@buzlarkralicesi
|
-13- ❝Ilya❞ Bir hafta. Bay Miloradov'la onun yüzüme karşı güleceği kadar gülünç bir gece geçirdikten sonra aradan bir hafta geçmişti. Yulia'nın Bay Miloradov hakkında beni umutlandırmaya çalışan altı boş sözlerinin ardından da öyle. Ve bir hafta boyunca Bay Miloradov'u görmemiştim. Neredeyse kulübe uğramaz olmuştu. Kendimi çok önemseyen biri gibi durmak istemiyordum ama bunun sebebi ben miyim diye düşünmeden edemiyordum. Bir hafta içinde onu gördüğüm tek gün, yine o kadının buraya geldiği gündü. Her zamanki gibi şık, kendine has saç rengi ve kokusuyla mest eden, dış görünümüyle bir bakanın istemsizce bir daha bakmasına sebep olan o kadın. Esas kadın. Bay Miloradov'un sevgilisi olduğunu düşündüğüm kadın. Lâl. Takıntılı bir ruh hastası değildim. Tüm bunlar beni ilgilendiriyor da değildi ama buradaki kızlar onun hakkında konuşunca merak edip internetten araştırma hatasına düştüm. Keşke araştırmasaydım. Bay Miloradov'la nikâha kadar giden bir ilişkileri olmuştu. Belli ki ciddi bir ilişkiydi. Gelip geçici değildi. Nikâhın neden olmadığına dair ise net bir bilgi yoktu, sonrası söylentiler ve dedikodulardan ibaretti. Neden evlenmediklerini merak ediyordum ama daha da merak ettiğim şey, nikâhtan dönmelerine rağmen nasıl bu kadar yakından görüştükleriydi. Hiçbir şey olmamış gibi mi davranıyorlardı? Belki de evliliğin onlara göre olmadığını anlayıp nikâhı iptal etmişlerdi ve sevgiliyken, uzakken ilişkilerinin daha heyecanlı olduğuna inanıyorlardı. Elbette bu düşünce bana ait değildi. Yulia böyle söylemişti. İlişkileri alevlendirmenin en etkili yolu uzak ve birbirine ulaşılmaz olmakmış. Özlemekmiş. Bana sorarsanız ilişkiler hakkında pek bir şey bilmem. Seksin ne demek olduğunu bile birkaç hafta önce uygulamalı olarak öğrenip nefret etmiş, sonra bunun seks ya da sevişme -her neyse, hâlâ ikisini birbirine karıştırıyordum- olmadığını öğrenmiştim. Sanırım bu konuda hâlâ aydınlatılmaya ihtiyacım vardı ama Yulia'dan bunu istemeye utanıyordum. Çünkü her şeyi öyle açık seçik anlatıyordu ki kulaklarıma kadar kızarıyordum. Duyduklarımın günahı bile Tanrı tarafından değerlendirilecekmiş gibi hissedip vazgeçiyordum. Sanki yeterince günah işlememişim gibi. Bayan Lâl'in buraya geldiği güne geri dönersek... Yine Bay Miloradov'un odasına kapanmışlardı. Yulia'nın odayı hazırlayan arkadaşı Marina'nın söylediklerine göre de oldukça özenli bir akşam yemeği masası hazırlatılmıştı odaya. Mumlar falan. Gecenin devamını hayal etmeye gerek yoktu. Bu beni daha çok incitirdi. Belki de bu öyle bir ilişkiydi. Bay Miloradov sorun ne olursa olsun ondan kopamıyordu ve onu seviyordu. Ona tutkusu vardı belki. Ten uyumları vardı. Birbirilerine hayır diyemedikleri için ayrılamıyorlardı, kim bilir. Evlenmemelerinin de kendilerine göre bir sebepleri vardı. Mesela ikisi de özgür ruhluydu ve bu yüzden evliliğin onlara göre olmadığını düşünüp sevgili gibi devam etme kararı almışlardı. Bu da bir seçenekti. Sonuç olarak açık seçik ortada olan bir şey varsa o da Bay Miloradov'un o kadına bir zaafı olduğuydu. Bu benim duygularıma çok aşinaydı. Bir tuzağa tuzak olduğunu bile bile düşmek gibi. Örneğin ben, Bay Miloradov'un çok tehlikeli biri olduğunu ve birbirimizle tek bir ortak yönümüz dahi olmadığını biliyordum, bunun farkındaydım ancak ona olan duygularıma engel olamıyordum. Belki Bay Miloradov da o kadına karşı böyle şeyler hissediyordu. Benim ona veremediğim ve belki de hiçbir zaman veremeyeceğim şeyleri veriyordu Lâl ona. Olamaz mıydı? Bunları düşünmek beni çok üzdü ve kırdı. Günlerce aklım başımda değilmiş gibi dolandım durdum. Hem Bay Miloradov'un yaşadığımız o gülünç geceden ve onu güldürmemden sonra hiçbir şey olmamış gibi beni görmezden gelmesine hem de Lâl buradayken ben yokmuşum gibi davranmasına. Kısacası her şey iğne gibi tüm vücuduma rahatsız edici bir biçimde batıp çıkıyordu. Onu merak ediyordum ve benim yüzümden gelmediği ihtimali beni kırıyordu. Belki de öyle değildi. Kendimi önemsemem gereken bir durum yoktu. Sonuçta beni görmezden geliyorsa onun umurunda değildim. Bir hafta boyunca işleri vardı, yoğundu belki. Beni görmezden geliyormuş gibi davranmıyor, gerçekten görmüyordu. Olabilirdi. Bu sanırım kalbimi daha az kırmıştı. İçten içe bu düşüncelerle incinsem de sessizce işimi yapıyordum. Tek kelime etmiyordum. Konuşmaya, şikâyet etmeye ya da hesap sormaya hakkım yoktu, farkındaydım. Çekip gidebilirdim. Beni kimse durdurmazdı. Ama gidemezdim. Bunun iki sebebi vardı. Birincisi burada saklanmam gerektiği gerçeğiydi, diğeri ise Bay Miloradov'un olmadığı bir yerde yapamayacağım hissiydi. Ona bu kadar kısa sürede alıştıktan sonra hem de. Sahi, neden öyle olmuştu? Neden ona bu kadar alışmıştım? Bu çok sağlıksız bir durumdu, en çok da bana ruhsal olarak zarar veriyordu ama ne yapabilirdim ki, vazgeçemiyordum. Tüm bu düşüncelerle bir haftayı tüketirken o gün çok garip bir şey oldu. Müşterilere bileklikleri sunan resepsiyonistin yanındaki görevli yardımcı, birinin beni görmek istediğini söyledi. Bu bana pek olmazdı. Hatta hiç olmazdı. Bu yüzden şaşırdım ve merak ettim. Üstelik de korktum. Beni tanıyan biri miydi? Saklandığım biri miydi? Yoksa burada olduğumu bilen sayılı kişilerden biri miydi? Kapıya çıkana kadar tüm ihtimaller zihnimi paramparça ederken kapıda Ravil'i gördüğüme sevindim. Tuttuğum ve ciğerime ağır gelen o derin nefesi verdim, rahatladım. "Ravil." diyebildim sadece belli belirsiz bir mırıltıyla. Öte yandan tedirginlikle etrafa bakınıyordum birinin beni görmesi korkusuyla. Burası İstanbul'du. Çok büyük bir şehirdi ve kimse kimsenin umurunda değildi. Burada görünmezdim. Bunun farkında olsam da korkmama engel olamıyordum. Görünmez olduğum gerçeği burada beni rahatlatan tek şeydi ama o da uzun sürmüyordu. Her zaman tetikte olmak zorundaydım. Selam vermekten uzak rahat bir tavırla süzdü beni Ravil. Bir eli aylakça cebindeydi. "Nasılsın?" "İyiyim." Korkmuştum çünkü buraya öylesine gelmeyeceklerini biliyordum. Gerekmedikçe kontak kurmayacağımız konusunu konuşmuştuk. Bu yüzden Aleksey'e bir şey olma ihtimaline karşılık korkuyla doldum. Bu soruyu daha fazla içimde tutamadım. "Aleksey... O iyi mi?" "İyi, merak etme." "Buraya neden geldin o zaman?" "Seni merak ettim." Omuz silkti sıradan bir şeymiş gibi. Bu Ravil'in yapabileceği bir şey değildi. Yuri ona göre daha merhametli biriydi, insanı merak ederdi. Daha insani özelliklere sahipti ama Ravil daha donuk bir tipti. Beni merak edebilecek türde biri de değildi. Kurallara daha bağlı, daha robotsu biriydi. Pek insiyatif de almazdı. Buna şaşırmıştım. Sonra daha da şaşırdığım bir şey oldu ve bana "Bir ihtiyacın var mı?" diye sordu. Yüzünde garip bir ifade vardı ya da ima. Bilemiyordum. Çözemediğim için sorgulayıcı bakışlarımı üzerine dikerek ağır ağır iki yana salladım başımı. "Her şey yolunda." "Aleksey bir şeye ihtiyacın olup olmadığını sordu." "Bunu telefondan da sorabilirdi." Kuşkulu tavrıma karşın omuz silkti. "Bilemem. Kendisine sorarsın." "Her şey yolunda, hiçbir şey gerekmiyor." Aleksey'e sormam gerektiğini söylediğine göre bu gerçekten de onun direktifi olmalıydı. Şüphe bulutları kısa süreliğine de olsa dağılırken Ravil'i samimi bulamıyordum. Ancak getirdiği iyi haberle ilgilendim. "Yuri Hydra'nın önünde vale olarak işe başlıyor. Artık yalnız olmayacaksın." Nedense Yuri'nin bana bu kadar yakın olması güven vermişti. Esasında burada güvende olmadığımı düşünmüyordum. Bay Miloradov bunun garantisini hiçbir zaman vermese de onun yanında güvende hissediyordum ama Yuri başkaydı. O bizdendi. Aramızda mesafe ya da duvarlar yoktu. Beni anlardı. İçimi okurdu. Ve samimiydi. Ne Ravil ne de Bay Miloradov gibi değildi. Benim kalbimi bilirdi. Nefesimi tuttum bu güzel haberle. "Gerçekten mi?" Bu habere gerçekten sevindiğimi gizlemedim. Hâlâ Ravil'in gözlerindeki kurnaz sırrı çözememiş olsam da onun getirdiği güzel habere müteşekkirdim. Düz bir sesle "Sevindim." dedim konuşmamızı uzatmamam gerektiğini hatırlarken. "Şimdi içeri dönmem gerekiyor. Başka bir şey yoksa..." "Yok. Ancak gece telefonunu açık tut. Seni arayabilirim." "Ne sebeple?" diye sorduğumda sorumu duyduğuna emin olduğum bir yakınlıktaydı ama dönüp bir tepki vermedi. Duymazdan gelir gibiydi. Arkasını dönüp gitti. Garip tavırlarına anlam veremesem de üstünde durmadım, Hydra'nın ışıltılı kapılarından içeri girdim yeniden. Geçirdiğimiz bu berbat bir hafta boyunca belki de hayatımız boyunca ilk defa bir ortak yönümüz olan Bay Ivan tıpkı benim gibi moralsiz görünüyordu. Bir hayalet gibiydi. Onu hiç böyle görmemiştim. Hep biraz ruhsuz, duygusuz hatta insan özelliklerinden uzaktı ama hiç bu kadar karamsar görmemiştim. Her akşam Hydra'nın kapısında bir paket sigarayı bitirdiğini gözlerimle görüyordum. Ciğerleri artık bizi rahat bırak diye ağlıyor olmalıydı. Bana doğru yaklaşan donuk yüzü tam karşımda durdu. "Bay Miloradov bu gece seni odasında bekliyor." Bay Ivan'ın dümdüz bir biçimde söylediği bu cümle karşısında donup kaldım. Bay Miloradov bu gece seni bekliyor. Ne için bekliyor? Odasını toparlamam için mi? Yatağını düzeltmem için mi? Kıyafet dolabındaki karmaşıklığı toplamam gibi bir angarya için mi? Aksini hiç düşünmedim. Çünkü düşünmek için tüm bedenim ve ruhum yanıp tutuşurken yine onun sözleri yankılanıp durdu kulaklarımda. Bu tek seferlik bir şeydi. Tüm eğlenceyi kaçırdın. O gece benim hatırlamadığım bir gece geçirmiştik ve o gece sondu. Bay Miloradov'un karşısında komik duruma düştüğüm birçok şey yapmıştım ama hatırlamıyordum. Hiçbirini. Hatta yapmamam gerekirken Aleksey'i bile ağzımdan kaçırmıştım ama lânet olsun, onu da yapmıştım işte. Sonuç olarak son şansımı da kaybetmiştim. Tüm ihtimaller dâhilinde mantıklı iki seçenek vardı aklımda. Ya Bay Miloradov beni odasına başka ve daha basit bir sebepten dolayı çağırıyordu ya da şuan Bay Ivan'ın söyledikleri ayakta gördüğüm bir rüyanın parçasıydı. "Ne bakıyorsun bana? Duymadın mı?" İşaret parmağıyla kulağını işaret etti adam. "Kulaklarında problem mi var?" Çenemin yerçekimine karşı gelemeyip aşağı doğru açıldığını fark etsem de toparlayamadım. Onun yerine dudaklarımdan hiç planlamadığım bir cümle çıktı. "Ama Bay Miloradov bana o gece son demişti." Bunu söylerkenki şapşal ses tonum kulaklarımı tırmaladı. Aklını mı kaçırdın sen Ilya? Bay Miloradov ile aranızdaki özel bir konuyu nasıl... Offf, çıldıracaktım! Ne zırvaladığıma dair en ufak bir fikri olmayan By Ivan ise beni önemsemedi bile. "Ne saçmalıyorsun? Hadi, git de hazırlan." Baştan aşağı küçük bir aşağılama ifadesiyle süzdü beni. "Hazırlıklar anca biter." Arkama baka baka merdivenlere doğru yürüdüm. Merdivenlerden yukarı çıkarken beni odaya yollayan Bay Ivan'ın umarsızca cebinden çıkardığı sigara paketine eşlik eden aylak adımlarla çıkışa yürüdüğünü gördüm. Bence onun da bir kalp ağrısı vardı. Kimseye göstermediği bir kalbi olduğu gibi. Akşam hazırlıklar tamamlandığında Bay Miloradov'un kapısının önündeydim ve odasından içeri girmeme bir adım vardı. Çok gergindim. Ya bir yanlış anlamaysa, beni karşısında görünce öfkelenirse ya da başka bir şey. Tüm ihtimaller içimdeki korkuyu alevlendiriyordu. İçeride olup olmadığını bilmediğim için kapıyı bana verilen tek kullanımlık kartla açtım ve usulca içeri girerken camdan dışarıyı, İstanbul manzarasını tek eli cebinde izleyen adamla karşı karşıya geldim. Kapının sesini duyan Bay Miloradov hiç acele etmeden arkasına dönüp aynı yavaş baş işaretiyle beni selamladı. "Geldin demek." Yüzünde bir haftadır beni görmezden gelen adam yoktu. Daha önce tanıştığımız, onu güldürdüğüm bilgileri beynine geri yüklenmiş gibiydi. Hatta yüzümdeki şapşal tavırdan zevk alıyormuş gibi dudakları keyifle kıvrılmıştı bile. Bense o heyecanla sadece başımı salladım. Sonra bunun saygısızlık olduğunu düşündüğüm için "Siz o gece son kez dediğiniz için burada olduğuma şaşırdım." diyerek daha da saçmaladım. Keşke sussaydım. Tamamen dilsiz taklidi yapsaydım. Belki hiçbir şeyden habersiz bir robot gibi tüm gece üstümde tepinmesini sessizce karşılasaydım daha az acı verici olurdu benim için. Karşımdaki adamın otoriter bakışlarından büyük bir gerginlik duyuyordum. O ise hiç acele etmeden kaşlarını kaldırarak beni dinledi. Bir süre sesizliğini korudu ve bilmem gereken bir bilgi değilmiş de havadan sudan bir konuymuş gibi "O gece hiçbir şey olmadı ki." yanıtını verdi. "Sarhoştun, rezil hâldeydin ve her yere kustun. Olan bu." "Ben..." O an gerçekten yerin dibine girmek istiyordum ama ne yazık ki mümkün görünmüyordu. "Dolayısıyla son gece diye bir gece de yaşanmadı." Nefesimi tuttuğum için başım dönmeye başlamıştı. Öksürerek tuttuğum nefesimi geri bıraktım. Benim bu aptal hâlimi gören adam başını arkaya atıp gözlerini kapayarak güldü ve "Nefes al." dedi yalnızca. "İnsanlar hayatta kalmak için düzenli olarak nefes alırlar, Arı Maya. Sen de bu kuralı uygula." Benimle alay ettiğinin farkındaydım ama bu kez aşağılanma hissetmiyordum. Ayrıca bana arı maya demesini şaşkınca karşılamıştım. Az önceki utancımı beklediğimden daha kısa süre içinde geride bırakırken bunda Bay Miloradov'un söylediklerine duyduğum merakın da etkisi fazlaydı. "Nasıl yani, o gece bir şey olmadığı için-" "Evet." Başını ağır ağır aşağı yukarı sallarken bana doğru bir adım attı. "Bu gece o gece." İç gıcıklayıcı bir tonda çıkmıştı bu cümle güzel dudaklarından. Bilge yüz ifadesinden hiçbir şey kaybetmeksizin devam etti. "Sana gerçek bir sevişmenin nasıl olduğunu göstereceğim gece." Gözleri alev topu gibiydi. Bana bakarken iştahla parlıyordu. "En ince ayrıntısına kadar." Ona bakarken iki alevin birbirine karışmasını izliyor gibiydim. İki farklı renkteki alevin harmanlanışını gözlerinde görüyordum. Tutku ve şefkat. Ya da... Tehlike ve ölüm. Belki de hepsi. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 💚 Bu bölümü KbraAkakavak okuruma armağan ediyorum. 💕 Tatlış yorumlarınızla sizleri de etiketlememe sebep olabilirsiniz. 💞🪽 Yeni bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Ilya ve Niko arasındaki ilişkiyi yakınlaştıracak, onları duygusal anlamda birleştirebilecek bir gelişme olacağını düşünüyor musunuz? Sizce bu ne gibi bir gelişme olabilir? Tahmin ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Ve bu gece neler yaşanacağına dair en ufak bir fikri olmayan Ilya'ya tek bir cümle kuracak olsaydınız ona ne derdiniz? Buraya yazabilirsiniz. Yine gevezeliklerim ve ben sizlere veda ediyoruz. 🌜 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |