@buzlarkralicesi
|
-9- ❝Nikolai❞ Nihayet buradaydım. 2 gündür hiçbir aramama dönmeyen Lâl'i klinikte bekliyordum. Aslında erken saatlerden beri gelmiş bekliyordum ne zaman geleceğini bile bilmeden. Çünkü kliniği son aradığımda Lâl'in o gün gelmeyeceğini öğrenmiştim. Burada beklemem bile şans işiydi. Bir buçuk saatin sonunda içeri adım atan kadın, karşısında beni görünce duraksadı. Bakışları kaçmak ister gibiydi ama kaçmadı. Sürekli beni meşgule alıp yok sayan kıza "Biraz konuşabilir miyiz artık?" dedim sitemimi gizlemeksizin. "Bu kaçma kovalamaca bittiyse." diye ekledim. Benden sonsuza dek kaçamayacağının o da farkındaydı. Sanki çok meşgul olduğunu gözüme sokar gibi saatine baktı. Ama etkilenmedim. Bana ayıracak bir zamanı olmalıydı. Kısa bir tereddüdün ardından başıyla onayladı ve odasına davet etti. Odada baş başaydık ama benimle göz göze gelmemekte kararlıydı. "Buyur, otur." "Artık böyle mi olacak?" "Nasıl?" "Güzel yüzünü hep saklayacak mısın benden? Yüzüme bakmayacak mısın? Hep kaçacak mısın?" "Nikolai..." "Apar topar çıkıp gittin Hydra'dan. Konuşmama bile müsaade etmedin. Aradım, açmadın. Dün kliniğe de gelmemişsin. Başına bir şey geldi sandım." Kafasının karışık olduğu bakışlarından belli olan kadın "Nikolai, bak..." diye lafa girdi. "O gece aramızda ne yaşandı bilmiyorum. Hatırlamıyorum. Ama ben-" "Lâl..." Konuşup açıklamama fırsat bile vermeden "O geceyi unutalım lütfen." dedi. Hâlâ yüzüme, gözlerime bakmıyordu. "Unutsak... Olmaz mı?" Neyi, hiç geçirmediğimiz o şehvetli geceyi mi? Yaşamadığımız hâlde tek bir an bile aklımdan çıkmıyordu ki. Onun utangaç tavrına karşılık "Nasıl yani, hepsini mi?" diye sordum hayretle. Bunu söylerken ses tonumun aksine rahat bir biçimde ellerim ceplerimdeydi. Merakla donup kaldı bu kez yüzümde. "Hepsini mi derken?" Sormaya korkuyordu ama sormadan duramayacağını da bilecek kadar iyi tanıyordum onu. "Tam olarak... Ne oldu dün gece?" "Nasıl yani? Hiçbirini mi hatırlamıyorsun? Üstüme atladığını, seni istiyorum, benim ol, benim ol diye haykırdığını da mı?" Onun korkmuş yüz ifadesine bakıp keyiflensem de dışarıdan belli etmedim. Biraz endişelenmesi hoşuma gidiyordu. Endişelenirken de güzel olduğunu biliyor muydu acaba? Söylediklerimin ardından yüzü utançtan kızardı. "Ne?" Elleriyle yüzünü kapattı. "Allah'ım, yer yarılsa da yerin dibine girsem." O an gerçekten dayanamadım ve gülmeye başladım. Onu bu hâlde görüp de ciddiyetimi korumak nasıl mümkün olabilirdi ki? "Ne gülüyorsun be manyak manyak?" Onun böyle ağzına geleni söyleyişine bayılıyordum. Kendinden gelen o başkaldırısına, inatçı karakterine ve yeri geldiğinde kabalaşan yapısına. Ona dair her şeye bayılıyordum ama en çok da sahiciliğine bayılıyordum. O dudaklarını konuşurken getirdiği hâl için her şeyi feda edebilirdim. "Ah, Lâl... Lâl..." Ona biraz yaklaşıp gözlerine baktım. "Lâl, o gece hiçbir şey olmadı." Vücudu kaskatı kesilen kadın yavaş yavaş yumuşayıp rahatlamaya başladığını gizlemedi. "Ne?" Onu içinde bulunduğu kaostan ve yaşadığı korkudan kurtarmanın zamanı gelmişti. Bu yüzden direkt "Aramızda sandığın gibi bir şey geçmedi." dedim. Öte yandan ona böyle bir şeyi yapabileceğimi nasıl düşünürdü aklım da almıyordu doğrusu. "Zaten benim böyle bir şey yapabileceğimi nasıl düşündün anlamadım." Ben onun sadece bedenini istemiyordum ki. Kalbini de istiyordum. Asla kazanamayacak olmamın sebebi de buydu zaten. Kalbinin başkasına ait olması. İstediğim tek şey bedeni olsaydı işler daha kolay olurdu belki. "Ben-" "Sen o durumdayken, sarhoş ve savunmasızken sana dokunmazdım Lâl. Senden asla faydalanmam ben. Öyle biri değilim. Bana güven." "Niye güvenecekmişim? Sen benim babamın oğlu musun?" İşte ağzına geleni söyleme konusunda tam olarak bunu kast ediyordum. Onun kimseden korkusu, çekincesi yoktu ki. Karşısında tehlikeli bir adam mı vardı? Mafya mıydı? Hiç fark etmez. İçinden nasıl geliyorsa öyle konuşurdu. Diğer insanlar gibi akıl süzgecinden geçirip çekinmezdi. Korkmazdı. Belki Riccardo'nun da onda âşık olduğu şeylerden biri buydu. Bu tatsız düşünceye rağmen az önce Lâl'in söylediklerine başımı öne eğerek güldüm. "Yine ne gülüp duruyorsun deli gibi?" Kendine has konuşması onu benzersiz yapan yegâne şeydi. Belki de onu benzersiz yapan en önemli şey. "Çok garip deyimlerin var." derken benim bile kendimden beklemediğim bir anda "Çok tatlısın." cümlesi döküldü dudaklarımdan. Lâl ise kalbimden dökülen son cümlemi duymazdan gelmeyi tercih etti. Sorgulayan bakışlarla "Peki, madem aramızda bir şey olmadı... O zaman ben... Neden yatakta çırılçıplaktım?" diye sordu. "Sence?" Bu çok basit cevabı olan bir soruydu. "O kadar çok içmiştin ki kustun. Ben de üstünü çıkarmak zorunda kaldım, üzgünüm." Bir suç işlemiş de affedilmeyi bekler gibi bakış attıktan sonra mecburen nefis vücudunun her zerresini görmeme rağmen "Ama çıplak vücudunun tek zerresine bile bakmadığıma emin olabilirsin. Miloradov sözü." dedim içini rahatlatmak için. Miloradov sözleri. Çok sağlam referanslar verdiği söylenemezdi. Omuz silktim yeniden konuşmaya başlarken. "Zaten gece o odada bile kalmadım. Sana dokunmadım." Beni çözmeye çalışır gibi bakan kadının gözlerine odaklandım kararlılıkla. "Daha önce de söylediğim gibi, Lâl, seninle hayal ettiğim şey duygusuz bir sekse indirgenecek basit bir şey değil. Sen istemediğin sürece sana asla dokunmam." Onun bedenini istiyordum. Ve en çok da kalbini. Onun bana isteyerek, severek ve zevk alarak dokunmasını, bana dokunurken kendinden geçmesini istiyordum. Duygusuzca ellerimi vücudunda dolaştırıp kendimi tatmin etmek değil, ikimizin de o zevkle yoğrulduğu tutkulu bir ilişkiden bahsediyordum. Bu yüzden olmuyordu. Etrafımda o kadar kadın varken bu da benim imkânsızı isteme şeklimdi sanırım. Oysa ona dış görünüş olarak benzeyen herhangi biriyle de şehvetli hayallerimi gerçekleştirebilirdim. Mesela Ilya denen şu saf kızla. Ona her şeyi öğretebilirdim. Bir erkeğe nasıl dokunulması gerektiğini, nasıl zevk verileceğini, her şeyi. Lâl'den farklı olarak o bomboş bir kâğıt gibiydi. Hiçbir bilgisi yoktu. Saftı, masumdu. Öğrenmeye açıktı. Lâl'in aksine inatçı değil, uysaldı. Yönlendirilebilirdi. Sıcacıktı aslında. Ama onda olan şeyler daha farklı duygular uyandırıyordu bende. Şefkat gibi, koruma içgüdüsü gibi. Onu sevimli buluyordum. Şapşal ve sevimli bir ördek gibi. Ya da gün boyunca kulüpte oradan oraya koşturan çalışkan bir arı gibi. Arı maya. Evet, o tam olarak Arı Maya'ya benziyordu. Lâl'i düşlerken aklıma neden Ilya denen şu garip kız gelmişti, neden onu gerçek anlamda âşık olduğum Lâl ile özdeşleştirmiştim anlayamadım. Aslında anlayamadığım birçok şey vardı. Bu da onlardan biriydi. Sanırım dış görünüşlerinde bile birbirini hatırlatan detaylar vardı. Ilya'nın bakışlarındaki masumiyetin aksine Lâl'in gözleri alev alevdi. Geçmişte yaşadıkları yoğurup şekillendirmişti belki onu. Bilemiyordum ama bildiğim tek şey, birbirine zıt karakterde olmalarına rağmen ne zaman Lâl'i düşünsem aklıma Ilya geliyordu. Daha birkaç gün önce tanıdığım kızı Lâl ile kıyaslamaya başlamıştım. Bu çok garip ve hastalıklıydı. Ilya'nın burun direğinde yoğunlaşıp yanaklarına dağılan küçük çilleri gördüğümde bile Lâl geliyordu aklıma. Birbirilerine o denli zıt ama bir o kadar da aşina. Lâl'in gözlerinde o gece aramızda bir şey geçmediğini öğrenmenin verdiği rahatlamayı görünce ister istemez canım sıkıldı. Benden bu kadar nefret etmesi, kendini sakınması, bana güvenmemesi kızabileceğim bir şey değildi. Kendine göre nedenleri vardı. Başta hayatına basit bir koruma Nikolai olarak girip nişanlısının baş düşmanı Dokuz olarak karşısına çıkmam da bu nedenlerden en güçlüsüydü. Ona kızamazdım, kızamıyordum ama ne yazık ki güvenini hiç kazanamadığım için canım sıkılıyordu. "Oldu mu şimdi? Bütün parçalar oturdu mu? İçin rahatladı mı?" diye sorarken ister istemez ruhumdaki sıkıntı sesime de yansımıştı. "Evet, Nikolai, teşekkür ederim. Ben..." Sesinde garip bir mahcubiyet olsa da hâlâ kaos içinde olduğu barizdi. "Kafam çok karışık. Her şey alt üst oldu. Bütün dengem bozuldu." "O döndü diye mi?" Bakışları biliyor olmama şaşırmış gibi bakıyordu. Muhtemelen sarhoş olduğu gece Riccardo'dan bahsettiğini hatırlamadığı içindi. Biraz kendini toparladığında "O bana yalan söyledi diye." yanıtını verdi. Riccardo'nun bunu yapma sebebini garip bir biçimde anlıyordum. Eğer Lâl benim kadınım olsaydı ve benim kadınım tehlikede olsaydı ondan uzak kalma pahasına yine onu korumak için yapardım bunu. Gerçek sevgi kendinden önce sevdiğin kişiyi düşünmekti. Kendi zevklerin, mutluluğun, aşkın değil, önce onun mutluluğu ve huzuru ön planda oluyordu. Bir gün düşmanımı anlayacağım aklımın ucundan geçmezdi. Her şeye rağmen Lâl'in gözlerinde onu görüyordum. Riccardo. O herif oradan hiç yok olmayacaktı, biliyordum. Ve bilmek canımı yakıyordu. Bunu bile bile sevmeye devam etmek, vazgeçememek hem çok gurursuzca hem de öldürücüydü. Bir kapana kısılmış gibi hissettiriyordu ve bu korkunçtu. O an bu konuşmanın çoktan bittiğini fark edip "Ben gitsem iyi olacak. Senin de işlerin vardır." dedim istemeyerek de olsa. Sonsuza dek bir bahane uydurup burada kalamazdım. O da ısrar etmedi zaten. "Tamam, tekrar teşekkür ederim." Tam kapıya doğru yürürken yolumu kesip durdurdu beni. "O söylediklerin neydi öyle peki? O gece ben gerçekten senin üstüne atlayıp-" İçimden ona kahkahalarla gülerken bunu dışıma yansıtmamaya özen göstererek sıradan bir bakış attım. "Ha beni sıkıştırıp kalçamı mıncıklayarak taciz etmenden mi bahsediyoruz?" Elbette böyle bir şey olmamıştı. Ama ne yapabilirim ki, onu korkutup kızdırmak hoşuma gidiyordu. Her seferinde yüzünde beliren o şaşkın ifade çok sevimliydi. O ifadeyi çerçeveletip duvara asmak isteyebilirdiniz. Bunu yapıp yapmadığına asla emin olamazdı. Bu yüzden utançla yüzünü elleriyle kapattı. "Offf... Nikolai." Ellerim yüzüne kapanmış yumuşak ellerine uzandığında onları usulca aşağı indirdim. Gözlerine baktım tebessüm ederek. "Şakaydı." İnanmaya dünden hazır olan kadına yineledim. "Şaka yaptım. Öyle bir şey olmadı. O gece utanmanı gerektirecek hiçbir şey olmadı, Lâl. Artık rahatla lütfen." Benim yanımdayken rahat olmasını istiyordum. Bir hata yaptığımızı düşünüp benden köşe buak kaçtığı hâlindense rahat hâlini tercih ederdim. Şuan karşımdaki kadın da tam olarak öyle bir rahatlama yaşıyordu. ❝Ilya❞ Localardaki dağınıklığı toparladıktan sonra odama girdim. Etraf sessizdi. Bu saatlerde sessizlik hâkim olurdu zaten. Asıl kaos akşam başlar, gece de zembereğinden boşalmış gibi artarak devam ederdi. Sessizliği fırsat bilip karyolamı kaldırdım. Altına koyduğum telefondan hiç yapmamam gereken bir şeyi yaptım. Onun numarasını tuşladım. Sesini duymaya ihtiyacım vardı. İyi olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. Burada çok göze batmamak için telefonumla haşır neşir olmuyordum. Telefon kullanmak yasak değildi ya da konuştuğum görülürse o kadar da sorun olmazdı. Ama burada çizdiğim bir imaj vardı. Club Hydra'dakilere göre benim kimsem yoktu. Gerçekte de tam anlamıyla olduğundan şüpheliydim ya, neyse. Bir tek Aleksey. Başka kimsem yoktu. Bunu düşünürken Yuri'ye haksızlık ediyormuş gibi hissediyordum ama kimse Aleksey'in yerini tutamazdı. İnsanların gözünde kimsem yokken telefonda birileriyle konuşmam şüphe uyandırıcı olurdu. Kırmızı okları Aleksey'in üzerine çekmek istemiyordum. Numarasını tuşlayıp beklediğimde telefonun sinir bozucu sesiyle baş başa kaldım bir süre. Dıııt... Dııııt... Dıııt... Bir an hiç açmayacak sanıp gerildim. Zaten onu aramak için pek fırsatım olmuyordu. Onun sesini duymaya ihtiyacım vardı. O beni hiç özlemiyor muydu? Ben şüpheli ve biraz da alıngan bir biçimde bunları düşünürken aniden yanıtladı aramamı. "Sen misin?" "Evet." Daha sesimi duymadan ben olduğumu anlamıştı. Oysa numaralarımızı kaydetmiyorduk. Aleksey izimizin sürülmemesi için her türlü önlemi alıyordu. "Seni merak ettim." "Beni aramanın ne kadar tehlikeli olacağını konuştuğumuzu sanıyordum." Omuz silktim sanki görecekmiş gibi. "Seni merak ettim. Uzun zaman oldu." O hep aramızdaki akılcı kişiydi. Ben daha çok duygularıyla hareket edendim. Belki de bu yüzden başım beladan kurtulmuyordur. Herkese güvenip hissi davrandığım için. Sesi yumuşadı. "Ben de seni merak ediyorum, Doçka. Ama çok dikkatli olmalıyız, biliyorsun. Minik bebeğime bir şey olsun istemem." Beni her zaman ya minik bebeğim diye severdi ya da doçka diye hitap ederdi. Tabii bu bahsettiğim çok uzun zaman önceydi. Geçmişe dönmek artık imkânsızdı. O masum olduğumuz zamanlara. "Kendine dikkat ediyorsun değil mi?" "Club Hydra'da olan ben değilim. Senin arkanı kollaman gerekiyor." Yutkundum. "Ben iyiyim, merak etme. Dikkat çekmemeye çalışıyorum. Olabildiğince görünmez kalmaya gayret ediyorum." Memnuniyetle "Güzel." dedi Aleksey. "Zor durumda olursan Yuri ya da Ravil'den yardım isteyebilirsin. Yuri'yi de oraya aldıracağım, bekle. O zamana kadar kendini kollamak zorundasın." "Hı hı, tamam." "Kendine dikkat et, Ilya. Bak, sen safsın. İnsanlar seni çok basit kandırabilir. Herkesi kendin gibi sanma hatasına düşme. İnsanlar iyi değildir. Çok dikkatli ol ve kimseye güvenme." Keskin bir dille ekledi. "Güven dediklerime bile tam anlamıyla güvenme." O an ne söylediğini anlayamamıştım. Aleksey birine güven diyorsa o kişi büyük sınavlardan geçmiştir ve güvenilirdir. Benim hayatta en çok güvendiğim kişiydi Aleksey. Ne söylese kabul eder, inanırdım. İstediği neyse sorgulamadan hemen yapardım. Ancak bu söyledikleri bile bana yetmişti. Güvende olmadığımı bir kez daha hatırlatmıştı bana. Endişemi yuttum ve Aleksey'e belli etmemeye çalıştım. "Tamam." dedim sakinliğimi koruma gayretiyle. "Sen merak etme." Telefonun diğer ucundaki adam özlemle iç geçirdi. "Ah, Doçka... Nasıl özledim seni bir bilsen. Hep aklımdasın. Her an." "Sen de benim." "Orada güvende hissediyor musun?" "Evet. Her şey yolunda." Yaşananları anlatmadım ona. Nikolai Miloradov'la aramızda olan şeyler ilelebet aramızda kalacaktı. Sadece gizlilik sözleşmemiz olduğu için değil, ben öyle istediğim için. İyi veya kötü, Nikolai Miloradov'la bir gece geçirmiştik. Hayal ettim, istedim ve yaptım. Sonucu hayallerimdeki gibi masum olmasa da bunun suçlusu kimse değildi. Kimse beni bir şeye zorlamadı. Ben yaptım. Bu yüzden Aleksey'e söylememeyi, bunun bir sır olarak kalmasını tercih ettim. Bu onu çok öfkelendirirdi. Bilseydi tabii. Bilmeyeceğine göre sorun yoktu. Dışarıda bir tıkırtı duyduğum için olduğum yerde titredim. "Biri geliyor galiba, kapatmalıyım." "Söylediklerimi unutma, Doçka. Kendine dikkat et." "Sen de." Telefonu kapatıp hızla karyolamın altına soktuğumda kapının kolu hışımla hareket etti ve kapı açıldı. İçeri giren Ivan'dan başkası değildi. Anladığım kadarıyla burada kapı çalmak diye bir şey yoktu. Tamamen saçmalıktan ibaretsin, Ilya. Burada mahremiyet var mı ki kapı çalmak gibi saygı göstergeleri olsun? Kaşları çatılan adam "Ne yapıyorsun sen burada?" diye sordu. Şüpheli bakışları her şeyi anlamış gibi bakarken nefesimi tuttum. Bay Ivan'ın anlamlı bakışları vardı. Korkunç bir anlam taşısa da anlamlıydı. Sanki gözlerime baktığında her şeyi anlıyor gibiydi. Her yerde gözleri vardı sanki. Ve o bana her baktığında içimi dışımı görüyormuş gibi hissettiriyordu. Şuan korkudan nefesimi tutmama sebep olan da bu bakışından başka şey değildi. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Ay, ne olursa olsun Niko'yu yazmayı seviyorum. Başından beri Niko'nun kitabına olan ilginiz de çok hoşuma gidiyor. Ama Wattpad'e erişim engeli geldiğinden beri Niko'nun hikâyesine olan etkileşim biraz düştüğü için çok üzgünüm. 😏 Çünkü Miloradov'un daha fazlasını hak ettiğini düşünüyorum. Her neyse. 🌟 Yeni bölümümüzü nasıl buldunuz? Ilya ve Aleksey hakkında ne düşünüyorsunuz? Buraya yazabilirsiniz. Offf... Eğer ileride olacakları bilseydiniz çıldırırdınız. Bakalım o günlere geldiğimizde neler hissedeceksiniz? Aşırı merak ediyorum. Bol yorumlarınızı bekliyorum. Son olarak sizleri aşırı sevdiğimi de söylemek istiyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |