@buzlarkralicesi
|
-23- ❝Lâl❞ İçinde bulunduğum durumu nasıl tarif edebilirdim bilmiyordum. Başından aşağı kaynar suların dökülmesi? Hayır, hayır bu öyle bir şey değildi. Buz tutmuştum sanki. Kelimenin tam anlamıyla donup kalmıştım. Nefesimi bile tutmuş durumdaydım. Çocukluğumun, gençliğimin, geçmişimin ve ne yazık ki şu anımın kabusu. En büyük kâbusum. Vural Sezer. Karşımdaydı. Tek fark, yürüdükçe robotik hareketlerle ilerleyen protez bacağı. Evet, bacağı kopmuştu ama hayattaydı. Hani hamam böceklerinin kafası kopsa da bir süre daha yaşayabildikleri konuşulur ya, Vural tıpkı bir hamam böceği gibi inatla hayatta kalabilen biriydi. Korkunçtu. Hâlâ gerçek miydi yoksa kâbusumun bir parçası mıydı bu yaşadıklarım, ayırt edemiyordum. Her yeri bulanık görüyordum. Toplantı boyunca da bu devam etti. Hiçbir şey söyleyemedim. Valentino da tıpkı benim gibi sessizce bekliyordu. Kendisinden beklenmeyecek kadar sessiz. Ve bu sessizlik eğer kendimde olsaydım beni korkuturdu. Çünkü çok iyi biliyordum, onun sessizliği çok tehlikeliydi. Dünyanın sonunu getiren bir tehlike. Konuşulanları anlamıyordum, bir uğultudan öteye gitmiyordu benim için. Olduğum yere çivilenmiştim sanki. Toplantı bitiminde oda yavaş yavaş boşalırken içeride yalnızca ben, Vural, Başkan, Luigi, Pietro ve Valentino kalmıştı. Bir Meksika açmazı gibiydi. Herkes birbirine silah çekerse kimsenin sağ çıkamayacağı bir Meksika açmazı. Titreyen ellerimi masanın üstüne koyduğumda "Neler oluyor burada?" diye sordum. Başkan ve Vural oldukça rahat ve sakin görünüyordu. Kuyruğuna basılmış Başkan'dan eser yoktu. Tek kaşını kaldıran Vural ellerini sarılacakmış gibi iki yana açmış "Nasıl yani? Beni özlemedin mi?" diye sorarken sahte bir kırılma ifadesiyle yüzünü buruşturdu. "Bu beni üzer." Valentino sertçe masaya vurduğunda delici bakışlarım onu buldu. "Karışma!" Sözleri dişlerimin arasında çiğner gibi ekledim. "Sakın bu işe karışma!" Ona da kızgındım ama neden kızgın olduğumu bile anlayamıyordum. "Hani ölmüştü? Bana onun öldüğünü söylemiştin!" Bir insanın ölmesine sevinmem yeterince kötü bir durum değilmiş gibi bir de ölmesini istediğim kişiyi öldürmediği için Valent'e mi hesap soruyordum? Valentino da en az benim kadar öfkeliydi ve dişlerini gıcırdatırken çene kasları seğiriyordu. Yüzündeki keyfi gizlemeyen Vural, gözünü bir an bile benden ayırmadan "Gerçekten benden bu kadar kolay kurtulabileceğini mi sandın?" dedi. Bu kadar kolay mı? Defalarca Azrail'e kafa tuttuktan sonra bunu nasıl söyleyebiliyordu anlamıyordum doğrusu. "Valentino Riccardo denen bu adamı gözünde fazla büyütmüşsün." Kaşlarını özgüvenle kaldırarak ekledi adam. "Şunu asla unutma, ben bitti demeden bitmez. Beni öyle kolay yok edemezsiniz." Ani bir biçimde ayağa kalkan Valentino hızla ona doğru yürüdü. "Öyle mi dersin?" Hızla kemerine sıkıştırdığı silahını çekip kafasına dayadı. "Denemeye var mısın?" Öfkeyle aralarına girdiğimde Valent'e döndüm. "Çekil şuradan!" Ona olan güvenim bir kez daha sarsılmış gibi hissettim. Benim yüzümden birinin ölmemiş olmasına sevinmekle hayatımın kâbusundan kurtulamama durumuna üzülmek arasında gidip geldiğim için oradan oraya savruluyordum. Valent'i uzaklaştırdığımda Vural kulağıma eğildi. "Artık sana sahip olmayı daha fazla istiyorum biliyor musun?" Sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla konuşurken göz ucuyla Valentino'ya