@buzlarkralicesi
|
-2- ❝Nikolai❞ Ertesi gün yataktan kalktığımda kendimi diğer günlerden daha enerjik hissediyordum. Bugün Lâl ile buluşacak olmamızın etkisi büyüktü elbette. Onu göreceğim her gün benim için aydınlık, özeldi. Beni heyecanlandırıyordu. Onu yeniden görmek, onunla konuşmak, sesini duymak. Yüzüme bakmadan ilgisiz ilgisiz konuşurken bile onun anlattığı şeylere kendimi kaptırırken buluyordum. Bir anda. Plansızca. Kontrolüm dışında. Ağzından çıkan her şeyi sanki önemli bir kuralmış gibi dinliyordum. Bir şeyler anlatırken dudaklarını hareket ediş şekli bile beni öyle heyecanlandırıyordu ki bütün gün o masada, karşısında oturup onu dinlemek istiyordum. Ama bitiyordu. Her güzel şey gibi o da bitiyordu ne yazık ki. Bugün yeni bir gündü. Nadia için hediye seçmeme yardımcı olacaktı. Onunla sık görüşmek belki bana bir şans verebilirdi. Beni unutmazdı, hatırlardı. Belki sonsuza dek beklesem bile Riccardo'yu sevdiği kadar sevmezdi ama... Beni de başka şekilde severdi belki. Hem kim demişti ki dünyada tek bir sevme şekli var diye? Valentino Riccardo ölmüştü. Benim düşmanım olsa da ölümü Lâl'i üzdüğü için benim adıma da üzücüydü. Ölümüne sevinmemiştim. Eski düşmanlığımızı da o ölmeden kısa bir süre önce geride bırakmıştık. Lâl'in onun ölümüne üzülmesini de anlayabiliyordum. Kalbi yaralıydı. Ama hiçbir acı sonsuza dek sürmezdi. Hiçbir yasın da sonsuza kadar sürmeyeceği gibi. En sonunda Lâl, Riccardo'nun öldüğünü kabullenecek ve hayatına devam etmeyi seçecekti. O zaman geldiğinde ben onun yanında olacaktım. Ve Lâl Miloradov olması için elimden ne gelirse yapacaktım. Gerçek aşkın, sevginin ne demek olduğunu ona gösterecektim. Sabrımla, ona olan aşkım, özverimle yeniden hayata döndürecektim onu. Önce bir duşa girdim. Suyun altında tüm vücut kaslarımın soğuk suyla yeniden dirilmesini sağladım. Banyodan çıktığımda kıyafet dolabıma baktım. Ne giyebileceğimi düşündüm. Lacivert gömleğim bana yakışıyordu. Altına bir kot pantolon güzel olurdu. Normalde ne giyeceğimi bu kadar dert etmezdim ama söz konusu Lâl ile buluşmak olunca bu hazırlık bile beni heyecanlandırıyordu. Son olarak ceketimi giydim, parfümümü sıkıp odamdan çıktığımda merdivenin ucunda Nadia ile karşılaştık. Beni beğeniyle süzen kız kaşlarını kaldırarak coşkulu bir ıslık çaldı. "Nikolai Miloradov, bugün film aktörlerine benziyorsunuz." Memnuniyetle gülümsedim, yanından geçerken saçlarını karıştırmayı da ihmal etmedim. En sinir olduğu hareketlerimden biriydi. "Teşekkürler, ufaklık." "Ya, bana ufaklık demenden ve saçlarımı karıştırmandan nefret ediyorum!" Omuz silkerek aşağıya inerken "Biliyorum." diye yanıt verdim. "Bu yüzden yapıyorum." Birlikte kahvaltı masasına indiğimizde Polina Nadia'nın limonatasını koymuş, benim kahvemi dolduruyordu. Nadia kısa sürede bana gıcıklığını unutmuş bir biçimde çarpık gülüşüyle karşıma oturdu. "Bu kadar yakışıklı olmanı neye borçluyuz? Date'e mi çıkılıyor?" Tek kaşını merakla havaya kaldırırken sorguladı. "Hayır, her zamanki hâlim Nadia, abartma." Salatalık dilimini ağzıma atarken merakla bana bakan kızın sıkıştırmalarını görmezden geldim ama onun vazgeçmeye niyeti yoktu. "Ya söylesene işte, kiminle buluşmak için hazırlandın bu kadar?" "Lâl ile buluşacağız sadece." Herhangi bir imada bulunmasın diye "Arkadaşça." diye ekledim. Nadia elbette bu mavalı yutacak kadar çocuk değildi. Hayata geç atılan genç bir kız olmasına rağmen uzun yıllarımız birlikte geçtiği için beden