Yeni Üyelik
78.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 53

@buzlarkralicesi

-53-


❝Nikolai❞

Evin bahçesinde sessizlik içinde içkimi yudumlarken gökyüzündeki yıldızlara bakıyordum tembelce. Günlerdir ölü gibi yaşıyordum. Uzamış sakallarım, bitkin hâlimle ilgilenmiyordum. Aynaya bakmıyordum bile. Bütün gün sessizlik içinde odanın panjurlarını kapatıp oturuyordum karanlıkta.

Bu sebeptendir ki günlerdir benden haber alamayan Ivan kapıya dayanmıştı. Polina gelip "Bay Ivan geldiler, sizi görmek istiyorlar." dediğinde sakinlikle onayladım. Yanıt vermeye bile güç bulamamıştım.

Kısa süre sonra Ivan geldi ve karşımdaki koltuğa oturdu. Vermek istediği aşırı tepkilerini bastırmaya çalışarak karşıma oturdu. "Şu hâline bak. Mağara insanlarına dönmüşsün."

"İltifat için teşekkürler."

"Kaç gündür Hydra'ya da gelmiyorsun. İşlerin başında durmuyorsun." Başını eğip benimle göz göze gelmeye çalıştı. "İşler kötüye gidiyor."

"Umurumda değil." Yorgun bir ifadeyle içkimden yeni bir yudum aldım. "Lâl'den başka hiçbir şey düşünemiyorum, odaklanamıyorum." Nefes aldım isteksizce. "Onu merak ediyorum, görmek istiyordum ama gidemiyorum. Onu zor durumda bırakmak istemiyorum. Ama aklım hep onda. İyi mi, tedavisi nasıl gidiyor bilmiyorum. Onu kaybedersem nasıl yaşarım bilmiyorum."

"Abartma, Nikolai." Sıradan yüz ifadesiyle bana bakarken beni anlamaktan çok uzaktı. "Lâl hiçbir zaman senin olmamıştı ki onu kaybedeceksin."

"Biliyorum." Omuz silktim çaresizce. "Ama onun uzakta bir yerlerde sağlıklı olduğunu bilmek bile huzur veriyordu. Riccardo'yla olsa bile." Zorlanarak dişlerimi sıktım. "Onun yatağında olsa bile."

Kısa bir düşünme anından sonra "Durumu iyiye gidiyormuş." dedi Ivan sakince. Ne dediğini anlamayıp dikkat kesildiğimi gören adam açıkladı. "Lâl'in tedavisi, iyiye gidiyormuş."

Gözlerim parladı merakla. "Sen nereden biliyorsun?" diye sorarken yerimden doğrulmuş ona bakıyordum.

"Wendy öyle söyledi."

Aldığım güzel haberle arkama yaslanıp başımı gökyüzüne çevirdiğimde "Şükürler olsun." diye inledim.

Bu durumu garipseyen Ivan "Neye şükrettiğini sorabilir miyim?" diye mırıldandı. "Bir hiçliğe mi?" Tanrı'ya ve maneviyatına karşı inançsızlığıma atıfta bulunur gibiydi. "Ne zamandan beri inançlı bir Hristiyan'sın?"

Bir yanıt vermedim. "Lâl iyi." diye sayıkladım yalnızca. "O iyi." Rahat bir nefes aldım. "Onun iyi olması için kime şükran duymam gerekiyorsa duyarım."

"Tam olarak iyileşmemiş ama tedavisi olumlu ilerliyormuş. Yani Wendy'nin söylediği kadarını biliyorum ben."

İkinci kez Wendy'nin adını kullandığında bakışlarım hınzırca ona döndü. "Anladığım kadarıyla Wendy'le aranızdan su sızmıyor. Ne ara bu kadar yakın oldunuz?"

"Yakın değiliz." Bu sefer omuz silken kendisiydi. "Elbette ben olmak isterdim ama henüz değiliz."

"Ivan, sen bu Wendy konusunda ciddi misin?" Kuşku dolu gözlerle onu inceliyordum. "Çünkü Lâl beni bu konuda çok ciddi bir biçimde uyardı."

"Ne dedi?"

"Arkadaşına söyle, arkadaşımdan uzak dursun dedi." Ivan buna bir yorumda bulunmasa da ben anlamıştım. Wendy'den hoşlanıyordu. "Peki, Wendy ne hissediyor?"

"Bilmiyorum. Yani... Benden aşırı hoşlandığını düşünmüyorum ama bir şansım olabileceğini umuyorum." Gözleri uzaklara dalan adamın bu bakışlarını tanıyordum. Kendimden. "Çok üzülmüş, kırılmış. O yüzden temkinli yaklaşıyor. Benim kadar yoğun duygular hissetmediğinin de farkındayım ama belli de bir şansımız olur, kim bilir..."

Lâl ile bir şansımız olabileceğini düşündüğüm günler gelmişti aklıma. Çok da uzak olmayan o günler. "Kim bilir..." diye mırıldandım yalnızca. Çünkü ben bu filmi daha önce izlemiştim, pek de güzel bir sonu yoktu.

❝Lâl❞

Aradan haftalar geçmişti. Zorlu günlerdi. Sancılı ve zorlu. Ama bu süreç her ne kadar zorlu olsa da güzel meyvelerini vermeye başlamıştı. Tedavim olumlu sonuçlanıyordu. Benim bile beklemediğim bir biçimde olumlu. Valentino ümit etmişti ve oluyordu işte. Her şey onun kararlılığı sayesinde olmuştu. Hiç vazgeçmemişti. Bir an bile.

Doktorla görüşmek için odamda hazırlanırken Pietro Valent'i dışarı çağırdı. Kapının dışında konuşurlarken ben de hazırlıklarımı bitirip son kez aynada kendime bakmak istedim. Banyoya girip aynada yüzüme baktım. Hâlâ biraz renksiz olduğu için allıkla biraz renklendirmeye karar verdim. Banyonun hemen yanındaki aralık kapıdan Pietro ve Valent'in konuşmaları çalındı kulağıma. İtalyanca konuşuyorlardı.

Pietro "Buraya gelmek istiyorlar." diye mırıldandı alacağı cevaptan korkarcasına. "Sicilya'ya dönmek." Sesi sanki Valent'in tepkisini ölçer gibi çıkmıştı. "Ve o... Seni görmek istiyor."

Kimden bahsettiklerini anlamıyordum ama açıkçası artık umurumda da değildi. Bu saatten sonra Valent'in benden gizli bir aile çıkmasının mümkünatı olmadığına göre kim oldukları beni zerre alakadar etmiyordu. Mesela Anna falan olabilirdi. Ancak Pietro çoğul konuştuğu için bu teorim de çürüyordu. Dedim ya, umurumda değil. Sevdiğim adam yanımda olduğu sürece kimin ne bok yediğini umursamıyordum artık. Tuhaf bir umursamazlık çökmüştü üstüme ve bu bana iyi geliyordu.

Valentino ise umursamaz bir biçimde kestirip attı. "Hayır. Bunlarla uğraşacak vaktim yok. Ayrıca onları görmek istemiyorum. Lâl hastayken bu saçmalıklarla uğraşamam."

"Onlara ne söyleyeyim?"

"Söyle, benim uygun gördüğüm başka bir zaman gelsinler."

"Sen nasıl istersen."

Pietro gittikten sonra Valentino odaya geri döndüğünde aralık banyo kapısından bana baktı. Usulca içeri girip arkamdan sarıldı belime. "Çok beklettim mi?"

Allığımı sürerken başımı iki yana salladım gülerek. "Seni bir ömür bekleyeceğimi biliyorsun." Son sözüm üzerine dudakları boynumu gıdıklarken gülmeye başladım ve allık fırçasıyla ben de onun burnunu gıdıkladım.

Hazırlıklarımızı tamamlayıp doktorun yanına gittik. Günlerdir olumlu konuşmalar dönmesine rağmen bir yanım korku duyuyordu. Ya bir pürüz çıkarsa, kötü bir şey söylerse diye yüreğim pır pır ediyordu. Elimi tutan adam ise gözlerime bakıp "Biz birlikte olduğumuz sürece her şey yolunda. Endişe etme. Ben yanındayım." dediğine tüm korkularımı alıp uzak bir dağın arkasına fırlatmış gibiydi.

Şimdiyse doktorun karşısında, onun söyleyeceklerini merakla bekliyordum. Kadın "Tedavi beklediğimizden de hızlı bir şekilde iyiye gidiyor. Bu güzel bir şey." dediğinde havalara uçmak üzereydim. Yanımda elimi tutan adam da benden farklı sayılmazdı. "Eve dönebilirsiniz ama zehrin kalıntılarının vücuttan atılması bir sürece yayılır, bu yüzden acele etmeyin. Siz zehrin etkisinden tamamen arınana kadar haftada bir gelmelisiniz. Testleri ara ara yenileyip neler olduğuna bir bakalım, takip edelim. Şimdilik her şey olumlu görünüyor."

Eve dönebilmek bile benim için öyle bir gelişmeydi ki. Allah'ım, şükürler olsun. Bu bir mucizeydi. Aşkımızın mucizesi. Uzun haftalardır hastane kokusundan midem bulanmıştı. Evimi özlemiştim. "Eve çıkabiliyoruz yani." İnanamıyordum.

"Evet, elbette. Bugün çıkış işlemlerinizi tamamlayabilirsiniz." Uyaran bir ifadeyle "Ama testleri yenilemeyi ihmal etmiyoruz." dedikten sonra sıradan tavrını sürdürdü. "Her zamanki düzeninizle yaşamınızı sürdürebilirsiniz, hiçbir engeliniz yok. Şuan her şey yolunda."

Elini tuttuğum adama baktım neşeyle. İkimiz de birbirimizin gözlerinin içine ışıldayarak bakıyorduk. Çok mutluyduk. Her şeyin ilk defa bu kadar yolunda gittiğini hissediyordum. Ve bunu bozmaya hiç niyetim yoktu. Geçmişte yaptığım hiçbir hatayı yeni hayatıma taşımayacaktım. Bu olanlar bana çok şey öğretmişti.

Eve geldiğimizde yorgunlukla büyük salonun koltuğuna bıraktım kendimi. Nina mutfakta akşam yemeği için hazırlıklara girişmişti. Pietro ve Luigi yoktu. Pietro'yu sabah gördüğüm için pek merak etmiyordum ama son konuşmamızdan beri Luigi'yi görememiştim. Sanırım son görüşmemizden beri Wendy'ye ulaşamadığı için başını alıp bir yerlerde içiyor olabilirdi. Luigi pek o tür adamlardan olmadığı için düşündüğüm bu şey bana mantık dışı gelmişti. Ama âşık olunca insan neler yapmazdı ki? Son konuştuğumuzdan beri Wendy Türkiye'deydi. Haldun abi onu kendi çekimleriyle ilgili bir lansmana çağırmıştı, gitmek zorundaydı. Onun hazırlıkları, birkaç kişiyle tanıştırılması, birkaç yeni teklif... Anca bugün dönüyordu işte. Luigi yine konuşamamıştı anlaşılan. Bir türlü fırsat oluşmamış mıydı yoksa Luigi böyle şeyleri telefonda konuşmamak için mi ertelemişti bilmiyordum ama bu işin fazla uzadığı kesindi.

Eve geldikten kısa bir süre sonra Pietro'yla birlikte geldiğinde Luigi hakkındaki tüm tezlerim çürümüştü. Ne deli divane bir âşık gibi götü başı dağıtıp içmişti ne de başka bir şey. Her zamanki Luigi'ydi. Wendy'e gelince... Bizden sonra eve döndüğünde onun hakkındaki değişikliklerin farkına varmam kısa sürmüştü.

Önce özlemle sarılmıştık birbirimize iki kardeş gibi. Wendy her zamankinin aksine saçlarını düzleştirmişti. Düz, bakımlı ve parıltılı görünüyordu. Yüzünde farklı bir aydınlık vardı. Bir başka güzeldi. Luigi de ondan gözlerini alamıyordu. İçinde tuhaf bir heyecan var gibiydi. Sanki bir şeyler söylemek üzere gibi. Ama Wendy yüzüne bakmadığı için bunun farkında bile değildi. Öğle yemeğine oturduğumuzda Luigi'ye konuşması için kaş göz yapsam da ifadesizdi. Konuşup konuşmayacağını bilmiyordum. Vaz mı geçmişti acaba? Biraz düşününce mantığı mı galip gelmişti? Anlamak zordu.

Havadan sudan neşeli konuşmalar hariç hiç beklemediğim kadar sessiz bir yemek olmuştu. Yemekten hemen sonra da herkes bir yere dağılmıştı zaten. Wendy odasına çekilmiş, Luigi ve Pietro da çalışma odasında kısa işlerinden sonra gitmişlerdi. Bu sessizlik biraz ürkütücüydü. Wendy Ivan'a bir şans vermiş olabilir miydi? Belki de Luigi bunu biliyor ve bu yüzden geri çekilmişti. Sanmıyordum. Ama bir iş olduğu kesindi. Biraz dinlenip toparlandıktan sonra Wendy'nin ağzından laf almasını bilirdim ben.

Odamıza girdiğimizde evim, yuvam, odam demeyi ne kadar çok özlediğimi fark etmiştim. Odam diyemeyeceğim kadar soğuk hastane duvarlarının arasında bu kadar rahat olmak mümkün değildi tabii.

Valentino yine tablette işleriyle ilgilenirken ben de soyunup dökündüm. Direkt öğle yemeğine oturduğumuz için üstümü değiştirme fırsatım olmamıştı. Aynanın önünde soyunurken Valent'in tabletten kaçamak bakışlarını yakalamıştım. Dudaklarım kıvrıldı keyifle. Ne çok zaman olmuştu birbirimizden uzak kalalı. Ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyordum. Dahası, biliyordum. Çünkü ben de aynı durumdaydım. Ona aç durumda.

Farkında değilmişim gibi havadan sudan konuşmaya karar verdim. "Wendy'le Luigi arasındaki soğuk rüzgârları sen de fark ettin mi?"

"Evet. Sanırım Luigi bugün Wendy'le konuşacaktı."

"Biz varız diye mi konuşmaya çekindi acaba?"

"Bilmem, olabilir." Tabletten başını kaldırmadan "Luigi bu tür şeyleri kolayca konuşabilecek biri değil. Onun için ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum." derken benim bakmadığımı sandığı anlarda kaçamak bakışlarla çıplak vücudumu beğeniyle süzüyordu.

"Ama aşk işte, insana neler neler yaptırır da ruhu duymaz insanın." O an kaçamak bakışlarını aynadaki yansımasında yakaladığımda gizleyecek bir şeyi kalmamıştı. Çekingen görünüyordu. Hastaneden yeni çıktığım için hassasiyet gösteriyor olabileceğini düşünüyordum.

Valent'le ilişkimizde farklı bir dinamiğimiz olduğunu kabul ediyordum. Ayrılık söz konusu olduğunda genellikle giden ben, savaşan o oluyordu. Sevişme söz konusu olduğunda ise beklenilenin aksine ben daha baskın oluyordum. O nezaketinden ödün veremediği zamanlarda ilk adımı atmaktan çekinmiyordum. Tıpkı şuan da olduğu gibi.

Üstümde sadece iç çamaşırlarım varken aklıma geçenlerde alışverişte aldığım yeni takımlar gelmişti. Çekmeceleri karıştırıp onu buldum.


Mor çiçekli beyaz transparan bir bralet takım. Hâlâ gözlerinin ara ara bana kaydının farkında bir biçimde üzerimdeki iç çamaşırlarından kurtulup beyaz takımı giydim. Sıradan bir ses tonuyla elindeki tableti kenara çekerek "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Sesinde ilgi, merak ve onu baştan çıkarma çabama olan bir farkındalık gizliydi.

"Üzerimi değiştiriyorum." Aynı sıradan bir ifadeyle yanıt verdiğimi görünce yeniden tablete odaklanmaya çalıştı. Başarılı olamasa da. Az önceki mesajın kendisine olmayabileceğini düşünüyor olmalıydı. Usulca ona doğru yürüyüp yatağa geldiğimde az önceki konu hakkında konuşmaya devam ediyordum. "Aslında onlara hak vermemek elde değil. Wendy ve Luigi'ye yani." Bakışları transparan sayılabilecek çamaşırlarımın üzerindeyken konuşmaya devam ettim. "Aşk söz konusu olduğunda mantık devre dışı kalıyor çoğu zaman." Dizlerimin üzerinde sürünerek bacaklarının üzerine oturdum. "İnsan güdülerine yenilebiliyor." Ellerim yüzünü avuçlarken birbirimizin gözlerine baktım. "Değil mi?"

Bakışları imalı bir biçimde gözlerimin içindeyken yavaşça aşağı yukarı salladı başını. "Çok doğru." Biraz yukarı kayıp bacaklarının da üstündeki en tehlikeli yere oturdum. Ellerim gömleğinin yakalarındayken adam iç geçirerek "Lâl, emin ol şuan bunu yapmak istemezsin." diye mırıldandı. "Ne durumda olduğumu tahmin dahi edemezsin."

"Nedenmiş o?"

"Haftalardır sana dokunamıyorum ve patlamak üzere olan bir bomba gibiyim." Yutkundu. "Seni incitmekten korkuyorum." Tek kaşını kaldırarak önce dudaklarıma sonra da gözlerime baktı. "Yeterince açık oldu mu?"

Düğmelerini çözdüğüm gömleğini çıkarırken üzerinde oturduğum sertliğin bana çok şey anlattığını söyleyebilirdim. Yüzümde sahte bir saflık ifadesiyle başını iki yana salladım "I-ım." diyerek. "Daha açık olmanı tercih ederim."

Tek bir hamlesiyle beni ters yüz edip altına aldı. "Seni küçük yaramaz." Gömleğini çıkaran adam pantolonunun kemerini çözmesine yardım ettiğim sırada ellerimi yakaladı. Bir eliyle pantolonunu soyarken diğer eli bileklerimi kontrol altına almıştı. "Ne durumda olduğumu görmüyor musun? İçine patlamak üzere olduğumu... Beni neden zorluyorsun?" Gerçekten de herhangi bir şey yapmama gerek kalmadan patlayacakmış gibi duruyordu.

"Çünkü..." Ellerim hâlâ onun avcunda esirken yaramaz bir çocuk gibi gözlerine bakarak cevabını verdim. "Senden çok da farklı sayılmam." Hasretle iç çektim. "Bana dokunman için yanıp tutuştuğumu görmüyor musun? Ateşler içinde yandığımı."

"Ah, mia bella... Seni ne kadar özlediğime dair en ufak bir fikrin yok. Senin için deliriyorum."

"O zaman neyi bekliyorsun?" Avuçlarım adamın kalçasını kavradığında "İkimizin de acısını dindirmek için neyi bekliyorsun?" diye mırıldandım yalvarırcasına.

Boğuk bir sesle "Sikeyim." diye inledi. "Beyazlar içinde ne kadar ağız sulandırıcı olduğunun farkında mısın acaba?" Bacaklarımı omuzlarına attığında dudakları ayak bileğimden yukarıya doğru ıslak darbelerle ilerliyordu. Bacaklarımın arasına yaklaştığında bana baktı arzudan kararmış gözlerle. Başını aşağı yukarı sallayarak bana bakıyorken dudakları kıvrıldı. "Elbette farkındasın." Külodumun üzerinde gezinen dili ıslaklığımı içiyordu sanki. "Öyle ıslanmışsın ki iç çamaşırının üzerinden bile tadını alabiliyorum."

Vücudum yay gibi aşağı yukarı gerilirken başımı geriye atıp yastığa bastırmıştım. Hünerli parmakları külodumun lastiklerini tutmuş usulca iç çamaşırımı çıkarıyordu. Üzerime çıktı, sert ve kaslı kollarıyla beni mengene gibi sıkıştırmış yüzüme bakıyordu. Elleri yüzümü avuçlamıştı. "Ah, mia bella... Senin için deliriyorum. Tek ıslananın sen olduğunu mu sanıyorsun?" Mideme baskı yapan uyarılmış sertliği her şeyi açıklarken bir şey söylemesine gerek var mıydı sanki? Elleri sütyenimin arkasına gitti ve onları çözüp usulca omzumdaki askıları kollarımdan ayırırken göğüslerimi serbest bıraktı.

Sıcak avuçları ucu sertleşmiş göğüslerimi sıkarken inledim. Ellerim ellerinin üzerine kapanmış durumdayken yalvaracak durumdaydım. "Ah! Valentino... Ben-"

"Ne dedin, duyamadım?"

Aklımı toparlayıp konuşamıyordum bile. Avuçlarına esir olmuş arzuyla sızlayan göğüslerime kapandı dudakları. Dili göğüs uçlarımın tadına bakarken "Immm..." diye mırıldandı. Sanki lezzetli bir yemeği tadar gibiydi. O sırada ellerim boxerına uzanıp serbest kalmak için dakikaları sayan canavarını serbest bıraktı.

Çıplak sertliği vücuduma temas ederken midem karıncalanıyor, bacaklarımın arası kaynıyordu. Avuçlarım göğüslerimi yoğururken dudakları da uçlarına sert işkenceler ediyordu. Belim yay gibi gerilmiş bu durumu atlatmaya çalışırken nefes almayı bile unutmuş durumdaydım. Tek düşünebildiğim şey beni kendine bastırıp işkencesine bir son vermesiydi. Onu içime almak için sabırla beklerken dişlerimi sıkıyordum.

Ağzıma sokup çıkardığı ıslak iki parmağı göbek deliğimden aşağı, bacak arama indiğinde ne yapmaya çalıştığını anlayıp alt dudağımı ısırdım. İki parmağını da ıslaklığıma daldırıp tadıma baktı. Kararmış gözleri vücudumda aç bir biçimde gezinirken içime sızdırmak üzere parmakları önce yumuşak üçgenimi rahatlatmak için onu okşayıp masaj yaptı. Daha sonra aniden üç parmağı da içime süzüldüğünde gürültülü bir biçimde inledim. "Ah! Valentino, lütfen. Bak... Şuan gerçekten buna ihtiyacım var tamam mı?"

"Neye ihtiyacın var, mia bella?"

"Biliyorsun."

"Açık açık söyleyebilirsin, neden söylemiyorsun?" Kalçalarını avuçlayıp kendime bastırmaya çalıştığımda engel olup geri çekildi. Sanki kendisi de patlamak üzere değilmiş gibi. "Hazzı hak etmen gerekiyor." Bakışları benimle alay eder gibiydi. Meydan okur gibi. "Bu yüzden dürüst olmayı öğrenmelisin." Parmakları içimde hareket ederken nefes nefese kaldım. Yutkunurken boğazımın kupkuru olduğunu fark ettim. Bunun bir faydası yoktu. "Şimdi söyle bana, ne istiyorsun?"

"Seni içime almak istiyorum."

Zafer kazanmış bir gülüşle başını salladı. "Güzel." Islak parmakları içimden çıktığında vücudu biraz aşağıya kaydı, bacaklarımın üstüne ağırlığını vermeden oturdu ve içime girmek için hazırladı. O sırada sırtüstü uzanan ben, onun üzerindeyken nasıl karşı konulamaz bir heykel gibi durduğunu düşünüyordum. Doğruldu, bacaklarımı ilkel bir sertlikle aralayıp sağ eliyle omzumu kavradı ve içime girdi. Bu... Acımaktan ya da nazik olmaktan çok uzak bir girişti. Aniden. İzinsiz. Hesapsız kitapsız, sert ve şehvetli bir sürpriz. Boğuk iniltilerim artık dudaklarıma sormadan odada yankılanıyordu. Seslerimiz hiç olmadığı kadar şiddetlenmişti. İkimiz de bunu durduramıyorduk. Bütün ev yankılanıyorsa bile umurumda değildi. Tüm vücudumu sarsan bir zevk dalgasıyla birlikte kalçasını hareket ettirmeye başladı Valentino. Bu işi iyi bildiği öyle ortadaydı ki. Kalçalarını bana acı çektirmek ister gibi bir sürüngenlikle ileri geri hareket ettiriyordu. Tırnaklarımı sırtına geçirdiğim gibi sert avuçları ince belimi yakalayıp kendine daha sert bir biçimde bastırdı. Kısa bir süre içimden çıkıp beni ters yüz etti yeniden. Yüzüstü yatağa yatırdığında neye uğradığımı şaşırmıştım, her şey öyle hızlı gelişmişti. Sırtım adam terli göğsüne yaslandığında kalçalarımı avuçlayan adam bacaklarımı aralayıp yeniden içime girdi. Bu kez ellerimi sırtımın üzerinde birleştirip beni işlevsiz bırakmıştı. Tüm sertliğiyle içimde hızlı hareketleri iniltilerimi daha gürültülü ve sık hâle getirmişti. Bana neler yapıyordu. Beni kendimden geçiriyordu.

Nefes nefese, terlerimiz birbirine karışmış bir biçimde vücutlarımız tehlikeli bir tutku ve harmoniyle hareket ediyordu. Yatakta sırt üstü uzanırken beni sırtı yüzüne dönük olacak şekilde üstüne yerleştirdi. Onu yeniden içime almam için kalçalarımı kontrol altına alıp hareket ettirirken öyle hızlıydık ki düşmekten korktum. Öte yandan içimdeki o açlığı tehlikeli bir biçimde doyuruyor oluşu nefesimi kesiyordu. Tuhaf bir açlıktı bu içindeki. Bir türlü doymayan. Yine isteyen. Yine. Yine. Yeniden isteyen. Ve bu istek bitmediği gibi her seferinde ikiye katlanıyordu. Her seferinde daha çok istiyordu. Daha büyük bir patlamayla.

Yatakta beni yan yatırırken arkamdan yaklaşıp belimi sardı. Kalçamda hissettiğim sertliği beni hayrete düşürse de ona alışmıştım artık. Kolay doymayan biri olduğunu anlamıştım. Tıpkı benimki gibi içinde sürekli büyüyen o tehlikeli arzuya aşinaydım. Yutkundum. Ben önünde yan yatarken elleri bacaklarımı araladı, diğer eliyse içime girmesi için sertliğine yol gösterdi. Ellerinden biri içimi sertliğiyle dolduran kadınlığımı üzerini okşarken inledim çaresizce. Ellerinin arasında arzuyla kıvranmaktan başka çarem yoktu. Elleri göğüslerimi avuçlayıp sıkarken içimdeki hızlı gitgelleri yüreğimi hoplatıyordu. Zaman zaman nefes almakta güçlük çeksem de bu arzu içimde yanıp küle dönüyor, yeniden doğuyordu sanki. Ellerim çaresizce göğüslerimi yoğuran ellerinin üzerine kapanmış güç almaya çalışırken kalçalarımı sıkmış durumdaydım. İçimdeki doluluk hissinin haddi hesabı yoktu.

Bedenlerimiz ayrıldığında beni kucaklayıp üzerine oturttu. Bacaklarımız X şeklinde birbirine tezat oluşturacak şekildeyken yeniden giriş kapımı zorladı sertliği. Buna tepki vermeden dayanmak öyle zordu ki. Terden ıslanmış vücutlarımız birbirini içerken biz tutkunun binbir tonunda yoğrulmuştuk.

Tatlı bir orgazmın ardından adamın üzerine yığıldığımda Valentino dalgınlıkla saçlarımı okşuyordu. Biraz gözlerimi kapadım. Yorgundum. Ama söylemek istediğim şeyi de söylemeliydim. Geç bile kalmıştım. Nefesim düzene girdiğinde konuşmak için hazırdım. "Sanırım, artık nikâh hazırlıklarına başlasak iyi olacak."

Bu beklenmedik sözüm üzerine sağ eli çenemi kavrayan adam yüzümü kendine doğru çevirdi. "Sen ciddi misin?"

Aşağı yukarı başımı salladım. "Daha fazla vakit kaybetmek istemiyorum. Yeterince vakit kaybetmedik mi zaten?"

Bundan memnuniyet duyduğu her hâlinden belli olan adam, parıldayan gözleriyle "Hemen evlenelim."

"Tamam canım, sen de bokunu çıkarma. Önce bir hazırlık falan yapalım, öyle." Elim adamın çıplak göğsünde gezinirken "Hem..." diye mırıldandım. "Dedeme gitmeliyiz."

Altımda huzurla uzanmış adam ise ellerini başının altında birleştirmiş, bu detayı hiç de unutmuşa benzemiyordu. "Biliyorum. Gitmek için Montrel'e hazırlıklara başlamasını söyledim bile. Sen de dedene haber ver istersen."

Onaylayarak başımı salladığımda başının altından uzanan eli çenemi sıktı ve tebessüm etti adam. Yeni bir hareketlenmeyle elleri belimi kavrayıp yatağa yatırdı. Benimle bilmem kaçıncı kez yeniden sevişmeye başladı. Ellerim omuzlarına sıkı sıkı tutunurken o yeniden erekte olduğunu gizlemiyordu bile. Islak dudakları yeniden boynumu, omuzlarımı, köprücük kemiklerimi, göğüslerimi, göbeğimi, vücudumun her zerresini yalamaya koyuldu. Dil darbesinin bıraktığı ıslak izler içimi titretmeye yetmiyormuş gibi yeniden aralanmış bacaklarımın içine yerleşti erkekliği. Sanki daha yeni defalarca sevişmemişiz gibi içimde aynı özenle, heyecanla ve tutkuyla hareket etti ve ılık tohumlarıyla ıslattı tüm susuz kadınlığımı. Üçgenimden sızan ıslaklığıyla tebessümüm yayıldı dudaklarıma. Vücudum yeni bir zevk dalgasıyla sarsılmış bir biçimde onun bedenine karışarak uykuya daldım.

Yorgunluktan bayıldığımda zaman mefhumu yoktu bende. Kendime geldiğimde biraz dinlenmiş gibiydim ama hâlâ tüm vücudum sızlıyordu. Tatlı bir sızlayış.

Önce yatakta yatan Valentino'ya baktım, sonra telefonuma. Bir sürü cevapsız arama vardı. Çoğu da Wendy'dendi. Telefondaki tarihe baktığımda şok oldum. Tam iki gündür odadan çıkmamıştık. İKİ GÜN MÜ? KIRK SEKİZ SAAT! İki gün boyunca odada. İnanmıyordum. Wendy ve diğerleri başımıza bir şey geldiğini düşünseler haklıydılar şuan.

Hâlâ yatakta yatan adamı ardımda bırakıp duşa girdiğimde yenilenmiş hissediyordum. Sanki haftalar önce hasta olan ben değilmişim gibi. Suyun altında tazelenmiş bir çiçek gibi açarken mutluydum. Musmutlu. Evleniyorduk.

Artık her şey yoluna giriyordu. Bedeli bu kadar ağır olsa bile büyük dersler almıştık ikimiz de. Birbirimize daha çok bağlanmıştık yaşanan her şeyle. Hiçbir şey umurumuzda değildi. Biz artık yalnızca mutlu olmakla ilgileniyorduk.

Duştan çıktığımda Valentino hâlâ uyuyordu. Bu pek olmazdı, uykuyla pek arası yoktu normalde. Gelin görün ki şartlar normal değildi. İki gün boyunca yataktan çıkmadığımızı ve benim de mutluluğumu saymazsak kemiklerimin kırılıyormuş gibi olduğunu düşünürsek şartlar hiç de normal değildi. Bunun dışında zaten haftalardır doğru düzgün uyumamıştı ki benim hastane koşturmacalarım yüzünden. Bıraktım, biraz uyusun dinlensin istedim. Usulca kıyafet dolabını açtım ve saten kumaştan bir atlet ve şort gecelik takımımı, üzerine de takımın sabahlığını giydim. Komodinin üzerindeki cam su sebilini de doldurmak üzere alıp sessizce kapıyı çekerek çıktım.

Arkamı döndüğüm an tam kapıda Wendy'le karşılaştık. Elimdeki sebile sahip çıkarak diğer elimin baş parmağını damağıma bastırdım. "Ödümü kopardın Wendy!"

İmalı bakışlarıyla kollarını birbirine kavuşturan kız bir süre bana baktıktan sonra "Neredeyse polise haber veriyordum." dedi kız. Kaşlarını kaldırarak imasını güçlendirdi. "Odadan gelen sesleri duymasaydım."

"Ne sesi ya? Ses mes yok öyle bir şey."

"Ne sesi olduğunu söylemeyeyim şimdi." Aklına gelmiş gibi ekledi Wendy. "Ha bu arada, yabancı biri olsaydı odada birinin öldürüldüğünü de düşünebilirdi. 2 gün odadan çıkmamak ne ya? Sultan Süleyman'ı halvete bağlayan Hürrem misin sen?"

"Ay ne olmuş yani, ne olmuş 2 gün odadan çıkmadıysak? Biraz uyuyup kafayı dinlemiş olamaz mıyız yani nedir?" Gözlerimi kaçırarak "Görüyorsun ki her şey yolunda." dedim. Sesimde üste çıkan tatlı bir terslik vardı.

"Ha sadece sarılıp uyuduk diyorsun yani."

"Ben bir şey demiyorum Wendy, sen zaten kafanda senaryolar yazıp duruyorsun." İnkâr etmenin bir faydası olmayacağını biliyordum. Başımı kaldırdığımda Wendy'nin her şeyi bilen bakışlarıyla yanaklarım alev alev olmuştu ama karşılıklı gülmekten de kendimizi alamamıştık. "Aslında sorma, ben de hâlâ şaşkınım. Hiç böyle olmamıştı."

Kaşlarını kaldırarak dudaklarını büktü kız. "Vallahi maşallah, eniştemin performansına da-"

Kapı sesini duyunca öksürerek susturdum Wendy'i. Arkamdaki kapı aralandı ve içerden başını uykulu gözlerle Valentino çıkardı. Telefonumu uzattı. "Deden arıyor, bebeğim."

"Ah, çok özür dilerim hayatım. Seni uyandırdı mı?"

"Hayır, çünkü ondan önce de benim telefonum çaldı. Defalarca şirketten aramışlar." Çenesine dokundum sevgiyle ve "Ben duşa giriyorum." dediğinde başımla onaylayarak dudaklarından öpüp tekrar içeri uğurladım kendisini.

Valentino içeri girdiğinde telefonu açacaktım ki ben açana kadar arama sonlandı. Tekrar Wendy'ye döndü bakışlarım. "Başka kimse biliyor mu?"

"Neyi, hayvanlar gibi seviştiğinizi mi?"

"Wendy!"

Onu tatlı tatlı azarlamam umurunda değilmiş gibi sıradan bir ifadeyle omuz silkti. "Yani, bilmiyorum. Pietro ve Luigi üç kere falan geldiler ama sizin odadan çıkmadığınızı söyleyince geri gittiler. Herhâlde tahmin etmişlerdir."

"Ay rezil olduk resmen ya." Telefonuma baktım. "Neyse, dedemi arayayım da Valent'le beni istemeye gideceğimizi söyleyeyim." Kafam karışmış gibi düzelttim. "Ay aman işte, isteme töreni yapacağımızı haber vereyim."

"Sen Valent'le seni istemeye mi gidiyorsunuz? Seni sen mi isteyeceksin dedenden?"

"Ay Wendy dur Allah aşkına, zaten kafam bir dünya. Afyon'um patlamamış daha."

Duruma yeni ayılan Wendy gözleri fal taşına dönmüş bir biçimde haykırdı. "Siz evleniyor musunuz sonunda?"

Onaylayarak başımı salladım. "Yeterince uzamıştı zaten. Bir an önce evlenmeye karar verdik. Hazırlıklarla ilgileneceğiz, kısa süre içinde her şeyi halledelim istiyoruz."

"Ay inanmıyorum! Sonunda!"

Dedemi ararken "Tamam, şimdi sus iki dakika dedemle konuşayım. Sonra yeniden kaynatırız dedikodu kazanını." dedikten saniyeler sonra telefonu dedem açtı. "Dedeciğim, dünyanın en mükemmel ötesi dedesi, nasılsın?"

"Şımarık şey! Neredesin sen? Kaç gündür arıyorum seni. İki gündür öldün mü?"

Ölmedim dede ama... Neyse dede. "Telefonuma bir şey olmuş da dede, tamir ettirdim. Ben de seninle konuşmak istiyordum."

"Bana bir sürü sözler verdin, gittin. Sonra ne aradın ne sordun. Haber de vermedin. Ne oldu, vaz mı geçti gavur damat gelip seni istemekten?"

Mırıldanarak "Dedecim hani anlaşmıştık, gavur damat falan deneyecektik hani?" desem de bunun bir faydası olmayacağını biliyordum. "Sen daha gelmeden diyorsun ama."

"Tamam, tamam demeyiz."

"Ben de seni arayacaktım aslında bu konuyla ilgili, dedeciğim. Biz konuştuk. Valent'le geliyoruz. Seninle tanışmak istiyor, senin de isteğin üzerine tanışma ve isteme töreni olacak."

"Ha, iyi bakalım." İhtiyar adamın sesi yumuşamış gibiydi ama bu çok sürmedi. Hemen altında bir şeyler aramaya başladı. "E niye bu kadar geç karar verdiniz? Bana bak yoksa adamın evlenmeye gönlü yok mu? İstemeye gelmem dedi de sen mi ikna edemedin bunca zaman? Bak eğer öyleyse ondan koca moca olmaz ben sana söyleyeyim! Daha şimdiden kızı istemeye bile eriniyorsa olmaz bu iş!"

"Yok dede, nereden çıkardın?" Şimdi bunca zaman benim hastalığımla uğraştık desem kahrından ölürdü adamcağız. Hiç kimseye sezdirmeden bu raddeye geldiysek öyle de devam ettirecektik. Ama nasıl bir bahane öne sürecektim? Düşündüm, düşündüm, o an burnumun ucundaki ilk yalanı söyledim. "Wendy! Ah, dedeciğim, kız arkadaşım Wendy çok hastalandı. Onu hastanelere taşıdık." Wendy o sırada tam karşımda ben mi der gibi bir ifadeyle bana baktıktan sonra eliyle yuh işareti yaparak sessizce tükürdü. "Ya, ya! İşte öyle. Neler çektik bir bilsen!"

"Hay Allah, geçmiş olsun. Neyi var kızcağızın?"

"Şey olmuş! Ya işte ne olduğunu biz de anlamadık, bir sürü testler falan. Sonra doktor ilaç falan yazdı, geçti ama şimdi turp gibi maşallah! Sonuç olarak bir aksilik olmazsa biz bu hafta sonu geliyoruz, haberin olsun."

"İyi, iyi. Gelsin bakalım. Görelim şu damat beyi. Bakalım benim gözüme girebilecek mi?"

"Girer dedecim, girmez olur mu? Pırlanta gibi damat getiriyorum sana, daha ambalajı açılmamış, Trendyol'dan geri iadesiz." Ne saçmaladığımı şuan ben de bilmiyordum doğrusu. Söz konusu dedemle Valent'i tanıştırmak olunca biraz heyecan yapmıştım sanırım. "Tamam dedecim, hadi çok öptüm seni. Görüşürüz sonra."

Telefonu kapattığımda Wendy gözlerini devirip bana bakıyordu. "Kızım yuh! İki dakikada tek ayak üstünde nasıl öyle yalanlar söyleyebildin? Hayır beni de alet ettin."

"Ha sen hiç yalan söylemedin sanki hayatında Wendy, öyle mi?"

Omuz silkti. "Yo, söyledim. Babaanneme hep arkadaşlarla ders çalışmaya giriyorum deyip diskoya giderdim lisedeyken."

Kendi evden kaçmalı çılgınlıklarımı düşününce alayla karşılık verdim. "Ya senin nasıl bir lise hayatın olmuş öyle? Çok çılgınca hayatlar vay be! Hayatta kaldığına şaşmak lazım. Yürü hadi, yürü."

Birlikte mutfağa inip Nina'yı kışkışladıktan sonra birer kahve yaptık ve mutfak masasına çöktük. "Eee neler oldu anlat bakalım?"

Wendy'nin sorusuyla gözlerimi belerttim. "Sana kalkıp burada yatak maceralarımızı anlatmamı beklemiyorsun şuan değil mi?"

"Kızım anlatmasan ne olacak sanki, full HD duymuşum ben zaten hepsini. Sadece kafamda seslerle görüntüleri eşleştirmek için sordum."

"Wendy!" Şakayla karışık omzuna vurduktan sonra "Asıl sen anlat bakalım, Luigi ve Ivan meselelerini." diyerek sorguya başladım.

"Ay bir an hiç sormayacaksın sandım." Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra anlatmaya başladı. "Geçende Luigi geldi, bir şans istedi. Deneyelim falan dedi."

"Eee sen ne dedin?"

"Ne diyeceğim Lâl, bilmiyorum ki. Seviyorum sevmesine ama ya yine yarı yolda bırakırsa? Güvenemem ki artık ben ona eskisi gibi."

"Ivan'la mı devam diyorsun ne diyorsun, anlamadım ki ben seni."

"Ya oyuncu değişikliğine gidecek hâlim de yok açıkçası. Zaten uzatmaları oynuyoruz."

"Maç yorumcusu gibi konuşmayı bırak da ne oldu onu anlat kızım, çatlayacağım burada!"

"Ivan geldi, kararımı beklediğini söyledi. Benimle ciddi düşündüğünü falan söyledi. Ay bilmiyorum Lâl, offf... Kafam çok karışık."

"Luigi'ye ne dedin?"

"Bana biraz zaman ver, düşüneceğim dedim ama ne yapacağımı ben de bilmiyorum ki."

"Sen Luigi'yi sevmiyor musun?"

"Seviyorum, Lâl. Ama yeniden aynı şeyleri yaşamaya gücüm yok anlıyor musun? Yine gelip Wendy, denedik olmadı, biz farklı dünyaların insanlarıyız falan derse benim kalbime ne olacak hiç düşündün mü?"

"Sen de haklısın ama Luigi yapmaz öyle şey bence ya. Gıcık pisliğin teki ama özü sözü bir yani."

"Hiç bilemiyorum, Lâl. Biraz düşünüp tartmam gerekiyor. Yanlış bir karar tüm hayatımı mahvedebilir."

Ona hak vermediğimi söyleyemezdim. Kalp kadar akılla da düşünülmesi gereken bir konuydu bu. Üstüne gitmedim o yüzden. Düşünüp kararını kendi vermeliydi.

Valentino gün boyunca şirketteydi. Malûm, işler epey bir birikmiş olmalıydı. Hem benim hastalığım, hem şu geçen iki gün. Neredeyse şirkete uğramaz olmuştu. Yoğunluğu normaldi. Biz de bu süreçte Wendy'le birlikte şehri alt üst etmiştik. Düğün hazırlıklarıyla ilgili en ince ayrıntıları planlarken ihtiyaç listesindeki her şey için alışverişte gezindik.

Wendy kına gecesi diye tutturdu. "Kızım neyin kınasının gecesi? İtalya'nın ortasında, iki başımıza neyin kına gecesi? Kimi davet edeceğiz de yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar diye şarkı türkü söyleyecekler?"

"E biz de Cunda'da yaparız o zaman!"

"Yok, hiç gerek yok. Öyle güzel bir düğün merasimi, bitti gitti. Gerisine hiç gerek yok."

"Benim hevesim kursağımda mı kalsın yani?"

"Hayatım sen evlenince kına geceni söz ben yapacağım. Ama ben öyle aşrı aşrı memlekete kız verilmesine de karşıyım açıkçası."

Yine gözlerini inanmaz bir biçimde belerten kız her lafıma muhalefet olmaktan geri durmuyordu. "Türkiye'den İtalya'ya gelin gidiyorsun ve aşrı aşrı memlekete kız verilmesine karşı mısın cidden? Süpermiş ya! Pes!"

Akşam eve yorgun argın elimizde bin tane poşetlerle döndüğümüzde daha düğün alışverişinin onda birini bile yapabilmiş değildik. Ivır zıvır almıştık sadece. O sırada Valentino da gelmişti. Luigi ve Pietro'yla aşağıya iniyorlardı. Herhâlde çalışma odasında işleri yeni bitmişti.

Önden aşağı inen adam bana doğru geldi ve "Hoş geldiniz, bebeğim. Nerede kaldınız? Seni merak ettim." diyerek sarıldı. "İlk günden kendini çok yormasaydın. Daha tam iyileşmedin."

Rahatlatıcı bir tebessümle "Ben iyiyim, merak etme." diyerek sakinleştirdim onu. Ama bu sırada ellerinde poşetler olan Wendy'nin yüzü sirke satıyordu. Küskün bir çocuk gibi koltuğa oturduğunda Valentino da bunu fark etmişti.

Bakışları Wendy'yi işaret eden adam "Nesi var?" diye sordu bana. Luigi de en az diğerleri kadar merak ediyor gibiydi.

Onu göstererek iç geçirdim. "Kına gecesi yapalım diye tutturdu."

Wendy lafı ağzımdan alıp beni Valentino'ya şikâyet etmeye başladı. "Nişanlın beni en büyük zevkimden mahrum bırakıyor enişte! Kına gecesiz gelin mi olur ya? Bu nasıl düğün?"

"Kına gecesi ne?" Valentino haklı olarak bunu bilmiyordu. Kuzenleri de en az onun kadar merak içerisindeydi.

"Kadınların evlenmeden bir gün önce gelinin etrafında toplanıp yüksek yüksek tepelere diye bir türkü söyleyip gelinin eline kına yaktığı bir gece işte. Bir numarası yok yani." Omuz silktim.

O sırada bu tavrıma şiddetle karşı çıkan Wendy poşetleri koltuğa atıp hışımla ayağa kalktı. "Kına gecesi bir kültürdür bi'kere! Ben kına gecesi kadınıyım. Sen bindallı giyersin, giymezsin, elinde kınasız gezersin; beni ilgilendirmez. Ben kına gecesi severim. Ben yüksek yüksek tepelere şarkısını çok coşkulu söylediğimden dolayı hanımefendilerden helâl olsun diyenler duydum. Bu başka bir şeydir. Mesela bu kraliyet ailesinde bir kural olmasa da bizim Türk geleneğimizde bir kuraldır!"

Kına gecesi olayını her ne kadar anlamasa da Wendy'nin bu durumu ateşli bir şekilde savunduğunu gören Valentino "Bu kadar istiyorsa kırma kızı, baksana ne kadar heveslenmiş. Düğünü senin istediğin gibi yapalım, kına gecesi de onun istediği gibi olsun." dedi.

"Ay Valentino Allah aşkına cesaretlendirme şunu! Her istediğine evet diyerek şımartma! Hem nereden bulacağız İtalya'nın ortasında yüksek yüksek tepelere söyleyen kadınları? Biraz mantıklı olun ya!"

O sırada Wendy kendini koltuğa bok çuvalı gibi hızla atarken kollarını kavuşturmuş "Ya bana ne, bana ne! İstiyorum işte!" diye mızmızlandı.

İşaret parmağımı sallayarak uyardım onu. "Wendy! Bak kızıyorum ama!" Sonra suçlayıcı bir biçimde Valentino'ya döndüm. "Gördün mü bak! Beğendin mi yaptığını? Senin yüzünden böyle şımardı bu çocuk. Her istediğini verirsen şımarık olur, şımarık! Başa çıkamayız sonra."

Valentino olaya anlam vermeye çalışır gibi "Ben ne yaptım ki şimdi?" diye sordu masumca.

Pietro olaya en alakasız yerinden girip "Bindallı ne?" diye sorduğunda yangın var diye bağırarak kaçacak gibiydim. Ama kimseye de kızamıyordum sonuçta. Bu evlilik konusu benim başımın altından çıkmıştı. Eee atalarımız ne demiş, hamama giren terler.

Wendy hevesle koltuktan kalkıp telefondan bir fotoğraf gösterdi. "Bak, bindallı bu giysiye deniyor. Lâl bunu giyip böyle ortaya oturacak, biz de yüksek yüksek tepelere söyleyip eline kına yakacağız." Heyecanla fotoğrafları kaydırıp başka bir fotoğraf gösterdi. "Hem bak ben modelini bile seçtim!"

"Wendy, hayır! Kına gecesi falan olmayacak. Çok istiyorsan sana bir bindallı alırız, bir hafta evin içinde yüksek yüksek tepelere söyleyip gezersin."

"Çok acımasızsın biliyor musun?"

O sırada Valentino kaşlarını kaldırarak "Çok ilginç gelenekleriniz var." demekten alıkoyamadı kendini.

Sanki bu anı bekliyormuş gibi "Aaa sen isteme töreninde neler yapman gerektiğini biliyor musun enişte?" diyerek muhabbete girdi Wendy.

"Bir şey mi yapmam gerekiyor?"

Gözlerini kısıp cıkcıklayarak yargılayıcı bakışlarıyla benden intikam alan Wendy söylenmeye başladı. "Adama hiçbir bilgi vermemişsin. Başına geleceklerden haberi bile yok zavallının. İnsan düşmanına yapmaz ya bunu!"

"Wendy olacak bir şey yok! Kahveler içilecek, Valentino beni dedemden isteyecek, dedem de verecek!" Ellerimi şaklattım. "Bu! Bu kadar!"

Beni taklit ederek "Bu, bu kadar!" diye mıymıylandıktan sonra azarladı beni."O kadar değil işte cahil cühela!" Valent'e döndü. "Sen hiç merak etme enişte, ben sana evlilik öncesi Türk örf ve adetleriyle ilgili hızlandırılmış bir kurs vereceğim. Emin ellerdesin."

Hepimiz koltuklara oturmuş Nina'nın getirdiği filtre kahveleri alırken Wendy anlatmaya başlamıştı bile. "Şimdi enişte, öncelikle çiçek ve çikolatayla gitmen lazım. Çikolata gümüşlüğün içinde olursa daha iyi olur. Kaliteli olur yani, özenilmiş olması açısından." Kısa bir an düşündükten sonra devam etti. "Normalde bu isteme işini senin yerine annen baban yapmalı ama sen isteyeceğin için sana göre olan kısmını anlatıyorum. Şimdi sen bu cahil cühelanın dedesine gideceksin."

Ben memnuniyetsiz bir biçimde "Wendy!" diye homurdansam da bir faydası olmadı. Takmıştı bana bir kere.

"Sus kız!" Yeniden Valent'e döndü. "Dedesine diyeceksin ki Allah'ın emri, peygamberin kavliyle torununuz Lâl'i kendime istiyorum. Aynen böyle söyleyeceksin."

Adamın ağzı alışık olmadığı için hâliyle kaşlarını çatarak "Allah'ın emri peygamberin kabriyle mi?" diye sorguladı.

"Yok enişte kabri değil, kavliyle. Arada anlam farkı var yani."

"Böyle mi söyleyeceğim?"

"Evet." Biraz düşündükten sonra devam etti. "Tabii önce kahveler içilecek. Öyle hemen lap diye konuya dalma. Bekle bir önce Lâl gitsin kahve yapsın, bu konuşma kahveden sonra yapılacak." Kaşlarını kaldırarak heyecanla "Ha bir de tuzlu kahve olayı var! Sana tuzlu kahve gelecek enişte, haberin olsun." dedi.

Konuyla hiçbir alakası olmadığı çok belli olan Valentino "Tuzlu kahve mi?" diye sorgularken beyaz, bomboş bir kâğıt gibi bakıyordu bize. Konuya o kadar uzaktı yani. Hâliyle. Türk olmadığı için.

O sırada akşam boyunca sessizliğini koruyan Luigi dayanamadı ve "Kahve tuzlu olur mu hiç?" diye sordu. O da bir mana verememişti.

Bu fırsatı kaçırmaya asla niyeti olmayan Wendy karşılık verdi. "Türk âdet ve geleneklerinde böyle. Damat tuzlu kahveyi tek dikişte bitirirse sevgisinin gerçek olduğunu ve müstakbel eşinden gelebilecek her duruma hazır olduğunu kanıtlamış demektir." Küçümseme ifadesiyle gözlerini kısarak ekledi. "Sana uzak konular yani Luigi'ciğim, sen kafanı yorma. Ben aşk adamı olan enişteme anlatıyorum bu konuları."

Pietro bıyık altından güldükten sonra merakla "Bir dikişte bitirecek derken, shot atmak gibi mi?" diye sordu Wendy'ye.

"Aynen aynen."

Gözlerimi devirerek konuya bir nokta koyma gereği duydum. "Herkes delirmiş bu evde ya. Tuzlu kahve falan olmayacak. Çiçek, çikolata, isteme bitti gitti! Ne icatlar çıkarıyorsunuz başıma ya?"

"Ne oldu gelin hanım, müstakbel kocanıza kıyamadınız mı?"

"Wendyciğim sence yaşadıklarımız bir damacana tuzlu kahve etkisi yaratmamış mıdır? Hani mantık olarak."

"Ya bir şeye de he de dişimi kıracağım, her şeye bir muhalefet ya! Her şeye!"

Pietro ise omuz silkerek "Bence sakıncası yok. Eğlenceli şeylere benziyor, yapabiliriz. Biraz eğlenmenin kime zararı var ki?" dediğinde Wendy'ye destek çıktığını gizlememişti. "Peki bu gelenek paketinin içinde erkeklerin işine yarayan bir şeyler de var mı?"

"Olmaz olur mu? Bekarlığa veda partisi! Dansöz falan!"

Gözlerimi büyüterek "Wendy!" diye hırladım dişlerimin arasından. Hızla yerimden kalkıp Valent'in kucağına oturtup adamın kulaklarını kapattım. "Dansöz falan yok aşkım, ben sana yaparım evde figürlerini." Adamın şakağından öptüm. "Unut, dansöz falan yok."

Gözlerini kısarak "Ne sakil sakil hareketler ya." diye söylenirken "Ben Pietro gibi bekârlar için dansöz diyorum." açıklamasını yaptı Wendy.

Gözleri kucağında oturan bana baktığında güldü adam. "Nasıl figürlermiş onlar, baş başayken görmek isterim doğrusu." Bakışları çapkın ve keyifliydi. Yanımızdaki Luigi Wendy ve Pietro üçlüsü her ne kadar bizimle ilgilenmekten uzak, hararetli bir sohbet içinde olsalar da Valentino dudaklarıma kondurduğu öpücükle ister istemez kızardım. Tüm bu olanlardan eğleniyor gibiydi. Uzun zamandır ilk defa böylesine mutluyduk ve bu kadar eğleniyorduk.

...

 

*


YAZAR NOTU: Hi guys! ✨ Yeni bölümümüzle karşınızdayız! Uwww, bu nasıl bir bölüm böyle? Ateşli sahneler var, komiklikler şakalar var, vay canına! Yazarken çok eğlendim gerçekten, umarım siz de okurken eğlenmişsinizdir. Eğer eğlendiyseniz buraya bir çiçek emojisi bırakabilirsiniz. 🌼 Bölümümüzü nasıl buldunuz, en beğendiğiniz sahne hangisiydi? Buraya yazabilirsiniz. Yeni bölümümüz hakkındaki teori, tahmin ve istek sahnelerinizi de buraya almak isterim. Yeni bölümde aksilik olmazsa isteme töreni gerçekleşecek gibi görünüyor, bakalım neler olacak? Ya da siz neler olsun istersiniz? Tüm isteklerinizi yazabilirsiniz. Son olarak da hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini buraya yazarsanız çok sevinirim. 😍 Veee... Beni Twitter'dan takip ederseniz de çok sevinirim, kullanıcı adım buzdanjuliet şimdiden takip edeceklere teşekürler ediyorum efenim. Diğer sosyal medya hesaplarımı da her zaman aşağıya bırakıyorum, isterseniz takip edebilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%