@buzlarkralicesi
|
-5- ❝Ilya❞ Hayatta kendimi en çok eleştirdiğim anlardan biri, en acımasız yanlarıyla yüz yüze gelmeme rağmen hâlâ pembe rüyalara, beyaz atlı prensli masallara inanmaktan vazgeçemememdir herhâlde. Yaşadığım tüm kötü şeylere rağmen bir yerlerde beni bekleyen o prensin olduğunu düşünmek. Ne büyük aptallık değil mi? Sanırım kendimde en sevmediğim özelliklerimden biriydi bu. Aptallığım. Bir prensim vardı ve beni kuleden kurtarmasa da kendi kulesinde beni koruyacaktı. O gece de buna inanmıştım. Ivan'ın beni çağırdığı gece. Her şeyin başladığı o geceye dönecek olursak, olacaklardan habersiz bir biçimde localardaki işim bittiğinde odamı toplamak için gelmiştim. Yulia bugün loca dışında, cam kaplı izleme mekânlarından birinde özel olarak görevlendirilmişti. Miloradov tarafından reddedildiği için morali yeterince bozuktu. Odayı toplama işini ben üstlendim. Aceleci bir biçimde sertçe odanın kapısı çalındığında nefesimi tuttum. Kalbim hızla atmaya başladı. Beni bulmuş olabilir miydi? Ya buradaysa, kapının önündeyse ve beni alıp götürürse. Bu düşünceler saniyeler içinde mideme kramplar girmesine sebep olmuştu. "Kimsiniz?" diye sordum titreyen sesimle. "Sence?" Ivan'ın dişleri arasından konuşan sinirli sesini duyunca rahatladım. Saniyeler içinde içeri girişiyle yeniden gergin bir atmosferin içinde hissettim kendimi. Elimdeki bezle komodinin tozunu alacakken kaşları çatılan adam garipser gibi bana baktı. "Ne yapıyorsun sen orada öyle?" "Odayı toparlıyordum. Toz al-" "Tamam, bırak şimdi o saçmalıkları. Gel benimle." Aceleci bir hâli vardı. Çenesini kaşırken kendi kendine konuşuyordu ve düşünceliydi. "O gece bu gece olabilir." Neden bahsettiğine dair en ufak bir fikrim yoktu ama söylediğini yapıp elimdeki bezi komodine bıraktım. Beklenti içinde bana vereceği emirleri dinlemeye hazırlandım. O ise kendi kendine konuşuyordu. "Lâl'in burada kalmasını lehimize çevirebiliriz. Belki de Lâl'den sonsuza dek uzaklaştırabilirim onu." Hiçbir şey anlamayan bakışlarla onu seyrederken beni yeni fark etmiş gibi baktı. Bu kez dikkatle süzüyordu beni. Sanki incelenmesi gereken bir şeymişim gibi baştan aşağı baktıktan sonra "Hazırlanıyorsun." dedi. Gözleriyle komodinin üzerinde Yulia'nın renkli paketini işaret etti. Başta ne dediğini anlamayan bakışlarla bir renkli pakete bir de ona baktığımda "Onu da al ve benimle gel." diyerek bakışlarını açıklamak zorunda kaldı. Bir yere yetişmeye çalışır gibi aceleciydi adımları. "Çabuk ol." "Bir şeyleri açıklamaktan nefret ediyorum." Söylenerek odadan çıkarken telaşlı hâlleri dikkatimi çekse de sorgulamadım. Ben buraya gelmiştim. Ben. Kendi isteğimle. Club Hydra'da. Aklı başında kimsenin gelmeye cesaret edemeyeceği bu yere. Aklımın başımda olduğunu kim söylüyordu ki zaten? Şimdiyse kendi rızamla buradaydım. Kimse zorlamamıştı. Ivan beni nereye götürürse gidecektim. Şimdi sorgulamaya hakkım yoktu. Merdivenleri çıktığımızda peşindeydim. Beni sessiz bir kenara çekti. "Şimdi neler olacağını biliyor musun? Saf saf başımı iki yana salladım. Bilmiyordum. Beni neden buraya getirdiğini ve elimdeki bu garip renkli paketle bu katta ne aradığımı bilmiyordum. Sorgulamak için çok geçti. Sorgulamayı düşünmüyordu bile. Tamamen kendimi bu sistemin içine bırakmıştım. Aklımı ve mantığımı kapının dışında bırakarak. "Ne olacak?" "Gizlilik ve rıza sözleşmesi imzaladın." "Evet, imzaladıklarımın arkasındayım." Korkuyla nefes alıp verirken ekledim. "Kimseye bir şey söylemedim ben!" Gözlerini kapatıp "Biliyorum." dedi sabırla. Benimle gereğinden fazla uğraştığını gösteren bıkkın ifadesinin ardında memnuniyet de vardı. "Madem imzaladıklarının arkasındasın, bu gece göstermenin tam sırası." Soran bakışlarıma karşılık açıkladı kısaca. "Miloradov'un odasında olacaksın. Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi?" Dümdüz bakarken başımı salladım. Anlıyordum sanırım. Şaşkındım. Kısa sürede saçma ve platonik bir biçimde hayallerimi süsleyen o adamla baş başa kalma fırsatı avuçlarımın arasına bırakılmıştı. Heyecanlıydım. Çünkü nasıl davranacağımı, ne yapacağımı, ne halt edeceğimi bilmiyordum. Yulia gibi benden kat kat tecrübeli, ne yaptığını bilen birinin bile reddedildiği o odada ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim olmamasına rağmen başımı evet anlamında sallamıştım. Beni bir deney faresi gibi inceleyen Ivan onaylayan baş işaretimden ikna olmamış gibi baktı yüzüme. "Seks yapmanın ne demek olduğunu biliyorsun değil mi?" Bakışları beni aşağılar gibiydi. Tabii ki biliyordum. Yulia'nın anlattığı kadarıyla bazı şeyleri biliyordum. Sevişmek. Seks yapmak. Bir kadınla bir erkeğin yakınlaşması. Bunları biliyordum. O kadar aptal değildim. Aptaldım ama o kadar değil. Bunu artık neredeyse herkes biliyordu. Yalnız ben bu konuda biraz zayıftım ve bu durumu karşımdaki adama nasıl açıklayacağımı pek bilemiyordum. Buraya gelene kadar aile hayatımda ya da yaşadığım sosyal çevrede bunların yüz yüze konuşulması ayıp karşılanırdı. Ahlâksız kadınlar konuşurdu bunları. Bu yüzdenhep bir tabuydu. Ama Yulia birkaç şey anlatmıştı. Teorik olarak bilgim vardı. Sadece pratikte zayıftım. Nasıl yapıldığını bilmiyordum, daha önce yapmamıştım ve karşımdaki adama bunu açıklamaya utanmıştım. O yüzden tek yaptığım başımı hızla aşağı yukarı sallayıp onu verdiği bu karara pişman etmemek için çaba göstermekti. Hâlâ ikna olmayan adam başını iki yana sallayarak "Tanrı yardımcımız olsun." derken umutsuz görünüyordu. "Tamam, o hâlde elindeki o şeyi asla kaybetme." Kırmızı kapılı odanın önünde durduğunda ben de durdum. "İçeri gir, seni hazırlayacaklar. Anlatılan her şeyi iyi dinle. Patronun odasına girdiğinde de sana ne söyleniyorsa onu yap. Emirlere itaatsizlik etme." Hâlâ emin olmadığı için son kez bana dönen adam "Eline yüzüne bulaştıracak gibiysen şimdi söyle ya da ebediyen sus." dedi. Bu noktadan sonra isteğim dışında odaya sokulduğumu söylemek haksızlık olurdu. Buraya, bu noktaya gelene kadar tüm o imzaladıklarıma rağmen Ivan yüz kez vazgeçebileceğimi ima etmişti. Bana sorulacak olursa da... Ben istiyordum. İstemediğimi asla söyleyemezdim. Ama altından