Yeni Üyelik
81.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 56

@buzlarkralicesi

-56-

 

❝Lâl❞


Onun kollarında uyandığım her sabaha şükrediyordum. Bu sabah da onlardan biriydi. Göğsünün sıcaklığında huzurla yaslanmış başım, hafif tebessümle kıvrılan dudaklarım ve uykuyla kırpıştırdığım gözlerim. Sonsuza dek böyle kalabilirdim. Başımı kaldırıp ona baktığımda uyuyordu. Çok güzel uyuyordu. Kıyamayacağım kadar güzel. O an onu öpmek için yanıp tutuşuyordum ama uykusunun ne kadar hafif olduğunu bildiğim ve onu uyandırmak istemediğim için bunu yapmadım. Sadece dirseğimi yastığa dayayıp çenemi elime yaslamış iç geçirerek onu seyrettim. O benimdi. Bana aitti.

Yanımda yatan adam ise ellerini başının altında birleştirmiş, derin derin nefesler alıyordu. Hiç beklemediğim bir anda "Yanıma gelecek misin yoksa beni bir öpücükle uyandırmanı daha çok bekleyecek miyim?" dediğinde irkildim. Uyumuyormuş. Şaşkınlığımı kısa sürede atlattığımda derin bir nefes verip güldüm. Hâlâ gözleri kapalı olan adam "Öyle bakıp duracaksın demek." dedikten sonra iç geçirdi. "Ben de bir sabah sporuna var mısın diye merak ediyordum oysa."

Ayartıcı ses tonunu nasıl yok satabilirdim ki? Kızardım. "Ahlaksızlaşma." Gözlerimi devirdim gülerek. "Annenler evde."

"Yani?"

"Yani... Son yakalanmamızın ardından onlar buradayken yapamam." Tamam, yatak odamıza kadar girmeyeceklerini biliyordum ama bu şekilde rahat edemezdim. İşin açığı, bu bende yeni bir fobinin kilidini açmıştı sanki. Sevişirken yakalanma fobisi. Hiç hoş bir fobi değildi, benden söylemesi.

"Tamam, ben de onları gönderirim."

Yataktan kalkmak üzere olan adamın elini tutup engelledim. "Saçmalama Valentino, kudurdun mu?" Bunları söylerken gülmekten kendimi alamıyordum.

Duraksadı ve omuz silkti adam. "Pekâlâ, sen kaybettin." Alaycı bir alınma ifadesi takınarak "Evlenene kadar bu muhteşem adama dokunamayacaksın. Sen bilirsin." dedi. Kaşlarını kaldırarak havalı bir edayla bana değil de camdan dışarıya bakarken gözlerinin rengini yeni görmüş gibi âşık âşık ona bakıyordum.

Güldüm. "Ah, Valentino." Onun yanında kendimi yenilenmiş hissediyordum. Rahat. Huzurlu. Kendim gibi. Her şeyden önce mutlu. Ve şanslı. Kolundan yakalayıp yatağa yatırdım ve başımı göğsüne yasladım. "Ne kadar çok bekledik değil mi?" Yanımda yatan adama açıklar gibi ekledim. "Böyle mutlu bir sabaha uyanmayı." Daha düne kadar yaşadığımız tüm o zor anlar yeni yeni bir anlam kazanıyordu sanki. Hepsinin bir anlamı vardı. Bu noktaya gelmemiz için bizi pişirip yoğurmuş, bu mutlu ana hazırlamıştı. Bu anın kıymetini anlamamız için.

Çenesini başımın üstüne yaslayan adam "Seninle bütün sabahlarım mutlu." diye mırıldandı. "Kavga ettiğimiz en kötü anlarda bile."

"Ne yani, bana hiç sinir olmuyor musun?"

"Bazen oluyorum. Ama yanımda ve sağlıklı olmandan şükran duyuyorum."

Duyduğum şeylerle pamuk gibi yumuşacık olmuştum. Sanki ilk defa duyduğum ve hiç bilmediğim şeylermiş gibi. Tamam, bilmediğim şeyler değildi ama her duyduğumda aynı şekilde mutluluk duyuyordum işte.

Valentino saatine baktığında anlamıştım, ayrılık vakti yaklaşmıştı. İşe gitmesi gerekiyordu. "Sanırım hazırlansam iyi olacak."

Yataktan kalkıp duşa giren adamı melül melül izledikten sonra ofladım. Bu adamı bir dakika bile görmeden yapamayacak duruma nasıl gelmiştim? Kızım sen yanmışsın.

Duştan çıkıp giyinen adamı izlediğimde sıkıntımın farkında olan adam aynadan yansımama baktı. "Hadi ama. Yine neden yüzün asıldı?"

"Gitmek zorunda mısın?"

"Toplantımız var."

Yatakta şımarık bir biçimde yuvarlanıp elini yakaladım ve onu kendime çektim. "Gitme, seni özlüyorum."

"Bunu söylediğinde sana dayanamayacağımı biliyorsun." Benimle burun burunayken gözlerime bakan adamın gitmeni istemiyorum dediğimde gitmeyeceğini biliyordum, evet. Ama gitmesi gerektiğini de biliyordum. Sonuçta kabullenmek zor olsa da onun hayatı bu evden ve benden ibaret değildi. Ve son zamanlarda benim hastalığımdı, Cunda'ya gidişimizdi derken işleri yeterince asmıştı.

Şımarık bir çocuk edasından çıkıp yetişkinliğin sıkıcı yanıyla tanışınca "Ve gitmen gerektiğini de." demek zorunda kaldım. Umutsuzca başını sallayan adama baktım ve "Tamam, git." dedim istemeye istemeye. Ama ardından hemen ekledim. "Ama çabucak git çabucak gel tamam mı?" Sanki adamı Bim'e yoğurt almaya gönderiyordum. Adam koskoca şirketleri yönetip toplantılara giderken hem de.

Valentino ise beni bozmadı. Onaylayarak başını salladı. "Mümkün olduğunca hızlı dönmeye çalışırım."

Tamam dercesine baktıktan sonra hazırlanmasını seyrettim ve dudaklarından öpüp onu uğurladım. Aşağı indiğimde bu evde yalnız olmadığımı ancak Valent gittiği için ne kadar yalnız hissettiğimi fark ettim. Üstelik dünkü olaylardan dolayı Valent'in annesine ve kız kardeşine karşı nasıl rezil olduğumu hatırladıkça yer yarılsın da yerin içine gireyim istedim. Ancak bu öylece kaçabileceğim bir şey değildi, bunun da farkındaydım. Bu durumla yüzleşmeliydim ve bir şekilde ailesiyle iyi anlaşmalıydım. Valent'e kalırsa buna mecbur değildim ama bence aile önemliydi. Ve işe Camilla Riccardo'yla olumlu iletişim kurmakla başlayabilirdim.