baktı. "Çünkü bu kez sana tamamen sahip olduğumda seni kendi ellerimle yok edeceğim. Seni parçalara ayıracağım, Lâl Alsancak. Senin yüzünden kaybettiğim bacağımın bedelini ödetmeyeceğim sadece. Seni bugüne kadar yapmaya cesaret ettiğin her şeye bin pişman edeceğim. Bu artık benim için bir onur meselesi. Öyle ihtişamlı bir şekilde bitireceğim ki seni, ne olduğunu bile anlamayacaksın." Daha fazla kulağıma üflediği ölüm fermanımı dinlemeye katlanamadığım için önüme geçen herkesin omzuna çarpa çarpa odadan çıktım. Hızla koridorda yürürken peşime düşen Valentino'ya dönüp işaret parmağımı salladım. "Sakın. Sakın peşimden gelme!" Onu geride bırakıp giderken sağ elim boğazımdaydı. Nefes alamıyordum sanki. Hastaneden çıkıp kliniğe gelene kadar kafası kesilmiş tavuk gibi oradan oraya savrularak yürüyormuşum gibi hissediyordum. Odama giderken Şebboy'un seslenişleri bulanıktı, anlaşılmazdı. Odamda ne kadar zaman geçirdiğimi bilmiyordum. Bu nasıl olabilmişti? Delirmek üzereydim. Aklımı kaybediyordum. Çalan telefonumun sesine bile dönüp bakamadım. Bir süre sonra kapı çaldı. Ben yanıt vermeden içeri Valentino girdi. Hâlâ hızla nefes alıp veriyordum. Göğsüm inip kalkarken "Nasıl... Nasıl olabilir bu?" diye sayıkladım. "Lâl, bilmiyorum. Sakin ol. Bu kez onu herkesin önünde geberteceğim ve ne olacağı umurumda bile olmayacak!" Dişleri arasında öfkeyle söylenen adamı kolundan tuttum. "Sakın bu kez elini bile süreyim deme." Yüzündeki öfke öyle tehlikeli ve korkutucuydu ki gerçekten bir şey yapmasından korktum. Çünkü istediğim şey bu değildi. Daha fazlasıydı. Kaşları çatılan adam "O orospu çocuğu sana ne söyledi?" diye sordu. "Sana ne?" "Lâl, bak bu aramızdaki tatlı sert sürtüşmenin dışında ciddi bir konu." "Valentino, burnunu sokma! Benimle alakalı konulara karışma! Kendi işine bak!" "Nasıl bir söz bu? Benim her şeyim sensin, anlamıyor musun?" Öfkeyle ittim onu. "Nasıl hayatta hâlâ bu adam? Nasıl? Nasıl oldu bu?" Gövdesini sertçe yumrukladıktan sonra bir duygu boşalması yaşadım. Öfkeyle katıla katıla ağlamaya başladım. O an içim kontrolsüzce boşaldı. Düşmanım olan adamın göğsünde ağlamaya başladım. Onun saçlarımı okşamasına izin vererek. Yaralarımı gösterebildiğim ve yanında avunabildiğim tek adamın kollarındaydım. Beni sakinleştirmek için sarılırken "Bu kez onu gözümün önünde parçalara ayıracağım." diye mırıldandı dişlerinin arasından. "Başkan ve Vural... İkisinin de kuşbaşı parçalarını köpeklere yedireceğim." Bu haddinden fazla korkutucuydu ama istediğim şey değildi. Ondan kendimi uzaklaştırmayı henüz başaramamışken derin bir nefes alıp "Onların ölmesini değil, yaşarken cehennemi görmelerini istiyorum." dedim. Valent'in kollarından ayrıldığımda Vural'a ulan tüm hıncım onu bitirmek için dolmuş taşıyordu. Beklemediğim bir biçimde karşılık verdi Valentino. "İnan bana bu kez onu hayatta kaldığına pişman edeceğim." Sertçe soluduğunu ve göğsünün inip kalktığını hissedebiliyordum. Ne kadar olduğunu bilmesem de uzun bir süre geçti ve göğsünde burnumu çektiğim adam söze girdi. "Bir planım var." "Ne?" Benim herhangi bir şey söylememe fırsat vermeden aceleyle söze girdi. "Biliyorum, bana güvenmiyorsun Lâl. Güvenmemekte de haklısın. Bu olanlar..." Sağ eli çenesinde zımparalıyor gibi gezinmeye başladı. "Daha dikkatli olmalıydım. Gözümü ayırmamalıydım." Öfkeyle nefesini bıraktı. Sakinleşmeye çalıştığını görebiliyordum. "Ailede, sistemde bir açık var. Bu benim hayatımı tehlikeye atmaya kadar gitti. Ama biliyorsun ki onları yaşarken de öldürürken de mahvetmeye gücüm yeter. Eğer en başından izin verseydin-" "Tamam," diyerek durdurdum onu. Kollarından ayrılmış hâlde yüzüne bir bakış attım. "Geçmiş geçmişte kaldı. Biz önümüze bakalım." Gözlerinin içine baktım kararla. "Bana borçlusun Valentino. Onları bitirmeni istiyorum. Başkan'ı birlikte devirelim." Şaşkın bakışlarla gözleri parıldadı. "Nasıl yani, ben doğru mu anladım? Sen benimle iş birliğine var mısın?" "Ne duyduysan o." Hâlâ şaşkın ve meraklı bir biçimde suratıma bakan adama içimden geçeni söyledim. "Yalancı düzenbazın teki olabilirsin. Ama kabul etmeliyim ki iyi bir oyun kurucusun." Elleri ceplerinde düşünceli bir biçimde odada dolaştı ve yeniden yüzünü bana döndü. "Düşmanımın düşmanı benim dostumdur stratejisi yani." Onaylayan küçük baş işaretimle istekli bir biçimde devam etti. "Tamam, kabul. Sen sadece bana bırak. Onları en acımasız şekilde bitireceğim." "Planın ne?" "Bana güveniyor musun, Lâl?" Yüzüne bakarken uzun sayılabilecek bir sessizliğin ardından omuzlarımı indirip kaldırdım. "Başka çarem yok, Riccardo. Sana güvenmek zorundayım." Düşündüm, taşındım. Taş gibi sert bir ifadeyle yineledim. "Seninle düşmanlığım baki. Beni kandırdın, kabul. Ama o başka, bu başka. Sapla samanı karıştırayım deme sakın." Uyaran bakışlarla yüzüne baktım. "Bu her konuda sana açık çek verdiğim anlamına gelmiyor. Sadece Başkan ve Vural konusunda sana güveniyorum. Ve..." "Ve yardım istiyorsun." "Hayır, bana borçlu olduğun iyiliği istiyorum! Bir süreliğine ateşkes imzalayacağız hepsi bu." İnatçı keçi gibi reddettiğim şeye karşılık tebessüm ederek başını salladı. "Tamam, peki. Borcunu istiyorsun." "Aklında ne olduğunu söylemedin." Düşünceli yüz ifadesine odaklanmış söyleyeceklerini bekliyordum ve yineledim. "Planın ne? Yani ne yapmam gerekiyor?" "Hisselerini bana devretmelisin." Bu beklediğim bir şey olmadığı için şaşırmıştım. "Güçlerimizi birleştirmemiz için bu gereken ilk şey." Asıl anlayamadığım, onun serveti ve bu hastanedeki hükümdarlığının yanında benim kuş kadar hissemin ne gibi bir önemi olabilirdi ki? Tereddütlü bakışlarıma karşılık olarak kaşlarını kaldırdı adam. "Ne o? Bu yüz ifadenden hisselerini devredecek kadar güvenmediğini mi düşünmeliyim?" Merakımı gizlemedim. "Hayır, sadece benim küçücük hissemin planımıza ne gibi bir etkisi olacağını anlamaya çalışıyorum." Omuz silkerek kaşlarını kaldırdı ve "Kelebek etkisi." dedi. Merak etmeme fırsat bırakmadan açıkladı. "Sen bunu sembolik bir anlaşma olarak da düşünebilirsin. Evet, hisselerin küçük ama ikimizin güçlerinin birleşmesi büyük bir şey ifade ediyor. Her anlamda güçlerimizi birleştirmekten bahsediyorum. Başkan ve Vural'dan intikam almak isteyen iki insan olarak tek vücuda bürünmüş bir canavar olmaktan." Tek kaşını kaldırdı bana bakarken. "Senden öğrenmek istediğim tek şey, bu yolda benimle sonuna kadar gidebilir misin?" Benim aksime Başkan'ın bir sonraki hamlesini öngördüğünü hissediyordum. Planlarını hep bir adım önde yaptığını. Kısa bir an düşündükten sonra karşımdaki adamın gözlerine baktım. Kararlı görünüyordu. Bitirmeye hazır gibi. Ve ona güveniyordum. Tam anlamıyla ona söyleyemesem de içimde bir yerler ona öylesine güveniyordu ki... Yaptığı tüm hatalara rağmen etrafımdaki herkesten daha çok güven veriyordu bana. Bu yüzden kararımı verdim. Uzattığı elini sıktım özgüvenle. "Anlaşma teklifini kabul ediyorum. Ne yaparsan yap, tüm planlarına tamam. Yeter ki Başkan ve Vural'ı birlikte bitirelim." Kaşlarımı kaldırarak hızla ekledim. "Ama buna farklı bir anlam yüklemeye kalkma sakın. Seninle yeniden bir ilişkimiz olacağını asla göstermiyor bu. Sadece iş yapıyoruz." Güldü Valentino. "Ne saçmalıyorsun Lâl?" Çapkın bakışları beni süzdü. "İşle aşkı karıştıracağımızı da nereden çıkardın?" Hiç ikna edici görünmüyordu. "Aşk falan yok, aşk yok!" Ellerimi silkeler gibi çırptım. "Aşk yok, Valentino. Sadece iş için el sıkıştık." Bir adım daha yaklaşıp mesafemizi kapattı. Gözlerimin içine baktı. "Tamam, Lâl. Anlaşıldı. Sadece iş yapıyoruz." İş kelimesine imalı bir vurgu yapması ise tam bir alaycılık barındırıyordu. "Rio'da geçirdiğimiz gece ve balo tuvaletinde yaptıklarımız gibi şeyleri bu işe karıştırmayacağıma emin olabilirsin." Hatırlattığı ve yaptıklarımız yeniden aklıma doluşunca alev alevdim. Bana tepeden bakan gözleri hiç ikna edici görünmese de ona güvenmekten başka çarem yoktu. Denize düşen yılana sarılırdı. Bir alev gibi tutuşmaya hazır bakışlarımız üzerine telefonum çaldı. İyi ki de çaldı. Başka şekilde bana bu kadar yakınken ondan kurtulamazdım herhâlde. Bakışlarımı yüzünden ayırıp telefonuma uzandım. Ekranda Niko'nun adını gören Valentino dişlerini sıkıyordu. Bir şey söylemesine fırsat vermeden "Gitsem iyi olur." dedim ve odadan çıktım. Pasif de olsa öfkeli bir biçimde ardımda bıraktığım adamın peşimden gelmediğini görmek memnun etmişti beni. Arabama bindiğimde aramasını yanıtladım. "Evet, Niko?" "O adam hakkında bir gelişme oldu." "Hangi adam?" Duraksadım ve bu soruyu sorar sormaz hatırladım. "Başkan'ın adamı mı?" "Evet. Hemen gelebilir misin?" "Yoldayım, geliyorum." Telefonu kapattım ve hızla basıp Hydra'ya gittim. Neler döndüğünü öğrenmeme çok az bir zaman kala kalbim küt küt atıyordu. Belki de Başkan'ı hayatımdan tamamen çıkarabileceğim kadar kurtarıcı bir şey öğrenecektim hakkında. Heyecanla Hydra'ya gittiğimde Nikolai girişte beni bekliyordu. Yüzünde temkinli bir ifadeyle beni süzüyordu. Sanki yüzümdeki ifadeden her şeyi çözmüş gibi "Vural'ın yaşadığını öğrendin." dedi. Kısa bir an onaylayarak başımı salladıktan sonra duraksadım. "Sen nereden biliyorsun?" Sorgu memuru gibi de ekledim. "Ne zamandan beri biliyorsun?" "Çok olmadı." Yanlış anlaşılmamak için açıklamaya koyuldu. "Kutuyu göndereni araştırmaya başladığımda ardından onun çıkacağını tahmin edebiliyordum ama emin olmak istedim, o yüzden bekledim. Seni ilk aradığımda onun haberini verecektim ama..." Toplantıdan sonra geleceğimi söylerken Niko'nun bana vereceği haberin toplantıda beni beklediğini nereden bilebilirdim ki? Sırtımı arkamdaki duvara yasladığımda nefesimi verdim. "Demek kutuyu gönderen oymuş." Öfkeyle inledim. "Aptal kafam..." "Nereden bilebilirdin ki?" "Onu karşımda gördüğümde nefes alamadım. Nasıl hayatta olabilir? Nasıl?" Sayıklar gibi sorgulamaya başladım. Hâlâ şoku tam anlamıyla atlatamamıştım. Ama toparlanmalıydım. Nikolai ise benim kadar şaşırmış görünmüyordu. Bilge bir havası vardı. "Vural Sezer..." diye mırıldandı. "Nox için önemli biri. Valentino Riccardo çok güçlü biri. Ama Nox büyük ve güçlü bir oluşum. Bu dünyanın paralel evreni gibi. Burada öldü sanılan çoğu kişi orada başka