Yeni Üyelik
13.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 11

@buzlarkralicesi

-11-

❝Lâl❞

Allah'ım, yer yarılsa da yerin dibine girsem.

Delirmek üzereydim. Ne olduğunu bile anlayamamış, aptal aptal etrafa bakıyordum. Ve bu oda hiç yabancı değildi. Hydra'ya geldiğimi hatırlıyordum. İçtim, götü başı dağıttım. Bir ara Niko geldi, beni toparlamaya çalıştı, odasına çıkardı, yatağına yatırdı ve... Sonrası yoktu.

Bildiğim tek şey Hydra'da, Nikolai'nin yatak odasında olduğumdu. Ve onun yatağında çırılçıplaktım. Korkunç. Daha da korkuncu ne biliyor musunuz? Banyodan su sesi geliyordu. Bir cesaret üzerimdeki çarşafa sarınarak karşımda duran dolabın aynasından şeffaf camlı banyoya baktığımda Niko'nun duş aldığını görebiliyordum. Paniğe kapıldım. Kafam karıştı. Ne yapacağımı bilemedim. Buradan gitmeliydim. Hemen. Ancak öte yandan dün gece neler olduğunu da öğrenmem gerekiyordu.

Ben bunları düşünürken su sesi kesildi ve Niko belinde havluyla banyodan çıktı. Bense can simidi gibi üzerimdeki çarşafa sarılıyordum. Geri zekâlı aptal, dün gece birlikte olduysanız bu çarşafa sarılmak ne işine yarayacak acaba? Aptal! Hayatımda çoğu kez aptallık yapmışımdır. Ama ilk defa bu kadar büyük çapta bir aptallık yapıyordum.

Elindeki küçük havluyla ıslak saçlarını kurulayan Nikolai sıradan bir ses tonuyla "Uyandın demek." sözüyle dün gece ne yaşandığına dair hiç sağlıklı doneler vermiyordu.

"Biz... Ne yaptık?"

Elleriyle yatıştırıcı bir hareket yaparak "Sakin ol." dedi yalnızca. Duymaya korktuğum soruyu başka şekilde tekrarlamak üzereyken Niko'nun telefonu çaldı. Uzanıp komodinden telefonunu aldı. "Buna bakmam gerek, önemli olabilir." Yüzünü bana döndü. "Sen duşa girebilirsin istersen. Wendy'den rica ettim, kıyafetlerinden getirdi. Banyodaki dolapta duruyor."

Nikolai aramasını yanıtladığında tüm vücudumu sardığım çarşafla banyoya kaçtım. Neler olup bittiğini anlamadığım gibi bir açıklık da getiremiyordum ve bu beni daha da delirtiyordu. Düşünsenize, hiç hatırlamadığınız bir gece geçiriyorsunuz ve ne olduğunu asla bilmiyorsunuz. Utanç verici.

Duşa girip üstümü değiştirdiğimde burada bir dakika bile duramayacak kadar utanç içindeydim. Kafam karmakarışıktı. Valentino'ya öfkelendiğim için yaptığım bu şey her neyse korkunçtu. Belki bir şey olmuştu belki de olmamıştı bilmiyordum ama sırf ona nefret duyduğum için yaptığım bu şey bana yakışmamıştı. Ona bir kez daha öfke kustum.

Banyodan çıktığımda Niko suitin buzlu cam kapıyla ayrılmış diğer yanında Rusça bir şeyler konuşuyordu. Kulak kabarttığımda işle ilgili bir şeyler olduğunu tahmin ettim. Zaten umurumda da değildi. O telefondaki işlerle meşgulken ben de Nikolai'ye görünmeden hızla sıvıştım oradan. Yeterince utanç verici bir durumdayken daha fazla küçülmek istemedim.

Eve vardığımda kafam darmadumandı. Kimseye görünmeden yukarı çıkıp odama kapandım. Niko arasa da açmadım. Aslında dün gece neler olduğunu deli gibi merak ediyordum ama onunla yüzleşemeye hazır değildim. Valent'e öfkeliydim. Dün gece bile hayalimde Valent'le yatakta. Hayır. Hayır, Lâl. Hayır. Bir şey olmuş olamaz. O bir yalanla aşkınızı kirletmiş olabilir ama sen bunu yapamazsın. Sen ona sadakatle bağlıyken bunu yapamazsın.

Kendime kızıyordum. Ama Valent'e ihanet ettiğim için değil. Çünkü düne kadar hayatımda Valentino yoktu. O ölmüştü. Teknik olarak 2 yıl boyunca hayatımda biri olsa da ona ihanet etmiş sayılmazdım. Ancak kendime kızmamın asıl sebebi Valent'e değil, ona olan aşkıma ihanet etmiş olma ihtimalimdi. Ben ona öfkeliyken de onu seviyordum ki. Ondan nefret ederken de öyle. O öldüğünde de Valent'i seviyordum. Bir daha dönmeyeceğini sanırken de. Her durumda kalbimde yalnızca o vardı. Bundan sonra yeniden bir araya gelmemiz imkânsızken de öyle olacaktı. Yani Valent söylediği bu yalanla bana, bize ihanet etmiş olabilir ama ben bunu yapmazdım. Ona asla dönmeyecek olsam bile yapmazdım. Kalbim buna izin vermezdi. Benim kendime kızma sebebim de tam olarak buydu. Valent'e değil kalbime, kalbimdeki bu aşka ihanet etmiş olmam tehlikesi. Çünkü o zaman kendime olan saygımı da kaybederdim. Beynim tüm bu dolambaçlı düşüncelerle doluyken sabahın henüz erken saatlerinde olduğumdan vurup kafayı yattım.

Ne kadar süre uyuduğumu bilmiyordum ama yatakta bir temiz dayak yemişim gibi tüm vücudum ağrırken kapının çalmasıyla uyandım. Başımı dahi kaldıramadan "Gir!" diye seslendim.

İçeri Wendy girdiğinde kıyamet kopmuş gibi davranmadı ancak benim için endişelenmiş gibi görünüyordu. Oysa ben Nikolai'de kaldığım için üçüncü dünya savaşı çıkarır sanmıştım. Kızımmmmm neler olmuş öyleee falan demesini bekliyordum ama öyle yapmadı. Yalnızca "Nerelerdeydin? Başına bir iş geldi sandım." demekle yetindiğinde beni şaşırttı. Yatağın kenarına oturdu şefkatle.

İçimdeki suçluluk duygusuyla kendimi yiyip bitirirken dudaklarımı yemeye başladım. "Başıma bir iş mi geldi, ben de bilmiyorum ki."

"Kızım böyle konuşup korkutmasana beni. Zaten gece de Niko'da kalmışsın." Göz kırptı sorgular gibi. "Ne iş?"

"Ya uyandığımda yatakta çırılçıplaktım."

"Ne?" diye çığlık attı Wendy. Az öncekinin aksine gösterdiği Wendy'ce bir hareketti bu. Susmasını işaret ettiğimde sesini alçalttı. "Nasıl yani? Sen şimdi-"

"Ya bilmiyorum Wendy. Hatırlamıyorum. Valentino'ya öfkelendim. Zil zurna sarhoştum. Öfkeyle kalkıp zararla oturdum. Şimdi utancımdan Niko'nun yüzüne bakamıyorum. Arıyor, açmıyorum. Ya ben bunu nasıl yaparım Wendy? Nikolai'nin bana karşı ilgisi olduğunu bile bile nasıl?" Sağ elimi saçlarımdan geçirirken çaresizce iç çektim. "Kafam karmakarışık. Bir şeyler olduysa..."

Neyse ki Wendy benden daha serinkanlı yaklaştı duruma. E sonuçta Niko'nun yatağında çırılçıplak gözlerini açan o değildi. "Dur canım, hemen öyle şey yapma." Beni sakinleştirmek ister gibi ekledi. "Nikolai öyle biri değil bence. Yani sen sarhoşken senden faydalandığını sanmıyorum ben." Bu söylediklerine inanmayı o kadar çok istiyordum ki. Hemen inanmaya hazırdım. Sonra çözüm odaklı arkadaşım "Ivan'ı devreye sokmamı ister misin?" diye sordu.

"Nasıl yani?"

"Dün geceye dair Nikolai'nin ağzını arasın mı? Siz ikiniz şey yaptınız mı diye..."

"Ha oldu Wendy. Hatta sen bizim mahallenin cami minaresine çık, bunu anons et, nasıl fikir?"

"Tamam kızma canım. Sadece bir fikirdi. Hani yakın erkek arkadaşlar konuşurlar ya aralarında. Sen de Niko'nun yüzüne bakamam deyince. Aklıma başka bir çözüm fikri gelmedi."

Kendi derdime düşmekten Wendy'nin açıklamasını bile umursayamıyordum. "Offf... Valent'e öyle öfkeliydim ki Wendy, her şeyi yapmış olabilirim."

"Onu fark ettim. Valent'in odasından bir çıkışın vardı, yıldırım gibi çakıyordu gözlerin."

"Ona olan aşkım, nefretim dengemi bozdu. Olmadığım birine dönüştürdü beni. Delireceğim."

"Sen şimdi biraz sakin ol tamam mı? Bugün de kliniğe falan gitme. Zaten bok gibi görünüyorsun." Yorganı üzerime örterken "Dinlen, kafanı toparla. Sonrasına sonra bakarız." dedi. Yatağın kenarından kalktı. Odadan çıkmak için hazırlanırken durdu. Söyleyip söylememe konusunda kararsız kaldıktan sonra söze girdi. "Sen burada yokken Valent geldi. Dün bütün gece bekledi. Sen gelmeyince de sabaha karşı gitti."

"Şeytan görsün yüzünü!"

"Sormaya korkuyorum ama... Şimdi ne olacak Lâl?"

"Bilmiyorum, Wendy."

Bir süre birbirimize anlamsızca baktıktan sonra konuyu kapattı. "Neyse, bunları sonra konuşuruz. Sen şimdi dinlenmene bak."

O dinleneyim diye sessizce odadan çıktı çıkmasına da bende dinlenecek hâl mi vardı? Kafamda filler tepişiyordu. Bir yanda Nikolai ile geçirdiğim o anlamsız gece, bir yanda Valentino'nun dönüşü. Her şey birbirine girmişti ve ben ne düşüneceğimi şaşırmıştım. En sonunda bunları düşünürken sızmışım.

Ertesi sabah olduğunda asla dinlenememiş bir biçimde kahvaltıya indim. Odama kapanamazdım, bugün büyük gündü. Uras çıkıyordu. Kerem'le onu karşılamaya gidecektik. Ama öncesinde biraz da olsa bir şeyler yemeliydim. Nasıl olacaksa artık.

Kahvaltı masasına geldiğimde Evin ve Giray yoktu. Ahmet de magazin bir dedikodu olduğu için memnun muydu ya da sadece yıllardır öldü sandığı ve fotoğraflarda gördüğü adamı canlı canlı gördüğüne şaşkın mıydı bilmiyordum ama çenesi açılmıştı iyice. "Peki İtalyan eniştenin hayatta olmasına kaç puan veriyorsunuz? Ne biçim kerizlemiş kızım seni ya. Ce eee diye hortlayıp çıktı bir anda ortaya."

Wendy yanındaki Ahmet'e bir dirsek atıp "Canına susamadıysan bu konuda sakın şaka yapayım deme." diye mırıldandı ağzının içinden.

"Yok canım, şaka yapacak değilim. Sadece şaşırdım hayatta olmasına." Sanki yeterince şaka yapmamış gibi. Çatalına taktığı peyniri ağzına atıp çiğnedikten sonra bu kısa süreli sessizliği bozdu. "Yalnız İtalyan enişte fotoğraflardan da taşmış ha." Sanki imrenir gibi bir tavrı olmasa gay olduğunu düşünebilirdim. Sonuçta kimse durduk yere hemcinsine bu kadar iltifat etmezdi. Lâl yani sen de şimdi... Senin burada hayatın koca bir yalan çıkmışken tek derdin Ahmet'in cinsel yönelimi mi olmalı sence? Ahmet aynı imrenme ifadesiyle kaşlarını kaldırıp başını ağır ağır aşağı yukarı salladı. "Heybetli adammış."

