Yeni Üyelik
77.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 52

@buzlarkralicesi

-52-

❝Lâl❞

Yatağa uzanmış camdan dışarı baktım. Camın yansımasında yorgun yüzüm beni karşılıyordu. Doktorun isteği üzerine vakit kaybetmeden hastaneye yatmıştım. Tedaviye başladığımız için Valentino çok umutluydu. Ben de onun duygularını paylaşıyordum ama doktor geç kalınmış bir tedavi olduğunu belirttiği için Valent'in aksine her türlü olumsuz ihtimale de kendimi hazırlamıştım. Onun gibi toz pembe bakmıyordum duruma.

Hastanenin en özel odası hazırlatılmış, bizim hastanede bile görmediğim cinsten ihtiyaçların karşılanabileceği her şey vardı. Odamda yatağıma uzanmış camdan dışarı bakarken içeri Valentino girdi. Elinde kapalı bir tatlı tabağı vardı, yatakta karşıma oturup tabağı bana uzattı. Kapağını açtığımda bir dilim vişneli turta vardı.

"Doktora sordum, bir sakıncası olmadığını söyledi." Plastik çatal uzattı. "Sen seversin."

Tebessüm ettim. Moskova'da ben hamileyken bizim için özel olarak yaptırdığı vişneli turta gelmişti aklıma. Sevdikleri için kendini adamaktan çekinmeyen, mükemmel bir eş ve baba olabilirdi. Bu durumda olmasaydık. Yine de dudaklarım kıvrıldı yorgun bir memnuniyetle. Günlerdir tedaviden dolayı çok yorulmuştum, Valent de öyle. Ve yorulduğumun farkındaydı. Bana böyle bir jest yapmıştı. Her zaman beni neyin mutlu edeceğini çok iyi bilir. Bir tanem. Başımı öne eğerek güldüm ve "Teşekkür ederim." dedim.

Boşta kalan elimi tutan adam "Daha iyi misin?" diye sordu samimiyetle.

Sabah tedaviden dolayı midem allak bullaktı. Bu kez kusacak gibi oluyordum ama kusamıyordum. Sanki kusarsam rahatlayacak gibi hissetsem de olmuyordu. Doktor bunun tedaviyle ve ilaçlarla alakalı olduğunu, normal olduğunu söylediği için endişelenecek bir şey yoktu. Sadece bu durum beni fazlasıyla yoruyordu. Buna rağmen başımı salladım ikna edici bir biçimde. "İyiyim, merak etme sen." Elimi tutan elini okşayarak karşılık verdim. "Sen beni merak etme. Şirkete gitmen gerekiyorsa git, ben iyiyim. Zaten kaç gündür uğradığın yok."

Tek kaşını kaldırarak "Patron tarafından denetleniyor muyum?" diye mırıldandı alayla. Patron kendisi değilmiş gibi.


"Patronun olsaydım maaşından keserdim, evet."

Gülüştük. Vişneli turtadan iki çatal aldım. Daha fazlasını midem kabul etmedi. Komodinin üzerine bıraktım. "Tekrar teşekkür ederim, çok güzeldi." Biraz doğrulup dudağına bir öpücük kondurdum.

O sırada içeri kapıyı tıklatarak bir özel hemşire girdi. Biz ise yaramazlık yaparken yakalanmış iki ergen gibiydik. Ben utangaç, o ise ifadesiz bir biçimde bize yaklaşan hemşireye bakıyordu.

"Merhaba Lâl Hanım, bugün nasılsınız?"

"İyiyim, teşekkür ederim. Bir sorun yok."

"Tansiyonunuzu ölçelim." Tansiyonumu ölçtü, normaldi. Bakışlarıyla yatağın yanındaki butonu işaret etti kadın. "Bir ihtiyacınız olursa çağırmaktan çekinmeyin lütfen. Geçmiş olsun."

"Sağ olun." Gerçekten bebek gibi bakılıyordum. Şimdilik endişe edilecek bir şey yok gibi duruyordu. Ancak Valent'in hâlâ huzursuz olduğunu görebiliyordum. Günler geçmişti ancak hâlâ bu işin arkasındakinin kim olduğunu öğrenememişti ve bu durum onun canını çok sıkıyordu. Öfkeliydi. En çok da kendine. Beni koruyamadığını düşünüyordu, sanki gereken her şeyi yapmamış gibi. Yüzünü ellerimin arasına alıp okşadım. "Bu kadar çok kaşlarını çatarsan çabuk yaşlanacaksın."

İmayla "Sen de bunu istemiyor musun zaten?" demekten geri durmadı adam. Benimle uğraşmak hoşuna gidiyordu. Özellikle de kıskançlığıma takılmak falan.

Başımı yana yatırarak kısmen onayladım. "Eh, yaşlandığında daha yakışıklı olmayacaksan, kadınlar sana bakmasın diye bunu istiyor olabilirim." Çenesini okşayarak "Her ne kadar bu pek mümkün görünmüyor olsa da." diye mırıldandım ve hemen kendimi müdafaa ettim. "Masumca bir istek ama bu."

Güldü Valentino. Sağ eli yanağımı okşarken "Sanki senden başkasını gözüm görebilirmiş gibi." diye mırıldandı.

"Ona ne şüphe! Ama işte kadınlar durmaz, bakarlar."

Omuz silkti. "Baksınlar." Gözlerimin içine bakarak ekledi. "Ben hep böyle sana baktığım sürece bir önemi yok."

Tam yeni bir romantizm anı yaşamak üzereyken kapı çaldı ve içeri Nikolai girdi. Ben uslu durmaya çalışan bir öğrenci gibi geri kayıp arkama yaslanırken Valentino'nun dişlerinin arasından söylendiğini duyabiliyordum.

"Böyle güzel bir anı da ancak Miloradov sabote edebilirdi."

Nikolai bunu duymuş muydu bilmiyordum ama ifadesiz bir biçimde bize doğru geldi. Önce Valentino'ya baş işaretiyle selam verdikten sonra elindeki çiçeği komodinin üzerine bıraktı.

Valent'in çiçeklere delici bakışlarla baktığını görünce "Hasta ziyareti, tabii çok teşekkür ederiz çiçekler için." dedim ortamı yumuşatmak için. Valent'in bakışlarında bir değişiklik yoktu. Bir süre Nikolai ile bakıştılar. Normalde dizilerde bu uzun bakışmaların sonunda bir öpüşme gerçekleşirdi ama bu bakışmanın iki düşman arasında geçmesi işleri değiştiriyordu.

Nikolai bana döndü ve günlerdir duyduğum sorulardan birini sordu. "Nasılsın?"

"Tedaviye başladık. Şimdilik her şey yolunda, bekleyip göreceğiz."

Başıyla onaylayarak göz kapaklarını kırptı. "İyi olacaksın." Niko'nun bana yakınlığından rahatsızlık duyan Valentino bir öksürükle bu rahatsızlığını gizlemedi. Gerekli mesajı alan Miloradov ise gecikmeden söze girdi. "Seni kimin zehirlemeye çalıştığını buldum. Daha doğrusu... Çemberi daralttım diyelim." Merakla söyleyeceklerini dinliyordum. "Doktorun size söylediği Supernova detayından sonra araştırmalarımı genişlettim ve bugün Ivan'ın getirdiği bir haberle emin oldum." Sakinliğini koruyarak ekledi. "Tüm oklar Vural'ın babası Adnan Sezer ya da amcası İsmet Sezer'i gösteriyor. Bana kalırsa göz önünde bir politikacı olduğu için Adnan Sezer buna cesaret edemeyebilir ama kardeşi İsmet onun maşası görevini görüyor."

İkimiz de şaşırmış bir biçimde birbirimize bakarken Nikolai bu haberi hazmetmemizi bekliyordu. Bense Vural'la alakalı biri çıkacağını düşünsem de bunun çok az tanıdığım biri, amcası İsmet Sezer çıkacağını hiç düşünmemiştim. Toplasak iki kere görmüştük birbirimizi. Bu kanımı dondurmuştu. Zaten Vural'ın ölümünün bu kadar basit bir biçimde kapanmayacağını tahmin etmeliydim. Peşimi bırakmayacaklardı.

O an aklımdaki tek soru dudaklarımdan yankılandı. "Peki, Başkan?"

"Şaşıracaksınız belki ama onun bu konuyla bir alakası çıkmadı. Ya bu konudan haberi yok ya da bildiği hâlde sessiz kalıyor. Ama bu konunun içinde değil."

Onaylayarak başımı salladım. Vay be, bu kadar vicdansız çıkmamış demek, diye geçirdim içimden. Sonra aptal yanımı susturdu mantığım. Menfaati söz konusu olduğunda seni tek kalemde harcayacağını biliyorsun. Sadece, menfaati söz konusu olmamıştır işte.

Nikolai sakince Valent'e döndü. "Bununla ilgili bulduğum kanıtları sana ulaştırırım, incelersin." Bir süre bana baktıktan sonra "Ben gitsem iyi olacak. Tekrar geçmiş olsun, Lâl." dedi ve istemeye istemeye de olsa odadan çıktı.

Yalnız kaldığımızda bu kadar tesadüfün filmlerde bile olmayacağını düşünüyordum. İsmet Sezer'in bir anda ortaya çıkması, eve birini sızdırması -ki hâlâ kim olduğunu bilmiyorduk- ve Isabella. Neden bilmiyorum ama somut bir kanıtım olmasa da içimden bir ses onun da bu işin içinde olduğunu söylüyordu. Zaten babasının hasta olduğu yalanı da Wendy'nin söylediklerinden dolayı aklıma yatmamıştı. Valent'in ısrarlarıma rağmen kati suretle onu işe geri almadığını biliyordum ama kim bilir, belki de işe geri alması gerekiyordur. Ne derler bilirsiniz, dostunu yakın tut ama düşmanını daha yakın.

Tam ne düşündüğümü soracakmış gibi bana bakarken Valent'e döndüm ve "Valent, bence Isabella'yı işe geri almalısın." dedim cesurca.

"Ne?" Az önceki konuyla alakasını çözemeyen adam gözlerini devirdi. "Lâl, yine mi aynı konu?"

Yatakta doğrularak bağdaş kurarken ikna edici bir ısrarla "Ama bu kez farklı." yanıtını verdim. "Bak, içimden bir ses Isabella'nın da bu işlerin içinde olduğunu söylüyor. Bilmiyorum, belki de yanılıyorumdur ama bunu öğrenmenin tek yolu var. Onu yanımızda tutarak işin doğrusunu anlarız."

Az önce benim düşünceli tavırlarım şimdi Valentino'ya bulaşmış gibiydi. Sağ eliyle çenesini kaşıyarak düşüncelere daldı. Bunu fırsat bilen ben de yeniden hamle yaptım.

"Onu eski pozisyonuna geri al. Her şey yolunda sansın, yine yakınında dursun. Elbet bir hata yapacak."

Kısa bir an daha düşündükten sonra tekrar bana döndü bakışları. "Haklı olabilirsin." Onaylayarak başını salladı. "Bunu düşüneceğim." Üzerimdeki çarşafı bana örttü. "Sen şimdi dinlenmene bak, gerisini düşünme."

Bu kez usluca başını sallayan ben olmuştum. Valentino tam çıkacakken Wendy geldi. "N'aber enişte?" diye selamlaştılar.

Valentino "Lâl sana emanet. İki saate dönerim." diyerek odadan çıktı.

Baş başa kaldığımızda ise yanıma yaklaştı ve "Burada boş boş yatamazsın, sıkılırsın diye dergi getirdim. Ben malımı bilirim, kurtlusun sen kurtlu!" diyerek beni güldürüp elindeki dergileri komodine bırakırken çiçekleri gördü. "Ooo ne güzel çiçeklermiş bunlar! Eniştem yine döktürmüş desene. Şunları suya koyalım da solmasınlar."

"Valent değil Niko getirdi."

Elindeki çiçekleri cin çarpmış gibi yerine bırakırken "Şuan enişteme ihanet etmişim gibi hissettim." diye söylendi dehşetle. Sonra sanki Valent onu bir yerlerden izliyormuş gibi yukarı bakarak "Affet beni enişte." diye yakardı. Bense onun bu hâline gülüyordum. Ne yapılırdı ki başka?

Yanı başımdaki koltuğa oturduğunda "Eee... Luigi'yle nasıl gidiyor?" diye sordum. Günlerdir kendi derdime düştüğüm için onlardan detaylı bir haber alamamıştım. Wendy sık sık ziyarete gelse de sormaya vakit olmamıştı. Hastaneye yattığım için de onları yeniden yakınlaştırma operasyonum yarım kalmıştı. Bir gelişme var mı merak ediyordum.

Umutsuz bir biçimde omuz silkti Wendy "Bir şeyin gittiği yok." derken. Aslında hâli tavrı bir şeylerin yolunda gitmesini ister gibiydi. Yani Luigi tarafından bir ışık yansa olabilecekmiş gibi. Ama odun Luigi, kalas Luigi bunu anlayamayacak kadar salaktı. İşleriyle öyle kafayı bozmuştu ki salak, sonunda yalnız ve yaşlı bir adam olarak öleceğini düşünemiyordu bile. İş yine başa düşmüştü desenize. Ben tam yeni planlar kurmaya koyulurken "Ama..." diye ekledi Wendy.

Dizilerin ortasındaki reklam arası gibiydi. Merakta bırakıyordu. "Ama?"

"Ivan aradı dün, buluşmak istedi."

Korktuğum başıma gelmişti işte. Luigi salağı kızı elinde tutmayı beceremeyince kuş başka yuvaya uçuyordu. Ah Luigi, ah Luigi. Ben sana ne diyeyim bilmem ki. Keşke insanların ilişkilerine burnunu soktuğun kadar kendi ilişkine de sahip çıksan.

Tarafsız davranmam gerekiyordu. Sonuçta benim arkadaşım Luigi değil, Wendy'di. "Eee buluştunuz mu bari?"

"Aslında ben istemedim, yani Dokuz'un adamı çıktığı için güven vermiyordu. Senin de onun hakkındaki düşüncelerini bildiğim için."

"Hayatım benim düşüncelerimin ne önemi var? Adamı ben mi nikâhıma alacağım, hayret bir şey!"

"Ya orası öyle de. Senin de düşüncelerin önemli benim için."

Hemen sadede gelmek istediğimi gizlemeyen sabırsız hâlimle "Sonuç olarak ne oldu?" diye sordum.

"Çok ısrar etti, kendini anlatmak için fırsat vermemi istedi. Ben de gittim."

"Ne konuştunuz?"

"Benden gerçekten hoşlanıyor, Lâl. Bana değer veriyor. Ve Luigi'nin aksine, eğer bana bir şans verirsen ben ilişkimizin arkasında sonuna kadar dururum, bize sahip çıkarım dedi."

Eyvahlar olsun. Kuş yuvadan uçmak üzereydi. Üstelik gönlü Luigi'de olmasına rağmen. Biz kadınlar için aşk önemlidir, tamam ama güven ve huzur her zaman bir adım öndedir. Aşk da bir yere kadardı sonuçta. Selvi Boylum Al Yazmalım'da Asya'nın İlyas'a âşık olmasına rağmen Cemşit'i seçmesi gibiydi sevgi. Aşk geçiciydi ama sevgi kalıcıydı. Ve sevgi emekti. Bunu aynı filmi büyüyünce tekrar izlediğimde daha iyi anlamıştım. Wendy de aşkı bir kenara bırakıp sağlıklı ve mantıklı bir kadın gibi huzuru, güveni seçiyordu. Çünkü her kadın günün sonunda bir aşk macerasındansa huzurla kalabileceği güvenli bir limanı seçerdi. Bu böyleydi.

Onun iç sesi gibi "Peki, sen kimi seviyorsun?" diye sordum. "Kalbin kimde?"

"Luigi'yi sevdim, Lâl. Gerçekten. Ama o beni sevmedi. Bana değer vermedi. O sevgisine, ilişkisine sahip çıkacak cesarette biri değil. Bize sahip çıkamadı. Ama iki günlük Ivan bile ben bize inanıyorum, ilişkimize sahip çıkarım diyebildi. Sence de cevap çok açık değil mi? Sevgi bazen yetmiyor."

"Luigi çok pişman olacak. Hatasını anlayacak ama o anlayana kadar iş işten geçmiş olacak."

"Açıkçası artık orası beni ilgilendirmiyor. Kimseye kendimi zorla sevdiremem, Lâl. Benim de bir gururum var. Bunu onun düşünmesi gerekiyor, onun emek vermesi gerekiyor. Valentino'nun cesaretinin yüzde biri bile onda olsa biz bu hâlde olmazdık. Ama o bize sahip çıkamadı. Demek ki yeterince sevmiyor."

Belki de haklıydı. Bilemiyordum. Ama bu Luigi'ye bir güvercin gibi haber uçurmayacağım anlamına gelmiyordu. Birinin onu uyandırması gerekiyordu. "Ne yapmayı düşünüyorsun?"

"Hiçbir fikrim yok. Ivan'a karşı Luigi'yle olduğu kadar yoğun bir duygum yok, itiraf ediyorum. Ama onun kararlılığı beni de ikna edecek gibi. Şans vermeye değer biri gibi görünüyor."

Bu mümkündü. Yuvayı dişi kuş yaparsa o yuvayı kuracak uygun kuşu da erkek kuş bulurdu. Luigi ağzını ayırıp gezerse daha çok ağlayacaktı. Neyse ki yaptıklarına rağmen onun iyiliğini düşünen bir yengesi vardı, ona bu kıyağı yapacaktım. Tüm gıcıklıklarına rağmen.

Uzun sohbetimizin ardından zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım ki kapı aralığından Valent'in yüzü girdi. Wendy eniştesi gelince bir bahane bulup odadan çıktı ve bizi yalnız bıraktı.

Yanıma gelen adamın yorgun yüzüne baktım. "Şirkete mi gittin?"

Onaylayarak salladı başını. "Halledilmesi gereken birkaç iş vardı."

Günlerdir doğru düzgün uyumadığını, hastane ve şirket arasında mekik dokuduğunu görebiliyordum. Yanımda duran adamın bir elini yakaladım. "Valent, ben iyiyim. Eve git ve biraz dinlen. Günlerdir uyumadın, yorgun görünüyorsun."

"Yorgun değilim."

"İyi bir yalancısın ama yemiyorum." İkna edici bir bakışla tekrar ettim. "Biraz uyumalısın. Bak, ben de uyuyacağım. Burada senin sandığın gibi hastaneden kaçmalı, kaçırılmalı bir aksiyon yok yani." Sözüm üzerine başını öne eğerek güldü. Bu şekilde ne kadar karizmatik olduğunu görüp büyülenmiş bir biçimde ona baktım.

Bakışlarımın farkında olan adam "Bir şey mi oldu?" diye sorduğunda her zamanki gibi dürüstlüğüm üzerimdeydi.

"Karizmatik gülüşüne bakıyordum."

Yanı başıma oturup kaşlarını kaldırdı adam. "Hımm... Bak sen?" Sağ eli yanağımı kavrarken "Böyle bakmakla yetinecek misin yoksa bu karizmatik gülüşlü adama sahip mi olacaksın?" diye mırıldandı imayla.

Utangaç bir gülüşle karşılık verdiğimde yanaklarım alev alev olmuştu. "Ya Valent, burada olmaz biliyorsun." Bu kez başını öne eğen bendim.

Tek kaşını kaldıran adam "Ben yanağımdan bir öpücük çalmanı kast etmiştim, sen neyi kast etmiştin ki?" dedi kurnazca. Beni bozmaya bayılıyordu.

Yalandan gövdesini yumrukladım ve "Ya, Valentino çok kötüsün!" diye söylendikten sonra çarşafı yüzüme kadar çektim. Yalnızca gözlerim görünüyordu.

Bana daha da yaklaşan adam burnuma kadar çektiğim çarşafı indirdi ve eli çenemi kavradığında "Utanınca bir başka güzel oluyorsun." diye mırıldanıp dudağımdan öptü. İç geçirerek geri çekildi. "Ama dinlenmelisin."

"Tamam, kabul." İtaatkâr bir biçimde başımı salladıktan sonra kendi şartımı öne sürdüm. "Ama sen de gidip evde biraz dinlenirsen."

"Yorgun değilim, Lâl. Bir yere gitmeye de niyetim yok."

"Nereye yorgun değilsin? Günlerdir koltuk tepelerinde helak oldun. Git, birkaç saat evde uyu sonra yine gelirsin." İkna edici bir biçimde gözlerimi açıp kapayarak "Ben iyiyim." dedim. "Ayrıca da kapılarda bu kadar koruma varken tehlikeli bir aksiyon olmaz." Yanağını okşayıp ikna etmeye çalıştım. Onu bir fikre ikna etmek zordu. "Hadi, git biraz dinlen lütfen. Benim için."

İsteksiz de olsa "Peki, tamam." dedi ve hemen aceleyle ekledi. "Montrel'i yanına gönderiyorum, bir an bile kapının önünden ayrılmayacak. Zaten Pietro ve Luigi de seni görmeye geleceklerini söylediler. Ben de iki saat sonra dönerim."

"Acele etme."

"İki saat sonra."

Israrlı duruşu üzerine kabullendim gülerek. "Peki, iki saat sonra."

Saçlarımdan öpüp kokumu içine çektikten sonra şefkatle çenemi sıkıp usulca odadan çıktı. Onun da biraz dinleneceğini bilmek beni rahatlatmıştı.

Yarım saat geçti ya da geçmedi, kapı tıklatıldı ve içeri Pietro ile Luigi girdi. Ben onları gördüğüme sevinmiş bir biçimde oturduğum yerden onları yanıma buyur ettim. "Ah, hoş geldiniz. Ne ikram edeyim size, ağrı kesici kapsül, serum?" Türk misafirperverliğimi her yerde göstermeliydim.

Pietro bu şakama gülerken Luigi her zamanki gibi ifadesizdi. Ruh gibi. Her zamankinin aksine oldukça düşünceli de görmüştüm onu. Bir insan kendi hayatını ancak bu kadar sabote edebilirdi.

Pietro "Seni görmeye geldik, nasılsın?" diye sorarken her zamanki arkadaş canlısı tavrı hâkimdi.

"İyiyim, çok iyiyim. Siz de geldiniz, iyi ettiniz."

Havadan sudan kısa bir sohbetin ardından Pietro'ya imalı bir bakış attıktan sonra "Pietro, bize içecek bir şeyler alır mısın?" diye ricada bulundum. Amacım Luigi ile yalnız kalmaktı ve Pietro da bunu anlayıp bize gereken ortamı sağladı.

"Elbette, birazdan gelirim." Abisinin göremediği bir açıdan göz kırparak odadan çıktı. Gerçi abisinin bu düşünceli durumdayken burnunun ucunu görecek hâli yoktu ya, neyse.

Yalnız kaldığımızda ilk adımı attım. "Luigi, seninle konuşmam gereken önemli bir konu var. Bu konuşmayı yaptıktan sonra fikrin değişmezse konuyla ilgili ağzımı bile açmayacağım, parmağımı bile oynatmayacağım."

"Neden bahsediyorsun?"

"Wendy'le ikinizden." Bu konuyu duyunca içine kapanmaya hazırlanan adamı kıskıvrak yakaladım. "Bak, seninle hiç iyi bir başlangıç yapmadık, farkındayım. Sen beni sevmezsin ben de seni sevmem, eyvallah. Ama gönül bu, ota da konar boka da. Wendy seni sevmiş bir kere."

Ters ters bakarak "Bok olduğumu mu ima ediyorsun?" diye sordu gücenmiş bir biçimde.

"Hayır, ima etmiyorum. Direkt söylüyorum." Gözlerimi devirdim. "Ama konumuz bu değil, sen bu konuşmada Wendy'nin sana olan sevgisine odaklanmalısın."

Bakışları tarlası yanmış köylü gibi garibanlaştığında "Wendy beni seviyor ama biz-" diye söze girdiğinde zırvalıklarını dinleyemeyecektim çünkü kültür farklılıklarıyla ilgili nutkunu bir kez daha dinlersem ağzının ortasına bir tane yapıştıracaktım. Sabrım çok az kalmıştı.

"Ayy dur şimdi, farklı dünyaların insanlarıyız tiradına girme hiç çekemem. Ben sana önemli bir şey söyleyeceğim, kapa gaganı da beni iyi dinle." Ciddi bir ifadeyle konuya girdim. "Bak Luigi, Wendy seni seviyor. Senin de onu sevdiğini biliyorum. Böyle bir şey insanın başına bir defa gelir. Bir başkasıyla aynı uyumu yakalaman hayatında iki kere piyango kazanma ihtimalinden bile düşüktür." İşaret parmağımla uyaran bir ifade takındım. "Ama sen bu şansı kaybediyorsun."

"Bak, Lâl-"

"Wendy'yi başkası kapmak üzere." Ciddi yüz ifademle ekledim. "Bu defa şakasız."

"Ne?"

Söylediklerim şimdi ilgisini çekmeye başlamıştı. "Wendy'nin geldiği gün havaalanında tanıştığı bir yakışıklıdan bahsetmiştim hatırlıyor musun?" Bön bön suratıma bakan adama "O adam Nikolai'nin adamı Ivan'mış." dedim. Gözlerini belerten adama düzgünce açıkladım. "Wendy bunu bilmiyordu tabii. O masumca havaalanında hoş bir adamla tanıştığını anlattı bana, adını bile bilmiyordu biz Ivan'la AVM'de karşılaşana kadar. Sonra çıktı olayın aslı." Kaşlarımı kaldırarak kendi yorumumu da kattım olaya. "Ha tabii Ivan bunu biliyor muydu yoksa bu iki taraf için de bir tesadüf müydü o kadarını ben bilemem. Bildiğim tek şey, Wendy'yi kaybetmek üzere olduğun."

Hâlâ şaşkınlığını atamayan adam "Ne yani, düşmanımızın adamı, Ivan... Wendy'e mi-" diye mırıldanırken ne diyeceğini bilemez hâlde susup yerdeki fayansları inceledi. "İyi de bu nasıl olur?" Aniden durumun vehametini fark eden adam olaya mantığıyla bakmaya başladı. "Wendy bizim düşmanımızla nasıl olabilir? Bunu bile bile hem de!" Gözlerinde Wendy'yi kaybetme korkusunun ve öfkenin parıldadığını görebiliyordum.

"Luigi, Wendy'yi Ivan'ın kollarına sen itiyorsun farkında bile değilsin. Bak aklını başına topla yoksa bu kız gitti gider benden söylemesi."

"Ne saçmalıyorsun sen Lâl?"

"Bir şey saçmalamıyorum, aranızda en mantıklı konuşan benim." Sakin kalmaya çalışarak açıkladım durumu. "Luigi, sen Wendy'yi hiçbir zaman sahiplenmedin. İkiniz de birbirinizi sevdiğiniz hâlde aranızdaki ilişkiye sahip çıkmadın. Ona değer vermedin. Wendy seni seviyor. Ama sana bir şey söyleyeyim mi? Bu sonsuza dek sürmeyecek. Bir kadın gerekirse huzuru ve demir atabileceği güvenli bir liman için aşkını da feda edebilir. Şimdi ne oluyor biliyor musun? Ivan senin yapamadığını yapıyor. Wendy'yi seviyor, onu her hâliyle kabullenip duygularını sahipleniyor."

Rahatsızlık içinde yutkunan adamın yüzü buruşmuştu öfke ve üzüntü içinde. "Nasıl yani?"

"Ivan ısrarla Wendy'le buluşmak istemiş. Wendy hayır falan dese de ikna edip buluştuğunda da bana bir şans verirsen ben ilişkimizin arkasında sonuna kadar dururum, senden hoşlanıyorum, sana olan duygularım geçici değil, ben bize inanıyorum, ilişkimize sahip çıkarım demiş. Wendy şuan ne düşünüyor biliyor musun? Senin Wendy'yi asla sevmediğini, gönül eğlendirdiğini, onu bir seks objesi gibi kullanıp attığını düşünüyor. Ve tabii eğer varsa duygularına bile sahip çıkamayan bir korkak olduğunu."

Bu duydukları ona çok fazla gelmişti, farkındaydım. Duraksayıp ne diyeceğini uzun bir süre bilemedi. Sonra diliyle alt dudağını ıslatıp söze girmeye çalıştı. "Lâl, öyle değil. Ben Wendy'yi gerçekten seviyorum." Bunu bana söylediği için rahatsızlık duyuyordu. Sağ eliyle alnını ovaladı. "Tanrım, ne yapıyorum ben?" Duygularını anlatmaya alışık olmadığı hâlde belki de dünyada dertleşeceği son kişiyle yani benimle dertleşiyordu ve bunun farkına vardığı için kendini aptal gibi hissediyordu. Onu çok iyi anlıyordum.

"Belki de hayatında ilk defa doğru bir şey yapıyorsun, Luigi." Samimiyetle devam ettim. "Birini sevmek ve sevdiğini söylemek ayıp ya da utanılacak bir şey değil, Luigi. Hele aptal hissetmen gereken bir şey hiç değil. Aşkına sahip çıkmalısın. Çıkamazsan sahip çıkan biri elbet olur. Sense ömür boyu bunun pişmanlığıyla kavrulurken sevdiğin kadını başka bir adamla mutlu aile tablosunda öylece izlemekle kalırsın." Ona gaz pompalayacak sözlerime devam ettim. "Bugün Wendy'le konuştuk, dertleştik biraz. Bana Luigi'yi gerçekten sevdim ama o beni sevmedi, bana değer vermedi dedi."

"Bu doğru değil."

"Kimseye kendimi zorla sevdiremem, benim de gururum var, o sevgisine, ilişkisine sahip çıkacak cesarette biri değil, bize sahip çıkamadı ama iki günlük Ivan bile ilişkimize sahip çıktı dedi. Sevgi bazen yetmiyor, dedi." Bakışlarını indirerek ona samimiyetle sordum. "Sence haklı mı? Sevgi bazen yetmiyor mu?"

Dudakları kurumuş adam ne diyeceğini bilemez hâlde yutkundu. "Onu kaybetmek istemiyorum ama devam edersek yine üzülecek olanın o olmasından korkuyorum. Başaramayacak olmamızdan korkuyorum. Farklı kültürler, farklı hayatlar." Eliyle beni gösterdi. "Sizin hâlinize bakıyorum, neler yaşadınız! Sen Türk'sün, Müslümansın. Valentino safkan bir İtalyan, Hristiyan."

Başımı iki yana sallayarak "Bizim ilişkimizde gerçek sorun hiçbir zaman bu olmadı, Luigi. İnan bana." dedim samimiyetle. "Evet, biz birçok şey yaşadık, aşkımız çok fazla şeyle sınandı, bir sürü engeli atlattı. Ama hiçbiri bizi ayırmaya yetmedi." Omuz silkerek ekledim. "Farklı kültürlerden olmamız bu engellerin arasındaki belki de en masum şey. Biz hiçbir zaman farklı dinlere mensup olmamızı sorun etmedik bile. Bizim daha büyük sorunlarımız oldu hep. Ama ne Wendy'nin Başkan gibi bir babası var, ne de senin Andrea ve Anna gibi karanlık sırların. Olsaydı bile gerçek aşk her şeyin karşısında dururdu inan bana." Onun açısından bakarak uysallaştı sözlerim. "Tamam, bize baktığında ilişki kavramından korkman çok normal." dedim ironik bir gülüşle. "Çok sakin bir ilişkimiz olduğu söylenemez ama farklı kültürler, farklı hayatlar bahanesine sığınmayı bırak ve bir kez olsun aşkına, sevgine, duygularına sahip çık."

Ellerini iki yana açan adam "Benden ne yapmamı bekliyorsun ki?" derken çaresizliği gün gibi ortadaydı.

Onu yıllardır gelenekleriyle bezenmiş düşünce yapısından bir anda sıyırmak oldukça zordu. Ama denemekten vazgeçmedim. "Bak, bunu seninle paylaşmam doğru değil biliyorum, belki de arkadaşlığımıza ihanet ediyorum ama söyleyeceğim. Wendy hâlâ seni seviyor ve Ivan'a sana karşı hissettiği türde duygular hissetmiyor. Ama Ivan vazgeçmeyecek ve eninde sonunda kararlılığıyla Wendy'yi bu ilişkiye ikna edecek. O zaman üzülen yine sen olacaksın. Ne yapmam gerekiyor diye soruyorsun ya, yapman gereken çok basit. Git ve aşkına sahip çık. Yoksa sonsuza dek yapamadıklarının pişmanlığını duyacaksın."

Başını öne eğmiş düşünen adam bir süre sonra yüzünü bana döndü. "Sen hiç pişmanlık duydun mu?"

Sonunda kartlar açıktı. Birbirimize karşı açık ve dürüsttük. Bundan memnun bir biçimde itiraf ettim. "Valentino'yu çok sevdim. Ama zaman zaman yeterince belli edemedim bunu. Korkularıma, merakıma, gururuma çok yenildim. Onu çok üzdüm, kırdım. Aşkının kıymetini bilemedim." Hırıltılı bir nefes verirken kucağımdaki avuçlarıma bakıp iç geçirdim. "Allah bana daha uzun bir ömür biçseydi ya da bir şans verseydi... Ben her şeyi düzeltmek için elimden ne geliyorsa yapardım. Ona sevgimi ve aşkımı daha çok gösterirdim. Onu çok sevdiğimi daha sık söylerdim. Ve ona hep istediği aileyi, bebeği vermek isterdim." Adamın gözlerine baktım. "Benim hâlim sana ibret olsun. Sen aşkına benim kadar geç kalma, görüyorsun ya, sonra istesen de dönüşü olmuyor."

Bakışlarından duygulandığını ama bunu belli etmemek için yoğun bir çaba gösterdiğini görebiliyordum. Kapıya doğru yürüdü, iki adım kala dönüp bana baktı Luigi. Bir süre hiçbir şey söylemeden öylece durduktan sonra "Lâl." dedi sakinlikle. İlk kez bana bu kadar arkadaşça davranıyordu. Gözlerini kapayarak başını salladı. "Sağ ol."

Ben de aynı şekilde başımı sallayarak onayladım. "Hadi git çiçek miçek al kıza, ne bileyim. Yap bir şeyler işte." Luigi çıkarken arkasından bağırdım. "Kadınlar mücevherleri sever!" Aslında oyuncak ayıları da severdi ama Luigi'nin kendisi varken Wendy'nin bir tanesine daha tahammülü olacağını sanmıyordum. Güldüm. Sonunda aklını başına topladığını görmek güzeldi. Yorgunlukla başımı yastığa koyduğumda güzel rüyalar görerek uykuya daldım.

Kırlarda, bayırlarda koşarken çimlerin üzerine oturdum ve uzaklardan Valent'in gelişini seyrettim. Huzurun ta kendisi. Yanında altın saçlı küçücük bir kız çocuğu vardı. Bana doğru geldiklerinde çocuk boynuma atladı. Henüz ağzı alışmamış olmasına rağmen "Anne." diyebildi.

Gözlerimi araladığımda en güzel rüyamdan uyanmış, gerçekliğimdeydim. Valentino yanı başımda saçlarımı okşuyordu. Yüzü biraz daha dinlenmiş ve iyi görünüyordu. "Günaydın." Elleri hâlâ dalgınca saçlarımda dolanırken "Uyurken çok güzel gülüyordun, rüyanda ne görüyordun merak ettim doğrusu." dedi memnuniyetle.

Ona söylemeli miydim? Bir yanım söylemek için can atarken öteki yanım bunun yok yere umutlandırmaktan başka işe yaramayacağını söyleyip duruyordu. Başımı yana çevirip yaramaz bir çocuk gibi belli belirsiz tebessüm ederek "Hiç." dedim. "Hatırlamıyorum."

Çarşafı üzerime örterken bunu engelleyen adam "Bence hatırlıyorsun." diyerek beni polis gibi sorguya aldı. "Söylemeyecek misin?" Başımı iki yana salladım. "Peki öyleyse, sen söyleyene kadar cezana katlanacaksın."

"Ne?" Yatakta beni gıdıklamaya başladı. "Hayır!" Ben katıla katıla gülerken karşımdaki adamın acıması yoktu. "Valentino, yapma! Yeter! Ya altıma işeyeceğim!"

Gülse de beni gıdıklamaktan vazgeçmiyordu. "Söyleyecek misin?"

Bense pes etmiş bir biçimde "Tamam, tamam söyleyeceğim!" dedim nefes nefese.

Durdu adam. Beklentiyle beni izliyordu. "Dinliyorum."

"Bizi gördüm. İkimizi." Bakışlarım yerde dolanırken "Kırlardaydım. Sen yanıma geliyordun." diyerek devam ettim. "Yanında altın saçlı küçücük bir kız çocuğu vardı. Bana anne dedi. Bizim çocuğumuzdu." Gözlerim beklentiyle parlarken adama bakıyordum. Ne tepki vereceğini merak ediyordum.

Gözlerinde hareleri heyecanla büyürken bakışları yumuşadı. Bakışları benimkiler gibi parlarken alt dudağını ısırdı. "Altın saçlı bir kız çocuğu, ha?"

"Evet."

"Ay gibi parlayan."

"Hı hı."

"Sana benzeyen." Bilmem dercesine dudağımı büktüm. Verdiğim yanıtlar ise onun için yeterli gelmişti. Bana yaklaşıp belimi sardı ve kendine doğru çekti. "Bu ne demek biliyor musun?"

"Ne demekmiş bakalım ünlü rüya yorumcusu Valentino Riccardo?"

"Bu rüya, sen iyileşir iyileşmez..." Sırtımı göğsüne yaslayan adamın elleri karnımda birleşti. "Bebek çalışmalarına başlamamız gerektiği anlamına geliyor."

"Bak sen?" Başımı çevirip boynuna gömerken oraya bir öpücük kondurdum.

"Beni kışkırtma çünkü bunun hiç sırası değil."

"Neyin?"

"Bebek çalışmalarına başlamanın."

"Ya Valentino! Terbiyesizleşme."

Ben tatlı tatlı ona kızarken adamın telefonu çaldı. Usulca ayrıldığımızda telefonuna baktı. "Bu önemli olabilir." Ayağa kalktı ve odadan dışarıya doğru adımlarken aramasını yanıtlayıp konuşmaya başladı.

Odada yalnız başıma kaldığımda meraka kapıldım. Aniden ciddiyetle odadan çıkması bana bu telefon konuşmasının ne konuda olduğunu düşündürüyordu. Yatakta bağdaş kurup yanaklarımı şişirdim. Birkaç dakika dergileri kurcaladıktan sonra içeri yüzü sirke satan Valentino girdi. Yanıma yaklaştığında öfkeli olduğunu görebiliyordum. Yatağımın karşısında yabancı gibi duran adamı "Gelsene." diyerek çağırdım. Usulca yaklaşıp yanıma oturdu. "Ne oldu? Yüzünün bu hâli ne?" Yanaklarını avuçlayıp gözlerine baktım.

Yüzüme bakmıyordu. Öfkeli ve üzgündü. Tuhaf bir yüz ifadesi hâkimdi gözlerinde. "Seni kimin zehirlediğini bulduk. Evdeki haini."

Keyfim kaçmıştı. Ama bunun eninde sonunda olacağını biliyorduk değil mi? Metanetimi koruyarak "Kimmiş?" diye sordum yorgunlukla.

Yüzündeki o tuhaf ifadeyle bana bakıyordu yanıt verirken. "Benim."

Donup kaldığımda neyi kast ettiğini anlayamamıştım. "Nasıl sensin?" Güldüm alayla. "Ya saçmalama Valentino."

"Dolaylı olarak da olsa zehirlenmene sebep olan benim, Lâl." Gözlerime ciddiyetle bakarken hiç de şaka yapar gibi görünmüyordu. Zaten böyle bir durumda şaka yapması mümkün değildi.

"Valentino saçmalama da işin aslını anlat bana." Yanaklarını okşadım şefkatli bir bakışla. "Sen beni zehirlemezsin ki. İstesen de yapamazsın bunu." Onu biraz daha anlatmaya cesaretlendirdim. "Hadi saçmalama da işin doğrusu neymiş söyle."

"İsmet Sezer'in seni zehirlemesi için tuttuğu adam, benim senin için özel getirttiğim Türk aşçıymış. Pietro'nun araştırmaları sonucu kanıtlandı."

Yüzümün rengi atmış, vücudumdaki tüm kan çekilmiş gibi hissediyordum. Bunun olanağını hiç düşünmemiştim. Düşmanımın bu kadar görünmez birinin çıkabileceğini. Ancak şuan benim için oturup şaşırmanın sırası değildi. Karşımda suçluluk duygusundan ölmek üzere olan bir adam duruyordu, onu sakinleştirmeliydim. Önce "Bunun olmasını ben de tahmin etmiyordum." diye itiraf ettim teslim olurcasına. Sonra hemen toparladım. "Ama bunda senin bir suçun yok ki sevgilim, kendini neden suçluyorsun? Sen benim için güzel bir şeyler yapmak istedin sadece."

Dişlerinin arasından "Daha dikkatli olmam gerekirdi, lanet olsun." diye keskin fısıltılarla söylenirken yerinde duramıyor gibiydi.

Omuzlarından tutup onu sakinleştirdim, durdurdum. "Valentino, yapma şunu. Senin ne suçun var? Adamlar beni ortadan kaldırmayı kafaya koymuş. Sen kimi getirtirsen getir birini ayarlayacaklardı bu iş için. Muhtemelen sen adamı getirttikten sonra parayla satın aldılar."

"Hayır, bunu kabul edemem." Delice başını iki yana sallarken yutkundu. "Benim yüzümden bu hâlde olmana katlanamam."

"Valentino, senin yüzünden değil! Beni dinlemiyor musun?" Yüzünü okşadım sakince. Yanakları alev alevdi. "Sen bana zarar veremezsin. Bu senin suçun değil. Lütfen kendini suçlama. Yapma bunu. Hadi, sakinleş."

Onu sakinleştirmek uzun sürmüştü. Saatlerce bunun şokunu atlatamamıştı ve olanlardan kendini suçlayıp durmuştu. Atlatması için biraz zamana ihtiyacı vardı. Bense evdeki hain bulunduğu için mutlu ve huzurluydum.

Biraz durulduğuna memnun olduğum adam yatağın üzerindeki sağ elinin yumruğunu sıkarak "İsmet Sezer de, o aşçı da en acımasız şekilde cezalandırılacaklar sana söz veriyorum." dedi kesin bir dille. "Onların canını bizzat ben alacağım."

"Tamam, sakinleş biraz." Başını göğsüme yasladım. "Bak, ben iyiyim, buradayım, yanındayım." Dinlendirici bir ses tonuyla "Her şey yolunda." Ellerim saçlarında dolanırken başını öptüm.

"Lâl, seni seviyorum. Ve yemin ederim, böyle olmasını istememiştim."

"Valentino saçmalama! Tabii ki biliyorum."

"Şuan benim yüzümden bu hâldesin. Zehirlendin, ölümlerden döndün."

"İyi de bunların hiçbiri senin yüzünden değil." Yüzünü ellerimin arasına alıp gözlerine baktım. "Bak, Sezer ailesini benden daha iyi tanıyamazsın. Onlar dışarıya karşı dünyanın en iyi, örnek ailesi olarak görünürler ama içlerinde sosyopat canavarlar gizlerler. Tıpkı Başkan ve ailesi gibi. Onları birbirine bağlayan ortak bağları da bu zaten. İnsanların hayatını hiçe sayan acımasızlıkları ve sosyopatlıkları. Biz o canavarların inine girdik, dünyadan bir pisliği yok ettik. Vural Sezer gibi biri öldü. Böyle bir şeyin olması kaçınılmazdı. Hayatımız bu kadar çalkantılıyken fark edemememiz çok normal." Alnına düşen saçlarını nazikçe düzeltirken ekledim. "O yüzden kendini suçlamayı bırak. Hayatta bazı şeyler vardır, biz engel olamayız. Gücümüz bile engel olmaya yetmez. Buna kader denir."

"Kendimi suçlamayıp ne yapacağım Lâl, söyler misin?"

"Tabii ki söylerim." Bilmiş bir ifadeyle dudak büküp gülümsedim. "Hayatımıza dair güzel anılar biriktireceğiz. Yapamadığımız her şeyi yapacağız, herkese inat mutlu olacağız. Şimdi anladın mı?"

Kaşlarını kaldırarak "Hım...?" diye mırıldandı adam. Bilmişliğime karşılık aynı bilmişlikle karşılık verdi.

Onaylayarak başımı salladım ve dudaklarına uzandım. Öpüşlerimle sakinleşen adam aynı tutkuyla karşılık verdi. Ayrıldığımızda burun burunayken dudaklarımda hâlâ onun tadı varken yutkundum. Anın tadını yaşadım. "Mesela... Şuan ne istiyorum biliyor musun?" dedim kısık sesle.

"Ne?"

"Burada, seninle dans etmek."

Usulca yanımdan kalkıp önümde dikilirken dansa kaldırırcasına elini uzattı. Hemen telefonuma uzanıp bir müzik açtım ve onu bekletmeden elini tutup ayağa kalktım.


Ellerimi adamın boynuna sardığımda onun elleri belimde birleşmişti. Başımı onun boynuna gömdüğümde belki de en güzel rüyamı yaşıyordum. Kulağına uzanıp yeni bir sır verir gibi "Seni seviyorum." diye fısıldadım.

Dudakları şakağıma öpücük kondururken "Seni seviyorum. Sonsuza dek." fısıltısıyla karşılık verdi. Başım sanki yuvasını bulur gibi omzuna düştü. Mutluluk sarhoşuydum.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🖤 260 Bin okunmaya özel yeni bölümümüze hoş geldiniz! Yeni bölüm beklediğimden biraz geç geldi ama geç olsun güç olmasın diyelim. 🥲 Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Geçen bölümde herkes hainin Wendy olduğunu falan düşünmüş. Bu kadar çok kişinin bunu düşüneceğini hiç beklemiyordum. Yeni bölüm hakkındaki tahmin, teori ve istek sahnelerinizi buraya alabilirim. Veee... Hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazarsanız çok sevinirim. Yorumlarınızı bekliyor olacağım, sevgiler bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%