@buzlarkralicesi
|
-30- ❝Lâl❞ Artık hissizdim. Eskisi kadar canım yanmıyordu ya da çaresiz hissetmiyordum. Her şey öyle üst üste gelmişti ki ağlayamıyordum bile. Gözümden bir damla yaş akmıyordu. Olanların ardından günler geçmesine rağmen bu ne yazık ki yaşananların etkisinden kurtulduğum anlamına gelmiyordu. Bu kadar kısa sürede düşünmeyi bırakacağımı sanmamıştım. Ama o kızın her gece kâbuslarıma girmesi ve benim hiçbir şey yapamamam korkunçtu. Bugün biraz daha iyiydim. Yine kâbus vardı ve uyandığımda yine terden sırılsıklamdım ama diğer günlerden farklı olarak uyandıktan kısa süre sonra toparlamıştım. Şimdiyse hastaneye gitmek için aynanın karşısında hazırlanıyordum. Valentino Riccardo, birkaç gündür İtalya'daydı. İşler için gitmesi anlaşılabilir bir şeydi çünkü hortladığından beri ilk İtalya'ya gidişiydi. En azından benim bildiğim kadarıyla. Oradaki işleri de biri yönetmesi gerekiyordu. Ancak iç sesim yine de garip bir şeyler olabileceğini söylemekten vazgeçmiyordu. Hastaneye geldiğimde Valent'in döndüğünü görmek tuhaf bir biçimde bana iyi gelmişti. Ben günlerdir kendi hayaletlerimle boğuşurken her ne kadar Riccardo'dan gizli işler içinde olsam da onun etrafımda olması garip bir şekilde güven vericiydi. Toplantı odasının önünde Aydın Hoca'yla karşılaştığımızda Valentino da bizden birkaç adım ötedeydi. "Ah, Lâl ben de seni arıyordum." dedi ihtiyar adam. "Buyurun hocam, önemli bir şey mi vardı?" "Yo, hayır. Sadece günlerdir bir türlü karşılaşamadık. Eşim evimizde bir davet düzenliyor. Tüm çalışma arkadaşlarımı da bu davette görmek istiyor." İşaret parmağını bana sallayarak "Özellikle de seni." dedi. "Seni ne kadar sevdiğini bilirsin. Bu yüzden müsait değilim ya da gelemeyeceğim gibi bahanelerini başkalarına saklasan iyi edersin." Başımı öne eğip güldüm. "Olur mu öyle şey hocam? Müzeyyen Hanım çağırdıysa kesin orada olurum." "Buna sevindim. Ama yanında ona hanım diye hitap edersen çok bozulur, biliyorsun." Hatırlatır gibi "Çarşamba akşamı sekizde." dedikten sonra asansörden içeri girip gözden kayboldu. Tam Valent'le konuşmadan yürüyüp gidecektim ki o başıbozuk çapkın herif "Davet için kavalyeye ihtiyacın olursa numaramı biliyorsun." diye seslendi arkamdan. Ona döndüğümde baştan çıkarıcı bir ifadeyle göz kırptı. "Böyle bir davet için sakladığım bir smokinim olur hep." Abartılı alaycılığıyla gülmemek için kendimi zor tuttum. Sanki hiç komik değilmiş gibi sahte bir ifadeyle "Ha ha, çok komik." dedim ve bir sonraki asansörle yemekhaneye indim. Çok aç değildim, o yüzden yeşil bir elma alıp ısırarak bizimkilerin masasına geçtim. "Ahmet o kuş bizde ne kadar kalacak? Hayır eğer misafir değilse ve evin bir sakiniyse ona evin kurallarından bahsetsen iyi olacak. Bütün gece Zehra ve senin hakkında garip garip şeyler söyleyip durdu ve bunu bağırarak yapması da uyumama hiç yardımcı olmadı." Aslında uyuyamamamın temel sebebi kâbuslarım olsa da. Giray da sanki bu anı bekliyormuş gibi "Harbi oğlum ya, dün gece hiç uyuyamadım." diyerek beni onayladı. "Birincisi, onun adı kuş değil tamam mı? Onun bir adı var o da Pipo. İkincisi, papağanların ortak özellikleri konuşmalarıdır. Ve ben Pipo'nun gelişimine önem veriyorum. Özgüvenli bir papağan olarak yetişmesi için onu susturmamayı tercih ediyorum. Her zaman duygularını doğru ifade edebilen bir hayvan olması konusunda onu destekliyorum." Gülmemek için kendimi zor tutarken tehdit yoluna başvurmak durumunda kaldım. "Eğer ikiniz de sokakta kalmış bir biçimde onu desteklemek istiyorsan durma, devam et. Ama eğer Pipo uykumu bir kere daha Ahmet Zehra'ya abayı yakmış gibi dedikodularla bölerse ikiniz için de iyi olmaz, bilmiş ol." Yemekten sonra bir danışanım daha vardı. Onunla seansımız bittikten sonra hava soğuk olmasına rağmen hastane bahçesine attım kendimi. Kapalı alanda kalamıyordum. Nefes almam gerekiyordu. Her zaman oturduğum banka geldiğimde ne yazık ki orada hiç görmek istemediğim o şeytan vardı. Vural Sezer. Yolumu değiştirmek içinse çok geç kalmıştım. "Seni burada görmek ne hoş, Lâl." "Defol git şuradan." Ellerini iki yana açmış, zafer nidaları atan gözleriyle bana bakıyordu. "Yine beni bitiremedin görüyor musun?" "Sen bitik bir insansın zaten Vural. Ve biliyor musun, iğrençsin." Utanmazca güldü adam. "Bunu daha önce de defalarca söylemiştin. Kendini tekrarlıyorsun." Bana doğru bir adım attığında aynı adımla geriledim. "Beni bitirmek o kadar kolay değil, Lâl. Bunu anlamış olman lazım. Ve ben istediğimi almadan durmam. Bunu anla artık. Anla ve teslim ol." "Ölürüm de teslim olmam, pislik herif. Siktir git şimdi buradan." Çarpık bir zafer gülümsemesiyle yanımdan geçip giderken tüylerim ürpermişti. Gözden kaybolduğuna emin olduğumda bankın üstüne yıkılır gibi oturdum. Dayanacak gücüm kalmamış gibi hissediyordum ve bu korkunçtu. Ancak tuhaf bir biçimde artık o kızın ölümünden o kadar da etkilenmediğimi fark ettim. Eskiden bundan kendimi suçluyordum. Belki suçluydum da. Ama sanırım ölümlere alışmıştım. Beni eskisi kadar etkilemiyordu. O kızla ilgili içimde sadece büyük bir intikam duygusu vardı. Öldürdüğü o kızın intikamını Vural Sezer'den almak. Ve haksızlık yaptığı herkesin intikamını. Tek duygum buydu. Bankta otururken sessizce yanıma gelip oturan adamın kokusunu içime çektim sakinlikle. Bu tıpkı özlediğin o deniz kokusunu içine çekme duygusu gibi ferahlatıcı ve güven vericiydi. Özlediğin o yaz sabahına dönmek gibi. Deniz kokusundan çok uzak bir kokusu olan adamın gözlerine kısa bir an baktıktan sonra yeniden önüme döndüm. Valentino Riccardo. Onunla ne çok ortak yönümüz vardı. Belki de bizi birbirimize bağlayan, sonra da ayıran bu ortak özelliklerimizdi. O, konuşmadan sükûnetle yanımda otururken bir anda söze girdim. İçimden geldiği gibi konuşmaya başladım. "Senin öldüğün zaman... Annenin umurunda bile olmadığını gözlerimle gördüm. Annen, kardeşin, yakınındakiler... Sanki o anı bekliyor gibiydiler." "Biliyorum." "Ama sanırım beni en etkileyen şey, annenin tepkisizliğiydi. Biliyorum, herkes acısını farklı şekilde yaşar. Onu yargılayamam, yargılamamalıyım ama... Ama bu farklıydı anlıyor musun?" "O acı falan yaşamıyordu, Lâl." "Evet." Başımla onayladım söylediklerini. "Sanki oh olsun der gibiydi. Yaptığın işin sonu bu ve senin ölümünün bu yüzden anlamı yokmuş gibi davrandı. Bu benim bile öyle kalbimi kırdı ki..." Kesik kesik nefes alarak iç geçirdim. Sanırım ağlamak üzereydim. "Birbirimize o kadar benziyoruz ki..." İkimiz de ailelerimi için hiçbir şey ifade etmiyorduk. Nefesimi tuttum çaresizce. "Belki de bu yüzden olmuyor." "Kendini serbest bırakırsan olacak, Lâl." Sağ eli çenemi kavrayıp yüzümü kaldırdığında birkaç saniye sonra bu kadar yakınlığın fazla olduğunu düşünüp geri çekildim. O ise bunu umursamadan konuşmaya devam etti. Bunu yaparken başını öne eğmişti. "Hayatımdaki tüm kadınlar benden nefret etti. Bana âşık olanlar bile. Camilla, Allegra... İnanmayacaksın belki ama Zita bile." Son söylediğine katılmıyordum. Bu yüzden başımı iki yana salladım. "Zita sana tapıyor." Şimdi beni bırakıp ona gitse zil çalıp oynardı herhâlde. Ve tamamen kendini Valentino'ya adardı bence. Yıllar süren savaşın anlamı ancak böyle bir şey olabilirdi. Karşımdaki etkileyici ve çekici adam, dalgın gözleriyle beni seyrederken eli saçlarımı okşadı ve bir tutam saçımı kulağımın arkasına iterken "Ah, mia bella..." diye mırıldandı. "Benim küçük masum meleğim. Hiçbir şeyin farkında bile değilsin." Anlamazca yüzüne baktım sadece. O da bunun farkındaydı. Küçük bir çocuğa bakar gibi şefkatli baktıktan bir süre sonra "Benimle gel." dedi. Beni nereye götüreceğini bile bilmeden onu takip ettim. Çünkü bana zarar vermeyeceğini adım gibi biliyordum. Ona kendimden bile çok güveniyordum. Yaptığı onca şeye rağmen. Arabaya bindik. Beni Rio'ya götürdü. Bu saatte burada ne işimiz olduğunu anlayamasam da Valentino Riccardo'nun her yaptığı şeyin bir sebebi olduğunu bildiğimden sorgulamadım. Merakıma da engel olamadım tabii. Yukarı çıktık, Valentino Riccardo'ya ait özel süitine girdik ve beklenmedik bir biçimde beni giyinme odasına yönlendirdi. İçeri soktu. "Burada bekle ve sadece dinle." Beni giyinme odasında gizleyerek ne yapmayı amaçlıyordu? Anlam veremiyordum. Aklım karışmıştı. Bir süre bekledikten sonra sıkıldım ve çişim geldi. Ama Valentino burada beklemem gerektiğini söylediği için yerimden kımıldamadım. Bir süre sonra kapı çaldı ve içeri Zita girdi. Bu beklediğim bir şey değildi. Valentino onu buraya çağırarak ne göstermeyi planlıyordu? Tüm vücut kaslarım gerilmişti. Yine her zamanki gibi mükemmel görünen Zita Fanucci, şeytanı bile baştan çıkarabilecek kadar güzeldi. Üzerinde göğüs dekolteli, dizüstü sarı bir kıyafet vardı. Ve topuklu ayakkabıları. "Beni çağırmana çok şaşırdım Valent. Bunu neye borçluyuz?" Aralarında uzun sayılabilecek bir sessizliğin ardından Valentino nefes aldı ve sakince konuşmaya başladı. "Her şeyi biliyorum, Zita." Sorgular gibi kendisine bakan kadına açıkladı. "Baştan başlamak gerekirse, seni hiç ilgilendirmemesine rağmen Vural Sezer'in ölümden kurtarılmasıyla alakan olduğunu biliyorum. Onu ipten alıp kurtaran senin içimize sızdırdığın adamındı." Rahat bir tebessüm barındıran yüz ifadesi değişmeyen kadına bir şok daha. "Ve Castelli'nin beni öldürtmeye çalışmasıyla ilgin olduğunu da biliyorum." Bu kez olduğu yerde kaskatı kesilmişti kadın. "Sana dönmeyeceksem hayatta olmamın ne anlamı var değil mi?" Kendini müdafaa etme gereği duymayan kadın başı dik bir biçimde eski kocasına baktı. Bense tam tersini bekliyordum . Düşündüğün gibi değil, açıklayabilirim falan demesini. İnkâr etmedi. "Çok bekledim, Valentino. O hayali bırakıp bana dönmeni. Gerçeğine dönmeni çok bekledim. Ama sen ısrarla hata üstüne hata yapmaya devam ettin. Bunu sen kendine yaptın. Bu yüzden kimseyi suçlama tamam mı?" Dişlerini sıkıp kararlı bir ifadeyle adamın gözlerine baktı bir eli küçük çantasına giderken. "Ama öğrenmek istediğin buysa söyleyeyim. Eğer benim olmayacaksan hiç olmamanı tercih ederim." Çantasından çıkardığı silahıyla hamle yapacakken Valent'in hızlı davranıp onu, eski karısı Zita Fanucci'yi boynundan, şah damarından vurduğunu gözlerimle görmüştüm. Olduğum yerde kaskatı kesilmiştim. Ama tuhaf bir biçimde Vural'ın öldürdüğü kızı gördüğümde olduğu gibi olmamıştım. Ya da Batur'un karıştığı o kazada olduğu gibi. Bu garip bir histi ama ben Zita'yı ölürken gördüğümde hiç etkilenmemiştim. Şaşırmıştım ama üzülmemiştim ya da dehşete kapılmamıştım. Donup kalmıştım ama onun dışında bir şey hissetmemiştim. Bu beni daha az insan mı yapardı? Bilmiyordum ama Zita yere yığıldıktan sonra olduğum yerden çıkıp yanlarına gittiğimde ifadesiz bir biçimde onun can çekişmesini izlemiştim. O an kendimden nefret mi etmeliydim? Cevabını bilmediğim bir soru daha. Belki de gerçekten alışmıştım. Ölümlere. Ya da masum bir insanın ölmesiyle aynı ölçüde etkilemiyordu beni kötü bir insanın ölmesi. Bunun yanlış olduğunu bile bile hem de. Çünkü Vural'ın ölüm haberini okuduğumda da aynen böyle bir şey hissetmediğimi hatırlıyordum. Aslında haksız da sayılmazdım. O zaman gerçekten ölmüş olsaydı belki de o masum kız şimdi hayatta olurdu. Valentino'nun adamlarını çağırıp Zita'yı odanın ortasından kaldırmalarını sessizce izlemiştim. Onlar sıradan bir şeymiş gibi ortalığı temizleyip çıktıklarında yüzüme bakan adamla buluştu gözlerim. Onu Napoli'de ilk kez adam öldürürken gördüğüm günden bugüne. Ne çok şey değişmişti değil mi? "Zita'ya bu kadar yakın olmamın temel sebebi sana acı vermek değildi, Lâl. Evet, beni sevdiğin hâlde bunu kabul etmemene ve beni sürekli itmene öfkeliydim ve Miloradov'dan kıskandığım gibi senin de aynı duyguları hissetmeni istedim, kaybetme duygusunu hissetmeni istedim, saçmaladım, kabul ediyorum. Ama Zita'yla yakınlığım her şeyden önce tamamen stratejikti. Castelli olayında olduğu gibi bana karşı yapılan saldırılarda parmağı olduğunu kanıtlamak için onunla yakındım." Başımı yana yatırıp onayladım. "Dostunu yakın tut, düşmanını daha yakın." "Aynen öyle." "Peki, bana neden söylemedin Valentino? Ben seni anlayamaz mıydım? İlla bana acı mı vermen gerekiyordu? Bebeğimizin ölümünü umursamadığını düşünmemi sağladın. Onun katiliyle kol kola yürüdüğünü düşünmeme izin verdin." "Çünkü bu hassas bir konuydu ve öğrenmen için de zaman gerekiyordu." Usulca aşağı yukarı salladı başını. "Ve zamanı geldi, öğrendin işte." Elleri omuzlarımı kavradı. "Senden bir şey saklamam, Lâl." İhtiyatla ekledi. "Gerekmedikçe." Ya çok sık gerekirse diye düşünmeden edemedim. "Ben..." O an ne diyeceğimi bilemiyorken ona bakıyordum. O ise ne diyeceğini gayet iyi biliyordu. Benim gibi kafası karışık değildi, netti. "Gözlerinle gördün işte Lâl. Bana tapan kadın bile bana sahip olamayacağını anladığında yok olmamı istedi." Bir adımla karşımdaydı. Sağ eli şefkatle saçlarımda ve sonra yanağımda kuş tüyü hafifliğinde gezindi. "Sen... Bu karanlık dünyada senin masum, karşılıksız aşkın beni ayakta tuttu." Yanağımdaki eli çenemi buldu ve yumuşakça sıktı. "Sana âşığım çünkü bu karanlık dünyada aydınlığım olan tek şey sendin, bizim aşkımızdı." Başımı yana çevirip ona bakmamaya çalıştım. "Aşk falan yok." Olan bitene rağmen inadımı sürdürüyordum. İnadımın sürüklediği yere gidiyordum. Bu bir rekor olmalıydı çünkü eskiden olsa çoktan kollarına atlamıştım bile. Söylediklerimi umursamayan adam sessizce güldü. "Kendini kandırmaya devam mı edeceksin?" Kaşlarını kaldırdı sorarcasına. "Nereye kadar?" Ben de bilmiyordum ki. Benim hayatım onunki gibi mükemmel bir planlama üzerine kurulu değildi. Serseri mayın gibiydim. Bu yüzden tam olarak yanıt verebileceğim bir şey değildi bu. "Gittiği yere kadar." demekle yetindim. Doğru olan buydu. Yüzü bana yaklaştığında dudaklarımız çok yakındı. Onun kokusunu buram buram üzerimde hissetmek sanırım beynimi ve düşünme sistemimi devredışı bırakıyordu. Bu yüzden geri çekildim. "Benim kliniğe dönmem lazım." Gerçekten de seansım vardı. Ona makul bir uzaklıkta olduğumda aklım yine olağan şekilde çalışmaya başladı. Alaycı bir yüz ifadesiyle ekledim. "Merak etme, gördüklerimden sonra seni ihbar etmeyeceğim." Valent güldü. Abartıdan uzak bir alaycılıkla karşılık verdi. "Çok korktum." Rio'dan çıktığımda bir şeylerin değiştiğini hissediyordum. Benim kontrolüm dışında. Bir şekilde bu adama çekildiğimi ve artık buna engel olamadığımı görebiliyordum. İnatçı bir çocuk gibi bunu reddetsem de bana yaklaşan bu tsunamiyi ya da göktaşını -ya da her neyse- ufukta bir yerlerde görebiliyordum. Sadece çaresizce gelişini seyrediyordum. O suyun içindeki çırpınışlarımın faydası olmayacağını bile bile. O gün Valentino'yla tekrar karşılaşmadık. Sonraki gün de öyle. Salı günü benim izin günümdü. O gün kazadan sonraki ilk doktor kontrolümdü. Aydın Hoca beni baştan aşağı muayene ettikten sonra iyileşme aşamasında olduğumu, kendimi zorlamamam ve evde dinlenmem gerektiğini söyledi. Ben de o gün izin günüm olduğu için doktor kontrolümden sonra eve geçtim. Eve gönderilip dinlenmem söylendiğinde elbette dinlenmezdim. Lâl Alsancak olmak bunu gerektirirdi. Bana ne söyleniyorsa tersini yapardım. Ev ahalisi için her zaman olduğu gibi yoğun bir haftaydı ve ayıptır söylemesi evi bok götürüyordu. Ben de evde olmamı fırsat bilerek evi temizlemeye koyuldum. Saçlarımı tepeden topuz yaptım. Bu temizliğe hazırım demek oluyordu. Henüz tam olarak iyileşmediğim için tabii ki kendimi aşırı zorlamadım ama etrafı şöyle bir üstten aldım. Bana ayak bağı olmasın diye de Pipo'yu Ahmet'in odasına koydum. Yıkanması gereken çamaşırları makinaya atıp çalıştırdım ve süpürdüğüm yerleri sildim. Çalışırken epey terlemiştim. Bu yüzden üstümü değiştirip beyaz atletimi ve buz mavisi şortumu giydim. Merdivenleri silerken zil çaldı. Hayırdır inşallah, dedim kendi kendime çünkü saate baktığımda bizimkilerin eve gelmesine yığınla zaman vardı. Merakla kapıyı açtığımda karşımda o duruyordu. Temkinle kasılan bedenim aniden rahatladı ve nefesimi bıraktım. "Valentino Riccardo." "Merhaba." "Seni burada görmemi neye borçluyuz?" "Bugün hastaneye gelmedin, ben de seni merak ettim." "Aman ne hoş." Gözlerimi kırpıştırarak ona baktıktan sonra söze girdim. "Bak Riccardo, seninle ortak sırlarımız ve bir anlaşmamız var diye her an götle don gibi bir arada olmak zorunda değiliz anlıyor musun?" Tam kapıyı kapatacakken beni engelleyip yumuşak bir güç gösterisiyle içeri girdi. Keyifle gülen adam "Garip deyimlerin hâlâ ilk günkü gibi eğlendiriyor." derken tepkimden hiç de etkilenmişe benzemiyordu. Kaşlarımı kaldırıp çoktan içeri girmiş adamı sahte bir hareketle buyur eder gibi davrandım. "Ah, tabii içeri buyurmaz mısın?" "Türk misafirperverliğini göstermen ne ince." Elleri ceplerinde aylak adımlarla büyük salonumuzda gezinirken peşinden gittim. "Emlakçı gibi ne geziniyorsun evde Valentino? Ne istiyorsan söyle de git." Ellerini ceplerinden çıkarmadan arkasına döndü. Artık aramızda mesafe olsa da yüz yüzeydik. "Bir kahve bile ikram etmeyecek misin?" Kaşlarını kaldırdı hayretle. "Türk misafirperverliği böyle mi oluyordu? Unutmuşum." Sahte bir üzüntüyle "Kahvemiz kalmamış, maalesef." yanıtını verdim. Omuz silkti adam. "Çay da olur. Pek tarzım olmasa da." "Valentino, ne istiyorsun?" Bana doğru iki adım atan adam tam anlamıyla gözlerini üzerime dikti. Önce gözlerimde ve yüzümde dikkatle gezinen bakışları çapkınca göğüslerime ve aşağılara kaydı. "Seninle konuşmak istiyorum." Kollarımı kavuşturarak bir an önce konuya girmesini bekledim. "Evet, seni dinliyorum." "Günlerdir seni izliyorum." Abartılı bir alayla karşılık verdim. "Aaa öyle mi? Hiç farkında değildim doğrusu! Özellikle Montrel arabasını kabak gibi bizim evin önüne park edip dik dik bizim eve bakarken. İnanılmaz gerçekten!" Kavuşturduğum ellerimi sıkılaştırırken ekledim. "Eee sonra?" "Gördüklerim hiç hoşuma gitmiyor, Lâl." "Neymiş o gördüklerin? Yani hoşuna gitmeyen tam olarak nedir? Söyle de tekrar yapayım." Tıslar gibi kısa bir gülüşten sonra ciddileşti Valentino. "Miloradov'la bu kadar yakın olman hiç hoşuma gitmiyor, Lâl. Gerçekten. Bu konuda ciddiyim." "Hadi canım, cidden mi?" "Lâl ben ciddiyim. Tamam, sana zarar vermeyeceğini ikimiz de az çok biliyoruz ama sana duyguları olduğunu da biliyoruz. Bu durumda böyle yakın olmanız ne kadar doğru?" "Bak Valentino, sana hayatım hakkında bazı küçük ipuçları vereyim." Ona doğru bir adım attım ve ceketinin yakalarını özgüvenle düzelttim. "Benim kiminle ne kadar yakın olduğuma karar verebilecek tek kişi var. Kim biliyor musun?" Şaşırtıcı bir sırrı açıklıyormuş gibi abartıyla kaşlarımı kaldırıp güldüm. "Ben. Ne kadar ilginç değil mi?" Merdivenin başında bıraktığım toz bezlerini alıp Ahmet'in odasına doğru gitmeden önce "Kapının yerini biliyorsun, çıkarken kapıyı kapatmayı unutma." dedim ve arkama bile bakmadan koridorda ilerledim. Çamaşır makinasından kurutulmuş çamaşırları çıkarıp sepete doldurdum ve Ahmet'inkileri ayırıp ona ait sepete koydum. Onun odasını düzenledikten sonra diğerlerine geçecektim. Elimdeki sepetle Ahmet'in odasına girdiğimde duvara yaslanmış kollarını kavuşturan adam beni bekliyordu. "Valentino, evde hayalet gibi dolaşabileceğini sana kim söyledi?" "Konuşmamız henüz bitmedi." "Benim için bitti." "Tamam, kabul ediyorum çok karizmatik çıkışlar yapıyorsun ama sen arkanı dönüp gidince konuşmalar bitmiyor, Lâl." Yeniden kollarımı kavuşturup alayla yüzüne baktım. "Öyle mi canım? Peki nasıl bitiyormuş konuşmalar?" "Lâl, Miloradov hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. Onun tek derdi seni yatağa atmak. Ve inan bana bunu benden intikam almak için yapıyor." "Valentino şunu anla artık, her şey seninle ilgili olmak zorunda değil. Kendini dünyanın merkezi sanmaktan vazgeç." Elimdeki sepeti dolabın köşesine bıraktım ve Valent'le ilgilenmemeye çalıştım. "Nikolai benim arkadaşım. Eğer sınırları aşan bir hareketi olursa uyarırım ama bana karşı saygılı olan biriyle durduk yere bağlarımı koparamam." Çileden çıkmış bir biçimde kollarını iki yana açan adam öfkeli görünüyordu. "Seni becermek istediğini yüzüme karşı söylemiş bir adamla görüşmene izin vermemi mi bekliyorsun?" "Valentino senden izin istemiyorum, bunu ne zaman anlayacaksın? Ayrıca sizin aranızdaki sidik yarışı da beni ilgilendirmiyor." Ona arkamı dönmek üzereyken kolumdan tutup beni kendine doğru çekti. "Senin de anlaman gereken bazı şeyler var, Lâl Alsancak." Burun burunaydık ve beni sert bir şekilde duvara yaslarken "Sen benimsin." diye fısıldadı. Öldürücü bir fısıltıydı bu. "Her hücrenle." Hah, ben de bu klişe ne zaman gelevek diye bekliyordum. Klişeydi ama iş görüyordu. Bunu bedenimin her zerresi içten içe sarılırken hissedebiliyordum. "Valentino, bırak." Onu itmeye çalışırken vücuduna uyguladığım etki yazın bir sivrisinek sokmasınınki kadardı ama pes etmedim. Yüzüne bakmazken "Seni istemiyorum." dedim ne kadar yavan ve ikna etmekten uzak olduğunu fark ederek. "Bu bayat numaralar sence de eskide kalmadı mı?" Kollarından kurtulmaya çalıştım. "Bırak beni." Dudakları kıvrıldı bana tepeden bakan adamın. "Görünüşe göre hâlâ iş görüyor, ha?" Alaycı gülüşü dudaklarından dudaklarıma aktı. Öpüşleri çapkın, oyunbaz ve seksiydi. Onu reddetmek göründüğü kadar kolay değildi. Hele ki kavga ederken yaydığı elektriği ve cazibesini hesaba katarsak. Yoksa bu yüzden mi sürekli onu kızdırıyordum ve iki zıt kutup gibi kavga ediyorduk? Bu açıklanabilir bir şey gibi görünüyordu. Ondan uzak durmaya ve karşılık vermemeye çalışsam da beni sertçe duvara yaslayan adam çoktan işe koyulmuş görünüyordu. Beni duvarla arasında hapsederken elleri atletimin altındaki çıplak göğüslerimi bulmuştu bile. Sözlerimi yalancı çıkaracak şekilde havalanmış uçlarına. Ben ne kadar hayır diyerek artistlik yapsam da onun elleriyle buluşur buluşmaz abartılı bir hoş geldin karşılamasıyla şaha kalkan uçlarım kararlılığım konusunda hiç yardımcı olmuyordu. Atletimi el çabukluğuyla çıkardığında üstüm tamamen çıplaktı. Savunmasızdım onun karşısında. Ellerimle göğüslerimi kapatmaya çalışırken sabırsızlıkla gömleğini çıkarıp yere fırlatan adamın elleri kapatmaya çalıştığım şeyleri açmak için göğüslerime uzandı. Elleri göğüslerimde, belimde dolaşırken kendimi ateşler içinde yanıyormuş gibi garip bir esaret içinde hissediyordum. Avuçları göğüslerimi korur gibi kapatırken onları yoğurmaya başladı. Dudakları önce dudaklarımı büyük bir açlıkla ezdi. Dilini dudaklarımın arasına sokup dilimle dans ederken nefes almayı unutmuştum. Aynı dudaklar boynumda, köprücük kemiğimde ve sırasıyla hiç acele etmeden göğüslerimde gezindi. Boynumdan göğüslerime kadar çizdiği o edepsiz ve ıslak yolda göğüs uçlarım onun dudaklarına çoktan hazırdı. Dili beni baştan çıkaracak kadar ıslak darbelerle göğüs uçlarımı tadarken beklenmedik bir anda onları emmeye başladı. Ve sonra da ısırmaya. Bu içimde ılık bir kırmızı alarmı çalıştırmaya başlamıştı. Bacaklarımın arasında nemli bir hareketlilik beni zorluyordu. O da bunun farkındaydı. Bir eli boşta kalan göğsümü okşayıp yoğururken diğeri yorulana ve göğüslerimde hâl kalmayana kadar onların her zerresini diliyle ve dişleriyle baştan çıkarıp ödüllendiriyordu. Onları ıslatıyor, emiyor, dişliyor, ısırıyor ve sertçe çimdikliyordu. Kısa bir an başını kaldırıp bana meydan okudu. "Az önce beni istemediğin gibi bir şeyler mi söylemiştin, bana mı öyle geldi?" Bu esnada sağ eli şortumun içinden külodumu sıyırıp bacaklarımın arasındaki ıslaklığın içindeydi. İki parmağı da ıslaklığımın içinde acımasızca hareket ediyordu. "Ah!" Benimkinin aksine onun ses tonu çok sakindi. Ve emredici. "Ah gerçek bir kelime değil. Bana geçerli bir şey söyle." Şortumu ayak bileklerime kadar indirip aşağıya indi. Dili göbeğimin etrafında dolanıp aşağıya, kasıklarıma inerken ağzının gittiği her yeri ıslatıyor oluşu beni kasıp kavuruyordu. Dilim damağım kurumuş bir biçimde bana yaptığı şeylere teslim oluyordum. Elleri şortumu tamamen çıkarırken aynı sabrı küloduma karşı gösteremedi ve onu yırttı. Ağzı sonunda hedefi olan yere ulaşmıştı bile. Elleriyle bacaklarımı aralayıp az önce parmaklarını sokup çıkardığı yeri diliyle zorladı. Dayanamayacağım bu şeye karşılık "Ah, Valentino!" diye çığlık attım. Sağ elim onun saçları arasında kaybolurken dilinin ıslaklığıma ve şişmiş katmanlarıma yaptığı acımasız şeyleri daha derinden yapabilmesi için başını kendime bastırıyordum. Aralıksız bir biçimde inlemeye başlamıştım ve bunun sonu gelmeyecek gibiydi. Tamamen kaslarım işlevini yitirmiş gibiydi. Bacaklarımı aralık tutan elleri olmasa pelte gibi yere yığılacaktım. "Ah... Ev- ah!" Benimle işi bittiğinde -ya da ben öyle sandığımda- zafer kazanmış bir komutan edasıyla ayağa kalktı ve gözleri bana meydan okurken kemerini çözüp fermuarını aşağı indirdi. Gözlerimin içine bakarak soyunuşu istemsizce alt dudağımı ısırmama sebep olmuştu. Daha yeni boşalmama rağmen yeniden onun için ıslanıyordum. Bunu hissetmek çok acımasız bir yenilgiydi. Ve biraz da zevkli. Pantolonunu indirdiğinde onun da benden aşağı kalır yanı olmadığını anlamak zor değildi. Büyük bir beklentiyle yutkundum. Bana yaklaştı, iç çamaşırını indirdi ve gözlerimin içine bakarak girişimi zorladı. Kısa süre sonra içime girdi ve inleyişimi gözlerimin içine bakarak zevke izledi. İçimdeki sürtünme hissiyle nefes almaya çalışsam da yalnızca güçlükle soludum. Islaklığımın içinde zorlukla kayan uzunluğu derinden gelen bir acıyla karışık zevki tüm vücudumda elektrik çarpması gibi hissettiriyordu. Bu sürtünerek kaydırma hareketini tekrarladıkça kesik kesik nefes almaya çalıştım. Bunu içimdeyken yapması daha boşalmadan yeniden uyarılmama sebep oluyordu. Onun da en az benim kadar sabırsız olduğunun farkındaydım ama buna rağmen aceleye getirmiyordu. İçimde öldürücü bir yavaşlıkla ileri geri hareket eden adam bunu hızlandırmaya karar verdiğinde içimde ardı ardına bir zevk patlaması yaşadım. Bu tıpkı ağza doldurulan patlayan şekerlerin aynı anda patlamasına benziyordu. Sağ bacağımı kalçasına doladım ve içimdeki hareketlerini daha yakın hissetmeye başladım. Belimi tutup beni hafifçe havaya kaldıran adamın güvenli kucağında bir aşağı bir yukarı hareket ederken nefes alış verişlerim inlemelerimin arasına karışıyordu. Havada yarı asılı bir biçimde içimde gidip gelişlerini gittikçe hızlandıran adamın zevkten şeytani bir ışıldamayla bana bakan gözlerinden kaçırdım gözlerimi. Yeterince utanç verici bir zevk dalgasının içindeydim. İkimiz için de dayanılmaz bir doyumun ardından bacaklarımın arasında anı olarak bıraktığı ıslaklığına baktım. Beni yere indiren adam hiçbir şey söylemeden beni çevirip yüzümü duvara yasladı. Bense sesli bir nefes almak dışında hiçbir şey söylemeden kendimi kurbanlık koyun gibi ona teslim ettim. Elleri sırt çukurumda boydan boya gezerken az sonra yapacaklarına beni hazırlar gibiydi. Henüz yeni içime boşalmışken yeniden arkamdaki sertliğinin büyüdüğünü görmek beni garip bir şekilde azdırmıştı. Elleri kalçalarımı okşayıp yoğururken bu kez hareketleri daha sert ve emrediciydi. Sanki kontrol onun ellerindeymiş ve ben onun merhametine kalmışım gibi. Beni duvara yüzüstü yaslarken kalçamı istediği pozisyonda sabitledi ve arkamdan girebilmek için beni avuçlayıp bacaklarımın arasındaki ıslaklığı kullandı. İçime daha sert gireceğinin sinyallerini alırken vücudum tef gibi gerilmişti. Olacakları hem heyecan hem de sabırsızlıkla bekliyordum. Dili ensemde gezinirken kulağımın arkasına üfledi ve daha aşağılara indi. Diliyle sırtımı nemlendirip dişlerken başımı duvara yan bir şekilde yaslayıp uslu uslu bekliyordum. İçime girmek için hazırlandığında kalçamda önce elini, sonra da sabırsızlıkla girişimi zorlayan sertliğini hissettim. Kontrolsüz yüksek bir inilti dudaklarımda koparken gözlerimi kapattım. Bu tarifsiz bir histi. Henüz tamamını bırakın küçük bir kısmını içimde hissederken tüm vücuduma sarsıntı yaşatması dayanılmazdı. Kendimden bağımsız bir biçimde arkaya uzanan ellerimi sertçe yakalayıp bileklerimi sırtımda birleştirdi. Tek eliyle ellerimi kontrol altında tutarken diğer eline doladığı saçlarımla beni geri çekti. O sert ve sabırsız bir biçimde içime girmeye devam ederken hâlâ inlemeleri kulağımın içinde çınlıyordu. Her ileri geri hareketinde onun zevk dolu boğuk iniltileri benim çığlığa varan seslerime karışıyordu. Buna daha ne kadar dayanabileceğimi bile bilmiyordum. Garip bir zevk dalgasıyla inleyip çığlık atmaktan neredeyse sesim kısılmıştı. Kendimi sonu gelmek bilmeyen bir yükseklikten aşağı düşüyormuş gibi hissediyordum ve hiç bitsin istemiyordum. Bana böyle sert ve kontrolcü davranması içimdeki bir düğmeye basıyor gibiydi. Aldığım zevki kat kat artırırken aynı zevkle sırtıma yaslı göğsünün de sarsıldığını görebiliyordum. Bunun karşılıklı olması ve ilginç bir ahenkle sürmesi hem güven verici hem de inanılmaz zevkliydi. Hâlâ içindeyken saçlarımdan kurtulan ellerini önüme soktu. Önce göbek deliğimden aşağı sızan elleri az sonra kadınlığımı avuçladı. Beni daha çok kendine bastırırken sanki daha fazla zevk verebilirmiş gibi daha derine girmenin yolunu bulmuşa benziyordu. Bense terden sırılsıklamdım ve inlemekten bitap düşmüştüm. Biraz daha ayakta durursam yere yığılacakmış gibi hissettim. Dahası, ayaklarım hissettiği bu zevk dalgasından dolayı kaslarını kaybetmiş olacak ki artık beni taşımıyordu. Son kez içimde gidip gelen adamın başı omzuma yaslandığında benim gibi nefes nefeseydi. Nefeslerimiz birbirine karışmış durumdayken geri çekildi ve içimden çıktı. Yüzümü yeniden kendine çevirip sağ eliyle yanağımı avuçladı. Uzun ve anlamlı bir biçimde bana baktığında karşıdaki dolabın aynasından kendimi görebiliyordum. Kilometrelerce koşmuş gibi nefes nefeseydim, saçlarım darmadağınık ve yüzümün her zerresi kızarmıştı. Beni hayranlıkla seyreden adam "Ben bu manzarayı uzun uzun izlemek için yaşıyordum." diye mırıldandıktan sonra sorgusuz sualsiz kucaklayıp yatağa yatırdı. Beklentiyle bana bakan adamla göz göze geldiğimde "Ne?" dedim. Aslında bunu sormamın ne anlamı vardı bilmiyordum çünkü bakışları yeterince şeyi açıklıyordu. "Yeniden mi?" Eh, tabii der gibi karşılık verdikten sonra tek kaşını kaldırarak "Yoksa sen yoruldun mu?" diye mırıldandı. Başta beni hırslandırıp harekete geçirmek için bu cümleyi kuran adamın yüzü puslandı. "Hâlâ tam olarak iyileşmedin." Beni zorlayıp zorlamadığını düşünür gibiydi. Başımı dik tutup ona meydan okurken ve "Benim bir şeyim yok." derken amacım onunla inatlaşmaktı. Beni becermenden çok zevk alıyorum ve ne olur bunu tekrar yapalım demek istememiştim. Yani bunu istesem de öyle demek istememiştim ama ses tonum sanki öyleymiş gibi yansıtmıştı. Utançla gözlerimi kapattım. Rezillik. Sadece beni işe yaramaz, hastalıklı bir kız gibi görmesini istememiştim. Olay nerelere geldi. Çenemden tutup yüzümü kaldırdığında "Birbirimize karşı koyamamamız utanılacak bir şey değil." diye mırıldandı. Bense düşmanıma karşı zaaflarımı gizlemeye ve güçsüz görünmemeye kararlıydım. Başımı yana çevirip ona bakmaktan kaçındım. Annesi, ablası ve yeğeni bizi o hâlde yakalarken de aynı şeyi söylemişti. Ahlaksız herif. Merak ediyordum doğrusu, ona göre utanılacak şeyler kategorisinde neler vardı? Seks yaparken ailene yakalanmak da yoksa ne bileyim. Üzerime çıktı. Bu kez daha ağırdan aldı. Tüm yüzümü sanki lezzetli bir şeyin tadına bakar gibi her zerreme kadar öptü. Dudaklarımda uzun uzun vakit harcadı. Sanki tamamını bitirene kadar yiyeceği bir yemekmişim gibi davrandı. Ya da en sevdiği tatlıymış gibi uzun uzun öptü. Beni nefessiz bırakana kadar. Avuçları göğüslerimin öpülmekten pembeleşmiş uçlarında tembelce gezinirken gözleri kısa bir anlığına kapandı. Gözümün önünde görebiliyordum. Onun daha az önce ikinci kez orgazm olduğunu görmeme rağmen bana dokunurken yeniden nasıl büyüyüp sertleştiğini. Ve bunun nasıl inanılmaz bir hızla ve ne kadar gerçek dışı bir büyüklüğe ulaştığını. Bu... Gözlerimle görmesem asla inanmayacağım şeyler listesinde birinci sıradaydı. Elleriyle bacaklarımı ayırdı ve arasına dizini koydu. Tam bacaklarımın arasında büyüyen sertliğiyle karşı karşıyayken elleriyle beni memnun etmeye çalışan adamı kendime doğru çektim. Ellerim kalçalarında gezinirken onu yönlendirmeme karşı meydan okuyan bir bakış sergiledi. Biraz da hayret barındıran bakışlar. Bunu sen istedin der gibi baktıktan sonra ellerimi kavrayıp başımın üstünde sabitledi. Eğilip yüzüme fısıldadı. "Henüz tam olarak iyileşmediğin için canını fazla yakmak istemiyordum. Bu yüzden ağırdan alıyordum." Bu ağırdan almış hâlin miydi? Peki. Harika. "Ama sanırım buna ihtiyacın yok. Bu kadar aceleci davrandığına göre." Sertçe tuttuğu bileklerim sızlarken gözlerine bakıyordum. "Bunu sen istedin." Zevkten koyulaşmış gözlerine bakarken hipnotize olduğumu hissettim. Büyüleniyordum. Her şeyiyle. Hiçbir hazırlık olmadan aniden içime sızdı. Sertçe. Daha öncekilerin sert olduğunu düşünerek ne kadar yanıldığımı düşündüm. Dudaklarımdan kontrolsüz bir inilti yükselirken nefesimi tutmuştum. Beynime oksijen gitmiyordu sanki. Onun sert ve hızlı hareketleriyle yatak zelzele varmış gibi sallanırken benim tek düşündüğüm, sertliğinin duvarlarıma sürtünüp çarparken verdiği inanılmaz zevkti. Onun girdiği ve var olduğu her yerde bıraktığı silinmeyen izlerden memnundum. Midemde kelebekler uçuşurken sanki o kelebekler çıkmak için boğazımı zorluyor gibiydi. Yorgunluktan bitap düşmüş vücudum onun içimdeki varlığının hareketleriyle sağa sola savruluyordu. Kendimi bu ateşten kurtarmaya çalışır gibi hareket ederken hapsettiği bileklerimi sıkıp "Uslu dur." diyerek uyardı emredici bir ses tonuyla. Bedenim üzerinde hakimiyet kurmayı seviyordu. Her zerresini yalayıp öpmeyi ve ısırmayı. Ve her zerresine sahip olmayı. Sonra tekrar sahip olmayı. Tekrar. Ve tekrar. Bitmeyen bir biçimde içimde gidip gelirken bacaklarımın arasının ıslak ve karıncalanmış olduğunu hissediyordum. Artık daha fazlası olmaz derken her hamlesi beni daha da büyük bir zevke sürüklüyordu. İkimiz de eş zamanlı bir patlama yaşarken dudaklarımın arasından kopan iniltileri kontrol edemiyordum. "Ah, Valentino! Evet- ah!" "İnle, mia bella. Adımı inle." "Valentino! Ahh...!" Sanırım tüm vücudumun sarsılmasını ve onun da müthiş bir doyuma ulaştığını çıkardığı hayvani sesten anladığım bu şeyden sonra bizi durduran gürültülü bir kırılma sesi oldu. Bir kat aşağı inmişiz gibi yerimizde sarsılırken duraksadım. Hâlâ üzerimde olan adama şaşkınlıkla bakarken gözlerim altımızda kırılan yatağa döndü. "Yatak... Ahmet'in yatağı kırıldı!" Yüzü yenilenmiş bir rahatlamayla bana bakan adam yumuşamış yüz hatlarıyla bana bakarken hiçbir şeyi umursamıyor gibi duruyordu. "Yenisini sipariş ederiz." İçinde bulunduğu durum ona tarifsiz bir zevk vermiş gibi görünüyordu. "Valentino, saçmalama! Bunlar iki saate gelir, nereye sipariş edersin? Allah'ım çıldıracağım!" Adamı üzerimden itip yataktan kalkarken kırılan yatağa dönüp hasar tespiti yaptım. Bu... Kurtarılamazdı. Valent'in kahkahalarını duyabiliyordum. "Valentino ne gülüyorsun? Komik bir şey mi var şuan ortada?" "Şey, sevişirken arkadaşının yatağını kırdık. Bence yeterince komik." "Valentino bir an önce giyin ve siktir git buradan!" O an varlığından bile haberimiz olmayan papağan cırlamaya başladı. "Siktir git Valentino! Siktir git Valentino!" İşaret parmağımla Pipo'yu işaret ettim. "Kuşu duydun." O an aklıma yeni dank etmiş gibi gözlerim büyüdü. "Pipo! Pipo bizi gördü!" "Ne?" Anlamayan bakışlarla kuşa ve bana baktı. "Sırrımıza ortak olduğu için kuşu ortadan kaldırmamız mı gerekiyor?" Bana bakan adam inanmazca başını iki yana salladı. "Hayır, Lâl. İşim bu biliyorum ama hayvanları öldürmem. Prensiplerim var." Sesli sesli solurken sakinleşmeye çalıştım. Elim burun direğimde gezinirken Valent'e döndüm. "Valentino hemen giyiniyorsun ve çıkıp gidiyorsun." "Dur tahmin edeyim, bu yaşananlar da diğerleri gibi bir hataydı ve unutmamız gerekiyor. Aslında hangi birini unutacağımıza dair kafam biraz karışık. Otel odasında sana sahip olmamı mı yoksa balo tuvaletinde sevişmemizi mi unutmalıyım? Ya da ölçütümüzü biraz daraltalım istersen." Yatakta rahatça doğrulurken söylediklerinden hiç de utanmışa benzemiyordu. "Bu odada yaşananları baz alırsak, tam olarak hangisini unutmamız gerekiyor? Yatak kırmamıza sebep olacak kadar sert sevişmemizi mi yoksa seni duvara karşı-" "Valentino kapa çeneni ve hemen giyinip çık buradan! Biri gelip görürse çok fena olur." Odadan çıkarken adamın yüzsüzce "Duş almama izin var mı?" sorusuna karşılık sert bir "Hayır!" yanıtı verdim. "Pekâlâ, misafirperverliğin için teşekkürler." Ben odama çıkıp duş alırken kapı sesini duymuştum. Valentino çıkıp gitmişti. Duştan çıkıp üstümü değiştirdiğimde yorgunluktan kırılan vücudumda ondan izler taşımanın verdiği inanılmaz hisle gerildim. Bu kadar zevk almamam gerekiyordu. Kendime saygısızlık yapıyormuşum gibi hissediyordum. Kendi kişiliğimi çiğniyormuşum gibi. Ama engel olamıyordum. Bu mümkün olmuyordu. Şimdi ne olacaktı? ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 İyi bayramlar! 🌸 Geleneksel Cuma günü yeni bölümümüze hoş geldiniz! Öncelikle bu bölümü isimsizkatip , AyeSeldaPolatahin , asivenom17 , kutuphanedelisi , 3lifsims3k , AYSIM06 okurlarıma armağan ettiğimi sevgiyle belirtmek isterim. Ve güzel bir haberle karşınızdayım. Ramazan bittiğine göre söz verdiğim gibi bundan sonra haftada 2 bölüm gelecek. Bu da demek oluyor ki bu mutluluğu haftada 2 kez yaşayacaksınız. Ama şöyle bir şey var, önce bir deneme süremiz olacak. Ben haftada 2 bölüm yayınlayacağım, ilgi ve yorumlar azalmazsa eski düzene dönmeksizin haftada 2 bölüm yayınlamaya devam edeceğiz. Tamamen sizin talep ve ilginize bağlı olarak tamam veya devam diyeceğiz yani. Şimdilik bu kadar. Buraya bölüm hakkındaki duygu ve düşüncelerinizi yazabilirsiniz. Buraya da önümüzdeki bölüm hakkında tahmin ve isteklerinizi yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |