Yeni Üyelik
31.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 29

@buzlarkralicesi

-29-

❝Lâl❞

Yattığım yerle bütünleşecek ve bir bitki gibi hissetmekten bıkacak kadar uzun süredir dinleniyordum. Artık iyi olduğumu ve çıkmak istediğimi söylesem de Aydın Hoca ve Turgay Bey daha zamanı olduğunu düşündükleri için izin vermediler. Her ne kadar Zehra hemşire günaşırı gelip hastane dedikodularını anlatsa da bütün gün burada yatmaktan çok bunalmıştım.

O öğleden sonra Valent ısrarım üzerine eve, üstünü değiştirmeye gittiği sıralarda usulca kapım açıldı ve içeri Nikolai girdi. Önce çekingen bir biçimde başını içeri sokan adam "Müsait miydin?" diye sordu.

Yatakça hafif doğruldum. "A, gel Nikolai. Müsaidim."

Yavaş adımlarla içeri girip yanıma doğru ilerledi. Ben hiçbir şey sormadan "Seni görmek için bekliyordum. Riccardo'nun gittiğini görünce geldim." dedi. Aslında buna memnundum. Yani Valentino burada olmasına rağmen diretip gelmesindense fırsat kollayıp gelmesi daha iyiydi.

Başımı salladım. "İyi yapmışsın." Öyle misafir gibi mahzun durunca arkadaşça yatağımdaki boş köşeyi gösterdim. "Otursana." Dudak büktüm. "Pek misafirperver olabileceğim bir yer değil ama."

Dudakları kıvrılarak güldü. Usulca yatağın köşesine ilişti. İlgiyle "Nasılsın?" diye sordu. "Seni çok merak ettim. Bir an bile düşünmeden duramadım."

Olumlu anlamda başımı salladım. "İyiyim ben, merak etme."

Yorgun ve uykusuz görünüyordu. "Buna sevindim." dedi başını öne eğerken. "Ne zaman çıkıyorsun?"

Memnuniyetsizce dudaklarımı büktüm. "Bilmiyorum ki. Ben iyiyim diyorum, inanmıyorlar. Aydın Hoca çıkmama izin vermiyor henüz."

Bilmiş bilmiş kaşlarını kaldıran adam "Demek ki yeterince iyileşmemişsin." dediğinde sahte bir gücenmişlikle yüzüne baktım. Bozulduğumu görünce hoşuna gitmiş olacak ki güldü. "Çıkmak için acele etme. Demek istediğim, her zaman yaptığın gibi kaçmaya çalışma." O kontrolcü bir öğretmen edasıyla bana bakarken bense gözlerimi kıstım. Haklıydı bu arada, kaçardım. Onun gülüşüne karşılık ben de kendime engel olamayıp gülmeye başladım. Karşılıklı başımızı önümüze eğip güldükten sonra yeniden bakışlarım adama döndü.

Gözlerini benden ayırmadan derin bir iç çektikten sonra "İyi olmana gerçekten sevindim. Beni çok korkuttun." dedikten kısa bir süre sonra düzeltti. "Bizi çok korkuttun."

"Biliyorum. Ölümden döndüm, kaldı yedi can." Gülüştük. Yeniden ona döndüm. "Teşekkür ederim, Nikolai. Ben iyiyim, merak edilecek bir şey yok."

Bakışları üzerimde gezinirken "Evet, görüyorum." deyiverdi. Kısa bir sessizlik hâkim olduğunda konuşulacak bir şey kalmayan sıkıcı bir muhabbet döngüsüne girdiğimizi sanırken yeniden konuşmaya başladı adam. Bu kez itiraf barındıran cesur sözlerdi söyledikleri. "Kaza geçirdiğini öğrendiğim an... Zaman durdu benim için. Donup kaldım, Lâl. Hareket edemedim. Ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilemedim. Bir daha seni göremeyeceğimi düşünürken kendimi kaybettim. Deliye döndüm. Seni kaybettiğimi düşünmek-"

"Nikolai, lütfen." Benimle bu kadar dürüst konuşması çekinmeme sebep oluyordu. Sanki buna izin verirken onu cesaretlendiriyormuşum gibi hissediyordum ve bu olsun istemiyordum.

"Biliyorum, biliyorum." diyerek sözümü kesen Niko ise bir beklenti içinde değildi. Bunu gizlemiyordu. "Seni kazanmamışken kaybetmekten bahsetmek saçma. Aramızda bir şeyler olamayacağını daha önce net bir şekilde ifade etmiştin zaten Lâl. Şuan konuştuğum şeylerden suçluluk duymana gerek yok. Ben sadece bu duygular içimde kalmasın istedim." Nefes aldı. "Gelmeyeceğini bile bile... Seni sonsuza dek bekleyecek olmama rağmen bilmeni istedim. Seni nasıl bir sevgiyle sevdiğimi görsen inanamazdın." Bir şey söylememe fırsat vermeden devam etti. Bu kez yüzünde hoşnutsuz bir ifade hâkimdi. "Ama onu sevdiğini biliyorum. Onu sevdiğini biliyorum ve ne yaparsa yapsın onu kalbinden atamayacağını da biliyorum. Bu sevginin ne denli bir işkence olduğunu kendimden biliyorum. Ona olan aşkın bana çok tanıdık."

Bunu daha önce de söylediği için az çok biliyordum. Anlayabiliyordum. Ben Valentino'yu nasıl umutsuz ve çaresizce seviyorsam Nikolai da beni aynı çaresizlikle seviyordu. İşte en iç acıtan kısmı buydu. "Seviyor olsam da bu bir şeyi değiştirmez. Artık hayatımda kimseyi istemiyorum. Ne seni ne de onu."

Dudakları kıvrıldı bilmiş bir edayla. "Öfkeyle söylüyorsun bunları. Öfken geçtiğinde onu daha büyük bir aşkla seveceksin ve kendini yine onun kollarında bulacaksın." Hiddetle ona karşı çıkmak üzereyken buna fırsat vermedi. "Bunun için seni suçlamıyorum. Çünkü anlıyorum." İç geçirdi ve ışık hızıyla konuyu değiştirdi. "Her neyse, buraya Riccardo'yu konuşmaya gelmedim." Yüzüme şefkatle ve ağır ağır ezberlemek ister gibi bakarken "Seni yeniden iyi görmek güzel." diye mırıldandı. Benim bir şey söylememi beklemeden oturduğu yerden kalktı. "Artık gitsem iyi olacak."

Ağırbaşlı ve dostane bir ifadeyle karşılık verdim. "Ziyaretin için teşekkür ederim, Miloradov."

Bakışları yeniden yüzümü bulurken düşünceliydi ve içindeki savaşı görebiliyordum. Pes etmekle savaşmak arasındaki o kıyasıya rekabeti, savaşı. Görebiliyordum. "Sen de artık sadece... Alsancak." derken aramıza istemediği bir mesafe koymaya çalıştı.

Şaşkın ve meraklı bakışlarım onu çözmeye çalışırken buna fırsat bulamadan kapıdan çıkıp gitti Nikolai. Bu konuşmayı anlamlandırmak için saatlerimi harcayabilirdim ama öyle yorgundum ki başımı yastığa koyduğumda yarı uyanık vaziyette uyukladım.

Geri kalan zamanlarım hep olduğu gibi ziyaretlerle geçti. Wendy her müsait anında gelip sohbet etmese hiç çekilecek şey değildi doğrusu. Bazen moda dergileri falan da getiriyordu, kurcalayıp oyalanıyordum bari.

Yine Wendy'le sohbet ettiğimiz o gün canımı çok sıkan bir şey oldu. Öncesinde Wendy sıradan bir hastane bülteni sunup basit magazin olaylardan bahsetti. "Senin komaya girme olaylarında bu bizim Ahmet'le Zehra hemşire arasında böyle bir yakınlaşma gibi bir şeyler oldu."

"Hadi canım, nasıl yani?"

"Ya anla işte. Önceden sadece dedikodu arkadaşlığıydı ama geçen gün bunları sarmaş dolaş gördüm. Güya Zehra hemşire senin durumuna üzülüp ağlıyormuş da, Ahmet de öyle pışpışlamış falan. Yersen."

Güldüm keyifle. "Bak sen şunlara ya. Zehra hemşire de az değil hani. Sen bütün hastanenin dedikodularını anlat, kendi olaylarından hiç bahsetme."

"Ay Ahmet'e bir imada bulunayım dedim beni dövmekten beter etti. Yok baş hemşire azarladığı için Zehra'nın morali bozukmuş da, teselli etmiş de bilmem ne." İmayla kaşlarını kaldırıp tekrar "Yersen." derken laf arasında sanki önemsizmiş gibi bir şey daha söyledi. Asıl canımı sıkan şeyi. "Ha bu arada bir haftadır iki günde bir hastaneye kızın biri gelip gidiyor. Sordum soruşturdum. Valentino'nun arkadaşı Doğan'ın kızı mıymış neymiş bilemiyorum. Babasını ziyarete geliyor güya ama babasına mı geliyor Valentino'ya mı belli değil. Bakışlarını da hiç beğenmiyorum zaten yılan gibi yeşil yeşil bakıyor. Öyle alıcı gözüyle süzmeler falan." Dudak büktü. "Bilemedim."

"Ne alaka?"

"Ben ne bileyim ne alaka?"

"Sen bunu bana şimdi neden anlattın?"

Hiçbir şey olmamış gibi bakan kız "Ne?" dedi. "Anlatmasa mıydım? Havadan sudan konuşuyoruz diye ben. Genel hastane dedikoduları yani."

Artık gerçekten ağzımı bozacaktım yani. Oldu olacak dünyadaki bütün kadınları Valentino'nun peşinden koşsun yani! Sanki dünyada başka erkek yok! Sen niye sinirleniyorsun ki Lâl? Valent'in nesi oluyorsun? Kendimi tekrarlamak istemiyorum ama siz sadece eski nişanlısınız.

Doğru. Sonuç olarak beni ilgilendirmezdi. İlgilendirmemeliydi ama ilgilendiriyordu çünkü sonuçta haftalardır başımda bekleyen adamdan bahsediyorduk. Üstelik Valent'e olan hislerim de bitmemişti. Yine de Wendy'nin ağzına laf vermemek için umursamaz takılmaya çalıştım. "Aman bana ne ya, isterse bütün şehri peşine taksın götürsün. Ne bok hâli varsa görsün." Umurumda değilmiş gibi davransam da istemsizce söylenmekten kendimi alamıyordum. "Ne Valentino Riccardo'ymuş arkadaş ya, Brad Pitt sanki. Bir havalar bir şeyler..." Sinirle kesik kesik nefes aldım. Burada hiçbir şeyden habersiz bitki gibi yatmaya daha fazla dayanamayacaktım. Dışarıda neler dönüyordu, benim haberim bile olmuyordu. "Yeter artık bu kadar dinlenmek." Sinirimi kolumdaki serumdan çıkardım. Hışımla çekip çıkardım öyle. "Sıçacağım şimdi serumuna da ha!"

Wendy gözlerini büyüterek tepki verdi. "Ne yapıyorsun kızım?" Hayretle güldü.

"İyiyim ben, bir şeyim yok. İyileştim işte nedir yani? Haftalardır yatıyorum zaten."

Ayaklandığımı gören kız "Nereye?" diye sorarken hayretle bakıyordu.

"Eve gidip üstümü değiştireceğim."

"Aa sen ciddisin!"

"Yok şaka yapıyorum anasını satayım."

"Aa delinin zoruna bak!" Kolumdan tutup durdurmaya çalıştı. "Kızım saçmalama. Aydın Hoca taburcu etmedi daha seni. Ayrıca da Valentino duyarsa çok kızar-"

"Onu ilgilendiren bir şey yok. O kendi dalgasına baksın."

"Bir şey soracağım, sen bu kız meselesini duyunca mı sinirlenip ayaklanmaya karar verdin, bana mı öyle geliyor?"

"Ne alaka canım?" Kestirip attım. "Sana öyle geliyor."

"Ay Lâl bari bana yapma. Kaç yıllık arkadaşız şurada ya."

"Sen kimin tarafındasım Wendy?" İmalı bakışlarla süzdüm onu. "Ha eğer düşman cepheye geçtiysen söyle de bilelim."

Luigi'yi kast ettiğimi anlayınca panikledi ve abartılı bir tepki verdi. "Ne? Yok daha neler! Sen iyice tozuttun!"

"O zaman çekil önümden."

Önümde duran kız uzun süren bakışmamızdan sonra kenara çekildi. "Aman tamam, git. Yollarda ayılıp bayılırsan görürüm seni. Arabanın biri çarpar, fotokopini toplarız artık yerden."

Odadan çıkarken "İçimi ferahlattın gerçekten! Sağ ol!" dedim ve tanıdık birilerinin radarına yakalanmadan hastaneden çıktım. Hastane kıyafetimle bir kaçkına benzediğimin farkındaydım ama umursamadım. Arabama bindim ve evin yolunu tuttum. Çok özlemiştim yatağımı. Hemen duşa girip yatacaktım. Günlerdir hastane yataklarında her yerim tutulmuştu. Evin konforunun yerini tutabilir miydi? Asla.

Eve geldiğimde kapıyı anahtarla açtım ve salonda beni ilginç bir sürpriz karşıladı. Islık çalan rengarenk bir papağan. Mavi, kırmızı, yeşil, sarı, hepsi canlı renklerden oluşan tüyleri vardı ve çok gösterişliydi. Kaşlarımı çatıp "Bu da ne böyle?" diye sordum kendi kendime.

Papağanın yanına gittiğimde ıslık çalıp anlamsız sesler çıkarıyordu. Etrafında bir tur döndükten sonra "Sen de kimsin? Bizim evde ne işin var?" sorusunu yönelttim. Sanki bana cevap verebilecekmiş gibi.

Anlamsız sesler dışında bir şey söylemediği için bir süre baktıktan sonra merdivenlerden yukarı çıktım. Kesin yine bizimkilerin bir dalgasıydı. Akşam öğrenirdim nasılsa.

Odama geçtim. Duş alıp üstümü değiştirdikten sonra yatağıma uzandım. Ne kadar uyuduğumu bilmiyordum ama uyandığımda hava kararmaya yüz tutmuştu. Usulca yataktan kalktım. Kalkarken canım biraz acıdı. Hâlâ tam olarak iyileşmediğim için acıyla yüzümü buruşturdum. Biraz daha yavaş hareket etmeyi öğrenmeliydim.

Aşağıya indiğimde anahtarla kapının açılma sesini duydum. Ev ahalisi sırayla içeri girdiler. Ben de merak ettiğim soruyu sordum. "Bu kuş ne Allah'ınızı severseniz?"

Giray "Ahmet'in." diyerek açıkladı. İmalı bir bakışla onu işaret ederek ekledi. "Daha doğrusu yeni flörtünün hediyesi."

"Ne flörtü oğlum ya? Zehra'yla arkadaşız sadece."

"He he, balıklar da uçuyordu zaten."

En olmadık zamanda "Ahmet Zehra'yı seviyor! Ahmet Zehra'yı seviyor!" diyerek Ahmet'i yalancı çıkardı papağan. Ahmet'in ölümcül bakışlarına maruz kaldığından haberi bile yoktu hayvancağızın.

"Oğlum sus!" Panikle kuşu susturmaya çalıştıktan sonra Giray'a döndü bakışları. "Bak ne öğrettin papağana ya!"

Keyifli gülmelerimin arasında "Tamam susun, kafam şişti." desem de bu curcunayı özlemiştim. Uzun zamandır o soğuk ve sessiz odada yalnız yatarken zamanın çoğunda kendimi bilmesem de bu neşeli anlarımı içten içe özlediğimi fark ettim.

Odama çıktığımda akşam yemeğine daha vardı. Kızlara yardım etmek istediğimi söylesem de hiçbir şeye elimi sürdürmediler. Ben de orada hiçbir işe yaramadan durmaktansa yukarı çıkmayı tercih etmiştim. İyi ki de etmişim. İçeri girer girmez odada bıraktığım telefonumun çalma sesiyle karşılaştım. Arayan Niko'ydu. Bekletmeden açtım. "Alo."

"Merhaba, Lâl. Nasılsın?"

"İyiyim Niko, sen?"

"İyiyim. Şey... Öğleden sonra hastaneye geldim ama yoktun."

Hastanede sık sık ziyaretime gelen Nikolai'ye de müteşekkirdim. Beni hiç yalnız bırakmadı, sağ olsun. Onun sözü üzerine başımı öne eğip güldüm ve alayla "Evet, hastaneden kaçtım." dedim. Yalan da sayılmazdı hani.

O da güldü. "Tahmin ettim. Sen ve kaçmak... Çok uzak kavramlar değil." Bir süre sessizliğimizi koruduktan sonra ciddileşerek söze girdi adam. "Lâl, ben aslında seni önemli bir konu için aradım."

"Nedir?"

"Vural'ın bir açığını buldum."

Oturduğum yatakta merakla dikeldim. "Ne açığı? Nedir?"

"Muhbirlerimden öğrendiğim kadarıyla bu pislik herifin takıldığı bir eskort varmış. O kadından Vural hakkında tuhaf şeyler öğrendim. Senin de duyman gerekebilir."

"Ne gibi?"

"Seninle alakalı."

Yutkundum. "Yarın o kızla buluşma ayarlayabilir misin?" Belki de o kadar imkânsız değildi. Bir kez olsun kötülere karşı iyiler kazanabilirdi. Hani her zaman olurdu ya, güçlüler güçsüzleri ezerdi. Hakkınızı onlara karşı savunamazdınız, savunmaya kalktığınızda başınızı ezerlerdi. Belki bu kez farklı olurdu. Bir iz bırakmıştı ve hakkımı arayabilir, onu mahvedebilirdim. Olamaz mıydı? En azından ele güne karşı onun gerçek yüzünü gösterebilirdim.

"Hallederim." Bu konuyu da çözdüğümüze göre rahatlamıştım. Kısa süren sessizliğimizin ardından samimiyetle "Sen iyi misin?" diye sordu adam.

"Daha sabah görüştük, Niko. İyiyim ben." Nikolai hastanede olduğum süre boyunca günde iki kere ziyaretime gelirdi. Valentino'yla karşılaşmamaya özen gösterseler de bu çoğu zaman işe yaramıyordu. Karşılaşıyorlar, birbirilerine ölümcül bakışlar fırlattıktan sonra geçip gidiyorlardı. Ormanda karşılaşan iki aslanın öldürücü bakışması gibi.

"Buna sevindim." dedi adam. "Seni zor durumda bırakmamak için sık sık uğrayamadım ama aklım sende."

"Daha ne kadar sık uğrayacaksın Nikolai, günde iki kere görüşüyoruz zaten."

"Demek ki yalnızca bana yetmiyor." Anlamlı ses tonuyla bana karşı hislerini gizlemeyen adam yanıt vermeyeceğimi anlayınca iç geçirdi.

"Bir şeyim yok. Sorun yok yani."

"Peki o hâlde, yarın görüşmek üzere."

Telefonu kapatıp aynanın önüne bırakır bırakmaz yeniden çaldı. Bu kez arayan Valentino Riccardo'dan başkası değildi. Gözlerimi devirerek aramasını yanıtladım. "Efendim?"

"Nasılsın?"

Sesindeki kadife yumuşaklığına kanmaya pek niyetim yoktu açıkçası. Ona karşı hâlâ karmaşık duygular besliyordum. Ondan nefret ediyordum, onu düşmanım görüyordum, ona sinir oluyordum ve onu seviyordum. Garip duygulardı. Bu yüzden soğuk ve dengesiz davranmama şaşmamalıydı. "İyiyim, teşekkürler."

"Ben de iyiyim, sorduğun için teşekkürler."

"Bir kamyonun altında kalmaktan son anda kurtulup taklalar atan sen olmadığın için nasıl olduğunu sormayı atladım, kusura bakma."

İğneleyici ses tonumdan gerekli mesajı alan adam güldü. Gülüşü tıpkı şey gibiydi. Sahile vuran dalgaların hissettirdiği huzura benziyordu. "Ben de içindeki o cadı Lâl nerede kaldı diyordum. Özlemişim."

"Ne istiyorsun Valentino?"

"Hastaneden kaçmışsın."

Göğsümü gere gere "Evet, nedir?" dedim.

"Tam senlik bir hareket." İç geçirdi. "Lâl, henüz tam iyileşmedin. Ve seni merak ettim."

"Beni neden merak ediyorsun, Riccardo? Sen seni ziyarete gelen kızları merak et." Alt dudağımı ısırdım. Bunu söylememeliydim. Aptal, Lâl. Neden kaçırdın bunu ağzından? Şimdi kendini önemli biri zannedecek.

"Ne kızı?"

Yanlış duymuş gibi numara yapsam yer miydi acaba? Sanmam. Ama denemekten başka çarem yoktu. Bir şekilde lafı çevirmeliydim. "Kız mı? Ne kızı?"

"Sen az önce söyledin ya."

"Ne söyledim?"

"Kız dedin."

"Ben... Hatırlamıyorum öyle bir şey. Yanlış anlamışsın."

"Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum, Lâl."

"Bizde dervişin fikri neyse zikri de odur derler. Aklın fikrin karı kızdaysa söylediklerimi kızlara yormuşsundur. Bir kulaklarına baktır istersen."

Onu domine etme çalışmalarımdan hiç etkilenmemiş bir biçimde karşılık verdi adam. "Lâl, gerçekten enteresan bir kadınsın. Ve sanırım bu enteresan kadının bana sormak isteyip soramadığı bazı şeyler var." Söylediklerimden hiç etkilenmemiş gibi iç geçirdi. "Küçük bir dipnot, hayatımda hiçbir kadın yok." Abartılı bir imayla ekledi. "Bir tanesi bana yetiyor zaten."

Beni kast ettiğini anlamam için süper zekâ olmam gerekmiyordu. Ama anlamazdan geldim. "Garip konuşmalarından hiçbir şey anlamadım. Hayatında biri var mı diye merak ediyor da değilim. Eğer söyleyecek bir şeyin yoksa kapatıyorum, yemeğe çağırıyorlar. Hastanede görüşürüz."

"Görüşürüz, Lâl Alsancak. Görüşene dek kendine dikkat et. Başına yeni belalar açma."

Telefonu kapattığımda suratımda farkında olmadan bir tebessümle kalbim hızlı atıyordu. Neden böyle olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu ama Valentino Riccardo'yla konuşurken bu hep olurdu. Onunla illa özel bir şeyler yapmamıza gerek olmazdı, sadece konuşmamız bile kalp atışlarımı hızlandırmaya yeterdi.

Sakinleştiğimde hiçbir şey olmamış gibi aşağı indim. Masa hazırdı. Ahmet ve Giray elbette masaya ilk kurulanlar olmuştu.

Ahmet ağzını bir sürü şeyle doldurmuş "Kurt gibi acıkmışım valla." derken Evin perdeyi aralamış dışarı bakıyordu. Acaba Mehmet yeniden tebelleş mi oldu diye düşündüm kısa bir an. Ona yaptıklarımdan sonra cesaret edebilir miydi? Sanmam.

Merakla "Sen nereye bakıyorsun öyle?" diye sorduğumda Evin'e yönelttiğim soruyu Giray cevaplandırdı.

"Kapıda lüks bir araba kaldırımın karşısına park etmiş bizim evi gözetliyor. Özel koruma hesabı." Ben merakla pencereye doğru yürürken "Bence Nikolai." dedi Giray.

Ağzı hâlâ kısmen dolu olan Ahmet'se arkadaşının iddiasına karşılık verdi. "Ben oyumu İtalyan enişteden yana kullanıyorum ve Valentino Riccardo diyorum."

"İyi bakalım, nesine?"

"Kazanırsam haftaya nöbetimi sen devralırsın."

"Tamam ulan, pilavdan dönenin kaşığı kırılsın."

Perdeyi aralayıp baktığımda arabadan inen Montrel hemen kaldırımın kenarında bir sigara yakmış bizim eve doğru bakıyordu. Ofladım. "İddiayı Ahmet kazandı. Bu Montrel, Valent'in adamı."

Giray "Hay sıçayım böyle işe be!" diye masaya vurup dövünürken Ahmet zafer nidaları atıyordu.

"İşte bu be! İşte bu! N'oldu, girdi mi?"

"Bak Ahmet bir çarpacağım bir de yer çarpacak şimdi!"

"İddiayı ben kazandım oğlum, n'aber!"

Araya girmeseydim küçük çocuklar gibi dalaşmaya devam edeceklerdi. "Herkes yerine otursun! İkinci bir emre kadar ağzınızı sadece yemek yemek için açacaksınız! Yeter be, bu da kafa yani! Hastaneden yeni çıktım."

Yemeğimizi nispeten sakin bir şekilde yedikten sonra biraz televizyon izleyip uyuduk. Tüm gece Vural'la ilgili gelişmeyi düşünürken içim içimi yiyordu. Daha önce Başkan'ı ve Vural'ı devirme girişimlerim aklıma geldi. Hepsinde bir şekilde bir şeyler olmuştu ve sıyrılmışlardı. Bazen ramak kala. Yine öyle olmasından korkuyordum.

Ertesi gün hastaneye geldiğimde öğle arasını iple çekiyordum çünkü Niko'yla öğlen buluşup bahsettiği eskort kıza gidecektik.

Klinikteki işlerimi bitirdiğimde hastaneye geldim ama yönetim katında Valent'i odasının önünde esmer ve çok güzel bir kadınla konuşurken gördüm. Sanırım o kızı bir yerlerden tanıyordum. Eğer bu Wendy'nin bahsettiği kızsa lösemili çocuklar adına düzenlediğimiz baloda ayaküstü tanışmıştık. Doğan Bey'in kızı.

Bir erkek belki bunu anlamayabilir ama bir kadın başka bir kadının yaklaşımından amacını genellikle anlayabilir. Bu da o anlardan biriydi. Gerçi Valentino Riccardo gibi bir erkek için bu geçerli olmaz. O kendisine yaklaşan her kadının amacını anlayabilecek kadar zeki ve tecrübeli bir erkekti. Gereğinden fazla tecrübeli. Muhtemelen kadının ona neden yaklaştığını anlamış olmalıydı.

Sakince yanlarına yaklaştım. Onlar tarafından görünmeyecek ama konuşmalarını duyabilecek kadar yakındım ve aramızda sadece yarım bir duvar vardı.

"Valentino, seni burada görmek ne hoş sürpriz."

"Merhaba, Beyza." Elleri ceplerinde olan adam ilgisizce etrafına bakınırken "Sanırım Doğan henüz gelmedi. Ama onu odasında bekleyebilirsin." demekle yetindi.

Adının Beyza olduğunu hayal meyal hatırladığım kadın cesaretiyle bir adım öteye giderek "Senin odanda beklemeye ne dersin?" diye teklifte bulundu. Valent'in ifadesiz durduğunu görünce sade bir biçimde ekledi. "Bana bir kahve ısmarlamayacak mısın?"

Kısa bir duraksamadan sonra dürüstçe karşılık verdi. "Kabalık etmek istemem ama gerçekten çok meşgulüm."

Bir beklenti içinde olduğunu gizleyen kadın cool bir havayla kaşlarını kaldırıp boş verdi. "Hımm... Başka zamana artık."

Evet veya hayır demeyen Valentino'nun ilgisiz bakışlarını görünce birkaç adımda aralarına girdim. "Merhaba."

Beyza ikimize de göz gezdirdikten sonra bozulmuş bir biçimde "Ben kaçayım artık. Hoşça kal Valentino."

Baş işaretiydi karşılık veren Valentino'nun bakışları merak ve ilgiyle bana döndü. Gözlerini adamda gezdirirken giden Beyza ve bakışları üzerimde gezinen Valentino. Her ikisine de baktıktan sonra Valent'e döndüm. "Valentino Riccardo, yanlış zamanda değilsek bir toplantı talep ediyorum."

"Elbette." Rahat duruşundan ödün vermeyen adam elleri ceplerinde sırtını dikleştirip gerindi. "Ne toplantısı bu? Eski nişanlımı çok kıskanıyorum toplantısı mı?"

"Ne?" Gözlerim abartılı bir biçimde büyüdü. "Alakası yok. Başkan ve Vural'ın da bulunduğu acil bir toplantı istiyorum. Hisselerimi devrettiğimi gözlerinin içine bakarak duyurma niyetindeyim." Daha önce bu anlaşmadan emin olup olmadığımı soran ve vazgeçme hakkı tanıyan adama cesur bir bakış attım. "Sen de sözleşmemizi geçerli sayabilirsin. Kararım kesin."

"Seni böyle cesur ve kararlı görmek ne hoş." Bakışları avına yaklaşan aç bir kurt gibi beni baştan aşağı süzüyordu. "Özellikle Zita olayında gerildikten sonra."

Hatırlatmaya çok hevesli görünmese de dürüst ifadesi tavrıma şaşırmış görünüyordu. Zita'dan sonra tüm gemileri yakacağımı düşünmüş olmalıydı. Öte yandan bu onu aramızda yeniden özel bir ilişki olacağına dair cesaretlendiriyordu da. "Seninle aramızdaki işten başka bir şey değil, Riccardo." dedim. Az önceki kararlı tavrımdan farksız davranıyordum. "Yani seninle olacağımı sanıyorsan yanılıyorsun." Hem onu hem de kendimi ikna eder gibi üstüne basa basa tekrarladım. "Biz sadece iş yapıyoruz."