Burnumdan solurken ve çatalımla tabağımı kazarcasına kurcalarken "Onun ben heybetini sikeyim." diye tısladım. Öyle öfkeliydim ki ona karşı, bir süredir var olan sakinliğimden eser yoktu.

Ahmet cevabını almış bir biçimde yüzündeki şaşkınlık ifadesini bir süre koruduktan sonra benimle empati yaptığını gizlemeksizin "Yani bence de ikisi arasında kalman çok normal." dedi. Tabağını kurcalarken kendi kendine konuşuyormuş gibi söylenmeye devam etti. "Bir yanda Rus bir yanda İtalyan. Böyle de sanki Burak Özçivit'le Kaan Urgancıoğlu arasında kalmış Nihan gibi oldu. Benim bile kafam karıştı valla. Adam bir de hastaneyi satın almış, şaka gibi. Yani şuan adam bildiğin hepimizin büyük patronu."

Bu muhabbetten Türkü'ye bile gına gelmiş olacaktı ki duruma müdahale etti. "Ahmet sen susacak mısın artık?"

"Aman tamam be. Adamın ölmemiş olması şaşırtıcı değil, benim konuşmam mı şey oldu?"

O sırada konuyu kapatmak için can havliyle "Evin'in morali çok bozuk." diye atıldı Wendy. "Mehmet'den ayrılmış." Soru dolu bakışlarıma karşılık ekledi. "Yine aldatmış."

Bense bu duruma o kadar alışmıştım ki başımı kaldırmadan "Barışırlar." yanıtını verdim enerjisiz bir şekilde. Şuan bu masada son olan olaylardan dolayı bu olayın bir haber değeri bile yoktu. Yani birinin mezarından hortlaması mı daha ilginç olurdu yoksa arkadaşınızın toksik sevgilisinden yüzüncü kez ayrılması mı? Bence cevabı çok iyi biliyorduk.

"Bu defa kesin bitti diyor."

"Kaç defa kesin bitti Wendy, yine barışır onlar."

Ahmet ilgiyle bana döndü. "Şimdi bu ex enişte bizim hastanenin sahibi olduğuna göre onun hakkında biraz bilgiye sahip olmamız gerekiyor değil mi?" Dirseğini masaya dayayıp "Bu Valentino Riccardo nasıl biri? Yani nelerden hoşlanır, nelerden hoşlanmaz?" diye sorarken beni dinlemeye hazırdı.

"Ne o, sen mi evlenmeyi düşünüyorsun?"

"Yok be kızım, şimdi hastanenin sahibi ya. Yamuk yapmayalım adama. Biraz tüyo ver işte. Suyuna gidelim adamın."

"Orası ticarethane değil Ahmet, hastane. Bizim görevimiz de insanlara iyi gelmek. Valentino'ya yaranmak zorunda falan değiliz."

"Öyle deme kızım, adam hakkında kapalı kapılar ardında mafya falan diyorlar. Yani ben ilk başta İtalyan olduğu için sallıyorlar sandım ama duruşu giyimi kuşamı falan bana biraz şey geldi." Tetiklenmiş gibi yüzünü bana döndü korkuyla. "Doğru mu o bilgi? Yani senin şu eski nişanlın mafya falan mı? Kafasını bozarsak topuğumuza sıkar mı?"

"Ahmet sen işine bak, hastalarınla ilgilen, kimse sana bir şey yapamaz. Hadi canım. Hadi." Onu pışpışladıktan sonra masadan kalktım. "Ben bugün kliniğe gelmiyorum arkadaşlar, dolayısıyla öğle yemeğinde de beraber olamayacağız. Bugün Uras çıkıyor, biz de Kerem'le onu karşılamaya gideceğiz. Artık akşama görüşürüz."

Gri ceket pantolon takımımı giydikten sonra Uras'ı karşılamaya hazırdım. Geçerken Kerem'i de aldım ve gidip Uras'ı karşıladık. O da en az bizim kadar mutluydu. Özgür olduğu ve yeniden bir arada olduğumuz için memnundu. Tabii biraz zayıflamıştı ama çıktığına göre zamanla toparlayacaktı.

Kerem bir dakika bile Başkan'la kalmak istemediği için geceden eşyalarını toplayıp yanına almıştı. Onları bir otele yerleştirdikten sonra Kerem lavaboya girdiğinde Uras'la baş başa kaldık. Elini şefkatle tutup kabul etmeyeceğini bile bile içinde biraz para olan bir zarf verdim ona.

"Bu ne Lâl?"

"İçerden yeni çıktın, lazım olacak."

"Ben bunu kabul edemem."

"Nedenmiş? Kardeş değil miyiz biz?"

"Orası öyle ama-"

"Hapisten yeni çıktın, Uras. Paran yok. Buna ihtiyacın var. Ben aynı durumda olsam sen de bunu yapmaz mıydın?"

"Tabii ki yapardım, Lâl. Orası ayrı da şimdi-"

"Ayrı mayrı anlamam ben. Lütfen kabul et de üzme beni." Avcunu kapattım. "Kerem görmeden sok şunu cebine."

"Borç olarak kabul ediyorum."

"Ay iyi anladık al şunu."

Mahcubiyetle cebine koyduğu paradan sonra bana döndü ve duygusal bir ifadeyle konuşmaya başladı. "Bizim için yeterince şey yaptın. Kerem'e kol kanat gerdin. Senin sayende gözüm arkada kalmadı. Daha fazla sana yük olmak istemiyorum."

"Ne saçma sözler bunlar! İyilik mi yarıştıracağız burada? Ben müşkül durumda olsam yanımda olmayacak mıydın?"

"Olurdum tabii."

"E o zaman? Neyi uzatıyoruz burada?"

Temkinli ve hassas bir ifadeyle karşılık verdi. "Senin de bir darboğazda olduğunu biliyorum."

"Öyle bir şey yok bir kere. Abartılmış." Maddi durumumun önceki günlere göre çok iyi olduğu söylenemezdi. Ama ben hiçbir zaman para kaynaklı sorunlarla yere kapaklanmamıştım ki. Benim genellikle sorunlarım parayla çözülemeyecek cinsten çıkmazda bırakan şeylerdi. Ayrıca darboğazda bile olsam kalkıp da bunu Uras'la paylaşıp dert yanacak değildim. Adam içerden yeni çıkmıştı. Onun umuda ihtiyacı vardı. "Sen kuracağın yeni hayata, açmak üzere olduğun yeni, temiz sayfaya odaklan. Ve bir daha belaya bulaşmamaya bak."

Uras'ın yanından ayrılıp Kerem'i okula bıraktıktan sonra eve geri döndüm. Bir şey olmamış gibi Valentino ve Nikolai'nin yetmiş kere aradığı telefonumu kapatıp yatağa uzandım. Hiçbir şey düşünmeden uyumaya baktım. Biraz sessizliğe ihtiyacım vardı. Kendimle kalmaya.

Sanırım biraz olsun işe yaramıştı. Ertesi gün biraz daha iyiydim. Hâlâ yüzleşmeye hazır olmasam da bundan daha fazla kaçamayacağımı iyi biliyordum. Yine gri takımımı giydim ve makyajıma da fazla özenmedim. Saçlarımı biraz dalgalandırıp çıktım. Bugünün de diğer günlerden bir farkı yoktu. Özenilecek bir şey de yoktu.

Kliniğe geldiğimde bekleme odasında Nikolai ile karşılaştığımda kısa bir an duraksadım ancak geri adım atmadım.

Beni defalarca arayıp ulaşamadığı için yorgun düştüğü belli olan adam "Biraz konuşabilir miyiz artık?" diye sordu. "Bu kaçma kovalamaca bittiyse."

Saatime baktım. Bahane edebileceğim bir danışanım yoktu. Kısa bir an tereddüt ettikten sonra onayladım ve odama geçtik. Bense hâlâ onun yüzüne bakabilecek durumda değildim. Göz göze gelmeden karşımdaki koltuğu gösterdim. "Buyur, otur."

"Artık böyle mi olacak?"

"Nasıl?"

"Güzel yüzünü hep saklayacak mısın benden? Yüzüme bakmayacak mısın? Hep kaçacak mısın?"

"Nikolai..."

"Apar topar çıkıp gittin Hydra'dan. Konuşmama bile müsaade etmedin. Aradım, açmadın. Dün kliniğe de gelmemişsin. Başına bir şey geldi sandım."

Nereden başlayacağımı bilmiyordum ama bir yerden başlamam gerekiyordu. "Nikolai, bak... O gece aramızda ne yaşandı bilmiyorum. Hatırlamıyorum. Ama ben-"

"Lâl..."

Bir şey söylemesine fırsat vermeden "O geceyi unutalım lütfen." dedim aniden. "Unutsak... Olmaz mı?"

Abartılı bir hayretle kaşlarını kaldıran adam elleri ceplerinde "Nasıl yani, hepsini mi?" diye sorduğunda neyi kast ettiğini anlayamadığım için meraka kapıldım.

"Hepsini mi derken?" Yanıtından korktuğum bir soru sorduğumun farkındaydım ama gerçeklerle yüzleşmeden devam edemeyeceğimi de iyi biliyordum. "Tam olarak... Ne oldu dün gece?"

"Nasıl yani? Hiçbirini mi hatırlamıyorsun?" Olağan bir şeymiş gibi sıralamaya başladı. "Üstüme atladığını, seni istiyorum, benim ol, benim ol diye haykırdığını da mı?"

"Ne?" Nefesimi tuttum ve ellerimle yüzümü kapattım. "Allah'ım, yer yarılsa da yerin dibine girsem." Nikolai gülerken utancımdan iki saniye olsun sıyrılıp "Ne gülüyorsun be manyak manyak?" diye sorabilmiştim.

"Ah, Lâl... Lâl..." Sayıklar gibi söylendikten sonra iki adım atıp tam karşımda durdu. Benimle göz göze geldi. "Lâl, o gece hiçbir şey olmadı."

Gergin vücudum birden çözülürken merakla Niko'ya döndüm. "Ne?"

"Aramızda sandığın gibi bir şey geçmedi. Zaten benim böyle bir şey yapabileceğimi nasıl düşündün anlamadım."

"Ben-"

"Sen o durumdayken, sarhoş ve savunmasızken sana dokunmazdım Lâl. Senden asla faydalanmam ben. Öyle biri değilim. Bana güven."

Ona hâlâ temkinli bir biçimde yaklaşırken karşılık verdim. "Niye güvenecekmişim? Sen benim babamın oğlu musun?" Nikolai yine başını öne eğerek gülmeye başladı. "Yine ne gülüp duruyorsun deli gibi?"

"Çok garip deyimlerin var." Utangaç bir itirafta bulunur gibi "Çok tatlısın." diye mırıldandı.

İltifatıyla ilgilenemeyecek kadar kendi derdime düştüğüm için konuyu değiştirdim. "Peki, madem aramızda bir şey olmadı... O zaman ben... Neden yatakta çırılçıplaktım?"

"Sence?" Gözlerini devirerek açıkladı adam. "O kadar çok içmiştin ki kustun. Ben de üstünü çıkarmak zorunda kaldım, üzgünüm." Sağ elinin iki parmağını birleştirip havaya kaldırdı aceleyle. "Ama çıplak vücudunun tek zerresine bile bakmadığıma emin olabilirsin. Miloradov sözü." İkna olmak üzereydim ve bunun farkında olan adam omuz silkerek ekledi. "Zaten gece o odada bile kalmadım. Sana dokunmadım. Daha önce de söylediğim gibi, Lâl, seninle hayal ettiğim şey duygusuz bir sekse indirgenecek basit bir şey değil. Sen istemediğin sürece sana asla dokunmam."

Gözlerimin içine bakan adamla bakışmaya bile yüzüm yokken sustum. Ne diyebilirdim ki bu durumda?

"Oldu mu şimdi? Bütün parçalar oturdu mu? İçin rahatladı mı?"

"Evet, Nikolai, teşekkür ederim. Ben..." Sağ elim ensemi ovduktan sonra saçlarımı karıştırırken devam ettim. "Kafam çok karışık. Her şey alt üst oldu. Bütün dengem bozuldu."

"O döndü diye mi?" Öğrenmişti demek. Valentino Riccardo'nun döndüğü haberi hızla yayılmıştı.

Bense "O bana yalan söyledi diye." sözüyle düzelttim.

Bir süre bakıştıktan sonra ensesini kaşıyan adam herhangi bir yorum yapmadı. "Ben gitsem iyi olacak. Senin de işlerin vardır."

"Tamam, tekrar teşekkür ederim." Önümden geçen adam tam kapıya uzanırken durdurdum. "O söylediklerin neydi öyle peki? O gece ben gerçekten senin üstüne atlayıp-"

Olağan ifadesiyle karşılık verdi. "Ha beni sıkıştırıp kalçamı mıncıklayarak taciz etmenden mi bahsediyoruz?"

Yeniden utanç içinde yüzümü kapattığımda o an ne düşüneceğimi bilemiyordum. Aklımda, hayalimde Valentino varken her şeyi yapmış olabilirdim. Çünkü karşımdakini o sanmıştım. "Offf... Nikolai."

Bana yaklaşıp ellerimi aynı şefkatle yumuşakça tutup indirdiğinde gözlerime baktı. "Şakaydı." Gülen gözleri samimiydi. "Şaka yaptım. Öyle bir şey olmadı. O gece utanmanı gerektirecek hiçbir şey olmadı, Lâl. Artık rahatla lütfen."

Bakışlarındaki güven veren ifadeye başımı sallayarak karşılık verdim. Öğrendiklerimle içim rahatlamıştı.

❝Valentino❞

Odamda oturmuş 2 gündür hastaneye gelmesini beklediğim kadını düşünüyordum. O ise beni 2 sene beklemişti. Hangimiz daha çok acı çekmiştik? Hiç kuşkusuz oydu en çok acıyı çeken. Ben ondan ayrı kaldığım her gün ölüyor olsam da onun hayatta olduğunu biliyordum. Ancak o beni öldü sanıyordu.

Düşüncelere dalarken aklım hâlâ 2 yıl sonraki ilk karşılaşmamızdaydı. Onu korkutmuştum, üzmüştüm. Ait olduğum hayata dair mecburiyetlerim yüzünden. Neler yaşadığını tahmin bile edemiyordum. Lâl'i kaybettiğimi bir an düşünüyordum da. Tanrım, ona böyle bir azap çektirmek istemezdim. Ama böyle olması gerekiyordu. Onun için.

Evine gitmiştim ama orada yoktu. Bir gece ortadan kaybolup yeniden eve döndüğünde içim biraz olsun rahatlamıştı. Bu tek parça ve sağlıklı olduğunu gösteriyordu.

İki gündür hastaneye gelmesini bekliyordum. Ne durumda olduğunu tahmin bile edemiyordum. Bana çok öfkeliydi. Haklı olarak. Bekleyecektim. Öfkesi geçene kadar, konuşmama, anlatmama izin verene kadar bekleyecektim. Artık buradaydım. Ve hiçbir yere gitmeye niyetim yoktu. Onu yeniden kazanana kadar ne gerekiyorsa yapacaktım.

Kapı çaldığında içeri Montrel girdi. Beklediğim haberi vermeye gelmişti anlaşılan. Dikkat kesilmiş onu dinlerken "Efendim, Lâl Hanım kliniğe giriş yapmış." dedi.

Aniden yerimden kalkıp odadan çıktım. İçim koşa koşa ona gitmek isterken bu heyecanımı ve acelemi bastırıyordum. Usulca hastaneden çıkıp kliniğe girdiğimde randevuları düzenleyen asistan hayalet görmüş gibi bana bakarken gözlerindeki hayranlığını gizlemiyordu. Tüm bunları umursamadan koridora ilerledim. Onun "Lâl Hanımın misafiri-" demesine kalmadan kendimden emin bakışlarımla göz teması kurdum ve bu bile kadının susmasına yetti.

Koridorda ilerlerken konuşmaların olduğu kapının önünde durdum. Lâl'in yanında bir başkası vardı. Bir erkek sesi. Yaklaştıkça sesin benzerliği tüm vücudumun gerilmesine sebep oldu.

Miloradov.
Yokluğumda Lâl'i kazanmak için fırsat kolladığına adım gibi emindim. Onun için ne gerekiyorsa yaptığına da aynı şekilde. Lâl'in kafasını karıştırmak için elinden ne geliyorsa yapmıştır. Bu düşünce dişlerimi sıkmama ve çenemin kasılmasına sebep oldu.

"Artık böyle mi olacak?" diye soruyordu Lâl'e.

"Nasıl?"

"Güzel yüzünü hep saklayacak mısın benden? Yüzüme bakmayacak mısın? Hep kaçacak mısın?" Dişlerimi sıktım. Onun beynini dağıtmamak için tek bir sebebim bile yoktu.

"Nikolai..."

"Apar topar çıkıp gittin Hydra'dan. Konuşmama bile müsaade etmedin. Aradım, açmadın. Dün kliniğe de gelmemişsin. Başına bir şey geldi sandım."

Bir süre sessizlik sürüp gittiğinde yeniden Lâl'in sesini duymak güzeldi. Ancak söyledikleri olduğum yerde kaskatı kesilmeme sebep olmuştu. "Nikolai, bak... O gece aramızda ne yaşandı bilmiyorum. Hatırlamıyorum. Ama ben-"

"Lâl..."

"O geceyi unutalım lütfen." Olduğum yere çivilenirken tüm vücudum buz kesmişti. "Unutsak... Olmaz mı?"

O geceyi unutalım. Bu ne demek oluyordu? Hangi geceydi bu? Aralarında ne yaşandığını düşündükçe, hayal ettikçe delirecek gibi oluyordum.

Işık hızıyla koridoru geçip klinikten çıktım. Rüzgâr gibi hastaneye girip kimseyi gözüm görmeksizin kapıyı çarparak odama girdim.

O gece. O geceyi unutalım.

Kulağımda Lâl'in sesi yankılanıyordu amansızca. Miloradov'la aralarında bir gece konusu döndüğüne göre bir şeyler olmuştu. Deliriyordum. Bunu düşündükçe aklımı yitirecekmişim gibi hissediyordum. Kendime engel olamıyordum. "Kahretsin!" diye bağırdım öfkeyle. Tüm masayı öfkeyle ve hışımla dağıtırken işleri bu noktaya getirdiğim için kendime kızdım. Bunu yapmak zorunda olsam dahi kendimden nefret ediyordum. "Orospu çocuğu." diye tısladım. Onu daha önce öldürmeliydim.

Eğer Miloradov'la bir şeyler yaşadıysa Lâl'e kızamayacağımın farkındaydım. Bu beni öldürürdü. Ama ona kızamazdım. Kendime kızabilirdim, kendimden nefret edebilirdim ama ona kızmaya hakkım yoktu. Sonuçta o beni öldü biliyordu. Hayatına devam etmesinden daha doğal ne olabilirdi ki?

Duvardaki rafta duran küçük aynadan kendi yansımama baktım. Kuduz köpekler gibi görünüyordum. Öfkeden kararmış ve kızarmış gözlerim ve sert yüzümle buluştu bakışlarım. İşleri bu noktaya getirdiğim için kendime inanılmaz bir nefret ve öfke duyuyordum.

Lâl ve Miloradov arasında nasıl bir gece geçmişti?

O gece neler olmuştu?

...

*


YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Nasılsınız ? 🌼 Öncelikle bu bölümü asivenom17 , mirdurmaz , tamamaensinbebem , Tatudask , EcrenElb , gurbuzhava , AyferYavas , drinkwinebehigh , Kefal1324 , isimsizkatip ve AdaKirazl okurlarıma armağan ettiğimi belirtmek isterim. 🎁 Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Yeni bölümde neler olacak sizce? Valentino bu durumda ne yapacak, ne tepki verecek? Buraya yazabilirsiniz. Tahmin, teori ve istek sahnelerinizi de buraya yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%