Yeni Üyelik
3.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 1

@buzlarkralicesi

-1-

❝Lâl❞

Yine aynı rüya. Haftalardır uyumama müsaade etmeyen o kâbus. Beyaz çarşafın ardındaki parçalanmış yüz canlanıp ayağa kalkıyor. Gözleri aniden açılıyor. Tıpkı korku filmlerindeki gibi. Olduğum yere çivilenip hareket edemiyorum.

Benim için dünyanın en zor günlerini geçirdiğimi söyleyebilirdim sanırım. O gün çarşafın altındaki cesedin Valent'e ait olduğuna dair şüpheye yer yoktu. Ancak kabullenmek benim için imkansıza yakındı. Bunu daha önce yaşamıştık. Arabası havaya uçtuğunda nasıl o arabada değilse, nasıl o gün bana döndüyse yine dönmesini bekliyordum. Oysa bana gösterilen cesedin Valent'e ait olmadığına dair tek bir kanıt bile gösteremiyordum. En yakınları olan Luigi ve Pietro bile emindi. Ne diyebilirdim ki?

DNA testi istedim. Buna hakkım var mıydı bilmiyordum ama istedim. Sonuçta Valentino Riccardo'nun nişanlısı olsam da resmi anlamda hiçbir şeyi değildim. Annesi, kuzenleri DNA testi istemezken, hepsi o olduğuna ikna iken benim test istemem garip kaçabilirdi ama umrumda bile olmadı.

Luigi ve Pietro sonucun ne çıkacağına emin olmalarına rağmen içimde küçücük bile bir şüphe kalmaması için bu konuda bana yardımcı oldular ve DNA testi yapıldı. Kabul ediyordum, son derece zor bir insandım ve bu konuda beni ikna etmeleri çok zordu. Valent'in öldüğüne bir türlü ikna olmuyordum, olamıyordum. Bilinçaltım bunu reddediyordu. Beni yalnız bırakabileceğine inanmıyordum. Sanki ölmek onun elindeymiş gibi.

Beni iki dakikalık gözlerimi ısıttığım uykumdan uyandıran kabusun ardından yatakta doğruldum. Başımı ellerimin arasına alıp ağlamamak için kendimi zor tutarken aşağıdan uğultular hâlinde gelen konuşmalar dikkatimi çekti. Yataktan kalktım ve üzerime bir hırka geçirdim. Aynadaki hâlime baktığımda kendimi tanıyamadım bile. Ölü gibi bir yüz, çökmüş göz altları ve sararmış benzimle perperişan görünüyordum. Umurumda mıydı? Hayır.

Odadan çıkıp merdivenlerden aşağı indiğimde seslerden birinin Luigi'ye ait olduğunu anladım. Masanın başında duran Pietro ve Luigi avukatla konuşuyorlardı. Bu adamı daha önce de şirkette birkaç kere görmüştüm sanırım. Valent'in avukatıydı.

Yorgunlukla gözlerimi ovaladıktan sonra uykudan çatlamış sesimle "Neler oluyor burada?" diye sordum. Ayakta durmakta bile zorlanıyordum. Tüm enerjim bitmiş durumdaydı.

Masanın başında duran Pietro ve Luigi bana döndü. İkisi de sanki beni bekliyormuş gibi hazır konumdaydı.

Pietro "Biz de seni bekliyorduk Lâl, geldiğin iyi oldu." dediğinde aklım hâlâ bulanıktı.

Luigi düşmanlıktan uzak, sakin bir tavırla "Lâl, bu avukatımız." diye tanıttı adamı. Sanki tanımıyormuşum gibi. "DNA testi sonuçlandı."

Gelecek olan cevabı tetikte bekliyordum. Az önceki yorgun beden şimdi baştan ayağa elektrik verilmiş gibiydi. "Nedir sonuç?" Yaklaştığım masanın sandalyesine sertçe tutundum. İçim titriyordu heyecandan ve korkudan. Ceset ona ait derler diye korkumdan nefes alamıyordum.

Pietro ifadesiz bir yüzle avukattan aldığı kâğıdı uzattı. "Kendin bak istersen." Pietro'nun yüzünden sonucu çözmeye çalışıyordum ama bu pek mümkün olmuyordu. Ben uzattığı DNA testi sonucunu incelerken konuşmaya devam etti. "Ceset Valentino'ya ait. Şüpheye yer yok."

Kağıtta yazılanlara baktığımda Pietro'nun söyledikleriyle aynı şeyin yazdığını gördüm ve o an yıkıldım. Nasıl olabilirdi ki bu? Kendimi buna hazırlamış olmam gerekiyordu biliyorum ama böyle bir şeye nasıl hazırlanıldığını bilmiyordum. Allah'ım, güç ver. Ne olur. Olmuyor. Yapamıyorum. Ayakta kalamıyorum. Hele ki o yokken... Asla. Derin bir nefes alıp güçlü kalmaya çalıştım. Yere yığılmamaya gayret gösterdim. Vücudum ayaktaydı ancak ruhum çoktan yeri boylamış durumdaydı.

Kâğıdı Pietro'ya uzattığımda Luigi'yle bakışmalarını yakaladım. Sanki bakışlarıyla tartışıyor gibiydiler. En sonunda bunu fark ettiğimi gördüler ve Luigi "Hadi, söylesene ona." dediğinde Pietro söylenecek olan her neyse yanaşmadı.

"Şuan zamanı değil. Ne hâlde olduğunu görmüyor musun?"

"Yeterince uzadı. Camilla bekliyor, ona ne diyeceğiz?"

Nefes almaya çalışarak "Yine ne oluyor?" diye inledim. Başım çatlıyordu. Hâlâ zoraki masanın kenarındaki sandalyelerden birine tutunuyordum düşmemek için. Takatim yoktu.

Pietro'nun konuşmaya niyeti olmadığını görünce Luigi girdi söze. "Lâl, avukat buraya yalnızca DNA testi sonucu için gelmedi. Aslında miras işleri için burada." Söylenenleri algılamakta güçlük çekiyordum. Valentino ölmüştü ve biz şuan miras işlerini konuşuyorduk. Mal mülk konuşuyorduk. Gözlerimi kısarak dinlemeye devam ettim. "Valentino burada ve Türkiye'de gece kulübü, hastane gibi birçok işletme ve gayrimenkulleri sana bırakmış. Bu ev de senin. Banka hesabındaki yüklü miktarda nakit para-"

"Luigi sen ne diyorsun?"

Sanki anama sinkaflı küfretmiş gibi davrandığım Luigi ise benim tepkimi görmezden gelerek sözlerine devam etti. "Avukatın getirdiği bu kâğıdı imzalarsan-"

En sonunda dayanamadım ve "Ya siz ne yapıyorsunuz?" diyerek patladım.

Beni ve duygularımı anladığını düşündüğüm Pietro nazikçe omzuma dokundu. "Bak, ne hissettiğini anlayabiliyorum Lâl. Valentino bizim ailemizin bir parçasıydı. Hatta en önemli parçasıydı. Bizim için önemini biliyorsun. Onun kaybı bizi de çok yıktı. İnan çok üzgünüz ama ayakta kalmak zorundayız. İşler için. Düzenin devam etmesi için. Her şey birbirine girmiş durumda. Şuan yaptığımız şey sana çok duygusuzca geliyor olabilir ama Lâl, emin ol Valentino da böyle olmasını isterdi."

Kalbim yerinden sökülüp alınıyormuş gibi acı içinde hissederken onları anlamaya çalışmak çok zordu. Özellikle sevdiğim adamın ölümünü kabullenememişken. "Valentino öldü!" diye haykırdım nefesim kesilmeden saniyeler önce. "Farkında mısınız, benim sevdiğim adam öldü! Düğün günümüzde!" Titreyen alt dudağımı dizginlemeye çalışırken her şey oldukça zordu. Gözlerim dolan yaşlardan dolayı bulanıklaşmıştı. "Benim sevdiğim adam öldü! Kalbim öldü! Şimdi onun lânet parasını mı konuşacağız?" Onu benden ayıran işlerinden gelen lânet parasını.

Pietro ne kadar üzgün görünürse görünsün ses tonunu sakin tutmayı başarabiliyordu. Bunu nasıl becerdiğine dair en ufak bir fikrim yoktu, keşke sırrını benimle de paylaşsaydı. Ben yapamıyordum. "Lâl, acına saygı duyuyoruz ama işlerin yürümeye devam etmesi gerekiyor."

Kendisinden beklemediğim bir biçimde "Ve biz senin haklarını korumakla sorumluyuz." diyerek ekledi Luigi. O bile benim haklarımı korumaya çalışıyorsa vay benim hâlime. Ancak diğer yandan onun bile beni düşünmesi duygulandırmıştı doğrusu. Valentino gitmişti ama arkasında bana bir aile bırakmıştı.

Pietro "Camilla ve Allegra daha fazla beklemek istemiyor." diyerek abisinin sözlerini onaylar durumdaydı.

"Tek dertleri bu mu yani?" Sorduğum soruya kendim yanıt verdim tükürürcesine. "Para!" Dişlerimi sıktım sakinleşmeye çalışırken. "Kime, ne, ne kadar kalacak? Bu mu?"

"Hayatın doğal akışı-"

"Sikmişim doğal akışını, Pietro! Bu mu doğal akış? Acımı bile yaşayamamam mı?"

Soğukkanlı duruşundan ödün vermeyen Luigi "Haftalar geçti, Lâl." diyerek söze girdi. "Aylar mı geçsin istiyorsun? Benim için sorun yok. Şu lânet kâğıdı imzalayıp Valent'in mirasını kabul et, sonra bu evde istediğin kadar acını yaşa." Bir adım attı bana doğru. Avukattan aldığı kâğıdı uzattı bana. "Biz de senin haklarını korumak zorundayız Lâl."

Camilla ve Allegra'nın acelesini anlamaya çalışıyordum. Birinin oğlu, diğerinin kardeşi ölmüştü. Benden daha fazla yıkılmış olmaları gerekmiyor muydu? Ne çıkarları olacaktı ki paradan başka? "Valentino öldüğüne göre..." Yutkunarak devam ettim. "Başa kim geçecek?"

Manrico'dan sonra kaidelere en hâkim olan Luigi yanıtladı. "Eğer Valentino'nun bir oğlu olsaydı, işlerin başına o geçerdi. Ama o olmadığı için..." Bundan memnun olmasa da "Viorel'in başa geçmesi bekleniyor." demeyi başardı.

Demek yeni lider Allegra'nın oğlu olacaktı. Şimdi anlaşılmıştı bu acelenin sebebi. Önce servete sonra da bu güce sahip olmak için elleri kaşınıyor olmalıydı. Kan kokusunu alan köpek balıkları gibi. Annesi, onu doğuran kadın bile Valent'in ölümünü hızlı bir biçimde kabullenmiş, şimdi başa geçecek olan torununu heyecanla bekliyordu. Kaderlerimiz nasıl da birbirine benziyor Valentino, seni de benim gibi önemseyen bir ailen yok. Şimdi aileye verdiğin değeri çok daha iyi anlıyorum, sevgilim. Sana bir aile veremedim. Çocuklar. Mutlu bir hayat hediye edemedim. Olmadı. Şimdi bu evde hayalini kurduğumuz her şeyi Viorel yaşayacaktı. Belki de.

Başıyla onaylayarak abisinin sözlerini devam ettirdi Pietro. "Bu kâğıdı imzalarsan eğer Valent'in sana bıraktıklarını-"

Luigi'nin elindeki kâğıdı alıp hınçla yırttım ve parçalara ayırıp yere fırlattım. Paramparça ettiğim kâğıda bakan adamların hayretini umursamadan "Hiçbir şey imzalamıyorum." dedim dişlerimin arasından. "Ve hiçbir şey istemiyorum. Mal mülkle işim yok, hepsi onların olsun. Ben zaten hayatımdaki en değerli şeyi kaybettim. Şimdi beni rahat bırakın da acımı rahat rahat yaşayayım."

Merdivenleri tırmanıp odama çıktığımda kapıyı çarpıp yatağıma uzandım. Böyle kaprisli bir ergen gibi göründüğümün farkındaydım ama umurumda değildi. Nefes almak bile öyle zordu ki benim için. Yatağa kapanıp ağladım. Ceset Valentino'nunmuş. Bir yanlışlık yokmuş. Oysa haftalardır bu ihtimale tutunmuştum ben. Bu ufacık ihtimale. Valentino bana geri dönecekti. Şimdi yoktu. Hayatıma nasıl devam edecektim? Hayatta kalmam nasıl mümkün olabilirdi ki artık? İçinde bulunduğum bu labirentten çıkış yolu bulamıyordum. Burada kalamazdım. Burada, onunla hayalini kurduğumuz ama yaşayamayacağımızı bildiğim buruk hayallerle, onun anılarıyla dolu bu evde. Olamazdım.

Düne kadar birlikte gülüp eğlendiğimiz herkes Valent'in ölümünü atlatmışken ben onun yokluğuna dayanamıyordum. Haftalar önce birlikte yattığımız bu yatakta yalnız başıma uyumak öldürücü gerçekliğin en acımasız yüzüyle karşılıyordu beni.

2 gün sonra bahçede yalnız başıma çimlerin ortasındaki banka oturmuş etrafı seyrediyordum. Günlerdir beni yalnız bırakmayan ve peşimde helâk olan Wendy'yi bir parça uyuması için zorla odasına gönderip biraz kendimle kalmıştım. Çenemi karnıma çektiğim dizlerimin üstüne koymuş cansız bir varlık gibi çevreyi seyrediyordum. Bize dair olan anıların yok oluşunu. Çok yakında artık burası bize ait olmayacaktı. Valentino yoktu artık. O yoksa ben de yoktum.

Bana yaklaşan topuklu ayakkabı seslerini duysam da dönüp sahibine bakmadım. Merak edemeyecek kadar yorgundum. Boğazımı kesmeye gelen bir katil bile olsa korkutmuyordu beni. Bana bir iyilik yapmış olurdu.

Yanıma yaklaştı ve oturdu. Camilla'ydı bu. Sessizlikle etrafı izledi benim gibi. Yüzünde ne üzüntüye ne de sevince dair hiçbir emare göremedim. İfadesizdi. Ruhsuz. Bir süre sürüp gittikten sonra sessizliği ilk bozan o oldu. "Bedel ödemekten kastım buydu, Lâl. Seni uyarmaya çalıştığım şey buydu."

Canım yanıyordu. Etimden et koparken karşımdaki kadının zırvalıkları dayanılmaz bir hâl alıyordu. Düşmanca bakışlarımı kendisine diktiğim kadında üzüntünün zerresini görememek kanıma dokunmuştu. "Ya senin oğlun öldü, oğlun!" Bunun hiç mi bir anlamı yoktu onun için?

"O babasının izinden gitmeyi seçti. Bir sorumluluk aldı. Onun bu kararına çok saygı duydum. Kolay bir karar değildi. Saygı duymaktan başka bir şansım da yoktu zaten. Ama her seçimin bir sonucu olur, Lâl. Her zaman bir sonucu vardır. Ve böyle insanların kalp krizi gibi normal şekillerle ölmesi beklenemez."

"Onu bu ateşe siz attınız! Siz getirdiniz onu böyle bir dünyaya? Şimdi ne zırvalıyorsun karşımda?"

Derin bir nefes alırken karşılık vermek için aceleci görünmüyordu. "Babasının ölümüyle her şeye bir son verebilirdi ama vermedi. Çünkü o güce tapıyordu. Babası gibi. Ve yine babası gibi güç zehirlenmesi yaşadı. Kabullenmek ne kadar zor olsa da gerçek bu. Sonunun da babasına benzemesi kaçınılmazdı."

Daha fazla orada duramayacaktım. Hışımla ayağa kalktım. "Biliyor musun, midemi bulandırıyorsun." Çekip gitmeden önce yeniden ona dönüp ekledim. "Bakalım sevgili torunun Viorel'in her şeye bir son vermeye gücü yetecek mi? Yoksa o da dedesi ve dayısı gibi güce mi tapacak?" Çimlerin arasından geçip giderken konuşulanlardan midem bulandı. Gerçek anlamda. Bir anne. Bir anne ya! Nasıl böyle düşünebilir, nasıl bunları söyleyebilir? Dünyanın en kötü insanı olsa da oğlunu nasıl böyle kalbinden söküp atabilirdi? Anlamak güçtü.

Odama çıktığımda başım çatlıyordu. Bir ağrı kesici almak istedim ama günlerdir uyuyamadığım için bedenim iflas etmiş durumdaydı. Uyku hapı alıp biraz olsun her şeyi unutarak uyumak istiyordum. İlaç şişesini aldığımda kapağını çevirdim ve avcuma bir ilaç aldım. Duraksadım. Hepsini avcuma döksem, tek seferde içsem ve acıma son verebilsem. İçimde bir şey beni durduruyordu. Onun ölümünden sonra defalarca ölmek istemiştim. Ölümü düşünmüştüm. İntihar etmeyi. Ama bu acıma son vermeyecekti. Daha önce de denemiştim, olmamıştı. Belki de hayatta kalmam gerekiyordu. Bunun bir anlamı vardı.

Hapı içtikten sonra yatağa uzandım ve etki etmesini beklerken bölük pörçük düşüncelerle beynimin meşgul olmasına müsaade ettim.

Yorgun bedenim sızlarken duyduğum seslerle zor da olsa gözlerimi araladım. Yataktan kalkıp odadan çıkarken sese kulak verdim. Piyano sesiydi bu. Uyku sersemi merdivenleri inerken sese daha da yaklaşmıştım.

Aşağıya indiğimde salonun ortasındaki piyanoya oturmuştu. Valentino. Ama... Ama o ölmüştü. Bu nasıl olabilirdi? Böyle bir şey mümkün olabilir miydi? Olduğum yere çivilenmiştim. Donup kaldım. Yanındaki küçük kız çocuğu küçük parmaklarıyla tuşlara basarken onu seyrediyordu. Yüzünde âşık bir ifade vardı kıza bakarken. Kızın da yaptığı işi beğendirme kaygısıyla Valent'a baktığını görebiliyordum. Neler oluyordu?

Aralarında konuşurlarken havadan sudan sohbet eder gibi hâlleri vardı. Daha çok Valentino konuşuyor gibiydi. "En az annen kadar yeteneklisin. Eğer burada olsaydı sana çalmayı öğretirdi." Kızın altın gibi parlayan kızıl karamel saçlarını okşadı. "Çok güzel piyano çalardı."

Dilim tutulmuştu sanki. Öyle gerçekti ki. Salonun ortasında Valentino bir kız çocuğuyla konuşuyordu. Neler oluyordu? "Valentino. Sen... Sen buradasın!" Anlam vermeye çalışıyordum. Ambale olmuştum. "Ama nasıl?"

Valentino ise hâlâ hayran hayran küçük kıza bakıyordu. "Hadi, bu kadar yeter. Artık yemek vakti." Neşeyle gülüp duran küçük kızı sevgiyle kucaklarken adam da gülüyordu. Sanki beni görmüyor gibiydi.

Neler olduğunu anlamadığım gibi yok sayılıyordum. "Valentino, neler oluyor? Neden benimle konuşmuyorsun?" Yüzüme bile bakmıyordu. Beni duymuyor gibiydi. İki adım atıp ona yaklaştığımda "Valentino! Sana söylüyorum!" derken delirmek üzereydim. Ne çocuk ne de Valentino beni duymuyor gibiydi.

Ben basamakların ortasında onlara bakarken kucağındaki kızla sanki görünmezmişim gibi merdivenleri tırmanıp eğlenceli gülüşmelerle yukarı çıktılar. Bense yerimden bile kımıldayamadan donup kaldım ve beni taşımayan bacaklarımın azizliğine uğrayıp yere çöktüm.

Gözlerimi araladığımda yataktaydım. Oh, çok şükür. Rüyaymış. Aklım başımdan gitmişti sanki. Alnımda boncuk boncuk terler, kıyafetim soğuk terlerle ıslanmış durumdaydı. Kalkıp üzerimi değiştirmem gerekiyordu ama yapamadım. Yeniden gözlerim kapandı.

Uyandığımda zaman mefhumu bende yoktu. Zaten gitmem gereken bir işim, yetişecek bir yerim olmadığı için önemi de yoktu işin açığı. Kafamda davullar çalıyordu sanki. Fazla uyumuş gibi serseme dönmüştüm bu kez de. Yataktan zoraki doğrulup telefonuma baktığımda Ali'den gelen sayısız arama karşılamıştı beni. Kaşlarım çatıldı. Tam arayacakken yeniden aradığını gördüm, bekletmeden açtım. "Ali?"

"Lâl, neredesin Allah aşkına? Başına bir şey geldi sandım."

Başıma daha ne gelecekse. "Bir şey mi oldu Ali?"

"Suavi dede için aramıştım seni." Kısa bir an nefes verdikten sonra ekledi. "Durumu iyice kötüleşti."

Kolumu kaldıracak hâlim yoktu. Hayatımda değer verdiğim ikinci adamı da kaybetmekle sınanacak bir durumda değildim. Hele en değer verdiğim adamı kaybetmişken. "Bak Ali, yine şaka falansa inan hiç kaldırabilecek durumda değilim."

"Hayır, Lâl. Bu kez ciddi." Galiba gerçekten ciddiydi. Bunu Ali'nin ses tonundaki endişeden anlayabiliyordum artık. "Başta sana haber vermemizi istemedi ama... Belki de gelmen en iyisi olur." Benim dilim tutulmuştu. Hissisleşmiştim ve ne diyeceğimi bilemez hâldeydim. Bu yüzden sessiz kaldığım sürenin ardından Ali devam etti. "Valentino'nun ölüm haberini aldım, başın sağ olsun. Ama deden bilmiyor, daha kötü olmasın diye gazeteleri sakladık. Ve seni görmek istiyor. Acil. Seninle konuşması gereken çok önemli şeyler varmış."

Böyle bir durumda ne yapabilirdim ki. Aklım başımda bile değildi. "Tamam." diyebildim yalnızca.

"Her şey çok üst üste geldi farkındayım ama Suavi dedenin ne kadar zamanı kaldı emin değilim Lâl. Son kez görme fırsatını kaçırmaman için de bunu söylemek zorundaydım."

"Sen beni merak etme Ali, Luigi ve Pietro'yla konuşup en kısa sürede oraya geleceğim. Zaten burada kalmamın da bir anlamı yok artık. Seni haberdar edeceğim, görüşürüz."

Telefonu kapattığımda donup kalmıştım. Duygularım karmakarışıktı hatta artık yoktu sanki. Garip bir hâldeydim. Alışık olmadık bir dinginlik ve hissizlik. Normalde katıla katıla ağlayacağım şeylere artık tepki verecek gücüm kalmamıştı sanki. Dedem ölmek üzereymiş. Tamam. Belki de sıradaki kişi benimdir. Aynen bu şekil bir hissizlikti içimdeki.

Kendimi toparlayıp hazırlandıktan sonra Luigi ve Pietro'ya durumu anlattım. Onlar gitmem için gerekli hazırlıkları yaparken eşyalarımı toplamam çok sürmedi. Her şey çok hızlı gelişti. Wendy bile şaşırmıştı duruma. Onun toparlanması zaman alacağı için arkamdan geleceğini söyledi. İtiraz etmedim.

Hazırlıklarım tamamlandığında beni Ayvalık'a götürecek uçak da hazırdı. Evin önünde Luigi ve Pietro'yla vedalaşırken eve son kez baktığımı fark ediyordum. Kim bilir hayatımız boyunca kaç kere biriyle son kez vedalaştığımızın farkında olmadan çıkıp gitmelerine izin vermek zorunda kalıyorduk. Kaç kere görüşürüz diyerek yanından ayrıldığımız insanlarla son kez görüştüğümüzü bile bilmiyorduk. Ne acı. Daha düne kadar bu evin bahçesinde çocuklarımızın oynamasını hayal ettiğim adam bugün ölmüştü. Ve ben onun cenaze töreni sırasında hastanede yatıyordum. Katılamayacak kadar kötü durumda olduğum için doktor gitmeme izin vermemişti. Ona son görevimi bile yerine getirememiştim. Kalbimde yaşayacaktı sonsuza dek. Peki, bu bana yetecek miydi? Yetmek zorundaydı.

Pietro "Çok ani oldu gidişin. Dedenle görüştükten sonra dönecek misin?" diye sordu.

"Sanmıyorum." İç geçirerek eve baktım. Anılarımızla dolu olan eve. "Valent olmadığına göre artık burada kalmamın bir anlamı yok."

"Burası her zaman senin evin, biliyorsun."

Luigi de kardeşinin sözlerini onaylar gibi başını salladı yalnızca. Samimi görünüyordu.

"Sağ olun."

Montrel'in kullandığı arabaya binerken bahçe kapısında hızla bana doğru koşan Manrico telaşlıydı. Elindeki zarfla bana yaklaştı. "Sana yetiştiğime sevindim." derken nefes nefeseydi. Benim sormama fırsat bırakmadan elindeki zarfı uzattı. "Bu sana ait." Gözlerime bakarak ekledi. "Valent'den." Merakla zarfı alıp incelerken ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Manrico "Ölmeden önce işler ters giderse sana ulaştırmamı istemişti." dedi.

İçimde hiç alışık olmadığım bir duygu ve içimden kopan parçalar iç içe geçiyordu sanki. Duygularım girift hâlini almışken elime tutuşturulan zarfla arabaya bindim. Ölmeden önce. Ölebileceğini tahmin ediyordu. Bana o sözü verirken bunu biliyordu belki. Keşke kafama bir kurşun sıkıp acıma son verseydi gitmeden önce.

Arabaya binip bahçeden çıkarken uzaklaşmak üzere olduğum eve baktım. Son kez. Bu kez gerçekten sondu çünkü kolumdan tutup beni geri getirecek bir Valentino yoktu. Bu acı gerçeği düşünürken hep geleceğimiz hakkında bana anlattığı hayalleri doluşuyordu aklıma.

Ben hep senin yanında olacağım. Biz her zaman birlikte olacağız. Evleneceğiz, bebeklerimiz olacak. Burada çok mutlu yaşayacağız. Bahçede çocuklarımız oynarken onların peşinde koşuşturmaktan yorulacaksın. Bizim böyle bir hayatımız olacak.

Hani hep yanımda olacaktın, Valent. Şimdi neredesin? Beni nasıl sensiz bırakabildin? Buna dayanabilir miyim sanıyorsun?

Yeniden bir kızımız olsun istiyorum. Sana benzeyen bir kız bebek.

Keşke seni kızımızdan kıskanabileceğim kadar zamanımız olsaydı. Keşke tüm bunları gerçekleştirecek kadar zaman verilseydi bize. Hikâyemiz böyle yarım kalmasaydı.

Lâl... Bu hayattan tek isteğim, seninle sonsuza dek çocuklarımızla mutlu olmak.

Kısa bir süre önce benim ölme ihtimalim yüzünden bu hayalleri gerçekleştirememekten korkarken şimdi ne oldu? Kalbimi Valent'le bırakıp giderken içimden bir parça kopuyordu. Kulaklarımda onun yankılanan sözleri içten içe beni delirtmeye başlıyordu sanki. İzin verilse o seslerle yaşardım yalnızca. Ve içimde Valent'in hayalini yaşatırdım çaresizce.

Elimdeki zarfın içinden dörde katlanmış kâğıdı çıkarıp içinde yazılanları okumaya başladım dingin bir merakla. O satırları okurken başımı arabanın camına yaslamış, gözlerim yaşlardan sırılsıklam olmuştu.

"Bu mektubu okuyorsan, işler boka sarmış demektir. Ve ben, sevgilim, elimde olmayan sebeplerden dolayı sana verdiğim sözü tutamamışımdır.

Seni her zaman sevdim. Çok sevdim, Lâl. Sen bundan şüphe duyduğun zamanlarda bile. Hatta biliyor musun? Kendi yanıma yakıştırmadığın, çirkin bulduğun zamanlarda bile. Benim için her zaman dünyanın en güzel ve özel kadını olduğunu anlayamadığın o zamanlarda da seni seviyordum.

Hayatımın karanlığına rağmen seninle kurduğum çok masalsı hayallerim vardı. İçinde hep senin ve çocuklarımızın olduğu o hayaller... Şimdi ne yazık ki elimde olmayan sebepler yüzünden yarım kaldı. Bana kızgınsın, biliyorum. Beni özlüyorsun. Bensiz yaşayamayacağını düşünüyorsun. Benim de sensiz yaşayamayacağım gibi. Ama sakın bir delilik yapıp yanıma gelmeye kalkışma. Çünkü sen ikimizin yerine de yaşamalısın. Buna izin vermeyenlere rağmen. Özgürlüğünü yok etmeye çalışanlara rağmen bunu yapmalısın. Çünkü benim âşık olduğum o savaşçı kadın bunu yapardı.

Ve unutmaman gereken bir şey var. Seni severek öldüm. Hep kalbinde yaşayacağım. Ne zaman istersen hep yanında olacağım. Hep seninleyim. Çünkü senden başka bir liman bilmiyorum.

Seni çok seviyorum.

V."

Yüzümü ıslatan gözyaşlarımı sildiğimde onunla ilgili her şeyin ne kadar acı verici olduğunu gördüm. Ve artık istesem de onunla son kez sarılamayacağımı. Ölümün soğuk yüzünü gördüm.

Arabadan inip aprona doğru yürüdüğümde kendimi yalnız ve ıssız hissediyordum. Aniden arkamda duyduğum sesle duraksadım. Tanıdık bir ses benim adımı haykırıyordu.

"Lâl!"

Usulca arkama döndüğümde birkaç adım öteme kadar yaklaşan adamla karşı karşıyaydım. Nikolai Miloradov. Vücudunu saran ve birkaç düğmesi açık mavi gömleği ve kot pantolonu vardı üzerinde. Kahverengi yumuşak mat deri, bağcıklı ayakkabısını giymişti. Yüzünde mahzun bir ifade vardı. Merakla çatıldı kaşlarım. "Miloradov?" Senin ne işin var burada der gibi çıkmıştı sesim.

Başını öne eğip yavaşça bana baktı. "Gidiyorsun." Amaçsız adımları bana yaklaştı.

"Onu kaybettikten sonra burada kalamam. Anılarımızla dolu bu yerde."

"Biliyorum." Omuz silkti. "Belki de haklısın."

"Sen neden buradasın?"

"Seninle vedalaşmak için geldim."

Ne tepki vereceğimi bilemedim. Yeterince yorgundum. Tepkisiz kaldım. Bu durumdan ne anlam çıkardığını bilmediğim adam bana sarıldığında duraksadım. Hiçbir şey hissetmiyordum. Ruhum boşalmıştı sanki. Bu yüzden ne öfke, ne haz ne de bu duyguların zıddı başka bir duygu yoktu içimde.

Kendimi toparladığımda geri çekilmek isterken adam benden önce davrandı ve savunmaya geçti. "Dostça bir sarılmaydı bu. İki dostun vedalaşması." Gözlerime baktı ve dürüstçe ekledi. "Onu sevdiğini biliyorum. Ve onu sevmeye devam edeceğini. İnsanın sevgiyi, aşkı içinden atması ne zordur biliyorum. Sen öğrettin. Bunu bilecek kadar sevdim seni. Hep de seveceğim. Beni sevmediğini bile bile. İster gurursuzluk de, ister onursuzluk. Ya da başka bir şey. Ne dersen de, ben seni hep bekleyeceğim. Gelmesen bile." Ağzımı açıp yanıt verecekken "Hiçbir şey söyleme." diyerek durdurdu beni. "Sadece vedalaşmaya geldim. Kendine iyi bak."

Karmaşık duygularımla ve yorgun bedenimle yalnızca başımı sallayacak gücü bulabildim kendimde. "Sen de."

Uçağa binmeden önce son kez arkama baktım. Beni seyrediyordu. Yavaşça elini salladı veda eder gibi. Onu geride bırakıp içeri girdim ve koltuğa oturdum. Birini bu kadar umutsuzca sevmek ne acıydı. En az benim artık hayatta olmayan birini sevmem kadar acı.

...

*


YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Beklenen gün geldi çattı, ilk bölümümüzle karşınızdayım! Bundan böyle yorumlar geldiği ve ilgi olduğu sürece her hafta Cuma günü yeni bölümlerimiz gelecek. Günü sizlerle birlikte anket aracılığıyla belirledik, umarım çoğunluğun memnun olacağı bir düzende ilerleriz. Ancak dediğim gibi bölümlerin düzenli gelmesi yine sizlerin ilgisi ve yorumuna bağlı. 💜 Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Yeni bölümümüzde bizi neler bekliyor olabilir sizce? Onu da tam olarak buraya yazabilirsiniz. ✨ İstek sahnelerinizi buraya iliştirmeyi unutmayın, hepsini okuyorum. 😘 Bölümler ilerledikçe ve kurgu açıldıkça daha farklı ve gizemli sorularım olacak ama şimdilik bu kadar. Unutmadan! Bu bölümü Glrjade , crescentt00 , Aleyna805105 , anonim_874 , ilaydafatma6 , sidaa4941 , kitapokumaknefestir , sedaboi2m ve hisjakzjaj okurlarıma armağan ediyorum. Yorumlarınızı eksik etmeyin, sizleri aşırı aşırı sevdiğimi unutmayın. 🥰 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%