"Ah, bir dakika, doğru anladığıma emin olmalıyım. Etrafıma yaklaşan her kadından beni kıskanıyorsun, birbirimiz için deliriyoruz ve yatakta çok iyiyiz. Ama sadece iş yapıyoruz ve asla bir ilişkimiz olmayacak." Durup düşündü ve alaycı bir kararsızlıkla ekledim. "Bu tür birçok iş yaptım, sanırım becerebilirim."

Öncesinde söylediklerini duymazdan gelerek gözlerimi devirdim ve geçiştirdim. "Güzel."

Toplantı için hazırlıklar başlarken heyecanlıydım. Birkaç dakika sonra önemli bir açıklama yapacaktım ve yer yerinden oynayacaktı. Buna emindim.

Toplantı odası yavaş yavaş dolarken Valentino yeniden yanıma geldi. Sanırım heyecanımı seziyordu. Oysa belli etmemek için derin nefesler alıp o her zamanki umursamaz yüz ifademi takınmıştım ama... Allah aşkına, beni benden bile iyi tanıyan Valentino'dan ne sakladığımı sanıyordum ki?

"Yapmak üzere olduğun şeyden emin misin? Az sonra yapacağın şeyden sonra bunun geri dönüşü olmayacak."

"Ben eminim Valentino, gerçekten."

"Lâl, bana öfkeliydin. Bırakıp gitmek üzereydin. O şey olmasaydı."

"Evet, kaza. Ama o zaman bile hisselerimi geri almak istememiştim, hatırlatırım." Tek kaşımı kaldırarak ekledim. "Kararlılığımı buradan anla."

Herkes toplanmıştı ve yapacağım açıklama için her şey hazırdı. Önce Valentino sakin bir giriş yaptı.

"Bu acil toplantıyı neden düzenlediğimi merak ediyor olmalısınız. Hissedarlarımızdan Lâl Alsancak, size önemli bir açıklamada bulunmak istiyor. Sözü kendisine bırakıyorum."

Başkan ve Vural'ın küçümseyici bakışları altında söze girmeye hazırlanırken bir girizgâhın bana ne kadar ağır ve gereksiz geldiğini düşündüm. Bu yüzden onların kendine güvenen tavırlarını yıkmak için alıştırmaktan çok uzak bir biçimde asıl konuya girdim.

"Hisselerimi Valentino Riccardo'ya devrettim, herkese hayırlı uğurlu olsun."

Bunu söylerken ikisinin de gözlerine bakıyordum. İkisi de şokta gibiydi. Toplantı dağılana kadar şoku atlatmaları zaman aldı. Biz bize kaldığımızda yerinden hışımla kalkan Başkan, bana doğru iki adım attı. Dişlerinin arasından "Ne o, bu mafya yine seni düzmeye mi başladı?" diye geveledi. Benim canımı yakacağını umarak ekledi. "Eski karısından arta kalan günlerde de seni mi düzüyor?" Öfkeli görünüyordu çünkü ömür boyu düşman kalacağını düşündüğü iki kişi ona karşı birleşmişti.

Valentino üzerine yürümek üzereyken gövdesinden tutup engelledim. Aşağılayıcı bir bakışla onu umursamaktan uzak baktım Başkan'ın yüzüne. "Ağzını topla. İş yapıyoruz. Ve dedemin haklarını senden koruyorum."

Artık beni öfkelendirip etkileyemediğini az çok biliyordu. Onu daha çok çıldırtan da buydu. "Dedemmiş!" Kinayeli bir ses tonuyla söylemişti bunu. "Sürtük seni!"

Valent'in saldırganlaşmaya hazır hâline tezat bir sakinlikle "Kes." dedim yalnızca. "Kafanı duvarlara da vursan sonucu değiştiremeyeceksin. O çok istediğin hatta uğruna canımı almaya çalıştığın hisseler artık Valentino Riccardo'nun. Toplantı bitmiştir."

Toplantı biteli çok olmasına ve herkes dağılmasına rağmen Valentino, Aydın Hoca, Başkan, Vural ve ben dışında bir iki hissedar daha vardı. Bizden kalanların şaşkın bakışları arasında umursamaz bir biçimde toplantı odasından çıktım. Başkan'ın sözlerini işitip şok içinde bakan Aydın Hoca'nın hayret dolu bakışları hâlâ gözlerimin önündeydi.

Arkamdan çıkan Valentino beni durdurdu. "Lâl, bugün büyük bir meydan okumaya imza attın. Artık her şey daha zor olacak. Açık açık savaş ilân ettik."

"Biliyorum."

"Ben her zaman seni koruyacağım ama bu onları durdurmayacaktır. Ve dikkatli olman gerekiyor."

"Bunu da biliyorum, Valentino Riccardo. Benim için endişelenme." Bilmiş bakışlarla ekledim. "Hem de evim dâhil her yerde beni gözetleyen adamların kıçımın dibinden ayrılmazken." Yüzlerimizdeki ciddi ifadeye tezat gülen gözlerle bakıştık. "Benim için endişelenme." dedim samimiyetle.

"Bu mümkün değil. Özellikle sen ölümcül bir kazadan yeni kurtulmuşken."

Telefonumun çaldığını ve arayanın Niko olduğunu görünce bir adım geri çekildi. "Gitmem gerek, önemli bir işim var. Sonra görüşmek üzere, Valentino Riccardo."

Karmaşık bakışları beni süzerken hâlâ ona karşı tam anlamıyla şeffaf olmadığımın farkındaydı. Ve beni tamamı için zorlamıyordu. Ona tamamen güvenmediğimi düşünüyor olmalıydı.

Hastaneden çıkıp kapının önünde Nikolai Miloradov'la buluştum. Arabasına bindiğimde sürücü koltuğunda kendisi vardı. Yolda beni görüştüreceği kadın hakkında konuşmaya başladık.

"Muhbirlerim onu çalıştığı yerde buldu. Korunaklı olsun diye konuşmanız için Hydra'ya getirdik. Seninle buluşacağını biliyor."

Başımı salladım. Neyle karşılaşacağımı tahmin etsem de tam olarak bilemiyordum. Bu belirsizlik beni daha da geriyordu.

Hydra'ya geldiğimizde Nikolai'nin bizim için ayarladığı şifreyle girilebilen korunaklı bir odadan içeri girdik. Kız başı öne eğik oturmuş bizi bekliyordu. Başını kaldırıp ayağa kalktığında gördüklerimin hangi birine şaşıracağımı bilemedim. Düz saçları benim saçlarımın rengindeydi. Ama dillerinden gerçek saçlarının açık kumral olduğunu görebiliyordum. Daha da korkuncu, yüzünde dayak yemiş gibi yaralar bereler vardı. Çok fazla hırpalandığı belliydi.

Önünde durduğumda sırtı kamburlaşmış duran kız yalnızca karşımda duruyordu. Bir adım bile atmıyordu ve ürkek görünüyordu. Başını kaldırdığı andan beri bana şaşkın bakışları öcü görmüş gibiydi.

Ona doğru bir adım attım. "Merhaba." dedim. O ise yalnızca başını sallayarak selam verdi. Konuşmadı.

"Bana onunla ilgili bildiğin ne varsa anlatabilir misin?" Daha açık olmak için ekledim. "Vural Sezer hakkında."

"Anlatmak isterim ama başıma geleceklerden korkarım."

"Merak etme, anlattıklarından ona bahsetmeyeceğiz."

Kız önce Nikolai'ye baktıktan sonra anlatmaktan başka seçeneği olmadığını düşünerek yavaş yavaş açıldı. "Onun yanına bir arkadaş aracılığıyla götürüldüm, öyle tanıştık. Sonra bana çok para kazandıracağını söyledi ama tek bir şartı vardı, sadece onunla olacaktım. Onunla olduğum sürece başka kimseyle olmayacaktım."

Teyit etmek ister gibi "Vural Sezer'den bahsediyoruz, değil mi?" sorusunu yönelttim. Yanlış anlaşılmasın, Vural'ın böyle bir şey yapmayacağını düşündüğümden değildi bu sorum. Daha bile fazlalarını yaptığı için şuan kızın bana anlatacağı hiçbir şeye şaşırmazdım. Sadece teyit etmek istedim. Çünkü daha sonra tüm bunları mahkeme önünde de anlatması gerekecekti.

Kızcağız evet der gibi başını salladı. Sonra anlatmaya devam etti. "Önce saçlarımı boyamamı istedi. Kilo vermemi. Ne giymem gerektiğine, nasıl davranmam gerektiğine, her şeye o karar veriyordu. Bana sahibimmiş gibi davranıyordu. Ben... İşim gereği böyle tiplere alışığımdır, bazen arıza tiplerle karşılaşırım, doğru. Ama bu adamda farklı bir şeyler vardı. Psikopatça bir şeyler."

Çünkü psikopatın ta kendisiydi. Ama bunu kızın yüzüne söylemedim, en azından anlatacakları bitene kadar onu daha da korkutmak istemedim. "Başka?"

"Kendisine tıpkı bir köle gibi itaat etmemi istiyordu. Beni kendi kaldığı bir otelin suitine kapattı. Ondan habersiz hiçbir yere gitmeme izin yoktu. Onun seçtiklerini ve getirdiklerini giyiyordum. Hayatımın tamamıyla alakalı kararları o alıyordu. Psikopatça bir şekilde adımı bile değiştirdi. İlişkiye girerken her zaman önünde diz çökmemi ve 'Ben Lâl. Sana geldim. Sana itaat ediyorum. Bedenim, ruhum, her şeyim sana ait.' gibi şeyler söylememi istiyordu. Her ilişki öncesi bir ritüel gibi bunu yaptırıyordu."

Daha fazla dinleyemeyecek kadar kötü hissettim. "Allah'ım, bu korkunç." diye söylendim sağ elimle yüzümü kapatırken.

"Daha da korkunçları var. Üzerimde ilişki adı altında çeşitli işkencelerde bulundu." Üzerindeki ince hırkayı sıyırıp sıfır kollu kıyafetinin üzerinden mosmor olmuş omzunu gösterdi. Sonra hırkayı çıkarıp yanındaki fermuarı hafifçe açtıktan sonra sırtının neredeyse tamamının çeşitli yaralarla dolu olduğunu gösterdi. Kimisi kırmızı, kahverengi ve taze görünürken bazıları morarmış hatta yeşile dönmüş kötü yaralardı. Çoğu izi kalabilecek türden yaralara benziyordu. İçim acıdı. Hem de çok. Ve ürktüm. Tüm bunları benim üzerimde uygulamak istiyordu.

Üzerini tekrar giyen kadına "Polise gittin mi?" diye sordum.

Alaycı bir yüz ifadesiyle dudak büktü. "Sence?" Öylece yüzüne baktığımda açıkladı. "Onun gibi önemli birinin sözüne karşı basit bir hayat kadınının sözleri. Sence ne kadar inandırıcı olur? Daha beni gördükleri ilk andan notlarını verirler." İç geçirdi. "Polise gitme sevdalısı değildim ama bu işkencelere katlanamıyordum. İstediğim tek şey kaçmaktı. Defalarca denedim ama kaçamadım. En sonunda beni ailemle tehdit etti. Benim küçük bir kardeşim var. Ona bir şey olsun istemedim. Bu yüzden kendi isteğiyle kaldım."

Vural Sezer her zaman istediğini almak için sonuna kadar ileri gitmekten çekinmezdi. İnsanların zayıf noktalarına oynamaktan da aynı şekilde. Onun üst düzey bir acımasızlığı ve psikopatlığı vardı.

Tüm bunları dinlerken bile içim daralmıştı. Nikolai'ye döndüğümde o da pek farklı sayılmazdı. "Tüm bunlar hâlâ devam ediyor mu?" diye sordum. "Geçmiş zamanmış gibi bahsettin."

"Bir süre önce beni saldı. Artık kaçamayacağımı bildiği için. O çağırdığında tıpış tıpış ayağına gidiyordum nasılsa." Garipser gibi kaşları çatıldı. "Bir süredir gelmiyor. Çağırmıyor da. Ne olduğunu bilmiyorum ama hâlâ korkuyorum."

Onun ellerini tuttum. Endişeyle gözlerine baktım. "Bak, bunu durdurmamız gerekiyor."

"Nasıl?"

"Tüm bunları yargı önünde de söylemeni istiyorum."

"Yo, yo hayır! Kusura bakma, ben canımı sokakta bulmadım."

Garip bir imayla vücudundaki yaraları göstererek "Gerçekten mi? Buradan bakınca öyle görünmüyor." dedim.

"Kendimi de geçtim, kardeşime zarar verir." Başını iki yana salladı ve kestirip attı. "İstediğin şeyi yapamam, kusura bakma."

"Bak, tüm bunları mahkemede ya da polise, bir şekilde yargı önünde söylemelisin. Bu gerekli. Sonsuza dek böyle süremez, sen de biliyorsun." Dürüstlükle devam ettim. "Benim amacım o pisliği hapse tıktırmak, anlıyor musun? Tabii senin de yardımlarınla. Sen de bu durumdan kurtulmak istemiyor musun?"

"İstiyorum tabii. İstemez olur muyum? Ama onu iyice üstüme sıçratmak istemiyorum."

Sonunu bildiğim bir şeyi söyler gibi "Yine gelecektir." dedim.

Nikolai "Kardeşini ve seni koruma altına alabiliriz." diyerek araya girdi. "Sana ulaşamazlar. Tıpkı bu konuşmanın gizli kalacağı gibi."

İkna olacak gibi görünen kıza "Başka türlü bu durumdan kurtulamazsın. Kurtulamayız." dedim fikrini değiştirmesine yardımcı olması umuduyla.

Kadın düşündü. "Tamam. Ama iki şartım var." dedi kararlılıkla.

Kesin bir ifadeyle "İkisi de kabul." diye karşılık verdi.

"Ama daha ne diyeceğimi bilmiyorsunuz."

"Biz her şeyi göze aldık." Bunu söylerken adamın gözleri beni buldu. "Şartların neler?"

"Birincisi, kardeşimi hemen bu gece onun ulaşamayacağı bir yere, mümkünse yurt dışına kaçıracaksınız. İşler ters gider de bana bir şey olursa bile o koruma altında olacak."

"Tamam, sen merak etme. Bu konuyla bizzat ben ilgileneceğim." Onun için zor görünmeyen bu şartı hemen kabul etti Nikolai. Bense aralarındaki anlaşmadan son derece memnundum. "Diğer şartın?"

"Her şeyi anlatırım. Ama kimliğimi gizli tutarım."

Anlattıklarından sonra Vural anlatan kişinin o olduğunu tahmin edecektir ama biz onu koruma altına alacağımız için sorun olacağını düşünmüyordum. Bu yüzden "Tamam, kimliğin gizli tutulacak." dedim. Nikolai'nin onaylayan bakışlarıyla rahatladım. "Bunu halledebiliriz."

Kadını ikna etmenin verdiği rahatlamayla çıkıp gittiğimde Nikolai beni aldığı gibi hastanenin önüne bıraktı. İnmeden önce "Her şey için teşekkür ederim, Niko." dedim.

"Bir şey yapmadım, biliyorsun."

"Bağlantılarını kullandın, bana çok yardımcı oldun."

"Her zaman, Lâl. Bana istediğin her an ulaşabileceğini ve her türlü yardım isteyebileceğini biliyorsun."

Baş işaretiyle onaylayarak "Yine de teşekkür ederim. Kızla alakalı yeniden görüşürüz." dedim ve yanından ayrıldım. Vakit kaybetmeden hiçbir şey olmamış gibi hastaneye geldim. Ortalıktan kaybolduğumda Başkan ve Vural'ın bir işler çevirdiğimi düşünmesini istemiyordum. Ancak bunun için endişelenmeme gerek yoktu çünkü artık beni takip edemezlerdi. Valentino Riccardo'nun adamları beni takip ettiği sürece.

Valentino Riccardo. Bugün olan biten her şeyden -en azından Nikolai ile buluştuğumuzdan- haberdar olmalıydı. Bunda benim durumu gizlemememin de etkisi olabilirdi tabii. Hastanenin önünde görünme kaygımız olmadan arabasına binip gitmiştim. Amacım kıskandırmak değildi ama bir şeyleri gizlemeye de çalışmıyordum. Valentino delirmiş olabilirdi.

Hastane koridorlarında hiç beklemediğim iki misafirle karşılaşmıştım. Aslına bakılırsa biri hiç beklenmedik sayılmazdı. Zita ve Azize. Biraz şaşırmıştım çünkü Azize'nin nasıl oluyordu da böyle uluorta gezinebildiğini pek anlayamamıştım. Her ne kadar imajını benden farklı bir şekilde yenilemiş olsa da. Kısa küt saçları ve benim aksine sportif kıyafetleri, makyajı... Karşılaştığım kişiden tamamen farklı görünme telaşı içindeydi.

Onları yan yana gördüğümde küçümseyici bir gülümsemeyle karşıladım varlıklarını. Anlaşılan Azize yine hayatta kalabilmek için en güçlülerden birine sığınmıştı. Zita Fanucci'ye. Bir asalak gibi. "Ooo... Siz iki kafadar bir araya gelip beni bitirmeye mi çalışıyorsunuz?" İmalı bir aşağılamayla baştan aşağı süzdüm onları. "Ne şeker."

Bana laf soktuğunu sanan Azize "Senin gibi bir hayat hırsızı için fazla iddialı sözler." yanıtını verdi. Sanırım kendi kimliğinden habersizdi bunları söylerken.

Zita daha olağan ve sakin bir ifadeyle başını sallayarak ekledi. "Ve bir koca hırsızı için."

Güldüm. İkisi de o kadar komikti ki. Onların söylediklerine gülmekten başka bir yanıta gerek bile yoktu ama yine de susmak tercihim değildi. Azize'ye doğru bir adım attım. "Senin gibi ikiyüzlü biri için değil ama." İç geçirdim sıradan bir ifadeyle. "En azından ben kendi hür irademle birinin yerine geçip nişanlısını kandırmaya çalışmadım." Bu kez Zita'ya dönüp ona düşen haddini de bildirmek adına sözlerime devam ettim. "Ya da eski kocamın spermlerini kullanıp zorla ondan hamile kalmaya çalışmadım." Bir adım geri çekilip büyük resme bakar gibi baktım ikisine de. "Siz ikiniz toplansanız bir ben etmezsiniz, kabul edelim bunu." Başımı iki yana salladım yapmacık bir acıma duygusuyla. "Ne acınası."

Azize hırslanmış bakışlarıyla gözlerime baktı. "Bu yüzden mi yerime geçtin? Bu kadar benzersiz mi sanıyorsun kendini?"

"Komik olma Azize, sen asalak olmaya alışmış birisin. Seni kendi kimliğine kavuşturmak için senden bile çok çaba sarf ettim ama sen son anda sattın beni." Sağ işaret parmağımı göğsüne bastırarak ekledim. "Sen böyle kimliksiz kalmaya mahkûmsun. Bundan zevk bile alıyor olabilirsin."

"Ben Başkan'ın tehdidine maruz kaldığım için gelemedim." Söylediklerinde dürüst görünüyordu ama doğruyu söylese bile ne önemi vardı ki? Sonuçta onun hayatını kurtarmak için zar zor oluşturduğum fırsatı çöpe atmış biriydi o. Eğer bana güvenmeyi becerebilseydi çoktan Azize Günday olarak hayatına devam ediyor olurdu. Ama o Valentino'nun mafya eski karısı Zita'ya sığınmakta bulmuştu çareyi. Saçma bir çözüm. Hayatının yönetiminin Azize'nin kendisinde olması gerçekten bir fiyasko olmuşa benziyordu. "Peki, sen neden sustun bunca yıl?"

"Yerine geçmek, Azize Günday olmak sandığın kadar zevkli ve eğlenceli bir şey değildi. Öyle olsaydı Lâl Alsancak olmazdım. Ve biliyor musun, Lâl Alsancak olduğum için de hiç pişman değilim kimse kusura bakmasın, maalesef! Çünkü ben bu adı yaratmak için çok uğraştım, mücadele ettim. Senden farklı olarak cesurca savaştım ve hayatta kaldım. Ya sen? Kaçtın." Söyleyecek bir sözü yoktu. Beni öfkeyle dinlerken yalnızca dişleriyle dudaklarını eziyordu. "Eğer benim yerimde sen olsaydın çoktan gebermiştin ama ben hayattayım. Şimdi aynısını yap bakalım yapabiliyor musun? Görelim."

Onları arkamda bıraktığımda neyi ispat etmiştim bilemiyordum ama hiçbir faydası olmasa da içim rahatlamıştı. Huşu içinde kliniğe gidip dinlenmek istedim.

Şebboy deskte benim gelmemi bekliyormuş gibi tetikteydi. Beni görünce ayağa kalktı. "Lâl Hanım, anneniz geldi. Odanızdalar, sizi bekliyorlar."

Biraz şaşırmıştım. Annem genellikle buraya gelmezdi. Neden geldiğini anlamaya çalışırken odamın önündeydim.

İçeri girdiğimde karşımdaki koltukta oturmuş elleri kucağında öylece bekliyordu. Beni görünce heyecanla ayağa kalktı. "Azize, kızım!"

Bana her Azize dediğinde kalbimde nasıl bir hasar bıraktığının farkında olmayan kadının yüzüne bakarken gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım.

"Kızım nerelerdesin? Kaza geçirmişsin ve benim haberim yok! İyileşiyorsun, eve uğradığın yok. Sen beni öldürmeye mi çalışıyorsun?"

"Başkan varken o eve girmeyeceğimi çok iyi biliyorsun anne."

Bana doğru bir adım attı kadın. "Azize, kızım... Bak, artık buna dayanamıyorum. Babanla aranızdaki bu sorun-"

"Sorun mu?" İnanmaz bir ifadeyle hayrete düştüm. "Sen buna sorun mu diyorsun?" Sakinleşmeye çalışarak yutkundum ama hayır, böyle bir durumda sakinleşemezdim. "O manyak beni öldürmeye çalıştı anne!"

"Hayır, o senin baban. Yapmaz öyle bir şey."

"Anne, yeter. Bunları konuşmak için geldiysen-" Tam kapıyı göstermek üzereyken sözümü kesti.

"Hayır, hayır bunu konuşmaya gelmedim." Bana yaklaşıp kollarımdan tuttu şefkatle. Gözleri dolu doluydu. "Seni görmeden yapamıyorum kızım. Ne olur evine dön Azize, lütfen."

Onun için üzülüyordum. Çünkü yaşadıklarından sonra gerçekten kızı olduğuma kendini bile inandırmıştı. Kocası öyle merhametsiz bir adamdı ki gerçek kızının yaşadığını hatta buralarda dolaştığını ona söylememişti bile. Benimse artık Azize Günday rolü yapmaya azıcık bile hâlim kalmamıştı. Dayanamıyordum artık. Seval Günday da bunu bilmeliydi. Bununla yüzleşmesi gerekiyordu. "Azize değil anne, Lâl. Bugün o küçük kızı sizden geri alıyorum." Bu kez gözleri dolan bendim. "Lale geldiği gibi çıkıyor hayatınızdan. Size sadece Azize'ye ve onun anılarını bırakıyorum."

"Kızım, bebeğim gitme!"

Kapıdan çıkmak üzereyken Seval Günday'ın yakarışları kulaklarımı doldurdu ama durmadım. Çıkıp gittim o kapıdan ancak tek bir adım daha atmadan nefes aldım. Tam kapı eşiğinde hâlâ bana bakan kadına döndüm. "Merak etme anne, çok yakında gerçek kızına kavuşacaksın."

Söylemem gerekeni söyledikten sonra buna anlam veremeyen kafası karışmış kadını ardımda bırakarak klinikten çıktım. Artık bu işin çok uzadığı aşikârdı. Bu korkunç kimlik oyunu her şeyi yıllardır öyle bir sarmaşık gibi çevrelemişti ki bu oyunla ilgisi olmayan günahsız insanlara bile zarar verir olmuştu. Bunu bitirmeliydim. Bunu bitirmeye en ufak bir gücüm bile varsa durmamalıydım.

Tüm gece bunu düşündüm hatta düşünmekten uyuyamadım. Sabahın erken saatlerinde yataktan doğrulup Nikolai'yi aradım. İlk çalışta açtı. Konuşmasına fırsat vermeden "Bugün düğmeye basıyoruz." dedim sadece. "Kızı hazırla. İfadesini versin. Akabinde bir açıklamayla Azize olmadığımı duyururum. Zaten nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde Azize elini kolunu sallayarak hastanede geziniyor. Her şey ortaya çıksın ve kaos başlasın. Artık hiçbir şey umurumda değil. Bu insanların tüm pislikleri ortaya çıksın."

"Kadın kayıp, Lâl." Duyduğum şeyi idrak etmem dakikalarımı aldı. "Kaçmış." Hemen "Ya da kaçırılmış." diye düzeltti.

Sonunda şoktan çıkıp "Ne?" diyebildim. Olanları bir türlü anlayamıyordum. Neler oluyordu?

"Kadının kardeşini kaçırdık, koruma altında. Ama kadın ortalardan yok oldu."

Beynim durmuş bir biçimde telefonu kapattığımda sanki bu anı bekliyormuş gibi yeniden çaldı. Ekrana baktığımda arayan Vural'dı. Öğrenmiş olmalıydı. Tabii ya. Ama nasıl? Tedirginlikle görüntülü aramasını açtım.

Her yerde aradığımız kadın, bir otel odasında yatağın önünde, yerde diz çökmüş, başında silahla titreyerek ağlıyordu ve sonunun gelmesini bekliyordu.

Telefonu tutan Vural hiçbir şey olmamış gibi ekranı kendine çevirdi ve sıradan bir ses tonuyla "Selam hayatım, nasılsın?" dedi.

"Pislik herif! Bırak o kızı!"

"Aaa ama olmuyor öyle pislik herif falan?" Sıkılmış bir biçimde iç geçirdi. "Senin sorunun ne biliyor musun? Çok gerginsin. Bunu da birlikte olamamıza bağlıyorum. Oysa ben senin tüm gerginliğini alırdım, biliyorsun."

"Şeytanlar birlikte olsun seninle, lânet pislik bırak şu kızı! Senin derdin benimle!"

"Bak, ne güzel anlamışsın. Benim derdim seninle. Neden üçüncü şahısları aramıza sokuyorsun? Neden beni bitirmeye çalışıyorsun? Oysa teslim olsan biz ne kadar mutlu olurduk..."

Dişlerimin arasından "Vural, bırak şu kızı." dedim tıslayarak.

"Lâl, dikkat ettiysen artık sana seçtiğin isimle sesleniyorum. Kararlarına saygı duymayı öğreniyorum." Yeni bir konuya geçiyormuş gibi nefes aldı. "Lâl, sen kusursuz bir kadınsın. Muhteşemsin. Her erkek seninle olmak ister. Ama küçük bir kusurun var. Ne biliyor musun? Duracağın yeri bilmiyorsun. Haddini bilmiyorsun, Lâl. Nerede duracağını, sınırlarını bilmediğin için de etrafındaki insanlar zarar görüyor."

Nefes almaya çalışarak "Bırak o kızı, Vural." dedim. Sakin kalmaya gayret ediyordum ama olmuyordu. Karşımdaki adam da beni duymazdan geliyor gibiydi zaten.

"Şimdi yine aynı şey oluyor görüyor musun? Yine senin sınırlarını bilemeyişin yüzünden masum bir insana veda ediyoruz."

"Hayır, Vural. Bunu sakın yapma. Sakın!"

"Artık hayatımda sen olduğuna göre, ona ihtiyacım yok. Onu serbest bırakabilirim." Verdiği bir işaretle kadının başında bekleyen silahlı adamlardan biri tereddüt dahi etmeden alnına dayanan silahı ateşledi. Kadının beyninin dağılışına ve kanlar içinde yere düşüşüne kadar her şeyi görmüştüm. Telefon elimden düştü ve titreyerek yeri boyladım. Az önce masum bir insanın ölümünü canlı canlı izlemiştim ve hiçbir şey yapamamıştım.

Kesik kesik nefes alıyordum. Midem bulanıyordu. Telefon kapanmıştı ama kapanıp kapanmadığı umurumda bile değildi. Koşarak odamdan çıkıp banyoya girdim ve kusmaya başladım. Midem altüst olmuştu. Gördüklerimi zihnimden nasıl silebilirdim ki?

O kadını ben bulmuştum, ondan yardım isteyen de bendim. Ve benim yüzümden ölmüştü. Bu oyuna onu ben dâhil etmeseydim hâlâ hayatta olacaktı. Ama artık hayatta değildi.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü Slnrsc , edakybss , Wvweever , Nisserdogan , burcugunnn , aysunyazgunesi , GlerTun449 , hayatadirenenbiri , BranurTrk3 okurlarıma armağan ediyorum. Bu bölümü ikinci kez düzenleme fırsatı bulamadım, umarım çok hata yoktur ve umarım beğenirsiniz. 🩷 Geçen hafta yorum ve etkileşim düşük olduğu için yeni bölüm gelmeyeceğini duyurduğum hâlde çok soran olmuş. Umarım 1 haftalık karşılıklı dinlenmemizin ardından bu bölüm etkileşimimiz yüksek olur. 😍 Bu bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Lâl'in aralamaya çalıştığı tüm kapıları Başkan ve Vural kapatıyor, sizce bundan sonra neler olacak? Lâl Başkan ve Vural'ı nasıl alt edecek? Tahmin ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%