Bunları düşünürken Camilla'nın kapısının önündeydim. Onunla konuşmak istiyordum ama bir türlü cesaretimi toplayamıyordum. Oğluyla girdiğimiz o hâllerde bizi yakalaması kadınla yüz yüze gelmekten alıkoyuyordu beni. Korkuyordum ama biliyordum ki korkunun ecele faydası yoktu. Bu yüzden yara bandını çeker gibi bir anda olsun istedim. Kapısını çaldım ve içeri girdim.

Yaşını başını almasına rağmen güzelliğinden hiçbir şey kaybetmediği açık olan kadın aynanın karşısındaydı. Yatağın üstündeki bavulu sonradan fark ettim. Ama dolduruyor muydu yoksa yeni mi boşaltmaya başlamıştı henüz anlamamıştım. Beni odasında gördüğüne pek de şaşırmış görünmeyen kadının yüzünde daha çok merak vardı. "Merhaba, Lâl."

"Merhaba." Çok sıkıntıdaydım ve böyle durumlarda her zaman yaptığım gibi parmaklarımla oynuyordum. İçime kaçan sesimi bir öksürükle geri çıkardıktan sonra tekrar konuşmaya başladım. "Aslında ben sizinle biraz konuşmak istemiştim. Tabii eğer müsaitseniz."

"Ne konuda?"

"Dünkü olaydan dolayı özür dilemek istedim. Yani bizi o şekilde görmeniz... Gerçekten hiç hoş olmadı farkındayım. Çok rahatsız oldum, inanın."

Karşımdaki kadın ise yüzünde rahatsız olduğuna dair zerre ifade taşımıyordu. Aksine gayet sakindi. Dolaptan aldığı katlanmış kıyafeti bavula koyuyordu. Hafif bir tebessüm ve sıradan bir ses tonuyla karşılık verdi. "Rahat ol. Oğlumun kadınları düzmesi benim için sır değildi. Sadece sen bu durumu biraz içselleştirmiş görünüyorsun."

Anne kız bu durumu ifade ederken son derece cesur kelimeler kullanıyorlardı ve bu durum beni biraz savunmasız kılıyordu. Karşımdaki kadının bu kadar rahat konuşması beni şaşırtmıştı ve itiraf etmeliyim ki utandırmıştı da. Yüzüm alev alev yanıyordu. Özgüvenimi kaybetmiş bir biçimde öksürdükten sonra bavula baktım. Başta yerleştiğini sanırken toparlandığını görmek meraka kapılmama sebep oldu. Bavulunu işaret ettim. "Siz neden bavulunuzu-"

"Civardaki evlerimizden birine gidiyoruz. Allegra burada kalmak istemiyor. Burası ve en önemlisi de Valentino... Ruhunda bazı yaralar açtı ve hâlâ bununla başa çıkamıyor." İç geçirdi düşmanlıktan uzak bir ifadeyle. "Buraya gelmemiz bir hataydı zaten."

Bense onların bu şekilde gitmesini istemiyordum. Bu durum Valent'in ailesiyle zaten yıkık dökük olan ilişkilerine yeni bir darbe vuracaktı. Nazikçe engelledim kadını. "Lütfen durun. Valent'in gelmesini bekleyin, konuşalım."

"Bir şey değişmez."

"Olsun, siz yine de bekleyin."

"Ben oğlumu tanıyorum, Lâl. Hangi duruma ne tepki vereceğini de çok iyi biliyorum. O babasının kopyası."

Babasını tanımayı çok isterdim. Özellikle Camilla'nın bu sözlerinden sonra. Aklımdaki meraklı uğultuyu susturup asıl konuya döndüm. "Lütfen, böyle gitmeyin. Bu şekilde olmaz."

Camilla usulca bana yaklaştı ve gözlerime daha önce hiç bakmadığı bir dikkatle baktı. Hiç beklemediğim bir şey yaptı, düşünceli ve nazik bir biçimde yanağımı okşamaya başladı. "Çok gençsin." dedi. Gözlerinden koca bir hayat geçiyor gibiydi bunları söylerken. "Güzelsin." Bense şok olmuş bir biçimde ifadesizce onu izliyordum. "Bana genç, masum ve toy birini hatırlatıyorsun. Bir zamanlar âşık olan ve bir adam uğruna hayatını mahvetmiş aptal genç bir kızı." Elleri yanaklarımı bırakıp yavaşça aşağı düştüğünde iç geçirdi düşünceli bir biçimde. "Ben de senin gibiydim. Çok gençtim, çok âşıktım. Aşkımızın dünyadaki bütün aşklardan daha kutsal olduğunu sanırdım. Her şeyi atlatabileceğini."

Kadının yüzündeki hayal kırıklığı içime işlemişti sanki. Kendimi tutamadım ve "Sonra?" diye sormadan edemedim. "Sonra ne oldu?" Gereksiz bir biçimde bu duygularla bağ kurmuştum.

"Defalarca aldatıldım. Aşağılandım. Camilla Riccardo olmanın bedelini en ağır şekilde ödedim." Kesin bir ifadeyle "Her açıdan." diyerek ekledi. Sonra bakışları yeniden bana döndü. "Sen de ödeyeceksin." Bu sözü zerre kin barındırmadan söylemişti. Gelecekten haber verir gibi. Belki de uyarır gibi. "Belki başka şekillerde. Ama ödeyeceksin." Yüzünde söylediklerine dair zerre şüphe yoktu, son derece kendinden emindi.

İçimi huzursuzluk kaplamıştı. Neden böyle konuşmuştu ki şimdi? Bu sözlerinin anlamı neydi? "Neden böyle konuşuyorsunuz?"

"Çünkü bir mafya liderinin karısı olmanın ağırlığını bilmiyorsun." Dalgın bakışları camdan dışarıdaki manzarayı seyrederken devam etti. "Seninle kişisel bir sorunum yok. Ama sanırım bu yüzden her zaman Zita'yı Valent'e yakıştırmışımdır. O da tıpkı Valentino gibi güçlü bir mafya ailesinde büyüdü. Bu hayatın gerekliliklerini çok iyi biliyor. Duruma alışkın. Bu ağırlığı kaldırabilir." Yeniden bakışları beni bulmuştu. "Ama sen... Çok genç, güzel ve hassassın. Kırılgansın. Gözlerinde her an ağlamaya başlayacak bir bebeğin bakışları var. Valentino gibi birinin karısı olmanın zorlukları hakkında hiçbir fikrin yok."

"Doğru." Camilla'nın benim üvey ailemi bilmesini beklemiyordum. Bahsettiği ağırlığın bilmem kaç katını kaldırdığımı anlamasını da. Yine de açıklığa kavuşturmak istedim. "Ama güçlü ve kötü bir ailenin kızı olmak ne demektir biliyorum. Onlarla nasıl savaşılır, nasıl başa çıkılır biliyorum. Ve en önemlisi, Valent'le birbirimizi nasıl sevdiğimizi de biliyorum. Benim de hayatım pek kolay olmadı."

Gözlerime bakan kadın pes etmiş gibi kabullendi. "O zaman sana iyi şanslar. Umarım sen benim yaptığım hataları yapmazsın."

Usulca baş selamı verip kapıya doğru yürüdüm. Ama içim içimi yiyordu, bu yüzden kapıdan döndüm ve kadının gözlerine baktım. "Bu yüzden mi oğlunuzdan nefret ediyorsunuz?" Anlamayan bakışlarla bakan kadına detay verdim. "Babasının bir uzantısı olduğunu düşündüğünüz için mi? Her saniye size onu hatırlattığı için mi?"

Uzun uzun yüzümü inceleyen Camilla duyduklarından memnuniyetsiz olduğunu saklamıyordu, bir sürü şey söylemek ister gibiydi ancak istediğini tahmin ettiğim o şeyleri söylemek yerine yalnızca "Güle güle, Lâl." dedi. Buz gibi bir sesle. Bu bir bayrak yarışıymış gibi bayrağı bana devredip kenara çekildi. Bir zamanlar Valent'in babasıyla bulundukları noktada şimdi biz vardık ve bu konumun bizi nereye sürükleyeceğini ben de bilmiyordum.

Odadan çıkarken ister istemez Riccardo ailesinin tuhaf ilişkilerini düşünüp çözümlemeye çalışıyordum. Odama döndüğümde ise hâlâ Camilla Riccardo'yla aramızda geçen bu konuşmanın etkisinden çıkamamıştım. İçime kuşku düşmüştü. Tuhaf bir kuşku. O an istediğim tek şey Valent'in sesini duymaktı. Sevgi dolu sesini duymak ve güvende hissetmek. Onun ağzından beni sevdiğini duymak. İstemsiz bir biçimde onu ararken buldum kendimi.

Çok geçmeden aramayı yanıtlayan adamın sesi ise benim aramamı beklemediğini saklamıyordu. Biraz meraklıydı. "Bebeğim."

"Valent, nasılsın? Neredesin?"

Adam "Sirketteyim." dedikten sonra kısa bir an duraksadı. Bir terslik olduğunu anlayan dedektörü devreye girmişti anlaşılan. "Bir sorun mu var? Kötü bir şey mi oldu?"

"Yoo, nereden çıkardın?"

"Bilmem. Dün geceden sonra..." Akşam yemeğinde Allegra'yla yaşanan tatsızlığı kast ediyor olmalıydı. Muhtemelen Allegra'yla karşılaştığımızı ve benimle ters konuştuğunu falan düşünmüştü.

"Şey, Valentino... Annen gidiyor. Az önce yanındaydım, bavulunu topluyordu."

Kısa bir sessizlikten sonra "İsabetli bir karar olmuş." yanıtını verdi adam. Kayıtsız ve umursamazdı.

"Ne yani, öylece gitmesine izin mi vereceğiz?"

"Kimseyi yanımızda zorla tutamayız."

Bu konuda geri adım atmayan adamın tıpkı Camilla'nın ifade ettiği gibi biri olduğunu görebiliyordum. Acaba onun haklı olduğu yanlar da olabilir miydi? Sonuçta bir insanı annesinden daha iyi tanıyabilir miydiniz? Asıl korktuğum da sanırım buydu. İşlerini miras bırakan babası belki de genlerinden ona başka şeyler de miras bırakmış olabilir miydi? Olumsuz özellikler. Zaman geçtikçe insanlar değişebilir miydi? Lâl'in saçmalama saati geldi yine sonunda. İçimdeki şüpheci deliye söz geçiremiyordum. Şüpheci bir deli olduğunun farkındaydım, bunu kabul ediyordum ama karşı koyamıyordum. Benden bağımsız hareket ediyordu sanki. "Yalnız mısın?" diye sordum aniden. Sanki şüpheci bir eş gibi sorduğumu fark etmem çok sürmemişti. Bu cümlede sanki kelimesi biraz fazlaydı.

"Evet." Sessizlik. "Lâl, bir şey olmadığına emin misin? Sen böyle sorular sormazdın."

"Valentino beni asla aldatmazsın değil mi?"

"Ne?" Telefonun diğer ucundaki adam hayret nidasıyla sorduğu bu sorunun ardından gülmeye başladı. "Lâl, ne saçmalıyorsun?" Haklıydı. Ciddiye alınacak bir şey değildi bu. Gülüp geçmeliydi bence de. Mantıklı insanlar böyle yapardı. Benim gibi mantıktan nasibini almamış insanların aksine.

"Offf... Bir şeyler saçmalıyorum işte Valentino, lütfen kusuruma bakma. Ama şuan bunu duymaya ihtiyacım var. Beni asla-"

"Hayır, Lâl. Seni asla aldatmam. Delirdin mi sen? Düğünümüze az bir zaman kala nereden çıkıyor bu sorular?"

Her şeyi berbat etmek üzere olduğumun farkındaydım ve "Özür dilerim." dedim gözlerimi kapatırken. "Seni seviyorum. Seni çok seviyorum. Aptal bir soruydu, özür dilerim."

"Bebeğim, özür dileme. Sadece... Bunu neden sorduğunu anlayamadım hepsi bu. Şu anki endişene de anlam veremiyorum. Nedir seni bu duruma sokan?"

"Bak, seni çok seviyorum. Senin de beni sevdiğini ve aldatmayacağını biliyorum. Ama... Ama bilirsin işte, bundan her zaman emin olamazsın. Duygular bazen değişkendir. Çok sevdiğin bir şeyi zamanla sevmekten vazgeçebilirsin. Ya da bir sabah uyandığında artık çok sevdiğin o kişiyi artık sevmiyor olabilirsin. Ve gün gelir, en sevdiğin tişörtün bile yer bezi olur."

"Tişört mü?"

"Tişörtü boş ver, tişört yok." Durduk yere adamın kafasını çorba etmiştim ya. "Sadece duygular zamanla değişebilir, azalabilir. Bu hayatta hiçbir şeyin garantisi yok sonuçta."

"Senin bana duyguların gün geçtikçe azalıyor mu?"

Sorduğu soruyla neye uğradığımı şaşırdım. Deli gibi savunmaya geçip reddettim. "Hayır! Asla! Aksine, her geçen gün seni daha çok seviyorum. Sana daha çok bağlanıyorum. Bu bazen beni korkutsa bile..."

"O zaman?" Sorusuna bir yanıtım yoktu, her zamanki gibi haklıydı. Zaten bu ilişkide mantık tarafı her zaman Valentino olmuştu. "Bak, kendi sorunu kendin yanıtladın. Ben her sabah uyandığımda yanımda uyuyan kadına yeniden daha çok âşık oluyorum."

Başımı öne eğip güldüm. Bu yanıt beni rahatlatmaya yetmişti de artmıştı bile. "Seni seviyorum."

"Ben de seni."

Yeminimizi tekrarladım. "Hâlâ seninim. Ve sonsuza dek..."

O da "Hâlâ seninim. Ve sonsuza dek..." diye karşılık verdi.

Telefonu kapattığımda biraz daha rahatlamış hissediyordum. Sanki üzerimden büyük bir yük kalkmıştı. Bir keyif kahvesi içebilirdim.

Aşağı indiğimde ses seda yoktu. Merak edip mutfağa girmek üzereyken koridorda karşılaştığım Nina'ya sordum. "Herkes nerede?"

"Arkadaşınız Bayan Wendy dışarı çıktı."

"Camilla Riccardo?"

"Onlar evden ayrıldılar efendim."

Nina mutfağa girerken ben umutsuz bir biçimde etrafa bakındım. Üzülsem de yapılacak bir şey yoktu. Aralarına girersem ilişkileri belki daha çok domine olacaktı. En iyisi çok fazla dahil olmamaktı. Her şeye burnunu sokan meraklı mizacımın izin verdiği kadarıyla tabii.

Keyif kahvesinden vazgeçtim. Zira keyiflik bir şey yoktu. Valent'e sürpriz yapmak istedim. Madem evde yalnız kalmıştık -ki evde sadece Wendy varsa yalnızız demekti- o zaman ona güzel bir gece hazırlayabilirdim. Böylece yorgunluğunu atması için ne gerekiyorsa yapabilirdim. Bu kez yemek yapmadım. Nina'yı mutfaktan çıkarıp Tiramisu hazırladım. Şarap mahzeninden de en güzel şaraplardan birini çıkardım. Hazırlık Valent'in çalışma odasına yapılsın istiyordum. Baş başa kalabileceğimiz, insanların izin istemeden giremeyeceği nadir yerlerden birinde.

Akşam olduğunda Nina'ya izin verdim. Wendy'yi mevcut durum için bilgilendirdim ve üzerime seksi bir şeyler giydim. İç çamaşırlar, kimono falan. Baş başa kalabileceğimiz rahat bir şeyler. Şarap şişesini ve kadehleri çalışma masasının üzerine koydum. Tatlıyı getirmek için aşağıya inecekken arabasının sesini duydum. Camdan dışarı baktığımda çok geçti, Valent gelmişti. Hemen çalışma odasındaki aynaya dönüp üstüme başıma çeki düzen verdim. Makyajıma baktım. Artık hazırdım. Masanın köşesine oturup Valent'i beklemeye başladım. Dış mapının sesinden sonra merdivenleri çıkarken Valent'in yalnız olduğunu fark etmem çok sürmedi. Ama anladığımda odadan çıkmak için çok geçti. Yanında bir kadın konuşarak buraya doğru geliyordu. Bu Isabella'nın sesine benziyordu. Lânet olsun. Bu kadından bir rahat yoktu. Açıkçası ona bu şekilde görünmek de istemiyordum. Nahoş bir görüntü olurdu. Bu yüzden hiç yapmayacağım bir şey yapıp masanın altına saklandım. Bir insan kendini kaç farklı şekillerde rezil edebilir, izleyin ve görün. Cidden.

Kapı açıldığında ben ancak masanın altına saklanabilmiştim. Dosyaları masaya bırakırken Valent'in "Dosyalarla ilgili bana yardımcı olmana gerek yoktu. Ben hallederdim. İstersen sen gidebilirsin, mesai saatin bitti." sözü üzerine karşılık verdi kadın.

"Olmaz efendim. Ben her zaman size hizmet etmek, yardımcı olmak ve gerekirse itaat etmek için varım. Her anlamda." Son cümlesindeki ima ve sesindeki samimiyet beni delirtmişti ama sesimi çıkarmadan olduğum yerde saklandım. Allah'ım sen bana sabır ver. Bu gece herhangi birini hastanelik etmeden bitsin, lütfen. Hayır, Valent'e de kızgındım. Eve bir misafir getirirken ne diye bana haber vermezsin ki? Baş çavuşun eşeği miyim ben? Gel de delirme. Masanın köşesindeki küçük boşluktan kadını izlemeye başladım. Ellerini ovuşturarak çekingen bir ifadeyle söze girdi. "Bay Riccardo, benim size itiraf etmem gereken bir şey var."

Masanın üzerindeki dosyalardan birini alıp onları incelerken ilgisiz bir ifadeyle "Nedir?" diye sordu Valentino. Kızın suratına bile baktığı söylenemezdi ama ben hissettiğim negatif duygulardan dolayı tef gibi gerilmiştim.

"Yanınızda işe başladığım ilk günden beri..." İşte geliyor. "Size karşı duygularım var." Biliyordum! Biliyordum işte! Kadın hisseder. Hissetmiştim. Bir de Valentino Efendi iyi kızdır falan diyordu başlarda. Allah'ım sen benim güzel aklıma mukayyet ol yoksa delireceğim, yetmeyecek bir de çıldıracağım.

Valentino duyduklarının ardından buz gibi bir sesle "Isabella..." diye söze girse de kadın buna müsaade etmeden konuşmaya devam etti.

"Biliyorum, biliyorum. Evlenmek üzeresiniz. Bunu size söylemem şuan çok yanlış, zamansız. Hepsini biliyorum. Ama... Ben size âşık oldum. Ve bunun için sizden bir şey beklemiyorum, bir yemin ya da söz istemiyorum. Her koşulda sizi bekleyeceğimi bilmenizi istiyorum. Evlenseniz bile." Allah'ım, az önceki duam çarpı iki ya Rabbim, amin. Hâlâ konuşmaya devam ediyordu. "Yani evli olsanız bile ben her zaman sizi bekleyeceğim. Ve her koşulda sizi mutlu etmeye hazırım. Bunu söylemek istedim, kendime saklamak istemedim." Kafamın üstünden çizgi film karakterleri gibi duman çıktığını hissediyordum.

Valent'in çene kasları seğirmeye başladığında gergin bir şeyler söyleyeceğini anlamıştım ama ne söyleyeceğini bekleyemeyecek kadar öfkeli olduğum için kontrolü kaybettim ve o hâlde -evet o hâlde- saklandığım masanın altından çıktım ve kadının üstüne atladım. Isabella daha ne olduğunu bile anlayamamışken ben saçlarını elime dolamış onu paralamaya başlamıştım. O an neye uğradığını şaşıran Valentino ise yalnızca bizi ayırmaya çalışıyordu. "Lâl, Lâl lütfen!"

Öfkeyle dönüp "Valentino sakın karışma! Yoksa sen de arada kaynar gidersin bak karışmam ona göre!" diye uyardıktan sonra kadını saçlarından sürükleyerek yerleri süpürmeye devam ettim. Hayır, ben sakin kalmaya çalıştıkça beni salon kadını çizgimden çıkarıp mahalle karısı moduma geri sokuyordu Valent'in etrafındaki utanmaz, ahlaksız kadınlar. Yahu bu adam benim nişanlım, müstakbel kocam. Sen ne hakla yani? Ne hakla? Arsız köpek!

Gecenin sonunda Valentino bizi zar zor ayırmış ve Isabella'yı evine göndermişti. Bense bu kavgadan sonra oldukça acıktığım için eve pizza söylemiştim. Birilerini dövmek oldukça yorucu bir aktiviteydi. Hiçbir şey olmamış gibi salonun ortasında bağdaş kurmuş pizzamı yerken karşımdaki adam bana bakıyordu. Biraz hayretle. Hafif korkmuş olabilirdi ve bence iyi de olurdu. Erkekleri bazen böyle korkutmak gerekiyordu. Olur da bir gün yolunu şaşırır da beni aldatmayı aklının ucundan geçirirse ona neler yapabileceğimi bilmesi iyi oldu. Mafyaysa mafyalığını bilsin kardeşim, Allah Allah!

"Sinirden nasıl acıkmışım var ya..." Karşımdaki adamsa sanki az önce aklımdan geçenleri okuyormuş gibi yüzüme baktıktan sonra kıs kıs gülmeye başladı. Ben kayıtsız bir biçimde ağzım doluyken "Ne?" diye sordum.

"Senin masanın altında ne işin vardı?"

Üzerimi göstererek yanıtladım. "Üstümden başımdan belli olmuyor mu? Bir fantezi yapalım dedik, başımıza gelmeyen kalmadı. Hayır, yalnız olmadığını duyunca saklanayım dedim, demez olaydım! Ben ne bileyim karının sana göz göre göre yavşayacağını?"

"Yavşamak ne demek?"

"Yani asılmak gibi bir şey işte."

"Lâl, gerçekten her geçen gün beni daha çok şaşırtıyorsun." Valentino çoktan gülmeye başlamıştı. "Ve güldürüyorsun."

"Bu gülünecek bir şey değil Valentino, bu ders alınacak bir şey."

"Bu geceden dersler de aldım tabii ki, almaz olur muyum hiç?"

"İyi edersin." Pizza dilimimden bir ısırık daha aldım rahat ve kayıtsız bir biçimde.

Başını sallayarak onayladı adam. "İtiraf etmeliyim, ben bugün senden bir miktar korktum."

"Korksan iyi edersin! Günün birinde beni aldatmayı aklının ucunun ucundan bile geçirirsen bugünü hatırla tamam mı? O beni aldattığın kadını ve seni nasıl paralayacağımı düşün ve selametin için doğru kararı ver!"

"Lâl, saçmalama. Ne aldatması bu şimdi? Daha sabah konuştuk bunları."

"Ay cidden ya, ne aldatma muhabbeti döndü bugün ya. Bunaldım vallahi." Az önceki duygumdan sıyrılıp eski Lâl'e dönüştüm. "Ya da ne elimi kaldıracağım size ya? Sizi kendi hâlinize bırakırım. Beni aldatırsan öyle bir yok olur giderim ki bir daha yüzümü bile göremezsin."

Benden ayrılma ihtimali adamı sarsmış olacaktı ki yüzü aniden ciddileşti. Kesin bir ifadeyle "Öyle bir şey asla olmayacak." dedi kuşkuya yer bırakmadan. "Ne ben seni aldatacağım ne de sen beni bırakacaksın." Beni baştan aşağı süzen adam çapkın bakışları ardından yeniden söze girdi. "Sen bu hazırlıkları bana mı yaptın?"

"Yok Nina'ya yaptım! Kime yapacağım Valentino, ne salak salak sorular bunlar. Tabii sana yaptım."

"E o zaman..." Uzanıp beni belimden sardı. "Boşa gitmesin."

"Üzgünüm, o şansını kaybettin." Başımı iki yana sallayarak onu kendimden uzaklaştırdım. "Bir daha evimize benden habersiz misafir alırken bir kez daha düşünürsün. Ve neler kaybedeceğini anlarsın."

Biraz düşündükten sonra onaylayarak başını salladı adam. "Haklısın. Üzgünüm, sana sormam gerekirdi. Ama Isabella'nın evime gelmesi planlanmış bir şey değildi. Montrel beni bıraktıktan sonra onu evine götürecekti, kendisi gelmeye karar verip arabadan indi. Yoksa haber verirdim elbette."

Bu kabul edilebilir bir açıklamaydı. O sebeple kabul ettim. Obur karnımı doyururken ağzım hâlâ doluydu. "Pizza nasıl ama?"

O ise sadece bana bakarak "Harika." dedi. Konu sadece pizza olmayabilirdi.

Bir an duraksadım. "Valentino." Lokmamı yuttuktan sonra ciddileştim biraz.

"Hımm?"

"Annenler gitti."

"İsabet olmuş."

"Valentino."

"Efendim?"

"O senin annen."

"Ne yapmamı istiyorsun Lâl? Onları kovmadım."

"Ama davranışlarınla kovmaktan beter ettin."

"Ben buyum, onlar da beni tanıyorlar. Kendi istekleriyle gittiler. Kendi kararları. Kimseye kalması için ısrar edecek değilim."

"Sen onları burada istemediğin için gittiler." Durup bir an düşündüm. Ve aklımdaki soruyu dillendirdim. "Annenle aranızdaki sorun ne Valentino?"

"Aramızda bir sorun yok. Sadece hiç samimi bir ilişkimiz olmadı, hepsi bu."

Muhtemelen her kadının isteyeceği türden bir şeydi bu, annesine bağımlı olmayan sağlıklı bir erkek. Ama bu durum beni biraz burmuştu çünkü altında aile problemleri ve sevgisizlik olduğunu görebiliyordum. Çünkü yaşamıştım. Benim baba problemlerime çok benziyordu. O bana ayna oluyordu.

Uzanıp adamın yanağını okşadım. İçimdeki endişelerin kaynağını yok etmek için onunla açık konuşmaktan geri durmadım. "Biz böyle olmayacağız. Çocuklarımıza karşı, birbirimize karşı." İçimi rahatlatmak için tekrarlayarak sordum. "Bizim hayatımız böyle olmayacak değil mi?"

"Nasıl?"

"Sen babana, ben annene benzemeyeceğiz. Birbirimizi, çocuklarımızı hep çok seveceğiz. Mutlu bir aile olacağız."

Şakağımdan öpen adam "Elbette." dedi. "Biz hiçbir zaman onlara benzemedik. Benzemeyeceğiz de." Beni kollarıyla sardı ve başımı boynuna gömdü. "Biz çok mutlu olacağız." Kısa bir an duraksayıp bana baktı. "Sen Camilla'yla konuştun değil mi? O yüzden bu aldatma soruları."

Suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi başımı kuma gömen devekuşu misali göğsüne gömdüm utangaç bir biçimde. "Ya, özür dilerim."

"Gel buraya." Neyse ki kızmadı ve sadece bana şefkatle sarılmakla yetindi.

O gece sarılarak uyuduk. Yorgun bir günün ardından huzurlu bir uykuydu.

Aradan 1 hafta geçtiğindeyse evlilik hazırlıkları neredeyse tamamlanmış görünüyordu. Ancak dedemin sağlık sorunlarından dolayı Sicilya'daki nikâh törenine katılamayacağını öğrenince biraz üzülmüştüm. Valentino üzülmemem gerektiğini, Türkiye'de de bir tören yapacağımızı söyleyip durumu çözdü. Oradaki tören de bizim adetlerimize uygun yapılacaktı. Her şey yolunda görünüyordu. Ta ki bu sabaha kadar...

Sabahın erken saatlerinde telefonum çaldığında başımı kaldıracak hâlim yoktu. Dün gece yeterince hareketli geçmişti ve tüm vücudum zevkli bir yorgunluktan sızlıyordu. Kendimi zorlayıp elimi komodine uzattım ve ekranda Ali'nin adını görünce telefonu açıp kulağıma götürdüm. "Ali?" Meraklı ses tonumla birlikte Valentino yatakta kıpırdanmaya başlamıştı bile.

"Lâl..." Bana böyle hitap ettiğinde ciddi bir şey olduğunu anlamıştım. Normal şartlar altında çilli ya da cadı gibi şeyler söylerdi. Hazır ol vasiyetinde yatakta doğruldum. "Bir şey mi oldu?"

Valentino da merakla gözlerini aralayıp dirseğinde yükselerek telefon görüşmemi bekledi.

Ali'nin ciddi sesi beni daha da panikletmişti. "Bak, endişe etme ama Suavi dede biraz rahatsızlandı. Geceyi hastanede geçirdik."

"Ne?" Yataktan zıplar gibi dimdik doğruldum bu sefer. Dizlerimin üstünde alacağım haberin devamını bekliyordum. "Şuan iyi mi peki?"

"İyi. Eve aldık getirdik. Ama seni görmek istiyor. Gelebilir misin?"

Bugün kulübe uğrayacaktım. Ne zamandır sahne almadığım için bu cumartesi sahne alacaktım ama kimin umurunda. Dedemin durumu kötüleşmişti. Ben de bundan korkuyordum. Tereddüt dahi etmeden "Tabii." derken yataktan kalmıştım. "Tabii gelirim hemen. Ben hazırlanıyorum şimdi."

"Tamam, panik yapma. Sakin ol. Bir de yolda senin başına iş gelmesin. Hadi görüşürüz."

Telefonu kapattığımda yüreğim pır pır ediyordu. Paniğimin farkında olan adam ise "Ne olmuş?" diye sordu ilgiyle.

"Dedem rahatsızlanmış biraz. Beni görmek istiyormuş." Endişeli hâlimi gizleyebilecek durumda değildim. "Valentino, ona bir şey olmaz değil mi?"

Omuzlarımı sıvazlayan adam "Merak etme, bir şey olmayacak." diyerek beni rahatlatmaya çalıştı.

Valent'in yanağına dokundum. "Gitmeliyim."

Anlayışla "Elbette." diye onayladı adam. Ve yataktan kalktı hemen. "Ben de geliyorum."

"Saçmalama. İşler ne olacak?" İçime sinmedi. "Sen kal."

"Seni yalnız göndermemi beklemiyorsun değil mi?"

Kararlı duruşuna karşı gelmedim. Evet, benim yüzümden işini aksatması içime sinmiyordu ama içten içe yalnız da gitmek istemiyordum. Onun yanımdaki varlığına ihtiyacım vardı. Allah korusun ama dedeme bir şey olursa tek başıma ne yapacağımı bilemezdim. O beni toparlardı.

Çıkmadan önce olanları haber vermek için Wendy'yi arasam da ulaşamadım. 1 hafta önce bir iş için Türkiye'ye dönmüştü. Sanırım önceden çalıştığı markayla alakalı yeni bir sözleşme görüşmesi vardı, dönünce daha detaylı konuşacaktık. Belki meşguldür diye ikinciye aramadım.

Yol nasıl geçti anlamadım. İçimde hep bir korku, şüphe, tedirginlik vardı. Onu nasıl bulacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Her şey belirsizdi. Tüm tahminlerim birbirinden korkutucuydu. O zaman yine iyi ki Valent'le gelmişim dedim.

Çiftliğe geldik ve çitlerin içinden geçtiğimizde her şey normal görünüyordu. İlk bakışta telaşe ya da herhangi bir terslik yoktu. Tuhaf bir durum göremedik.

Valentino içeri doğru yürürken "Sen Ali'yle konuştuğunda doğru anladığına emin misin?" diye sordu merakını gizlemeksizin.

"Evet Valentino. Dedemin rahatsızlandığını söyledi işte. Yanlış anlaşılacak bir şey yok bunda."

Olanlara anlam veremiyordum. Kapıyı çaldım ve açılır açılmaz içeri girdiğimizde konfetiler falan patlamaya başladı. İçeride bir parti havası. Wendy de oradaydı. Herkes hep bir ağızdan "Sürpriz!" diye bağırmıştı.

Üzerimize yağan konfetiyle ambale olmuştum. Dedem de oradaydı. Ve hiç de hasta birine benzemiyordu. "Dede, sen..." Dilim tutulmuştu.

Suavi Günday ise "Hayır, hasta falan değilim. Seni kandırdık!" derken gayet sakin ve sağlıklı görünüyordu. Dede. Öte yandan düşmanca bakışlarım bir anda Ali'ye döndü. O ise ne yapayım dercesine omuz silkiyordu.

Valentino'ya özür dilerim der gibi baksam da o bu durumu sorun ediyor gibi durmuyordu. Hatta şakayla karışık kulağıma eğilip "İlginç sürpriz anlayışını nereden aldığını da anlamış olduk." diye mırıldandı. Güldüm. Evi terk etme numarası çekip Valent'in doğum gününü kutladığımız tekne partisi gelmişti aklıma. Allah'ın sopası yok işte, aynı şey benim de başıma geldi.

Yüreğim hâlâ ağzımdaydı ve şoku yeni yeni atlatıyordum. "İyi de neden? Benim aklım çıktı gelene kadar!"

Salonun ortasındaki pastaya bakılırsa bir kutlama vardı. Ben ne olduğunu bile düşünmeden dedem yanıma yaklaştı ve beni alnımdan öptü. "İyi ki doğdun kızım."

Yine bana ait olmayan lânet bir doğum günü partisi. Deja vu. Benim olmasa da bozuntuya vermedim. Nasılsa alışmıştım buna. Rol yapmaya. Kim bilir, belki de dedemle kutlayacağım son partilerden biriydi. Ona kızamıyordum. Valentino neler hissettiğimi biliyordu ve duygularımı paylaşmaya hazırdı ama dedemi bu zevkten mahrum bırakıp hevesini kırmak istemedim. Wendy'ye de pek kızabildiğim söylenemezdi çünkü yakın arkadaşım olmasına rağmen ona doğum günleriyle alakalı hassasiyetimden bahsettiğimi hatırlamıyordum, nereden bilsin?

Hiçbir şey olmamış gibi zerre zevk almadığım doğum günüm kutlandı. Pastalar yendi. Sıra hediyelere geldiğinde dedem bana küçük siyah bir kutu uzattı. Hevesli olduğu belliydi. Yüzünde duygusal bir ifade de vardı. "Bu senin."

"Dede, ne gerek vardı?" Merakla kutuyu aldım, evirip çevirdim. "Ne ki bu?"

"Soracağına açsana yahu!"

Dedemin huysuzluğunu bir parça haklı bularak "Tamam, tamam." dedim ve kutuyu açtım. Kutuda bir çift vişne çürüğü rengi pırlanta küpe vardı.

Sorgulamama fırsat kalmadan "Bu... Babaannenin küpesiydi." dedi dedem. "Evlilik yıldönümümüzde ben hediye etmiştim." Omuz silkerek ekledi. "O saçaklı Zuhal takacağına sen tak istedim. Sen daha çok hak ediyorsun." Hevesle ekledi. "Sana daha çok yakışacak."

Duygulanmıştım. "Dede..." Bu küpenin onun için ne kadar özel ve önemli bir yeri olduğunu anlayabiliyordum. Kaybettiği yol arkadaşının, biricik eşinin küpeleriydi. Belki de en kıymetli şeylerinden biriydi. "Ama bu çok özel ve değerli bir hediye."

"Sen de benim için değerlisin yavrum benim."

Sarıldık. Ben kendimi tutamayıp ağladım. Bu gerçekten benim için zordu. Ona öz torunu olduğumu söyleyemediğim için onu kandırmış hatta bu küpeleri alarak haksızlık etmiş gibi hissediyordum. Ancak sırrı açıklamamı istemeyen de Suavi Günday'dı, bu küpeleri bana hediye eden de. Bu yüzden her ne kadar zor olsa da onun torunu olmadığım gerçeğini kendime bile unutturmayı denedim. Önemli olan kan bağı yerine duygular değil miydi zaten?

Akşam olduğunda dedem kutlamanın devamına yorulduğu için katılamayacağını söyleyip odasına çıktı. Ben de bahçede yalnızken manzarayı seyrediyordum. Sessizce Valent geldi yanıma. Elleri tembelce omuzlarıma dokunup okşadıktan sonra sessizce yanıma geçip oturdu.

Bir süre ikimiz de sessizlikle manzarayı seyrettikten sonra "Bugünün senin için ne kadar zor olduğu tahmin edebiliyorum." dedi Valentino.

"Benim doğum günüm değildi."

"Biliyorum."

Elbette biliyordu. En gizli sırdaşım. Her şeyimi bilen. Yüz ifademden bile ne hissettiğimi anlayan adam. Şaşırtıcı bir biçimde "Ama... Dedeme kızmıyorum." diye bir itirafta bulundum o an. "Çünkü o bunu bilmiyor. Annem ve Başkan bunu bile bile yıllarca yaptılar. Ruhumda açılan yaraları umursamadan. Bir işkence gibi." İç geçirdim gözümden süzülen yaşların ardından. Buna engel olmak zordu. "Gerçek doğum günüm ne zaman, onu bile bilmiyorum. Ben kimim? Bilmiyorum."

"Öğrenmek-"

"Öğrenmek de istemiyorum." Yanımdaki adamın benim için en iyisini düşündüğünü biliyordum, anlayabiliyordum. Ama onun da beni anlayacağını düşünerek açıkladım. "Çünkü korkuyorum. Ya şu ankinden daha kötü bir ailenin kucağına düşersem? Küçücük bir bebeği terk edebilecek kadar acımasız insanlardan bahsediyoruz. Belki çok daha korkunç insanlar. Bir daha bunu kaldıramam." Bundan daha kötü bir aile düşünemiyordum ama hep hayal edemediğim kadar kötü şeyler başıma gelir, bu yüzden korkuyordum. İstemiyordum.

Sabırla ve ilgiyle beni dinledikten sonra sessizce bana bakan adam ayağa kalktı ve elini uzattı. "Gel benimle."

Sağ elimin tersiyle gözyaşlarımı silerken "Nereye?" diye sordum merakla.

"Bana güveniyor musun?"

Tereddüt etmeden elimi uzattım. "Sonuna kadar."

El ele tutuştuğum adamın peşinden gittim ve birlikte arabaya binip nereye olduğunu bilmediğim bir yolculuğa çıktık. Arabadan indiğimde ilk başta karanlıkta nereye geldiğimizi anlayamamıştım ama buranın Âşıklar Tepesi olduğunu fark ettiğimde şaşırdım. "Burada ne işimiz var? Burası Âşıklar Tepesi."

"Biz de âşık değil miyiz zaten?"

Merakla adama döndüm. Gülüyordum. "Sen burayı nereden biliyorsun?"

"Ali söyledi. Burada vakit geçirilebilecek bir yer olup olmadığını sordum, buradan bahsetti."

Valent'in yaptığı bu sürpriz hoşuma gitmişti. Burada onunla olmak çok güzeldi. Anlamlıydı Ancak bir an dedemin kurallarının geçtiği topraklarda olduğumuzu hatırladığımda duraksadım. "İyi de dedem yokluğumuzu fark etmiştir."

"Wendy ve Ali bizi idare edecek."

Görünüşe göre Valentino Riccardo her şeyi ayarlanmıştı. Yine. O gece orada huzur ve sessizlik içinde vakit geçirmiştik. Dans etmiştik. Yorulduğumda başımı göğsüne yaslayıp tepe manzarasının keyfini çıkarmıştık.

"Biliyor musun? Burası Cunda adasının en güzel manzarasına sahip. Âşıklar tepesi bir seyir terası.Burada adanın ilk yel değirmeni var. Bir de eskiden kilise olarak kullanılan bir yer vardı ama sonra kütüphaneye çevrilmiş." İç geçirdim bir turist rehberi gibi Valent'le paylaştığım bilgilerden sonra. "Dedem ve babaannem hep buraya gelirmiş. Babaannem ölmeden önce tabii." Ben böyle bıcır bıcır konuşurken Valentino çenesini alnıma dayamış beni dikkatle seyrediyordu. Ne zaman içim geçmişti de uyuyakalmıştım hatırlamıyordum.

Ertesi gün uyandığımda yatağımdaydım. Kutlama sonrası dedemle vedalaşıp yeniden İtalya'ya dönmek için yola çıktık. Uçakta Wendy'le 1 haftadır ayrı kaldığımız için henüz anlatamadığım Isabella konusunu detaylarıyla anlatmıştım. Olayı telefonda anlatıp sündürmek istememiştim. Bu yüz yüze konuşulup sövülmesi gereken bir meseleydi.

"Düşünebiliyor musun? Bizim evimizde, evlenmek üzere olduğunu bile bile Valent'e aşkını itiraf etti! Ben evdeyim!" O sırada Valentino tam çaprazımızda elini çenesine yaslamış dışarıyı seyrederken bizi duyabiliyordu. Bense saydırmaya devam ediyordum. "Ya sen kimsin? Senin benim müstakbel kocamla ne işin var? Kocam ya! O benim kocam! Gelecekteki çocuklarımın babası! Benim kocam! Sen utanmıyor musun evli barklı sayılan, parmağında yüzüğü olan adama bunları söylemeye? Benim kocama sulanma kardeşim! Benim kocamla hayal kurma! O benim kocam! Karısının kocası! Benim kocam!"

Wendy "Vay aşüfte!" derken gözlerini kısmış saydırmaya hazırdı. "Ama ben sezmiştim o karıda bir hâller olduğunu. O ne göz süzmeler, enişteme bakışlar falan. Yalak! İnek yalağı seni!"

"Ya bu memleket nereye gidiyor ya? Bu dünyanın çivisi çıkmış! Nişanlını iki dakika yalnız bırakmaya gelmiyor, her an mağazada elinden bluzunu alır gibi çalıvermeye çalışıyorlar. İnanılmaz bir şey ya! Eskiden bir racon vardı, sevgilisi olana bile bakılmazdı. Artık racon da bırakmadılar be!"

Omzuma dokunan Wendy "Sen meraklanma kardeşim, bir daha elini ona ait olmayan kişiye uzatırsa haddini bildiririz. Bu âlemde bize kimse yamuk yapamaz." dedi rahatlatıcı bir ifadeyle.

Biraz duraksayıp Valent'e baktıktan sonra tekrar arkadaşıma döndüm. "Bazen hangimiz daha mafyayız karar veremiyorum doğrusu." diye mırıldandım.

Wendy de kestiği raconu yeni fark etmiş olacak ki kaşlarını kaldırdı. "Ya kusura bakma, ben de dün sizi beklerken Kurtlar Vadisi'ne başladım da, ondan öyle şey oldu."

Birbirimize ifadesizce baktıktan sonra keyifle gülüştük. Kötü günlerin geride kalması ruhumu hiç olmadığı kadar dinlendirmişti ne yalan söyleyeyim. Her şey yoluna giriyordu ve bundan hiç şikâyetim yoktu. Herhangi bir aksiyon ya da kaos aramıyordum. Hayatım bu şekilde tıkırındaydı.

Biz döndükten birkaç gün sonra evlilik hazırlıkları tamamlanmıştı. Düğün günümüz bile belliydi. Bir gün kala jinekoloğumla randevum vardı. Öyle denk gelmişti. İğne ve rutin kontroller için gitmiştim. Ancak doktorumla görüştükten sonra günlerdir kafamda dolanan düşünceler artık netlik kazanmıştı ve bir karar vermiştim. Bunu da Valent'le bu akşam baş başa yiyeceğimiz yemekte konuşacaktım.

Eve vardığımda içim kıpır kıpırdı. Söylemek istediğim şeyi Valent'le paylaşmak için çok heyecanlıydım.

O akşam muazzam bir sofra hazırlamıştım kendi ellerimle. Düğüne bir gün kala, her şey yolundayken mükellef bir akşam yemeği eşliğinde Valentino'ya söylemek istediğim bir şey vardı. O da bunun farkında görünüyordu ama sormadı.

Akşam yemeğimiz bittiğinde tatlılarımız geldi. Şimdi tam sırasıydı. Sakinlikle nefes aldıktan sonra "Ben sana bir şey söylemek istiyorum." diyerek söze girdim.

"Farkındayım." Tatlısından bir çatal aldıktan sonra lokmasını çiğneyip yuttu ve arkasına yaslandı. "Seni dinliyorum."

"Bugün jinekoloğumla randevum vardı." Merakla beni dinleyen adama ne demek istediğimi evirip çevirmeden açıkladım. "Bugün iğne günümdü ama ben iğneleri bıraktım." Dirseklerimi masanın üstüne yaslayıp parmaklarımı birbirine kenetledim. Düşünüp taşınmıştım. Valentino evleneceğim erkek olduğu gibi ondan çocuğum olmasını istediğime de karar vermiştim. Hastalığım süresince hep bunun pişmanlığını yaşamıştım. Ya bir daha iyileşemezsem, bir ailemiz olmazsa... Onun bebeğini doğurmayı çok istediğimi işte o an anlamıştım. Her şeyi kaybetmek üzere olduğum anda. Hayatımı bile kaybetmek üzere olduğum o an. "Yani artık korunmuyorum." diye açıkladım ve tepkisini çözmeye çalışır gibi gözlerine bakmaya devam ettim.

Tek kaşını kaldıran adam kısa bir an beni sorguluyor gibiydi. "Ben doğru anlıyorum değil mi?"

"Muhtemelen evet." Masadan kalkıp yavaş adımlarla ona yaklaştım. "Ama ben daha açık konuşayım." Bir adım daha attım. Gözlerinin içine baktım. "Seninle bebeğimiz olması için hazırım."

Tam karşımda oturan adam "Hazırsın." diye onaylamak istedi.

"Evet, hazırım."

"Emin misin?"

Karşısında durdum ve masada oturan adamla göz göze gelmek için ona doğru hafifçe eğildim. "Son derece eminim. Hamile kalmak istiyorum. Senin bebeğine. Ve buna hazırım."

Sessiz bir bakışma sonrası yüreğimi hoplatacak bir hızla, aniden ayağa kalkıp beni kucağına alan adam merdivenlere yönelmişti bile.

Şaşkın bir çığlıkla gülerek haykırdım kucağında. "Valentino, ne yapıyorsun?"

Yüzüme bakarken aramızda bir santim bile mesafe yok gibiydi. "Düşündüm de... Leyleklere ne kadar çabuk mektup yazarsak, o kadar çabuk yanıt alırız."

Güldüm ve yüzümü omzuna gömmeden önce nazlı bir ses tonuyla "Ya hayır Valentino, evlenmeden olmaz!" dedim. Evlenmeden olmayan şey kalmış gibi. Kollarında yalandan çırpınırken bacaklarımı yaramaz çocuklar gibi sallamayı da ihmal ettim.

"Teknik olarak evlenmeden olmuyor. Bu gece hamile kalsan bile bebek evlendikten sonra doğmuş oluyor."

Neşeli çığlıklarım eşliğinde beni kucağında odamıza çıkarırken ne kadar mutlu ve şanslı olduğumu düşünüyordum. Şans görecelidir tabii. Bu kadar şey yaşadıktan sonda şanslı olduğunuzu düşünmek için ya deli olmalıydınız ya da Valentino gibi birine sahip olmalıydınız.

...

 

*


YAZAR NOTU: Hi guys! 🖤 Yeni bölümümüze hoş geldiniz! Ayrıca bu bölümün şöyle bir özelliği de var, aksilik çıkmazsa finalden önceki son bölümümüzdü bu. Yani sonraki bölümümüz ikinci kitabımızın final bölümü. İkinci kitabımıza veda ediyoruz. Ancak üçüncü kitabımızda görüşmek üzere diyelim. 😍 Yeni bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Veee... Final bölümümüzde neler olacağına dair tahmin, istek ve teorilerinizi de buraya yazabilirsiniz. Bu kitap için son kez hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazabilirsiniz, tabii isterseniz. ✨ Ve aşağıdaki sosyal medya hesaplarımızı takip ederseniz de belki üçüncü kitabımızla ilgili tüyolar edinebilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%