kalkabileceğime emin değildim. Üstelik beni buraya alan Ivan'ı da mahcup etmek istemiyordum. Bu yüzden elimden gelen her şeyi yapacaktım. Korkudan ve heyecandan ölmek üzere olmama rağmen tüm cesaretimi toplayıp başımı salladım. "Yapabilirim." "Güzel." Kırmızı kapılı odayı gösterdi. "Hadi, hızla hazırlan o hâlde." Söylenenleri yaptım. Odaya girdim, elimdeki renkli paketin nasıl kullanılacağını anlattılar. Yulia da anlatmıştı. Bunları biliyordum. Benim korktuğum asıl onunla karşı karşıya geldiğimde heyecanımı ve korkumu nasıl dizginleyeceğimdi. Ya bir aptal gibi davranırsam? Bilmeden onu kızdıracak bir şey yaparsam? Onunla tanışma, yakınlaşma fırsatını mahvedersem? Bir daha beni görmek istemezse? Daha da kötüsü, beni Hydra'dan kovarsa. İşte en korkunç kısmı bu olurdu çünkü gidecek başka hiçbir yerim yoktu. Beni burada bulamayacakları, görünmez olabildiğim tek yer burasıydı. Burası benim koruma kalkanımdı. Girilmez bir kaleydi benim için. Nikolai Miloradov'dan hoşlandığım için, onun da benden hoşlanmasını istediğim için, en çok da burada kalmak zorunda olduğum için bu gece elimden gelenin en iyisini yapmam gerekiyordu. Kırmızı kapılı odada kırmızı ceketli, güzel giyimi bir adam ve şık iki kadın vardı. En güzel şekilde hazırlanmama yardımcı oldular. Her konuda beni bilgilendirdiler. Unutma, korunmak çok önemli. Emre itaat çok önemli. Söylediklerini içimden tekrar ederek unutmamaya çalışıyordum. Bir sınava hazırlanır gibi. İnce kumaşlı pudra rengi dizüstünde bir elbise giymiştim. Makyajıma yardım edildikten sonra aynada ilk kez kendimi böyle görüyordum. En son ne zaman aynaya baktığımı, kendimi beğeniyle ne zaman süzdüğümü hatırlamayan ben hiç bu kadar güzel olduğumu hatırlamıyordum. Son hazırlıklar için bir duvarı kaplayan aynada kendime hayranlıkla bakarken sanki kendim değilmişim gibi utangaçça aynadaki yansımama dokundum. Şaşkındım. Ve memnun. En çok da heyecanlı. Hazır olduğumda kadınlardan biri bana odanın önüne kadar eşlik etti. Kapının önünde omzuma dokundu. "Dikkatli ol. Ve söylenenleri asla unutma. Emre itaat ilk kural." Ciddi yüz ifadesiyle açıkladığı şeylerden sonra yüzü yumuşayan güzel kadın devam etti. "Diğerleri kolay zaten. Halledemeyeceğin bir şey değil. O seni yönlendirecektir." O an korkumu belli etmemeye çalışsam da içim titriyordu. Cesaretimi korumaya çalışsam da korkak gözlerimle kadına baktım. "Ya beni beğenmezse, geri gönderirse? Yulia gibi-" Omzumdaki eli saç uçlarımda gezindi ve gıptayla yüzüme baktı. "Güzel kızsın. Kendine güven." Yulia da güzel kızdı. Hem de benden daha da güzel. Demek ki böyle şeylerin güzellikle pek de bir alakası yoktu. Neye göreydi bu seçim? Anlamak güçtü. "Ya beni beğenmez de Hydra'dan kovarsa?" Sorduğum bu soruyu çocukça bulduğunu gizlemeyen kadın başını arkaya atarak güldü. "Saçmalama. Miloradov, hiç kimseyi beğenmediği için Hydra'dan kovmaz. Bunu hak etmen için çok büyük bir saygısızlık yapman gerekir." Son öğütlerini ekledi. "Kurallara uy, hoş vakit geçirmesini sağla, itaat et. Her şey bu kadar basit." Tamam der gibi başımı salladığımda bakışları önünde durduğumuz kapıdaydı. "Hadi, şimdi gir içeri. Korkulacak hiçbir şey yok." Haklıydı. Korkulacak hiçbir şey yoktu. Kimse bana zorla ir şey yaptırmıyordu. Her şey kendi isteğimle oluyordu. Öyleyse kalbim neden bu kadar hızlı çarpıyordu? Onu görmenin verdiği heyecanla elime tutuşturdukları oda kartıyla içeri girerken neden bayılacak gibi hissediyordum? Ya onu gördüğümde heyecandan bayılırsam? O zaman kesin kovardı beni. Ya da ne salak kız, gelmesin bir daha odama derdi belki. Hayır, Ilya. Kendini korkutma. Daha az önce korkulacak bir şey olmadığını konuşmuştuk. Kapıdan içeri yalnız başıma girdiğimde içeride korktuğum şeylerin hiçbiri yoktu. Ne cam kaplı izleme alanlarındaki gibi korkunç oyuncaklar vardı ne de Nikolai Miloradov. Odada yalnızdım. Bu normal miydi? Ne yapacağımı bilemez hâlde odanın ortasında ayakta beklemeye başladım. Korkudan oturamadım bile. Ya bir yerden çıkar da ne oturuyorsun derse? Dümdüz durdum. Bekledim, bekledim, bekledim. Oda kartını ve renkli paketi çantama koydum. Bacaklarım ağrıyana kadar bekledim. Merakla etrafa bakınsam da kimse yoktu. Odada yalnızdım ve belki de hiç gellmeyecek birini bekliyordum. Heyecanımı diri tutarken bir yanım da hayal kırıklığıyla doldu. Beni istememiş olabilir miydi? Belki de hiç gelmeyecekti. Korktum. Sanırım gelmeme ihtimali gelme ihtimalinden daha çok korkutmuştu. Onu yeniden görmeyi, tanımayı, sesini duymayı istemiştim. Neden bilmiyordum ama ondan etkilenmiştim. Buranın patronu olmasıyla ilgili değildi. Gözlerindeki bir bakış, sesindeki bir tını, duruşundaki bir renk beni etkilemişti. Aptalcaydı biliyordum. Aşk bu kadar basit değildi. Ama belki de hayranlıktı bu. Çözemediğim bir ilgiydi. Onun bana karşı hissetmediği bir ilgi. Farkımda bile değildi büyük ihtimalle. Ben kendi içimde bunları düşünürken hiddetle açılan kapı şiddetle kapandı. Korkuyla sıçradım olduğum yerde. İçeri giren adam oydu. Nikolai Miloradov. Kapıyı çarparak içeri girmişti. Her zamanki donuk ve sakin yüz ifadesi yoktu. Soğuk bakışları aynıydı ancak o soğukluğun arasındaki alevleri görebiliyordum. Göz ucuyla bana bakarken ilgisiz görünüyordu. Ne sanıyordun acaba? Görür görmez sana âşık olup etkilenmesini, vay be ne kız falan demesini mi? O ilk görüşte aşk saçmalığını yapacak tek aptal sensin. Bu adamın birlikte olduğu yüzlerce güzel kadın vardır. Kendimi aşağılama ritüelimi tamamladıktan sonra beklemeye devam ettim. Bu sırada başım önümdeydi. Kaçamak bakışlarla ona baktığımı fark etmemesi için elimden geleni yaptım. Konsolun önünde duran adam bir içki doldurdu. Aynadan bana bakıyordu. O an çırıçıplak kalmışım gibi hissettim. Kalabalık içinde çıplakmışım gibi utanmıştım ama renk vermedim. Söyleyeceği en ufak bir kelimeyi, emri bekledim. O ise öfkeyle nefes alıp veriyordu. Öfkesinin sebebi ben olabilir miydim? Belki iyi birgün geçirmiyordu, kapıyı çarpıp içeri girdiğinde benimle karşılaştığı için daha da sinirlenmişti. Tüm düşüncelerimi onun "Buraya neden geldiğini biliyor musun?" sorusu böldü aniden. Sesim içime kaçmış gibi yanıtladım. "Evet efendim." "Gizlilik ve rıza sözleşmesini imzaladın mı?" "Evet, efendim." "Peki, rızan olduğunu sözlü olarak da belirtebilir misin?" "Evet." "Eğer fikrin değiştiyse, rızan yoksa otuz saniye içinde bu odadan çıkabilirsin." Bunu sert ve soğuk bir biçimde söylemesine rağmen hoşuma gitmişti. İçimdeki o aptal Pollyanna bir kez daha etkilenmişti ondan. Nazik bir biçimde sormasa da bunu sorması bile nazik bir hareketti bence. Bir centilmen gibi. Elbette çıkmadım. O kovmadıkça çıkmazdım da. Bu günlerdir hayalimde yaşayan bir andı. İyi veya kötü. Yaşamak istediğim bir şeydi. Herhangi biriyle değil, çarpıştığım ve sıcak göğsüne temas ettiğim, soğuk gözlerindeki gari büyüsüne maruz kaldığım bu adamla. Sonucu ne olursa olsun. Tek gecelik bile olsa. Canı sıkkın bir biçimde başını önüne dayayan ve gözlerini kapayan adam yüzüme dahi bakmadan "Üstündekileri çıkar." dedi. Ne yapmam gerektiğini çok iyi biliyordum. Kural çok basitti. Emre itaat birinci kural. Buraya bunun için gelmiştim zaten. Ama içimde garip bir his vardı. Sanki bir şeyler yanlış gidiyor gibiydi. Hani aşk filmlerinde olur ya, adam gelir, kızı kollarına alır, gözlerine bakar, belki biraz okşar, dudaklarından öper, sıcak dakikalar yaşarlar... Şuan içinde bulunduğum an, renkli bir filmin siyah beyaz sahneleri gibiydi. Son derece soğuk ve düşündüklerimden uzaktı. Her şeye rağmen asla sorgulamadan emre itaat ettim. Korkuyla adamın yanına, konsolun yanına yaklaştım. Kızmasından çekinsem de çantayı dikkatli bir biçimde konsola bıraktım. İki adım geri attım. Kıyafetimin fermuarını indirdiğim kıyafetim omuzlarımdan sıyrılıp düşerken gözlerimi kapattım utançla. Daha önce hiçbir erkeğin karşısında iç çamaşırlarımla kalmamıştım. Ellerimle önümü örterken korkudan üşüyordum. Midemde garip kramplar vardı. Şimdi buraya kusarsam çok utanç verici olurdu. Ne olur böyle bir şey olmasın. İçimdeki hiçbir korkudan haberi olmayan adamın soğuk ve tekdüze sesi yeniden yankılandı kulaklarımda. "Onları da çıkar." Henüz iç çamaşırlarımla bile karşısında durmaya alışamadığım adamın önünde çırılçıplak, tamamen silahsız kalacak olmak ürkütücüydü. "Ne dediğimi duymadın mı?" diye sorduğunda durumun ciddiyetinin farkına vardım. "İç çamaşırlarını da çıkar." Emre itaat. Emre itaat. Yapman gereken şey çok basit. Emre itaat. Keskin gözleriyle yanlışlıkla çarpışan gözlerim korkuyla yere indi. Hemen söyleneni yaptım. Sütyenimi çıkardım. Sonra benim için en zor olan parçaya uzandı elim. Nasılsa olacak bir şeydi, eğilip külodumu da çıkardım. Artık karşısında tamamen çırılçıplaktım. Tamamen silahsız. Az önce kendi kendime düşünüp korktuğum o konumdaydım. Savunmasız ve tamamen silahsız. Gözleri bile benimle karşılaşmak istemeyen adam "Yatağa uzan." dedi duygusuz bir biçimde. Benimle göz göze dahi gelmek istemiyor gibiydi. Belki onun tipi değildim. Belki beni beğenmemişti. Çirkin bulmuştu. Nezaketinden değil de gerçekten çıkmamı istediği için otuz saniye içinde çıkabilirsin demişti. Ama öyle olsaydı, istemeseydi Yulia'ya yaptığı gibi göndermez miydi beni? Bu sürüncemenin içinde kıvranıyordum sanki. Söyleneni yaptım. Önce izin ister gibi çantama uzandım, renkli paketi çıkarıp avcuma hapsettim ve yatağın önüne geldim. O ise içmeye devam ediyordu. Gömleğini çıkarmaya başladığında dikkatimi çeken ilk şey sağ omzunun üstündeki yuvarlakların kuyruklarıyla birbirinin içine geçtiği dövmesiydi. Sert vücudunu saran gömleğini çıkardığında ben yatakta bir misafir gibi korkakça sinmiş onun söyleyeceği tek bir kelimeyi kaçırmamak için dikkatle bekliyordum. Dizlerimi karnıma çekmiş, bacaklarımı birbirine sıkı sıkı bastırmıştım. Ne kadar hoşlanırsam hoşlanayım hâlâ bana yabancı olan bu adamın karşısında tamamen çıplak kalmıştım. Ben onun yüzüne bakamazken ilk kez adamın bana bu kadar dikkatli baktığını fark ediyordum. "Bacaklarını aç." Sinirli çıkmıştı sesi. Belki de bilmeden bir hata yapmıştım. Onu kızdırmıştım. İçimden titreyen vücuduma titrememesi için yalvarırken söyleneni yaptım. Ellerim hâlâ göğüslerimi kapatırken bacaklarımı araladım. O tarafa bakamasam da kemerin şangırtısıyla pantolonunu çıkardığını duyabiliyordum. Beklemediğim bir anda üzerime çıkan adamın üstüme çıkmasıüzerine korkuyla çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. O ise dizlerimi kavrayıp bacaklarımı iyice açtı. Artık aramızda mahrem yoktu. Gizlilik yoktu. Her şey açık seçikti. Filmlerde gördüğüm hiçbir şey olmadı. Dudaklarımdan yumuşakça öpmedi ya da saçlarımla oynamadı, okşamadı. Şefkat barındıran hiçbir hareket yoktu dokunuşlarında. Sağ eli dizimden ayrılıp aşağı indi. Yasak bölgeye. Orası benim için yasak bölgeydi. Yetiştirildiğim yerde ve ailemin kültüründe kendimin bile mecbur kalmadıkça dokunmadığım hatta bahsetmekten bile imtina ettiğim bir yerdi. Ayıp karşılanan şeylerden biri. Şimdiyse o adamın eli yasak bölgemin üstündeydi. Utanç içindeydim. Yüzüm alev alevdi. İstemsizce onu engellemeyi amaçlayan ellerimi durdururken bunun olacağını kendime hatırlattım. Ancak bunu bilmek, yaşarken korkudan ve heyecandan titrememe engel olmuyordu. Üzerimde yasak bölgeme dokunan adam bunu fark etmiş olacaktı ki "Sakin ol." dedi emreden düz bir sesle. Bana herhangi bir açıklama borçlu olmamasına ve asla kibar olmamasına rağmen açıklamaktan uzak bir ifadeyle ekledi. "Bu şekilde yaparsak canın yanar." Parmaklarını yasak tepeciğin üzerinde hissederken gözlerimi kapattım. Boğazım ve dudaklarım kupkuruydu. Yutkunamayacağım şekilde kuru. Parmakları bana masaj yaparken çok garip bir şey oldu. Kalp atışlarım daha da hızlandı. Heyecandan nefesim kesildi ve içimde garip bir dürtü dalga dalga yükselmeye başladı. Bu deniz dalgalarının kıyıya vurması gibi heyecanla mideme vuran zevkli bir duyguydu. Hem heyecanı hem korkuyu hem de zevki aynı anda duyuyordum. Bacaklarımın arasında hareketlenen bir ıslaklık hissettiğimde çok ayıp bir şeye sebep oldum diye düşünüp dudaklarımı kıvırıp birbirine bastırdım. Artık yüzüm alev almış durumdaydı. O kadar profesyonelce yapıyordu ki bunu, okşamalarıyla hissettiğim o dalgayı karnımın içinde hissederken rahatlamış olduğumu inkâr edemiyordum. Hâlâ göğüslerimi kapatan ellerime baktı yadırgar gibi. "Ellerini serbest bırak." Sesi kızgın çıktığı için az önce yaşadığım zevkten bile utandım. Benim onu eğlendirmem gerekiyordu, onun beni değil. Ellerimin arasına uzanıp renkli paketi aldı. Dişleriyle paketi yırtarken bir kurdun vahşiliği vardı yüzünde. Başımı öne eğmiş korkuyla neler olup biteceğini beklerken nefesimi tuttum yeniden. O tarafa bakmasam da üstümdeki hareketlenmesinden bir hazırlık içinde olduğunu hissedebiliyordum. Boxerını indiren adam sıradan bir şeyi yapar gibi paketten çıkardığı şeyi takarken ben küçük çaplı bir şok yaşıyordum. Onu gördüğümde az önceki korkum ikiye değil, beşe katlanmıştı. Daha önce hiçbir erkeğin yasak bölgesini görecek kadar yakınlaşmamı gözardı edecek olursak hiç bu kadar büyük olabileceğini ne görmüştüm ne de duymuştum. Böyle bir şey bana söylenmemişti. Bu, içimde daha büyük bir korkunun yükselmesine sebep olmuştu çünkü zaman geçtikçe bu işin altından kalkacağıma dair inancım azalıyordu. Bay Ivan'ı beni buraya aldığına pişman etmemeliydim. Tanrı yardımcım olsun. Ben tüm bunları düşünürken ne olduğunu anlamadan hiçbir hazırlık olmaksızın bacaklarımın arasında onun gelişini hissettim. Hızlı ve sert bir biçimde girdiğinde yaşadığım acı ve midemde artan krampla hareketsiz kalmıştım. Altımdaki koyu turkuaz saten çarşafa sarılı ellerimi tutan elleri beni kontrol altında tutar gibiydi. Bense içime girdiği andan itibaren nefes almayı bırakmıştım. İçimde daha önce hiç yaşamadığım, az önceki zevkin tam tersi bir acı ve yanma vardı. İstemsiz bir acı iniltisi ağzımdan çıktığında korkup utandığım için dudaklarımı birbirine bastırdım. Dudakları tam dudaklarımın üstündeydi ama bana dokunmuyordu. Sadece mecburiyetten değiyor gibi olan dudaklarının yumuşaklığı bile içimdeki acıyı sakinleştirmeye yetmemişti. İçimdeki sürtümde her hareketiyle daha dayanılmaz bir hâl alırken kendimi kasmaktan karnım ağrımaya başlamıştı. Kendimi serbest bırakmaya çalışıyordum. Böylece canımın daha az acıyacağını söylemişti Yulia. Ve ilk seferinde acıyabileceğini de söylemişti. Geçeceğini söylemişti. Ama bu kadar acıyacağını söylememişti. Sürtünmenin yavaşlığıyla öfkeli soluması artan, içimdeki hareketleri sertleşen ve hızlanan adamın gözleri kapalıydı. O an tüm acıma rağmen gözleri kapalıyken yüzünün ne kadar yumuşak ve masum durduğunu düşündüm. Nikolai Miloradov bir canavar değildi. Şuan bana acı veriyor olsa da gözümde büyüterek korktuğum o canavar değildi. Sertti, soğuklu, korkmam gereken biriydi ama bir canavar değildi. O hâlde neden içimde büyüyen acının sebebiydi? İçimdeki hızlanan sürtünme hareketleriyle dişlerimi sıktım ve bunun bitmesini bekledim. Ve içimden Tanrıya dua ettim, onu kızdıracak ya da memnuniyetsiz bırakacak bir şey olmasın diye. Hızlanan hareketlerinin beraberinde "Siktir...!" diye inledi ve şaşkın ya da kızgın olduğu bariz bir biçimde söylendi. "Bu ne?" Sorgulayan bakışlarıyla karşı karşıya kalmamak için her zaman yaptığım şeyi yapıp başımı öne eğdim. Göz teması kurmamak için bakışlarımı yere indirdim. Onu kızdıracak bir şey yaptığım kesindi ve bunun hesabını veremeyeceğim için beni affetmesini dilemekten başka bir şey yapamadım. O an içimde farklı bir hareketlenme vardı. Kısa bir an utancımı, korkumu ve tüm duygularımı veride bırakarak garip bir hâl alan acının kollarına bıraktım kendimi. Sonra üstümdeki adamın öfkeyle karışık rahatlayan yüz ifadesi eşliğinde acımın bir ilacın etkisini göstermesi gibi yavaş yavaş azalmaya başladığını hissettim. Bu acının azalma hissi ise on saniye sürdü. Kalbim çok hızlı atıyordu, bunu boğazımda atıyormuş gibi hissediyordum ama asıl hissettiğim, bacaklarımın arasındaki zonklama ve yanma hissiydi. Üzerimde gözlerini kapayarak nefesini bırakan adam hâlâ içimdeyken keskin bir nefes verdi. "Ivan. Senin. Ağzına. Sıçayım." Onun ne demek istediğini anlamadım. Anlamaktan da çok uzaktım. O sırada bir görevi başarısızlığa uğratmanın verdiği üzüntüyle ve yaşadığım acıyla baş başa kalmakla meşguldüm. Adamın yüzündeki memnuniyetsizlikten de görebiliyordum bunu. Her şey boşunaydı. Ve bu onu son görüşümdü. Hışımla üzerimden kalktığında bana kızıp bağırmasından korktum. Beni bu hâlde kovmasından. Hiçbirini yapmadı. Vücudum hâlâ ardı ardına sarsılıyordu ve canım acıyordu. Az önce yumruklarımla sıktığım çarşafı hızla üstüme çekiverdim. Sanki iş bittikten sonra iki saniye çıplak kalmam bile ayıp ve yadırganacak bir şeymiş gibi. Titreyen alt dudağımı durdurmak için ısırdım. O an benim için korkunç bir andı. Böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Hiç böyle hayal etmemiştim. Dehşet ve korkuyu aynı anda yaşarken acı da eşlik ediyordu bana. Hangisine üzülmem gerektiğine karar veremedim. Yaşadığım acıya mı yoksa onu memnun edemeyişime mi? Onu kızdırmıştım. Belki de beni kovacaktı. İşte o zaman bittiğimin resmiydi. O an korkumu biraz olsun azaltan ama asla bitirmeyen bir harekette bulundu adam. Konsoldan aldığı bir peçete uzattı bana. Kızmasından ya da ters bir şey söylemesinden korktuğum için yüzüne bakmadan yardım çağrısını kabul ettim. Peçeteyi alıp bacaklarımın arasını temizledim. Belki de beni kovmazdı. Bana peçete uzatmıştı. Bana acımıştı ve yardım etmişti. Ben bunları düşünüp içimi rahatlatmaya çalışırken adam hızlı bir biçimde giyindi ve hışımla kapıyı çarparak odadan çıktı. Kapının gürültüsüyle gözlerimi kaparken istemsizce titredim. Gözlerimde titreşen yaşlar saniyeler içinde burun direğime, yanağıma ve şakağıma süzüldü. Karnım ağrıyor, midem bulanıyordu. Heyecanlanınca olduğu gibi mideme kramplar girip duruyordu. Tüm bunları düşünürken odada yalnız kaldığım için kendimi serbest bırakıp kesik kesik nefeslerle ağlamaya başladım. Nasıl olduğunu anlamadığım bir biçimde gözlerim yorgunlukla kapanmaya yüz tuttu. Kalkıp hazırlanmam ve çıkmam gerektiğini biliyordum ama buna gücüm yoktu. Yorgundum. Bu hâlde kapı dışarı edilmek istemiyordum. Yatakta yan dönmüş, dizlerimi karnıma çekerken gözlerimi acıyla kapadım. Buraya kadardı. Bir hata yapmıştım ve Nikolai Miloradov bunu affetmeyecekti. Kovulacaktım. ❝Nikolai❞ Yanlış bir adım. Yanlış ve zamansız bir adım nasıl oluyordu da bu kadar basit bir şekilde insanları birbirinden uzaklaştırabiliyordu? Benim aptallığımdı. Belki bekleseydim, Lâl'in kalbindeki Riccardo'nun ölüsünü gömmesini sabırla bekleseydim böyle olmayacaktı ancak sabırsızlığımla onu tamamen kaybetmiş olabilirdim. Sırf o dudaklara ikinci kez dokunabilmek için duyduğum sabırsızlık beni büyük bir felakete sürüklemiş olabilirdi. Bunu bilemezdim. Çünkü günlerdir ne Lâl beni arıyordu ne de ben onu aramaya cesaret edebiliyordum. Bu yüzden öfkeliydim günlerdir. Yalnızca kendime öfkeliydim. Tabii bunun bedelini etrafımdaki herkes ödüyordu, orası ayrı. O günden sonra Lâl ile bir daha görüşmedik. Onu aramayı, bir bahaneyle görmeyi çok istedim ama son yakınlaşmamızdan sonra cesaret edemedim. O küçük yakınlaşma benim için ne kadar özelse Lâl de o kadar rahatsız olmuştu. Hissetmiştim ve uzak durmuştum. Ne kadar zor olsa da. İnsanın hislerinin önünde duvar gibi durması öyle zordu ki. Ben kendi içimde kalbim ve mantığım arasında muhakeme kurarken bir de Ivan'ın saçmalıklarıyla uğraşıyordum. Her gün odama birilerini yollayıp duruyordu. Ben geri göndermekten bıkmıştım, o bunu yapmaktan sıkılmamıştı. Oysa kaç defa söylemiştim istemediğimi. Sanırım Club Hydra'da sözümü dinlemeyen tek çalışanım oydu. Patronun ben olduğumu en iyi bilenin yine o olmasına rağmen. Başından beri Lâl'i istememişti. Ona olan, zamanla aşka dönüşen hislerimi sağlıksız bulmuştu. Bu kız bir gün senin sonun olacak deyip durmuştu. Oysa benim sonum olmasına bir itirazım olmazdı. O yeter ki beni kabul etsin. Onun için her şeyimle değişmeye, her şeyimi ona adamaya hazırdım. Sadece gel demesi yeterliydi. Çok gurursuzca olduğunun farkındaydım ama aşkta gurur olmadığını anlayalı çok olmuştu. O günün diğerlerinden farkı, aşağıdan, bar kısmından bana haber gelmesiydi. Barmenlerden biri Lâl'in burada olduğunu, sarhoş olana dek içtiğini ve durmak bilmediğini söylemişti. Bunu duyar duymaz aceleyle yatağın üstündeki gömleğimi çıplak gövdeme geçirip hızla düğmelerimi ilikledim. Aşağı indiğimde gerçekten de oradaydı. Yorgun yüzü öfkeli, barmenle kavga ediyordu. "İçki istiyorum, bu kadar basit." Arkadaşlığımızdan ve buraya geldiğinden ötürü herkes onu tanıyordu. Barmen de tanır tanımaz bana haber uçurmuştu. Ancak onu böyle görmeyi ummuyordum. Kapanmak üzere olan gözleri, akmış makyajıyla bile güzeldi ama yüzünde bitkin bir ifade vardı ve bu da işlerin yolunda olmadığını yeterince gösterir durumdaydı. "Lâl Hanım, ne yazık ki daha fazla-" Barmenin uyarıları umurunda olmayan Lâl ise tane tane tekrarladı. "İçki istiyorum." Öfkeli bir biçimde elini tezgâha vurduktan kısa süre sonra elinin boş olmadığını, kâğıt bir banknot koyduğunu görebilmiştim. "Parasıyla değil mi?" Merdivenlerden indiğim ve ondan uzak olduğum için konuşmalarını duymadığımı sanıyor olabilirdi ancak ben Barmen'in kulaklığından bana gelen seslerle tartışmalarını net bir biçimde duyabiliyordum. Pek de iyi olmadığını anlamak zor değildi. İçkisinden bir yudum daha aldığında yanına kadar gelmiştim. "Lâl." "Ne var?" Onun için endişeliydim ancak baygın bakışlarında oynaşan öfkeli alevleri görebiliyordum. Bu yüzden yapıcı yaklaşmaya çalıştım. "İyi misin?" "İyiyim. İçmeye geldim! Olamaz mı yani? Parasıyla değil mi?" Yargılandığını düşündüğü için öfkesini gizlemedi. "Siz burada müşterilerinize böyle mi davranıyorsunuz?" "Tamam, gel." Kollarından tutarak onu merdivenlere doğru yönlendirirken iyi görünmüyordu, bir yere gidebilecek durumda değildi. Burada kalması onun için iyi olurdu. Ancak buna rağmen ayak diremeyi kesmiyordu ve inatçı bir keçi gibi görünüyordu. "Bırak beni! Bırak! Çocuk değilim ben! Kendim yürürüm." "Yürüyebiliyor olsaydın bırakırdım, inan." "Niko sinir sinir konuşup tepemin tasını attırma!" Bu zamana kadar öğrendiğim bir şey varsa o da Lâl'in tersine gitmemekti. Eğer o iyiyim diyorsa iyidir. Aksini söylediğiniz ya da ima ettiğinizi düşündüğü an bile öfkelenebilirdi. Bu yüzden onun değimiyle huyuna gitmeye çalıştım. "Tamam, sorun sende değil bende." Bunu söylerken dudaklarımın gülümsemesini engelleyememiştim. "Yürüyorum işte, ne var yürümekte!" Yolda zikzak çizdiğinin farkında bile değildi ve bu hâliyle gerçek bir inatçı keçiyi andırıyordu. Onu ikna edebilmek için "Tamam, ben yürüyemiyorum." demekte buldum çareyi. "Bak şöyle sarhoş muamelesi yapma çok fena olacak sonra!" O kadar komik kızıyordu ki. Çocuk gibiydi. "Tamam, sarhoş muamelesi yapmıyorum. Yürümeme yardımcı ol." Onu kandırarak da olsa merdivenleri birlikte çıkmayı başarmıştım. Tam ayağı takılıp düşmek üzereyken atik bir biçimde beline sarıldım sıkı sıkı. Vücudunun sıcaklığı ve ellerimin arasında kırılacakmış gibi duran narin beli karakterine o kadar tezattı ki. İstediğinde gayet de buz gibi olabiliyordu. Ya da inceliğine tezat olabilecek şekilde şiddete başvurabiliyordu. Düşeceğini anladığından mıdır nedir, koluma tutunduğunda içime bir sıcaklık akmıştı sanki. Belki de Lâl haklıydı. Bu kadar yakınlık tehlikeliydi. Hiçbir şeyden korkmayan, her şeye karşı dimdik duran Lâl, o an sadece ayağı burkulduğu için çocuk gibi ağlıyor olamazdı. Birikmiş bir şeyler olduğu açıktı. Merdivenin başına oturup ağlayan kızın yanına çöktü dizlerim. O dudaklarını sarkıtarak ağlarken sanki benim içimden bir şeyler kopuyordu. Yere baktığımda birkaç damla kan süzülmüştü avcundan. Uzanıp kesilmiş eline baktığımda bunun nasıl olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu ama bir kısmı kurumuş kana bakılırsa çok yeni olmayabilirdi. Endişeli bakışlarım eliyle yüzü arasında gidip geliyordu. "Acıyor mu?" O ise bakışları boşluğa dalıp gitmişti. Beni duymuyordu sanki. Anlayamıyordum. Onu bu hâle getiren ne olmuştu? İçimdeki dayanılmaz acıyla "Lâl, ne oldu?" diye sordum yeniden. Öfkeyle bağırdı kız. "Ben bir aptalım, Niko! Olan bu!" Kendine öfkeliydi, bunu görebiliyordu. Bu hissi çok iyi bilirdim. Defalarca karşımda oturan bu kadın yüzünden kendime kızdığım olmuştur. Hatta o gelmeden birkaç dakika öncesine kadar ben de aynı duygularla boğuşuyordum. Benim için onu anlamak zor değildi. Burnunu çekerken ağlamamaya, hıçkırıklarını yutkunmaya çalışıyordu. Hâlâ güçlü durmaya çalışıyordu. Oysa bana tüm yaralarını gösterebilirdi. Ben iyileştirebilirdim onu. Yaralarına üfleyerek, severek, okşayarak iyileştirebilirdim. "Ya neden hep böyle oluyor? Neden her güvendiğim beni sırtımdan bıçaklıyor? Neden beni sevmiyorlar? Neden biri bile olsa benim canımın yanmasından korkmuyor?" Onu kucağıma çekip saçlarını okşarken gözlerimi kapadım. "Şşşt... Aptal falan değilsin. Sen müthiş birisin. Ne oldu bilmiyorum ama çözebileceğine inanıyorum. Çözebiliriz, gerçekten." Bir süre aramızdaki sessizliği dinledikten sonra onu odaya götürmek istedim. Böyle yol ortasında ne kadar oturacaktık ki? Hem de o bu hâldeyken. "Kalkabilecek misin?" Ondan bir yanıt gelmeyince yzüüne baktım. Bir adım dahi atamayacak kadar yorgun görünüyordu. Gözleri kısılmış, uyukluyor gibiydi. İçkiyi fazla kaçırmıştı. Cevap vermeyince kucağıma aldım onu. Eğer sarhoş olmasaydı canıma okurdu. Ama şimdi başını göğsüme yaslamış içini çeke çeke ağlıyordu. Benim farkımda bile değildi. Kendinde olduğundan bile şüpheliydim. Odama girdiğimizde kucağımdan inmeye çalıştı. Biraz kendine gelmiş gibiydi. "Midem bulanıyor." dedi sadece. Yüzü allak bullaktı. Kusacak gibi bakıyordu. Tuvalete gitmeye çalışırken kollarından tutup onu yönlendirdim. Daha tuvalete varır varmaz klozete zor yetişti, kusmaya başladı. Ben onun saçlarını tutarken ne kadar acı çektiğini gördükçe ona bu üzüntüyü yaşatan şeye lânet ettim. Büyük bir nefret ve öfke büyüdü içimde. Midesindeki her şeyi çıkardığından emin olduğumuzda iyice bitkin düşmüştü. Onu yeniden kucağıma aldım ve yatağa taşıdım. Biraz uyuyup dinlenmeye ihtiyacı vardı. Ancak yatağa yatırdığımda kıyafetine kusmuk bulaştığını fark ettim. Bir an kararsız kalsam da bu hâlde bırakamayacağım açıktı. Mecburen üstündekileri çıkardım. Ona bakmamaya çalışarak önce kıyafetlerinden kurtuldum. Ancak ona dokunduğumda bile ellerim, tüm bedenim alev alev yanıyordu. Utangaç bakışlarım ondan kaçmaya çalışsa da o doğrulduğunda burun burunaydık. Dudakları bana doğru uzandığında nefesimi tuttum. Ellerim daha üzerini çıkarırken çıplak vücuduna temas ettiğinde erekte olmuştum. O ise her şeyden habersiz bana yaklaşmıştı. Dudakları dudaklarıma o kadar yakındı ki. Bu yanlıştı. Her şeyden istiyor olsam da yanlıştı. O sarhoştu. Ve ben sevdiği kadının sarhoşluğundan faydalanacak türden biri değildim. Onu usulca yatağa geri yatırırken ateşli dudaklarının arasından bir fısıltı yerleşti kulağıma. "Valentino..." Gözleri kapalı bir biçimde yana doğru yattı ve bir kedi gibi kıvrılarak uyuyakaldı. Çıplak vücudu insanı her şekilde günaha çağırırken ona bakmamaya çalıştım. Dudaklarından çıkan fısıltıyla dişlerim sıkılmıştı. Saten çarşafı nefis vücudunun üzerine örttüğümde tehlikeden bir adım daha uzaklaşmıştım. İyi olduğuna ve sadece uyuduğuna emin olduğumda sessizce odadan çıktım. Tam koridorda Ivan'la karşılaştık. "Lâl burada mı?" Başımla az önce çıktığım kapıyı gösterdim. "Odamda. Uyuyor." Gözleri dehşetle açılırken "Düşündüğüm şey değil, değil mi?" diye sordu. Sanki bir felaketi çağırır gibiydi. Bense umursamaz bir biçimde omuz silktim. "Ne düşündüğünü nereden bileyim?" "Burada kaldığına göre ne düşünüyor olabilirim sence?" Sağ eli alnındayken "Yüce İsa..." diye mırıldandı hiddetle. "Yattın mı onunla?" Duymaya korktuğu o sorunun cevabını engeller gibi elini salladı. "Sakın bana onu becerdiğini söyleme." Bundan bir felaketmiş gibi bahsetesine mi yoksa Lâl hakkında ahlâksızca konuşmasına mı daha fazla kızmıştım bilmiyordum ama dişlerimi sıktım. "Düzgün konuş." dedim dişlerimin arasından. "Seni kaç kere uyaracağım?" "Yaptın mı yapmadın mı? Cevap çok basit." "Saçmalama, Ivan." Donuk ve soğuk bakışlarımla karşılık verirken gücenmiş durumdaydım. "Sarhoş birinden faydalanacağımı nasıl düşünürsün?" "Sarhoş mu?" Bunu bilmediği açıktı. Ancak onu ilgilendiren kısmı Lâl ile birlikte olmamamdı. Neden bu konuyla bu kadar ilgilendiğini anlamasam da başımı salladım. Rahat bir nefes verdi. "Sakın, Niko. Bunu aklından bile geçirme." "Neler oluyor Ivan? Nedir seni bu kadar dehşete düşüren?" Sanki Lâl için gelmemişti. Kötü bir haber vermek ister gibi duraksadı. Ve bombayı patlattı. Her şeyi, dünyam başıma yıkacak o bombayı. "Riccardo hayatta. Ve geri döndü." Valentino Riccardo. Ölmemişti. Hayattaydı. Ve geri dönmüştü. İyi de bu nasıl olabilirdi? Şimdi her şey biraz olsun anlam kazanmıştı. Lâl'in bu hâlde olmasının sebebi tamamen buydu. Bunu öğrenmişti. Âşık olduğu adam hayattaydı. Şimdi ona çok öfkeliydi. Ancak öfkesi öyle ya da böyle geçecekti. O gün geldiğindeyse yeniden Riccardo'ya dönecekti. Çünkü aşk böyle bir şeydi. Ne kadar kaçarsanız kaçın, bir gün sizi bulur ve gafil avlardı. Beni de avladığı gibi. Sıkmaktan kırılacakmış gibiydi dişlerim. Tek şansımı da Riccardo'nun dirilişiyle kaybettiğime inanamıyordum. Neye kızgın olduğuma da emin değildim. Onun yaşamasına mı yoksa Lâl'i kandırıp 2 yıl boyunca öldü numarası yapmasına mı? Belki her ikisine de. Ancak dişlerimi kıracak kadar sıkmamın sebebi yakın geleceği görmemdi. Lâl, onu bu hâle sokan, mahveden adama geri dönecekti. Az önce kulağıma fısıldadığı gibi adını yine, yeniden onun yatağında, bu kez onun kulağına fısıldayacaktı. Bunu biliyordum. Bu kaçınılmaz gerçekti beni ateşli bir öfkenin içine atan. Bir şey söylememe gerek kalmadan başıyla diğer odayı işaret etti Ivan. "Odanı hazırlattım." Yüzündeki çapkın ima midemi bulandırsa da öfkemi bu şekilde atabileceğimi bilmesi beni güçsüz kılıyordu. Ivan beni benden iyi tanırken olsaydık eğer ne kadar güçlü bir düşman olacağını düşünmeden edemedim. Onu görmezden gelir gibi geride bırakıp merdivenlere yöneldim. "Yaradılışını inkâr edemezsin, Nikolai Miloradov." diye seslendi arkamdan. Ivan'a yüzümü dönmedim ancak söyleyeceklerinin devamını dinledim. "Senin tabiatın bu. Kendi tabiatınla savaşma. Kaybeden yine sen olursun." Onu dinlemeyip bara indim. Biraz içki içtim. Odaya çıkmak istemiyordum. Biraz sakinleşmeye ihtiyacım vardı. Daha dingin hissetmeye. Ancak olmuyordu. Öfkemi aşamıyordum. Gecenin ilerleyen saatlerinde Lâl'in olduğu odanın önünde dururken yeniden onun hayali doldu zihnime. Çıplak, savunmasız vücudunu aklımdan silip atmak için şiddetle yumdum gözlerimi. Sonra davetkâr bir mırıltıyla dudaklarından dökülen "Valentino..." kelimesini unutmaya çalıştım. Olmuyordu. Yine olmuyordu. Dişlerim sıkılı bir biçimde öfkeyle Lâl'in odasının önünden uzaklaşıp benim için hazırlanan odaya girdim. Kapıyı çarparak kapattığımda geçen gün olduğu gibi yatakta kendi yatağıymış gibi uzanan ve beni kendine davet eden cüretkâr bir kadın yoktu. Yatağın önünde başı öne eğik duran kız, kapının çarpma sesiyle bir kedi yavrusu gibi duvara sinmiş bekliyordu. Korkmuş, utangaç, elleri birbirine kenetli, parmakları sabırsızca birbiriyle oynayan bir kızdı bu. Onu görmezden gelerek konsola uzandım ve kendime bir içki daha doldurdum. Bir yandan da konsolun aynasından belli belirsiz onu izliyordum. Başını bir an olsun kaldırmadan itaatkâr bir biçimde orada öylece bekliyordu. İçimdeki öfke kat kat artarken burnumdan soludum. "Buraya neden geldiğini biliyor musun?" Başını bir an olsun kaldırmadan "Evet efendim." dedi resmi bir dilde. Sırnaşmaya ya da beni baştan çıkarmaya niyetli görünmüyordu. Ellerinin arasında küçük bir çantayı sıkı sıkı tutmuş gözü gibi koruyordu. "Gizlilik ve rıza sözleşmesini imzaladın mı?" "Evet, efendim." "Peki, rızan olduğunu sözlü olarak da belirtebilir misin?" "Evet." Her şeye evet derken bile sıkkın bir hâli vardı. Çözememiştim ama kimin umurundaydı ki? Ben daha içimdeki duyguları, öfkemi nasıl dindireceğimi bile çözememişken hiç tanımadığım bir kızı neden çözmeye çalışacaktım? Her şeyi bilerek kendi isteğiyle geldiğini söylüyordu işte. Detaylı konuşma gereği görmedim. Bu odaya giren kimseyle uzun uzadıya konuşmak şöyle dursun, bu kadar bile konuşmazdım. "Eğer fikrin değiştiyse, rızan yoksa otuz saniye içinde bu odadan çıkabilirsin." Söylediklerime garip ve anlamaz bir bakışla baktıktan sonra olduğu yerde durmaya devam etti. Çıkmaya dair bir hamlesi olmadı. Başım konsola dayalı, gözlerimi kapadım. Gözlerimi her kapadığımda aynı manzara. Onun vücudu, onun sesi. Ve Riccardo'nun adını kulağıma fısıldaması. Yok edemiyordum, atamıyordum zihnimden. Arkamdaki kıza bakmadan "Üstündekileri çıkar." dedim. Kısa bir an duraksadıktan sonra yavaş adımlarla konsola yaklaştı, ellerinin arasındaki çantayı korur gibi usulca konsola bıraktı ve iki adım gerileyip üstündeki kıyafetin fermuarını indirdi. Omuzlarından kurtardığı kıyafet yeri boylarken sadece iç çamaşırlarıyla kalmıştı. Elleri utangaçça üstünü örterken savunmasız görünüyordu. "Onları da çıkar." Duraksadı. Anlamamış gibi kısa bir an yüzüme baktı. Benimse bir şeyi tekrar söyleyecek kadar bile sabrım yoktu. "Ne dediğimi duymadın mı?" Hâlâ hareket etmeyen kızın yüzüne baktım aynadan. Emreder bir tonda gözlerim kesişti onunkilerle. "İç çamaşırlarını da çıkar." Korkak gözleri benimkilerle bakıştıktan sonra başını öne eğen kız önce üstündeki iç çamaşırını çıkardı. Her şeyi o kadar yavaş bir biçimde yapıyordu ki buraya isteyerek geldiğini söylemeseydi zaman kazanmak için yaptığını düşünürdüm. Öldürücü bir yavaşlıkla eğilip külodunu da çıkardı. Omuzlarından göğüslerine kadar dökülen dalgalı saçları haricinde tamamen çırılçıplaktı. Bense ona bakmıyordum bile. "Yatağa uzan." Tek cümlelik kısa emirlerimi aşırı bir yavaşlıkta da olsa bir bir yerine getiren kız önce her şeyden çok koruduğu çantasına uzandı. İçinden ona daha önceden verilmiş olan kondomu çok ayıp bir şey gibi avcunun içine sakladı ve yatağa doğru yürüdü. O sırada bardağıma koyduğum yeni içkiden bir yudum daha aldım. Kafam artık biraz daha iyiydi ama öfkem geçmemişti. Sadece üzerimde garip bir gevşeme bırakmıştı. Bünyem alkole alışık olduğu için istediğim kadar sarhoş olamıyordum. Gömleğimin düğmelerini çözdüm. Üstüm çıplak kaldığında yatakta bacaklarını birbirine bastırmış ve dizlerini karnına çekmiş kızın yanına doğru geldim. Garip davranan bu kızla yüz yüze geldiğimde utangaç bakışları yere çevrilmiş gibiydi. İri gözleri, bebeksi bir yüzü vardı. Eğer onu Ivan göndermiş olmasaydı reşit olup olmadığını sorgulardım. Ancak Ivan böyle aptalca bir hata yapmazdı. Asla. Kızın asla bana bakmayan kızarmış, utangaç yüzüne biraz daha dikkatli baktığımda yüzündeki belli belirsiz çillerse bana onu hatırlatmıştı. Lâl. Dövme yaptırdığı gün vücudundaki küçük çilleri hatırladım. Yüzümde ona dair en ufak bir tebessüme bile yer bırakmamak için kaskatı kesildi yüzüm. Onun bir top gibi kıvrılıp yatakta durması sinirime dokunmuştu. Henüz yatağın köşesindeyken "Bacaklarını aç." diye emrettim. Onun korkak tavırları beni daha da öfkelendiriyordu. Sanki içimdeki o güçsüz yana atıfta bulunur gibi. Utanarak da olsa elleriyle çıplak göğüslerini kapatan kız zar zor bacaklarını araladı. Kemerini çözdüm ve pantolonumu çıkardım. Hızlı ve atik bir biçimde üstüne çıktım. Azıcık araladığı bacaklarını dizlerimle sert denebilecek şekilde ayırdım ve istediğim açıklığa getirdim. Ne yaptığını bilen elim iç bacaklarından küçük tepeciğe ulaştı. Baş ve işaret parmağım hafifçe araladığım girişine dokundu. Kupkuruydu ve uyarılması gerekiyordu. Bunu yapmaktan hoşlanmıyordum ama içine girebilmem için yapmam gerekiyordu. Titreyen kıza "Sakin ol." diye emir verdim. Sanki söylediğim şey daha da korkmalısın anlamını taşır gibi bir tepki verdi. "Bu şekilde yaparsak canın yanar." Bu kez titriyordu ama içinden titrediğini sanacak kadar saftı. Parmaklarım zevkten çok uzak, sadece işini yapar gibi hareket etti girişinin üzerinde. Usulca masaj yapar gibi oval hareketlerle uyarılmasını sağladığımda az önce utançtan pembe olan yüzü artık görünür bir biçimde kıpkırmızı olmuştu. Sıkkın bir ifadeyle bunu yapmaktan hoşlanmadım ama başladığm işin gerisini getirmek gibi bir huyum vardı. Yoksa bana zevk vermesi için gönderilmiş birinin uyarılması için vakit harcamazdım. Oval parmak hareketlerim sonuç vermiş olacaktı ki pembe surat sonunda ıslanmayı başarmıştı. Utançtan kıpkırmızı olduğu için onun adı pembe surattı. Üstelik adını da bilmiyordum. Kimseye sormadığım gibi ona da sormamıştım. Duygusal bağ kurmayı sevmediğim için itaatkârlarımla gerekmedikçe diyalog kurmazdım. Kursam da emir veren birkaç kelime veya cümleden öteye geçmezdi. Hâlâ elleriyle üst bedenini saklayan kıza kızdım. "Ellerini serbest bırak." Birleştirdiği ellerinin arasında bir günah gibi tuttuğu paketi alıp dişimle tek hamlede yırttım. Başı hâlâ yerde bir şey arıyormuş gibi duran kız paketin yırtılma sesiyle gözlerini korkuyla kapadı. İçkinin gevşetici etkisi vücudumu esir alırken umursamaz bir biçimde boxerımı sıyırıp kondomu yerleştirdim ve kendimi bacaklarının arasına sertçe ittim. İçine girerken yatakta iki yanda duran ellerini sıkı sıkı kenetleyip tuttum. Bu kez ona hiç olmadığım kadar yakındım. Dudakları dudaklarımın hemen üzerinde duruyordu. Öpüşmüyorduk ya da sevgi içeren bir harekette bulunmuyorduk. Sadece ben onun içine itilirken dudaklarımız birbirine değiyordu. Dudaklarından çığlığa benzer içten bir inilti çıktı. Ben onun içinde zorlanarak giderken iniltileri arttıkça arttı. Gözlerimi kapadığımda duyduğum tek şey onun iniltileriydi. Ve içinde ne kadar zorlanarak hareket ettiğime sinirlenmekle meşguldüm. Kalçamı daha sert bir biçimde itmeye zorlarken inilti sesleri yükseliyordu. Bu kez onun iniltilerine benimki de karışmıştı. İçinde gitgellerim artarken fark ettiğim şeyin ardından kontrolsüz nefes alış verişlerimin arasından "Siktir...! Bu ne?" diye söylendim ve karşımdaki kızdan bir cevap bekler gibi baktım. Aradığım ve beklediğim cevabı vermediği gibi yüzüme de bakmıyordu. Gözleri aşağıdaydı. O an burnumdan soluyarak öfkeyle gözlerimi kapadım. Ivan. Senin. Ağzına. Sıçayım. İçimden homurdandığım tek şey buydu. Ama durmadım. Gelmek üzereydim ve gitgellerim hızlandı. Tıpkı onun nefes alış verişleri ve iniltilerinin hızlandığı gibi. Gövdem onun çıplak vücuduna değerken kalbinin ne kadar hızlı attığını da duyabiliyordum. Boşaldığımı hissettiğimde gözlerimi kapadım. Dudaklarının üstünde dümdüz duran dudaklarımın arasından keskin bir nefes çıktı. O sırada istemsizce homurdandım. "Ivan. Senin. Ağzına. Sıçayım." Homurtularımdan hiçbir şey anlamayan kız korkuyla belerttiği gözlerini üzerime dikmişti. Üzerinden kalktığımda hiç vakit kaybetmeden yataktaki saten çarşafı üzerine çekti kız. Alt dudağı titriyordu. Yüzü korkmuş, dehşete düşmüş bir ifadeye bürünmüştü. Konsola uzanıp bir peçete uzattım. Benimle göz göze dahi gelmeyen kız utangaçça elimden peçeteyi alıp bacaklarının arasına götürdü. Şaşkındım. Bunu beklemiyordum. Ve bu konuyla ilgili ne diyeceğimi de bilmiyordum. Komikti belki ama ilk kez başıma geliyordu. Asıl anlayamadığım iki şeyden biri, Ivan böyle bir şeyi nasıl gözden kaçırabilirdi? Daha da merak ettiğim şeyse, bakire bir kız neden burada çalışmayı ve bu odaya çıkmayı kabul ederdi. Kızın hâlinden bir gariplik olduğunu sezmiştim ama kast ettiğim böyle bir gariplik değildi. Sikeyim böyle işi. Hışımla üstümü giyinip kapıyı çarparak odadan çıktım. Aklım karmakarışıktı. Ne yapacağımı bilemez hâldeydim. Bir yanım yatıp uyumam gerektiğini, uyursam her şeyin düzeleceğini söylerken diğer yanım yeterince öfkeliyken beni daha da öfkelendiren bu şeyin müsebbibine hesap sormam gerektiğini söylüyordu. Öfkeyle bara indim. Orada yoktu. Barmen'e sordum. "Ivan nerede?" "27 numaralı boş locada." Hızlı adımlarım dans alanını geçip localara ilerlerken rüzgâr gibi geçmiştim. Locaya sinirle girdiğimde Ivan tek başına içki içiyordu. Hiçbir şey söylemeden eğilip sertçe yakalarına yapıştım. Neye uğradığını şaşıran adam "Niko, neler oluyor? Ne yapıyorsun, delirdin mi?" diye söylendi. Suratına bir yumruk savurdum. "Piç kurusu!" Yediği yumrukla koltuğa yığılan adam gözünü tutarken şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Neydi bu şimdi?" "Odama o kızı gönderirken aklında ne vardı? Bana Lâl'i unutturabileceğini mi düşündün? Bunun için mi oynadın bu oyunu?" "Ne oyunu, Niko? Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum!" Gerçekten hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi görünüyordu. Kuşkulandım. "Kızın bakire olduğunu bilmiyor muydun?" Şaşkın değildi ama haberi olmadığı da ortadaydı. "Kusura bakma ama buradaki tüm kadınların vajinalarının bekçisi değilim!" Hâlâ yumruk attığım gözünü tutarken sıkkın bir nefes verdi. "Ortak bir arkadaşım yoluyla burada çalışmak için geldi, hepsi bu! Kendi hâlinde bir kız! Tüm belgeleri de tamam! Gizlilik ve rıza sözleşmesi tamam! Muayeneye mi sokmamı bekliyordun? Anlamıyorum!" Sağ eli gözüne kapandı. "Tanrım, acıyor. Senin yumruğunu sikeyim, Niko." Yanımdan geçip gitti. Locada yalnız kaldığımda hâlâ burnumdan soluyordum ancak aklım karışmış durumdaydı. Bir yanım ona sert davrandığım için suçluluk duyarken diğer yanım bir şeylerin döndüğünü düşünmeden edemiyordu. Ters giden bir şey varmış gibi garip hissettiriyordu. Kuşkuyla düşüncelere daldım. Bu kızın derdi neydi? ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Nasılsınız? Ben bugün biraz hasta olduğum için yazdığım bölümü düzenleyemedim, umarım fazla hata yoktur. Kendimi inceleyemediğim için biraz suçlu hissediyorum ama söz, bir sonraki bölümü daha dikkatli düzenleyeceğim. Yeni bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Kızdığınız kısımları tahmin edebiliyorum. 👀🙉 Sizi Napoli'de Bir Gece'de âşık olduğunuz Nikolai Miloradov'a bu kitapta nefret edeceğiniz ve çok kızacağınız konusunda uyarmıştım ve bu daha başlangıç. Ama merak etmeyin, eğleneceğiniz ve hoşunuza gidecek çokça yerler de olacak. O yüzden sabırla okumaya devam edin ve bana güvenin. Biraz da sonraki bölüm hakkındaki tahminlerinizi öğrenmek isterim. Buraya yazabilirsiniz. Sizce bu olayların sonucunda ne olacak? Ve en önemlisi, Ilya ne saklıyor olabilir? Buraya yazabilirsiniz. Fazla soru sormadan sizi upuzun bölümün damakta bırakan tadıyla baş başa bırakıyorum ve veda ediyorum. Haftaya Perşembe görüşmek üzere. 💚 Sadece sizden ricam, KADEH kitabıma da bir göz atmanız, eğer okuyorsanız da yorum yapmanız. İnanın bu beni çok mutlu ve motive eder. Çünkü okunduğunu görüyorum ama yorum yok, bu üzücü. Her neyse, şimdilik bu kadar. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |