@buzlarkralicesi
|
-57-
❝Lâl❞
Telefonumdan gelen bir mesaj sesiyle yatakta kıpırdandım. Gözlerimi araladığımda hava henüz tam aydınlanmamıştı. Yanımda yatan adama hayranlıkla döndü bakışlarım. Her defasında bu adamın benim olduğuna inanamayacak mıydım? Bugün düğün günümüz olmasına rağmen hem de. Dudaklarım istemsizce kıvrılırken tebessüm ettim ve merakla komodinin üzerindeki telefona uzandım. Mesaj Miloradov'dandı. Gönderen: Nikolai "Seni görmem gerek." Merakla ve öfkeyle kaşlarım çatıldı. Her güzel duygunun bir katili olmak zorunda mıydı? Öyleydi anlaşılan. Usulca yataktan kalktım ve bunu yaparken olabildiğince yavaş oldum. Valent'in uykusunun ne kadar hafif olduğunu biliyordum. Dün geceden kalma yorgunluğum vücudumu sızlatırken bundan hiç şikayetim yoktu. Şikayetçi olduğum tek şey, bu esrarengiz mesajın varlığıydı. Ve amacını bilmememdi. Çok sessiz bir şekilde odadan çıkıp aşağı indiğimde telefonumu da almıştım yanıma. Hemen Miloradov'u aradım. Derdi neymiş öğrenelim bakalım. "Lâl." Telefonu açar açmaz kalaylamaya başladım. "Senin derdin ne Miloradov? Bugün düğünüm var, benden ne istiyorsun?" "Seni görmem gerek, Lâl. Mesajda da yazdığım gibi-" "Başlatma şimdi mesajına! Ne yapmaya çalışıyorsun?" "Kötü bir amacım yok. Bak, düşündüğün gibi bir kaos çıkarma niyetinde değilim. Sadece sana ulaştırmam gereken bir şey var hepsi bu. Lütfen, görüşelim." Bir süre düşündükten sonra bana ne vereceğini ister istemez merak etmiştim. Bana bizzat ulaştırmak istediği bu kadar önemli şey ne olabilirdi ki? "Tamam, geliyorum Allah'ın cezası. Bekle." Eşofmanlarımı bile değiştirmeden çıktım. Odaya geri dönersem Valent'in yüzde yüz uyanacağını biliyordum çünkü. Nedense ona giderken içimde hiçbir korku ya da endişe yoktu. Nikolai'nin kötü bir niyetle çağırmadığına da inanmıştım doğrusu. Benim için son yaptığı şeylerden sonra bana zarar vereceğine ihtimal vermediğim içindi belki de rahatlığım. Taksiyle malikanesinin önünde indiğimde kapıda çok beklemedim. İçeri alındım ve Nikolai de bahçede beni bekliyordu zaten. Üzerinse siyah bir tişört ve kapşonlu hırka, aynı renkte bir eşofman vardı. Elleri ceplerinde benim gelişimi seyrediyordu. Cebinden çıkardığı elini uzattı. "Hoş geldin." Elbette elini sıkmadım ve karşılık olarak ona dik dik baktım. Benim selamlaşma şeklim de buydu. "Miloradov, bana yaptığın bunca iyilikten sonra bir çamurluk yapmayacağını düşündüğüm için geldim. Kötü niyetli olmadığını düşündüğüm için." Onaylayarak salladı başını. "Çok doğru düşünmüşsün. Seni ayağıma çağırmak hiç hoş bir davranış olmadı, farkındayım ama dışarıda görünelim istemedim. Düğün gününde saçma sapan haberler olmasın diye." Üzerine basa basa ekledi. "Yani yine senin için." Hızla salladım başımı aşağı yukarı. "Tamam, evet geldim işte. Nedir bu kadar önemli olan?" İşaret parmağıyla bekle işareti yaptıktan sonra çağırdığı adamlarından birinden aldığı zarfla bakışları bana döndü. Zarfı bana uzatan adam "Bu senin." dedi yalnızca. Bu ne zarfıydı, neden benimdi, içinde ne vardı hiçbir bilgim yoktu. Elimde evirip çevirdim zarfı incelerken. "Ne bu?" "Video kaydı." Yutkundu. "Biliyorsun işte. Bende olduğunu söylediğim video kaydı. Sana ait. Ve sende kalması gerekiyor. Başkasıyla ulaştırmak istemedim, bizzat vermek istedim. Kimsenin eline ulaşmaması için." Açıklamasından sonra bunun ne kaydı olduğunu iyi anlamıştım ve donup kaldım. Vural'la benim video kaydım. Nikolai'den böyle bir atak beklemiyordum. Dolayısıyla şaşırmıştım. "Bunu neden yapıyorsun?" "Nedenlerini çok iyi biliyorsun." Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra devam etti. "Nadia adına teşekkür ederim. Bir abi olarak beni nasıl mutlu ettin bilemezsin. Sayende her geçen gün daha da iyiye gidiyor. İkimiz için de bunu kabul et." Hâlâ şaşkın bakışlarımla ona bakıyordum. Tek kopya olduğuna nasıl inanacaktım ki? İnanmaktan başka çarem yoktu. Hem neden bunca şey yaptıktan sonra yalan söylesin ki? O sırada sanki aklımdakileri okuyabiliyormuş gibi bakışları zarfı işaret ederken "Tek kopya." diye ekledi adam. "Yok et." Bir süre sessiz kaldıktan sonra şoku atlattım ve samimiyetine inandığım adamın gözlerine baktım. "Teşekkür ederim." Aynı samimiyetle yanıt verdi. "Umarım çok mutlu olursun." Bakışlarındaki kırgınlığı hissedebiliyordum. Duygusallığını gizlemeye çalışsa bile. Ancak benim için gerçekten mutluluğu dilediğini de görebiliyordum. Yapmacık bir tebrik mesajı değildi bu. Gerçekten mutlu olmamı istiyordu. Aynı şekilde başımı sallayarak karşılık verdim. "Umarım sen de çok mutlu olursun, Miloradov." Karşılıklı sessizliğimiz konuşmanın sonlandığını hatırlattığında harekete geçtim. "Artık gitsem iyi olacak." "Adamlarım seni bıraksınlar." "Yok, gerek yok. Taksiyle giderim." İkiletmedi. İtaat eder gibi başını salladı. "Nasıl istersen." Onu o şekilde bırakıp arkamı dönüp gittiğimde içim acımıştı. Birini bu kadar sevmek kendimize yaptığımız en büyük haksızlık değil miydi? Öyleydi tabii. Engel olabilseydik. Eve dönene kadar o bakışlar aklımdan gitmemişti. Üzülmüştüm. Acımıştım. Ve hemen ardından kendimi onun yerine koymuştum. Valentino'ya karşılıksız bir aşkla amansızca tutulsaydım... Allah'ım. Düşünmek bile istemiyordum. Kapıdan içeri girip yukarı çıktığımda Valentino ile odamızın önünde karşılaştım. Kısa bir an ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim ama hemen toparlandım. Ondan bir şey saklamayacaktım. Artık değil. Bu zamana kadar başımıza ne geldiyse birbirimizden gizlediklerimiz yüzündendi. O hataya düşmezdim. Zaten dışarıdan geldiğimi gören adam da gayet sakin bir biçimde bana doğru bir adım attı. "Nerelerdeydin?" Kollarını bana sarıp burnunu saçlarıma bastırdı. "Seni özledim." "Kızacaksın biliyorum ama senden gizlemeye hiç niyetim yok kusura bakma." Ayrıldığımızda yaramazlık yaptığımı düşünen bir ebeveyn gibi kollarını kavuşturup beni dinlemeye koyuldu. "Evet, neymiş bu beni düğün günümüzde bile öfkelendirecek şey merak ediyorum doğrusu." Sesli bir iç geçirdi. "Dinliyorum." "Nikolai Miloradov'un yanından geliyorum." Yeterince ilginç bir cümle kurmamışım gibi adamın yanıt vermesini beklemeden olanı biteni anlattım. En sonunda da zarfı gösterdim. Bakışlarım yüzünde bir öfke emaresi arayarak gezinirken onda böyle bir duygudan eser yoktu. Sadece elleri ceplerinde bir iki tembel adım atarken düşünceli bir biçimde "Miloradov'dan beklenmedik bir hareket." diye mırıldandı. O da en az benim kadar şaşkındı. "Evet." Ancak hemen kabullenmeye hazır olduğum için omuz silktim. "Ama kim bilir, belki de artık kötülük yapmaktan bıkmıştır. İyi biri olmaya karar vermiştir." Adamın ifadesiz bakışları kabul veya red gibi bir tepki vermeden uzaklara daldı. "Nadia için teşekkür etti. Yani o yüzden verdi herhâlde." "Ve sana âşık olduğu için." "Valentino." "Tamam, her neyse." Kaşlarını kaldıran adam boş vermiş bir biçimde konuyu dağıttı. "Hayatına girdiğin her insana yaptığın gibi Miloradov'un kardeşini de iyileştirdin. Sevginle." Uzanıp elleriyle yüzümü kavradı. Burnumun ucunu öptü. "İnsanları sevginle büyülüyorsun." Ben de onun yüzünü avuçladım sevgiyle. "Senin sırrın ne peki, Don Riccardo? Sen neyinle büyülüyorsun?" Tek kaşını kaldıran adam "Sence?" diye soruya soruyla cevap verdi. Gülüştük. Bense sakin tavrına şaşırmıştım ve açıkçası inanmakta da güçlük çekiyordum. Şaşkınlığık ve merakla kaşlarımı kaldırarak adama baktım. "Kızmadın mı yani?" "Kızmadım." Dalgın bakışları yüzümde gezinmeye devam etti. "Ama haber verseydin iyi olurdu. Seni merak ettim." "Buradayım işte. Bir yere gitmeye niyetim yok." Hınzır bakışlarımla ekledim. "Başına belayım bundan sonra." Beni kolunun altına çekerken yalandan kaşları çatıldı. "Sanırım herkes hayatında böyle bir bela ister." Yakınlığımızı biraz daha ilerlettikten sonra avuçları belimden kalçalarıma kaydı ve beni kendine bastırdı. "Ne düşünüyordum biliyor musun?" Sessizliğime karşılık devam etti. "Saat henüz bu kadar erkenken... Bebek yapma çalışmalarımıza devam etmek için bir engel görünmüyor. Ne dersin?" Başımı öne eğip güldüm. "Valentino, hayır." Yanıtım yeterli gelmemiş olacak ki adam kalçalarımdan kavrayıp beni havaya kaldırdı ve kucakladı. Artık o ve ben... Bacaklarımızın arası neredeyse iç içe geçmiş durumdaydı. Ancak buna dur demem gerekiyordu. "Uslu dur." diye mırıldandım nefes nefese. Yutkundum. Sanki dün gece birbirimizi yeterince ezberlememişiz gibi. Bedenlerimiz birbirinde kaybolmamış gibi. Aynı özlemle. Daha çok. "Bugün düğünümüz var, bir sürü hazırlık bekliyor." "Tuttuğum şirket her şeyi halletti." "Merak ediyorum, tuttuğun şirket gelinliğimin içine giyeceğim iç çamaşırını da seçti mi?" Atik bir hareketle kucağından indim ve sağ elimle çenesinden bir makas aldım. "Bu geceye kadar uslu dur." Yanından ayrıldığımda onu ne durumda bıraktığımı çok iyi biliyordum. Ama bugün çok özeldi. Ve yoğun olacaktı. Sabahın köründe kalkmamıza rağmen hazırlıklar ancak yetişebilecekti. Bu yüzden önce bir duş alıp üstüme rahat kıyafetler giyerek kahvaltıya indim. Kahvaltı boyunca imalı bakışmalar ve havadan sudan muhabbetler dışında bir konuşma geçmedi aramızda. Geceyi iple çektiğine emindim. Duvardaki saate baktım. "Wendy'le gelinliği almaya gitmeliyiz. Nerede kaldı bu kız, uyanmadı mı hâlâ?" Karşımda oturan adam bilmem dercesine omuz silkerken sakinlikle kahvesini yudumluyordu. E tabii, onun damatlık sorunu benim gelinlik sorunum kadar büyük değildi. Ondaki rahatlık bende olsaydı. Merdivenleri tırmanıp Wendy'nin kapısını çaldım. Herhangi bir ses çıkmayınca ahlâk masası baskını yapar gibi içeri girdim. Ellerimi belime koyunca iç geçirdim. "Ya inanamıyorum sana Wendy. Hâlâ uyuyor musun gerçekten? Bugün senin en yakın arkadaşının düğünü var!" Kafasını yastığın altına sokuşturan kız homurdanarak "Yaa, beş dakika daha..." dedi yalnızca. Bense bu beş dakikaların ne demek olduğunu çok iyi bildiğimden pabuç bırakmadım. Hemen yatağın üzerine çıkıp zıplamaya başladım. "Hadi Wendy, hadi Wendy! Daha bir sürü işimiz var! Son gelinlik provam yapılacak, gelinliği teslim alacağız! Saç, makyaj, son kontroller! Bir sürü işimiz var! Hadi!" Benim zıplamamla yatağın sallanması üzerine oflayarak yataktan kalktı Wendy. "Tamam, tamam kalktım. İn şu yataktan. Yatak yatak olalı böyle zulüm görmedi." "Bak geri yatmak yok tamam mı?" "Tamam." "O zaman ben çıkıyorum, sen de giyin." "Tamam dedim ya Lâl, hadi!" Wendy'yi zar zor ikna ettikten sonra tekrar salona indim. Valentino kapıya gelen damatlığını teslim alan Nina'dan askılı paketi yukarı çıkarmasını istiyordu. Kaşlarımı çattım. "Ne kadar meraksızsın. Bir deneseydin!" "Düğünden önce damadı damatlıkla görmek uğursuzluk getirir." Garipser bir yüz ifadesiyle "Kim söyledi bunu sana?" diye sorduğumda konuyla alakası olmadığı o kadar açıktı ki. Masum masum yüzüme bakıyordu adam. "Wendy söyledi." "O öyle değil akıllım. Düğünden önce damadın gelini gelinlikle görmesi uğursuzluk getirir." Yeni öğrendiği bilgiyle şapşal şapşal bana bakan adama güldüm. "Ah, Valentino... Şuan seni yemek istiyorum." Çünkü gerçekten çok tatlıydı. O ise hiçbir fırsatı kaçırmaya niyeti olmadığından bana doğru yürüdü ve kollarıyla beni kendine çekti. Burun buruna geldiğimizde "O zaman neyi bekliyorsun?" diye mırıldandı. "Tabii ki geceyi." Zor olsa da kollarından ayrıldım. "Wendy gelecek şimdi, son hazırlıklarla uğraşacağız." "Gelinliğin yolda, geliyor." "Nasıl yani, bizim gitmemize gerek yok mu? Belki acil bir değişiklik gerekir." "Yapılması gerekirse burada yaparlar. Sizin yorulmanıza gerek yok." İmalı bakışlarla "En azından böyle basit şeyler için." "Valentino." "Enerjini daha gerekli şeylere saklıyorum. Ne var bunda?" Bizim oynaşmamızı merdivenlerden inen Wendy'nin sözleri bozmasaydı yine salonun ortasında bir gösteri an meselesiydi. "Zevküsefanız bittiyse gidelim artık gençler. Enerjinizi geceye saklayın bir zahmet." Hâlâ o günü düşündükçe tüylerim diken diken oluyordu. Bir de Camilla, Allegra ve Viorel'le düğünde yüz yüze gelecektik. Allah'ım rezillik. Adamın dudaklarına bir öpücük bıraktıktan sonra "Hazırlıklardan sonra Taormina'da görüşürüz." dedim. Onaylayarak başını salladı ve ayrıldık. Düğünü burada yapacağımız için buranın geleneklerine uygun olsun istedim. Geleneksel bir düğün olması için de hazırlıkların bazılarını ailemizin en geleneksel adamı Luigi'ye bıraktım. Malûm, geleneklerimize uygun bir gelin olsun diye diye yırtınıyordu ya, biraz düğünü hazırlıkları içinde boğulup per perişan olsun dedim. Belki aklı başına gelir. Luigi de düğün mekânı olarak Taormina'da hem lüks hem de geleneksel sayılabilecek bir yer bulup ayarladı. Sağ olsun hazırlıklarla da yakından ilgilendi. Ayrıca mekânı gösterdiğinde ben de çok beğenmiştim. Hem şirin ve sanki tarihî bir yapısı olan lüks ve geleneksel bir yerdi. Çok güzeldi. Tam bize göre. 




Gelinliğimin eteklerini düzeltirken "Sonunda..." diye mırıldandım. "Bu anın hiç gelmeyeceğini düşünüyordum biliyor musun?" "Ama geldi işte. Her şey bitti." Duraksadı ve gözlerime baktı. Sanki duygusal bir ana geçtiğimizi anlamış gibi "Sakın ağlayayım falan demiyorsun, makyajın bozulur gebertirim seni bak!" Güldüm. "Tamam." Wendy de olmasa ne yapardım acaba? Ailemden tek bir kişi bile yoktu. Dedem rahatsız olmasaydı kesin gelirdi. Anne baba dediğim kişilerin ise gelmemesi benim hayrımaydı zaten. Ağaç kavuğundan çıkmış gibi bir başıma burada Wendy'le hazırlanıyordum. Ancak mutluydum. Ailem yanımdaydı. Gerçek ailem. Benim ailem Valentino'ydu. Sonra Wendy, Pietro hatta inanmazsınız belki ama Luigi. Başından beri birbirimizden nefret etmemize rağmen düğünümün detaylarıyla yakından ilgilenmişti. O bile daha çok ailemdi gerçek aileme nazaran. Tam o sırada kapı çaldı ve içeri Pietro girdi. "Kızlar, bir şeye ihtiyacınız var mı?" "Teşekkür ederiz, Pietro." Gelinliğime baktım. "Her şey yolunda görünüyor." Dudağının kenarıyla gülerken "Isabella'yla bir tatsızlık olmuş sanırım geçenlerde." diyerek benim ağzımı aradı. Mevzuyu biliyor gibiydi ama üzgün görünmüyordu. Herhâlde aşk acısını kolay atlatmıştı. "Evet canım, Valent'e yanladı ben de onun ağzını bir güzel yırttım." Kaşlarını çatan adam merakla Wendy'ye döndü. "Yanlamak ne demek?" "Lâl'in lügatinde asıldı demek. Yani tercüme etmem gerekirse kız Valent'e asılmış." Anlayan bir yüz ifadesiyle onayladı adam. "Ha demek o yüzden işten kovuldu." Kovulduğunu ben de bilmiyordum ama bu sefer hak ettiği kesindi. "Senin de işini bozduk Pietro kusura bakma ama zaten kuzenine asılan kadınla olmazdı. Ben sana daha güzel bir kız bulacağım, merak etme sen. Wendy de sanki ağzımı yaslar gibi "Bulur sana daha güzelini, yengesinin gülü." derken ona kızmakla gülmek arasında kaldım. Pietro ise bu hâlimize gülmekten başka ne yapabilirdi ki? Adam elleri ceplerinde "Ondan bir zamanlar hoşlanıyordum. Ama tek kişiye bağlı kalmak bana göre değil. Onu unutmam zor olmadı bile." Duygusal sohbetimizin ardından Wendy panik hâlde "Az kalsın unutuyordum Lâl, ayakkabını çıkar!" diye bağırdığında yerimde zıpladım korkudan. "Ne?" "Ayakkabını çıkar çabuk! Hadi!" Eteğimi kaldırıp ayakkabımı çıkardığımda Wendy atmaca gibi yerden kaptı. "Ben işimi şansa bırakır mıyım kızım? Heheyt be!" Aynanın önünden aldığı kalemle ayakkabımın altına bir şeyler yazıyordu. "Ne yapıyorsun Wendy?" "Ayakkabının altına adımı yazıyorum tabii ne yapacağım başka?" Kısa bir an düşündükten sonra yeniden yazmaya başladı. "Ha unutmadan, kuzenim de kendi adını yazdırmak istedi. Onu da yazayım... Hah, işte tamam. Oldu." Sonra Pietro'ya döndü. "Seni de yazayım mı?" "Ne işe yarıyor ki bu?" "Gelinin ayakkabısının altına adını yazarsın, önce hangi isimler silinirse onlar evlenir." "Ha, yok. İstemiyorum. Teşekkürler." Wendy gözlerini kısıp alayla baktı adama. "Hah, iyi tamam sen öyle sonsuza kadar kuru kal." Tam Pietro odadan çıkarken birbirilerine dil çıkarıp uğraştıklarında sonunda yalnız kalmıştık. Wendy ayakkabımı geri verdiğinde güldüm. "Gerçekten işe yarıyor mu acaba?" "Bilmem." Omuz silkti Wendy. "Umut fakirin ekmeği işte." Bir süredir Luigi hakkında konuşmadığımız için neler olup bittiğini bilmiyordum. Merakla sordum. "Luigi'yle ne oldu? Sen bir karara varabildin mi?" Hüzünlü bir çift bakış camdan dışarıyı seyrederken iç geçirdi. "Ivan'la denemeye karar verdim." En üzüldüğüm şeylerden biri de yarım kalan aşklardı. "Sevdiğim adamdansa beni seveni seçmeyi daha mantıklı buldum diyelim. Luigi'yle devam etseydik de bir sonumuz yoktu. Ciddi bir ilişki için bile bu kadar kıyamet kopuyorsa günün birinde evlenmek, aile kurmak istediğimde bu ilişki hiç yürümeyecekti zaten." Kendini ikna etmek ister gibi başını hızla salladı. "En doğrusu bu oldu." Onun ne kadar üzüldüğünü görüyordum ve bu beni de üzüyordu. "Wendy, emin misin?" "Sevgi yürek ister Lâl. O yürek de herkeste olmaz. En doğrusu böylesi, emin ol." Belki de haklıydı. Luigi sevse bile bazen sevgi yetmiyordu belki. Ciddi ilişki istediği için bile bu kadar patırtı koptuysa kim bilir bir sene sonra aile kurmak söz konusu olduğunda Luigi nasıl bir tepki verecekti? Öte yandan ikisinin de birbirini ne kadar sevdiğini görüyordum, şahit oluyordum. Buna rağmen olmaması kalp kırıcıydı. Keşke sevgi her şeye yetebilseydi. Duygusal anı çok sürmeyen Wendy son anda aklına gelmiş gibi zıpladı. "Çiçek! Gelin çiçeğin nerede senin?" Ben merakla etrafa bakarken kızın gözleri pörtlemişti. "Ay, arabayla geri mi gitti yoksa? Allah'ım, hayır ya! Hemen Montrel'i arıyorum, sen burada uslu dur!" Başımı sallayarak tamam dercesine bakarken Wendy alelacele odadan çıktı. Bense üzerimde kilolarca ağırlık taşıyormuş gibi odada geziniyordum. Düğün sahneleri dizilerde, filmlerde göründüğü kadar keyifli ve büyüleyici bir şey değilmiş meğer. Yeni anlamıştım. Daha şimdiden topuklu ayakkabılarım acıtmaya başlamıştı, kim bilir saatler içinde nasıl da davul gibi olacaktı ayaklarım. Üstüne üstlük 215 kilogram taşıyan Seyit Onbaşı gibi hissettiren gelinliğin ağırlığı da cabası. Ancak sevdiğin adamla bir ömür mutlu yaşamak için değerdi. Bu paha biçilemez. Kapı tıklatıldığında gekenin Wendy olduğunu sanmıştım ama seslenerek onayladıktan kısa bir süre sonra içeri giren Valentino oldu. Üzerinde lacivert armürlü smokin takımıyla çok karizmatik ve yakışıklı görünüyordu. Sanki daha karizmatik görünebilirmiş gibi. 
"Geleneksel aileme rağmen Türk ve Müslüman bir gelinle evleniyorum. Sence gelenekler ne kadar umurumda?" Bana yaklaştı. "Geleneklerin canı cehenneme." İyice sokuldu. Bakışları benim üzerimde gezinirken "Çok güzelsin." diye mırıldandı. Sözleri bakışlarını destekliyor gibi ekledi. "Tahmin edemeyeceğim kadar güzel." Gözleri beni soymak ister gibiydi. Ne kadar sert çıkışsam da iltifatlarıyla yelkenlerim suya inmişti bile. Başımı öne eğip tebessüm ettikten sonra "Teşekkür ederim." dedim ancak kaçamak bakışlarım hâlâ karşımdaki adamı süzüyordu. "Sen de çok yakışıklı olmuşsun." Gözleri gözlerime değerken cazibesine kapılıp gitmek için bir kıvılcım yeterdi. Ne istediğini çok iyi biliyordu ve onun olmaya hazırdım. Ellerim düzeltmek istediğim smokinine gitti. İlk kez onu böyle görüyordum. Mükemmeldi. Karşı koyamayacağım kadar mükemmel. Dudakları dudaklarımı sessizce örterken karşılık vermek için dünden razıydım. Başta yavaş ve yumuşak başlayan öpüşler bir süre sonra vücuduma ait olmak ister gibi sert, tutkulu ve kontrolcü ilerlemeye başladı. Bu sertlikten hoşlanırken bile geri çekilmeye çalıştım. "Bunu yapamayız." "Neden?" "Wendy beni öldürür." "Ne?" "Gelin çiçeğimi almak için gitti, birazdan gelir. Giderken de makyajımı bozmamamı söyledi. Şuan bunu yapamayız." Kısa bir an beni seyrettikten sonra kapıya yürüdü. Tam laftan anlayıp çıkacak diye düşünürken kapıyı kilitledi. "Bu kez işimi şansa bırakmadım." Yeniden bana geldi, bir eli belimdeyken diğer eli duvağımı tutturan tokaya gitmişti. Tokayı çözdü ve upuzun duvağım yeri boyladı. "Biraz daha sana dokunamazsam delireceğim." Sağ eli çıplak sırtımda baştan çıkarıcı bir biçimde gezerken bense karşı koyamıyordum. Pantolonunun düğmelerini çözerken bu yavaşlık onu öldürüyormuş gibi elleri ellerimin üzerinden hızla pantolonunu indirdi. Aynı vahşilikle uzun tül eteğimi kalçalarıma kadar sıyırdı. Dudakları dudaklarımdan çeneme, boynuma inerken ıslak izleriyle başımı geriye atmıştım bile. Beni masaya yaslayıp daha fazla bekleme gayretinde bulunmadan iç çamaşırımı kenara çekip kendini içime itti. İnledim. Bu kadar çabuk ve hızlı olmasını beklemiyordum. Ve bu kadar derinden bir başlangıç. Ancak tuhaf bir biçimde cüreti beni daha da ateşledi. Bacaklarımı daha da açtım. Bana daha derinden sahip olmasını istiyordum. Daha kışkırtıcı. Daha baştan çıkarıcı. Ve daha kontrol dışı. Kalçamı ileri geri hareket ettirerek onu daha çok içime alırken seslerimiz kontrolü bizden çıkmıştı artık. Üzerimdeki gelinliği çıkarıp çırılçıplak kalmamı sağlamak istediğine emindim ama buna izin veremezdim. Bu üç saatlik bir hazırlığın baştan başlaması demekti. Kulak mememden boynuma kadar ıslak darbelerini üzerimde hissederken adamın ateşli iniltileri kulağıma doldu. Kapının alacaklı gibi çalması bile umurumuzda değildi. "Açın şu kapıyı, açın! Lânet olsun! Ne halt yediğinizi biliyorum! Bunu yapamazsınız tamam mı?" Bu Wendy'nin sesiydi. "Bu lanet olası şeyin de bir yeri ve zamanı var! Bana bak Lâl, gelinliğin buruşursa, saçın ve makyajın bozulursa seni öldürürüm! Duydun mu beni?" Biz de dudak dudağayken Wendy'nin tehditlerine gülüyorduk. En sonunda beklenmedik bir patlamayla içime ılıklığının dolduğunu duyumsadım ve kendimi serbest bıraktım. Rahatlamış hissediyordum. Wendy'nin ölüm tehditlerine rağmen. Üzerimdeki adamla burun burunayken "Yeniden bir kızımız olsun istiyorum." diye mırıldandı. "Sana benzeyen bir kız bebek." Parlayan gözlerine karşılık heyecanla baktım ona. Büyülenmiş gibiydim. "Açıkçası ben hep bir erkek çocuk istersin diye düşünmüştüm. Yani bu çocuk meselelerinden falan önce." "Seninle bir bebeğimizin olmasından büyük mutluluk duyarım. Kız veya erkek fark etmez. Tabii kalbimde bir kız çocuğu isteği var ama... Bu oğlumuz olursa onu daha az seveceğim anlamına gelmiyor." Duraksadı. "Merak ediyorum, neden erkek isteyeceğimi düşündün?" "Yani... Ne bileyim... Erkekler genelde öyle ister ya. İşleri yürütsün, soyadımı devam ettirsin zımbırtıları falan. Sanki herkes bir Kanuni Sultan Süleyman." Gözlerimi devirdim. Benim bu komik hâlime yalnızca güldü adam. "Lâl... Bu hayattan tek isteğim, seninle sonsuza dek çocuklarımızla mutlu olmak." Bu kadar romantik bir anı daha da hızlanan kapı sesleri böldüğünde "Artık aç istersen." dedim. "Yoksa kapıyı kıracak." Gülüştük. En az benim kadar hâlinden memnun görünen Valentino üzerini toparladıktan sonra "Hazır mısın?" diye sordu kapıyı açmadan önce. Bense eteklerimi düzeltmiştim ve çoktan hazırdım. Bacaklarım tutmuyordu ama masanın üzerinde oturup ayak bileklerimi birbirinin üzerine atmışken keyfime diyecek yoktu. Valentino yavaşça kapıyı açtığında ise Wendy elindeki gelin çiçeğimi Kalaşnikof gibi sallıyordu. "Size gerçekten yazıklar olsun! Bu gelin çiçeğini yakalamak için sokak aralarında koşan Yaprak Dökümü deli Leyla gibi koştum, ziyan oldum, neler çektim ama sizin burada derdinize bak!" Yüzü makyajımı inceledi. "Şu hâline bak, rezil! Dayanamadın değil mi, Mart kedileri gibi kudurdun!" Çok geçmeden Valentino'ya döndü. "Bu kız nasıl hazırlanacak şimdi? Yüzü palyaçoya dönmüş şu hâle bak!" Sonra aniden yerdeki duvağı gördü. "Duvağın kırışmış! Ütü gerekir!" Koşarak yere uzandı ve duvağı kaldırdı. "Saçmalama Wendy, duvağın ütülendiği nerede görülmüş?" "Sen sus, rezil! Hem rezil, hem cahil." Duvağı dikkatlice katladıktan sonra uyarıcı bir ses tonuyla açıkladı. "Duvağı düzelttirmeye gidiyorum..." Valent'e baktı. "Geldiğimde seni burada görmeyeceğim." Öfkeyle odadan çıkarken "Kuzuyu da kurda emanet ediyorum ama... Hadi bakalım." diye söylenmeyi de ihmal etmedi. Biz ise o gider gitmez kahkahalarımızı koy vermiştik. "Bu sefer çok fena kızdı." dedim. Valentino da onayladı. "Onu hiç böyle görmemiştim." "Söz konusu düğün hazırlıkları olduğunda çok fazla ciddiye alıyor." Gülüşlerimizin yerini Valent'in hafif ciddileşmiş yüz ifadesi aldığında bana yaklaşıp yüzümün her zerresini öpen adama "Hayır Valentino, yeniden olmaz." dedim uyarırcasına. "Hayır, başka bir şey var." Meraklı yüzüm konuşmasının devamını bekledi. "Lâl, gitmem gereken önemli bir yer var." Şaşkınlığımdan fırsat alarak bir şey söylememi beklemedi ve ekledi. "Ama nikâh saatinde burada olacağım, söz veriyorum." "Valentino, ne saçmalıyorsun sen? Delirdin mi? Bugün bizim düğün günümüz!" Çıldırmanın eşiğinde olduğumu saklamıyordum. Hatta azarlayıcı bir biçimde tekrar ettim. "Valentino bugün bizim düğün günümüz, farkında mısın? Düğün günümüzde nereye gittiğini sanıyorsun? Beni delirtmek mi istiyorsun?" "Haklısın. Ama önemli olmasa gitmezdim. Gerçekten. Ölüm kalım meselesi." Sağ eli yanağımı okşarken ekledi. "Gecikmem, söz veriyorum." Benden izin istemiyordu ya da izin almıyordu. Gidiyordu. Ben gitme desem de gidecekti. Allah'ım, çıldıracağım. Bu ölüm kalım meselesi -söylerken bile tüylerim diken diken oluyordu- bugünü mü bulmuştu? "Uçakla gidip geleceğim. Tam zamanında burada olacağım." Şakağımdan öptü. "Seni seviyorum." Mecburen durumu kabullenmiştim ama kalbim pır pır ediyordu. Tam giderken onu durdurdum ve sarıldım. Sanki ona son kez sarılıyor gibiydim. "Valentino... Lütfen." Ceketine geçirdim tırnaklarımı. "Lütfen, gitme." Yüzümü ellerinin arasına aldı. "Döneceğim." Beni baştan aşağı süzerken güldü. "Zaten beni bu kadar güzel bir gelin beklerken dönmemem mümkün mü?" Alnıma şefkatli bir öpücük kondurdu. "Kendini endişelendirecek düşüncelere kapılma. Her şey yolunda." Onun kokusunu içime çektim ciğerlerim solana kadar. "Valentino, seni seviyorum." "Ben de seni seviyorum, mia bella." "Seviyorsan gitme." "Sana bir söz vermiştim hatırlıyor musun?" Küskün bir çocuk gibi dudaklarımı sarkıtırken boğazım yanıyordu, gözlerim sulanmıştı. "Ne sözü?" "Her ne olursa olsun yine sana döneceğim." "Evet." "Bugüne kadar sözümü tutamadığımı gördün mü?" "Görmedim." "İyi o hâlde. Döneceğim diyorum. Söz." Elleri yanaklarımı okşarken dudağıma kondurduğu son öpücükle kapıdan çıkıp gitmesi bir oldu sanki. Bir anda yok olmuş gibi hissettim. Hayatıma bir anda girdiği gibi çıkışı da bir anda olmuştu sanki. İçimde tuhaf, kötü bir his vardı. O yüzden gitmesini istememiştim ama beni dinlemedi. Her zaman olduğu gibi. Wendy geldi, her şey hazırdı. Saçım ve makyajım için yeniden geldiler. Hazırlıklar yeniden yapılıyordu. Duvağım yeniden takıldı. Kalbim pır pır ediyordu. Sanki ağzımdan çıkacakmış gibi küt küt atıyordu. Endişe içindeydim. Delirmek üzereydim ama dışa vurmamaya çalışıyordum. Ya gelmezse? Ya gelemezse? Hayır, Lâl. Böyle düşünceleri aklından çıkar tamam mı? Valentino döneceğim derse döner. Geleceğim derse gelir o. Bu zamana kadar tutmadığı hiçbir sözü olmadı. O verdiği her sözü tutar. Her şey hazırdı. Nikâha daha vardı ama saçım, makyajım, hazırlıklarımın tamamı bitmişti. Bir saat geçti, yok. İki saat geçti, yok. Üç saat geçti derken içimi afakanlar bastı. Aynada saçlarıma bakarken Wendy moralimi bozmamam gerektiğini, eğer yeniden ağlarsam makyajımın bozulacağını ve beni öldüreceğini söyleyerek nazikçe teselli etti. Evet, nazikçe. Ama bunların hiçbiri benim umurumda değildi. Tek istediğim şey, Valent'in hemen buraya gelmesiydi. Tam bunu düşünürken kapı çaldı. Aynanın önünde oturduğum koltuktan zıplar gibi kalktım. Valentino gelmişti. Yanlış alarmdı. İçeri giren Pietro'ydu ve yüzü sirke satıyordu. Yeterince gergin değilmişim gibi onun yüzündeki hüzünle daha da endişelendim. Bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım sanki. İçime doğmuştu. "Lâl, sana bir şey söylemem gerek." O kadar ezilip büzülmüştü ve o kadar ihtiyatlı davranıyordu ki kesin bir şey oldu dedim. Kalbim atmayı bırakmıştı sanki. "Ama önce oturup sakin olmalısın." Oturup sakinleşmenin canı cehenneme. Düğünün de canı cehenneme. Ne olduğunu hemen öğrenmek istiyordum. Hemen Valentino'nun yanına gitmek istiyordum. Onu görmem lazımdı. "Pietro ne oldu söyle." Onun konuşma konusundaki kararsızlığı beni daha da germişti. "Söylesene!" diye bağırdım. Çaresiz görünüyordu. Yüzü gölgelenmişti. Nasıl söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. Bense hiç olmadığı kadar sabırsızdım. Endişeliydim. Delirmek üzereydim. "Valent'e bir şey mi oldu?" O cevap vermedikçe durum benim için daha katlanılmaz bir hâl alıyordu. "Valent nerede?" Eteklerimi toplayıp hazırlandım. "Beni ona götür. Hemen." Yutkundu Pietro. Saklamanın bir yolu olmadığının farkında gibiydi. Bu yüzden anlatmaya hazırlandı. "Az önce haber geldi, Valent'in uçağı düşmüş." Zorlanır gibi ekledi. "Cesedine ulaşılmış." O andan sonra söylenen her şey uğultuluydu. Silik ve bulanık. "Buraya getiriliyor." Nefes almakta zorlanıyordum. Delirmiş gibi başımı iki yana salladım. Kabullenmedim. "O değildir. O değildir, başkasıdır." O olamazdı. Bu mümkün değildi. "Luigi teşhis etti Lâl. Ceset Valentino'ya ait." Donup kalmıştım. Ne tepki vereceğimi bilemedim. Bir yanlış anlaşılma olduğunu umdum. Ancak teşhis edilmişti Gözlerimle görmeliydim. Ancak o zaman inanırdım. Nefes almaya çalıştım. Gerçek olmadığını düşünmek istedim. Gerçek olamazdı. Daha birkaç saat önce yanımdaydı. Bu olmazdı, olamazdı. Her şeyi görüyor ve duyuyordum ama kendimde değil gibiydim. Dizlerim beni tutmuyordu. İçimdeki kötü hissin gerçekleştiğini idrak ettiğimde ise çaresizce yere çöktüm. Onu kaybetmiştim. Valentino ölmüştü. Kulaklarımdaki sert uğultu kabullenmem için bunu fısıldıyordu. ...
*
••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |