@buzlarkralicesi
|
-32- ❝Lâl❞ Valentino Riccardo. Büyük aşkım. Ezeli düşmanım. Evet, ikisi aynı anda. Ne garip değil mi? Onu asla affedemezdim. Hâlâ öfke duyduğum düşmanımdı o benim. Hem düşmanım hem işbirlikçim. Aynı anda hayatımın aşkı. Savaşın, barışın ve anlaşmaların birbirine karıştığı bu girift içinde en son istediğim şey ezeli düşmanım Valentino Riccardo'yla evlenmek olurdu herhâlde. Ona duyduğum cinsel çekim ve hissettiğim güçlü duygu o kadar da gizli bir şey değildi. Tüm hastane de dâhil etrafımızdaki herkesin bildiğini varsayarsak... Yine de en son yapacağım şey, beni düğün günümde bırakıp giden ve 2 yıl boyunca ölü taklidi yapan eski nişanlım, İtalyan mafya lideri Valentino Riccardo'nun evlilik teklifini kabul etmek olurdu. Peki, neden şuan onun yanında, herkesten gizli konsoloslukta evlenmek için Roma'ya giden özel uçağındaydım? Sanırım hikâyeyi biraz başa sarmam gerekecekti. 1 gece öncesine. Onunla misafir odasında havuzdan yeni çıkmış sırılsıklamken bana sorduğu soruya ne tepki verdiğimden başlamalıydım. İtalya'nın korkulan adamı, sayısız düşmanı olan mafya lideri Valentino Riccardo o gece gözlerimin içine bakıp "Benimle evlenir misin?" demişti. 2 yıl önce beni düğün günü bırakıp giden kendisi değilmiş gibi. Ulan dingil, bırakıp gitmeseydin şuan evli olacaktık zaten demedim, diyemedim. O an şoke olmakla meşguldüm çünkü. Önce bu soruyu gerçekten duyup duymadığımı test etmek için birkaç saniye duraksadım. Pişkince sorusunun yanıtını bekler vaziyette suratıma bakan adamla yüz yüze geldim. İki adım geriledim öfkeyle. "Ne saçmalıyorsun sen be?" diye haykırdım. O ise soğukkanlılığını korurken sakince yanıt verdi. "Başkan ve Vural'ın sonunu getirmek istemiyor muydun? İşte sana sınırsız güç." "Bunun konumuzla ilgisi ne, Valentino? Bunu bana karşı kullanmaya mı çalışıyorsun?" "Saçmalama, Lâl. Söylemek istediğim şey son derece basit. Benimle evlenerek Riccardo olacaksın, gücümü elde edeceksin." Bir adım yaklaştı bana. "Don Riccardo'nun büyük gücünü avuçlarının arasına bırakıyorum. Yeterince açık değil mi?" "Ama... Bu..." Oyunbozan adamın suratına bakarken duraksadım. "Bu planlarımız arasında değildi!" Ne diyeceğimi bilemiyorken eveleyip geveledim. O an hayır demek yeterliyken neden bu kadar sinirlenmiştim bilmiyordum. Sanırım ona bu kadar öfkelenmemin sebebi bana yaptıklarından sonra -düğün günü gidip 2 yıl dönmemesinden bahsediyordum- bu teklifi utanmadan arlanmadan rahatça yapabilmesiydi. Öfkemi tutmaya çalışarak bir yumruk geçirmek istediğim suratına baktım. "Seninle evlenmem tamam mı? Unut bunu!" Delirmiş gibi odada dolaşırken kendimi bunu yapmamam konusunda ikna etmeye çalışıyordum ve bu konuda hiç de fena gitmiyordum. "Sana neden güveneyim ki?" Sinirle yakasına yapıştım. "Beni düğün günü bırakıp giden, 2 yıl ölü taklidi yapıp ortalıktan kaybolan birine neden güveneyim Valentino Riccardo?" Yakalarındaki ellerimi şefkatle avuçladı ve kendine daha da yaklaştırdı. Bir elimi kalbinin üstüne koydu. Hızla atan kalbine. "Bana güvenmeyebilirsin. Ama kalbime güvenebilirsin." Ondan hızla uzaklaştığımda bakışlarını benden ayırmıyordu. "Ya da bugüne kadar sana verdiğim tüm sözleri er ya da geç tutmuş olmama dayanarak bana evet diyebilirsin." Darmadağın olduğumu gören adam samimiyetinden ödün vermeksizin devam etti. "Hiçbir şeye mecbur değilsin. Seni zorlamıyorum. Sadece güçlerimizi birleştirmek istiyorum. Gücümü seninle paylaşmak istiyorum." Cevabını bildiğim bir sorunun karşısında neden darmadağın oluyordum ki? Kendime yabancılaştım. Dengemi bozan adama kinle baktım. Adım adım ona yaklaştım, burnunun dibine kadar geldim. Gözlerine dik dik baktım. "Seninle evlenmeyeceğim, Valentino Riccardo." Başkan ve Vural'ı bitirmek için ona teslim olmayacaktım. Onlar kadar büyük düşmanım olmasa da dost değildik sonuçta. Bir düşmanıma teslim olmamak için diğerine teslimiyet sunamazdım. Onunla evlenmek demek, ona kendimi tamamen teslim etmek demekti. Hem fiziksel hem kalben bir teslimiyet söz konusuydu. Ve ben ona istediğini vermeyecektim. Kapıyı açtığımda beni durdurmadı. Hışımla odadan çıktım ve davetlilerin olduğu yere doğru, cam kapıya yürürken arkamdan gelen tanıdık sesle duraksadım. "Az önceki şovunuzdan çok etkilendim." Başkan'dan daha çok sinirime dokunan o adamı karışımda bulunca tüylerim diken diken oldu. Yıllar önce bana yaşattıkları bir kenara, o kadar uzaklara gitmemize bile gerek yoktu. O kadını gözlerimin önünde öldürtmüş bir canavarın gözlerine bakıyordum. Katı buz mavisi gözlerine. Korkunç bakışları öfkemi ve yenilgimi aynı anda körüklüyordu. "İğrenç, pislik." diye fısıldadım tükürürcesine. "Senin ne işin var burada? Hangi yüzle çıkıyorsun yine karşıma?" Davetlilerin arasında olması gereken adamın beni burada bekliyor olması bile sinirlerimi bozmaya yetiyordu. Bana birkaç adımda iyice yaklaşan adamın tam tersi çevirdim yüzümü. Ne yüz yüze gelmeye ne de ona dair herhangi bir şeye tahammülüm yoktu. "Geri bas." Keyifle güldü. "Senin bu kamyoncu ağzıyla konuşmaların bile çok şirin biliyor musun? Şu kadarcık boyunla bana meydan okumaların falan." Rahat yüz ifadesine hafif bir kaş çatma eklerken zorba imajını tazelediğinin farkında mıydı bilmiyordum ama iğrençti. Her hâliyle. Ona dair her şey iğrençti. "Ama biliyor musun, şurada boynunu çıt diye kırabilecek olmam gerçeğine rağmen bu cesaretin gerçekten göz dolduruyor." "Siktir git, Vural. Sende cesaret olsa babanın, amcanın arkasına saklanmazdın." Basit bir şeymiş gibi "Ha şu zehirleme meselesi..." diye mırıldandı. Beni çaresiz bir hastalığın içine hapsolduğumu düşündürecek kadar acımasız olan adam için bu bir mesele bile değildi. İnsanları gözünü bile kırpmadan öldürebildiğini düşünürsek. "Kişisel algılama. Bana yapılan hiçbir şeyi karşılıksız bırakmam." Yanağıma uzanıp okşamaya yeltenirken "Bu bir zamanlar âşık olduğum kadın bile olsa." dedi ama hızla geri çektim kendimi. "Sen korkak bir köpeksin sadece, Vural Sezer. Bir gölgesin. Ama çok yakında gerçek yüzünü tüm Türkiye öğrenecek." "Nasıl olacakmış o?" Küçümseyen bakışları altında cesurca durdum. O kadını gözlerimin önünde öldürdüğü gün kararımı vermiştim aslında. Bana yaptıklarının da ötesinde bir şeydi bu. Hiçbir suçu ve ilgisi olmayan insanları bile gözünü kırpmadan yok edebiliyordu. Vural Sezer diğer insanlar için çok tehlikeli biriydi. Bunu yeni anlamıyordum elbette ama eskiden zarar verdiği kişi ben ve çevrem olurdu. Şimdi herkese zarar verebilecek kadar tehlikeli biri hâle gelmişti. Bana olan takıntısı yüzünden bir kadına zarar verebilecek bu adam daha kötülerini de yapabilirdi. Bunu daha önce de biliyordum, görüyordum. Yıllarca maruz kalmıştım. Ama şimdi değişen tek şey, bu pislik ve işbirlikçisi Başkan'ın gözlerimin önünde bir kişiyi daha öldürmesine izin veremeyecek kadar sabrımın taşmasıydı. Gitgide ileri gitmeleriydi. Bunun günahını üzerime alamazdım. Yeterince günahım varken. Son cümlemle yüzünde garip bir kasıntı ifade belirdi. Sanki çenesini sıkarken yüzündeki keyifli ifade yerini donuk ve tehditkâr bir tavra bırakmıştı. "Aklından ne geçiyor bilmiyorum, Lâl. Ama bana sorarsan, deneme bile. Elinde bir kanıt olmaması şöyle dursun, senin sözüne karşı benim sözüm. Sana mı inanırlar yoksa benim gibi saygın bir politikacının oğluna mı? Bir düşün istersen." "Görürüz." "Dikkat et de görene kadar sevdiğin herkesi gözlerinin önünde öldürmeyeyim." Elleri ceplerinde yanımdan ayrılırken dişlerimi sıkmıştım. Cam kapıdan dışarı çıkarken onunla selamlaşarak içeri giren Başkan'ın bakışları beni buldu. Sanki nöbetleşe geliyorlardı beni tehdit etmek için. Son zamanlarda yaptıklarımla onları epey kızdırıp korkutmuştum, farkındaydım. Bu kadarına cesaret edebileceğimi düşünmemiş olmalıydılar. Ama ederdim. Hatta daha fazlasına. Bir yanım onların tüm ipliğini pazara çıkarmak isterken diğer yanım sevdiklerimdeydi. Benimle fazla mesai harcamaya niyeti olmayan Başkan yanımdan geçip tuvalete doğru giderken "Kerem'i ve Işık'ı düşün." dedi yalnızca. Sanki beni harekete geçirecek anahtar kelimeleri adı gibi ezbere bilen adamın rahatlığı midemi bulandırdı. Bahsettiği iki insanın biri öz oğlu, diğeri ise öz torunuydu. Ama öz kızına yaptıklarından sonra ondan merhamet beklemek aptallık olurdu herhâlde. İçli bir nefes aldım ve sakin kalmaya çalıştım. Sevdiklerimi korumak için ruhumu şeytana satmam gerekiyorsa bunu yapabilirdim. Hadi ama, bu kadarı istenmiyor senden. Üstelik ruhunu satacağın şeytan bu kadar karizmatik ve baştan çıkarıcıyken. Az önce çıktığım kapıdan tekrar içeri girdim. Valentino havluyla sakince saçlarını kuruluyordu. Saçları ıslak bir biçimde ahenkle dans ederken ne kadar ateşli göründüğünün farkında değil gibiydi. Kendine, hâkim, ol. Islak saçları alnına değerken yüzündeki sert ifade ve meraklı gözleri içimdeki kanı coşturuyordu. Bakışları bana döndü. Bense kapattığım kapıya yaslanmıştım. Gözlerine baktım ve ona istediği cevabı verdim. "Seninle evlenmeyi kabul ediyorum, Valentino Riccardo." "Ne?" Şaşkınlıkla güldü. "Bu kadar çabuk olacağını tahmin etmemiştim." "Ama şartlarım var." "Hepsini kabul ediyorum." "Daha ne olduklarını bile bilmiyorsun." "Önemi yok." Kendinden emin bir ifadeyle bana doğru yürüdü ve gözlerime baktı. "Ortak paydada buluşacağımıza eminim." Sanki ona bir teklifte bulunmuşum gibi yapmacık bir fedakârlıkla devam etti. "Beni, gücümü kullanmana izin veriyorum." Tek kaşını kaldırarak ekledi eğlenen bir ses tonuyla. "Buna atletik ve seksi bedenim de dâhil." "Zevzek zevzek konuşma." Aslında beterin beteriyle yüz yüze gelince o an bu anlaşmaya tutuşmak anlam kazanmış gibiydi. Valentino Riccardo'yla evlenirsem güçlü olmayacaktım. Gücün ta kendisi olacaktım. Hem ne demişler, bildiğin şeytan bilmediğin melekten iyidir. İşte Riccardo'nun karısı olmama beş dakika kala Roma konsolosluğunda sonlanan hikâyemiz böyle başlamıştı. Nikâhımızı kıyacak olan adamın karşısında dizlerim tir tir titriyordu. Bu gerçek bir evlilik olmadığı hâlde kalbim gümbür gümbür atarken heyecanlıydım. Dışarıdan bunu belli etmemek için ne gerekiyorsa yapıyordum. Oturmamız için masa durmasına rağmen içeri girer girmez nikâhımızın kıyılmasını talep etmiştik. Biz gelene kadar Valentino Riccardo gerekli tüm hazırlıkları tamamlamıştı bile. Çünkü Valentino Riccardo. Karşımızdaki adam acelemize şaşkın bir karşılık vermişti. "Daha önce çok hızlı nikâh gördüm ama... İlk defa evlenmek için bu kadar aceleci olan bir çift görüyorum." Her zamanki ağır ve oturaklı hâline rağmen espritüelliğinden ödün vermeyen Valentino Efendi sakince araya girdi. "Nişanlımın çok acelesi var da. Anlarsınız ya." İmalı bakışlarına karşılık adamın bakışları karnıma doğru indiğinde bir dirsek savurdum Valentino'ya. "Ne saçmalıyorsun sen?" diye tısladım dişlerimin arasından. "İşimizi hızlandırıyorum." Karşımızdaki adam sorgulamadan önce bana döndü. "Adınız, soyadınız?" "Lâl Alsancak." Valent'e döndüğünde adını soyadını sormadan yeniden bana döndü. Roma'da onu herkesin tanıması sürpriz değildi tabii. İtalya'nın tamamı imparatorluğuna dâhildi. Yeniden bana dönen adam "Siz, sayın Lâl Alsancak, hiçbir baskı altında kalmadan kendi iradenizle Valentino Riccardo'yla evlenmeyi kabul ediyor musunuz?" diye sordu. Maalesef. "Evet." Dudaklarımın memnuniyetsizce bükülmesine engel olamadım. Bu adamla o kadar çok evlenmeyi isterken hiç böyle bir evlilik yoktu aklımda. Aslına bakılırsa bize yakışan da bu şekilde evlenmekti sanırım. Aniden, hazırlıksız ve sorgusuz sualsiz. Heyecanlı ve sıradışı olduğunu inkâr edemezdim. Ama ne derler bilirsiniz, gelinim hem ağlarım hem giderim. Memnuniyetsiz görünmenin bir zararı olmazdı. Karşımdaki adam onunla evlenmeye dünden razı olduğumu düşünüp beni cepte görsün istemezdim. Hem bu gerçek bir evlilik bile değildi. "Siz, sayın Valentino Riccardo, Lâl Alsancak'ı hiçbir etki altında kalmadan kendi iradenizle eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?" Laf ebeliğini bırakmayan adam "Aşk dışında bir etki mi?" diye sorduktan sonra hemen cevap verdi adam. "Evet, ediyorum." dedi sanki zafer kazanmış gibi gururlu ve mutlu bir ifadeyle. Bana tüm ömre bedel bir bakış atmayı da unutmamıştı bunu yaparken. Sanki ömrü boyunca bu anı bekliyormuş gibi bir tamamlanma hissi gizliydi bakışlarında. İmzalarımızı attık. Şahitlerimiz Luigi ve Pietro'nun da onay verip imzalarını atmasıyla nikâhımız kıyıldı. Misyonlarını tamamladıklarını düşünen Luigi ve Pietro beklemeksizin dışarı çıktılar. Bense nikâh akdi tamamlandığında görevini profesyonel bir biçimde yerine getirmiş biri gibi adamın uzattığı evlilik cüzdanını alıp teşekkür ettim. Nikâhımızı kıyan kişi aramızdan çekildikten sonra karşımda duran adam, Valentino Riccardo benim kocamdı. Sahte veya gerçek. Artık evliydik. Kollarımdan tutan adam yüzüme bakıp "Ailemize hoş geldin, Lâl Riccardo." dedi gururla. Bir seramoniyi gerçekleştirmesini bekliyormuş gibi beni alnımdan öpmesini izledim. Ancak o bunu yaparken çok kutsal bir şey yapıyormuş gibi özenliydi. Benimse karnımı bırakın, kalbimde bile kelebekler uçuyordu. Utanmasa kelebekler boğazımı yırtıp dışarı taşacaktı. Sıcak dudakları alnıma temas ettiğinde onu dudaklarımın üzerinde de hissetmeyi çok isterdim. Elbette bunu söyleyecek değildim. Konsolosluktan çıkarken Pietro ve Luigi kapının önündeydi. Pietro keyifli bir yüz ifadesiyle "Tebrik ederim, Lâl." dedi başını öne eğerek. Luigi her zamanki buzdolabı ifadesiyle "Kutlarım." derken kafası karışık görünüyordu. Bizimle mi alakalıydı yoksa şahsi miydi bilmiyordum ama dalgın görünüyordu. Kuzenini bana kaptırdığı için de üzgün olabilirdi, bilemiyordum. O gün Valentino Riccardo'yla evlenmiş biri olarak ben daha karmaşık bir durumun içindeydim, bu yüzden onun bu garip yüz ifadesini sorgulama gereği duymadım. Wendy beni öldürecekti. O böyle bir durumda benim nikâh şahidim olmak isterdi. Ancak maalesef her şey öyle hızlı gelişmişti ki. Üstelik özenle saklanması gereken bir sırdı bu. İmzalar atılana ve nikâh gerçekleşene kadar büyük bir aile sırrı gibi saklanmıştı. Yine de bu Wendy'yi durdurmayacaktı, beni ya gebertecekti ya da hasar gücü olan bir cismi kafama fırlatıp pekmezimi akıtacaktı. Arabanın arka kapısı açıldığında Valentino bir adım geride beni içeri buyur etti. "Donna." Yüzüne kısa bir an baktıktan sonra arabaya bindim ve adamın da yanıma oturmasını bekledim. Karşımızdaki koltuklara oturan Pietro ve Luigi sessizce bizi seyrediyorlardı. Valentino ise bu detayla ilgilenmiyormuş gibi bir arsızlıkla kulağıma eğildi. "Dilersen hemen Türkiye'ye dönmeyelim. Bu gece burada kalalım, yorucu bir gündü." İç gıcıklayıcı bir ses tonuyla da ekledi. "İlk gecemizi Roma'da geçirmek romantik olur diye düşünüyorum." "Hayır, Türkiye'ye dönüyoruz. Başkan ve Vural'a güzel haberi hemen vermek istiyorum." Beklentiyle bana bakan adamın yüzüne umursamaz bir bakış attım. "Valentino, sen anlamadın galiba. Bu öyle senin sandığın gibi gerçek bir evlilik değil. Biz kâğıt üstünde evlendik seninle." Anlama sorunu olan birine anlatır gibi açıkladım. "Düşmanlarımıza karşı biz şeklinde yani." Omuz silkti adam arkasına yaslanırken. "Benim için sakıncası yok." Yeniden kulağıma yaklaşan dudakları "Bu eğlenemeyeceğimiz anlamına gelmiyor." dedi günahkârca. "Tabii senin de isteğin dâhilinde." Suratına donuk bir bakış attığımda bundan hiç etkilenmiyormuş gibi kaşlarını kaldırdı. "Ne? Evlenmeden önce de defalarca yapmadık mı? Bunun için gerçek bir evliliğimizin mi olması gerekiyor?" "Valentino, kudurukluğunu gerçek evliliğine sakla." Dik dik baktım yüzüne. "İlk gece falan yok." "Nasıl yani, sen bir eş olarak kocanı mutlu etme görevini ret mi ediyorsun şimdi? Ben doğru mu anladım?" Beni kızdırmak için alayla konuşan adam saçımı başımı yolduracak raddeye geldiğimde gülmeye başlamıştı. "Valentino biraz daha konuşursan kendimi arabadan aşağı atacağım! Yeter!" Bu hâlimden öyle keyif alıyordu ki gülerken gözleri ışıl ışıldı. Belki de onu tanıdığımdan beri en mutlu göründüğü gündü bu. Ben de mutluydum aslında. İtiraf etmeliyim ki Valentino'ya eskisi kadar kızgın değildim. İçimde bitmeyecek bir kırgınlık olduğu doğruydu. Sonuçta o 2 yılın acısını ve Zita'yla ilgili olanları bana unutturabilmesi mümkün değildi. Ama onu sevdiğimi de biliyordum. Bu umutsuz bir duyguydu. Engel olamayacağım bir duygu. Her saniye bedenimin her zerresine daha da yayılan çaresiz bir duygu. Belki sağlıksızdı. Belki yanlıştı. Ama Valentino Riccardo'dan nefret ettiğim kadar onu seviyordum da. Ve gariptir ki bunca yaşattığı şeye rağmen onun yanında kendimi güvende hissediyordum. Onun kanatları altında. Bir Riccardo olarak. Bugüne kadar türlü zorluklardan geçtim. Hiçbirinde de birinin varlığına, bir erkeğe ya da soyadına ihtiyaç duymadım. Hâlâ duymuyordum ama bu başka bir şeydi. Belki Valent'le evlenmeseydim de Başkan ve Vural'a karşı durabilirdim ama onunla evlenmek bana ilginç bir güç veriyordu. Sadece dışarıdan göründüğü gibi Riccardo soyadının verdiği bir güç ve saygınlık değildi. Valentino'nun karısı olarak duyduğum güven de değildi yalnızca. Bunlar vardı, hayatımın bir parçasıydı, kabul ediyordum ama anlatmak istediğim şey sadece bu değildi. Valentino'nun manevi olarak yanımda olması, her durumda beni desteklemesi, âşık olduğum adamın her şartta arkamı kollamasının verdiği maddiyattan uzak duygusal bir güvendi bu. Valentino yanımdayken korkum olmazdı. Düşünmeme gerek yoktu, o beni yormadan benim yerime de düşünürdü. O her şeyi halleder rahatlığı ve güveniydi bu. Ona deli gibi öfkeli olsam da, nefret duysam da ona duyduğum sonsuz güveni temsil ediyordu içimdeki duygular. Sırtımı yaslayıp rahatça oh çekebiliyordum mesela. Şu anda olduğu gibi. Türkiye'ye indiğimizde gerçekten jetlag olmuş gibiydim. Uykuyla uyanıklık arasında yorgundum ve hiçbir şey yiyemeyecek kadar midem bulanıyordu. Bu kadar kısa sürede üst üste yolculuk yapmak vücudumu biraz olumsuz etkilemişti. Uçaktan inip arabaya doğru yürürken Valentino bana dönüp "Önce oturup bir şeyler yiyelim." demişti. "Kahvaltı yapmadın ve yüzün solgun görünüyor." Ama ben yolculuktan dolayı allak bullak olduğum için bir şey yiyecek durumda değildim. Sabahtan beri sadece kahvenin yokluğunu arıyordum. Başım çatlayacak gibiydi. "Aç değilim. Ama bir kahve içerim." Arkamızdan gelen Montrel'in elinde önemli bir mücevheri taşır gibi taşıdığı pakete baktım. "Ne bu?" "Senin için sade ama şık bir kıyafet. Nikâhımıza uygun şıklıkta olmasına özen gösterdim." Bana bakışları bu evliliğe özendiğini gizlemeyecek cinsten bir bakıştı. "Nikâhımız kıyılırken özen gösterecek vaktimiz olmasa da duyururken bunun gerçek bir evlilik olduğunu herkese göstermeliyiz." Duy da inanma. Sanki kendisi bu nikâha jilet gibi giyinip gelmemişti. Özensiz bir biçimde beyaz ceket pantolon takım giyip gelen bendim. Özenli olma konusunda haklıydı. İtiraz etmedim. "Biliyor musun? Kahveyi boş verip direkt hastaneye gidelim. Yolda uygun bir yerde de bunu giyerim." Valentino'nun baş işaretiyle Pietro ve Luigi bizim bineceğimiz arabanın önündeki diğer arabaya bindiler. Biz de arkadaki siyah SUV araca bindik. Montrel kıyafet paketimi teslim ettikten sonra Pietro ve Luigi'yle gitti. Valent iki koltuğun arasındaki bir düğmeye basmasıyla küçük siyah bir cam şoförle bizim aramıza girdi. Arabada ikimizdik. Şoförün görüşünü de kapatmıştı. Aklında ne vardı? Valentino Riccardo, sağ ayak bileğini sol dizine atarken dirseği hafif havalanmış dizinin üzerindeki yerini almıştı. Bir eğlenceye hazırlanıyor gibiydi. İşaret parmağı dudak çizgisinde gezinirken çapkın bakışları beni süzüyordu. "Hadi." "Ne hadi?" Benden ne beklediğini anlamıyordum. Hadiden kastı neydi? "Soyun." "Ne?" Karşımdaki adamın pervasızca kurduğu kelime üzerine gözlerimden alevler fışkırdı. "Ne saçmalıyorsun, Valentino? Gerçekten, şuan, burada mı yani?" Bizim zerremizi bile görmeyen şoförün olduğu tarafa bakıp sesimi kıstım. "Ne ahlâksız adamsın gerçekten ya! Annen gördü, kardeşin gördü, papağan bile gördü! Tüm dünya görmeden durmayacaksın değil mi? Ahlaksız adam!" Şu anki görüntüsü yeterince karizmatik ve büyüleyici değilmiş gibi işaret parmağı hâlâ dudaklarında gezinirken başını öne eğip güldü. "Sen ne anladın, Lâl?" "Biri sana soyun dediğinde ne anlarsın, Valentino?" Katıla katıla gülmeye başladı adam. Kısa bir an sonra toparlanıp gülen gözleriyle bana döndü. Beni baştan aşağı süzdükten sonra "Tamam, o da var ama bu kez onun için söylemedim." diye açıkladı. "Ben nikâh kıyafetini giymen için soyun demiştim ama..." Bakışları sahte bir yargılama ve gözleriyle beni soyar gibi iki zıt ifade arasında gidip gelirken parıltılı hareleri günahın her tonunu bünyesinde barındırıyordu. "Kimin daha ahlâksız olduğu net bir biçimde görülüyor." Yanaklarım kızıl bir sıcaklıkla alev aldı. Kendi kazdığım kuyuya düşmüş gibi hissediyordum. Tongaya düşmüştüm, bu doğru. Valentino Riccardo'nun kelime oyunlarından birinin kurbanı olmuştum. Hayır, Valentino Riccardo'nun altında inleme hayallerimle hiçbir alakası yoktu bunun. Asla. Az önceki utanç verici durumun içinden çıkabilmek için rahatlamaya çalışarak yutkundum. "Tamam, dön arkanı! Dön!" Çok komik bir fıkra duymuş gibi gülen Valentino "Ne?" dedi şaşkınlığını gizlemeksizin. "Gerçekten mi? Arkamı mı döneyim, Lâl Riccardo?" Tek kaşını kaldırdı meydan okur gibi. "Vücudunun tüm zerresini ezberlemişken hem de." Beni köşeye sıkıştırmaktan zevk aldığını saklamayan adam bu kez iki kaşını da sahte bir hayretle kaldırdı. "On dakika öncesinden itibaren soyadımı taşıyan karım olduğundan bahsetmiyorum bile." "Valentino laf salatası yapma, dön arkanı! Sen bana bakarken giyinemem." Arkasına dönüp baktıktan sonra başını iki yana salladı. "Maalesef, görüyorsun ki arkamı dönebileceğim kadar geniş bir alanım yok. Zaten iri vücudumla buraya zor sığıyorum." Bu bir kusurmuş gibi ne yapabilirim dercesine omuz silkti. Sinirli bakışlarımın onu cehennem ateşlerinde yakmasını umarken "Allah'ım sen bana sabır ver ya!" diye söylendim. "Hadi ama. Utanılacak bir şey yok. Ben senin kocanım." Tek kaşını kaldırarak taklit eder gibi bir sesle "Görmediğim şey sanki." diye ekledi. "Beni hastane tuvaletinde basarken sen de böyle söylememiş miydin?" Homur homur homurdanırken ceketimi çıkardım. Atletimin askılarını indirirken pantolonumu da çıkardım. Sadece iç çamaşırlarımlayken kıyafet paketinin fermuarını açıp Valentino Riccardo'nun benim için seçtiği elbiseyi çıkardım. Beyaz ama gelinlik olmaktan biraz uzak, sade ama son derece şık bir kıyafete benziyordu. Tam benim tarzımdı. Ve özenle seçildiği belliydi. 
Sağ omzumun üzerinden onun nefesini hissettiğimde hemen arkamda bittiğini anlamam zor olmamıştı. Elleri fermuara uzanmaya çalışan ellerimi yakaladığında "Bana bırak." dedi sakin ve etkileyici bir sesle. Eli çıplak sırtıma değip kaçarken fermuarımı tek seferde ama çıldırtıcı bir yavaşlıkla çekti. Bu sırada sıcak nefesini kulağımın arkasında hissederken gözlerimi kapattım. Hayır, Valentino Riccardo. Beni baştan çıkarmana izin vermeyeceğim. Bir kez daha olmaz. Sayısız kez olmuş olsa da. Yüzümü ona döndüğümde burun burunaydık. Yutkundum geri çekilirken. "Teşekkürler." Çantamdan çıkardığım aynayla saçlarımı ve makyajımı kontrol ettim. Bu sırada hastaneye gelmiştik bile. Ve perde. İtalyan mafyasının büyük lideri Valentino Riccardo'yla oynamaya tutuştuğumuz bu bilmem kaç perdelik evcilik oyunuyla düşman çatlatmaya gelmiştik. Allah utandırmasın. Önce Valentino indi arabadan. Elini uzattı, tuttum. Birlikte el ele indiğimizde konsolosluktan beri oldukça özenli bir giyim kuşamla gelmiş olan Valentino Riccardo, yanıma yakışır bir karizmaya sahipti. Kolalı beyaz gömleği ve yakaları saten parlaklığında siyah takım elbisesi jilet gibiydi. Papyon takmıştı. Onu böyle görmek pek mümkün olmuyordu. Bu yüzden çaktırmadan doya doya baktım o hâline. Hastanenin kapısının önüne geldiğimizde birbirimize döndük. Gözlerime bakan adam "Hazır mısın?" diye sordu. "Bu kapıdan Valentino Riccardo'nun karısı Lâl Riccardo olarak girmeye ve..." "Ve onların canına okumaya." Kendimden emin bir ifadeyle başımı salladım. "Her zaman." El ele tutuştuk ve hastane kapısından içeri girdik. Orada çalışan ve bizi tanıyan herkes bize bakıyordu. Bazıları garipseyen, merak eden, bazıları ise ezeli düşman olduğumuzu bildiği için şaşkın bir biçimde. Ancak her halükârda hepsinin gözü üzerimizdeydi. Biz ise gayet profesyonel bir biçimde Mr. and Mrs. Smith gibi bir karizmayla hastane koridorlarında yürüyorduk. Yukarı çıktığımızda Başkan, Aydın Hoca ve Vural ayaküstü bir şeyler konuşuyorlardı. Doğan Bey de oradaydı. Bizimkiler deskteydi. Ahmet, Zehra hemşireyle en sevdiğin evcil hayvan hangisi gibi salak saçma bir soruyla flörtleşirken Türkü ve Giray yine bir şeyin tartışmasını yapıyordu. Evin ve Wendy ise önlerindeki formları dolduruyorlardı. Bizi fark eden herkesin bakışları merak ve şaşkınlıkla üzerimizde gezindi. Aydın Hoca kaşları çatılı bir hâlde. "Lâl, merhaba. Bu ne şıklık? Bir yere mi davetlisiniz?" Birbirine kenetli ellerimize dönüp baktığında iki düşmanın bu kadar samimi olmasına şaşırmış gibiydi. Şaşılacak ne vardı ki? Evlerindeki davette havuzdan öpüşerek çıkmamışız gibi. Herkesin bakışları önce bize sonra birbirine dönerken Aydın Hoca'nın merakına bir son verme kararı aldım. Başkan ise her an harekete geçecekmiş gibi tetikteydi. Vural'a ne oluyor dercesine bir bakış atmıştı. "Hocam sizi meraktan kurtarmak için kısa keselim. Bizim hepinize güzel bir haberimiz var." Valent'e döndüm. Valentino Riccardo ise tıpkı bir hanım köylü gibi ağzımın içine bakıyordu. Baş işaretiyle onayladı. "Evet, herkesi şaşırtacak güzel bir haberimiz var." Yeniden gözleri bana dönerken "Hayatım sen mi söylersin, ben mi söyleyeyim?" diye soran adam âşık koca rolünü çok iyi kıvırıyordu. Rol yapmasına gerek olmadığı için de olabilirdi tabii. O sırada koridorun diğer ucundan usulca gelen Sevgi de önümüzde oluşan kalabalığa bir anlam verememiş gibiydi. Sinsice dinlemeye başlamıştı konuşulanları. Başkan sorgular gibi "Hayatım mı?" diye söylenirken benim vakit kaybetmeye pek de niyetim yoktu. "Ben söylerim canım." Vıcık vıcık yeni evli çiftler gibi Valent'in kolu belime sarılıyken benim elim de onun göğsündeydi. Çantamdan çıkardığım evlilik cüzdanıyla "Sürpriz! Biz evlendik!" diye haykırdım. Öyle sinir bozucu bir sevinçle ve coşkuyla söylemiştim ki bunu, Başkan'ın yüzünün saniyeler içinde çizgi film karakteri gibi kıpkırmızı oluşuna ve Vural'ın yüzünün bir taş gibi kaskatı donmasına şahit olmuştum. Ve bu bana dünyadaki diğer her şeyden daha da zevk vermişti. Şerif Günday, namı değer Başkan, acıyla inler gibi "Ne?" diye sorarken bunu kabullenemiyor gibiydi. Evlilik cüzdanımızı açıp evlilik akdimizin gerçekten tamamlanmış olduğunu gözlerine soktum. Bakışlarım önce Vural'ı sonra da Başkan'ı süzerken yıllar yılı bana kan kusturan o adamın gözlerine baktım. Babam olacak adamın. İntikamımı ağır ağır alır gibi konuştum. "E bir çeyrek takarsın artık." Alaycı ses tonum onu çıldırtmaya yetmiş gibiydi. Aydın Hoca Valent'in elini sıktıktan sonra şaşkın görünse de benim mutlu olduğumu gördüğü için aynı mutlu tebessümle karşılık vermeye çalıştı. "Tebrik ederim. Bir yastıkta kocayın." Ancak bu hâli bile dumura uğradığını saklayamıyordu. Valentino parmaklarını parmaklarıma kenetlerken aşkla baktı yüzüme. "Umarız ki öyle olacak." Yeni aklına gelmiş gibi "Ah, bu arada... Telaştan unuttum." derken ellerini ellerimden ayırdı ve ceketinin iç cebinden çıkardığı kadife kutuyu açıp defalarca takıp çıkarmaktan yalama olmuş su damlası yüzüğümü herkesin içinde yeniden parmağıma taktı. Elimi nazikçe ellerinin arasına alırken bu seremoniyi olabildiğince kutsal ve özenli bir biçimde yapmaya çalışmıştı. Onun için fazlasıyla anlamlı olduğunu göstererek. Başkan, az sonra kalp krizi geçirecekmiş gibi baygın bakışlarıyla kravatını gevşetmeye çalışırken Vural Sezer bir an bile bakışlarını ayırmaksızın bizi seyrediyordu. Sanki bu bakışları bizim üzerimizde bir etki bırakabilirmiş gibi. Aydın Hoca, Başkan'ın o Drama Queen hallerinden ötürü endişeyle "Şerif, iyi misin?" diye sorsa da ben oralı olmadım. Umurumda değildi. Aksine, şuan kalp krizinden geberip giderse onun hayrına olurdu, kurtulurdu. Yoksa ona aldığı her nefesi zehir edecektik. Burnundan fitil fitil getirecektik. Tüm bu karmaşıklıkların arkasında ev arkadaşlarım şok içinde bize bakarken Wendy beni boğazlayacakmış gibi bir bakış attı ama kalabalık içinde beni asla bozmadı. Yalnız kaldığımız ilk an sağlam bir dayak geliyordu, hissediyordum. Doğan Bey, garip bir duygusallıkla yanımıza gelip dingin bir ifade takınarak "Tebrik ederim, çok sevindim." dedi. Yüzünde gizemli gölgeler gelip geçti ama çok sorgulamadım. Her insanın huyu suyu farklıdır. O sanırım biraz duygusal bir tipti. Valentino'yla aralarında kısa bir bakışma geçse de herhangi bir şey konuşmadılar. Aydın Hoca "E keşke evlendiğiniz gün de hastaneye gelmeseydiniz." dedi sanki gerçek bir evlilik yapmışız gibi. Tabii, ona göre gerçek bir evlilik olduğunu varsayarsak pek de garip davranıyor sayılmazdı. Valentino sanki bu anı bekliyormuş gibi kendinden emin bir ifadeyle ağır ağır salladı başını. "Biz bu güzel haberi siz sevdiklerimizle paylaşmak için geldik, bir de eşyalarımızı toplamak için." Ne dediğini anlamayan bakışlarla suratına baktığımda hiç istifini bozmadan ekledi. "Balayına Küba'ya gidiyoruz." Abartılı bir ifadeyle kaşlarımı kaldırdım ve kulağına "Ha bir de!" diyerek hesap sordum. Bana sormadan balayı planı yapmıştı ve üstüne üstlük yerini bile seçmişti. Valentino Riccardo kontrolcülüğü. Yönetmek için yaratılmış bir hükümdar. Doğan Bey kibarca "Balayı dönüşü sizi evimde ağırlamak isterim." dedi Valent'e. Müstakbel kocam da onaylamadan bana döndü. "Karım da isterse." Her şeyi bana sormadan planlayan adam bir anda karım köylü oluvermişti. Ona şaşkın ve kinayeli bir bakış attıktan sonra Doğan Bey'e döndüm. "Tabii, olur." Sanki kızıyla çok iyi anlaşıyormuşuz gibi bir de onun muşmula suratını görecektim ama adam kibarlık edip çağırmıştı, gelmiyoruz diyemezdim. Valentino bir eli cebinde, diğer eli belimi sararken tebaasını karşılayan bir hükümdar edasıyla "Ancak balayına gitmeden bir toplantı yapmak istiyoruz. Bazı kararlar aldık. Bunu da oy birliğiyle yürürlüğe koymak istedik." dediğinde ne Başkan'da ne Vural'da konuşacak hâl kalmamıştı. Alelacele koridorda ilerleyip o katı terk ettiklerinde toplantıya katılamayacaklarını da anlamıştım. Bu şaşkınlık onları bir süre idare ederdi. Aydın Hoca aşağı yukarı başını sallarken "Olur, tabii. Yarım saat içinde kemik grup toplanır." derken hâlâ üzerindeki şaşkınlığı atlatabilmiş gibi görünmüyordu. Toplantı hazırlıkları sürerken kısa bir an bizimkilerle baş başa kaldık. Valentino o sırada Aydın Hoca'yla hararetli bir konuşmaya girmişti. Ahmet elleri ceplerinde "Kızım var ya sen ne yere bakan yürek yakanmışsın öyle? Kaşla göz arasında İtalyan'ı kafalayıp nikâhı basmışsın. Korkulur senden valla!" derken Wendy bana öfkeyle dirsek attı. "Sana yazıklar olsun, Lâl. İnsan en yakın arkadaşına bir çıtlatırdı en azından. Nikâh şahidin kim oldu? Belli ki ben olmamışım!" Kaş göz yaparak "Nikâh şahidi en sevdiğin kişi oldu biliyor musun? Luigi!" diye imalı yanıt verdim. Hain bir bakış atarak karşılık verdi Wendy. "Sana yazıklar olsun! O İtalyan makarnası biliyor, ben bilmiyorum öyle mi? Sana ikinci kez yazıklar olsun! Bana nasıl söylemezsin?" O sırada sanki sırasıymış gibi deskin arkasından koştura koştura Zehra hemşire yanıma geldi. "Lâl Hanım, ayakkabınızın altına adımı yazalım mı? Ne olur! Belki bana da şöyle zengin, yakışıklı bir kısmet çıkar! Kaderimiz benzesin inşallah valla ya!" Ben tam tabii diyerek onaylayacakken Wendy girdi araya. "Dur Zehra şimdi araya kaynak yapma, ben yeni gelini haşlayacağım." "Aaa Wendy sen de uzatma canım, baş başa kaldığımızda istediğin kadar canıma okursun. Bak şimdi toplantıya gireceğim. Şey yapma şimdi." Bana beklentiyle bakan Zehra'ya da ofladım. "Ay tamam al sen de ne yazıyorsan yaz ayakkabıma." Ayakkabımı çıkarıp uzattım kıza. Hevesle adını yazmasını seyrettim. Aynı heyecanla Wendy'ye dönen Zehra "Senin de adını yazayım mı Nazlı?" diye sordu. Az sonra dayak yiyeceğini bilmeden. "Aman Allah korusun, bir daha mı, tövbe!" "Benim bilmediğim bir evlilik mi geçti başından?" "İşte geçmesin diye Zehracığım, anlasana sen de aaa!" Aralarındaki komik konuşmayı gülerek izledikten sonra "Ben artık ayakkabımı alabilir miyim?" diye sordum. Krem rengi kenarları taşlı stiletto ayakkabıma el koyan Zehra yeni fark etmiş gibi iade etti bana. Toplantıya girdiğimizde ise yeni bir dönemin başladığının herkes farkındaydı. Şaşkınlardı ama belli etmemeye çalışıyorlardı. Valentino Riccardo, yine her zaman olduğu gibi tüm hükmedici karizmasıyla konuşmaya başlamıştı. Tüm katılımcılar da ağzının içine bakıyordu. "Şaşkın olduğunuzun farkındayız. Ama bu toplantıyı yapmak için pek vaktimiz yok." Bana kaçamak bakışlar atan adam "Sevgili eşimle balayına çıkmak için sabırsızlanıyoruz." demekten çekinmedi. "Bugün buraya sizi aldığımız ani kararlardan haberdar etmek ve oy birliği sağlamak için acilen çağırdık. Bazı şeylerin netleşmesini istiyoruz." Tebrikleri kabul ettikten sonra özgüvenli bir biçimde tek eli cebinde odayı adımladı müstakbel kocam. Evet, ilginçti ama artık evliydik. Bir zamanlar o kadar uğraşmamıza rağmen olmayan şey şimdi olmuştu. Birdenbire. "Ben, Valentino Riccardo, bu hastanenin sahibi olarak bugünden itibaren eşim Lâl Riccardo'nun benimle eşit haklara ve yetkilere sahip olduğunu bildiriyorum. Onun ağzından çıkan söz, benim ağzımdan çıkmış sayılır." Şov içerikli konuşmasının bittiğine emin olduğumda usulca yerimden kalkıp yanına doğru yürüdüm. Aramızda birkaç adım vardı. Toplantı üyelerine hitaben konuşmaya başladım. "Sizlerin önünde benim için önemli bir kararı oylamaya sunmak istiyorum. Hastanenimizin bünyesinde çalışan Sevgi Kıral'ın artık yorulduğunu, dinlenmesi ve bizimle çalışmaya ara vermesi gerektiğini düşünüyorum. Oylamanıza sunuyorum. Kabul edenler?" Herkes Valent'in tavrını gözlemlerken ağzının içine bakıyor gibiydiler. O elini kaldırdığında taklit eder gibi çoğunluk elini kaldırmıştı. Önceki soruya kalkan ellerden sonra hiç gerek olmamasına rağmen "Kabul etmeyenler?" diye sorduğumda ses seda çıkmamıştı. Valentino Riccardo ise toplantının hakemi gibi verilen kararı büyük bir özgüvenle doğruladı. "Kabul edilmiştir." Sanki aksi mümkün olabilirmiş gibi. Valentino Riccardo'nun sözüne kim karşı çıkabilirdi ki? Toplantı bittiğinde kararlar alınmıştı. Ve daha da önemlisi, herkesin bana bakışı değişmişti. Bunu görebiliyordum. Sınırsız bir güç avcumun içine bırakılmış gibi hissediyordum ve bu beni ürkütüyordu. Her gücün bir bedeli vardı. Beni ürküten belki de buydu. Hastaneden çıkarken Valentino'ya dönüp "Sen neden bana sormadan balayına çıkıyoruz falan diyorsun? Ne iş?" diye sordum göz kırparak hesap sorar gibi. Omuz silkti umursamaz bir rahatlıkla. "Gerçek evli çiftler gibi davranıyorum. Şüphe uyandırmamak için." "Ha iyi kılıf uydurdun sen de valla, bravo! Önümüzdeki günlerde bahanen hazır." "Sen bilmiyor olabilirsin belki ama gerçek evli çiftler böyle yapar. Evlendikten sonra balayına çıkarlar. Adamlar eşlerine sürpriz yapar, benim yaptığım gibi." Kaşlarını kaldırarak çok önemli bir bilgi verecekmiş gibi "Hatta sana bir sır vereyim mi?" dedi ve kulağıma eğildi. "Balayına giden mutlu çiftlerin birçoğu çocuk da yaparlar." "Çok şükür ki biz gerçek evli çiftler değiliz." Durup dururken yeniden söze girdim. "Ve Valentino Riccardo, gerçekten evli görünmek için seninle çocuk falan yapmayacağım." Güldü adam. Fırsattan istifade aynı sorgulayıcı bakışlarla yeni bir soru sordum. "Ayrıca Küba ne alaka?" "Bu mevsimde balayı yapılabilecek sıcak yerlerden biriydi. Sen soğuk yerleri sevmezsin." Evet, sevmezdim, doğru. Ben hep sıcak tatilleri severdim. Beni iyi tanıyordu. Onun beni bu kadar iyi tanıması zaman zaman sinirlerimi bozmuyor değildi. Nasıl beni benden bu kadar iyi tanıyabilirdi ki? İsteklerimi nasıl bu kadar iyi bilebilir, konforumu böylesine düşünebilirdi? Arabanın önüne geldiğimizde Montrel düğmesini ilikleyip arabanın kapısını bana açtı ve "Buyurun, Donna." dedi. Bu benim için yeni bir şeydi. Don Valentino Riccardo'nun karısı Lâl Riccardo. Donna. Garip bir biçimde gücün içindeydim. İstemediğim kadar büyük bir gücün içinde. Tam ortasında. Aşırı güçlü insanlar nasıl yaşıyordu? Bu beni hep düşündürmüştür. Ben daha ilk andan beri korkmuştum. Çünkü öyle insanların hep güç zehirlenmesi yaşadığını düşünürdüm. Şimdiyse ben o konumdaydım. Geçici de olsa. Bu biraz ürkütücüydü. Arabaya bindiğimizde herkese karşı yine oldukça yakın bir biçimde oturuyorduk. Kapı kapanana kadar buna izin verdim ama kapanır kapanmaz vücudu benimkine yapışık bir biçimde el ele olduğum adama dik dik baktım. Perdenin kapandığını ve sahneden inmesi gerektiğini hatırlatır gibiydim. Bugünlük evcilik oyunumuz bitmişti. Rolümüzün sonuna gelmiştik. Ancak bakışlarıma rağmen Valentino Efendi'nin bir şey anladığı yoktu. Bir süre daha dik dik baktıktan sonra "E gel içime gir." dedim kinayeli bir ses tonuyla. İfadesiz yüzü ve ima barındıran gözleriyle karşılık verdi. "Memnuniyetle." Koltukta kaykılarak istifini bozmayan adamdan uzaklaşırken "Sen iyice gemiyi azıya aldın ama." Uzağında olmama rağmen bana bakıp gülmekten kendini alamayan adamın neşesi sinirlerime dokunuyordu. Hastaneden çıkıp otele giderken akşam olmak üzereydi. "Eve uğramam lazım." dedim. "Eşyaların içinse Montrel halleder." "Hayır, Wendy beni eşek sudan gelene kadar dövsün de rahatlasın diye." Söylediklerime inanamayan adam hayretle gülmeye başladı. "Ne?" "Ne sanıyordun ki? En yakın arkadaşımın arkasından iş çevirip seninle evlendim. Aaa tebrik ederim dostum deyip çeyrek altın takacak hâli yoktu. Üstelik nikâh şahidim olmadığı için de oldukça öfkeli ve saldırgan. Haklı olarak." "Bunun gizlice yapılması gereken hızlı bir evlilik olduğunu anlattığında seni anlayacaktır." Öyle olmasını umuyordum. Evin önüne geldiğimizde "Siz beklemeyin, benim işim uzun sürer." desem de Valentino elbette kabul etmedi. "Olmaz. Arkadaki arabayı sana bırakıyorum. İşin bittiğinde Montrel seni onunla geri getirir." "Merak etme Valentino, iki dakika yalnız kalsam beni çalacak değiller." "Olmaz dedim, Lâl." Sesi oldukça otoriter ve emredici çıkmıştı. Şakacı ve rahat tavrından eser yoktu. Bu konuda katıydı. Onu bu kararından vazgeçiremezdim, mümkün olmadığını gözlerinde görebiliyordum. "Artık benim karımsın, bir Riccardo'sun. Korumasız ya da adamsız hiçbir yere gitmemelisin. Buna ne kadar çabuk alışırsan iyi olur." Samimi bir dürüstlükle "Senin güvenliğin için." diye ekledi. Aslında haklıydı. Onun düşmanları olmasını da geçtim, Başkan ve Vural için de açık hedeftim. Hele bugünden itibaren. Sanırım bu yüzden tedbirli oluşunu anlayabiliyordum. Arabadan indiğimde "Akşam Rio'da bekliyor olacağım." dedi ve benim yanıt vermeme gerek kalmadan tebessüm ederken kapısı kapandı. Arkamı dönüp eve girecekken kapının önünde kapüşonlu sweatshirtüyle onu gördüm. Elleri sweatshirtün ceplerinde öylece bana bakıyordu. Azize. Usulca yaklaştım. Bir korkum yoktu. "Senin ne işin var burada?" Zita da öldükten sonra sırtını yaslayacağı, arkasına saklanacağı kimse kalmamış olmalıydı. Ne yazık. Olduğu yerde sabırsız bir ritim tutturarak adımlayan kadın öfkeli görünüyordu. "Nasıl oluyor bu ya? Gerçekten çok merak ediyorum. Birinin hayatını çalıyorsun, kimliğini çalıyorsun. Ama bundan hiçbir hasar almadan çıkabiliyorsun. İlâhi adaletin tecelli etmesi gerekmiyor mu, Lâl?" Acı acı güldüm. "Bir bak bana, Azize. Sence hiç hasar almadan çıkmışım gibi mi görünüyor? Hâlâ senin ailenin pisliklerinden kurtulmaya çalışıyorum. Onların bataklığında debeleniyorum." "Laf cambazlığı yapma bana!" "Eh, yeter be! Ne düşündüğün umurumda bile değil, anlıyor musun Azize? Ben Günday olmanın diyetini ödedim, bitti!" Umursamaktan çok uzak bir ifadeyle devam ettim. "Hem Valent'le evlendim hem de hastanenin sahibi oldum. Şimdi ağlayarak günlüğüne yazabilirsin." Omzuna çarpıp "Çekil şuradan." diyerek evin bahçesinden girdim. Artık onunla uğraşacak sabrım kalmamıştı. Zehirli tüm insanları bir bir hayatımdan çıkarıyordum. Bugün işe Sevgi'den kurtulmakla başlamıştım. Onun benim olduğum yerde bulunmasına tahammülüm yoktu. Bu yüzden hastanedeki işine son vermiştim. Bana ihanet ettiği hâlde hâlâ burnumun dibinde durmasının bir anlamı yoktu. Ayrıca artık onların yani Başkan'ın devri kapanmıştı, bizim devrimiz başlıyordu. Dolayısıyla Başkan'ın ekibini böyle yavaş yavaş dağıtmak en mantıklısıydı. Bunları düşünerek evden içeri girdiğimde bizimkiler salonda beni bekliyordu sanki. Televizyon izlerlerken kapıdan içeri girdiğimde hepsinin bakışları bana çevrilmişti. Wendy ise umursamıyormuş gibi etrafına bakarken güya bana tavır yapıyordu. Şapşik şey. Yüzüme bile bakmadan "Hah, geldi Brütüs!" dedi Wendy Hanım. Kalemimi kırmış, cezamı kesmişti belli ki. "Wendy, yapma." Anahtarımı kapının yanındaki anahtarlığın içine bırakırken çantamı ve soyduğum ceketimi de az ilerideki koltuğun üstüne bıraktım. "Normal bir evlilik olsaydı sana haber vermez miydim sanıyorsun?" Ahmet "Bunun normali, anormali mi var kızım? Evlenmişsin işte! Adam göktaşı gibi yüzüğü takmış parmağına, uzaydan görünüyor!" dedi zevzek zevzek. "Ahmet sen bir kapa çeneni!" Ona öldürücü bakışlar fırlattıktan sonra Wendy'ye döndüm. "Bak, her şey çok ani gelişti." Kollarını küskünce kavuşturmuş kız ayağa kalkmıştı ama yan dönmüş camdan dışarıya bakıyordu ilgisizce. "Belli, çok ani olmuş! Luigi Efendi'nin haberi var benim haberim yok! Üstelik bir kına gecesi bile yapamadık!" "Hay senin kına gecene ama artık ya!" Haksız olan ben olduğum için alttan almamı bekleyen Wendy kaşlarını çatarak yüzünü bana döndü. "Efendim, duyamadım?" "Tamam, kına gecesi de yaparız sıra gecesi de yaparız! Ne gerekiyorsa yaparız yani! Prosedürü bilmiyorum şimdi ama-" O an sevinçle yerinde zıplayan kız sanki bana hiç öfkeli değilmiş gibi "Yuppi be, yuppi!" diye haykırdı ve kollarıma atıldı. "Kına gecesi yapıyoruz sonunda!" Aceleyle kollarımdan ayrılıp sorgular gibi baktı bana. "Bak yapacağız dedin bir kere, söz ağızdan bir kere çıkar sonra vazgeçtim falan deme sakın! Herkes şahit burada!" Şaşkınlığımı atlatamamış hâlde güldüm. "Tamam, Wendy. Bu kadar istiyorsan yaparız." Şart koşar gibi aceleyle ekledim. "Ama kına yakmam ona göre." "Sana seçim yapma şansın olduğunu kim söyledi acaba? Ben ne dersem o olur! Ayrıca gelinin kına yakmadığı kına gecesi mi olurmuş? Nerede görülmüş! Geleneklerimize ters!" Sanki yeni aklına gelmiş gibi azarlayıcı bir ifadeyle devam etti. "Gerçi neyiniz geleneklere uygun oldu ki bu olsun! Mart kedileri gibi kudurdun, evlerden kaçıp gittin evlendin! Rezil seni!" "Aaa Wendy, sen de ama! Tamam, haklısın dedik ama sen de bokunu çıkarma!" Samimiyetle açıkladım. "Hem ben o kınanın kokusunu çok sevemiyorum. Ondan şey yapmak istemedim." "Hayır efendim! Bir kereliğine tahammül edeceksin! Kınasız kına gecesi olmaz! Kültürlerimize, ananelerimize uyalım, uymayanları uyaralım!" Wendy'nin gönlü olsun diye gülümseyerek başımı salladım. Zaten tartışamayacak kadar yorgundum. "Tamam, tamam sen nasıl dersen öyle olsun. Kına gecesi diye diye başımın etini, beynimin çeperini yedin zaten. Bitsin gitsin bu da." Neyse ki diğerleri sorun çıkarmadı. Herkes şaşırsa da başta Evin olmak üzere herkes kutladı beni. Adıma mutlu oldular. "Arkadaşlar, tebrikleriniz için teşekkür ederim. Bunu daha sonra kutlarız." Kutlanacak ne varsa artık. Sonuçta bu gerçek bir evlilik değildi. Ama tabii bunu arkadaşlarım da dâhil kimseye söylememiştim. Sadece müsait bir zamanda Wendy'yle paylaşacaktım. "Şimdi benim biraz eşyalarımı toplamam lazım, Montrel kapıda bekliyor. Valentino da Rio'da, geleceğim dedim. Çok bekletmeden küçük bir çanta yapayım." "A ben hazırladım çantanı!" diye atıldı Wendy. Trabzanların altında, köşede duran küçük bavulumu gösterdim. Yanıma gelip kolunu koluma çarptı şaka yollu. Kulağıma eğilip mırıldandı. "Balayı için uygun bir çanta yaptım. O önceki düğün için aldığımız iç çamaşırlar, gecelikler falan hepsi var sen merak etme. Kardeşin her şeyi düşündü. Anlarsın ya." Göz kırptı imalı bir ifadeyle. "Saçmalama, Wendy." "E adam kalkmış işini gücünü bırakmış seni balayına Küba'ya getiriyor. Pazenli pijamalarla mı çıkacaksın karşısına, zevksiz! Ay vallahi sen insanın libidosunu çekersin, yazık ki benim enişteme yazık!" "Ay Wendy, sus! Tamam!" Kapıya kadar beni uğurladıklarında Evin ağlayarak arkamdan su dökmüştü de bunu neden yapmıştı pek anlayamamıştım. Hayır su gibi gidip su gibi dönülecek bir durum yoktu ama neyse. Mehmet'le anıları falan canlanmıştı herhâlde evlilik haberiyle. Duygusallaşmıştı. Montrel'in açtığı kapıdan içeri geçtiğimde başım çatlıyordu. İki dakika sonra Montrel ön koltuktan aldığı karton kahve bardağını bana uzattı. "Buyurun, Donna." Şaşırdım ve merak ettim. "Bu ne?" "Don Riccardo, bugün hiç kahve içmediğinizi söyledi. Kahve içmediğinizde başınızın ağrıdığını da." Doğrulamak ister gibi "Sütsüz ve şekersiz?" diye sordu. Doğruydu. Sabahtan beri bir kahve için ruhumu satabileceğim gibi bu da doğruydu. Şaşkınlıkla başımı aşağı yukarı salladım. "Te-Teşekkürler." Bu adam her şeyi nasıl bu kadar bilebilirdi ki? Sırrı neydi? Montrel "Bir emriniz olursa bana söylemeniz yeter." dedikten sonra kapımı kapatıp ön koltuğa oturdu. Kahvemi yudumlarken cenneti yaşıyor gibiydim. Meğer Riccardo olmak ne güzel, ne keyifli şeymiş. Şehrin ışıklarında manzaraları seyrederek Rio'ya giderken çok yorgundum ama tatlı bir yorgunluktu bu. Güvende olmanın verdiği o güzel his içimi ısıtıyordu. Işık ve Kerem'in Fuat'ın da bilgisi dâhilinde Valentino tarafından güvende olduğunu bilmek daha da rahatlatıcıydı. Detayları sormamıştım, Valentino Riccardo sizin yerinize her şeyi düşünüyordu. Otelin önüne geldiğimizde kapım açılmıştı, arkamdaki korumalar eşliğinde içeri girdim. Asansörde dahi yalnız kalmıyordum. Odanın önüne geldiklerinde sayısı ikiye düşen korumalar ellerini önlerinde birleştirmiş, ben güvenle odaya girene dek itaatkâr bir biçimde beklemişlerdi. Odaya girdiğimde Valentino Riccardo loş ışığın altında, elinde içkisiyle terasın kapalı cam kapısından dışarıyı seyrediyordu. Kapı sesini duyunca usulca arkasına dönüp bana baktı. "Hoş geldin." "Hoş buldum." Neye uğradığımı şaşırmış bir biçimde odadaki mumlara ve gereksiz romantik havaya baktım. Yatağın üstünde güller falan. Hayırdır? 


"İnanmayacaksın belki ama yemek masası dışında hiçbiriyle ilgim yok." Alaycı bir biçimde tebessüm ettim. "Ha yani kırmızı karlar yağarken bir anda bizim yatağın üstüne de öylece güller yağdı, mumlar da kendi kendine yandı diyorsun." Çantamı da bavulumun üstüne koyarken "Çok mantıklıymış gerçekten." dedim dalga geçtiğim bariz bir biçimde. "Evlendiğimizi duyunca otel yönetimi böyle bir şıklık yapmış." Omuz silkti. Ha, tamam bak öyle olabilirdi. Bu az önceki tahminimden daha mantıklı görünüyordu. "Ha bu arada," Elimdeki kahve bardağını göstererek "Kahve için teşekkürler." dedim. Sonuçta bir teşekkürle küçülecek değildim. Etmem gereken bir teşekkürle hele. Kaşları hafif havalanan adam omuz silkti yeniden. "Dünyama hoş geldin, Lâl Riccardo. Bundan sonraki tüm günlerin böyle olacak. Herkes etrafında hiç olmadığı kadar pervane olacak, seni memnun etmek için yarışacaklar. Ne istersen daha aklından geçirirken gerçekleştirilecek. Çünkü Valentino Riccardo'nun biricik eşisin artık. Seni mutlu etmek, etrafında çalışanlar için bir ölüm kalım meselesi." "Aman, adamları ben memnun değilim diye öldürtme de." Güldü adam. Bu gülüşünün ne anlama geldiğini anlamasam da üstünde durmadım. Bakışlarım yeniden yatağa döndü ve duraksadım. "Tek yatak var burada." "Kaç yatak olmalıydı?" Ben gözüne far tutulmuş tavşan gibi bakarken çarpık bir gülümseme sundu. "Yeni evli çiftlerin balayı süiti, mia bella. Ne bekliyordun?" "Yani... Ne bileyim..." Böyle çok zor olacaktı. O benim yanı başımda, dibimdeyken ona karşı koymak. Kaşları havaya kalkan adam daha abartı bir gülüşle "Yerde yatmamı beklemiyorsundur umarım." dedi. Onunla nişanlıyken izlediğimiz romantik komedi filmlerinden kalan bir sahneydi bu aramızda. İlk gördüğümüzde ikimiz de gülmüştük biraz. Bense her zamanki hazırcevaplığımla elimi belime koyup cevap verdim. "Bir çılgınlık yapıp başka süite geçmeye ne dersin? Senin otelin ya hani." "Katiyen olmaz. Biz yeni evli çiftiz. Birlikte yatmamız gerekir." Anlamlı bakışları tutkulu bir ateş saçarken çapkın bir ses tonuyla ekledi. "Aynı yatakta." "Senin niyetin üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek ben anladım senin derdini!" "Anlamadım?" "Ha, aynen, işine gelmeyince anlamadım? Anlamazsın tabii, İtalyan makarnası seni." Zaten ona saldıracak yer ararken her davranışında kızacak bir şey bulmak zor değildi. Konuşma tarzım yine onu güldürmüş olacak ki katıla katıla gülmesi bittikten sonra bana döndü. "Gerginsin ve bunun sebebini biliyorum." "Neymiş sebebi?" "Kasların gerilmiş." İmalı bir yüz ifadesiyle "Kendini bana bırakırsan tüm kaslarını gevşetebilirim ve rahat bir uyku çekebilirsin." diye mırıldandı. "Ne yapacaksın Valentino, sırtıma bardak mı çekeceksin? Kas gevşetici mi vereceksin? Ne yapacaksın yani?" "Daha farklı türde alternatif tıp yöntemlerim var." Elimdeki iki parça siyah saten şort atlet geceliği elime aldım. "Valentino git işine ya, gece gece." Boşta kalan elimle saçımdaki tel tokaları çıkarmaya çalışırken banyoya girmiştim. Kapının arkasında sanki tüm vücudumu görmemiş gibi ondan gizlenerek üstümü giyindim. O da üstünü değiştirip siyah eşofman takımını giydikten sonra peşimden geldi ve kapı girişine yaslanıp beni seyretmeye başladı. "Ne bakıyorsun?" "Hiç." Hafifçe gerinerek yanıt verdi. "Sadece birkaç gün öncesine kadar Ahmet'in yatağında sevişmemişiz gibi beni kendinden uzak tutmanı hayretle izliyorum." Kaşları sahte bir merakla çatıldı. "Merak ediyorum, biz evli değilken bile aramızdaki çekim bizi durduramazken şimdi evliyiz ve sen bana dokunmamak için kendinle savaşıyorsun. Ben bunun mantığını çözemedim. Bana bunu açıklar mısın?" Ben kendimi çözebiliyor muydum ki adama kendimi açıklayayım? Söyleyecek bir şey bulamayınca arkamdaki adama aynadaki yansımadan bir bakış atıp omuz silktim. "Bir sebebi yok. Sadece canım istemiyor, hepsi bu." "Lâl." İnanmayan bakışlarını bana diktiğinde ilk defa dürüst oldum. "Valentino, sana güvenmiyorum. Beni çok kırdın. Üzdün. 2 yıl ortalardan kaybolduğun yetmiyormuş gibi döndüğünde kendini affettirmek yerine bana ders vermek için Zita'nın yanına yaklaşmasına izin verdin. Beni onunla terbiye etmeye çalıştın. En derin yaramı yeniden açtın." Tam açıklamaya koyulacakken ekledim. "Sebebi ne olursa olsun, beni kırdın. Hem de bu öyle basit bir kırgınlık değildi. Beni sevdiğini biliyorum ama bunu aşamıyorum anlıyor musun?" Yaslandığı yerden doğrulup bana yaklaşan adam omuzlarımdan tutup aynadaki yansımamla bakıştı. "Lâl, seni tarif edemeyeceğim bir şekilde seviyorum. Aklının alamayacağı kadar. Ve bu kadar büyük bir sevgiyle, aşkla ne yapılır hâlâ bilmiyorum. Bazen hatalar yapıyorum. Canını yakmak istiyorum ama bunu yaparken bile en çok benim canım yanıyor. Sen de yapmadın mı?" Anlamaya çalışır gibi söylediklerini sorguladım. "Beni, benim için terk edip Miloradov'a gitmedin mi? Hamile olduğunu benden saklamadın mı? Canımı yakmak için bebeğimizi aldırdığını söylemedin mi?" "Evet, bunları ben yaptım. Doğru. Ama öldü numarası çekip ortalardan kaybolmadım! Bu kadar ileri gitmedim." Ellerinden kurtulup banyodan çıkarken "Üstelik senin o 2 yıl boyunca ne haltlar karıştırdığını da bilmiyoruz." diye söylendim. "Sana nasıl güvenebilirim ki?" Peşimden gelen adamla yatağın önünde yeniden karşı karşıyaydık. Söylediklerime anlam vermeye çalışarak kaşlarını çattı ve güldü. "Ne?" "Duydun işte. Ben seni öldü bilip yas tutarken sen 2 yıl içinde kimlerle yatıp kalktın Allah bilir." "Lâl." Başını iki yana salladı net bir ifadeyle. "Öyle bir şey olmadı." Bu yanıtı almak her ne kadar gururumu okşasa da inanmakta acele etmek istemedim. "Ne yani, senin gibi bir adamın 2 yıl boyunca hiçbir kadınla seks yapmadığına inanmamı mı bekliyorsun?" Başını iki yana sallarken gizemli bir ses tonuyla "Ben öyle bir şey söylemedim." yanıtını verdi. Söyledikleriyle hayal kırıklığı gibi karman çorman duygular yaşarken "Al işte." diye söylendim. Çarşafı kaldırıp yatağa girdiğimde usulca yanıma gelip karşıma oturan adama baktım. "İşte sen busun, Valentino. Ben 2 yıl senin yasını tutayım, perişan olayım, sen etrafındaki kadınlarla gününü gün et. Onunla bununla yat kalk. Sonra da kalkmış bana güvenden falan bahsediyorsun." "Kimseyle yatmadım, Lâl." Bir söylediği diğerini tutmayan adama allak bullak bakışlarla baktım. "Bir öyle diyorsun, bir böyle. Sen ne diyorsun Valentino, manyak ettin beni ya!" Kaykılıp bana biraz daha yaklaştı adam. "Senden uzaktayken, kendimi nasıl tatmin ettiğimi mi merak ediyorsun?" Cevap bekleyen bakışlarla ona bakıyordum. "Sana bunu göstereceğim." Tam karşımda duran adama temkinli bir biçimde bakarken "N-Ne? Nasıl yani?" diye mırıldandım. Kaşlarını kaldırarak "Merak ettiğin sorunun yanıtını alacaksın işte. Neden bu kadar gerginsin?" diye sordu aynı yatak odası sesiyle. Uzun uzun gözlerime bakarken iması gerginliğimi daha da artırıyordu. Başını iki yana salladı eleştirir gibi. "Senden başkasına dokunabileceğimi nasıl düşünebildin?" Geri kaykıldım ondan uzaklaşmak için. "Senin gibi bir adamın 2 yıl boyunca seks hayatının aktif olmaması pek akla yatkın gibi görünmüyor." "İyileştikten sonra..." Yutkundu ve gözleri bana bakarken ihtirasla koyulaştı. "Seni istemediğim tek bir gün bile olmadı. Defalarca yatakta kıvranıp durdum." Az önce geri kaykılarak açtığım mesafeyi bana yaklaşarak kapattı adam. "Acıdan patlama noktasına geldiğim günler de oldu. Ama..." Lastiğinden yakalayarak eşofmanını sıyırdı. Baksırının üstünden şişkin sertliği oldukça belirgindi. Tıpkı tarif ettiği gibi acıdan patlama noktasındaymış gibi duruyordu. O yöne bakmamaya çalıştım. Yüzüm alev alevdi. "O günlerde seni hayal ederek kendimi tatmin etmekle yetindim." Ona bakmamaya çalıştığımı gören adam boşta kalan eliyle çenemi kavradı ve kendine çevirdi. "Hayır, mia bella. Bakacaksın. Bir soru sordun, yanıtını veriyorum." "Tamam, ben gerekli cevabı aldım. Bu kadarı yeterli." Sahte ve düşünceli bir ifadeyle "Kafanda soru işaretleri kalsın istemem. Uygulamalı olarak göstereceğim." dedi. Yutkundum. Ona doğru bakmaya zorlanırken bakışlarımı tavana dikmeye çalıştım ama izin vermedi. "Beni nasıl yoldan çıkardığını görmelisin. Ve benden şüphe ettiğin için dersini almalısın." Ona bakmaya beni zorlarken baksırını da sıyırıp şişkin çıplaklığını tamamen serbest bıraktı. Onunla baş başa kaldığımda hiçbir şeyden utanmayan ben, utangaç bakışlarıma bakacak başka yer arıyordum. O ise saldırgan canavarını gözümün önünde yoğurmaya başladı. Sağ elinin arasına alıp gözümün önünde bu eziyete devam ediyordu. İleri, geri. İleri, geri. Tutkudan kararmış bakışları bir an bile gözlerimden ayrılmazken ben sırılsıklam olmuş hâlimi gizlemek için bacaklarımı sertçe birbirine kenetlemiştim. Onun karşımda kendini tatmin ederek orgazm oluşunu seyretmek nefesimi benden almıştı. Neredeyse üzerime boşaldığını seyrederken yutkundum. İstemsiz de olsa ellerim çarşafla üzerimi kapattı. Neyi gizlemeye çalıştığımın farkında olan adam, çarşafı indirdi, bacaklarımı araladı ve bizi ayıran siyah saten bez parçasının üzerinden ıslak üçgenime dokundu. "Islaklığını geceliğinin üstünden bile tadabiliyorum." Bu kez elini iç çamaşırımın içine soktu. İki parmağı yoğun ıslaklığımı tattı. Adrenalin beni kaskatı hâle getirdiğinde acilen bir bahane bulmalıydım. Aklımı kaybettiğim için bu zordu. İlk aklıma gelen şeyi söyledim. "Prezervatifin yoksa bana yaklaşma." Oysa bana dokunması bir ihtiyaç gibi tenimi kazıyordu. Adam yavaşça yataktan kalktı. Prezervatif almaya gittiğini düşündüm. O an hayatta kalma içgüdüm devreye girmiş gibiydi. Kaç ya da savaş. Hangisini yapabileceğime emin değildim çünkü kendimi akşam yemeği olmak üzere hissettiğim aslanın önüne bırakmıştım. Onun insafına. O ise elinde sos tabağıyla geri gelmişti. Tüm vücudum karıncalanmaya başladığında ne planladığını anlamış durumdaydım. Emredici bir tonda "Yatağın üstünde dizlerinin üstüne çök." dediğinde ona karşı koyabilirdim. Hayır diyebilirdim. Ama yapmadım. Bunun iki sebebi vardı. Birincisi, itiraza yer bırakmayacak kadar kesin bir ses tonuyla vermişti bu emri. İkincisi ve en önemlisi, onu reddedemeyecek kadar çok istiyordum. Bakışlarındaki haşinlikle savaşmadan dediğini yaptım. Kurbanlık bir kuzu gibi çarşafı üzerimden tamamen kaldırdım ve yatağın üstünde, onun karşısında diz çöktüm. Emrini yerine getirmemden hoşnut bakışları gözlerimi açlıkla süzüyordu. "Şimdi üstünü çıkar." İki saniye düşündükten sonra söylediğini yaptım ve siyah saten atletimi çıkardım. Artık üstüm tamamen çıplaktı. Kollarımla çıplak göğüslerimi sardım. O ise cık cıkladı başını iki yana sallarken. "Hayır, onları gizlemeni istemedim." Beni tamamen savunmasız bırakana kadar sınırlarımı zorluyordu. Kollarımı sardığım çıplak göğüslerimi serbest bıraktım. Onun iç geçirerek seyretmesini beklerken tüylerim ürpermişti. Karşısında diz çökerken gövdemi dikleştirdi. Karamel sosunun içinde iyice gezdirdiği tahta daldızı köprücük kemiğimden boynuma, göğüslerime ve göbeğime doğru yavaş bir yolculuğa çıkardı. Her yanımın karamele bulanmış olduğuna emin olduktan sonra daldızı yeniden komodine bıraktığı tabağa koyup bana döndü. Enfes bir yemeği seyreder gibi beni seyrederken ben, onun söylediği gibi diz çökmüş ama gövdem dik bir biçimde onu bekliyordum. Tüylerim diken diken olmuş bir biçimde güçlükle soludum. Göğüs uçlarım karamelle birleşince iyice sertleşip hassas hâle gelmişti. Beni seyreden adam sabırsızlıkla üzerindeki siyah penyeden kurtulup üzerime abandı. Önce tüm inceliğiyle boynumdan başlayarak diliyle ve dudaklarıyla karamele bulanmış her yerimi yalayıp yuttu. Onun için belirginleşip kendini gösteren göğüs uçlarıma istedikleri gibi özel ilgiyle yaklaştı. Karamellerini yalayıp temizlediği uçlarımı oluklarıyla emerken başımı arkaya atıp inledim. Bir elim yatağın arkasına zorlukla tutunuyordu. Bana istediği her şeyi yapmasıyla ilgili fantezilerim ve sapkın bir zevk damarlarımda dolaşıyordu. Göğüs uçlarıma ısırarak çimdikleyerek pembeleşene kadar işkence ettikten sonra ben inlemekten nefes alamaz hâle gelmiştim. Yeniden ıslanmıştım ve dudaklarım kupkuru hâldeydi. Parmaklarının arasındaki uçlarımı çimdikleyerek döndürdü. Bu kez dayanamayıp derinden bir inilti kopardım. "Aaah!" Bu kez dudakları göbeğim de dahil tüm vücudumu karamelden temizlerken emredici bir tonla "Yatağa uzan." dedi. Ben tükenmek üzereyken söylediklerini yapmaktan başka çarem kalmadığı için usulca yatağa uzandım. Beni beklemeden altımdaki şortu sertçe çekiştirip aşağı indirdi ve ayak bileklerimden çıkardı. Nefes nefese sakinliğimi korumaya çalışarak yapacaklarını bekliyordum. Bu kez az önce yaptığı gibi karamel sosunu ıslanmış üçgenimin üstüne döktü. O soğukluk hissiyle belim yay gibi gerilmişti ama inlememek için alt dudağımı ısırdım. Bu kadar hassas ve duyarlı olduğumu bilmesine gerek yoktu. Parmakları karamel sosunun yayıldığı üçgenimle oynarken gözlerimin içine bakarak eğildi ve orayı yalamaya başladı. Önce karamelden tamamen arındırana kadar yalayıp çekiştirdiği üçgenimin üstüyle işi bittiğinde etini dişleriyle çekiştirdi. Sonra bu yeterli bir açıklık değilmiş gibi emredici sesiyle "Bacaklarını aç." dedi. Söyleneni yaptım. Bacaklarımı açtım. Ağzı bacaklarımın arasında yerleştiğinde şişmiş katmanlarıma dilini değdirdi ve sıcak diliyle ıslaklığımı içti. "Mmm... Tadın karamelle birleşince eşsiz bir hâl alıyor, bunu biliyor muydun, mia bella?" Nereden bileyim, deli midir nedir diyebilecek biriyken şuan bunu söyleyebilecek kadar bile aklım yoktu sanki. Beni öyle bir zevkin kucağına hapsetmişti ki. Omurgam karıncalanmış bir biçimde içimdeki dilinin eziyeti bitsin diye bekliyordum. "Ah, Valentino! A-Ah!" "Adımı inlemeni seviyorum." İşi bittiğinde yerinden doğrulurken az önce kendine dokunarak boşaltmamış gibi yeniden büyüyen ereksiyonunu gördüm. İçime girmek için sabırsızca büyümeye devam ediyordu. Nefes kesecek kadar büyüktü. Yine beni nefessiz bırakacak kadar sıvazladığı ereksiyonuyla bana yaklaştı. Düşünmeme ve nefes almama fırsat vermeden tek hamleyle içime girdi. Bu garip boşluğa düşme hissiyle kontrolsüzce "Aaaahhhh!" diye inledim. O an kendi sesime bile yabancılaştım. İlkel bir açlıkla daha boğuk bir iniltiyle bana eşlik eden adam içimde derine ulaştığında inledi. "Siktir!" Bunu kaç kez yaparsak yapalım her seferinde ilkmiş gibi şaşırtıcı bir zevk dalgasına kapılıyorduk. Bunu onun gözlerinde de görebiliyordum. Bu gece itiraf gecesiymiş gibi üzerimde gidip gelen adam nefes nefese "2 yıl sonra ilk defa seninle seviştiğimde..." Nefes aralarında içimde ritmik gidip gelişleriyle inliyordum. "İçimdeki açlıkla sana zarar vermekten, canını yakmaktan öyle korktum ki..." Derinliğimdeki sert varlığıyla yeniden inledim. "Sabaha kadar içinde olmama rağmen acıyla uykuya daldım, biliyor musun?" Sanki o gecenin acısını çıkarır gibi daha sert bir biçimde içime girip o hassas noktanın derinliğine çarpıp durdu. O an hissettiğim duyguya en yakın his sanırım uçurumun kıyısından düşmek üzere olma hissiydi. Her seferinde düşecek gibi hissediyordum ama düşmüyordum. Yine derinlerimde onun sertliğinin ileri geri gidip gelişini duyumsuyordum. Avuçları göğüslerimin üzerine kapanırken onları sıkıp okşuyor, bu sırada içimde uzun zamandır gidip gelişinin verdiği zevkle hayvani bir inilti koparmayı ihmal etmiyordu. Boşalması o kadar uzun sürdü ki bacaklarımın arası yanmış ve uyuşmuş bir hâldeydi. Kısa bir an geri çekilip beni yüzüstü yatırdı ve az önceki işine dizlerim bükülü bir biçimde içime girerek devam etti. Ellerimi belimdeki çukurda birleştirmişken tamamen onun kontrolü altında, onun merhametine bağlıydım. Beni zevkten parçalara ayırabilir ve yok edebilirdi. Sonunda öyle büyük bir doyumla gelmiştik ki tıpkı söylediğim gibi zevkten parçalara ayrılmış, her parçam etrafa savrulmuş, yok olmanın eşiğinde gibi hissettim. Hatırladığım tek şey yorgunluktan zar zor yan dönüp uyumaya çalışırken onun arkamdaki ritmik bir biçimde atan kalbi ve göğsünün sıcaklığıydı. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü Handan681 , derinnzz , Irmak_-_Tasci , Il0953 , GurbetArslan9 , burcugunnn , MetinTun365 , matmazelinheyraani , Zeytinn02 , Tfhfgddszcg , MrsDappido okurlarıma armağan ediyorum! 💎 Ve karşınızda, Valentino Riccardo ile eşi Lâl Riccardo! Bölüm hakkında neler hissediyorsunuz? Buraya yazabilirsiniz. Uzun zamandır beklediğiniz o şey oldu. Sahte de olsa. 🤭 Peki, sizce şimdi neler olacak? Yeni bölüm hakkındaki tahmin, teori ve istek sahnelerinizi buraya yazabilirsiniz. Hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazmayı unutmayın. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |