Yeni Üyelik
22.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 20

@buzlarkralicesi

-20-

❝Lâl❞

Üzerine saldırmak için her daim hazır olan ben, delici gözlerimle tam da yumruk indirmelik suratına baktım. "Sen ne saçmalıyorsun be? Rio'da bir gece ne demek?" Sessiz kalarak arkasına yaslanan adam sağ işaret parmağını dudak çizgisinde tembelce gezdirirken çapkın bakışlarıyla beni ve tepkilerimi seyrediyordu. Ve yanıt vermek için hiç de aceleci görünmüyordu. Aniden kafama dank etti. "Club Rio senindi, değil mi?" Gözlerimi kısarak sorgular gibi yüzüne baktım. İnkâr etmedi. Otelin ona ait olduğunu biliyordum çünkü orada bir geçmişimiz vardı. Ama Club Rio... Meğer en başından beri her şey açık seçik önümdeymiş de ben görememişim. Öfkem, kısa süren şaşkınlığımın önüne geçti. "Bunca yaptığın şeyden sonra bir de seninle mecbur kaldığım için yatacağımı mı sandın?"

Bedenime sorsalar herhâlde mecbur kalmana gerek yok yanıtını verirdi. Neyse ki arsız vücuduma sormuyordum. Gururum vücudumun herhangi bir zerresine fikir sorma alçaklığına düşmüyordu.

Karşımdaki adamsa gayet keyiflenmiş bir ifadeyle yüzüme bakmaya devam etti. Tek kaşını kaldırıp hazırcevap bir ifadeyle "Ağzımdan seks yapmak kelimesi çıktığını hatırlamıyorum." diye karşılık verdiğinde başını sahte bir ayıplama ifadesiyle iki yana sallıyordu. Ne? Dumura uğradım. Ne demeye çalıştığını anlamıyordum ki. Bir kılavuzu olsa da anlasam. Yaramaz bir çocuk gibi ekledi. "Ama anladığım kadarıyla senin aklın direkt o kısma kayıverdi. 2 yıldır o anı bekliyor olduğunu varsayarsak..." Beni hazırlıksız yakalandığım bir silahla vurmaya çalıştığını gizlemiyordu.

Tam son cümlesine şarlayacaktım ki aklım karmakarışık oldu. "Ne? Ne diyorsun Valentino, manyak ettin beni ya!"

"Bir gece yatağıma gir demedim, Lâl. Benimle bir gece geçir dedim. Önce bir akşam yemeği yeriz, sessiz sakin bir yerde konuşuruz. Haftalarca beni dinlemediğin ve anlatmak istediğim her şeyi anlatırım. Planım buydu." Bilmiş bilmiş kaşlarını kaldırarak ekledi. "Biraz sabırlı olup beni dinlemeyi becerebilirsin değil mi?"

Donup kalmış bir ifadeyle "Nasıl yani? Bu mu? Bu kadar mı?" diye sordum. Tehlike geçmiş gibi görünüyordu. Valentino benimle yatmak istemiyordu. İstemiyor muydu? Dur şimdi, konu o değil. En azından bu gece benimle sevişme planı içerisinde değildi. Ya da tepkimi görüp çark etmişti, bilemiyordum. Ancak en azından teklifinde seks içeren bir madde göremiyordum. Yani bu da tehlike altında olmadığımı, her şeyin kontrolüm altında olduğunu gösteriyordu. İnanmazca tekrar ettim. "Hepsi bu kadar mı?"

"Evet, bu kadar." İmalı bir yüz ifadesiyle ekledi. "En azından teklifi sana sunarken benim planım buydu." Çapkın bakışları beni çırılçıplak soyar gibi baştan aşağı süzerken yüzündeki şeytani ifade tanıdıktı. "Ama sen daha ileri gitmek için ısrarcıysan..." Sanki zar zor ikna edilmiş gibi kendini ağırdan satar bir edayla dudak büktü. "Eh, tamam. Onu da yaparız."

"Sapık sapık konuşup tepemi attırma benim!"

Kaşlarını kaldırarak "İlk edepsizleşen sen oldun." diye karşılık verdi Valentino.

Teklifinde samimi olduğunu nasıl anlayabilirdim? Sonuçta beni kandırıp otel odasına girer girmez üzerimdekileri çıkarıp bana zorla sahip olacak hâli yoktu ya. Bunun düşüncesi bile çok komikti. Zaten Valentino asla öyle biri değildi. Buna ihtiyacı da yoktu. Bana dokunduğu an vücudumun alarm verdiğini göz önünde bulundurursak. Ama bu teklifindeki amacı çözemiyordum. Beni cazibesiyle etkilemeyi mi planlıyordu yoksa sadece derdini anlatmak için kendine bir şans mı yaratmaya çalışıyordu? Belki de her ikisi birden. Anlamak için yapmam gereken tek şey bu teklifi kabul etmekti.

O an düşünüp taşındım. Bu anlaşma beni bir zarara sokacağa benzemiyordu. Kısa bir an ateşkes imzalamaya hazır, sakin bir ifadeyle ona baktım. Mağrur bir biçimde başımı kaldırdım. "Eğer teklifinde ve şartlarında samimiysen..." Elimi uzattım. "Anlaştık."

Benimle el sıkışırken "İkimiz için de kârlı bir anlaşma oldu, Lâl Alsancak." dedi cazibesi kemerine sıkıştırdığı silahtan bile tehlikeli olan adam. Delici bakışlarındaki özgüvenin insanı nasıl etkisi altına aldığından bahsetmeme bile gerek yoktu herhâlde. "Akşam sekiz senin için uygun mu?"

İki saniye kadar düşündükten sonra başımı salladım. "Uygun." Elindeki sıcaklıktan farklı ve ayrılması zor bir enerji aldıktan sonra zar zor elimi geri çektim. "Akşam görüşmek üzere, Valentino Riccardo."

"Görüşmek üzere, Lâl Alsancak."

Arkamı dönüp odadan çıktığımda hâlâ bakışlarının üzerimde olduğunu hissetmek farklı bir histi. Her adımımı ve hareketimi tartmak ve kontrol altında tutmak zorundaymışım gibi diken üstünde hissettiriyordu. Ona cesaret verecek ya da davetkâr gelecek bir şey yapmamaya gayret ettim. En azından bu konuda Valentino Riccardo'ya meydan okumamam gerektiğini biliyordum. Yani... Seks konusunda.

Kliniğe gitmek için hastanenin girişine döndüğümde güvenlik görevlisi üniformasıyla Uras duruyordu. Onu bu şekilde resmi görünce çok hoşuma gitti. Mutlu bir gülümsemeyle yanına yaklaştım.

Omzuna dokundum ve "Can güvenliğimiz için en yetkili kişiyi gördüğüme göre korkulacak bir şey yok." diyerek güldüm. Aynı şekilde o da güldü.

"Ya, dalga geçme."

"E üniforma yakışmış ama." Beğeniyle süzerek ekledim. "Yakışıklı görünüyorsun."

"Sağ ol, prenses." Göz kırptı Uras. Onu ilk defa böyle mutlu ve umut dolu görüyordum. Her ne kadar Başkan'ın hastanesinde çalışmaktan zevk almıyor olsa da kabarık sabıkasına rağmen iş bulmak onu mutlu etmişti. En azından hayata karşı daha umutlu bakıyordu. "Laf olsun diye söylemiyorum, Lâl. Her şey için teşekkür ederim."

"Aman canım, ben ne yaptım?"

"Çok şey yaptın." Başımı öne eğdim. Onun "Bu şeytanların arasında insan çıkan belki de tek kişisin. Yaptığın iyilikleri hayatımın sonuna kadar unutmayacağım." sözüne rağmen bir tepki vermedim.

"Biz kardeşiz, Uras. Bunu unutmasan iyi edersin. Eğer böyle konuşmaya devam edersen küseceğim ve küstüğümde hiç de hoş biri olmuyorum."

"Aman, tamam. Cadaloz hâllerini özlemiyorum hiç."

Gülüştük. Yanından ayrılmadan önce "Bir derdin, sıkıntın olursa yerimi biliyorsun. Direkt benle muhatap ol." demeyi ihmal etmedim.

"Tamam, merak etme sen."

Kliniğe geçtiğimde danışanım gelmek üzereydi. Saatime baktım. Belki de bir kahve içecek vaktim vardı. Şebboy'a gülümseyerek odama geçtim. Masanın üzerinde duran kutuya baktım. Valent'in doğum günümde verdiği kutu. Hâlâ açmamıştım. İçinde ne olduğunu bilmiyordum. Bazı tahminlerim vardı. En azından Valent'in ortalardan kaybolmasıyla alakalı ya da onu açıklayacak bir şeyler olduğunu anlamıştım. Ama bununla yüzleşmeye hazır mıyım emin değildim doğrusu. Kutuyu elime alsam da bir kez daha açıp bakma cesareti göstermeden masaya geri bıraktım. Hazır değildim. Korkuyordum. Onu sonsuza dek affedememekten korkuyordum. Şuan bile ona o kadar öfkeliydim ki.

Bu zamana kadar neden korktuysam itinayla başıma gelmişti. İçinde ne olduğunu bilmediğim bu cansız kutudan neden bu kadar korktuğumu da anlamıyordum. Ne çıkacaktı içinden, kesik parmak falan mı? Belki daha korkunç bir şey. Valent'i sonsuza dek affetmeme engel olacak bir şey. Öyleyse Valentino bu kutuyu bana neden versin ki? Öte yandan kutuyu verirken söylediği şey de kafamı karıştırıyordu. Belki beni daha iyi anlayacaksın belki de benden nefret edeceksin, demişti.

Telefonum çalarken bunu düşünmemeye çalıştım. Bana yardımcı olan sesin sahibine, telefonuma döndüm. Ekrana baktığımda arayanın Niko olduğunu gördüm. Bekletmeden yanıtladım. "Niko..."

"Lâl, nasılsın?"

"İyiyim, teşekkürler. Sen?"

"İyiyim." Tam hâl hatır sormak için aradığını düşünecektim ki aceleci sesi bunu düşünmeme engel oldu. "Hastanede buhar olup uçtuğunu düşündüğün o gizemli adamın kim olduğunu buldum."

Emin olmak için "Kamera kayıtlarındaki hasta bakıcıyı mı?" diye sordum heyecanla.

"Evet." Karşılık vermemi beklemeden bilgileri sıralamaya başladı. "Adı Sidar'mış. Meslekten atılmış bir sağlık çalışanı. Hakkındaki bütün bilgileri toparlayıp sana mesaj atarım. Şimdilik sadece evinin adresini gönderiyorum."

"Nikolai..." Derin bir nefes aldım. Üzerimden büyük bir yük kalkmıştı. "Sana gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum. Çok teşekkür ederim."

"Rica ederim. Ama bu işin içinde tehlikeli bir şeyler olabilir. Seninle gelmemi ister misin?"

"Yok, gerek yok. Biliyorsun ki kendimi koruyabiliyorum."

Alaycı ve imalı bir gülüşle tek hecelik bir kahkaha attı. "Ona ne şüphe!" Henüz dövüşmeyi bile tam anlamıyla bilmediğim o zamanlarda taşaklarını tekmelediğim günler dün gibi aklımızdaydı. Ben de güldüm. "Bir şey öğrenirsen beni de haberdar et. Ve en önemlisi, yardıma ihtiyacın olduğunda beni aramayı unutma Lâl. Bu çok önemli."

"Tamam, merak etme. Kendimi güvende tutacağım. Gelişmelerden seni de haberdar ederim."

Telefonu kapatıp toparlandığımda o kadar acelem vardı ki gelecek olan danışanımı bile unutmuş durumdaydım. Odamdan çıkarken aklıma gelince çıkmadan önce Şebboy'a "Acil bir işim çıktı, gelen olursa özürlerimi ilet. Herhangi biri gelmeden arayıp haber verirsen süper olur. Hadi çıktım ben!" diyerek açıklama yaptım. Bir rüzgâr gibi gelip geçtiğim için Şebboy bir şey söyleme fırsatı bulamamıştı, ağzı açık bana baktı yalnızca.

Arabaya binip hızla Niko'nun bana attığı adrese gittim. Üç katlı bir binanın önünde durdum. Arabadan inmeden önce adrese dikkatle baktım ve kapı numarasını buldum. Tam kapıyı çalmışken yan binadaki balkondan meraklı komşu gibi görünen bir kadın sarkıttı kendini. "Hayırdır, kimi arıyorsunuz?"

"Sidar Bey'i arıyorum da ben."

Alayla güler gibi oldu kadın. "Sidar ne zamandan beri bey olmuş?" Soru dolu bakışlarımı umursamaksızın açıkladı. "Bulamazsın onu buralarda. Dört aydır kirayı sallıyor, arada bir ev sahibine görünmeden girer çıkar. Kimse de görmez."

"Eee nerede bulabilirim onu?"

"Bulamazsın. O seni bulur. Numaranı bırak istersen kapıya."

Bunu yapamazdım. Kendimi afişe edemezdim. Eğer Başkan'ın adamıysa -ki öyleydi- kendimi bu kadar açık edemezdim. "Tamam, teşekkürler." diyerek geçiştirdim.

Arabaya binerken "Sidar'ı görürsem kim geldi diyeyim?" diye soran kadını duymazdan geldim. TC'mi de vereyim istersen abla. Gizli bir iş yapıyoruz burada yani. Top secret falan.

Arabayı çalıştırdığımda biraz ümitsizliğe kapılmıştım. Bir adresten daha elim kolum boş çıkmıştım. Hayır, Lâl. Bu kadar kolay vazgeçemezsin. Bu kadar çabuk pes edemezsin. Burnuma kötü kokular geliyordu ve ben bunu çözecektim. Başkan'ın foyasını ortaya çıkaracaktım.

Dönüş yolunda Nikolai arayınca bekletmeden açtım. "Ne durumdasın, Lâl?"

"Verdiğin adrese gittim. Gerçekten de Sidar denen o adamın kaldığı yermiş ama ev sahibine kirayı taktığı için eve uğradığı yokmuş. Geceleri kimse görmeden girip çıkıyormuş. Yine eli boş döndüm." Kısa bir an düşündüm. "Gece evinin önünde pusu kursam-"

"Tek başına aksiyona girme, Lâl. Böyle adamlar tehlikeli olabilir. Sen biraz daha bekle, ben o adamı bulacağım."

"Sahi, bulabilir misin?"

"Muhbirlerimi haberdar edip her deliği aratacağım. Adam daha ne olduğunu anlamadan benim karşımda bulacak kendisini. Sen sadece bekle. Tehlikeli işlere kalkışma."

"İyi, sen öyle diyorsan..."

Telefonu kapattım. Bir boşlukta kaybolmuş gibiydim. Ne hissetmem gerektiğini bile bilmiyordum. Bir arayışta olduğumu ve bu aradığım şeyin içinden kötü şeyler çıkacağını biliyordum. Ama ne aradığımı bilmiyordum. Bu tam anlamıyla karanlığa elimi sokmak gibi bir şeydi. O karanlığın içinden bir yılan da çıkabilirdi, kolumu kesecek korkunç bir canavar da, daha kötüsü de. Ve şimdi ben o karanlığın içine doğru bir yolculuğa çıkıyordum. Nikolai ne bulacaktı, sabırla bekleyecektim. Sabırlı olmaya çalışarak. Benim için zordu, biliyordum ama deneyecektim.

Yolda telefonum çaldı. Arayan Fuat'dı. Bekletmeden açtım merakla. "Enişte, nasılsın? Arayamadım bugün seni."

"İyi sayılırım. Ama Işık için aynı şeyi söyleyemeyeceğim." Sesi biraz sıkıntılı geliyordu. "Zuhal bunlarla uğraşmak istemiyor, Lâl. Yine bu konuda yalnız olduğum için seni aradım. Sen de meşgulsün biliyorum ama-"

"Saçmalama enişte, tabii ki beni arayacaksın." Endişelenmiştim. "Ne oldu?"

"Işık ağlamaktan katıldı bugün. Çok huysuzdu, hep seni sayıkladı. Susturamadık. Geliyor, yolda dedik anca öyle sustu. Biraz uğrayabilir misin bize?"

"Tabii, tabii uğrarım. Şimdi geliyorum." Merakla "Başkan evde mi?" diye sordum.

"Hayır, değil merak etme. Hâlâ hastanenin sattığı kısmının yasını tutuyor bir yerlerde. Sen onu dert etme."

"Nasıl dert etmem?" Sıkıntıyla iç geçirdim. "Enişte, bu Başkan yine çok pis bir iş çeviriyor."

"Ne gibi?"

"Bilmiyorum. Emin olunca sana da anlatırım ama bu kez çok tehlikeli işlerin içindeymişim gibi hissediyorum."

"Lâl, kendimi tekrar etmek istemiyorum ama dikkatli ol. Şerif Günday'ın nasıl biri olduğunu biliyorsun. Eğer onunla bir savaş hâlindeysen her daim gözünü açık tutman gerektiğini de."

"Evet, biliyorum merak etme." Zuhal'in de bu işin içinde olduğunu ona nasıl anlatabilirdim ki? Muhtemelen bu onun için sürpriz olmazdı, karısı Başkan'ın en sadık adamıydı. Ama bu kadar ucu bucağı görünmeyen karanlık bir işin içinde olduğunu, geçen gece Zuhal'le konuşurken bana ağzından kaçırdıklarını nasıl anlatabilirdim bilemiyordum doğrusu. Bu evlilik onu yeterince hayal kırıklığına uğratmışken ve çocukları için yürütmeye devam ederken daha fazla hayal kırıklığına gerek var mıydı gerçekten? Emin olmadan anlatmak istemiyordum. Hem bu benim için de tehlikeli olabilirdi.

Telefonu kapattıktan yaklaşık yarım saat sonra Başkan'ın malikânesine giriş yapmıştım. O olmasa bile onun ürkütücü enerjisini taşıyan bu karanlık yere. Onu görmemek benim ruhuma iyi geliyordu. Ondan ne kadar uzak olsam o kadar iyiydi ancak bunun sonsuza dek sürmeyeceğini de biliyordum.

Bahçede küskün bir biçimde babasının kucağında oturan Işık beni görünce mutluluktan deliye döndü. Kucağıma atlayıp sıkı sıkı sarıldı bana. Sarıp sarmaladığım çocuğu neşeyle etrafımda döndürdüm. Birlikte oyunlar oynadık. Sohbet ettik. Ona hikâyeler anlattım.

Şansımıza havanın güzel olduğu bugünü bahçede geçirmeye karar verdik. Biz öyle oyuna dalmış vakit geçirirken az ötede onun Fuat'la el sıkıştığını gördüm. Buraya gelmişti. Valentino. Ne işi vardı ki burada? Akşam görüşeceğiz diye konuşmuştuk. Buraya kadar geleceğini düşünmemiştim. Başkan'ın inine kadar girme cesareti göstereceğini. Saçmalama, Lâl. O her şey için cesaret gösterirdi. Onun cesaretinin bir sınırı yoktu. O, Valentino Riccardo'ydu.

Fuat'la biraz konuştuktan sonra bana doğru yürümeye başladı. Fuat da yanımıza gelip sallanan salıncağa oturdu.

Güneşten kamaşmış gözlerimi kısarak ona baktım. "Senin ne işin var burada?"

"Bir işim olması gerektiğini bilmiyordum. Sadece Işık'la tanışmak, onunla biraz vakit geçirmek istemiş olamaz mıyım?" Anlamsız bulduğumu gösteren bir bakış attığımda kulağıma uzandı. "Senin için değerli olan şeyleri hayatıma almak istiyorumdur belki."

Onun yapmacık bulduğum çabaları sinirimi bozduğu için ellerimle Işık'ın kulaklarını kapatarak Fuat'ın duymayacağı bir ses tonuyla "Hâlbuki düğün öncesi düzüp düğünde ortada bırakan biri olarak o kadar da hassas bir kalbe sahip görünmüyorsun, hayret." karşılığını verdim adama. Sesim kinayeli ve pasif agresif çıkmıştı.

Sözlerime sahte bir ayıplama ifadesiyle bakmak dışında herhangi bir yanıt vermeden dizlerinin üzerine çöktü. Tamamen Işık'la muhatap olmayı seçti. "Merhaba küçük hanım, tanışmamızda bir sakınca var mı?" Başta çekinen küçük kıza biraz yaklaştı ve kendini tanıttı. "Ben Valentino."

Işık beni işaret ederek "O kim?" diye sordu. Neyim olduğunu merak etmiş gibi bir hâli vardı.

Bir süre bana baştan çıkarıcı bir bakış attıktan sonra yeniden Işık'a döndü. "Lâl'in yakın bir arkadaşıyım." Vurgulayarak ekledi. "Çok yakın bir arkadaşı."

Biraz zaman geçirdik. Işık'ın alışma süreci falan derken artık ilk zamanlardaki gibi kucağıma saklanmıyordu. Adını tuhaf bulduğu bu yabancıyla kısa da olsa sohbet ediyordu. Merak ettiği şeyleri sınırlı kelime dağarcığıyla sormaktan çekinmiyordu. Büyüdükçe daha zorlayıcı sorular sormaya başlayacağının sinyallerini veriyordu. Doktor yaşına göre daha çabuk konuşmaya başladığını ve daha meraklı olduğunu söylemişti. Normalde üç kelimelik sorular sorsa da detaylandırarak sorduğu sorularla yaşıtlarından farklı bir noktadaydı. Bazen sorularıyla ileride bizi terleteceğinin sinyallerini veriyordu.

Legolarla oynarken babasını ve beni işaret ederek "Neden babamla uyumuyorsun?" diye sorduğunda ne diyeceğimizi bilememiştik. "Bizimle kalmıyorsun." İşte kast ettiğim tam olarak buydu. Onun dünyasında arkadaşlarının anne babaları birlikte yaşıyordu, çocuk da bunları görüyordu. Kafasında bazı şeyleri oturtamadığı da ortadaydı. Ve Fuat enişte de bu yüzden bir an önce pedagog eşliğinde onun annesi olmadığımı söylememiz konusunda ısrarcıydı.

Işık annesinden kalan boşluğu doldurduğu için beni annesi sanıyordu. Ve etrafında gördüğü şeyleri anlamaya başladığından itibaren normal bir anne baba ilişkisini çözümleme aşamasındaydı. Ayrıca benim neden onlarla bu evde kalmadığımı da sorguluyordu. Bunun için henüz zamanımız var diye düşünmüştüm. Bunları düşünmesi ve sorması için erkendi. O an ne diyeceğimizi bilemesek de Fuat'ın pedagog konusundaki acelesini haklı bulmuştum.

Valentino'ya sandığımdan daha hızlı alışan Işık, onunla oynamayı sevmişe benziyordu. Bense Valent'i ilk defa bir çocukla bu kadar yakın temasta görüyordum. Onun birçok kimliğiyle tanışmıştım. Mafya kimliğiyle, erkek kimliğiyle, sevgili/nişanlı kimliğiyle, bir itaatkârın efendisi kimliğiyle. Ancak ilk kez bir çocukla yakınlaşan yetişkin kimliğiyle tanışıyordum. Çocuğumuz olsaymış onunla iyi anlaşırmış, oyunlar oynarmış. O kadarını anlamıştım.

Saate baktığımda artık kalkmamız gerektiğini anlamıştım. Zaten Işık'ın da uyku saati gelmişti. Onu uyutup evden sıvışmayı zor da olsa başarmıştık. Evden çıktığımızda arabama baktım ama park ettiğim yerde bulamadım.

Sormama fırsat vermeden "Arabanı Montrel gideceğimiz otelin önüne park etti." diye açıkladı Valentino. "Benimle gelirsin diye düşündüm."

"Maşallah, ne güzel de her şeyleri düşünüyorsun! Keşke her zaman böyle olsan."

Benim anbean onu iğnelememe takılmayan adam kıvrılmış dudaklarıyla yüzüme baktı ve kapımı açtı. Arabaya bindik ve oteline doğru yola çıktık.

Yolda pek konuşmadık. Sadece Valentino "Işık çok akıllı bir çocuk." dedi bir ara. "İlk gördüğümde sana benzetmeme şaşmamalı." Lüle lüle altın saçlarına bakıldığında belki de diye geçirdim. Ama daha çok Zuhal'in sarı saçlarına benziyordu. Aramızda gerçek bir kan bağı olmadığını varsayarsak bana benzeyemeyeceği açıktı.

"Evet. Çok akıllı. Hele bu yaşlarda çok meraklı oluyorlar."

"Seni annesi sanması..."

"Zuhal zor bir dönemden geçti. Anlatmıştım ya, doğum sonrası depresyonuna falan girdi. Hâlâ tam olarak atlatabilmiş değil. Terapi görüyor, ilaçlar kullanıyor. O yüzden annesinin boşluğunu benimle doldurdu. Bu yüzden eniştemle aramızda normal karı koca, anne baba ilişkisi var sanıyor olabilir. Karmaşa yaşamasının sebebi bu."

"Anlıyorum." Kaşlarını kaldırarak nefesini bıraktı adam. "Zor olmalı."

"Bir çocuk için yalnızlık zor. Anne veya babandan biri bile tam anlamıyla yoksa..." Adamın bana bakışlarındaki anlamdan çözebiliyordum. Işık yalnızca annesinin boşluğunu doldurmaya çalışırken ben hem anne hem baba boşluğunu yaşıyordum. Ve onunla kendimi özdeşleştirmiştim sanki. Işık benim çocukluğumdu. Yalnız ve ıssız çocukluğum.

Otele vardığımızda arabam orada park hâlindeydi. Direkt yukarı çıktık. Suitte yine bize özel bir masa hazırlanmıştı. Baş başa oturabileceğimiz manzaraya karşı bir masa. Bu kez masa örtüsü köşelerinden plastik bir aparatla masaya tutturulmuştu. Geçen günkü gibi masa örtüsünü çekip her şeyi darmadağın etmeyeyim diye herhâlde. Bu eşsiz hazırlığın anlık bir öfkeyle bozulmasını istemezdik değil mi?

Oturduk. Önce birer kadeh bir şeyler içtik. O konu hiç açılsın istemiyordum ama Valentino bunun için benimle anlaşmaya oturmuştu. Bu yüzden er ya da geç bana anlatmak istediklerinden bahsedeceğini biliyordum. Kaçınılmaz sonun yaklaştığını da hissedebiliyordum.

İçkisinden bir yudum aldıktan sonra bana döndü adam. "Bugün Işık'la vakit geçirirken seninle katılım sağlamak istedim. Çünkü seni onun yanında en şefkatli hâlinle görmek, o samimiyet dolu anları seninle yaşamak istedim."

"Eee ne oldu yaşayınca? Bir anda mafyalığı bırakıp sahil kasabasına yerleşmeye mi karar verdin?"

Başını öne eğerek katıla katıla gülen adam biraz kendine geldiğinde bana döndü. "Hazırcevap hâlini seviyorum. Şakacı hâlini. Ve şirin hâlini." Gözümü kırpmadan onu dinlerken devam ediyordu. "İnanmayacaksın belki ama beni iğneleyen öfkeli hâlini bile seviyorum. Küfür eden hâlini." Gözlerimin içine baktı. "Sana dair her şeyi seviyorum. Her hâlini. Ve kaybetmek istemiyorum." Yutkundu. "Kaybetmek istemediğim için gitmek zorundaydım."

"Sözlerin bana samimi gelmiyor artık Valentino." Başımı iki yana salladım. "Beni yüzüstü bıraktın, kandırdın. Artık sana güvenemem. Acaba ne zaman bir mafya hesaplaşmasının içine düşecek ve yine beni geride bırakıp gidecek diye düşünemem. Ben yoruldum, Valentino. Artık huzur istiyorum."

Beni dikkatle dinleyen adam "Peki, o huzuru sana Miloradov mu verecek?" diye sordu dürüstlükle. İnanmayan bakışlarını dikti. "Verebileceğini mi sanıyorsun?"

"Senin anlayamadığın da bu, Valentino. İkiniz arasında bir seçim yapmak zorunda değilim. Yalnızca kendimi seçebilirim biliyor musun? Böyle bir özgürlüğüm var. Hayatımda bir erkeğin varlığına ihtiyacım yok." Gözlerinin içine baktım öfkeden uzak bir ifadeyle. "Seni sevdim. Çok sevdim. Bir kaçış anımda karşıma çıkmıştın. Belki sana bir can simidi gibi sarıldığımı falan sandın ama yanıldın. Ben sadece seni sevdiğim için yanındaydım. Beni kaçırman falan fasa fiso. Ben istesem milyonlarca kez Beyrut'da da, Napoli'de de, Sicilya'da da kaçabilirdim. Ve diğer yerlerde de."

"Biliyorum."

"Beni bir yere bağlayamazsın, Valentino. Kimse bağlayamaz."

"Biliyorum. Sen öyle biri değilsin."

"O zaman benden ne istiyorsun? Ben senin o aradığın mafya ailesine uyum sağlayacak itaatkâr gelin adayın değilim, Valentino. Ne yaparsan yap tevekkülle bir köşede seni bekleyecek olan o kadın değilim. Kocası ölse de rahibe hayatı yaşayacak, yalnızca ona ait o kadınlardan değilim. Ben Lâl Alsancak'ım. Ya benimlesindir ya da değilsindir. Bu kadar basit." Karşılık vereceğini anladığımda umursamazca ekledim. "Ve sen beni düğünde bırakarak kendi seçimini yaptın. Artık benimle değilsin, Valentino Riccardo." Kesin bir ifadeyle "Olamazsın." diye yineledim.

"Ben hep seninleydim, Lâl. Sadece sen bunun farkında değildin. 2 yıl boyunca kendime geldiğim andan beri her gün seninleydim. Bir nefes kadar yakınındaydım. Seninle olmayı hiç bırakmadım ki ben. Sadece sana zarar gelmesin diye uzak durdum senden. Çünkü düşmanlarım tamamen ölmüş olmamı istiyordu."

"Valentino."

"Sana her şeyi anlatmak istiyorum. İzin ver lütfen." İsteksiz duruşumu, cevap vermek üzere olduğumu fark eden adam aceleyle ekledi. "Seninle bu gece bunun için anlaştık, unutma."

Kollarımı kavuşturdum. "Peki, dinliyorum. Ama anlatacağın hiçbir şey fikrimi değiştirmeyecek Valentino. Çünkü hiçbir gerekçen sensiz geçirdiğim 2 yılımı bana geri vermeyecek."

Bu net sözler üzerine işinin zor olduğunu anlayan adam "Ama kaybetmek üzere olduğumuz yılları kurtaracak." dedi ve kısa bir es verdi. Bakışları özlemle yüzümde gezindi. Nefes aldı, yutkundu ve birkaç saniye sonra konuşmaya hazır hissettiğinde söze girdi. "Fabricio Castelli'yi öldürdüğüm için Castelli ailesinin bana düşmanlık beslediğini biliyorduk. Ve eninde sonunda onun intikamını alacaklarını da. Her an tetikteydik, gerekli tüm hazırlıkları yapmıştık. Bir gün olacağını biliyorduk. Ancak o gün olacağını düşünmemiştik. Düğün günümüzde." Başını iki yana salladı. O anları tekrar yaşıyormuş gibi bakıyordu. "Bu hesapta yoktu."

"Ama oldu. Tam da o gün." Yutkundum. "Düğün günümüzde." Böyle bir kader olabilir miydi ya? Tam da o gün. Başka gün yokmuş gibi.

"Seni bırakmak istemedim. İstememiştim."

"Ama bıraktın."

Söylediklerimin acı gerçekliğini kavrıyordu. Bunun için söyleyecek bir şeyi yoktu. Olamazdı da. 2 yılımı geri getirecek bir şey yoktu elinde. Sınırsız gücünün tek sınırı belki de buydu. Giden ömrü geri getirememek. Mahcubiyetini gizlemeksizin devam etti. "O gün sadece önemli bir toplantı için yanından ayrılmak zorunda kaldım. Manrico, Luigi ve Pietro her zaman olduğu gibi tetikteydi. O uçağa binmedim. Ama sana dönmek için bindiğim araba kaza yaptı." Yorgun bir biçimde kaşlarını kaldırdı. "Belki de bu üst üste gelen tesadüf bir işaretti." Ne demek istediğini anlamaya çalıştım ama buna fırsat vermeden açıkladı. "Yok olmamı istiyorlardı, yok oldum. Kazayı gizledik. Gizli bir yerde kendime gelmemi beklerken benim düşen uçakta olduğuma inanmalarını sağladık." Ne düşündüğümü bilecek kadar tanıyordu beni. Aklımı okuyordu. "Sana haber veremezdim, Lâl. Beni görmeden duramazdın. Eğer her şey planladığımız gibi olsaydı... Yani o suikast ve trafik kazası olmasaydı seninle birlikte ortadan kaybolmak istiyordum."

Nefesimi tuttum duyduklarımla. "Nasıl yani... Sen..."

Başını salladı onaylayarak. "Evet. Gideceksem bile seninle gitmek isterdim. Bir süre ortadan kaybolurduk böylece. Ayrılmazdık. Seni geride bırakmak istemezdim ama... Olmadı."

Bir şeyler söylemek için ellerimi hafifçe kaldırmak istesem de yapamadım. Şuan söylediğim herhangi bir şey neyi değiştirecekti ki? Onun yokluğunda çektiğim acıları geçirebilir miydi? Bir annenin çocuğunun yarasına üflediği gibi üfleyebilir miydi yaramın üstüne? Güçsüzce ellerim iki yana düştü. "Bu neyi değiştirecek ki artık?" Masadan kalktım. "Boş ver, Valentino. Artık her şey için çok geç."

Terastan içeri girip çıkışa yürürken peşimden gelen adam kolumdan tutarak durdurdu beni. "Lâl, yapma." Beni kendine doğru çekti. "Haklısın, bunu biliyorum. Ama ben de senden uzakta aynı acıları yaşadım."

"Ama sen benim hayatta olduğumu biliyordun. İyi olduğumu biliyordun Valentino! Ben senin öldüğünü sandım. Sen buna izin verdin! Aynı şey değil!"

"Senin hayatta olduğunu bile bile yanına gelememek de en az seninki kadar zor bir durumdu." Suçlulukla yutkundu. Umarım yine öyle gerekiyordu mavalını okumazdı yoksa suratına sağlam bir yumruk indirirdim bu kez. "Geçmişi değiştiremem, Mia bella. Değiştiremeyiz. Ama şu anı, geleceği değiştirebiliriz. Düzeltmeme izin ver." Gözlerime bakan adam usulca kendine doğru yaklaştırdı. Onun kokusuna hapsetmeye çalışıyordu beni. Buna karşı koyamayacağımı biliyordu.

Adımlarım geriledi. Başımı iki yana salladım. "Hayır, Valentino. Bu kadar basit değil, anlıyor musun?" Burnum onun boynunda, kokusunun kıyısında gezinirken bu çekimi inkâr etmek güçtü. Bana göstermek istediği de buydu. İzin veremezdim. Gitgide bana yaklaşan adamı ittim. "Hayır! Bunu yapmayacağım. Senin yaptığın gibi yapmayacağım. Hiçbir şey olmamış gibi davranmayacağım anlıyor musun?"

"Hiçbir şey olmamış gibi davranmıyorum, Lâl! Aksine, her şeyin farkında, yolunda gitmeyen şeyleri düzeltmeye çalışıyorum görmüyor musun?" Bu kez onun sesi de yükselmişti. "Bunu anlamak bu kadar mı zor?"

"Senin bana bağırmaya hakkın yok, Valentino! Sen beni bırakıp gittin!"

Aynı bağıran ses tonuyla "Biliyorum!" diyerek yanıt verdi. Kendine gelmeye çalışırcasına yutkundu ve gözlerime bakmadan devam etti. "Belki de bağırdığım kişi sen değilsindir. Kavgam kendimledir." Bakışları benim yüzümü buldu suçlulukla.

Onun gözlerine bakmak, bir yangının içinden geçmek gibiydi. Yanan bir evin içinde alevlerin arasına dalmak. Ateşinde kavrulmak. Yüzünü bana yaklaştırdığında göğsünü yumrukladım. "Beni bırakıp gittin, pislik herif! Gittin! Şimdi de hiçbir şey olmamış gibi-"

Söylediklerimi umursamaktan uzak, gözlerime bakan adam sertçe dudaklarıma yapıştı. Elleri göğsündeki yumruklarımı avuçladı. Vücudumu bir mengene gibi sıkıştırdı bedeni. Onun öpüşlerine gayriihtiyari bir tutkuyla karşılık verirken kendime kızıyordum ama karşı koyamıyordum. Bundan zevk alıyordum. Yanlış olduğunu bile bile. Tatlı bir günah işliyormuş gibi.

Kıyafetlerimin ne zaman çıktığını bile hatırlayamayacak kadar kendimden geçiriyordu öpüşleri. Beni kalçamdan kucaklayıp teras kapısının köşesindeki masaya yatırdığında üzerimdeydi. Tüm ihtişamı ve gücüyle. Üzerimdeydi. İki adım ötedeki yatağa gidemeyecek kadar sabırsızdı. Onu üzerimden itip hemen şu köşedeki kapıdan çıkabilirdim. Bunu yapabilirdim. Özgürdüm. Beni durdurmazdı. Ya da bana zorla sahip olmazdı. Ama şuan yaptığı şey de biraz böyle bir şeydi. Zorla değildi ama beni sağlıklı düşünemez bir hâldeyken etkisi altına alıyordu. Hayır diyemeyeceğimi biliyordu. Nefes nefese dudaklarından ayrıldığımda kalbimin hızla atan ritmi gibi. Hâlâ dudaklarımda dolaşan tadı gibi. O tatlı zehrin tadı. Geri çekilen adam büyülenmiş bir biçimde beni seyrederken baş parmağı dudaklarımda okşarcasına dolaştı. Sanki az önce o dudakları öptüğüne inanamıyormuş gibiydi bakışları.

Kemerin şangırtısı ve fermuar sesini duyarken başımı geriye atmış bir biçimde gözlerimi kapadım. Bana dokunduğu an sırılsıklam olmuştum zaten. Onun şehvetle parlayan gözlerine daha fazla bakmamak için gözlerimi kapalı tuttum ancak bu ondan kurtulmam için yeterli değildi. Dudakları açıkta kalan göbeğimin üzerinde gezinirken dili göbek deliğimin kıyılarını okşuyordu. Belim yay gibi gerilmişti.

Elleri sırtıma uzanıp açılmakta zorluk çıkaran sutyenimi sabırsızca çözdü. Dudaklarından "Siktir!" diye bir mırıltı çıkmamış olsaydı da yeterince sabırsız olduğu her hâlinden belliydi. İç çamaşırımı kenara fırlatırken çırılçıplak üstüm ve savunmasız vücudumla onun ellerindeydim. Kaçacak bir yerim yoktu. Onun avıydım. Zor bir avdım ama en nihayetinde avdım. Şuan için.

Göbeğimden yukarı çıkan dudakları göğüs aramda diliyle ıslak darbeler bırakırken avuçları çoktan iki göğüs oluğuma kapanmıştı bile. Ellerinin ve dudaklarının dokunuşları sanki tadını çıkarmak için sabırsızlığını baskılıyordu. Onları sabırsızlığına tezat bir biçimde öldürücü yavaşlıkla yoğurup okşarken nefesimi tutmuştum. Çünkü eğer tutmazsam dudaklarımdan kontrolüm dışında bir inilti çıkacağını biliyordum. Şuan burada, bu masanın üzerinde onun olabilirdim. Hemen şimdi.

İkimiz de patlamak üzere olan iki bombaydık. Bir araya geldiğinde tepkimeye girmeye hazır iki tehlikeli madde belki de. Sağ eli üzerimde kalan son parça olan külodumun içine girip parmağını ıslaklığıma daldırdığında bunu daha iyi anlamıştım. Bu kez alt dudağımı ısırmak da fayda etmemişti, isteğim dışında bir inilti koptu dudaklarımın arasından. Dili edepsizce göğüs uçlarımı ıslatırken duyduğu sesle şeytani bir bakış fırlattı gözlerime. Ellerim saçlarında birleşmiş, onları çekiştirip dağıtıyordu. Gömleğinin düğmelerini çözmeyi bitirdiğimde aceleyle üzerini çıkardı ve attı. İç çamaşırımın olduğu yeri boylayan kıyafetlerimize baktım. Savunmasız anımı yakalayan adam kalçamı sıkıca kavrayıp kendine yaklaştırdı. Külodumu el çabukluğuyla bacaklarımın arasından kurtardı ve kendi boxerını aceleyle sıyırdı. Daha fazla dayanamadığını hissedebiliyordum. Ben de aynı şekilde hissediyordum çünkü. Geçen her saniye öldürücü bir yavaşlıktaydı.

Derin bir darbeyle sertliğini içime ittiğinde panikle nefes aldım. İkimiz için de büyük bir patlamaydı. İnsanlık dışı gürültülü iniltilerimiz birbirine karışmaya başladı. O anın tadına varırken çığlığa bulanan iniltilerimi durduramıyordum çünkü içimde darbeler yapmaya başlamıştı. Derin ve sert bir biçimde. Gittikçe sınırı aşan tehlikeli bir sertlikle. Aklımı başımdan alacak türden bir sertlikle. Bir elim sert masanın alt kenarına sıkı sıkı tutundu. Sanki beni ondan, onun etkisinden koruyabilecekmiş gibi. Oysa o büyük, sert masa bile onun her hamlesiyle kırılacak şiddette sarsılıyor, gürültü çıkarıyordu.

Bedenlerimiz sıfır noktasındaymış gibi birbirine tamamen yapışmış durumdaydı. Tamamen içimdeydi. En derinlerimde ve en sert şekilde. Duvarlarımı aykırı ve sert bir tutkuyla aşarken nefes alamıyordum. Gözlerim kararıyordu sanki. Zevkten bayılmak üzere gibi. Ancak her anını hissetmek istiyordum. Tatlı bir işkencenin tadına varmak istiyordum o an. İçimde gidip gelişleri hızlandığında dayanabilecek durumda değildim. Alev alev yanan duvarlarım kasılırken onun da içimde seğirmeye başladığını hissediyordum. Kontrolümüz dışında tamamıyla muhteşem bir doyumla ikimiz de aynı anda kendimizi görünmez boşluğa bırakmıştık. Birbirimize öylesine bir özlem duyuyorduk ki ikimiz de çok aceleci davranmıştık. Dudaklarımız birbirine bu kadar yakınken nefes nefeseydik. Nefeslerimiz birbirine karışıyordu ve onun alevler içinde yanan bakışlarını görüyordum.

Delici bakışlarında bir hainlik sezmiştim ama yine de beklediğim bir şey değildi yaptığı. Henüz kendime gelememişken avuçları kalçalarımı kavramış bir biçimde beni kucakladı ve düşmemek için bacaklarımı kalçasına sardığımda daha yeni içimden çıkmış varlığının yeniden sertleşip büyümeye başladığını midemin üstünde hissediyordum. Bu kadar kısa sürede. Yeniden. Nasıl?

Beni masanın karşısındaki büyük yatağa sırtüstü yatırdığında bacaklarımın arası hâlâ onun tohumlarının ılıklarıyla sıcacıktı ve tatlı tatlı karıncalanıyordu. Dudakları ve dili yüzümün her zerresini, dudaklarımı ve çenemi öperek boynuma, göğüslerime inerken dilinin vahşi dokunuşları içimdeki alevi körüklüyordu. Ellerim adamın kalçalarını sıkıca kavrarken yeniden içime gireceğini hatırladım. Korunmadan. Bu sinirlerimi bozsa da anın büyüsünü bozmak istemedim. İş başa düşmüştü. Şuan mantıklı düşünemeyecek kadar zevkten delirmiş durumdaydım ve üzerimdeki adamın da böyle olduğunu hissedebiliyordum. Dudakları göğüslerimi sertçe emmeyi bitirdikten sonra dili kıyıya vurmuş dalgalar gibi vurup kaçıyordu uçlarıma. Sanki yıllardır aç ve doymaya çalışır gibi, tadını çıkarır gibi davranıyordu vücudumun her zerresine. Göğüs uçlarım öyle sızlıyor, kadınlığım öylesine zonkluyordu ki artık dermanım kalmamıştı. Bekleyemeyecek bir durumdaydım. Henüz bir şey yapmamıştı ve daha kötüsü, yapmasına gerek bile yoktu. Daha az önce sevişmemişiz gibi bu yatakta yeniden onunla olmaya hazırdım.

Ağzı göğüslerimin her zerresini şehvetli bir ıslaklıkla ödüllendirirken ahlaksızca aşağı doğru iniyordu. Kasıklarıma. Bacaklarımın arasına. Önce dış tepeciğini avcuyla şefkatle okşadıktan sonra aynı yerlerden dili takip etmeye başladı. Sağ elim istemsizce başını bacaklarımın arasına doğru iterken dili içime girdi. Islak dili ıslaklığıyla buluştuğunda az önce kendi tadıyla harmanlanmış tadıma bakıyordu. Nefeslerim dengesiz iniltilerle süslenirken göğsüm inip kalkıyordu. İniltilerim onu daha da azdırmış olacaktı ki dil hamlelerini acımasızca hızlandırdı. İçimdeki dilinin edepsiz hamleleri bana ait olmayan vahşi seslerle haykırmama sebep oluyordu. Avuçlarım çarşafı sertçe kavramış, diliyle bana yaptıklarına dayanmaya çalışıyordum.

Beni yoldan çıkaran hamleleri bittiğinde daha ne olduğunu anlayamadan yatakta üstümdeyken yüzüstü çevirdi beni. Saniyeler sonra kalçalarımın kıyısında sertliğiyle karşı karşıya geldim. Biraz aşağıya inip kadınlığımı zorladı. Ellerim can havliyle yatağın kenarını sıkı sıkı tutarken dili sırtımdaki dövmede serbestçe dolanıyordu. Kendisine ait bir alanmış gibi. İçimdeki hamleleri önce sert ve yavaş, sonra hızlı ve derinden bir hâl aldığında nefes alamayacak durumdaydım. Kulağıma eğildi. "Benimsin. Senin olduğum gibi." Nefes nefese devam etti. "Adım kalbinde. Adının kalbimde olduğu gibi. Bundan kaçabileceğini mi sanıyorsun?"

Bana dokunmasına engel olmadan başımı hafifçe kulağıma eğilen yanına doğru kaldırıp "Hiçbir şeyden bu kadar emin olma. Ben kimsenin değilim." dedim, altında kıvrandığım gerçeğini yok sayarken.

Nefes alacak hâlim bile yokken bana sormadan dudaklarımdan yükselen çığlıklara anlam vermek zordu. Hâlâ içimdeyken sağ avcu önüme, bacaklarımın arasına geldi. Parmakları içindeki kadınlığımın üzerini okşarken yine beklenmedik bir hamleyle beni kucakladı. Aynı pozisyonda yatakta biraz daha ileri kaymamı sağlarken hâlâ içimdeydi. Sadece hareketleri durmuştu. Yatağın yönlendirdiği yerine uzandığımda daha yavaş ve delirtici, beni bekletmekten öldürecek kadar sabırlı ilerliyordu. Yüzüstü yatağa yatırılmış hâldeyken hiçbir şey göremediğim için ellerimi arkaya doğru uzattıysam da güçlü elleri beni bileklerimden yakalayıp sırtımda sabitledi. Hareket kabiliyetimi kısıtlarken tamamen onun merhametine tabiydim ve üzerimdeki gücünün verdiği çaresizlik beni daha da tahrik ediyordu. Ne kadar uzun sürdüğünü anlamadığım bir süre içinde ben defalarca boşalırken o durmak bilmeyen bir makina gibiydi. Bir sonu yok gibi içimde hızlı ve derin hamlelerle hareket ediyordu. İleri, geri. İleri, geri. Ve bu, yorgunluğumu perçinleyene dek, tüm vücudumu dermansız bırakana dek sürdü. İçim tuhaf ve mükemmel bir duyguyla doluyordu. Bacaklarımın arası ateşli bir karıncanmayla sırılsıklamdı ve dışarı taşıyordu. İçimdeki ılıklığını hissettiğimde tuttuğum nefesimi rahatça bıraktım ve onunla birlikte yeniden doyuma geldiğimi hissettim.

Gözlerimi açamayacak kadar hâlsizdim ama öyle olmasa da başımı kaldırıp onunla konuşmak istemiyordum. Hem de bunca yaşananlara rağmen. Üstümden kalkıp yanıma uzanan adamın bakışları bende olsa da gözlerimi açmadım. Bu yorgunluk bana yardımcı bile olmuştu. Sabaha kadar seviştiğim adama yeniden teslim olmama engel oluyordu. Abarttığımı düşünürken kısık gözlerimle sabahın ilk ışıklarını perdenin arasında yavaşça süzülürken gördüm ve yaşadığım şoku atlatamadım. Gerçekten de sabaha kadardı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Suçlu bir biçimde gözlerimi sıkı sıkı kapadım. Onun ateşine karşı koyamayıp yine onun ıslak izlerini bedenimde taşırken şuan ona meydan okuyabilecek kadar güçlü hissetmiyordum kendimi. Sabahın vereceği cesarete güveniyordum. Uykuyla uyanıklık arasında üzerime örtülen yorganla tatlı bir uykunun kollarına bıraktım kendimi.

...

*


YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Ekstra bölümümüz olan bu bölümü bahar03038 , sidaa4941 , Elif59350 , Irmak_-_Tasci , bulemsuuu ,Hanylmaz , kelebek9866 , somewherepearly , Tatudask , AyferYavas , zehraakar158 , Dark123450 , Tuanaygndz , nisanurakar213 , Ilizzyyy , lmthedemon okurlarıma armağan ediyorum. 🎀 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%