kadınlara ve savunmasız insanlara zarar vermem, Miloradov. Bunu çok iyi anlamalısın." Tek kaşını kaldırdı meydan okurcasına. "Ancak bu eşit şartlarda karşı karşıya geldiğimizde sana gününü göstermeyeceğim anlamına gelmiyor."

Acıyla karışık gülümsemesiyle "Pekâlâ, sen kazandın." diye mırıldandı Nikolai.

Onu uğurladıktan sonra evde yalnız kalmıştık. Tüm bu yaşananlar, öğrendiklerimiz, içinde bulunduğum bu cendere ve belirsizlik içimi delip geçen bir kurşun gibi amansızdı. Ben çaresiz bir hastalığa yakalandığımı sanırken biri beni içten içe zehirliyor muydu? Bunu düşünmek tüylerimi ürpertti. Evin içinde katilimin kol gezindiğini bilmek. Onun ensemdeki soğuk nefesini hissetmek. Ürperticiydi.

Bahçede düşünceli bir biçimde dikilmiş etrafı seyreden Valentino'nun yanına gittim. Ona arkasından sarıldığımda tüm gerginliğini hissedebiliyordum. Sırtına yasladım başımı. Keskin bir fısıltıyla "Evin hizmetindeki herkesi geberteceğim." dedi.

"Valentino, biraz sakin ol tamam mı? Bunu yapan eğer tek bir kişiyse diğerlerinin suçu ne? Önce sakince bir bekleyelim, test sonuçları ne çıkacak görelim. Ona göre ne gerekiyorsa yaparız." Yüzüne baktım. "O zamana kadar bunu öğrendiğimizi belli edecek tek bir harekette bulunmayalım."

"Seni zehirlemeye devam mı etsinler? Delirdin mi sen Lâl?"

"Gerekirse yapılan hiçbir şeyi yemem, kendi yemeğimi kendim yaparım. Ama biz öfkeyle kalkarsak bunun arkasında kimin olduğunu bulamayız. O yüzden biraz sakin olalım, tamam mı? Öfkemizi dizginleyelim. Düşmanımızı iyi anlamalıyız. Bunun için de onlar gibi saman altından su yürütmemiz gerekiyorsa yürütelim işte."

Dikkatle bana bakan adam "Aslanların dünyasına hoş geldin, Lâl Alsancak. Onlara ayak uydurmayı öğreniyorsun." diye mırıldandı düşünceli bir ifadeyle. Sağ eli yumuşakça çenemi kavramıştı bile.

Omuz silktim meydan okuyan bakışlarımla. "Hiçbir zaman kedilerin sofrasına oturmadım. Hep aslanlarla ve kurtlarla iç içeydim. Buna alışmak için yeterli zamanım oldu."

İmalı bir ses tonuyla "Öyle mi küçük hanım?" derken dudaklarıma uzanmak üzereydi dudakları. Tam o sırada küçük bir öksürük sesiyle ortamın ambiansı bozuldu.

Wendy mahcup bir bakışla bize yaklaştığında iki adım uzaklaşmıştık bile birbirimizden. "Romantik yakınlaşmanızı bölüyorum çok özür dilerim ama kaltak Isabella-" Valent'in önünde ağzından küfür kaçtığı için utanan kız mahcubiyetle gözlerini kapadı. "Yani Isabella gelmiş, kapıdaymış. Lâl ile görüşmek istiyormuş. Montrel söyledi."

Valentino "Görüşmeyeceğini söyleyip göndersinler." dese de merak etmiştim. Benimle neden görüşmek istiyor olabilirdi ki?

Valent'i engelledim. "Gelsin lütfen. Merak ettim ne konuşacağını."

"İşine son verdim, Lâl. Burada bir işi yok."

"Tamam, sen yine son ver. Ben buna bir şey demiyorum ki. Ama benimle görüşmek istemiş, gelsin derdi neyse söylesin."

Valentino'nun memnuniyetsiz bakışına bile gerek yoktu buna istekli olmadığını anlamam için. Kısa bir süre sonra Pietro'nun yanında gelen Isabella kuyruğunu kıstırmış bir sokak kedisi gibi bize yaklaştı. Tam karşımda durdu. "Lâl Hanım, beni kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Size çok önemli bir şey söylemek için geldim. Daha doğrusu, sizden özür dilemek için." Ne söyleyeceğini merakla bekliyordum. "Size karşı saygısızlık yaptım, hakkınızda hoş olmayan şeyler söyledim. Bunun için sizden özür dilerim."

Valentino göz teması bile kurmuyordu. Ona karşı bu kadar acımasız oluşunun sebebini yeni anlamıştım sanırım. Hakkımda ileri geri konuştuğunu yakalayıp işten çıkarmıştı. Anladığım kadarıyla olay buydu. Uzatmaya niyetim yoktu, başımda yeterince dert varken hem de. "Tamam, sorun değil. Özrünü kabul ediyorum Isabella."

Ellerini arkasında birleştirmiş Valentino ise onun yüzüne bile bakmadan içeri girdi. Daha fazla yanımızda kalmadı. Pietro'nun bakışları Isabella'ya dönerken hayal kırıklığını hissettiriyordu. Belli ki hoşlandığı kadının yaptığı şeyden ötürü hüsran duyuyordu.

Isabella ise merhamet dilenir gibiydi. "Bay Riccardo beni işe geri almayacaktır, bunu biliyorum. Son derece haklı olduğunun da farkındayım. Ama en azından diğer yerlerde iş bulma olanağımı kısıtlamasın diye kendisine ve size yalvarmaya geldim."

Valentino'nun bu coğrafyada ne kadar güçlü olduğunu bilmek için müneccim olmaya gerek yoktu. Öfkelendiğinde ne kadar acımasız olabildiğini biliyordum. Ancak işine karışılmaması gerektiğini de öğrenmiştim. "Isabella, gelip benden özür dilemen gerçekten çok anlamlı. Ama ben Valentino'nun işlerine karışamam."

Pietro bu konuşmanın devamını duymak istemediğinden midir bilmem, içeri geçti. Wendy ise ölümcül bakışlarını Isabella'nın üzerinde gezdirmeyi ihmal etmiyordu.

"Biliyorum, Lâl Hanım. Bakın, benim hasta bir babam var ve hayatımızı sürdürebilmemiz için çalışmak zorundayım. Bu kadar zor durumda olmasam gelip size yalvarmazdım. Gerçekten. Lütfen bana yardımcı olun. Ben bir hata yaptım, kabul ama bunu ailemin de ödemesini istemiyorum. Lütfen. Gerekirse yalvarırım."

Biraz düşündükten sonra yapabileceğim başka bir şey yoktu. En azından benim gibi biri için. "Tamam, bak söz vermiyorum ama Valentino'yla senin için konuşacağım. Anlaştık mı?"

Gözleri ışıldayan Isabella akıllanmışa benziyordu. "Gerçekten çok teşekkür ederim Lâl Hanım." Geri geri adımlarla yanımdan ayrılırken samimi bir mutluluk duyduğunu hissediyordum. Beni verdiğim ikinci şanslar bu hâle getirdiği hâlde arsızca insanlara ikinci şans vermeye devam ediyordum. Bu da benim kendime has enayiliğimdi işte.

Yalnız kaldığımızda Wendy kollarını kavuşturmuş bana kötü kötü bakıyordu. "Evet Wendy Hanım, dökül. Dökül de rahatla." dedim neler sıralayacağını az çok tahmin ederken.

"Ya gerçekten bu iyiliğinin bir sınırı olmalı, Lâl! Ne diye işe geri aldırtıyorsun? Ne yaptığının farkında mısın sen?"

"Ne yapmışım?"

"Israrla kuzuyu kurda emanet ediyorsun! Bak, o kızın gözü göz değil diyorum sana. Hasta baba olayı da hikâye bence."

"Ay Wendy, bırak ne düşünürse düşünsün. Kim yalan söylerse önce kendini kandırır. Ben Valentino'ya güveniyorum. Onun gözünün benden başkasını görmeyeceğini de biliyorum. Gerisi kuru gürültü."

"Geçen gün ühü ühü diye zırlarken öyle demiyordun ama? Saatlerce ağlayıp gözleri şişen bendim sanki."

"Boş ver Wendy, affetmek büyüklüktür."

"Ama biz de büyüye büyüye evlere barklara sığamaz olduk, gerek var mı sence bu kadar affedip büyük olmaya? Neden insanlık hep bizde kalıyor allasen, kalacak başka yeri mi y?" Durup durup siniri tazelendi kızın. "Bıraksaydın da Allah'ına kavuştursaydım şu Isabella karısını!"

"Tamam Wendy, yapma." Gözlerimi devirerek ekledim. "Ayrıca bu olayın arkasında senin olduğunu anlamadım sanma. Demek gidip Valentino'yla iş birliği yaptın ha?"

Göğsü gururla kabaran kız inkâr etmedi. "Yaptım, ne olacak? Sonuna kadar enişteciyim ben kızım, hiç inkâr etmedim ki." Duraksadı ve şaşırmış gibi "Sen kızmadın mı? Derimi falan yüzmeyecek misin?" diye sordu.

Gülerek koluna girdim ve "Ah, Wendy..." demekten kendimi alamadım.

Bu sakin hâlimden cesaret alan Wendy de söylenmeye devam etti. "Ayrıca da dünyada erkek mi kalmadı ya? Bunlar neden sürekli gidip böyle sahipli erkeklere kancayı takıyorlar? Sırf zengin, esmer, uzun boylu, yakışıklı, kaslı Yunan heykeli gibi diye de olmaz ki canım."

"Tamam Wendy, bokunu çıkarma."

Ben, beni gaza getirmek için sıraladığı her şeye gülmemek için zor tutup ciddiyetini korurken o ağzını görünmez bir fermuarla kapatarak "Tamam, sustum." dedi yalnızca.

İçeri geçtiğimizde hemen konuya girmek istemedim. Pietro ve Valentino salonda oturmuş kahvelerini yudumluyorlardı. Ben de bir şeyler içmek istiyordum ama Nina'dan bir şey istemeye korktum. Belki de aradığımız kişi Nina'ydı. Kendime bir şeyler hazırlamaya da hâlim yoktu açıkçası. Ne zormuş evinde görünmez düşmanlarınla yaşamak.

Gidip Valent'in yanına oturdum. Elini tutup gözlerine baktım. O ise bana bakmadan "Ne söyleyeceğini biliyorum. Beni ikna etmeyi deneme bile." dedi ifadesiz bir ses tonuyla.

"Valentino, insanların ekmeğiyle oynamayalım lütfen. O hatasının farkında."

"İşine bu kadar değer veren biriyse yalnızca işiyle ilgilenmeliydi. Bu benim sorunum değil." Hâlâ bana değil karşıya bakıyordu. Gözlerime bakarsa üç numaralı kedi yavrusu bakışımla ikna olmaktan korkuyordu. "Herkes haddini bilecek."

"Valentino, işlerine karışmamdan hoşlanmadığını biliyorum. Israr edip seni öfkelendirmeyeceğim ama lütfen bunu bir düşün olur mu? Çünkü Isabella'yı işe alırsan ben daha huzurlu olacağım." En azından benim yüzümden olmuş gibi hissedip huzursuz olmayacaktım.

O gün konuyu uzatmadık ve konuşmadık. Ertesi gün sabahın erken saatlerinde uyandığımda yanımdaki adam ellerini başının altında birleştirmiş tavanı seyrediyordu. Bütün gece uyumamış gibi bir hâli vardı. Son zamanlarda çok da şaşırtıcı bir şey değildi bu. Sürekli doktor, hastalık, tedavi derken düşünmekten uyuyamıyor olduğunun farkındaydım. Ve bu beni çok üzüyordu.

Dirseğimin üzerinde yükselip onu izlemeye başladım. Bakışları bana döndü. Tebessüm ederek "Günaydın." diye mırıldandım. "Bütün gece uyumamış gibisin."

"Günaydın." Sesli bir nefes verdi. "Az uyuduğum doğru. Uykuyla pek aram yoktur zaten, bilirsin." Eli çıplak kolumu okşarken "Bugün nasılsın?" diye sordu.

"İyiyim." İmalı bir gülüşle iç geçirerek "Fazla iyiyim." diye ekledim. Uzanıp önce yanağından, sonra dudağından bir öpücük çaldım. Öpüşlerimiz derinleştiğinde adamın üzerine çıktım. Tam bir sabah aksiyonu yaşanacakken beklediğimin aksine öpüştükten sonra dudakları benimkilerden ayrılan adam bana sarıldı. Başını omzuma yasladığında bu duygusallığına anlam veremedim. Bunu neden yaptığını anlamaya çalıştım. E sabah sabah ağzını bile çalkalamadan adamı öpersen sevişmekten bile soğutursun tabii kızım.

Avcumla ağzım kokuyormu diye kontrol ederken yüzüme döndü gözlerini deviren adam. "Hayır, Lâl. Ağzın falan kokmuyor. Tanrım, bu kadar komplike şeyleri iki saniyede nasıl aklına getirebiliyorsun?"

"E ne bileyim Valentino, sen sevişmek istemeyince."

"Ne düşünerek yaptığını biliyorum çünkü."

Kaşlarımı çattım merakla. "Ne düşünüyormuşum ben?"

"Hakkında dedikodu yapan kadınların söyledikleri yüzünden yapıyorsun bunu. Bana yetemediğini düşünüyorsun ve beni memnun etmek için kendini yıpratıyorsun." Geçen gece sevişirken düşündüklerimi kitap gibi okuyordu karşımda. "Lâl, insanların hakkımızda ne düşündüğü umurumda bile değil. Seni bana, beni sana yakıştırmayan insanlar hayatımızın her alanında olacaktır. Hepsinin canı cehenneme, umurumda bile değil." Gözlerimin derinliklerine baktı. "Ben sana âşığım, anlıyor musun? Dünyanın ne düşündüğü umurumda değil."

Söylediği şeyler çok romantikti. Yeterince ikna ediciydi de. Ancak karşılık olarak ne diyeceğimi bilemedim. Kekeledim. "Valentino... Ben sadece seni mutlu etmek için... Yani... İstemediğimden değil."

"Biliyorum."

Söyledikleriyle cesaretlendim. "Bak Valentino, seni seviyorum. Seninle her an, her saniye birlikte olmak istiyorum. Birlikte güzel zamanlar geçirelim istiyorum. Seni mutlu etmek istiyorum. Kaybettiğimiz zamanları telafi edelim istiyorum. Ama bu hastalık yüzünden istediğim şeyleri yapacak enerjim bile olmuyor. Sakın yanlış anlama, seninle sevişmek için kendimi zorluyormuşum gibi görünüyor ama öyle değil. Ben de bunu istiyorum ama-"

"Lâl, biliyorum. Senin ne durumda olduğunu görmüyor muyum sanıyorsun? Ben bu kadar anlayışsız biri miyim? Günlerdir çektiğin acıları görmüyormuşum gibi."

"Hasta olan benim, Valentino. Sen değilsin. Hayatı zindan olan sen olmamalısın. Ben senin mutlu olmanı istiyorum. Son anılarımız acıyla dolu değil, mutlulukla dolu olsun istiyorum. Gülümseyerek hatırla istiyorum. Ben hasta bir kadın olabilirim ama sen sağlıklı bir erkeksin. Ben hastayım diye hayat durmuyor. Senin de bunu istediğini biliyorum. İhtiyaçların olduğunu."

"Lâl, zihnini aptal insanların sözleriyle dolduruyorsun. Sen hastayken, acılar içinde kıvranırken ben normal şeyler düşünebiliyor muyum sence? Seni kaybetme korkusu yaşarken hiçbir sorunu olmayan normal, mutlu insanlar gibi seks yapmayı mı düşünüyorum sanıyorsun?" Elleri belimde olan adam gözlerime bakarken "Sen bu durumdayken sevişmeyi düşünemem. Bunu isteyemem bile. Aklımı, zihnimi dolduran tek şey senin iyi olman." dedi.

Omzuma yasladığı başına dokundum, saçlarını okşadım şefkatle. Dağınık saçlarını öptüm. "Bir tanem benim... Sen hayatımın en olmadık anında bana verilen paha biçilemez bir hediyesin, farkında bile değilsin." Başımı dağınık saçlarına gömdüm. "Çok güzel seven bir adamsın sen. Beni öyle güzel seviyorsun ki başımı döndürüyorsun. Ne düşüneceğimi şaşırıyorum. Dengem şaşıyor. Belki de bu yüzden bocalıyorum, sana yetmeye çalışıyorum."

"Sen bana hiçbir zaman az gelmedin ki yetmeye çalışıyorsun." Tembelce sırtımı okşayan adam "Senden tek bir şey istiyorum." dedi kararlılıkla. "İyileşmek için çabalamanı. Hiç vazgeçmeyeceksin. Tek isteğim bu."

Elim saçlarında gezinirken çaresiz kabul ettim. "Kabul. Sen nasıl istersen öyle olacak." Onun istediği bir şeye hayır diyebilmem mümkün müydü?

İki gün sonra test sonuçlarının çıktığıyla ilgili bize telefon geldiğinde hastaneye gittik. İyi şeyler duymak için dualar ederek gitmiştik doktorun yanına. Ellerimiz birbirine kenetli, doktorun karşısında dururken söylenecekleri sabırsızlıkla bekliyorduk.

Kadın önündeki test sonuçlarına dikkatle baktıktan sonra tatsız bir yüz ifadesiyle bize döndü. "Tahmin ettiğim gibi... Lâl Hanım, hasta değilsiniz. Daha doğrusu, teknik olarak doğal akışa bağlı bir hastalık geçirmiyorsunuz." Korkunç bir kelime gibi yankılandı odada onun cümlesi. "Zehirleniyorsunuz."

Tüm vücudum titredi ve ürperdi. Buna ihtimal vermiyordum. Nikolai söylediğinde bile tam anlamıyla inanmamıştım. Valentino da benim gibi olsa gerek "Nasıl olur bu?" diye sorguladı kendi kendine konuşurken. Dişlerini sıktı sertçe.

Elini tuttuğum adamı sakinleştirmeye çalışırken kendimi de sakinleştirmeye çalışıyordum aslında. Bu ihtimal kafamı kurcalasa da Valentino'nun evinde böyle bir şey olabilme ihtimali saçma gelmişti. "Çalışanlarımız güvenilir, özel aşçılarımız yapıyor yemeklerimizi."

Sorduğum soruların doktorda olmadığının farkındaydım. Asıl soruların cevaplarını vermeye başladı kadın. "Kan testinizde çıkan yabancı maddeyi detaylı testlerde bazı şüphelendiğim zehirli maddelerle karşılaştırdım. Bu konuda uzman bir dostumdan da yardım aldım. Çok az miktarda birkaç zehirli maddeden oluşan bir bileşen tespit ettik. Supernova adında yeni nesil bir uyuşturucuyla da çok benzer bileşenler bunlar."

Supernova adını duyduğumda beynimden vurulmuşa döndüm. Vural.

Kadın yaşadığım şokun farkında olmaksızın devam etti. "Biri size çok az miktarda veriyor bunu. İlaçlarınız, yemekleriniz, içecekleriniz... Hepsinde veya herhangi birinde olabilir. Düzenli kullandığınız her şeyde olabilir. Bu bileşenler doğal yollarla hasta olmuşsunuz izlenimi verir, kansere yakalanmışsınız gibi semptomlar yaratır. Detaylı araştırma yapılmadığı takdirde de kişi bunun farkında olmadan yavaş yavaş zehirlenerek ölür." Kadının yüzü ciddiyetle kasıldı. "Size tavsiyem, şu sıralar kendi pişirmediğiniz hiçbir şeyi yememeniz. Dışarıdan herhangi bir takviye almamanız." Ve şüphe uyandıran herkesten kurtulmamız.

Kenetli ellerimiz birbirimizinkini sıkarken Valentino girdiği şoktan zorla çıktı sırf o soruyu sorabilmek için. "Peki, tedavisi?"

"Açık konuşacağım, bu durum biraz ileri seviyede fark edildiği için işimiz zor. Tek çaremiz var, deneysel bir tedavi uygulamak. Bunun da bir garantisi yok." Dikkatle onu dinlediğimizin farkında olan kadın bir bana bir de Valentino'ya baktı. "Bunun için hemen hastaneye yatmalısınız Lâl Hanım."

Hâlâ elimi tutan ve güven verircesine sıkan adam, doktora döndü. "Ne gerekiyorsa yapın, doktor. Ne gerekiyorsa." Son cümlesi öyle ikna edici ve korkutucu çıkmıştı ki ben bile ürpermiştim.

Beni sorarsanız hâlâ şoktaydım. Neler olup bittiğini cam bir fanustan izliyormuş gibiydim. Sanki hayatımın bir parçasını değil de başkasının hayatını izliyor gibiydim. Her şey bulanıktı. Bu ihtimali kafamıza Nikolai sokmasına rağmen ihtimal vermemiştim. Sonuçta o da düne kadar pek güvenilir biri değildi. Bu yüzden tüm bunları doktordan duymak beni şoka uğratmıştı. Valentino benim kadar şaşırmasa da oldukça öfkeli görünüyordu.

Zehirleniyordum. Ve bunu yakınlarımda biri yapıyordu. Ürkütücü. Enseme üflenen soğuk nefes, düşmanımın yakınlarımda kol gezdiğini hissettiriyordu. Bu çetin savaşta korkutucu bir düşmanım vardı. Gizli ve sinsi bir düşman.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! ✨ 240 Bin okunmaya özel yeni bölümümüze hoş geldiniz! ❤️ Ancak yetiştirebildim. Çok hızlısınız, 246 Bin okunmaya ulaşmışız! Size bayılıyorum, çok teşekkür ederim! 😍 Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Sizce bunu Lâl'e kim veya kimler yapmış olabilir? Buraya yazabilirsiniz. Yeni bölüm hakkındaki teori, tahmin ve istek sahnelerinizi de buraya yazabilirsiniz. Hazır bizimkilerin arası güzelken hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazmayı unutmayın. 💖 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%