bir kimlikle hayatta. Nox işte böyle bir şey. Her yerde adamları var. Valentino Riccardo'nun ailesinde bile... Babam Don Anton'un ailesinde de. Ve eğer Nox bir adamı hayatta kalsın istiyorsa sonucu ne olursa olsun onu yaşatır. Vural da bu yüzden hayatta. Çünkü ona çok fazla yatırım yapıldı. Kimyager kimliği Nox için büyük hizmetler verdi. Vermeye de devam edecek." Vural'dan bahsettikçe içim sıkılmaya başlamıştı. Sanki panik atak krizi geçiriyormuşum gibi nefes alamıyordum. Hâlâ kâbus gibiydi. Gerçek olmamasını dilerdim. "Şu hasta bakıcı adama gelelim." diyerek konuyu değiştirdim. Aşağı yukarı başını salladı yavaşça. Merdivenlere yöneldiğinde Niko'yu takip ettim. Aşağı indik. Kaç kat indik bilmiyordum ama uzun koridorların sonunda bir odadan içeri girdik. Sandalyeye bağlı adamın önünde durdu, bileklerini çözüp adamı önüme attı. Girizgâhı atlayıp direkt soru sormaya hazırlandım. Karşımdaki adam da neden burada olduğunu biliyormuş gibi benden ne istiyorsunuz diye sormadı. "Sen ve Başkan... Ne haltlar karıştırıyorsunuz?" Anlatıp anlatmama konusunda tereddütlüyken Nikolai ensesini sağ avcunun içine alıp sıktı. "Ne soruyorsa cevap ver." Yüzüme bakan adama sorumu yineledim. "Hastanenin gizli katında neler dönüyor?" Korkuyla bakan adam sanki Niko'yu tanıyormuş gibi görünüyordu, aynı korkuyla bana döndü. "Başkan... Kimsesiz ve kayıp çocuklar üzerinde tehlikeli deneyler yapıyor. Bazılarının organlarını illegal organ nakli için kullanıyor. Sapsağlam çocukların organlarını satıp onları ölüme terk ediyor." Bu birlikte işledikleri bir suç değilmiş gibi yüzsüzce anlatması sinirime dokunmamıştı. "Sen o esnada ne yapıyorsun?" diye iğneleyici bir soru sordum. Aniden agresifleşen adam "Beni yargılamaya kalkma!" dedi. Kendini baskı altında hissettiği barizdi. "Baban bunu yapmasa ben de bu işe bulaşmazdım! Benden çocukları kaçırmamı istedi, kaçırdım! Paraya ihtiyacım vardı, mecburdum! Ama babanın ihtiyacı olmadığı hâlde paraya doymuyor!" "Kes! İkiniz de birbirinizin bokusunuz." Demek son zamanlarda sık sık televizyonlarda gördüğüm kayıp çocuk haberleriyle Başkan'ın doğrudan bir alakası vardı. Zaten başka kimin ilgisi olabilirdi ki? Biraz sakinleştiğimde sorgulayıcı bir ifadeyle sordum. "Başkan tek mi bu işte?" "Sezerler de var işin içinde. Özellikle deneyler ve yeni ilaçlar üzerinde Vural Sezer'in reçete ve formüllerini kullanıyorlar." "Nerede yapıyor bu işleri?" "Sürekli değişkenlik gösteriyor. Genel olarak hastanedeki gizli katta kirli işlerini yapıyor. Ama bazı deneyler Sezerler'in tesislerinde yapılıyor. Yakalanmamak için sürekli yer değiştiriyorlar." "Bildiğin tüm adresleri ver bize." Korkulu bakışları Niko'yu işaret ederken "Miloradov'a verdim." dedi. Sanırım sorulacak, soruşturulacak bir şey kalmamıştı. Gerekli tüm bilgileri aldıktan sonra Nikolai ile odadan çıktık. Koridorda yürürken merakla bakışlarım yanımdaki adama döndü. "Adam senden korkuyor. Daha önceden tanışıyor muydunuz?" Evet veya hayır demeyen adam elleri ceplerinde yanıt verdi. "Sizde dedikleri gibi... Namım var." Bunu düşünmek için başım yeterince kalabalık olduğundan üstünde durmadım. Bir an önce hastaneye dönüp Başkan'ın gizli katına nasıl girebileceğimi öğrenmeliydim. İz sürmeliydim. "Her şey için teşekkür ederim Nikolai." dedim adama dönerek. "Çok yardımcı oldun." "Hemen gidiyor musun?" Evet dercesine başım salladım. "Başkan'ın karıştırdığı haltları gün yüzüne çıkarmam gerekiyor." "Ben de seninle geleyim." İleriye doğru adım atan adamı durdurdum nazikçe. "Buna gerek yok. Şu ana kadar yardımların için teşekkür ederim ama gerisini ben hallederim." "Sana zarar gelmeyeceğinden emin olmak istiyorum, Lâl." Duraksadı gözleri kısılırken. "Riccardo'nun bu durumdan haberi var mı?" "Yok. Olmasına gerek de yok." "O olsaydı seni her durumda korurdu." "Onun korumasına ihtiyacım yok." "Benim gelmeme de izin vermiyorsun." "İyi niyetini anlıyorum Nikolai ama bu benim meselem." Kabullenir gibi başını sallayan adam ben gitmeden önce "Riccardo'yu suçlama." dedi dürüstlükle. "Vural'ın hayatta olmasından dolayı yani." Açıklamasına karşılık merakla yüzüne baktığımda devam etti. "Valentino Riccardo İtalya için önemli bir adam ve bir aile lideri ama bazen onu da aşan durumlar var. Tüm dünyayı kapsayan, bir dengeyi temsil eden Nox'un kararlarından bahsediyorum. Valentino ne kadar isterse istesin ancak Nox'un çıkarlarıyla çatışmayan birini yok edebilir. Nox kişisel çıkarlarla çalışmaz. Belli bir sistemi vardır. Ve Nox'un her yerde adamları vardır. Cosa Nostra'da bile. Onu çok sevdikleri için değil, işlerine yaradığı için Vural Sezer'i hayatta tuttular. Bir sonraki gün onunla işleri bitse umurlarında bile olmaz." Düşünceli ve sıkıntılı bir ifadeyle nefes aldım. "Benim anlayamadığım, o kadar ağır yaralanmaların ardından nasıl hâlâ hayatta kalabiliyor? Bacağı koptu ya adamın, bacağı! Hamam böceği mi bu adam?" Başını iki yana sallayan adam "Bunun bir önemi yok." dedi bilge bir ifadeyle. "Bacağı kopsa yeni bacak takarlar, kalbi iflas etse yeni bir kalp bulur takarlar. Her halükârda yaşatırlar onu. Çünkü sistemleri için önemli bir işe hizmet eden adamlarını her daim korur, takip ederler. Kurtarırlar." İç geçirdi. "Nox... Onlar planlı bir sistemin parçası. Ve bunların olabileceğini biliyorlardı. Valentino Riccardo, öldü sandığı Vural Sezer'in cesedini yok etmeleri için verdiği adamları da Nox'un Cosa Nostra'ya sızmış adamları olduğunu bilemezdi." Aklımın karmakarışık bir hâl aldığının farkında olan Nikolai açıkladı. "Nox her zaman bir adım öndedir, Lâl. Onlarla yarışamazsın." İçim sıkılmıştı. Tanımadığım abuk sabuk bir teşkilatla savaşacak değildim. Benim onlarla bir işim yoktu ama anlaşılan onlar benim dört yanımı saran insanlarla yakından alakalıydı. Başkan, Vural, Azize, Nikolai... Artık bunları düşünmek istemiyordum çünkü beni yoruyordu. Bıkkın bir oflamayla söze girdim. "İnan bana şuan öğrendiğim bilgilerin ardından Vural'ın hayatta olması bile o kadar umurumda değil. O küçük çocukların tehlikedeki hayatlarını bir şekilde kurtarmalıyım. Babam olacak o canavarın pençelerinden sıyırmalıyım masum canlarını. Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum ama elimden geleni yapacağım." "Dikkatli ol, Lâl." dedi Nikolai uyarıcı bir ifadeyle. "Ve ihtiyacın olduğunda benden yardım istemekten çekinme." Başımı sallayarak arabaya bindiğimde hızla hastaneye doğru yol aldım. Düşünmekten başım ağrımaya başlamıştı. Gidip bir şekilde hastanedeki o gizli kata girmenin yolunu bulmalıydım. Ama nasıl yapacaktım? Bilemiyordum. Hastaneye ulaştığımda garip bir panik hâli sarmıştı beni. Bahçede karşılaştığım Valentino bu paniğimi hâlâ Vural'ın hayatta olmasına duyduğum şaşkınlığa ait sanıyor olmalıydı. "Lâl, seni çok merak ettim." Hiç farkında olmasam da dürüstlükle ekledi. "Ve evet, seni takip ettirdim. Hydra'ya gittin. Nikolai ile görüşmeni gerektirecek ne oldu?" "Valentino bunlar seni ilgilendirmiyor artık. Kendi işine bak." Yanından geçip gitmek isterken yine karşımda buldum onu. "Ne var, ne?" "Seni kıskandığım için böyle davrandığımı sanıyorsun ama yanılıyorsun. Bu kez öyle değil. Siz bir şeyler karıştırıyorsunuz. Benim bilmediğim bir şeyler." "Her şeyi bilmek zorunda değilsin, Valentino. Ben de sana her şeyin hesabını vermek zorunda değilim. Bir anlaşma yaptık diye her şeyime karışabileceğini sakın düşünme." Kaşlarımı kaldırıp "Sen bu boş işlerle ugraşacağına anlaşmamız için sözleşmeyi hazırlatıp getir de imzalayayım." diyerek ültimatom verdim. Herhangi bir yanıt vermesine fırsat bırakmadan kliniğe girdim. Ahmet ve Wendy bekleme salonunda kahve içip sohbet ederken beni bekliyordu. Geldiğimi görünce yanıma geldiler. Wendy durumu anlamış gibi bana bakıp "Seni iyi misin?" diye sordu. Vural'ın hayatta olması ve ortaya çıkması bende nasıl bir etki bırakırdı bunu biliyordu. O benim en yakın dostumdu. Bense ayaktaydım. Ve yıkılmaya da hiç niyetim yoktu. "İyiyim, merak etme. Onların mahvolduğunu görünce daha iyi olacağım." Bakışlarımla odamı işaret ettim. Şebboy'dan kahve rica ettiğimde Ahmet ve Wendy ellerindeki kahve henüz bitmediği için yeni bir şey istemediler. Vural'ın gelişini, neler olduğunu, ne hissettiğimi... Wendy beni çok iyi anlıyordu. Neler yaşadığımı en iyi o biliyordu. Nasıl bir cehennemden çıkıp kurtulmaya çalıştığımı. Her seferinde yeniden nasıl saplandığımı. Kapı çaldığında içeri Şebboy girdi. "Valentino Riccardo geldiler, Lâl Hanım. Sizinle görüşmesi gereken bir iş konusu varmış. Siz biliyormuşsunuz." Herhâlde sözleşmeyi hazırlatıp getirmiş olmalıydı. "Ha, evet. Tamam, buyursun." Usulca oturduğum yerden hafif kıpırdanarak doğruldum. İçeri tüm azameti ve karizmasıyla Valentino geldiğinde Ahmet onu her gördüğünde olduğu gibi sınıfa giren öğretmene gösterilen saygıyı gösterip ayağa kalktı. Valentino'ya duyduğu korku ve saygı hissedilmeyecek cinsten değildi. Wendy ve bense oturduğumuz yerde kahvelerimizi yudumluyorduk. Valentino Riccardo'yla sıradan bir gün. Ahmet'e döndüm. "Ahmet sen çık hadi artık. Bizim biraz işlerimiz var." diyerek kibarca onu postalamaya çalıştım. Ahmet çocuk gibi omuz silkti. "Bana ne, bana ne? Wendy niye çıkmıyor? Niye sadece beni gönderiyorsun? Hayır, çıkmıyorum! Kesin gizli bir şey konuşacaksınız." "Ahmet sensiz parti falan yapmayacağız, gizli bir şey de yok. Hadi çık." "Hayır, çıkmıyorum işte bana ne, bana ne!" İnatla omuz silkerken mızmız bir çocuk gibi görünüyordu. Ahmet'e göz ucuyla bakan Valentino "Kalsın, benim için sakıncası yok." derken rahat görünüyordu. Kendine güvenen tavrıyla ekledi. "Zaten burada konuşulan hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayacak kadar akıllı biri olduğunu düşünüyorum." Kaşlarını kaldırıp sakin bir tehditkârlıkla gözlerinin içine bakan adamdan onay almayı bekledi. "Yanılıyor muyum?" Ahmet korkudan donuna indirecek durumdayken arabalardaki anahtarlık köpekler gibi hızla başını aşağı yukarı salladı. "Tabii, tabii ki efendim." Sağ eliyle ağzını fermuar gibi kapattı. Valentino Riccardo, tüm özgüveniyle bana yaklaştı ve elindeki sözleşmeyi masama koydu. "Buyur, istediğin sözleşme." İmalı bakışıyla ekledi. "Emrettiğin üzere." Ahmet merakla dibime kadar gelmiş sözleşmeye bakıyordu. Kısa bir an gözlerine bakıp yanıt verdim. "Emrim olmaz, ricam olur." Masama koyduğu sözleşmenin sayfalarını çevirip kısa bir inceledim. Daha fazla incelememe gerek yoktu çünkü Valentino'ya güveniyordum. Beni zor duruma düşürecek biri olmadığını, kötülüğüm için bir şey yapmayacağını biliyordum. Masamda kalem aradım ama bulamadım o an. Kitaplığın yanında oturan Wendy'ye döndüm. "Kalem alabilir miyim?" Valentino küçük bir hayretle "Avukatına falan inceletmeyecek misin?" diye sorsa da umursamadım. "Gerek yok, incelemem gereken kadarını inceledim." Wendy'nin uzattığı kalemi alıp kararlılıkla Valent'e döndüm. "Nereyi imzalamam gerekiyor?" Ahmet tereddüt etmeden "Nikâh defterini." derken midesine dirsek attım. Dişlerimin arasından "Ahmet, sus!" diyerek susturdum onu. "Ne? Yalan mı? Bu yalandan savaşın bitmesi için olması gereken tek şey o." "Kapa çeneni, Ahmet." Valent sağ eliyle ensesini kaşırken karizmatik bakışlar eşliğinde bıyık altından gülüyordu. Bense bunu görmezden gelerek Ahmet'i "Buradan dışarı en ufak bir şey çıkarırsan seni gebertirim." diye uyarmayı da ihmal etmedim. Benim gebertmem mi daha korkunçtu yoksa Valentino Riccardo'nun gebertmesi mi? Şüphedeydim. Bir an Valent'in gözlerine baktıktan sonra onun gösterdiği yerleri imzaladım. Cesaretimden etkilenmiş gibi görünen adam kaşlarını kaldırdı. "Demek bana bu kadar güveniyorsun. Gözün kapalı bir sözleşmeye imza atacak kadar, ha?" Alayla "Evet, şimdi kimlik bilgilerimi kopyalayıp üstüme sahte şirket açabilirsin." diye karşılık verdiğimde başını öne eğip güldü. Bense aynı ciddiyetle "Bu seramoni bittiyse arkadaşlarımla vakit geçirmek istiyorum." demeyi tercih ettim. "Ben iş anlaşmamız için yapılması gerekeni yaptım." Uyaran bakışlarımla ekledim. "Sen de söz verdiğin üzere üstüne düşeni yapmayı unutma." Oturduğum masanın karşısından uzanıp sözleşmeyi aldıktan sonra benimle yüz yüze geldi. O kadar yakındık ki kokusu burnuma doluyordu. Göz gözeydik. "Hiç şüphen olmasın." diye mırıldanarak karşılık verdi ve hiç acele etmeden doğrulup kapıya doğru yürüdü, odadan çıktı. O gitse de etkisi dakikalarca sürmeye devam etti. Aldığı derin nefesi bırakan Ahmet "Şu adamın yaydığı alfalığın onda birini istiyorum ya." derken son derece özenti görünüyordu. "Bende olsaydı hiçbir kadın bana hayır diyemezdi." Kendimi göstererek "Bir daha düşün istersen Ahmet." dedim ona. O ise sanki bu anı bekliyormuş gibi laps diye yapıştırdı lafı. "Kızım sen salaksın. Herkes sen mi?" "Bana bak Ahmet!" Masadaki bibloyu kaptığım gibi ona fırlatmak üzereyken hızlı adımlarla odadan çıktı. Wendy'yle odada yalnız kaldığımızda kahvemden bir yudum aldım. En yakın arkadaşım bile ne planladığımı anlamaya çalışıyordu. "Lâl, sen emin misin?" Sırtımı koltuğa yasladığımda az önce Valent'in sözleşmesini imzaladığım kalemi tek elimde evirip çevirdim. "Eminim, Wendy. Hem ne demişler, dinsizin hakkından imansız gelir." Karşımdaki kızın onaylayan baş işareti üzerine ekledim. "Başkan ve Vural'ı ancak Valentino bitirebilir. Ben de ona gereken işbirliğini sağlayacağım." "Bir konuda haklısın. Valentino'ya güvenebileceğimizi biliyoruz en azından." Valentino Riccardo. Hem en büyük hayal kırıklığımken hem de yaslanabildiğim en sağlam çınar ağacım olmayı nasıl başarabiliyordu? ... *
••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |