Yeni Üyelik
79.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 54

@buzlarkralicesi

-54-


❝Lâl❞

Yatakta sağa dönerken kapalı gözlerime rağmen elim yanımdaki adamın bedeninde dolandı. Onu yanımda bulduğuma memnun bir gülümsemeyle yavaşça gözlerimi araladım. Ellerini başının altında birleştirmiş adam, gözleri kapalı, uyuyordu. Ya da belki ben öyle sanıyordum. Çünkü onun gerçekten uyuyup uyumadığını asla anlayamazdınız. Kuş uykusu gibiydi onunkisi. Başımı göğsüne yaslayıp yeniden uzandım ve bu huzurlu anın tadını çıkardım.

Yeniden gözlerimi açtığımda bacaklarımın içinden bana doğru sürüklenen dudakların ıslak ve günaha çağıran izleriyle uyarılmıştım. Vücudum kaygan bir zeminde gibi bir o yana bir bu yana kıvrılırken dudaklarına uzandı dudaklarım. Tam bu rüyanın devamı için heyecandan kalbim duracakmış gibi hissederken telefon çaldı. Valent'in telefonuydu bu. Hevesim kursağımda kalmış bir biçimde komodinin üzerindeki telefonu kaptım. Ekranda Isabella yazıyordu. Isabella. Yine aramıza giren onun aramasıydı. Şaşırdık mı? Hayır.

Uzattım telefonu Valent'e. "Al, aç." Isabella'ya ne kadar gıcık olsam da kıskançlık yapacak değildim. Onu ben işe aldırmıştım sonuçta.

Elimdeki telefonu alıp meşgule aldı ve komodine geri koydu hışımla. "Bekleyebilir."

Ancak Isabella ısrarcıydı. Dudaklarımız yeniden birbirine yaklaştığında tutkunun doruklara tırmandığı o an ateşli romantizmimizi ve atmosferimizi yeni bir aramayla bölenin yine o olduğuna emindim. Adamın suratına baktım. "Bence baksan iyi olacak." Yoksa akşama kadar aramaktan çekinmeyecekti, belli.

Homurdanarak sabah sevişmemizin yarıda kalmasıyla eli komodine uzandı. Aramasını yanıtladı. "Evet!" Biraz dinledikten sonra "Tamam." diyerek telefonu kapattı. Bakışları bana döndü. "Lütfen kusura bakma."

"Saçmalama." Merakla "Ne için aramış?" diye sordum. Sadece bu kadar ısrarla aramasına değecek kadar önemli bir sebep miydi bilmek istiyordum.

"Öğle yemeğindeki toplantı iki saat erkene alınmış."

Onaylayarak başımı salladım. Keyfi kaçmıştı. Ben de kaçan keyfini yerine getirmek adına ellerim göğsünde gezinirken "Ama bu biraz eğlenmemize engel değil." diye mırıldandım.

Neşesi yerine gelen adam beni kucaklayıp altına aldığında yatak odası sesiyle "Bence de." demekten kendini alıkoymamıştı.

Ateşli bir sabah sporunun ardından duş alıp kahvaltıya indik. Wendy'le üçümüz güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra Valent'i iş yerine uğurladım. Neşeli bir gülümsemeyle kapıyı kapatır kapatmaz arkamda duran Wendy'ye döndüm. "Hemen güzel bir kombin yapmalıyız bana."

"Ne kombini?"

"Isabella'yı yok etme kombini."

Odama çıkıp kıyafet dolabımı kurcalarken Wendy'nin bu konuyla ne kadar keyifli bir biçimde ilgilendiğini görebiliyordum. Hatta çekmecemdeki iç çamaşırlarımı kurcalayıp beğendiklerini üstüne tutup aynaya bakarken "Oha! Kızım bu parça bir olay!"

Gözlerimi devirerek "Wendy, şimdi onun sırası değil." dedim ve ilgisini yeniden kendime çektim. "O bir sonraki aşama." Göz kırptım ve Wendy'nin mesajı almasını bekledim.

Pudra rengi askılı bir elbise beğendik. Yaz günlerinde tiril tiril gezilebilecek şık bir kıyafetti. Ne çok özenilmiş görünüyordu ne de demode. Tam da olması gerektiği gibi.

Kıyafetimizi gönül rahatlığıyla seçtiğimize göre Wendy'yi aksesuar seçmesi için odamda bırakırken elbette bütün iç çamaşırlarımı ve geceliklerimi talan edeceğini biliyordum. Çünkü kardeşler birbirine hep bunu yapardı. Bunu düşünürken gülümsedim. Mutfakta yalnız kaldıktan sonra çikolata parçacıklı bulut kekimi yaptım. Adı bulut gibi yumuşacık olmasından geliyordu. Sevgimi, aşkımı kattığım kekimin fırında kabarmasını seyrederken içim huzurla doldu. İşte her şey hazırdı.

Giyinip aynanın önüne geçtiğimde arkamda berjere oturmuş beni seyrederken ıslık çalan Wendy'ye baktım. "Bu erkek milletini boş bırakmaya gelmez. Hani Valent yapmaz ama bu Isabella'dan çok pis kıllanıyorum. Şansını sınırlarına kadar zorlayacaktır."

Onaylayarak başını sallayan Wendy "Haklısın." dedikten kısa bir süre sonra duygudan duyguya geçişi takdire şayandı doğrusu. Aniden ayaklandı. "Ama sen de ne diye aldın getirdin eniştemin burnunun dibine soktun bu yellozu kızım? Canına mı susadın sen?"

"Bu stratejik bir adımdı, Wendy. Arkamızdan bir boklar karıştırıyorsa Valent'in gözünün önünde durması her zaman için iyi. Bir yanlışı olursa -ki bence er ya da geç olacak- gerekeni yapabilmemiz için yanı başımızda durmalı şimdilik." Türk aşçıyı kast ederek "Malûm, düşmanın nereden geleceği belli olmuyor." diye ekledim.

Hazır ve nazır bir biçimde kapıdan çıkarken Wendy "Valent yanına gideceğini biliyor mu?" diye sorduğunda dudaklarım kıvrılmış, başımı iki yana salladım. "Baskın yapıyorsun yani?"

Durumu biraz olsun masumlaştırmaya çalışarak gözlerimi kıstım. "Gel biz ona sürpriz diyelim." Göz kırparak "Müstakbel kocama sürpriz yapmamdan daha doğal ne olabilir?" derken oldukça özgüvenliydim.

Elimde pasta kabıyla şirketten içeri girdiğimde sanki çocuğunun beslemesini getiren bir anne gibi hissettim bir an. Sanki buraya gelmem gereken son hâlimle gelmiş gibiydim. Ama kuyruğu dik tuttum. Sonuçta nişanlıma ziyarete gelmemden daha doğal bir şey olamazdı. Hem gelirken birkaç dilim kek yapıp getirmemde de ne gibi bir sakınca olabilirdi ki?

Asansör kabininden çıkıp yönetim katına geldiğimde kapının önündeki Isabella beni gördüğüne pek memnun görünmüyordu. Yine de nezaketi elden bırakmadan "Hoş geldiniz Lâl Hanım." dedi.

Bense onun memnuniyetsizliğiyle zerre ilgilenmiyordum. "Hoş buldum canım, Valent yerinde mi?"

"Ah, evet. Ama kendisi şuan önemli bir toplantıda ve rahatsız edilmek istemiyor."

Omuz silktim. "Biz de bekleriz öyleyse." Karşıdaki koltuğa oturup "Sade bir kahve alabilirim." derken kucağımdaki pasta kabına sıkı sıkıya sarılmıştım. Sanki aşkımızın meyvesiymiş gibi özenle yaptığım kekin kalıbıyla bütünleşmiş bir biçimde toplantının bitmesini beklerken kahvem geldi, içtim. Neredeyse bir saat geçti. Ses seda yok. Sıkıntıdan yanaklarımı şişirip sessizce oflayarak beklemeye devam ettim. Pes etmeye niyetim yoktu. Bu yolda ölmek var, dönmek yok.

Bir saat kırk beş dakikanın sonunda kapı açıldı ve tanımadığım yabancı adamlar odadan çıktı. Luigi ve Pietro yoktu bu kez. En son Valent kapıda göründü. Aralık kapıdan beni görünce şaşırmış bir edayla bana doğru yaklaştı. "Lâl, sen ne zaman geldin? Hoş geldin."

Hemen ayağa kalkıp ona doğru yürüdüm ve sarıldık. "Tam bir saat kırk beş dakika önce."

Omzunun üzerinden Isabella'ya bakış atan adam "Neden haber verilmedi?" diye sorarken kendisine soru yöneltilen kadın tam da istediğim gibi mahcuptu.

"Efendim, toplantıdaydınız."

"Yine de haber ver bundan sonra." Elimi tutan adamla birlikte içeri girerken ve arkadan Isabella'ya bakarken bir dilimi çıkarıp hareket çekmediğim kalmıştı. Odaya girdiğimizde "Hangi rüzgâr attı seni buraya?" diye sorduğunda Türkçe konuşması hoşuma gitmişti.

Güldüm. Sonra hevesle kucağımdaki kabı hafif havaya kaldırarak "Sana kek yaptım!" dedim. "İçine sevgimi ve aşkımı da kattım."

Dudakları kıvrılarak tebessüm eden adam kaşlarını havaya kaldırdı. "O zaman eminim dünyanın en güzel keki olmuştur."

Valent ikimize de kahve söyledikten sonra birer dilim kekimizi yedik. Tatlı sohbetimizin tadına doyum olmuyordu. Sanki sabah birlikte değilmişiz gibi yeni yeni konular konuşabilecek kadar enerjik ve hevesliydik birbirimize karşı. Ama saate baktığımda artık gitmem gerektiğini anlamıştım. "Ooo saat kaç olmuş... Ben seni bu kadar oyalarsam şirketin kısa sürede iflas eder."

"Hiçbir şey olmaz." Oturduğu koltukta doğrulup bana baktı. "Sen benim gözlerime böyle baktığın sürece."

O an biraz utandığım için "E tabii benim de senin gibi sayısız şirketler zincirim olsaydı ben de takmazdım." diyerek romantik ortamı dağıtma gereği duydum yoksa yeni bir aksiyon gelişebilirdi. Kapı kilitli değilken olmaması gereken bir aksiyon.

Başını öne eğerek gülen adam oldukça keyifli görünüyordu. "Ah, Lâl... Her an beni güldürmeyi başarıyorsun."

Söyledikleriyle gururum okşanmıştı. Mutluydum. Hele ki son yaşananlardan sonra birbirimizin kıymetini iyice anlamıştık. Ne ben aptal şüphelerle ve merak duygumla ilişkimizi baltalıyordum ne de Valent öfke patlamaları ve kıskançlıklarıyla huzursuzluk yaratıyordu artık. Her şey hiç olmadığı kadar yolundaydı. Tam da korkulması gereken bir noktadaydık. Mükemmel bir noktada. Ve ben korkmuyordum.


O gün akşam yemeğimiz de ailecek kalabalık ve keyifli geçmişti. Luigi, Pietro, Valentino ve Wendy. Keyifli bir yemek yemiştik. Hiçbir şey umurumda değildi. Geçenlerde hastanede o, onlar diye bahsettikleri gizemli kişiler bile. Umurumda olan ellerini ellerime kenetlemiş olan adamın yanımda oturuyor olmasıydı. Yanımda olmasıydı.

 

Ertesi gün Cunda'ya gidişimizin neden bu kadar geciktiğini düşünüp dururken yatakta oturmuş Valent'in ayna karşısında şirkete gitmek için hazırlanışını izliyordum. Üzerimde onun siyah tişörtü vardı. Onun kokusunun sindiği şeyleri giymek huzur veriyordu bana. Yanımda değilken bile güven veriyordu.

 

Aynadaki yansımasından bana bakan adam yakalarını düzeltirken "Bir şey mi oldu?" diye sordu yumuşak bakışlarıyla.

 

"Cunda'ya gideceğimizi söylemiştin."

 

"Evet."

 

"Hâlâ bekliyorum." Hızla yatağın ucuna doğru ilerleyip ona yaklaştım ve bağdaş kurdum. "Şimdi de sen mi evlenmek için nazlanıyorsun yoksa? Beni almayacak mısın, doğru söyle. Gönül mü eğlendiriyorsun benimle?"

 

Şaka yollu takılmalarıma karşı keyifle güldü adam. "Nasıl çılgın düşünceler bunlar? Daha neler duyacağım acaba..."

 

Mızmız çocuk gibi kaşlarımı çattım kabaca dudak bükerek. "Eee, niye benimle evlenmiyorsun o zaman? Niye dedemle tanışmaya gitmiyoruz?"

 

Ceketini giydikten sonra bana yaklaştı ve çenemi okşadı. "Gitmeden önce doktor testlerini tekrarlamamız gerektiğini söyledi de ondan. Her şey olumlu sonuçlanırsa vakit kaybetmeden gideceğiz. Yolda fenalaşmanı istemeyiz. Ya da hastalığının nüksetmesini."

 

Bozguna uğramış gibi mızmızlandım. "Yaa... Yine mi iğne?" Yaşadığımız onca şeyden sonra Valent'in pimpiriklenmesini anlayabiliyordum. Haklı da buluyordum. Bu yüzden fazla bir şey diyemedim. İsteksizce "İyi peki, peki." dedim yanaklarımı şişirip oflamadan önce.

 

Çenemden tutup dudaklarıma bir öpücük konduran adamsa bebeğini sever gibi tepkilerime keyifle karşılık veriyordu. Yumuşak bir gülümseyle "Merak etme prenses, her şey güzel olacak." dedi.

 

O gün önce test yaptırmaya gittik, oradan Valent şirkete geçerken ben de eve döndüm. Öte yandan dedem dakika başı tam olarak ne zaman geleceğimizi sorup duruyordu. Ona hastalığımla ilgili bir şey söyleyemediğim için sanki onu geçiştiriyormuşum gibi görünüyordu dışarıdan. E kızmakta da haklıydı. Ben de farklı sayılmazdım. Ne dedemin ne benim, artık dayanacak gücümüz kalmamıştı. En az ben de dedem kadar sabırsızdım çünkü bir an önce bu adamın kocam olmasını istiyordum. Mümkünse hemen.

 

İki gün içinde testler olumlu sonuçlandığında ikimiz de bir oh çekmiştik. Doktor her şey yolunda görünüyor, endişe edilecek bir şey yok, seyahat edebilirsiniz dediğinde rahatlamıştık.

 

Ertesi gün gitme kararı aldığımız için peş peşe gelen bu güzel haberleri kutlamamız gerektiğini düşünüyordum. Bu yüzden Wendy'nin de yardımıyla o gece evde yalnız kalmamız için tüm ortam oluşturulmuştu. Paola hala daha görür görmez çok sevdiği Wendy'yi evinde ağırlayacak olmaktan mutluluk duymuştu. Evin içindeki çalışanları da ben erkenden izin vererek odalarına gönderdim.

 

Kalp yaka, küçük taşlı siyah kısa elbisem ve hafif makyajımla saçlarımı at kuyruğu yaptım. Birbirinden güzel yemeklerse çoktan hazırdı. Yapmam gereken tek şey Valent'in eve gelmesini beklemekti.

 

Yatak odasının camından onun arabasının büyük bahçe kapısından içeri girip ilerlediğini görünce heyecanla merdivenleri indim. Kapıyı açtığımda Valent arabadan inmiş eve doğru yürüyordu. Beni karşısında gördüğüne şaşırmış gibiydi. Hele ki böyle hazır ve nazır bir biçimde.

 

Beklenti içinde olduğumu gizlemeyen gizemli gülümsememle "Hoş geldin." dedim. O da bir şeyler planladığımı fark etmiş gibi baş işaretiyle onayladı.

 

"Hoş buldum." Usulca içeri girdi ve içeriyi kokladı. "Yine hoş kokular geliyor."

 

"Evet, sana yemek yaptım."

 

Merakla etrafına bakındı. "Bu gece ev çok sessiz."

 

Bir adım daha attım ona doğru. "Baş başa kalalım istedim. Herkesi gönderdim." Sesimde davetkâr bir ton vardı ve karşımdaki adam bunu çok iyi anlıyordu. Kaşları iddialı bir biçimde havalanırken de bunu gizlemedi.

 

"Baş başa kalmak istedin."

 

"Evet." İç geçirdim ceketini soyarken. "Ne zamandır kalamıyorduk." Kokusunu içime çektim ve hafifçe geri çekildim. "Aç mısın? Masayı hazırlayayım mı?"

 

Yüzü bana döndüğünde imalı bakışlarından asla ödün vermiyordu. "Biliyor musun?" Başını iki yana sallayarak devam etti. "Hiç aç değilim." Bir adım atıp bana yaklaştı ve kollarımdan tutup beni kendine çekti. "Bana kalırsa hemen tatlıya geçelim." Yanıtımı bile beklemeden -ki yanıtımı çok iyi biliyordu- atik bir biçimde beni havaya kaldırıp kucakladı ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Nefes bile almadan açlıkla birbirimizi öptüğümüzü gören biri aylardır birbirimize dokunmadığımızı sanırdı. Gerçekte olanın aksine. Ancak her gün, her dakika, her saniye birbirimize aynı açlıkla ve tutkuyla susadığımızı kimse bilmiyordu. Anlayamazdı da.

 

Vahşice öpüşürken ne ara merdivenleri çıkmıştık da yatak odasına girmiştik, hatırlamıyordum bile. Beni yatağa atan adam üzerime çıktığında kaşlarımı kaldırdım. Başta ne olduğunu anlamayan adam yutkundu. "Ne?"

 

"Bir sürprizim var."

 

"Hayır, Lâl. Bu kez özel günümdeyim numaran seni kurtarmaz. Üstelik bu kadar hazırlıktan sonra."

 

Başımı geriye atarak keyifle güldüm. "Hayır şapşal, öyle bir sürpriz değil." Meraklı bakışlarına karşılık banyoyu işaret ettim. "Sürprizim banyoda."

 

Önce Valent, arkada ben banyoya doğru ilerlediğimizde adam sürprizimle karşı karşıyaydı. O gelmeden önce yatak odasındaki jakuziyi doldurup güller ve mumlarla süslemiştim. Bu gece özel olsun istemiştim. Ve özel bir sürprizle de taçlandırma niyetindeydim. Dudakları kıvrılan adam "Vay canına." derken bana dönmüştü. "Bu hiç de fena bir sürpriz değil."

 

Yavaşça onu soymaya başlamıştım bile. İşe yeleğini ve gömleğini çıkarmakla başladım. Sonra pantolonunu ve iç çamaşırını. "Düşündüm de..." Yavaşça onu jakuziye yönlendirdim ve rahat bir pozisyonda oturmasını beklerken ben de soyunmaya başladım. Önce ayakkabılarımı çıkardım. "Günün yorgunluğunu bir jakuzi keyfi ve masajla atmanı sağlamalıyım." Kışkırtıcı bir fısıltıya dönen sesimle ekledim. "Müstakbel karın olarak." Kıyafetimin yanımdaki fermuarını indirdim ve tek hamleyle askılarını soyup yalnızca iç çamaşırlarımla kaldım. Yavaşça dolanıp Valent'in arkasında durdum. Ellerim omuzlarına yumuşak ve davetkâr okşamalarla masaj yaparken adamın memnuniyetle homurdanması her şeyi açıklıyordu. Kulağına eğilip "Bu gece çok özel olacak." diye fısıldadım.

 

Başını çevirip aynı şekilde fısıltıyla karşılık verdi adam. "Sen neden bahsediyorsun? Seninle geçen her gecem çok özel." Beni ellerimden yakalayıp usulca suya soktu ve kucağına oturttu. İtiraz etmedim.

 

Dizlerim bükülü, kucağında otururken onun uyarılmış parçasıyla çok yakındık. Ellerime aldığım köpüklerle adamın vücudunu okşarken bakışlarının beklentiyle dolması zevk vericiydi. Elleri çiçek desenli siyah tül büstiyerimin arkasına uzandı ve onu soydu. Çıplak kalmış göğüslerime aç bakışlar bırakırken onun tarafından beğeniyle izlendiğini anlayan göğüs uçlarım şaha kalkmıştı. Diliyle dudaklarını yalayıp alt dudağını ısırdı. Elleri belimi tutup beni kendine daha da yaklaştırdı. Benim ellerimse bacaklarının arasına gitmişti. Ereksiyonuna dokundum ve onu rahatlatmak için okşamaya başladım. Okşamalarım hızlandı ve tatlı sert bir hâl aldı. İleri, geri. İleri, geri. Homurtuyla dolu inlemeleri bana cesaret verirken o rahatlayana kadar yapmaya devam ettim. O ise yaşadığı hazzın şokunu atlatır atlatmak sağ elini suyun içine daldırıp ıslak iç çamaşırımı kenara çekti ve parmaklarını bacaklarımın arasına soktu. Beni okşamaya başladığında hazırlıksız yakalanmıştım. Ellerim arkadan jakuziye tutunmuş, başım geriye düşmüştü. Bu bir süre bana tatlı hazzı yaşatırken hazır olduğumu düşündüğü an kalçası bana yaklaştı ve kenara çektiği iç çamaşırımdan ani bir hareketle içime girdi. Jakuzideki ellerim daha da sıkı tutunuyordu artık. Ellerimin yanında onun da elleri sertçe tutunuyordu. Ellerinden biri aşağı inip önce belime sonra da kalçama yaptığı baskıyla beni kendisine daha da yaklaştırmıştı. Artık sıfır noktasındaydık. İç içeydik. Sınırlar yoktu. En derinlerimdeki keşfini ahlaksızca bir tutkuyla sürdürüyordu ve ben de bundan keyif alıyordum. Sertçe içimdeki doluluğunun ileri geri hareketleri ruhumu havalara çıkarıyor gibiydi. Dudaklarımın arasından firar eden haykırışlara ve iniltilere engel olamıyordum.

 

Elleri belimi kavradığında suyun içinde beni ters yüz edip bedenimi üstüne çıkardı. Bu kez kontrol yine ondaydı. Elleri kalçalarıma nasıl hareket etmesi gerektiğini gösteriyordu ve bu konuda tatlı bir emrediciliği vardı. Bense üzerinde hızla ileri geri giderken yalnızca jakuzinin kenarından tek elimle destek alabiliyordum. Nefes nefeseydim. Üzerine yığıldığımda onun da aynı doyumla ateşinin söndüğünü hissedebiliyordum.

 

Nefesini düzene sokan adam yutkunarak "Teşekkür ederim." dedi yalnızca.

 

"Ne için?"

 

"Bu gece için." Sürprizimden hoşlanmışa benziyordu ama düzeltti. "Bu ve diğer tüm geceler için. Hastalıkla savaşmaktan vazgeçmediğin için. Hep yanımda olduğun için."

 

Söyledikleri hoşuma gitse de duygusallıktan uzak durmaya çalışıyordum çünkü son günlerde yeterince ağlamıştık. Artık ağlamak yoktu. Bu yüzden işi şakaya vurmayı tercih ettim ve omuz silktim. "Bir şey değil." İç geçirerek ekledim. "Sadece ne kadar kalacağımızı bilmediğim Cunda'ya gitmeden önce sana son bir gece hediye etmek istedim."

 

Usulca üzerinden kalkıp sudan çıktığımda ne olduğunu anlamayan adamın kaşları çatıldı. "Son bir gece mi?"

 

"Hı hı." Aynanın önünde yüzümü gözümü düzeltirken devam ettim. "Dedemin evinde seninle sevişmemi beklemiyorsun değil mi? Bizim geleneklerimize çok ters çünkü. Dedeme büyük saygısızlık olur."

 

Bir eli jakuziden dışarı sarkan adam sahte bir merakla karşılık verdi. "Merak ediyorum doğrusu, benimle benim evimde aylarca seks yapmak da gelenekleriniz arasında mı? Benim bu Türk örf ve adetlerine karşı biraz kafam karıştı doğrusu."

 

"E tabii o da çok hoş karşılanmaz ama dedem bunu bilmiyor sonuçta." Jakuziye doğru ilerleyip onunla yüz yüze geldim. Yüzümde ciddi bir ifade vardı. "Bana kalırsa, sen düğüne kadar bu geceyle yetinmeye baksan iyi olur. Çünkü düğüne kadar görüp görebileceğin sadece bu kadarı. Dedemin topraklarına ulaştığımızda evlenmeden olmaz kuralları devreye girer." Banyodan çıkıp yatak odasına doğru yürürken adamın arkamdan seslendiğini duyabiliyordum.

 

"Ne?" Duraksadı. Ambale olmuştu, çok belliydi. "Lâl, sen ciddi olamazsın, değil mi? Ne demek evlenene kadar bekleyeceğiz? Bu ne demek oluyor tam olarak?" Tüm sorularını yanıtsız bırakıp odadaki diğer banyoya duş için girdiğimde hâlâ onu duyabiliyordum. "Şaka değil mi? Nikâha kadar sana dokunamayacak olmam yani. Lâl, bir cevap bekliyorum! Tanrım..."

 

Duşun altına girdiğimde gülmeden edemedim. Onun bu kendi kendine söylenen hâlleri hoşuma gitmişti. Onu böyle bir şüpheyle baş başa bıraktığımda verdiği tepki tüm ömre bedeldi ve bana çok keyif verdiği de ortadaydı.


Ertesi gün çok erken kalkıp hazırlanmıştık. Uçakta heyecanlı ve endişeliydim. Dedem Valent'i sevecek miydi? Bir sorun çıkmadan bu işin içinden sıyrılacak mıydık? Hepsi bir muammaydı.

Benim düşünceli hâlimin farkında olan adam elimi tuttu. "Her şey yolunda mı?"

Başımı salladım yalnızca. "Sadece biraz heyecanlıyım. Ama geçer, merak etme." Zoraki gülümsedim. Yanağını okşadım. Böyle birinin sevilmeme gibi bir ihtimali var mıydı? Şeytan tüyü vardı bu adamda. Bir şekilde sevdirirdi kendini.

Uçakta yalnız değildik. Luigi, Pietro ve Wendy de vardı ama bir süre sanki kimse yokmuş gibi sessizlik hâkimdi. Luigi ve Wendy arasında olanlar zaten malûmdu. Böyle bir durumda neşeli şakımalar beklemiyordum.

Gerginliğimin farkında olan adam elimi tuttu. "Her şey yolunda gidecek, merak etme."

"Biliyorum. Ama..." Tuttuğum nefesi geri bıraktım. "Dedem sorun çıkarır mı diye düşünmeden edemiyorum."

"Böyle bir ihtimal var mı?"

Omuz silktim. Sonuçta bunu kim bilebilirdi ki? Dedem dünya iyisi bir adamdır ama söz konusu torunları olduğu zaman her şey değişebiliyordu. Özellikle de bizim aramızda farklı bir bağ vardı. Başkan yüzünden uzun yıllar görüşemesek de ben eminim ki görüşebilseydik, aramızda engeller olmasaydı geçmişimdeki bir sürü kötü şeyin seyri değişebilirdi.

Gözlerini kısmış bir süre bana bakan adam mesajı almış görünüyordu. "Bana biraz dedenden bahset."

"Dedem dünya iyisidir. Hani şu huysuz tonton dedeler olur ya, onlardan." İç geçirdim. "Ama işte tersini de Allah kimseye göstermesin."

"Ne gibi?"

"Ben onun tek torunu olmayabilirim. Ama bizim aramızda farklı bir bağ vardı. Diğerleriyle olmayan bir bağ. Birlikte vakit geçirmeyi severdik. O bana masallar okur, hikâyeler anlatırdı, onunla balık tutmaya giderdik." Eski anılarımız aklıma gelince güldüm. "Ağaçlardan toplardı beni. Haylazdım biraz." Gözlerim uzaklara dalarken ne güzel günler olduğunu geçirdim içimden. "Kısacık da olsa baba sevgisini tatmıştım onunla. Bana olan sevgisinin saf sevgi olduğunu biliyordum, hissediyordum."

Dikkat ve istekle beni dinleyen adam yavaşça başını salladı. "Onun senin için özel olduğunu biliyorum, Lâl. Ne kadar değerli olduğunu da. Ona kendimi sevdireceğimden şüphen olmasın."

Dudaklarım kıvrıldı gülerek. "Ona ne şüphe! Torununun kalbini nasıl çaldıysan dedesininkini de çalarsın."

Gülüştük. Biraz ciddileştiğinde Valentino artık daha fazla detay istiyor gibiydi. "Deden nelerden hoşlanır?"

"Balık tutmayı sever. At binerdi daha gençken, tabii ben o zaman çok küçüktüm hayal meyal hatırlıyorum." Düşündüm durdum ve heyecanla ekledim. "Avlanmayı sever! Ava gitmeyi çok severdi dedem. Sonra..." Yeniden ekledim. "Saygı! Saygı çok önemlidir dedem için. Bizde büyüklere saygı çok önemlidir, küçükler büyüklerinin elini öper."

Yol boyunca ona anlatmam gerektiğine inandığım her şeyi anlatmıştım. O da sabır ve itinayla dinlemişti. Bıkmadan. Benim de çenem açıldıkça açılmıştı tabii.

"Ha bir de Neşe ablayla Cemal amca var. Neşe abla da çok şeker kadındır. Cemal amca bir ara ona yanıktı ama sonra ne oldu bilemiyorum tabii çok uzak kaldım ortamlardan."

Masum bir merakla "Yanık ne demek?" diye sordu Valentino. O hâlini görünce dayanamayıp çenesinden tutup yanağından öptüm. Yerim seni adam.

Onun mutlu şaşkınlığına karşılık yanıtladım. "Âşık demek. Benim sana yanık olduğum gibi, çaktın köfteyi?"

"Köfte mi?"

Kahkahalarla başını alıp göğsüme yasladım. "Bu her şeyden habersiz masum hâllerine bayılıyorum." Dağınık saçlarına bir öpücük kondurdum.

Çiftlik evindeki hemen hemen herkesten bahsettim. Neşe abladan, Cemal amcadan... Sanırım Ali'yi unutmuştum. Biraz da ondan bahsetmek istedim kısaca. "İşte Neşe ablanın oğlu Ali var bir de. Atlarla o ilgileniyor. Atları çok sever." Keyifle gülerek ekledim. "Küçükken dedemin atlarını kaçırıp binerdik. Tabii sonrasında azarı da yerdik."

Benim gülüşümün aksine Valentino'nun ifadesi ciddi ve meraklıydı. "Ali'yle çok mu samimiydiniz?"

"Ya, çocukluk arkadaşıydık işte. Çocukluk arkadaşları ne kadar samimi olursa." Dikkatle ifadesiz yüzüne baktım. "Sen kıskandın mı yoksa?"

Tek kaşını kaldıran adam "Kıskanmamı gerektirecek bir durum var mı?" diye bir yanıt verdi.

Başımı iki yana salladım. "Emin ol yok." Gönül rahatlığıyla ekledim. "Abi kardeş gibiydik."

Sohbet ede ede yolu bitirmiştik. Uçaktan inip Cunda'ya geçerken gezilecek ne çok yer olduğunu düşünmüştük ama buna vaktimiz yoktu. Belki başka zaman, diye geçirdim içimden.

Çiftlik evinin önüne geldiğimizde kalbim küt küt atıyordu. Beni rahatlatmak için elimi tutan adama tebessüm ettim. Anlayış bekleyen bakışlarla elimi geri çektim. "Dedem görmesin şimdi, çok kızar."

Cemal amca karşıladı bizi. "Ooo hoş geldiniz efendim, buyurun, buyurun!"

Ben ve Valent önde, Luigi, Pietro ve Wendy de arkadan gelerek çiftlikten içeri girdik. Cemal amcanın ağzı yine açılmıştı, sohbet ede ede bizi eve doğru götürüyordu. Bu sırada da bize etrafı gezdiriyordu.

Eve yaklaştığımız sırada Ali geldi bizi karşılamaya. Ağırbaşlı bir ifadeyle "Hoş geldiniz." dedi. Biraz mesafeliydi yanımızda yabancılar olduğu için.

Valentino ise kendinden beklenenin aksine ciddi ve arkadaş canlısı bir tavırla el sıkıştı Ali'yle. Bir gerginlik ya da kıskançlık olacak diye korkmuştum ama korktuğum gibi bir şey olmadı.

Kapının önünde ise Neşe abla adının hakkını veren bir gülümsemeyle bizi bekliyordu. "Hoş geldiniz!"

Ben şu ana kadar dedemi görmemiz gerekiyordu diye düşünürken içeriden usulca dedem ilerledi bize doğru. İşte geliyor, dedim. Her şeyi bu anki karşılaşma belirleyecekmiş gibi nefesimi tuttum. Bu el öpme merasimi beni gerdikçe gererken düşündüğüm tek şey Valent'in dedemin elini öpüp öpmeyeceğiydi. Açıkçası bu konudan bahsetmiştim ama öperim ya da öpmem gibi bir ifade kullanmamıştı, ben de onu bu konuda zorlayacak değildim. Belki de konumundan dolayı birinin elini öpmeyi aşağılanma olarak nitelendirebilirdi. Ve bu da dedemin son derece sinirini bozabilirdi. Dolayısıyla da her şey negatif başlayıp son derece kötü bir biçimde sonlanabilirdi. Biz de Cennet Mahallesi Sultan ve Ferhat gibi uzun yıllar kavuşamayacağımız bir aşkın içine düşebilirdik. Bu duruma Romeo ve Juliet örneği vermek dururken Sultan ve Ferhat örneği mi veriyorsun Lâl? Sahiden mi?

Otoriter ve ciddi bakışıyla bize ilerleyen ihtiyar adamın kollarına koştum. Belki torunuyla sarılıp yumuşarsa ve o huysuzluğundan sıyrılırsa daha anlayışlı ve ılımlı yaklaşır diye düşündüm. Sıkı sıkı sarıldık. "Dedeciğim..."

"Yavrum, hoş geldin." Saçlarımı okşayan adamın yüzü yumuşamıştı. Kaşlarını çattı. "Saçlarını mı kestin? Uzun daha güzeldi sanki."

Yumuşak bir tebessümle geçiştirsem de Valent'le göz göze geldik. Dedem saçlarımı neden kesmek zorunda kaldığımı asla bilmeyecekti. Bu hâlde de güzel olduğumu Valent'in gözlerindeki rahatlatıcı ifadede görebiliyordum.

Dedemle ayrıldığımızda aynı ciddiyet ve kararlılıkla üstünlük taslayan ifadesinden ödün vermeyen ihtiyar adam misafirlere döndü. "Hoş geldiniz." Valent'e de meydan okuyan bir duruşu vardı.

İşte o an. Hayatımın belki de en gergin anlarından biriydi. Kırmızı kablo mu, mavi kablo mu ikilemine düşülen an kadar gergin bir andı bu. O kısacık an bile ömrümden ömür almaya yeterken herkes film izler gibi dikkatle Valentino Riccardo ve Suavi Günday'a bakıyordu. Bu karşılaşma nasıl sonuçlanacaktı? Dedem Valent'ten bir atak bekliyordu, acaba beklenen atak gelecek miydi yoksa Valent topu taca mı atacaktı?

Bu durumdan en çok Wendy keyif alıyor gibiydi. Aksine en rahatsız olan da Luigi'ydi. İkisinin de sebebi açıktı. Koskoca Valentino Riccardo'nun birinin elini öpecek olma düşüncesi.

Bir yıl gibi geçen saniyelerden sonra Valentino kendisinden beklenmedik bir şekilde eğildi ve dedemin elini öpmeye yeltendi. Dedemse sanki asla beni tembihlememiş ve az önce de elinin öpülmesini beklemiyormuş gibi keyifli tonton gülümsemesiyle Valent'i engelledi. Samimiyetle el sıkıştıktan sonra "Hoş geldin oğlum." dedi ve adamın omzuna dokunarak içeri buyur etti. Görünüşe göre Valentino Riccardo ilk sınavı geçmişti. Dedem kimseye babasının hayrına oğlum demezdi.

Eğilip kulağıma "Bu deden niye bizi hayatımızdaki en büyük zevkten mahrum bıraktı ki şimdi? Ne güzel koskoca Valentino Riccardo'nun el öpme merasimini izleyecektik! Luigi'yle de iddiaya girmiştik, eğer elini öperse ben kazanacaktım! Ya var ya gerçekten ailecek safi zararsınız!" diye fısıldayan Wendy bozguna uğramış görünüyordu.

Ben sadece dirseğimi böğrüne iterek "Wendy, sus!" demekle yetindi. Yoksa yapılabilecek çok şey vardı.

İçeri geçtiğimizde samimi sohbetler, muhabbetler sürüp gitmişti. Wendy de şirinlikleriyle sarayın soytarısı gibi dedemin gözüne dakika bir gol bir girmişti. Valent'ten rol çaldığını da görmemek elde değildi. Neşe abla bize birer yorgunluk kahvesi getirmişti. Dedemle gelmeden önce konuşmuştuk, akşama isteme töreni olacaktı. Bunun için alışverişe çıkmadan önce biraz soluklanmayı tercih ettik.

Dedemle Valent'in ilk bakışta anlaşmaları gerçekten içimi hiç olmadığı kadar rahatlatmıştı. Suavi Günday'ın iyi anına denk gelmiştik.

Bizim tonton ihtiyar "Ne işle meşgulsün oğlum?" diye sorarken Valent'i dinlemeye hevesli görünüyordu. Onunla sohbet etmekten keyif alır gibiydi.

"İtalya'da bazı şirketler grubumuz var."

Dedemin yanında oturan Wendy sessizce kulağına fısıldadı. "Mütevazılık yapıyor dede, bütün İtalya bunların. Bizim kızı iyi yaşatır. Para babası bunlar, vallahi bak!"

Gözlerimi belerterek Wendy'ye bunu yapmamasını ifade etsem de asla durmuyordu.

Derin sohbetlerin ardından ilk etapta iyi anlaştıklarına emin olduğum hayatımdaki iki değerli adam hâlinden memnun görünüyordu. Dedem yorgun olduğumuzu bildiğinden odalarımızı hazırlatmıştı. "Dilerseniz biraz dinlenin, yerleşin. Odalarınız hazır."

Neşe abla önümüzde, biz arkada yukarı çıktık. Önce Luigi, Pietro ve Wendy'nin odalarını gösterdi. Onlar yerleşirken bir üst kata çıkardı bizi. Soldaki odayı gösterdi Valentino'ya. "Bu oda sizin. Bir eksiğiniz, istediğiniz bir şey olursa bana söyleyebilirsiniz." Valent'e gösterdiği odanın yanındaki oda dedemindi. Onun sağındaki odayı da bana gösterdi. "Sen her zamanki odanda kalırsın kızım, zaten biliyorsun." Onaylayarak başımı salladım.

Neşe abla aşağı inerken göz temasını bozmadan bana bakan adama döndüm. "Bir şey mi oldu?" diye sordum anlamadığım için.

"Bu gerçek mi?"

"Ne gerçek mi?"

"Biz ayrı odalarda mı kalacağız?"

Güldüm. Şimdi anlaşılmıştı. "Sen ne olacağını sanıyordun ki?" Aslında çok yabancısı olduğu âdetler olduğunu düşünmüyordum. Sohbet arasında anne ve babasının zamanında onların da böyle âdetleri olduğundan bahsederdi. Tanışan iki gencin yalnız kalamayacağını, aile büyüklerinin yanında görüşüp tanıştıklarını falan anlatırdı. Ama tabii eski âdetlerdi bunlar, Valent bunun ne kadarına uyardı bilinmez. Ortamızdaki odayı gösterdim. "Bu oda kimin biliyor musun?" Kendi sorumu geciktirmeden yanıtladım. "Dedemin." Anlamazdan gelmesin diye de alaycı bir ses tonuyla açıkladım. "Yani odaları karıştırıp yanlışlıkla odama gelirsen dedemin bundan haberi olur." Yanlışlıkla kelimesine imalı bir vurgu yaptığımda mesajı aldığını düşünüyordum. "Aynı şekilde bir sebepten ben senin odana gelmek durumunda kalırsam da dedem bacaklarımı kırar. Bacaksız bir gelinle evlenmek istemezsin diye umuyorum?" Yanıt bekler gibi kısa süre baktıktan sonra başımı salladım. "Ben de öyle düşünmüştüm."

Güldü adam. Ama acının tatlı tebessümüydü bu. "Bakalım doğru anlamış mıyım? Biz ayrı odalarda kalacağız. Ben sana asla dokunamayacağım." Başımla onayladım. "Ve bunun ne kadar süreceği belli değil."

"Ne kadar süreceği belli canım, o kadar da değil yani. Düğüne kadar işte."

"Düğüne kadar."

"Hı hı, düğüne kadar."

"O zaman lütfen bana düğünün yarın olduğunu söyle."

"Ay saçmalama Valent, gir odana soyun dökün."

Odama doğru yürürken arkamdan iç geçirerek bakan adama gülmeden edemedim. Eğlenceliydi.

Bir iki saat dinlendikten sonra Valentino, Pietro ve Wendy alışverişe gittiler. İsteme töreniyle ilgili Wendy onlara alınacaklarla ilgili öncülük ediyordu. Ben gelin olduğum için gitmemiştim çünkü böyle şeyler erkek tarafının işiydi. Ancak gitmemiş olmam her anını bilmediğim anlamına gelmiyordu. Ben akşam giyeceğim kıyafeti seçerken Wendy'yle görüntülü görüşme yaptığımız için orada neler olduğunu saniyesi saniyesine görebiliyordum.

Wendy hattın diğer ucundan yaptırılmış iki çikolatayı gösterdi. "Sence bu tüllü olan mı diğeri mi?"

"Ne bileyim ben Wendy, alın işte birini."

"Diğeri çok sade gibi ya."

"Bu da düğünde benden rol çalacak kadar süslü."

Benden gerekli yanıtı alan kız Pietro ve Montrel'e dönerek "Tamam, o zaman süslü olanı alıyoruz." dedi.

"Benim dediğimi almayacaksan neden fikrimi soruyorsun ki?"

"Çünkü tam tersini alacağım. Sen zevksizsin bu konularda biraz, kusura bakma."

"Tamam Wendy, şimdi nişanlımı görmek istiyorum. Onun yanına gider misin?"

"Düğünden önce damadı görmek uğursuzluktur."

"Salak, o gelin için geçerli."

"E tamam yine de göremezsin."

"Wendy!"

"Tamam, tamam." Yargılar gibi başını iki yana salladı kız. "Sen ve nişanlın... Hep de sorunlarınızı şiddetle çözün. Bağırıp çağırarak. Seni Suavi dedeme şikâyet edeyim de gör." Valent'in yanına doğru giderken bir an olsun susmamıştı.

Çiçeklere bakarken telefonun kendisine uzatıldığını gören adam beni gördü ve o an kendisine tebessüm ettim. "Valentino Riccardo."

"Lâl Alsancak."

"Hazırlıklar nasıl gidiyor?"

"Wendy'nin liderliğiyle hiç de fena gitmiyor. Hazırlıkları tamamladık sayılır." Çapkın bakışlarla "Riccardo olmana çok az bir zaman kaldı yani." diye ekledi.

Dudaklarım kıvrılırken "Hımm..." dedim. "Bunda benden uzak kalmanın etkisi olabilir mi?" Gülüştük. Bense iç geçirdim. "Akşam için çok heyecanlıyım. Ne olur her şey yolunda gitsin."

"Her şey yolunda gidecek, merak etme."

Gözlerine bakarak samimiyetle "Valentino, teşekkür ederim." dedim. Bunu içtenlikle söyledim çünkü ilişkimizin başından beri kendinden ne kadar ödün verdiğini görebiliyordum. Özellikle dedemle iyi anlaşmak için elinden geleni yapması. Sonuçta sizi öldürmeye çalışan düşmanınızın babasına karşı elini öpecek kadar saygılı olmak zorunda olmazsınız.

"Ne için?"

"Elimi hiç bırakmadığın için." Bir sürü şey yaşamıştık. Yanlış anlamalar, kaoslar, olaylar, ayrılıklar, hastalıklar, yalanlar, sırlar... Hiçbirinde de beni yüzüstü bırakmamıştı. "Her şeyi zorlaştırmak yerine kolaylaştırdığın için. Özellikle dedemle iyi anlaşman..."

"Onun senin için ne kadar değerli olduğunu biliyorum." Bir şey söylememe gerek kalmadan başını salladı. "Ne düşündüğünü biliyorum, Başkan'ın babası olduğu için ona da aynı şekilde davranacağımdan korktun. Ya da beni sevmemesinden. Ama senin için önemli olan neyse onu ben de aynı şekilde önemserim."

Bu duygusal anımızda birbirimize bakarken eğer arada telefonlar olmasaydı ve biz yüz yüze olsaydık kesin öpüşür ya da sarılırdık. O sırada Wendy'nin cırlak sesiyle Valent'e "Enişte! Pietro'ya bir şey söyler misin? Çikolata gümüşlüğünün süslerini bozuyor!" diye bağırdığında tüm ambians bozulmuştu.

Pietro'nun sesini duyduğumuzda ikimiz de güldük. "Sadece nasıl bağlandığını merak etmiştim. Bozduğum falan yok!"

Valentino yumuşak bakışlarıyla beni seyrettikten sonra tartışan Pietro ve Wendy'ye döndü. "Bu koca çocukların kavgasını ayırmam gerek. İşlerimiz biter bitmez sana dönerim. Seni seviyorum."

"Ben de."

"Ben de ne?" Telefonu kendine yaklaştırarak kısık sesle tahminlerini sıraladı. "Ben de seni özledim mi, ben de seninle gizlice buluşup öpüşmek istiyorum mu? Ya da ben de daha ileriye gitmek için fırsat kolluyorum mu?"

Güldüm. "Kudurma Valent. Ben de seni seviyorum demek istemiştim." Kapım çalındığında "Kapatıyorum." diyerek telefonu kapattım.

Kapıyı çalan her kimse "Girin." dediğimde içeri dedem girdi. "Dedeciğim..."

"Müsait miydin kızım?" Usulca yanıma doğru ilerledi.

"Tabii dedeciğim, gel otur." Yatağın köşesine oturdu ve yanındaki yere dokundu. İstediği gibi yanına oturdum. İçim içimi yiyordu. Ne konuşacaktı? "Bir şey mi oldu?"

"Seninle biraz baş başa konuşmak istedim." İç geçirdi sessizce. "Bak kızım, ben yaşlı bir adamım. Bir ayağım çukurda."

"Allah korusun dede, nasıl konuşuyorsun sen?"

O ise "Kapa gaganı da dinle beni." diyerek azarladı beni. Huysuzluğu üzerindeydi. Huysuz ve tatliş tonton dedem. Yüzü yeniden yumuşadı. "Torundan yana yüzüm gülmedi. Engin'imi çok erken kaybettik, içim hâlâ yangın yeri. Seni yıllarca bana göstermediler, aramıza engeller koydular. Zuhal de beş para etmez zaten babasının izinden yürüyor. Ama en azından damattan yana yüzüm güldü diyebilirim. Zuhal ne kadar beş para etmezse Fuat o kadar efendi. Şimdi de Valentino... Tamam gavur mavur ama gözüm tuttu damat beyi. Bir lafımla kalktı uzak memleketlerden geldi seni istemeye. Adetlerimize, geleneklerimize saygılı, uymaya çalışıyor. Seni de seviyor, gözlerinden belli. Babanın yapamadığını yapmış, kol kanat germiş sana." Güzel sözlerinin sonuna geldiğinde endişelerine geçtiğini gizlemeyen bir ifadeyle devam etti. "Ama bazen ne kadar seversen sev, sevginin yetmediği yerler olur. Farklı dinler, kültürler, düşünce yapıları zamanla ilişkiyi yıpratır. Şimdi evlenirsiniz, bir de çocuğunuz olur. Ya bu farklılıklar ilişkinizi bozarsa? Doğacak çocuklara da yazık olmasın? Yarın öbür gün boşanırsan dönebileceğin bir baba evin yok. Benim kapım sana her zaman açık ama ya ben ölürsem? Bak bu akşam seni isteyecekler. İyi düşündün mü kızım?"

Onun tedirginliklerini çok iyi anlıyordum. Dedem eski insandı. Eski insanlar ne kadar parası olursa olsun bir kadının evlenip boşandıktan sonra yalnızlığı daha zor göğüsleyeceğine inanırdı genellikle. Hep bir erkeğin korumasına ihtiyaç duyabileceğini. Onu suçlamıyordum, böyle yetişmişti, böyle görmüştü. Benim için endişelenmesini de anlıyordum. Ama Valent'le daha yakından tanışma fırsatı olsaydı bunları dert etmeyeceğine emindim. Elinin üstüne koydum elimi ve güven veren yumuşak bir tebessümle karşılık verdim. "Korkularını anlıyorum, hak da veriyorum. Ama inan bana Valent'le ilişkimiz yeni değil, biz çok şey atlattık, büyük sınavlardan geçtik." Usulca salladım başımı. "Ben eminim dede. Valentino, sonucu ne olursa olsun benim hayatımı sürdürebileceğim tek erkek. Onunla olmazsa bu dünyada başka kimseyle olmaz."

"Bu kadar eminsin yani."

"Kendimden bile daha çok."

"Son kararın?"

"Hı hı."

Başını yan yatırarak ayağa kalktı. "İyi peki, benden günah gitti." Odadan çıkmadan önce şefkatli bakışlarını üzerimde gezdirdi ve usulca tebessüm etti. "Sen hep mutlu ol, benim güzel kızım. İnşallah ömrüm yeter de bu çiftlikte çocuklarınızın koşturmasını da huzurla seyredebilirim."

Dayanamayıp hızlı adımlarla yanına gittim ve sarıldım dedeme. Gözyaşları sel olmuştu ama çok mutluydum. Nadir bir biçimde mutluluktan gözyaşı döküyordum. Her şey beklemediğim kadar iyi gidiyordu. Tabii tüm bunlar akşam dedemin beni Valent'e kesin olarak vereceği anlamına da gelmiyordu. Her an tepesi atabilir ve beni vermeyebilirdi. Bu durumda da Valent'e kaçmak zorunda kalabilirdim. Saçmalama, Lâl. Köy dizisi çekmiyoruz burada.

 

Ben akşam için kıyafet seçene kadar Wendy işlerini bitirip Valentlerden önce gelmişti bile. Onun ısrarıyla omzundan aşağıya doğru tül ve çiçek detayıyla uzanan mor, uzun bir elbise giydim. Saçımı ve makyajımı Wendy yaptı. Bana kalırsa bu kadar özenilecek bir şey yoktu. Hele ki sözde bir seramoni için. Sonuçta tek amaç dedemi memnun etmekti. Tabii Wendy böyle büyük büyük şeyleri sevdiği için özenmeye ve abartmaya bayılıyordu. Onun evlilik seramonisinde bizim tarafımızdan her şeyin en abartılısı yapılacaktı, anlaşılmıştı.


Zil çaldığında Valent'in geldiğini anlamıştık, aşağıya indik ve Neşe ablanın kapıyı açmasını merdiven boşluğundan izledik. Valentino, yanında Pietro ve Luigi'yle elinde çiçek ve çikolatayla girmişti. Jilet gibi takımını giyip son derece yakışıklı görünmesinin dışında gülmeden de duramadım. Elinde çiçek ve çikolatayla çok şirin görünüyordu. Dedem kapıya doğru yürüdü ve sanki Valent'i ilk defa görüyormuş gibi seramoniye kendini kaptırarak "Hoş geldiniz." dedi, el sıkıştılar ve onları içeri buyur etti.

Biz merdiven boşluğundan izlemeye devam ediyorduk çünkü benim sahneye katılma zamanım henüz gelmemişti. Dedem "Lâl, kızım gel al çiçeklerini çikolatalarını." diye seslendiğinde ikiletmeden saklandığım yerden çıkıp tüm asaletimle yürüdüm ve Valent'in gözlerine kısa bir bakış attıktan sonra çiçekleri ve çikolatayı alıp geri çekildim. Birbirimize yabancıymış gibi bir heyecan duyuyordum. Onun da aynı şekilde hissettiğini gözlerinde görebiliyordum. Bu başka bir heyecandı. Başka bir duyguydu.

Çiçek ve çikolatayla mutfağa girdiğimde Wendy de arkamdan gelmişti. Bizimkiler oturup sohbet ederlerken Wendy içeri dönüp kahveleri nasıl içtiklerini sormuştu. Sürpriz. Sanki kahvelerini nasıl içtiklerini bilmediğim insanlardı. Ama seramoni işte, uyduk.

Kahveleri hazırladığımda fincanlardan birini özellikle ayırdı Wendy. Tuzu boca ettiğinde sessiz bir çığlık attım. "Wendy ne yapıyorsun?"

"Tuzlu kahve adetimizi yerine getiriyorum. Tanıştırayım, Türk örf ve adetlerimiz." Kısa bir an düşündükten sonra gözlerini kıstı. "Ay acaba pul biber de mi dökseydim?"

"Yok, oldu olacak tezgâhın altından Domestos al dök Wendy, evlenmeden dul kalayım!"

"Ay aman tamam be! Ne kıymetli kocan varmış!" Fincanı bana uzattı. "Al götür! Ama bak sakın karıştırayım deme!"

"Ben salak mıyım Wendy, niye karıştırayım?"

Tepsideki kahveleri son kez kontrol ettikten sonra usulca içeri yürüdüm. Bizimkiler koyu bir sohbete dalmışlardı ama kahveler gelince aniden sustular. Önce dedem olmak üzere herkese kahvelerini ikram ettim. En son Valent'e kahvesini uzatırken usulca kulağıma "Çok güzel olmuşsun." diye fısıldadı.

Dedemin korkusundan cevap veremedim çünkü öksürürken gözü üzerimizdeydi. Sadece belli belirsiz gülümseyebildim. Mutfak kapısından dudaklarını oynatarak Valentino'ya söyleyecekleriyle ilgili sufle veren Wendy'nin yanına gittim ve olanları oradan izlemeye karar verdim.

Herkes kahvelerini yudumlarken Valentino usulca bir yudum aldı, biraz duraksadı ancak yüzünden herhangi bir ifade geçmeden tuzlu kahvesini tek dikişte bitirdi. Özür dileyen bakışlarla ona baktığımdaysa her şeyin yolunda olduğunu ifade eden yatıştırıcı bakışları iş başındaydı. Umarım çok tuzlu değildir.

Kısa süre sonra toparlayan adam hafif bir öksürükle söze girdi. "Beni tanıyorsunuz, farklı bir kültürden geldim. Bu yüzden geleneklerinize yabancıyım. Ama uyum sağlamak için elimden geleni yapıyorum. Lâl için ne kadar değerli olduğunuzu biliyorum. Torununuzu seviyorum ve onunla hayatımı birleştirmek istiyorum. Sizin de onayınızla." Dili döndüğünce "Allah'ın emri peygamberin kavliyle, torununuz Lâl'i istiyorum." demeyi başarmıştı. Şimdi top dedemdeydi. Bakalım ne diyecekti? Kalbim küt küt atıyordu.

Suavi Günday ciddi ve otoriter tavrından ödün vermiyordu, bu yüzden ifadesinden ne hissettiğini asla anlayamıyordunuz. O sessiz kaldıkça kalp atışlarım daha da hızlandı. Artık kalbim neredeyse ağzımda atıyordu. Kısa bir es verdikten sonra yaslandığı koltukta doğruldu ihtiyar adam. "Bir dede için torunları arasında seçim yapmak çok zordur. Ama Lâl, benim en değerlim. Belli etmez ama çok hassas ve duygusaldır. Aileden yana yüzü gülmedi, bu yüzden dışarıdaki insanlara karşı sert bir kabuğu vardır. Çok çabuk kırılır." Tehditkâr bir tonda ekledi. "Dediğim gibi, Lâl benim en değerlim. Onun gözünden akacak tek bir yaş için ben dünyayı yakarım." Arada soğuk rüzgârlar esen bir atmosfer oluşmuştu ve bu gerginliğimi her geçen saniye daha da arttırıyordu. "Farklı bir ülkeden geliyorsun. Farklı kültürlerden. Lâl ile çok farklısınız. Yetiştiriliş tarzınız, aile yaşantınız... Bu ilişkiyi yürütebileceğinizi düşünüyor musunuz?" Artık nefesimi tutmaktan başka çarem yoktu. Belki nefesimi tutar da şuracıkta ölürdüm ya da beyin hücrelerimi bir bir kaybederdim de konuşmanın devamını duymazdım.

Valentino delici bakışlarının aksine koltukta doğruldu ve usulca nefes aldı. "Suavi Bey, birçok konuda haklısınız. Kültürlerimiz çok farklı. Dini inançlarımız. Ve daha sayamadığım birçok şey. Ama ben torununuzu çok sevdim. Hem de onu gördüğüm ilk andan beri. Yıllarca her yerde onu aradım. Meğer aradığım yalnızca o değil, kendimmişim. Ben Lâl'i bulduğumda kendimi de buldum. Kendimle yeniden tanıştım. Yapmam dediğim birçok şey yaptım. Şuan sizin karşınızda böyle duruyor olmam bile ona olan aşkımın bana yaptırdıklarından biri. Ve şimdi siz, onu bana verseniz de vermeseniz de ben sonsuza dek onu seveceğim. Ve ondan beni hiçbir şey vazgeçiremeyecek." Biraz saygılı, biraz da meydan okumalı bir konuşmanın ardından eyvah, dedim. Şimdi dedemin tepesi atacak ve onu kapı dışarı edecek.

Kaşları çatık Suavi Günday, sert bir ses tonuyla "Lâl!" diye seslendi bana. "Gel buraya!" İkiletmeden hızla yanına gittim ama ayaklarım beni taşıyamıyordu sanki. Ellerimi birleştirmiş dedemin karşısında dururken olacakları korkuyla beklemekten başka çarem yoktu. Kısa süre sonra yaşlı adam bana döndü ve "Sen bu adamla evlenmek istiyor musun?" diye sordu.

Başımı öne eğerek öksürdüm ve yeniden dedeme döndüm. "Evet, dede. İstiyorum." Tüm korkularıma rağmen cesurca bunu söyleyebildiğime inanamıyordum. Etrafa karşı astığım astık kestiğim kestik olan ben, yumuşak karnım dedemin yanında bir pisicik olduğum için cesaretime kendim bile şaşırdım.

Benden aldığı yanıtla Valent'e döndü adam. "Seni tanıdım, Valentino. Ve tanıdığım kadarıyla torunumu mutlu edeceğine inanıyorum. Cesaretini takdir ediyorum. Gerçek bir erkek her zaman kararlarının ve aşkının arkasında durmalı. Senin gibi. Umarım bu kararlılığınız sonsuza dek sürer ve çok mutlu olursunuz." Koridordaki Neşe ablaya dönüp seslendi. "Neşe, yüzükleri getir kızım!"

Yüzükler gelene kadar Valent'le rahatlamış bakışlarımız birbirimizin üzerinde gezindi. İçimiz hiç olmadığı kadar rahat ve huzurluydu.

Dedem Valent'e döndü. "Torunumu sana iki şartla veriyorum. Birincisi, onu asla üzmeyeceksin. Eğer üzdüğünü duyarsam var ya..."

Tehditlere kulak asmayan Valentino ise açık yüreklilikle "Onu hayatımın sonuna kadar mutlu edeceğime güvenebilirsiniz." yanıtını verdi.

Kabul ederek sözünün devamını getirdi Suavi Günday. "İkinci şartıma gelecek olursak... Malûm, yaş kemâle erdi. Vaktim azalıyor. Acele edin de hemen bana bir torun verin yahu!"

Ortama neşeli bir atmosfer hâkim olunca tuttuğum nefesimi bıraktım ve ikimiz de dedemi ortamıza alarak bekledik. Yüzük tepsisi geldi, kurdeleler falan. Wendy'nin işleri. Kına gecesi yaptıramadı ya, merasime boğacaktı bizi. Önce Valent'in yüzüğünü taktı dedem, sonra da benim. Tepsideki makası aldı ve "Allah sizi hiç ayırmasın. Hep mesut olun inşallah." dedikten sonra kurdeleyi kesti. Alkışlar. Sevinçli şakımalar. Wendy'nin getirdiği nişan pastasından birer dilim yedik. Tabii Wendy her anımızı fotoğraflamaktan asla bıkmadı. Anı olacakmış. Bu hoşuma gitmişti çünkü benim aklıma gelmezdi. Güzel anları yaşamaktan fotoğraflamaya sıra gelmezdi.

Valent'e döndüm. Mutluydu. Mutluyduk. Gözlerimizin içi gülüyordu. Dedem de hâlinden memnundu. Her istediği yerine gelmişti. Neyse ki korktuğum gibi Valent'in yanında ağzından gavur damat kelimesini kaçırmadı ya da sünnet olma şartı koşmadı. Düşündüğüm hiçbir korkunç şey olmadı. Herkes hâlinden son derece memnundu. Güzel bir nişan merasiminden sonra gecenin sonuna gelmiştik.

Gecenin geç saatlerinde hepimiz odalarımıza dağıldığımızda önde ben, arkada Valent olmak üzere odalarımızın olduğu üst kata çıktık. Odama doğru yürüdüğümde adamın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Göz ucuyla bakıp "Ne?" diye sordum.

"Gerçekten ayrı odalarda mı kalacağız?"

"Evet." Ortamızdaki odayı gösterdim sessizce. "Bak aramızda dedem kalıyor, ne kadar ayıp."

Yalın bir dürüstlükle "Seni özledim." dedi. Öyle salt, samimi.

İtirafı hoşuma gitse de umursamaz bir ifadeyle omuz silktim. "İyi o hâlde, biraz daha özlemeye devam et."

"Lâl, nikâh günümüz bile belli değil. O zamana kadar nasıl senden uzak kalacağım söyler misin? Nasıl bekleyeceğim?"

"Bu söylediklerini dedeme de söylemeye ne dersin?"

"Benim için sakıncası yok."

Dedemin odasına doğru adım attığında hızla kolundan tutup durdurdum onu. "Valentino kudurdun mu? Saçmalama! Dedem bizi ikiye böler." Bu adam deliydi. Hem de zırdeli. "Bak, daha yeni geldik. Biraz daha sabret tamam mı? Düğün hazırlıkları falan deriz, İtalya'ya döneriz. Lütfen her şeyi berbat etme."

Beni duvarla arasında bırakan adam gözlerime baktı. "Tek bir şey duymak istiyorum." Merakla bekledim. "Sen de beni özlüyorsun, değil mi?" Dudakları kulağıma kadar yaklaştı mırıldanırken. "Sen de beni özlüyorsun, hadi söyle."

Kokusuyla sarhoş olmak üzereydim. Hem de en olmaması gereken yerde, dedemin odasının önünde. "Evet, lanet olası. Senin için deliriyorum. Bunu bilmiyor muydun?" Benim için ne kadar zor olsa da onu ittirdim. "Hadi defol git odana!" Yoksa elimizden bir kaza çıkacaktı, kesin.

"Yarım saat sonra bahçede."

"Ne?"

"Yarım saat sonra bahçeye gelmezsen seni sevdiğimi haykırır, herkesi uyandırırım."

"Valentino delirdin mi sen?"

"Denemek ister misin?" Bağırmak için nefes aldığında zıplayarak ağzını kapattım son anda.

"Allah'ın cezası, tamam! Git şimdi odana! Git! Öldürteceksin bizi dedeme."

Ağzını yavaşça serbest bıraktığımda "Yarım saat sonra bahçede." diye mırıldandı. "Geliyorsun."

"Geliyorum, tamam. Sus şimdi. Git odana."

Elleri ceplerinde odasına giren adamın çılgınlıklarına sinirden güldüm. Her şeyi bizim için bu kadar zorlaştırmaya mecbur muydu? Sanki ondan uzak kalmak benim için yeterince zor değilmiş gibi.

Yarım saat sonra bahçeye indiğimde atların karşısında ağaçlık bölgede siyah tişörtü ve gri eşofmanıyla elleri ceplerinde ağaca yaslanmış adam beni bekliyordu.

Turkuaz atletim ve aynı renk şortumla havanın hafif esintisine karşı biraz ürpermiştim ama asıl hissettiğim şey panikti. Dedeme yakalanma korkusu. Keskin bir fısıltıyla "Valentino sen ne yapmaya çalışıyorsun?" diye hesap sordum yanına gittiğim adama. "Tırlattın mı?"

"Seni özledim ve özlemimi gidermeye çalışıyorum."

"Dedem bizi öldürsün mü istiyorsun ha? Tüfeğiyle bizi kıçımızdan vursun mu istiyorsun? Bizi burada yakalarsa ne olur sanıyorsun?"

Omuz silkti elleri ceplerinde adam. Gayet rahattı. "Hiçbir şey olacağını sanmıyorum. Sonuçta hızlı bir şekilde bizden torun isteyen kendisiydi, buna memnun bile olabilir."

"O evlendikten sonrasını kast etti, akıllım! Bizi burada bu saatte konuşurken bile görse vay hâlimize!" Valent'in panikten çok uzak, rahat hâlini gördükçe çıldırıyordum. "Nikâh masasından önce mezara sokacaksın bizi."

İstifini bozmayan adam "Bence abartıyorsun." diye mırıldandı aynı rahatlıkla. Bana doğru yaklaştı, aniden kucakladı ve sırtını ağaca yaslayarak bacaklarımı beline doladı. Dudaklarımız birbirine hiç olmadığı kadar yakındı.

Abartmadığımı kanıtlamak için yanlış bir zamandı ama korktuğum başıma geldi. O an dedemin balkonunun ışığı yandı ve usulca balkondan dışarı bakındı yaşlı kurt. "Kim var orada?" Bir süre korku dolu bakışlarla Valent'e baktığımda hızla kucağından indim ve bir ağacın arkasına saklandım. Valentino saklanma gereği bile duymuyordu ama büyük ağacın arkasında olduğu için dedem onu henüz görmemişti. Henüz. Ses gelmeyince kısa süreliğine içeri giren Suavi Günday, o ünlü tüfeğini eline alarak yeniden geldi balkona. Tüfeği doldurup hazırladıktan sonra bahçeye doğrulttu ve daha sert bir sesle bağırdı. "Kim var orada dedim?"

Eyvahlar olsun. Korktuğumun her seferinde bu kadar başıma gelmesi normal miydi acaba? Valentino'ya panikle sus işareti yapmaktan ve ağacın arkasında hareketsiz kalmaktan başka çarem yoktu. Valent de korkmaktan ziyade, dedemin tüfeğini görünce biraz şaşırmıştı. İşlerin bu kadar ciddiye bineceğini düşünmüyor olmalıydı.

Bu sırada imdadımıza hiç beklemediğimiz biri yetişti. "Benim Suavi dede! Ali!" Bize doğru gelip sessiz olun der gibi işaret verdikten sonra dedeme döndü sakinlikle. Seni bize Allah gönderdi Ali, diye geçirdim içimden.

"Ali, oğlum ne arıyorsun bu saatte bahçede?"

"Atların oradan ses geldi gibi. Bir bakayım dedim."

"Ha, iyi iyi. Aferin. Ama git yat sen de. Yat dinlen hadi."

"Tamam dede, iyi geceler."

Dedem içeri girdikten kısa bir süre sonra odasının ışığı da söndü. Tuttuğum nefesimi rahatlamış bir biçimde bıraktım. "Ah, Ali! Hayatımızı kurtardın."

"Gerçekten de öyle oldu. Yoksa Suavi dedenin tüfeğiyle buradan iki yaralı çıkacaktı." Hafif kaşları çatılmış merakla "Burada ne arıyorsunuz çilli?" diye mırıldandı.

"Ya, biz, şey, eee..." Ensemi kaşıdım oflayarak.

Benim bir şey söyleyemediğimi gören Ali mesajı almıştı. "Tamam, tamam. Ben şimdi gidiyorum, siz de odalarınıza dönün isterseniz. Yoksa yine dede radarına yakalanacaksınız."

Onaylayarak başımı salladım ve hızla eve girdim. Daha yavaş ve rahat ifadelere Valent de arkamdan geliyordu. Gözlerimi belerterek arkama döndüm. "Akşam sporu hoşuna gitti mi?" diye alayla azarladım onu. Odamın önüne geldiğimde "Bu kapıya yaklaşırsan yemin olsun sapık var diye bağırırım." dedim sessizce fısıldayarak.

Elleri ceplerinde gülen adam şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. Ağzının içinden "Geçen gece altımda inlerken öyle demiyordun ama." diye mırıldandığında yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Nereden biliyorsunuz diye sormayın.

Kapıyı açıp içeri girmeden önce "Pis sapık!" diye ağız dolusu fısıldadım ve kapıyı suratına kapattım. Sırtımı kapıya yaslandığımda gülmeden edemedim. İlk defa böyle bir heyecan yaşıyordum. Başımıza gelen bu komik olaydan dolayı da gülmemek elde değildi.

Sonraki günler düğün alışverişleriyle sürüp gitti. Dedem gezip tozacak hâlde olmadığı için kendisini temsilen Cemal amca ve Neşe ablayı görevlendirmişti bizimle düğün alışverişine gelmek için. Wendy ne görüyorsa istiyordu. Bunu da alalım. Onu da alalım. Ay bu çok güzelmiş. Aman canım dantelsiz çeyiz mi olur? Bana ne yüz otuz ikinci el havlusunu alıyorsak, rengi ve desenleri çok güzel. O ne istiyorsa alınıyordu. Bense yalnızca gülüyordum. Hazırlanan şey benim çeyizimdi ve ben çeyizin ne demek olduğuyla ilgili uzaktan yakından alakası olmayan biriydim. Bu görevi benim yerime Wendy üstlenmişti. Hem de seve seve.

Erkekleri yan mağazanın karşısında bırakıp iç çamaşır mağazasına girdiğimizde "Burada ne işimiz var?" diye bön bön baktım. Üstelik erkekler henüz gözden kaybolmamıştı ve arkasına yaslanmış elleri ceplerinde Valent'in çapkın bakışlarını da üzerimde hissedebiliyordum.

Neşe abla ayıplar gibi "Aaa kızım, iç çamaşırsız çeyiz mi olur? Gecelik falan olması lazım sonra." derken çeyizime gecelik alacağımızı hiç düşünmemiştim. Gerçekten. Yani çeyizin orijinalinde böyle bir içerik olabilirdi ama ne bileyim, ben daha temel şeyler alırız sanmıştım. Mesela hiç kullanmayacağım televizyon üstü danteli, üç bin tane havlu, asla ihtiyacım olmayacak bir sürü şey. Ama asla gecelik değil.

İçeri girdiğimiz andan itibaren Wendy'nin bu konuda da fikirleri ve alacakları bitmek bilmiyordu. Sürekli iç çamaşırları, gecelikler gösterip duruyordu.

 

Neşe abla başka ürünlere dalmışken Wendy askıda iki iç çamaşırı takımıyla yanıma geldi. Biri mavi bir takımdı ve daha günlük bir şeydi.

 

 

 


Diğeri ise siyahtı ve jartiyerli özel sayılabilecek bir takımdı. "Bunları alalım." dedi Wendy.

 

Ben bu tür alışverişlere yalnız başıma çıkmayı tercih ettiğim için biraz gergindim çünkü erkekler dışarıda bizi beklerken burada okey oynadığımızı düşünüyor olamazlardı değil mi? Sonuçta buraya neden girdiğimizi biliyorlardı. Ve yanımda küçüklüğümü bilen Neşe abla da olduğu için biraz çekiniyordum açıkçası. "Yok, bunlar olmaz. Daha edepli şeyler bak."

 

Alayla yüzünün şekli değişen kız "Bak sen! Hele hele haspama bak!" diyerek kulağıma eğilip daha sessiz bir biçimde azarladı beni. "Sanki siz çok edeplisiniz de daha edepli iç çamaşırı bakalım diyorsun."

 

Yalvarırcasına kızı sustururken "Wendy, daha usturuplu, edepli şeyler alalım. Bak söz, İtalya'ya gittiğinde istediğin kadar terbiyesizleşebiliriz ama şimdi olmaz." demekten başka çarem yoktu. "Bak Neşe abla bizimle, biz bize değiliz. Ay belki de her adımımızı dedeme yetiştiriyor, ne kadar ayıp!"


İmalı bakışlarla "Ayıp, tabii ayıp!" derken Wendy'nin yüzünden okunuyordu tüm duyguları. Yeniden kulağıma eğilip "Özellikle iki gün boyunca yatak odasından çıkmamanız ve odanızdan gelen sesler çok ayıp. Şimdi tek sorun iç çamaşırları mı sence?" diye mırıldandığında özel olarak beni pancar gibi kızartmak istediğini düşünecektim artık.

"Ne hâlin varsa gör be Wendy, al ne istiyorsan. Sanki kendi giyecek. Kıçıma giydiğim dona da karışmayıver."

"Kızım ben senin iyiliğin için yapıyorum, iyiliğin için! Çeyiz bu ya, çeyizin ayıbı mı olur?"

Wendy işte. Onu ikna etmek imkânsızdır. O yüzden kendi hâline bıraktım. Ben de kendime göre bir iki parça takım baktım.

 

 

Birbirine benzeyen iki iç çamaşırı takımı aldım. Biri siyahın üstüne pembe çiçekler olan, diğeri ise lila ile pudra rengi arasında çiçekli bir takımdı. Rahat görünüyordu. Ben bunların yeterli olacağını düşünürken elinde bir yığınla gelen Neşe abla ise seçtiklerime şaşırarak baktı. "Kızım bunlardan çeyiz mi olur? Aaa! Oldu olacak pazenli pijamalar giyseydin gerdekte."


Şu gerdek kelimesi de beni bir geriyordu ki sormayın. Ne o öyle gergedan gibi. İlk gece denilemiyor muydu sanki? Tuhaf tuhaf kelimeler, tüyler ürpertici terimler. Tabii bu sırada Bir köşede pusuya yatmış Wendy durur mu, bu fırsatı kaçırmadı. "Konuş Neşe ablacım, konuş!"

 

 


Kadının elindeki beyaz saten geceliğin üzerinde narçiçeği renkli çiçekler vardı, uçlarında da tüllü dantelli bir şeyler bir şeyler falan. Sanki hediye paketi yapacaklardı beni. Elindeki diğer iç çamaşırlarından diğeri de fuşya rengi balenli iç çamaşırı takımıydı. Bir başkası da beyazın üzerinde yine desenli bir iç çamaşırı. İkisini de giydiğinizde full HD şeffaftınız. Söylenecek başka bir şey yok. Bu konuyla ilgili atalarımız daha önce çok güzel atasözleri bulmuş, hamama giren terler. Elindekileri üzerime çuval gibi bırakan kadın "Hadi git dene bunları. Daha çok işimiz var, çabuk ol." dediğinde itiraz etmeme bile fırsat vermeden ikisi birden beni kabinlerden birinin içine itti.

Tüm seçilenleri denemem epey uzun sürüyordu doğrusu. Direkt hepsini alsaydık olmaz mıydı canım? Ben hepsini denemeye çalışırken kabinin arkasından sesler geliyordu. Perdenin içinden başımı çıkardığımda Neşe abla ve Wendy hâlâ bir şeyler seçmeye çalışıyorlardı. Takımların içinde boğulmuş durumdaydılar, burunlarının ucunu bile göremiyorlardı. Bu fırsattan istifade görünmezlik pelerini giymiş gibi perdenin içine Valentino daldı aniden. Valentino Riccardo'nun alışkanlık hâline getirdiği şeyler, tam liste. Kadınlar tuvaletine sorgusuz sualsiz dalmak ve iç çamaşırı mağazalarındaki kabinlerin içine sızmak.

Üzerimdeki fuşya rengi takıma göz gezdiren ve gözlerinin bayram ettiğini saklamayan adama azarlayıcı bir ifadeyle sataştım. "Dün akşamki aksiyon yetmedi galiba! Dedem illa tüfekle içinden geçsin istiyorsun, anlaşıldı!"

"Deden şuan burada değil." Bir adım attı bana doğru.

Aynı şekilde bir adım geriledim. "Ama ajanları burada. Cemal amca ve Neşe abla."

"Suçüstü yakalamadıkları sürece hiçbir şey kanıtlayamazlar." Bana yaklaştıkça yaklaştı. Bu yakınlık çok tehlikeliydi. Bedenlerimiz birbirine değdiği an gözlerini kapadı. "Seni ne kadar özlediğimi tahmin bile edemezsin."

"Valentino, şimdi yakalanacağız. Çık dışarı."

O sırada Valent'in telefonu çaldı. Ekranda Isabella yazdığını görünce burnumdan soludum. "Kişisel asistanın Isabella arıyor." dedim kinayeli bir ses tonuyla. "Hadi çık git ona cevap ver sen! Hadi! Yallah!"

Aramayı reddedip telefonu cebine koyduğunda beni kabin duvarıyla arasında bırakıp yaklaştıkça yaklaştı bana. İç içe geçmiş durumdaydık. Vücudum onunla temas ederken bile arzuyla sarsılıyordu. Ona teslim olmama iki saniye falan kalmıştı. Belki de daha az. Özleyenin yalnızca o olduğunu mu sanıyordu? Biraz daha anlayışlı olamaz mıydı? Ona hayır diyemeyeceğimi çok iyi biliyordu. Neyse ki benim yerime hayır diyebilecek başka birinin gelmesi çok sürmedi.

Perdeden içeri kafasını sokan Wendy kısa bir çığlığın ardından sağ eliyle ağzını kapattı. Biri duydu mu ya da fark etti mi diye dışarıya baktıktan sonra tekrar bize döndü. Tehlikeli bir pozisyonda yakalanmıştık. Çok yakındık ve bir şeyler yapmak üzereymişiz gibi görünüyorduk. Azarlayıcı fısıltılarla Valent'e döndü bakışları. "Enişte! Sen ne yapıyorsun burada? Düğünden önce gelini görmek bile uğursuzluk getirirken sen iç çamaşırlarıyla görüyorsun kızı! Allah'ım ya Rabbim ya, çabuk çık dışarı!"

Yakalandığı için sahte bir üzüntüyle kaşlarını kaldıran adam elleri havada teslim olmuş bir biçimde çıkmadan önce "Sadece şansımı denemiştim. Olmadı." diye mırıldanarak çıktı.

Daha önceki kabin maceramızı hatırlatır gibi "Eee papaz her zaman pilav yemez!" yanıtını vererek seslendim arkasından. Sonra Wendy'nin üzerimdeki yargılayıcı bakışlarına karşılık afalladım. "Ne?"

Başını iki yana salladı. "Çok yazık. Suavi dedem sizi bu hâlde yakalasaydı kocasız kalmıştın evlenmeden. Bir de bana gecelik seçerken ahlaktan bahsediyor."

"Wendy, saçmalama! Biz aynı taraftayız. Sen gelmeden önce ben onu göndermeye çalışıyordum zaten."

"Eminim öyledir." İnanmadığını saklamayan bir ifadeyle aşağı yukarı sallıyordu başını usulca. "İki gün sabredemediniz değil mi, kuduruklar? Yandınız tutuştunuz." Söylene söylene kabinden çıktı. "Bu gençlik nereye gidiyor ben hiç anlamıyorum ya. Ne bu acele? Aceleniz ne? Tabakhaneye bok mu yetiştiriyorsunuz? Azıcık sabır ya! Azıcık sabır!"

Alışverişimiz tamamlandığında eve dönerken Valent'in kaçamak bakışlarını üzerimde hissetmemek elde değildi. Bakışları bendeyken aklında neler olduğunu tahmin etmek zor değildi.

Sonraki günlerimiz alışverişlerle, hazırlıklarla sürüp gitti. Zaman zaman dedem ve Valentino atlarla çiftlikte gezintiye çıkıp uzun uzun sohbetler ediyorlardı. Ne konuştuklarını asla bilmiyordum ama bu kadar iyi anlaşmaları çok hoşuma gidiyordu.

Dönüş günümüz gelip çatmıştı. Dedem benden ayrıldığı için biraz hüzünlü olsa da Valent'in işlerinden dolayı dönmemiz gerektiğini kabullenmişti. Benim düğüne kadar burada kalmamı istese de Valentino'nun bu fikre çıldıracağını düşündüğüm için İtalya'da sahne aldığım kulübü ve işlerimi bahane ederek gitmem gerektiğini söyledim. Evet, çeşitli sebeplerden haftalardır uğrayamadığım kulüpten bahsediyordum. Neyse ki tamamen iyileşmek üzereydim ve artık işime geri dönebilecektim.

İtalya'ya döndüğümüzde Wendy çok yorgun olduğu için daha yakın olan Paola halada kalmaya karar verdi. Bu yüzden Pietro ve Luigi'yle gittiler. Biz eve baş başa dönmüştük.

Evden içeri girdiğimizde aramızda tuhaf, cinsel bir gerilim olduğunun farkındaydım ama kulak asmadım. Hiçbir şey yokmuş gibi davrandım. "Oh, çok şükür bunu da hallettik, aradan çıkardık yani. Dedemin de gönlü oldu. Seni de çok sevdi." Çantamı askıya asıp salona geçtim. Masanın önünde manzarayı seyretmeye başladım.

Valentino ise daha davetkâr bir ses tonuyla "İnsanların üzerinde öyle bir etki bıraktığım doğru." dedi yalnızca.

"Nasıl bir etki?"

"Sen bir şey söylüyorsun ya, Türkçe."

"Ha, şeyi mi diyorsun? Şeytan tüyü!"

"Evet."

Masanın diğer tarafında bakışlarıyla beni soyan adamın neler hissettiğini gayet iyi görebiliyordum. Günlerdir bana dokunamamış olmanın acısını fena hâlde çıkaracakmış gibi hissettiriyordu. Bana yaklaştı, karşımda durdu ve gözlerime baktı. Herhangi bir şey söylemek için ağzımı açtığımda konuşmama bile fırsat vermeden elleriyle kalçalarımdan yakalayan adam beni havaya kaldırıp önümüzdeki masaya yatırdı. "Ah, Valentino!" Yüreğim ağzıma gelmişti heyecandan. Ne diyeceğimi bilemez bir hâlde "Dur, yapma." diye mırıldandım. Aslında istediğim bu olmadığı hâlde. Kollarım boynuna dolanmıştı bile.

Tek kaşını kaldıran adam "Emin misin?" diye sordu meydan okurcasına. "Neyi yapmayayım? Bunu mu?" Pantolonundaki şişkinliği kemerini ve fermuarını çözerek serbest bıraktığında iç çamaşırımı bile çıkarmadan kenara çekti ve içime girdi. Ben de ondan farklı durumda sayılmazdım. Günlerdir ondan ayrı kalmıştım, onu özlemiştim. Onu içime almak için sabırsızdım ve beni bekletmediği için de minnettardım. Dudaklarımızdan kopan iniltiler birbirine karışırken ben başımı masaya yaslamış bana yaptıklarını izliyordum. Arzu içimi delip geçecek kadar belirginleşirken seslerimiz de vücudumuzdaki haz gibi yükseldi. Başımı arkaya atıp içimdeki varlığının yoğunluğunu hissederken masadan sarkan başım döndü ve gördüklerime inanamadım. Çığlık attım. Bu sefer zevkten değil, şaşkınlıktan. Baş aşağı duran insanlar şaşkın bakışlarla bizi izliyordu. Duyduğum tek şey Valent'in pantolonunu giyerken dişlerinin arasından homurdanmasıydı. "Siktir!"

Alelacele başımı kaldırıp masada oturur vaziyette toparlandım ve aşağı inip Valent'in arkasına saklandım. Karşımızda Pietro'nun yanında biri sarışın olmak üzere iki kadın, bir de Kerem'in yaşlarında gençten bir çocuk duruyordu. Çocuk öyle eğlenmiş görünüyordu ki gülmemek için kendini zor tutuyor gibiydi.

...

 

*


YAZAR NOTU: Hi guys! Upuzuuun yeni bölümümüzle merhaba diyor ve sizleri selamlıyorum! 🖐🏻❤️ Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Gelenler kimdir, necidir, neler oluyor ve yeni bölümde neler olacak? Tahmin ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Daha da önemli bir soru, bu durumda Lâl'in tavrı ne olacak sizce? Ben utançtan ölürdüm bu arada. 🤦🏼‍♀️😂 Buraya yazabilirsiniz. Umarım bölümden keyif almışsınızdır. Aslında uzun uzun sohbet etmek isterdim ama gevezelik edip kafanızı şişirmek istemiyorum pek. İkinci kitabımızın finaline de iyice yaklaştık. Bol yorumlarınızı bekliyorum. 😍 Sevgiler, bol kokulu öpçükler!

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%