dilimden anlıyordu. "Anladım." Omuz silkti. "Olsun. Her şey arkadaşça buluşmalarla başlar zaten." Sahte bir kızma ifadesiyle yüzüne baktım. "Kullandığın imadan hiç hoşlanmadım, küçük hanım." "Ne? Sen de Lâl'den hoşlanmıyor musun?" "Onun yanında da böyle konuşursan rahatsız olacaktır." "Ben nerede nasıl konuşacağımı biliyorum, merak etme. Abi kardeş baş başa olduğumuz için bu kadar rahat konuşuyorum." Uzanıp elimin üstüne koydu elimi. "Lâl çok iyi biri. Ve birbirinize yakışıyorsunuz." Nadia'nın bu sözleri gururumu okşamadı desem yalan olurdu. Ancak Lâl'in hakkımdaki düşüncelerini biliyordum. Bu yüzden kendi kendime umutlanmak istemiyordum. Hayatında Riccardo yok diye illa biri olacak, o kişi de kesinlikle ben olacağım diye bir şey yoktu. Bunu çok isterdim ama sırf olsun diye diretip Lâl'in arkadaşlığını da kaybetmek istemezdim. Bu yüzden Nadia'nın sözlerine kayıtsız kaldım. Masadan kalkmadan önce işaret parmağımı burnuna dokundurdum. "Küçük kardeşler abilerinin özel hayatına bu kadar burunlarını sokmazlar, küçük hanım." İmalı bir yüz ifadesiyle karşılık verdi. "Lâl'in senin için özel olduğunu kabul ediyorsun yani." Tek bir bakışımla ona geri adım attırmayı başarsam da beni kapıya kadar uğurlamaya gelen kız yüzüme baktı sevgiyle. "Sen mutlu olmayı hak ediyorsun, bunu asla unutma." Kollarıma atılıp sarıldı. Ona sıkı sıkı sarıldım. Eskiden sarılmamın bile olay olduğu kardeşimle sıkı sıkı sarılabiliyordum. Bu bile Lâl sayesindeydi. Onu nasıl öylece hayatımdan çıkarabilirdim ki? Hayatımın her yerinde onun izleri varken hem de. Kliniğe geldiğimde henüz Lâl'in işleri bitmiş değildi. İçeride bir danışanı olduğunu öğrenince bekleme odasında oturdum. Şebboy'a bir dosya bırakmak için gelen kızın beni beğeniyle süzen bakışlarını karşılıksız bıraktım. Haberim yokmuş gibi davrandım. Neyse ki fazla beklemem gerekmedi. Şebboy yanında bir adamla çıktıktan kısa süre sonra arkalarından o göründü. Lâl Alsancak. Yine çabasız şıklığıyla güzel, ışıl ışıl ışıldıyordu. Ayakta durmuş onu beklerken ikimize bakıp giden adamın arkasından kısa süre bakan kız bana döndü. Onu görür görmez her şeyi unutuyordum. Önceki tecrübelerimi, kadınlar üzerinde bıraktığım etkiyi, özgüvenimi. Her şeyi. Hafızam sıfırlanıyordu sanki. Onun yanında savunmasızdım. Silahsızdım. Çırılçıplaktım. Beni vurabilirdi. Vurmuştu da. Tam kalbimden. Ceketimi el yordamıyla düzeltirken "Merhaba." dedim. "Merhaba." Sorar gibi ekledi. "Seni bu kadar erken beklemiyordum." "İşlerim erken bitti." Yalandı. İşlerim oydu. Bugün buluşacağımız için ne Hydra'da ne de başka herhangi bir iş bırakmamıştım. Görüşmemizi engelleyecek herhangi bir pürüze müsaade etmemiştim. Hatta Hydra'dan gelen çağrılara ait telefonumu bile kapatmıştım. Sadece kişisel telefonum açıktı. Ondan da Ivan çok acil ve kişisel bir sorun olursa ulaşabilirdi. Bugün tamamen onundum. O benim olmasa da. O benden bıkana kadar tüm günüm ona aitti. "Kliniği aradım, asistanın sakin bir gün olduğunu söyleyince geldim." Hâlâ meşgul olduğunu, çıkmaya hazır olmayabileceğini düşünüp ekledim. "Eğer müsait değilsen beklerim." O ise "Yo, müsaitim. Öğleden sonram boş." dedi sıradan bir sesle. Saatine baktı ve asistanına döndü. "Biz çıkıyoruz. Sen de on beş dakikaya yemeğe çıkabilirsin." "Tamam Lâl Hanım." Önümden giden kadını takip ederken hâlâ asistanına biz çıkıyoruz cümlesindeki biz kelimesinde takılı kalmıştım. Özel bir amaçla söylemediğini biliyordum ama ikimizi biz diye adlandırması bile içimi ısıtmıştı umutsuzca. O basit kelimeyle bile birlikte olduğumuz, evlendiğimiz ve çocuklarımızın bahçede koşuşturduğu hayalleri aklımdan geçip gitmişti. Birine, sizi sevmeyen birine umutsuzca âşık olmak işte bu kadar acınası bir durumdu. Sınırı yoktu, durağı yoktu. Kalbinizi kırsa bile kendi kendinizi tedavi edip sizi çağırdığında koşa koşa giderdiniz. Benim Lâl'e olan duygularım da böyle çaresiz hislerden ibaretti. Klinikten çıktık ve arabamın önüne geldiğimizde ön kapıyı açtım. Neyse ki kendi arabamla gelirim demedi. Deseydi engel olmazdım. Kuralları o koyardı, karşı gelemezdim. Benimle buluşmayı kabul etmesi bile bir lütuftu. O şansı kaybetmek istemezdim. Daha önce hiçbir kadına vermediğim o açık çek, Lâl Alsancak'ın ellerindeydi. Kadınları bir kenara bırakırsak, normalde hiç kimse bana böyle davranamazdı. Tüm ilişkilerde kuralları ben koyardım. İş ilişkilerinde de, ikili ilişkilerde de, kölelerle olan ilişkilerde olduğu gibi tüm kurallar benim koyduğum kurallardan ibaretti. Hâkim bendim. Lâl ile olan ilişkim haricinde. Ben herkesin hâkimiyken benim hâkimim oydu. O ön koltuğa yerleşirken kapıyı kapattım ve arabaya bindim. Kısa bir an sessizlikle geçse de bana bir asır gibi uzun gelmişti. Bu yüzden sessizliği merak ettiğim bir soruyla böldüm. "Umarım haber vermeden gelerek seni kızdırmamışımdır." "Hayır, kızmadım ama her seferinde bu kadar şanslı olmayabilirsin. Saatlerce beklemen gerekebilir." Bir gözüm yoldayken diğer yandan ilgiyle ona baktım ve "Seni hep bekleyeceğimi biliyorsun." yanıtını verdim. O tam bir şeyler söyleyecekken umudumu kıracak şeyler söylemesinden korktum ve konuyu değiştirdim. "Nadia'nın doğum günü için güzel birkaç alternatif buldum. Sana da göstermek isterim." Öte yandan hemen işimizin bitip gitmesini istemiyordum. İşlerimizin çabuk bitmesi demek, Lâl'in erken dönmesi demekti. Bu yüzden "Ama eğer acıktıysan önce yemek yiyelim." diye ekledim. "Aç değilim, önce şu hediye işini hâlledelim." Denediğim son şansım da bir işe yaramadığı için onaylayarak başımı sallamakla yetindim. Alışveriş merkezine doğru yola çıktım ama bugün Lâl'de bir şey vardı. Dalgın ve yorgun görünüyordu. Bu yüzden dayanamayıp sordum. "Nasılsın görüşmeyeli? Yüzün biraz solgun görünüyor." "Pek uyuyamadım, ondandır." "Bir sorun mu var?" Bir şey olduğuna yemin edebilirdim ama "Bir sorun yok. Sadece uyuyamadım." diyerek geçiştirdi beni. Zaten olsa da söylemezdi. Lâl duvarları olan bir kadındı. Herkesle öyle kolayca iletişim kurabilen biri değildi. Mesafeyi seviyordu. Ve mecbur kalmadıkça asla derdini anlatmaz, yardım istemezdi. Her zaman kendi kendine yetebilen, kendi derdini çözen biriydi. Oysa öyle olmasına hiç gerek yoktu. Ben güçlüydüm. Ona istediği gücü, desteği, sevgiyi, her şeyi verebilirdim. Benim olan her şey onun olabilirdi. Kalbim gibi. Lâl'in ona olan duygularımı bildiği için benimle mesafesini koruma kararına saygı duyuyordum. En azından duymaya çalışıyordum. Bu yüzden daha fazla sorup ısrarcı olmadım. "Anladım." Yol boyu Nadia hakkında konuştuk. Onun ne kadar iyiye gittiğini anlattım. "Biliyor musun, artık bahçeye bile çıkabiliyor." Bizde yaşadığı süreç boyunca evin kendine ait odasından bile çıkmadığını gören Lâl, bu haberi gerçek bir coşkuyla karşılamıştı. "Gerçekten çok sevindim. Umarım daha iyi olacak." "Nadia için sana ne kadar teşekkür etsem az, Lâl. Onu sen hayata döndürdün." "Abartma istersen, Nikolai. Ben yalnızca bunu başarabileceğine inanmasını sağladım hepsi bu. Bunu bilmeye ihtiyacı vardı. Ben sadece vesile oldum." Lâl'in kullandığı yabancı kelimelerin anlamını hâlâ bazen bilmiyordum. Oysa onunla daha keyifli sohbet edebilmek için her fırsatta Türkçe'yi daha iyi öğrenmeye çalışıyordum. "Vesile?" "Yani aracı oldum demek. Bu zaten olacak bir şeydi, görünürdeki sebebi oldum." Bütün gün Nadia için birlikte bir sürü mağaza gezdik. Bu şekilde sanki evi için alışverişe çıkmış yeni evli çiftler gibi görünüyorduk. En azından bana öyle hissettiriyordu. Lâl'in gözünde mecburiyetten bir arada olsak da. İki hediye arasında kalsam da Lâl ikisini de beğenmişti. Bir seçim yapamadığım için ikisini de aldım. Kurdela sembollü broş ve müzik kutusu. Tam Nadia'nın sevebileceği türden şeyler. İkisi de çok hoştu. "Nadia çok beğenecek." dedim. "Kesnlikle." "Hediye konusunda yardımcı olduğun için teşekkür ederim, Lâl. Lütfen yemek teklifime hayır deme. Israrcı olmak istemiyorum ama yemekte bana katılırsan gerçekten mutlu olurum." Ona karşı fazla ısrarcı olmaktan çekiniyordum çünkü tamamen kaçırmaktan korkuyordum. Yapışkan biri gibi görünmek istemedikçe sanırım öyle birine dönüşüyordum. Ancak ne yapabilirim, duygular işin içine girdiğinde mantık devre dışı kalıyordu. Bu benim elimde değildi. Korktuğum gibi olmadı ve Lâl bir süre düşünüp isteksiz de olsa başını salladı. Arabaya bindiğimizde onu fazla sıkıştırmadığıma emin olmak istedim. "Israr ederek antipatik görünmek istemiyorum ama Nadia seni doğum günü kutlamasında görmekten çok mutluluk duyar." Bu yalan değildi. Nadia gerçekten bundan mutluluk duyardı çünkü Lâl'den başka arkadaşı yoktu. Yine de onu mecbur hissettirmemek için geri adım attım. "Eğer müsait olursan bekleriz." minvalinde bir şey söyleyip açık kapı bıraktım. Onu zorla davet eder gibi olmak istemedim. "Zaten aile arasında olacak. Ben ve Nadia. Ve katılırsan sen." Sus artık Nikolai. Tek kelime daha etme. Çok ısrardan hoşlanmayan kız "Gelmeye çalışırım." dediğinde dünyalar benim olmuştu sanki. Çok geçmeden işaret parmağını sallayarak uyardı. "Ama söz vermiyorum." Heyecanımı göstermemeye çalışarak "Tamam, anlaştık. Ne zaman olduğunu biliyorsun." dedim sıradan bir sesle. Restoranda yemeklerimizi sipariş ettikten sonra beklerken aramızdaki sessizlikte istemsizce onu izlerken buldum kendimi. Düşmanlıkla başlayan ilişkimiz Riccardo'nun ölümü sonrası dostluğa evrildiği için memnundum. Artık eskisi kadar tepkili değildi ya da nefret etmiyordu benden. Hâlâ aramızda görünmez bir mesafe vardı ama Lâl ile dost olmak bile benim için hayalken şimdi onunla aynı masada oturmuş yemek yiyorduk. "Yemek teklifimi kabul ettiğin için teşekkür ederim, Lâl." Kısa bir an devam edip etmeme konusunda kararsız kalsam da devamını getirdim. "Aslında biraz da seninle konuşmak için ısrarcı olmuştum."
"Ne gibi?"
"Son günlerde seni çok düşünceli, içine kapanmış görüyorum." Kulağıma bazı haberler çalınmıştı. Hastaneyle ilgili. Açıkçası Lâl'in dalgınlığı ve keyifsizliği de buna bağlı diye düşünüyordum. Berbat bir babası vardı. İğrençti. Ve her fırsatta onu köşeye sıkıştırıyor, üzüyordu. Öte yandan hastanenin durumu da ortadaydı. Üzgün duruşunu buna bağladım. "Hastanenin satılmak istendiği konuşuluyor. Başkan'ın maddi sıkıntıya girdiğiyle ilgili dedikodular var."
Lâl herhangi bi şey söylemese de masada ellerini birleştirirken inkâr eder gibi bir tavrı yoktu. biraz da bundan cesaret alarak konuşmaya devam ettim.
"Nikolai, saçmalama." "Arabanı satışa çıkardığını duydum, Lâl." Dışarıdan manyak bir sapık gibi görünmek istemediğim için bunu kendime saklamayı düşünmüştüm ama daha fazla dayanamadım. Şuan You'daki Joe Goldberg'den bir farkım yoktu gözünde. Muhtemelen. Umursamadım. Onun sorunlarının çözülmesi benim için daha önemliydi. "Buna mecbur değilsin, biliyorsun." Bana bir güzel haddimi bildireceğine emin olduğum kız beklentimin altında bir tepki verince rahatladım. Onu kızdırmak, isteyebileceğim son şeydi. "Nikolai, bak iyi niyetinin gerçekten farkındayım ama senin de söylediğin gibi bunlar benim sorumluluğum. Ben prensip olarak zaten bana duygularını bile bile senden borç almam." "Lâl, ne ilgisi var? İki arkadaş olarak birbirimize yardım etmenin neresi yanlış?" "Nikolai birbirimizi kandırmayalım olur mu? Senin bana olan hislerin-" "Lâl, evet sana hislerim sır değil. Hiçbir zaman da gizlemedim. Ama seninle zorla ilişki yaşayacak değilim." Onu tehditle aynı evde yaşamaya zorladığım zamanlar aklıma gelince gözlerimi kapadım ve ekledim. "En azından artık değil." Onun zorla zapt edilemeyecek bir kadın olduğunu öğreneli uzun zaman olmuştu. Tıpkı Riccardo'nun başaramadığı gibi ben de hatta belki dünya üzerindeki hiçbir erkek bunu başaramazdı. Bunu anlamıştım artık. Bu süreçte onunla ilgili öğrendiğim öyle çok şey vardı ki. Bu onlardan yalnızca biriydi. Lâl'in ne kadar gururlu biri olduğunu biliyordum. Onu tanıyordum. Bunu asla kabul etmeyeceğini de. Ancak ona olan duygularım yüzünden kendisine yardım etmeme karşı çıkması tam anlamıyla zırvalıktı. Ben ona yaptığım hiçbir şey için karşılık beklemiyordum ki. Beklemezdim de. Sonsuza dek bana bir şans vermese bile dostu olarak yardımcı olmak istiyrdum. Bunda kötü niyet yoktu. O yüzden her zaman olduğu gibi ona karşı dürüst oldum. "Seni seviyorum, Lâl. Benim için çok değerlisin. Seni sonsuza dek beklerim. Gelmesen bile... Ama beni sevmediğini biliyorum. Bu yüzden senden daha fazlasını isteyemem. Bir gün denemek istersen ben her zaman buradayım. Ama o zamana kadar arkadaşız. Ve daha fazlası yok. Anlaşıldı mı?" Bunları hangi cesaretle söylemiştim, karşımdaki kadının masadaki su bardağını kafamda parçalamasını nasıl göze almıştım bilmiyordum ama söylemiştim işte. Teklifimi kabul etsin ya da etmesin, beni doğru anlamasını istiyordum. Lâl bugün iyi tarafından kalkmış olacak ki çok öfkeli şekilde karşılık vermiyordu. Belki de yorgundu ve hâli yoktu. "İyi niyetinin farkındayım ve teşekkür ediyorum. Ama Nikolai, ben hâlâ Valentino'yu seviyorum." Bunu biliyordum. Ne yazık ki. Ancak ölü birini daha ne kadar sevmeye devam edebilirdi? Ya da sevsin, sorun değildi ama hayatını daha ne kadar ertelemeyi düşünüyordu? Tüm bunları düşünsem de sessizce onu dinlemeye devam ettim. "O ölmüş olabilir. Ama kalbimdeki aşkı hâlâ yaşıyor." Bunu söylerken gözlerinden puslu geçmişi görebiliyordum. Riccardo ona ne yapmıştı bilmiyordum ama ölmüş olmasına rağmen onu kendisine sadık hâle getirmişti. "O öldü. Ve bu saatten sonra ben ancak toprakla evlenirim, anlıyor musun? Yalnızca sen değil, hayatıma kimse giremez." Buğulu gözlerinde kaybolurken onun bir başkasını bu kadar aşkla anlatması kalbimi bıçaklıyordu. Hem de defalarca. "Yine de çok incesin, teşekkür ederim. Arkadaşlığımız baki. Nadia da ne zaman isterse görüşürüz, ne zaman yardıma ihtiyacınız olursa ben buradayım." "Teşekkür ederiz." Söylediklerinden sonra şansımı zorlamadım ve sessizce yemeklerimizi yedik. O beni anlamıştı, ben de onu. Sorun yoktu. Her zaman bir dost olarak da olsa arkasında olduğumu biliyordu. Yemekten sonra "Seni nereye bırakayım? Klinik? Ev?" diye sordum restoran çıkışı. Onunla kapının önünde yan yana dururken bile ondan bana akan sıcak bir şeyler vardı sanki. Yanımdaki varlığı bile ısıtıyordu. "Kliniğe bırakabilirsin. Teşekkür ederim." Başımla onayladım ve arabaya bindik. Bana karşı mesafeli ve dikkatli tavrı onu diken üstünde hissettirdiğim için beni üzüyordu. Sanki her an üzerine atlayacak biriymişim gibi düşünmesini istemiyordum. Onu seviyordum. Kabul etse de etmese de her zaman onu beklerdim. Ama takıntılı bir psikopat değildim. Tabii Vural Sezer gibi bir manyakla uğraşmış bir kıza bu durumu nasıl açıklarsın ki? İçten içe beni onunla aynı kategoride kıyasladığını hissettikçe canım sıkılıyordu. Ben Vural Sezer değildim. Ben Nikolai Miloradov'dum. Yanımdaki koltukta emniyet kemeriyle boğuşan kıza eğildim ve sessizce "Bana bırak." dedim. Ona bu kadar yakınken, taze çekilmiş tarçın kokusu burnuma dolarken aralıksız bir biçimde o kokuyu solumak istedim. O kokunun her yerde olmasını istedim. Evimde, odamda, yatağımda. Belki de hayatımın tamamında. O bir an kadar kısa geçen saniyelere bir ömürlük hayaller sığdırdıktan sonra sakince emniyet kemerini takıp geri çekildim. "İşte, oldu." Ne kadar zor olsa da direksiyona dönüp arabayı çalıştırdım. Onun kokusundan, teninin yaydığı enerjiden uzaklaşmak benim için o kadar kolay değildi. Onun farklı bir havası vardı. Tek başına dünyayı değiştirebilirmiş gibi. Herkese karşı tek başına durabilirmiş gibi. Güçlü. Sağlam. Bazen tehlikeli ama çoğu zaman tatlı ve sempatik. Dünyaları değiştirebilirdi. Bu bir fenomen değildi. Benim dünyamı değiştirmişti. Nadia'nın da. Birden çok dünyayı değiştirebilen bir kadın her şeyi değiştirebilecek güce sahipti. Aramızdaki sessizliğin ardından "Işık nasıl?" diye sordum. "Ne zamandır göremedim onu, özledim." Lâl'in hayatıma kazandırdığı en güzel şeylerden biri daha. Bebek kokusu. Nadia'yla çocukluk günlerimize geri döndüğümüz, bana baba olma heyecanı hissettiren bir bebekti hayatıma girdiğinde Işık. Onu ilk gördüğümde Lâl'in kucağındaydı. Yeni doğmuştu henüz. Birkaç günlüktü. Kucağına ne kadar yakıştığının farkında mıydı acaba? Onu kucağında ilk gördüğüm zaman keşke bizim olsaydı diye düşündüğümü hatırlıyordum. İmkânsız olduğunu bile bile. Çok emek sarf etmişti Lâl onun için. Işık'ın hayatında bir teyze olmaktan çok daha fazlasıydı. Uykusuz gecelerde hep o bakmıştı Işık'a. Bir anne gibi. Belki de koruyucu melek gibi. Her zaman yanında olmasam da biliyordum, görüyordum çoğu zaman. Lâl o zor günlerde yalnızken elimden geldiği kadarıyla yanında olmaya çalışmıştım. Işık'ın özel günlerine yetişebilmek bir şanstı benim için. Yürümeye başladığı, diş çıkardığı, anne dediği anlar çok özeldi. Onunla bir yakınlık kurmuştuk. Bir bağ. Onun babası olmadığımı biliyordum ama onunla bir arkadaş gibi vakit geçirmek hoşuma gidiyordu. Arkadaş gibi. Evet, bebek yaşta bir çocukla. Bu çok garipti ama çocukların insan üzerinde rahatlatıcı bir etkisi olduğu benim için inkâr edilemezdi. Benim karanlık ve karmaşık hayatımın yanı sıra temiz, beyaz ikinci bir hayatı sembolize ediyordu Lâl ve Işık. "Eniştemin yanında. İstediğin zaman gidip görebilirsin." "Ona bir şeyler almıştım. Sanırım yakın zamanda ziyaret etsem iyi olacak." Işık'a o kadar alışmıştım ki bazen Lâl yokken bile ziyarete gidiyordum. Onunla oynamaktan, vakit geçirmekten çok zevk alıyordum. "Zahmet etmeseydin, ne gerek vardı?" "Onu seviyorum." "O da seni çok seviyor." Gözümü yoldan ayırmadan "Onunla vakit geçirmek küçükken Nadia'yla geçirdiğimiz zamanları hatırlatıyor bana." diyerek itiraf ettim. "Çocukların saf ve masum dünyası... Büyüleyici." Tabii keşke o çocuk bizim olsaydı. O zaman mutluluğu da zevki de iki kat artardı. "Evet, öyle." İç geçirdi kız. "Dertten tasadan uzak. Dünyanın çirkinliklerinden haberleri bile yok." Neler düşünüp duygulandığını tahmin edebiliyordum. Bu yüzden onu kötü düşüncelerinden ayırmak için "Sana çok düşkün." dedim. Dalgınlıkla bana bakan kıza açıklar gibi "Işık." diyerek ekledim. "Haklı olarak." "Evet. Son zamanlarda ihmal ettim onu. Farkındayım." "Sonraki hafta sonu üçümüz bir şeyler yapalım mı, ne dersin? Ya da belki onu Nadia'nın doğum gününe getirmek istersin. Ona da bir değişiklik olur, eğlenir." "Bilemiyorum Niko, söz vermeyeyim. Duruma göre bakarız." "Anlaşıldı." Huyunu, tarzını bildiğim için ısrarcı görünmekten kaçındım. Teslim olurcasına ellerimi kaldırırken "Israr yok." dedim. Kliniğin önüne geldiğimizde arabadan inmek için kemerini çözen kız bana baktı. "Yemek için teşekkür ederim." "Asıl ben teşekkür ederim." Gözlerine bakarken gördüğüm tek şey derin bir nefes almaktı. O kahverengi gözlerinde okyanusu saklıyor gibiydi. Kahverengi okyanusunu. Ona bakarken nefes aldığımı hissediyordum. Başka bir kadına böyle bir şey hissedebilir miydim? Bu mümkün değildi. "Hediye seçmemde yardımcı olduğun için. Ve güzel bir öğleden sonra geçirmeme sebep olduğun için." Yinelemekte fayda gördüm. "Kabul etmeyeceğini ve asla gelmeyeceğini bilsem de söylemek istiyorum. Ne zaman ihtiyacın olursa buradayım, Lâl." Asla yardım istemeyeceğini bildiğim kız başıyla onayladı. "Sağ ol." Arabadan inip kliniğe doğru yürürken son kez el sallayan kıza aynı şekilde el sallarken dalıp gitmiştim. Onun kahverengi okyanuslarında bir daha ne zaman nefes alabileceğimi düşündüm arabamı Hydra'ya doğru sürerken. Şimdi beyaz, masum dünyamı bırakıp, gerçek dünyamın karanlığına gitmeliydim. ❝Ilya❞
Neredeyse bir hafta bitmek üzereydi ama hâlâ insanları eğlencenin kalbine çağıran bu lüks içindeki zevk mabedi Club Hydra'nın gizemli patronuyla karşılaşamamıştım. Hani şu genç kızların derisini yüzüp kanını içen büyük patron. Şaka olduğunu elbette biliyordum ancak bu onu merak etme dürtümü kontrol altına almama yetmiyordu. Onu tanıyamadıkça hakkındaki merakım daha da büyüyordu. Neydi adı? Nikolai Miloradov. Büyülü bir melodi gibi. İsmi bile bu kadar havalıyken nasıl bir şeye benziyordu acaba? Klasik bir Rus erkeği gibi sarışın, soğuk beyaz tenli, renkli gözlü ve havalı mıydı yoksa kumral ya da esmer, sert bakışlı ve cazibeli miydi? Belki de ikisi karışık. Bilemezdim. Silkelenip kendime geldim. Bunun için burada değilsin, Ilya. Kendine odaklanmalısın. Tanımadığın birinin nasıl olduğunu düşünmektense hayatta kalmaya odaklanmalısın. Buraya saklanma ve sığınma amacımı unutmamam gerektiğini sık sık hatırlatıyordum kendime. Sık sık hatırlatma ihtiyacı duymam gerekiyordu son günlerde. Bir ölüm kalım meselesinin içindeyken başka şeyleri düşünemezdim. Her an gözlerim açık olmalıydı. Etrafıma dikkat etmeliydim. İçkileri servis ettikten sonra çok yorulmuştum. Çelimsiz ayaklarım zonklama noktasına gelmişti. Kısa bir an odama kaçma fırsatı bulduğumda garip bir zamanlamayla telefonum çaldı. Arayan Yuri'ydi. Abimin en yakın iki arkadaşından biri. Beni buraya sokanlar da onun en yakın arkadaşları Yuri ve Ravil'di. Başımdaki büyük derdi biliyorlardı ve Aleksey'e bir gönül borçları olduğu için de bana yardım etmişlerdi. Sayelerinde burada saklanabiliyordum. Şimdilik huzurluydum. Beni burada kimse bulamazdı. Ama ya sonra? Bunu sonra düşünürdüm. Bekletmeden açtım telefonu. "Ilya, nasılsın? Seni çok merak ettim." Endişeyle sıkı sıkı tutuyordum telefonu elimde. "İyiyim. Gerekmedikçe telefonda görüşmeme kuralına ne oldu?" "Kuralı tek seferliğine delmek zorunda kaldım çünkü seni gerçekten merak ettim. Aleksey de seni sordu, bilmediğim hâlde endişelendirmemek için iyi olduğunu söyledim." "İyi yapmışsın. Onu endişelendirme. Bir aksilik olursa oradan bana yetişemez." "Ben yetişirim." Sessizliği kısa sürdü. "Her nerede olursam olayım." Benim bir şey söylemediğimi duyunca yeniden söze girdi. "Senden önce Ravil'i aradım ama ulaşamadım. Kim bilir hangi kadının koynundaydı. Ben de seni aramak zorunda kaldım." Benim ne kadar utangaç olduğumu bilen adam sanki söylediği şeyin gaf olduğunu düşünerek nefesini bıraktı ve "Affedersin." dedi. "Önemli değil, ben iyiyim. Ama burada göze batmamaya çalışıyorum. Bu yüzden gerekmedikçe beni bu numaradan arama." "Tamam, merak etme. Seni tehlikeye sokacak herhangi bir harekette bulunmam, bunu biliyorsun." Sanki telefondan beni görebilecekmiş gibi başımı aşağı yukarı salladım. "Sağ ol Yuri." Telefonla konuşa konuşa odadan çıkmış servis için salona yürürken koridorda uzun, sert bir şeye çarptım. Başımı kaldırıp baktığımda uzun boylu adam kısa bir an bana baktıktan sonra yanımdan geçip gitti. Bense hâlâ geçip giden adamın arkasından bakıyordum. "Kapatıyorum Yuri." Telefonu kapattığımda elinde içkilerle dolu bir tepsiyle kızlardan biri geldi. "Burada oyalanamayacağın kadar kalabalık içerisi! Yardımına ihtiyacım var! Biraz acele et lütfen!" Onun da bakışları merdivenlere doğru yürüyen adama çevrildi. "Sen neden patrona bakıyorsun öyle?" Dudakları büküldü. "Yoksa seni aylaklık yaparken görüp azarladı mı?" Oysa benim farkımda bile olmamıştı. Kaşlarımı kaldırarak "Kızların derilerini yüzüp kanlarını içen patron bu muymuş?" diye sorduğumda kahkahayı patlattı kız. "Sana bunu kim söyledi?" Gülüşlerinin arasında "Ama çok safsın sen!" demeyi başarabilmişti. Sonra onaylayarak başını salladı. "Evet, büyük patron o. Club Hydra'nın sahibi. Nikolai Miloradov. Bir rivayete göre bu tür özel zevkleri konsept hâline getirme fikrinin de sahibi kendisi olur." Ben dalgın bakışlarımı oradan ayırıp kızın elindeki tepsiyi almaya çalıştığımda hâlâ onunla çarpışmanın etkisindeydim. Hatırladığım son şey, elime aldığım tepsiyi destekleyen kızın "Dikkatli ol, aklın nerede senin?" demesiydi. Sonrasında kendime geldim ve işime odaklanmaya çalıştım. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü Sheyda24 , evvalGlm202 , rabiaolgun1 , Tatudask , hananheyder07 , gizemyeniklerr , zozkarlikli , Devilgirl99psycho okurlarıma armağan ediyorum! 🎀 Geçen haftalarda Instagram hesabımda anket yaptık, hikâyenin gününe birlikte karar verdik. Rio'da Bir Gece bittikten sonra kitabımız haftanın Cumartesi akşamları sizlerle olacak! 💚🌿 Ben tabii Rio'da Bir Gece bitmeden de elimden geldiğince yeni bölüm yetiştirmeye çalışacağım ama randımanlı ve düzenli olarak RBG bitince başlayacak. Evet, bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Ilya Niko'yu gördü ama Niko onun farkında bile değil henüz. Sizce nasıl ilerler bu iş? Duygu, düşünce ve tahminlerinizi buraya yazabilirsiniz. Bir şarkı seçmek için henüz erken ama Ilya ve Nikolai çiftini yansıtabileceğini düşündüğünüz müzikleri de burada benimle paylaşabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |