@buzlarkralicesi
|
-28- ❝Lâl❞ Hiç beklemediğim bir biçimde kendimi yıllardır kurtulduğum o odada bulmuştum. Mahzen. Küçükken korkutulduğum, biraz daha büyüdüğümde ise hapsedildiğim, zincirlenip aç susuz bırakıldığım, işkence gördüğüm o yer. Uzun yıllar önce buradan kurtulmuştum. Şimdi burada ne işim vardı? Ellerim ve kollarım bağlanmış, çıplak zeminde yatarken su damlasının ritmik sesiyle yaralı yüzümü buruşturdum. Sağa dönük sırtım zeminle buluştuğunda canım yandı. Ancak bu acı yaşadıklarımın yanında bir hiçti, biliyordum. Eskiden bu kadar cesur değildim. "Dur, ne olur yapma!" diye Başkan'a vurmaması için yalvardığım zamanlarım olmuştu. "Daha fazla vurma ne olur!" Zamanla yalvarmanın da beni kurtarmadığını anlamıştım. Bu tıpkı şey gibiydi... Şeytanla anlaşmak. Şeytana canımı bağışlaması için yalvarmak, şeytana ruhumu satmak kadar aşağılayıcı gelmişti. Artık yalvarmadım. Ona karşı en güçlü silahımı kullandım. Sustum. Susarak meydan okudum. İstediği hiçbir şeyi yapmadım. Ağzımdan, burnumdan kan gelene kadar hırpalansam da konuşmadım. Bu onu daha da delirtti. Ben sustukça, meydan okudukça darbelerinin şiddeti arttı. Sonraları dayağın da fayda etmediğini anladı. Dayak arsızı olmuştum. Beni bununla da dizginleyemiyordu artık. Şimdiyse yalnızca beni sevdiklerimle vurabilecek kadar adileşiyordu. Şimdi gerçekle hayalin harman olduğu bir biçimde kendimi yıllardır kurtulduğum o yerde yatarken bulmuştum. Uzaktan bir ayak sesi geliyordu yalnızca. Sesler bana doğru yaklaştığında zar zor araladım gözlerimi. Yüzünü göremediğim şık giyimli adam bana doğru yaklaştı ve elini uzattığında merakla gözlerimi kısıp zad zor başımı kaldırdım. Uras'tı bu. Aklım karmakarışık bir hâl almıştı. İnlercesine "Uras." diyebildim yalnızca. Ayağa kalkıp yüzüne dokunmak istedim. Bu nasıl olurdu? Uras ölmüştü. Hem de gözlerimin önünde. "Sen... Öldün." Alnına saplanarak ölümüne sebep olan kurşun yarasını aradı gözlerim ama yoktu. Oldukça dinç bir biçimde karşımda duruyordu. "Bu nasıl olur?" Zihnim bu karmaşanın içinden sağ çıkmaya çalışırken ne düşüneceğimi bilememiştim. Gerçekle hayalin karıştığını biliyordum çünkü mahzende tüm bunlar olurken henüz Uras'dan haberim yoktu. Karşımdaki adamsa yüzünde şefkatli, mutlu ve rahat bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Hiçbir şey söylemeden elini uzatıyordu bana. Gerçeği anlamam dakikalarımı aldı. Bunun ne anlama geldiğinin farkına vardığımda vücudum ilginç bir biçimde sarsıldı. Korkarak da olsa "Bu... Benim öldüğüm anlamına mı geliyor?" diye sordum. Cevabını bildiğim bu soruyu sorarken olduğum yerde donup kaldım. Yıkıldım. Yanıt vermedi. Elini uzatmaya devam ediyordu. "Ayağa kalkman gerekiyor, Lâl." Dilim tutulmuş, hiçbir tepki veremediğimi görünce kaşlarını şefkatle indirdi. "Bana söz vermiştin, unuttun mu?" "Ben..." "Bana verdiğin sözü tut, Lâl. Şuan pes etmenin sırası değil. Ayağa kalkman, savaşman lâzım." Tepki vermemi bekledi. "Hadi." Cesaret veren dingin bir tebessümle başını salladı. "Yapabilirsin." Bir ona bir de uzattığı eline baktım. Bakışlarım ikisi arasında gidip gelirken gücümü toplamaya çalışıp dizlerimin üstünde yükseldim. "Gücüm kalmadı, anlıyor musun?" "Bunu yapabileceğini ikimiz de biliyoruz." Boşta kalan eli çenemi tutup okşadı. İlk defa bir abi şefkatiyle yüzüme bakıyordu. "Sen güçlü bir kızsın." Elini tuttum ve zor da olsa ayağa kalktım. Bana olan güveni boşa çıkarmamak için kalan son gücümü kullanmaya çalıştım ve kararlılıkla Uras'ın karşısında dikildim. Karşımda duran adam, güvenini boşa çıkarmadığımı görmenin gururuyla yüzüme bakıyordu. "Biliyordum." "Neyi biliyordun?" "Kendimi boşuna feda etmediğimi." "Uras..." Elleri omuzlarıma temas ettiğinde dokunuşları gerçekti. "Kerem sana emanet, biliyorsun." Duraksadım ve güven veren bir ifadeyle başımı salladım. Karşılık vermeme fırsat kalmadan arkasını dönen adam bir toz bulutu gibi kayıplara karıştı. Az önce omzumda hissettiğim ellerinin ağırlığına tezat oluşturacak bir illüzyonla yok oldu. Her yere baktım ama yoktu. Bense etrafıma bakınırken esrarengiz bir biçimde zincirlerinden arınmış, yarasız beresiz bir biçimde ayaktaydım. ❝Valentino❞ Monitördeki bu ses, yüzüme karşı söylenen bu sözler. Maalesef, kaybettik. Bu... Tamamen gittiği anlamına geliyordu. Bir daha gelmeyeceği. Hayır. Hayır, hayır ben bunu kabullenemezdim. "Maalesef, artık yapılabilecek bir şey yok." Kolundaki saate baktı adam. Sanki hemşireyle sözleşmişler gibi bakıştılar. Sadece onların bildiği bir dilde konuşuyor gibiydiler. "Ölüm saatini ilân-" Hışımla "Saçmalamayın. Hayır!" diye durdurdum onları. Saldırgan duruşumun farkına varsam da bunu bozmadım. Engel oldum vazgeçmelerine. "Bir dakika, bir dakika! Hayır! Bu, bu olamaz! Bu kadar çabuk pes edemezsiniz. Olmaz!" Omzuma dokunan ihtiyar adam çok üzgün görünse de soğukkanlılığını koruyordu. "Bakın, kabullenmesi zor, anlıyorum. Ama kalbi durdu, geri döndüremedik." Bunu kabullenmediğimi görünce devam etti. "Size söylemiştim, ameliyat sonrası komplikasyonlar olabilir. Durumu kötüleşebilir, kalbi durabilir, dayanamayabilir. Masada bile kalabilirdi ama olmadı. Ameliyata dayanmış olması tamamen kurtulabileceği anlamına gelmiyor. Zaten kötüydü, durumu kritikti. Bu kadar dayanabildi. Kalbi durdu. Bunlar Lâl'in durumunda biri için çok olası. Yeniden hayata döndürmeye çalıştık ama-" "Tekrar deneyin!" Başını umutsuzca iki yana sallayan Aydın Bey "Bunun bir yararı olmaz." demekle yetindi. Sonucunu iyi biliyor gibiydi. Onun ne düşündüğüyse benim umurumda bile değildi. "Size fikrinizi sormadım." Aydın Bey ve hemşire birbirilerine bakarken beklenmedik yüksel bir sesle bağırdım. "Duymadınız mı? Tekrar deneyin dedim!" "Bunu daha ne kadar sürdürebiliriz, Valentino?" Bana yalnızca adımla hitap etmesine bile aldırmadan dişlerimin arasından karşılık verdim. "Yeniden hayata döndürene kadar!" Vazgeçmiyordum. "Tekrar deneyin! Tekrar!" Onların bir şey yapmadığını görünce yanına gittim ve eğildim. Yüzünü ellerimin arasına alıp dudaklarından öptüm. "Bunu başarabileceğini biliyorum. Daha önce yaptın, yine başarırsın." Yalvarırcasına mırıldandım cansız yüzüne bakarken. "Lütfen, yalvarırım. Bunu bana yapma. Biliyorum, hak ettim ama şimdi olmaz anlıyor musun? Şimdi olmaz, Lâl." Benim pes etmediğimi gören adam hemşireye baş işareti yaptı ve "Çekilin." diyerek beni uzaklaştırdı. Yeniden elektroşok vermeye hazırlandığında bildiğim tüm duaları okuyordum. Umudumu taze tutuyordum. Bu kez olacak, diye geçirdim içimden. Olacak. Sonunu bilen bir isteksizlikle yeniden denedi adam. Ve yeniden. Bir değişiklik olmadı. Bilmiş bir tavırla kaşlarını kaldıran adam sana söylemiştim bakışını attı. Umursamadım. Devam etmesini kast eden bir bakışla karşılık verdim. Tekrar denedi. Tekrar. Olmadı. Umutlarım tükenmişti. Ama vazgeçme gibi bir lüksüm yoktu. Vazgeçmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum çünkü onsuzluk gibi bir ihtimal bilmiyordum. Bu yüzden başarısızlığı görmezden ve duymazdan geldim. Defalarca denemesine rağmen sonuç alamayan adam sonuncu denemesinde de bir şey olmadığını görünce vazgeçti. Elindekileri hemşireye verdikten sonra bana döndü. "Size söylemiştim. Maalesef." Sinir bozucu bir biçimde başını iki yana salladı. Ellerim bomboş ve anlamsız bir biçimde odanın ortasında dururken nefes alamadım. Bu ana kadar bir gelişme olacağını düşünmüştüm. Kendimi bu ihtimalle rahatlatmıştım ama olmamıştı. Şimdiyse yerimde duramayacağım kadar yüksek bir panikle nefes almaya çalıştım. Hızlı adımlarla yeniden Lâl'in cansız bedeninin önünde dururken yalvarmaktan başka çare bulamadım. "Böyle gidemezsin. Gidemezsin, sen de biliyorsun. Birbirimizden başka gidecek yerimiz yok. Yok! Beni bırakıp gitme, ne olur." Ellerini tuttum, delirmiş gibi hızlı hareketlerle yüzünü ellerimin arasına aldım. Cansız yüzünü öptüm. Dudaklarını. Belki de bu dudaklara son dokunuşumdu. Bunu düşünmek beni daha da delirtti. Aceleci bir sekilde ellerimle kalp masajı yapmaya çalıştım. Herkes vazgeçse bile ben vazgeçemezdim. Bana engel olmaya çalışsalar da umursamadım. Çaresizce yorulana kadar kalp masajı yapmaya devam ettim. O an, Halikarnas'ta tanıştığım kızın çılgınca uçurumdan atladığı gün gelmişti gözümün önüne. Onu orada kaybetme korkusuyla yanıp tutuşurken yeniden bu acıyla başa çıkamayacağımın farkındaydım. Üstelik o uçurumun başındaki anlık korku ve kaybetmenin verdiği derin hüzün şimdi sonsuza dek bana misafir olmak üzereydi. Bunun paniği içinde masaja devam ettim. "Hadi uyan bebeğim, hadi." Nefesimi tuttum. "Uyan hadi." Hıçkırıklarımı yuttum. Bir değişiklik olmadı. O an içimdeki üzüntü öfkeye dönüştü. Kendime olan bir öfke. Onun ölmesine izin verdiğim için -ki sanki bu tamamen benim elimdeymiş gibi- kendimden nefret ettim. Yorgunlukla başımı karnına yasladığımda sessizce ağlarken anlamsız bir bağırdı koptu boğazımdan. O bağırtıyla öfkeli yumruğumu kadının göğsüne şiddetle indirdim. Âşık olduğum kadının bedenine inen yumruk, kendime olan öfkenin tezahürüydü. Başımı yeniden evim, yuvam olan karnına yaslarken, pes etmek üzereyken monitörden anlamsız sesler yükselmeye başladı. Tam umutlarım tükendiği an Aydın'ın heyecanlı sesiyle olduğum yerden kaldırdım başımı. "Hayata döndü! Bu..." Bir yanlışlık olup olmadığını anlamak için yaklaştı ve önce monitörü kontrol etti, sonra Lâl'in yanına gelip onu kontrol etti. Bir mucize olmuş gibi hayretle baktı. "Bu inanılmaz." Beni kenara çekip müdahale etmeye başladı. Kısa bir an yüzüme bakıp "Başardı." dediğinde farkında olmadan bana hayatımı geri vermişti. Nefesimi geri vermişti. Gözyaşlarımla gülümserken aldığım derin nefesi verdim ve başım yukarıya döndü. "Teşekkürler, Tanrım..." Pek yolunda olmasam da bana kalbimi geri verdiği için ona müteşekkirdim. Yaşadığım bu korkuyu derin bir suda çırpınarak boğulmaya benzetiyordum. Bir el beni kurtarmak için yardım eli uzatmasaydı hâlâ o kayıp çukurda olacaktım. Şimdiyse dünyanın en mutlu insanı olduğuma emindim. Hâlâ hareketsiz kızın yanına gidip gözlerimi onun melek gibi masum yüzüne diktim. Yüzünün karşımdaki varlığı bile hayatta kalma sebebimdi. Günler böyle geçip gitti. Lâl hayata dönmüştü ama hâlâ uyanmamıştı. Komada gibi hareketsiz yatıyordu. Kalbinin yeniden atmaya başlaması ise benim için en büyük armağandı. Gözlerini de açacaktı. Bunu biliyordum. Daha önce inandığım gibi inanıyordum buna. Onu bir an olsun yalnız bırakmıyordum. Adamlarımı bırakmakla yetinemezdim çünkü Başkan yeniden Lâl'i ortadan kaldırabilirdi. Dahası, onun gözlerini açtığını ve güzel gözleriyle bana baktığını görmeden rahatlayamazdım. Artık günlerim uyanmasını beklerken ona kitap okuyup müzik dinletmekle geçiyordu. Odayı onun sevdiği şeylerle donatmıştım. Onunla güzel fotoğraflarımız, onun sevdiği müzikler... Onun odası gibi kişiselleştirmiştim. Hastaların kendinde değilken bile her şeyi hissettiklerini biliyordum. Arkadaşları Lâl'i her gün müsait oldukları her an ziyaret ediyordu. Hiçbir gelişme olmasa da sanki Lâl kendindeymiş ve onları dinliyormuş gibi konuşuyorlar, onunla sohbet ediyorlardı. En sık ziyaretçilerinden biri de Wendy'di elbette. Bugün geldiğinde yüzü gülüyordu. "Sen de yatmaya iyice alıştın ha." diye takıldı hâlâ hareketsiz yatan arkadaşına. "Bak Ahmet çoktan senin dolaba stokladığın fıstık ezmesi zulanı buldu ve patlatmak üzere haberin olsun. Bir an önce uyanıp malına sahip çıksan iyi edersin. Benden bu kadar." Herkesin içinde Lâl'in gerçekten uyanacağını düşünen yalnızca ikimizdik. Wendy ve ben. Diğerlerinin aksine uyanacağına neredeyse emindik. Diğerleriyse Lâl'in çoktan öldüğünü kabullenmişlerdi bile. Bu beni öfkelendirse de duymazdan geliyordum, umursamıyordum. Lâl'in yanına yaklaşan kız çantasından tarak ve bir şeyler çıkardı. Benim duymadığımı zannederken Lâl ile konuşmaya devam ediyordu. "Bir kız komadayken bile bakımlı olmalı. Komadayız diye kendimizi salamayız hayatım." Nazik bir şekilde Lâl'in saçlarını taradı. "Bugün bir değişiklik yapıp ikiye ayıralım." dedikten sonra iki adım uzaklaşıp baktı. "Evet, çok güzel oldu." Dudak kremine benzer şeffaf bir şey çıkarıp dudaklarına sürdü. "Tabii ki lipgloss'suz olmaz." Kızın kulağına eğildi. "Uyandığında bana dua edeceksin, hoşlandığı adamın yanında komadayken bile güzel görünmesini sağlayan senden başka benim gibi kankası olan var mıdır?" Yüzünü buruşturup iki yana salladı. "Sanmam." Uzun uzun Lâl ile sohbet ettikten sonra saatine bakan Wendy'nin gitme vakti gelmişti. "Ben yine uğrarım." Baş işaretiyle onaylarken Lâl'in saçlarını okşuyordum. Wendy gittikten yaklaşık iki saat sonra her gün olduğu gibi o gün de Lâl'in yatağının kenarına oturmuş onunla konuşmaya devam ettim. "Komik kız. Luigi'nin ondan hoşlanmasına şaşmamalı." Güzel ve masum yüzüne baktım doyasıya. "Her hâlinle güzelsin. Tüm bu şeylere ihtiyacın bile yok." Her ne kadar yüzündeki yaralar ve morartılar içimi garip bir duyguyla doldursa da zoraki tebessüm ettim. Alnına bir öpücük kondurdum. "Şuan kendinde olsaydın seni öptüğüm için bana neler derdin kim bilir..." İç geçirdim. "Onu bile özledim biliyor musun? Bana haddimi bildirmeni, laf sokmanı, inatçılığınla beni çileden çıkarmanı bile özledim." Yatağının kenarına oturmuş saçlarını okşarken "Artık uyansan iyi olacak." dedim. "Seninle çok büyük planlarım var. Ama önce bunlar için seni ikna etmem gerekecek. Bana yeniden âşık olmaya hazır mısın?" Yüzünün ve vücudunun her zerresine aşkla bakarken çok ilginç bir şey oldu. Küçücük bir şey. Bir hareket. Yanı başında otururken gözümün önünde Lâl'in parmağını oynattığına yemin edebilirdim. Heyecanla ayağa kalktım. "Sen... Az önce ne yaptın?" Hareket etmişti. Parmağını oynatmıştı. Hayal değildi bu, rüya değildi. Gerçeğin ta kendisiydi. Aceleyle odadan çıkıp hemşire çağırdım. Hemşirelerden Zehra ve Aydın Bey geldi, anlattıklarım üzerine ikisi de kontrol etti ancak bir gelişme göremediler. Aydın Bey bakışlarını bana dikip "Maalesef, bir ilerleme yok." dedi. Vardı. Görmüştüm. "Acaba yanlış görmüş olabilir misiniz?" "Hayır, ne gördüğümü biliyorum." Bunu söylerken kendimden son derece emindim. Yanlış görmemiştim. Gerçekten Lâl'in parmağını hareket ettirdiğini görmüştüm. Bu mikro hareket olabilirdi ama bir hareketti. Bir göz yanılsaması değildi. Gerçekti. "Gördüm, hissettim. Parmağını oynattı!" Aydın Bey hemşireyle umutsuzca bakıştıktan sonra bana döndü. Yanıma gelip hemşireden bir iki adım ötede benimle konuşurken oldukça samimiydi. "Bak, Valentino, Lâl'in senin için ne ifade ettiğini anlayabiliyorum. Lâl her ne kadar inkâr etse de birbiriniz için ne anlam ifade ettiğiniz açık. Lâl benim elimde büyüdü sayılır. O beni sayardı, ben de onu severdim. Ama Lâl'in yeniden kalbinin çalışmış olması her şeyin tamamen iyiye gideceği anlamına gelmiyor." Herhangi bir karşılık vermeme fırsat bırakmadan aceleyle ekledi. "Elbette ben de iyi gitmesini temenni ediyorum, Lâl'in düşmanı değilim. Onun iyileşmesini en çok isteyenlerden biri de benim. O benim de kızım sayılır. Ama geçirdiği feci bir kazaydı. Onun yerinde başkası olsaydı belki bu noktaya kadar bile gelemezdi. Ameliyat masasında kalabilirdi ya da kaza yerinde ölmüş olurdu ama o, bu ana kadar savaştı. Lâl gerçekten güçlü bir kız, kabul ediyorum." "Ne söylemeye çalışıyorsunuz?" "İyi gelişmeler kadar kendimizi kötü gelişmelere de hazırlamalıyız. Yeniden kalbi durursa ya da beyin ölümü gerçekleşirse bir şey yapamayız. Eğer uyanmazsa-" "Uyanacak!" Kesin bir dille adamın söylediklerini reddettim. Daha sakin ve kesin bir hükümle tekrar ettim. "Uyanacak." Bu kez onun konuşmasına müsaade etmeyen bendim. "Nereden biliyorum biliyor musunuz? Lâl benim kalbimin bir parçası. İkimizden birine bir şey olursa diğeri hisseder. Anlıyor musunuz?" Küçümser gibi gözlerimi kıstım. "Siz hiç birine karşı böyle güçlü duygular hissettiniz mi? Birini böyle içinizde taşıdınız mı?" O yanıt vermeden karşılık verdim. "Taşımadınız. Eğer taşısaydınız beni anlardınız. Lâl uyanacak. Bunu hepiniz göreceksiniz." Zehra heyecanlanla yanımıza gelirken "Hocam! Hocam bakar mısınız?" diye haykırdı. Hemşirenin heyecanlı hareketleri üzerine Aydın Bey Lâl'i kontrol etti. Yeniden kötü bir şey olduğunu düşünerek sabırsızca bekliyordum. Yaşlı adam bana döndü ve "Tüple boğuşuyor." dedi. Zehra'nın az önceki heyecanına benzer bir sevinçle ve umutla açıkladı. "Bu iyi bir şey." Çok geçmeden zor da olsa hafifçe baygın gözlerini aralayan güzel kadının ilk gördüğü kişi bendim. Cenneti, cehennemi, arafı. Sevdiği, nefret ettiği, kızdığı ve düşman olduğu adam. Hayatının aşkı. Elim saçlarında şefkatle gezinirken sevincim yüzümden taşıyordu. "Aramıza yeniden hoş geldin, Lâl Alsancak." Riccardo diyeceğim günü sabırsızlıkla bekliyor olsam da. Güldüm. Daha az önce Aydın Bey'le bunu tartışırken Lâl'in gözlerini aralayıp sudan çıkmış balık gibi yorgun gözlerle etrafa bakması benim için öyle anlamlıydı ki. Mia bella. Beni bu kadar çabuk haklı çıkardığın için teşekkür ederim. Zamanlaman için de teşekkürler. Bir de... Seni sevdiğimi söylemiş miydim? ❝Lâl❞ Müthiş bir acıyla gözlerimi araladığımda ne olduğunu, nerede olduğumu anlamam zamanımı aldı. Karşımda ilk bulduğum kişi de düşmanım bellediğim Valentino Riccardo'dan başkası değildi. Yüzünde aydınlık ve mutlu bir ifade vardı. Elleri saçlarımı okşarken "Aramıza yeniden hoş geldin, Lâl Alsancak." dedi. Bunu o kadar anlamlı bir ifadeyle söylemişti ki. Elimi tuttu. "Şükürler olsun, uyandın." Kontrolüm dışında yorgunlukla gözlerim kapandığında ne kadar sürdüğünü bilmediğim derin bir uykuya daldım. Asla hatırlamadığım garip garip rüyalar gördüm. Bildiğim tek şey taklalar attığım o korkunç kazadan hayatta kaldığımdı. Sanırım reenkarnasyon diye bir şey olsaydı önceki hayatımda kedi olmuş olurdum. Şu hayatta iki kritik kazayı atlattığıma göre yedi canım falan kalmıştı herhâlde. Onları da dikkatli kullanmalıydım. Ama her şeye rağmen gözlerimi ilk açtığımda yani hayata yeniden tutunduğumda gördüğüm ilk kişinin Valentino olması güzeldi ve güvende hissettirmişti. Ona hâlâ kızgındım ve hâlâ düşmanımdı ama garip bir biçimde onu karşımda görmek, saçlarımı okşayıp elimi tutması korunaklı bir yerde emin ellerde olduğumu hissettiriyordu. Kimsenin bana dokunamayacağı bir yerde, güvenli bir fanustaymışım gibi. Yeniden kendime geldiğimde ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum. Wendy ve Valentino vardı karşımda. Bir şeyler konuşuyorlardı ama uğultulu seslerinden ne konuştuklarını anlayamıyordum. Gözlerimi açtığımı gören Wendy heyecanla yerinde zıpladı. "İşte bu be! İşte bu!" İlginç dans figürleriyle dans etmeye başladığında onun bu hâline Valentino bile dudağının kenarıyla tebessüm etti. Arkadaşımın çocuksu neşesine gülerken vücudumun her zerresi acıyla sarsıldı. Aynı acıyla yüzümü buruşturduğumda endişeyle kaşları çatıldı karşımdaki adamın. "Ağrın mı var?" Herhangi bir şey söylemedim ya da başımı sallamadım. "Ağrın var. Hemen birilerini çağırıyorum." Hızlı adımlarla odadan çıktı. Mutluluk dansı biten Wendy pörtlemiş gözleriyle "Aklımız çıktı kızım!" diye bağırdı. "Ne kadar korktuk biliyor musun? Delirmek üzereydim! Ya uyanmazsan diye ödüm koptu." Daha ben soracak gücü bulamadan her şeyi anlatmaya koyuldu. İnsanların benim kaza geçirdiğimde buraya nasıl akın ettiklerini, herkesin ne kadar endişelendiğini, Valent'in elinden Başkan'ın nasıl zor kurtulduğunu... Her şeyi hiç susmadan anlattı. "Valentino deliye döndü. Kırmızı görmüş boğa gibi çıldırdı. Zor aldılar Başkan'ı elinden, Allah'ına kavuşturuyordu neredeyse." Flörtöz bir imayla dudakları kıvrıldı. "Başından bir an olsun ayrılmadı. Böyle elini falan tuttu sana hülyalı hülyalı bakıp romantik romantik şeyler söyledi bence. Yani takdir edersin ki camın arkasından duyulmuyor yoksa ben hepsini dinler sana anlatırdım ama... Zehra hemşire yanındayken söylediklerini biliyorum sadece. Beni bırakmalar, sensiz yaşayamamlar, ölürüm sanalar, neler neler..." İç geçirdi hevesle. İçimden ay tamam Wendy, anladım yeter demek istiyordum ama gücüm yoktu. Çok zor konuşuyordum. Çünkü konuşurken bile kaburgalarıma bir şeyler batıyormuş gibi oluyordu. Sesime bile yabancılaşmıştım, çatallaşmış çıkıyordu. "Tamam." dedim yalnızca. Birkaç dakika sonra Valentino Doktor Turgay'la yanımıza geldi. Turgay Bey benimle çok ilgilendi sağ olsun. Genel kontrollerimi yaptı ve her şeyin yolunda gittiğine emin olmak için ağrılarım için Wendy'ye ağrı kesici bir şeyler yapmasını istedi. Şefkatli ve mutlu bir ifadeyle yüzüme bakan Turgay, "Yeniden seni aramızda görmek güzel, Lâl." derken çok samimi bir sevinç vardı gözlerinde. "Ben yine uğrarım." Turgay çıktıktan sonra yeniden üçümüz baş başa kalmıştık. Valentino ne kadar ilgili ve şefkatli davransa da ben deve kinim sağ olsun, her zaman olduğu gibi mesafeliydim. Aslında ölümlerden dönmüştüm ve içimden geçen Valent'in kollarına atlayıp hasret gidermekti. Sonuçta yarın ne olacağımız belli değildi ve bunu bizzat yaşamıştım. Ama yapmadım. İçimden geçen bu şey, Valent'in bana yaptığı saygısızlığı unutturmuyordu. Ona gerçekten çok kırgındım. Bunun için zamana ihtiyacım vardı. Gün boyu ziyaretçiler bitmek bilmedi. Doğan Bey, Fahir Bey, Kerem, Aydın Hoca, Ahmet, Evin, Giray, Türkü, Luigi, Pietro, Ivan, Nikolai... Birleşmiş Milletler komitesi gibiydiler ve sonu gelmiyordu. Hepsini gördüğüme müteşekkirdim. Bana verdikleri değer için de teşekkür ediyordum ama birden bu kadar kalabalık başımı döndürmüştü. Fuat eniştem arayıp geçmiş olsun dileklerini iletti, kalabalık dağıldığında sakin bir zamanda ziyaret edeceğini söyledi ve ben de bundan memnun oldum. Kerem çok korkmuştu. Sarılıp "Ablacım, sana bir şey olacak diye çok korktum." derken gözyaşlarını tutamadı ve ağladı. Onu ilk defa böyle görüyordum. Sırtını pışpışlayıp "Tamam, merak etme. Bir şeyim yok." diyebildim yalnızca. Uyandıktan iki gün sonra daha iyiydim ama hâlâ yerimden doğrulamıyordum. Canım yanıyordu. Valentino bir an olsun yanımdan ayrılmadı. Ona kızgın olsam da bir şey söylemedim. O da söylemedi. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. En sonunda yalnız kaldığımız an "Tamam Valentino, sen de git artık. Yeterince başımda bekledin. Git dinlen." dedim sadece. "Hayır." Ağzımı açmama fırsat vermeden lafları ağzıma tıktı. "Bu konu pazarlık kabul etmiyor." "Hiçbir şey olmamış gibi mi davranacağız?" Sıkıntıyla iç geçirdi ve başını eğip gözlerime baktı. "Hayır, sadece iyileşmen gerekiyormuş gibi davranacağız." Tatlı tatlı azarlar gibi gözleriyle haddimi bildirdi. "Hep bu kadar inatçı olmak zorunda mısın?" "Senin âşık olduğun kadın da böyle biri değil miydi, Valentino Riccardo Bey ne oldu, zoruna mı gitti?" Benim atarlarımı özlediği her hâlinden belli olan adam başını arkaya atarak keyifle güldü. Sonra delici bakışlarla gözlerimi süzdü. "Evet, tam olarak öyle bir kadına âşık oldum." Gözlerimi kaçırsam da onun yörüngesinden ayrılamıyordum. Beni öyle bir sarmıştı ki tutkulu bakışları, onlardan uzaklaşıp yok saymak neredeyse imkânsızdı. Sanırım önümüzdeki günler benim için daha zorlu olacaktı çünkü benim de en az kendisi kadar köpeklercesine âşık olduğum birine karşı koyma gibi bir görev edinmiştim. Bu güç savaşını kimin kazanacağı ise muammaydı. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü edakybss , Hanylmaz , NesibeYre , AyeSeldaPolatahin , Nazlddk okurlarıma armağan ediyorum. 💝 Bölümümüzü nasıl buldunuz? Neler beklediğiniz gibi oldu, neler beklediğiniz gibi olmadı? Buraya yazabilirsiniz. Yeni bölümle ilgili tahminlerinizi de buraya yazabilirsiniz. Son olarak hâlâ varsa, hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini buraya yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |