Yeni Üyelik
35.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 33

@buzlarkralicesi

-33-

❝Beyza❞

O akşam odamda, yatağımda uzanmış dergileri kurcalıyordum. Canım sıkılmıştı. Telefonum çaldı. Tahmin ettiğim gibi yine oydu arayan. Sinan. Bitti lafından da anlamıyordu.

Bezgin bir ifadeyle telefonu açtım. "Ay ne var Sinan, ne?"

"Neden telefonlarımı açmıyorsun?"

"Bitti demedim mi ben sana? Niye beni arıyorsun?"

"Beyza, saçmalama. Bitti deyince bitiyor mu öyle hemen? Delirtme beni!"

"Sinan psikopata bağlayacaksan kapatıyorum."

"Bekle, bekle!" Mantıklı herhangi bir şey söyleyeceğinden değil de sadece ne diyeceğini merak ettiğimden kapatmadım ve sessizce söyleyeceğini bekledim. "Başka biri mi var?"

"Sana ne Sinan? Var veya yok, seni ilgilendirmez artık."

"Ne demek ilgilendirmez? Sen benimleyken o adamla da mı-"

"Karısını aldatan biri olarak bunu soracak son kişisin biliyorsun değil mi?"

"Beyza, delirtme beni! Ben senin için evliliğimi tehlikeye attım!"

"Heyecanlı olan tarafı da buydu zaten. Ben sana aradığın o heyecanı verdim ve her şeyin sonu olduğu gibi bunun da bir sonu vardı. Ve bitti Sinan. Artık heyecanlı ve eğlenceli değilsin."

"Başka biri mi var diyorum sana!"

"Ay var, Sinan! Ne yapacaksın şimdi?" Onun daha fazla bağırıp çağırmalarını dinlemek istemediğim için "Üff... Hadi yeter bir daha beni arama. Seninle uğraşacak hâlim yok." diyerek telefonu suratına kapattım.

Defalarca arasa da açmadım. Daha fazla şansını zorlarsa engellerdim. Onunla uğraşacak değildim.

Kapı çaldı ve içeri hizmetlilerden biri girdi. "Efendim, Alev Hanım geldiler."

Kısa bir an düşündükten sonra salona inmeye üşendiğim için "Buraya alabilirsin." dedim ve ekledim. "İkramlık bir şeyler de getir."

O çıktıktan kısa süre sonra içeri Alev girdi ama ne girmek. Selamı sabahı bırakıp direkt "Haberi gördün mü?" diye sordu.

"Ne haberi?"

Telefonundan hâli hazırda açtığı haberi gözüme gözüme soktu. Gördüklerime inanamadım.

"YILIN BOMBASI: YILDIRIM NİKÂHI

Geçtiğimiz günlerde hayır adına düzenlenen baloda dansları olay olan Valentino Riccardo ve Lâl Alsancak cephesinden sıcak bir gelişme magazin gündemine bomba gibi düştü.

Eski âşıklar ilişkilerini tamamen bitirmişe benziyorlardı fakat aldığımız son habere göre ani bir kararla Roma konsolosluğunda hızlı ve romantik bir nikâhla evlenmişler. Bu acelelerinin sebebi gizemini korurken sürpriz evlilikleri gündeme bomba gibi düşen çiftin balayı için Karayipler'e gideceği konuşuluyor."

Donup kalmıştım. Ağzım dilim tutulmuştu ve ne diyeceğimi bilemedim ama tam karşımda ne tepki vereceğime dair gözümün içine bakan bir kadın vardı. Bu yüzden sakin bir şekilde "Şaşırdım." dedim ve ekledim. "Kutlarım."

"Beyza."

"Efendim?"

"Bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi?"

Sinirden delirmemek için kendimi çok zor tutuyordum ve karşımdaki kadın beni zorluyordu. Kollarımı kavuşturup "Ne demekmiş?" diye sordum umursamazca. Son derece umursuyordum. Özellikle daha düne kadar Alev'le parmağında yüzük yok diye konuştuğumuz bu adamın nasıl oluyordu da nikâh masasına oturduğunu çok fazla umursuyordum.

Gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi bakan kadın eliyle karnını şişirerek "Anla işte canım! Konuşturma beni!" dedi dedikoduya her daim hazır hâliyle. Ben dişlerimi sıkmış sakin kalmak için tüm gücümü harcarken bir yanıt vermediğimi gören kadın imasını söze döktü. "Bence kız hamile. Yoksa böyle apar topar evlenmelerinin mantığı ne? Gün bile almadan hızla konsoloslukta bitirmişler işi! Kız işini iyi biliyor, ne yapıp edip adamdan hamile kalmış. Bir şekilde adamı bağlamış, kafalamış, ne dersen de!"

Dudağımın kenarıyla "Neyse ne." dedim sakinlikle. Sanki bir erkekle evlenmek onu bağlamak için yeterliymiş gibi. Sinan en büyük örnek. Onun gibiler çoktu etrafta.

O an çok moralim bozulmuştu. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilemiyordum. Bu yüzden Alev'i daha fazla yanımda tutmak istemiyordum. "Benim bir randevum vardı Alevciğim, sana da ayıp olmazsa..."

Kibarca kovduğumu anlamasını bekledim ama bunun için birkaç saniye beklemem gerekti. "Ha," Kapıyı gösterdi. "Diyorsun." Onaylayarak başımı salladığımda benim de bir işim vardı zaten minvalinde konuşup benimle öpüştü ve arkasına baka baka çıkıp gitti.

Onu camdan izleyip gidişine el salladıktan sonra yalnız kaldığım odada tüm öfkemle baş başaydım. Sinirle bağırırken yatağı, masayı, önüme gelen her şeyi dağıttım. Gürültüye gelen hizmetli "Efendim, iyi misiniz?" diye sorduğunda o da benden nasibini aldı.

"Sana ne? Çık dışarı, defol! Ben çağırmadan da bir daha girme! Geri zekâlı!"

Sinirimi çıkarana kadar her yeri darmadağın ettikten sonra burnumdan soluyordum. Bu haberi hiç beklemiyordum. Sanırım asıl öfkelediğim de buydu. Camdan dışarı bakarken babamın eve girdiğini görünce kendime çekidüzen verdim. Onun yanında böyle olamazdım.

Saçımı başımı topladıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi odadan çıktım ve merakla merdivenlerin dibine sinmiş hizmetliye odamı işaret ettim. "Topla şuraları."

Merdivenleri hiçbir şey olmamış bir neşeyle indikten sonra karşımda babamı gördüm. "Babacığım!" Sarıldık, öpüştük.

"Kızım, nasılsın?"

"İyiyim." Hiçbir şey olmamış gibi davranma işini fazla abartmış olacaktım ki babam merakla kaşlarını çatıp kısa bir an bana baktıktan sonra başını salladı. "Sen nasılsın?"

"İyiyim."

Öyle önemsiz, havadan sudan bir konuymuş gibi konuya girdim. "Ben bugün internette bir haber gördüm. Bu senin iş arkadaşın, neydi adı... Ha, Valentino Riccardo evlenmiş."

Kısa bir an beni dinledikten sonra onaylayarak başını salladı babam. "Evet, evlenmişler. Ben de bugün öğrendim." Onun sıradan tavrı benimkinden daha gerçekti. Gerçekten de umursamamasından kaynaklı olsa gerek. Omuz silkerek ekledi. "Zaten belliydi onların eninde sonunda evleneceği."

Yüzümde yapay bir gülümsemeyle "Nereden belliydi?" sorusunu yönelttim.

Hesap sorar gibi duruşuma karşılık aynı soru soran ifadeyi iade etti bana. "Seviyorlardı birbirilerini prensesim, âşıklardı, vazgeçemiyorlardı birbirilerinden. Belliydi yani."

"Ha, anladım." Ben de umursamazca omuz silktim. "Eh, iyi bakalım." Âşıklarmış, vazgeçemiyorlarmış. Aman ne komik. Her şey bu kadar basit miydi sanki? Ben ne âşık insanlar görmüştüm, evlilikleri bir hatayla tek celsede biten. Onların aşkı ve evliliği ne kadar güçlüymüş, onu da bize zaman gösterecekti.

Benim bildiğim tek şey vardı, o da kaybetmeyi hiç sevmediğimdi.

❝Lâl❞

Bunu itiraf etmek benim için çok zordu ama uzun zamandır ilk defa bu kadar rahat bir uyku çekmiştim. Gözlerimi aralayıp yatakta kımıldanırken Valentino'nun önümdeki aynada hazırlandığını gördüm.

Aynadaki yansımadan uyandığımı gören adam çok keyifli görünüyordu. "Günaydın."

Sadece baş işaretiyle karşılık verdim. Yavaşça yatakta doğruldum. "Ben bir duşa giriyorum."

Aynadan çapkın bakışlar fırlatan adamı geride bırakıp duşa girdiğimde sıcak suyun altında tüm kaslarım gevşemişti. Yeniden doğmuş gibi çıktım duştan. Bornozuma sarınıp odaya girdiğimde Valentino hâlâ odadaydı. Bir telefon konuşmasını sonlandırmak üzereydi.

Bavuldan kıyafetlerimi alıp suitin diğer yanına geçtim. Pudra rengi örme kazak ve füme rengi pantolonumu giydim. Makyaj için çok uğraşmak istemedim. Bir allık ve dudak parlatıcısı, tamamdı işte. Giyinme odasında hazırlandıktan sonra döndüğümde Valentino beni bekliyordu.

"Hazır mısın? Uçağı hazırlatıyorum."

İsteksizce "Şart mıydı bu Küba zımbırtısı?" sorusunu yönelttim.

"Herkese göre evliliğimiz gerçek görünmek zorunda, unutma..." Beni baştan aşağı parlayan gözlerle süzdükten sonra ekledi. "Lâl Riccardo."

Bakışlarından etkilenmemeye çalışarak gözlerimi kaçırdım. "Offf... Tamam, tamam. Senin de dilinde hep aynı türkü." Bavulumun üstünden aldığım çantayı kurcalamaya başladım. Yurt dışına çıkacaktık ama bir eksiğimiz vardı. "Pasaportum evde kalmış galiba."

"Montrel alıp gelsin."

"O bulamaz şimdi. Ben de gideyim."

Avuç içiyle çenesini kaşırken kısa bir an düşündü. "Tamam, giderken eve de uğrarız, olur mu?"

"Olur."

Hazırlanıp çıktığımızda otel çalışanlarının kaçamak bakışları bizim üzerimizdeydi. Büyük bir ihtimamla karşılandığımız gibi uğurlanıyorduk da.

Arabada internette gezinirken hakkımızdaki magazin haberlerine rastladım. Geç bile kaldınız.

"YILIN BOMBASI: YILDIRIM NİKÂHI

Geçtiğimiz günlerde hayır adına düzenlenen baloda dansları olay olan Valentino Riccardo ve Lâl Alsancak cephesinden sıcak bir gelişme magazin gündemine bomba gibi düştü.

Eski âşıklar ilişkilerini tamamen bitirmişe benziyorlardı fakat aldığımız son habere göre ani bir kararla Roma konsolosluğunda hızlı ve romantik bir nikâhla evlenmişler. Bu acelelerinin sebebi gizemini korurken sürpriz evlilikleri gündeme bomba gibi düşen çiftin balayı için Karayipler'e gideceği konuşuluyor."

İnternetteki haberi göstererek "Magazin basını hiç vakit kaybetmemiş." dediğimde Valentino dudakları kıvrılmış bir gülümsemeyle karşılık verdi.

Araba bizim evin önünde durdu. İnmeden önce Valent'e dönüp "Sen bekle, ben beş dakikaya geliyorum." dedim.

Bacak bacak üstüne atan adam tabletinde bir şeylerle uğraşırken karşılık verdi. "Rahatına bak."

Arabadan inip evin bahçesine girdim. Daha kapıyı anahtarla açar açmaz gürültülü konuşmalar kulağıma doldu. Salonda bir kaos olduğu belliydi.

Herkesin sesi birbirine karışırken "Neler oluyor?" diye bağırarak sesimi duyurmaya çalıştım.

Türkü arkasına dönüp bana baktığında elindeki gebelik testini gördüm. Havaya kaldırıp testi bana gösterdi. Neye uğradığımı şaşırdım. "Bunu tuvaletteki çöp kutusunda buldum." dedi ve Sherlock ses tonuyla ekledi. "Çift çizgi."

Giray alayla karışık "Sanırım aramızda biraz hamile biri var." dedi. Biraz kelimesini telaffuz ederken imalıydı.

Ben neler olduğunu anlamaya çalışırken Ahmet girdi araya. Ben de dâhil tüm kızlara tek tek bakarken "Kim hamile?" diye sordu. Sanki hepimize bakarak kimin hamile olduğunu gözlerinden anlayacak gibi inceliyordu. "Hanginiz?"

Herkes birbirine bakarken bir anda hepsinin bakışları bana döndü. En şüpheli kişi ben gibi görünüyordum şuan. "Ne?" Bön bön baktım gözleri üzerimde olan ev arkadaşlarıma. "Ben evde bile değildim. Hem neden ilk ben akla geliyorum?"

Elini beline koyan Ahmet çekinmeden karşılık verdi. "Enişteyle yatağımı kırdığınız için olabilir mi acaba?"

"Her yatak kıran hamile mi kalıyor Ahmet?" Söylendim. "Aman ne kıymetli yatağın varmış senin de be! Aldık yenisini işte."

"Ama bu hamile olmadığını kanıtlamıyor."

"Saçmalama, Ahmet. Hamile olan ben değilim." Herkese son derece ikna edici bir biçimde açıkladım. "Test benim falan değil." Sağ elim belimde dururken bakışlarım Evin'le buluştu. Yoksa... Hayır. "Ay Evin yoksa sen Mehmet'e geri mi döndün?" Biz kızarız diye gizliyor olabileceğini düşündüm. O kısa bir an yanıt vermeyince yas tutmakta gecikmedim. "Hayır ya, offf..."

"Aaa ne alaka be? Yok öyle bir şey, Allah yazdıysa bozsun!" Kulak memesini çekiştirirken inkâr etti kız.

Bakışlarımız kızlı erkekli birbirimizde gezinirken Ahmet hemen savunmaya geçti. "Bana bakmayın! Giray ve bana böyle bir özellik yüklenmedi bile."

Kızlar yeniden birbirine dönerken Türkü hemen açıklamada bulundu. "Ben zaten değilim. Testi bulan benim."

Ahmet tıpkı bir Sherlock Holmes edasıyla "Ne malûm şüpheleri kendinden uzaklaştırmak için testi bulmuş numarası yapmadığın?" derken oldukça kendinden emin görünüyordu.

"Ne saçmalıyorsun Ahmet? Benim bir sevgilim bile yok!" Üste çıkan bir ifadeyle laf soktu. "Hem ne malûm testin sana ait olmadığı? Ya senin flörtüne, sevgiline aitse?"

"Saçmalama kızım! Bir kere benim Zehra'yla ilişkim daha başlamadı bile, matematiksel olarak süreler uyuşmuyor yani. Daha elim eline değmedi."

Hemcinsini koruma içgüdüsüyle araya giren Giray bilmiş bir ifadeyle Türkü'ye laf yetiştirdi. "Ayrıca hamile kalmak için illa sevgili olunması gerekmiyor."

Türkü iğrenme ifadesiyle "Üfff... Pis pis konuşma be!" diye söylendi ve bize döndü. "Bak ben bir şey söyleyeyim mi, ne varsa yine bu Giray yapmıştır bence. Tek gecelik ilişkilerinden birini hamile bırakmış olabilir." Yeniden Giray'a baktı sorgular gibi. "Bana bak doğruyu söyle, var mı böyle bir şey? Hamile mi bıraktın birini? Kız da testi burada yaptıysa eğer..." Giray'dan kısa bir an cevap gelmeyince Türkü suçluyu bulduğunu düşündü. "Üfff, sen iğrençsin ama Giray ya! Korkuyorum eve bir gün hastalık getirecek diye."

"Sus be! Ben öyle taklalara gelmem kızım, rahat ol sen. Önlemimi alırım."

"Sen sus!"

Aralarındaki tartışmanın hiçbir faydası olmayacağını bildiğim için araya girdim. "Kızlar konuşun lütfen! Kiminse bu test kiti, çıksın söylesin. Canını alacak değiliz sonuçta." Bir an herkes sessizleştiğinde devam ettim. "Hem nereye kadar saklayabileceğini sanıyor bu arkadaş? 9 ay sonra karnı şiştiğinde ortaya çıkmayacak mı sanki?" Türkü'nün elindeki teste baktım. "Baksanıza, çift çizgi."

Mahzun bir ifadeyle "Belki aldırır bebeği, ne malûm?" dedi Wendy.

İşte o an ben de dâhil herkes testin Wendy'ye ait olduğunu anlamış olduk. Zaten bu kadar uzun süre sessiz kalmasından anlamalıydık.

Ben herkesten daha şaşkın görünüyordum. Ağzım açık bir biçimde "Wendy!" diye inledim. "Ne? Sen mi-" Kafam karmakarışık olmuştu. "İyi de kiminle?"

Bildiğim kadarıyla Ivan'la ayrılmışlardı. Ben de en az herkes kadar şok olmuştum. Hatta belki herkesten biraz daha fazla.

Wendy başını öne eğmiş üzgün bir ifadeyle "Oldu işte." derken parmaklarıyla oynuyordu. "Bu da başıma geldi."

Ben "Babası-" diye sormama kalmadan korktuğum başıma geldi ve Wendy cevabını verdi.

"Luigi."

Koltuğa oturan Ahmet dizini dövmeye başladı. "Vay başımıza gelenler! İtalyan horozları bizim kümese dadanmış!"

Giray daha akıl veren bir edayla üst perdeden konuştu. "Kızım korunmak diye bir şey var ama ya. İnanılmaz bir acemilik."

"Her şeyi çok biliyorsun sen!" diye çıkıştı Wendy. "Kusura bakma, senin kadar tecrübeli değiliz."

Ortamı sakinleştirmek adına "Tamam, gitmeyin kızın üstüne şimdi." dedim ama içim içimi yiyordu. Sonuçta Wendy benim yakın arkadaşımdı, bunu bana neden söylememişti? "Ne ara oldu bunlar?"

"Bir şey olduğu yok." Omuz silkti Wendy. "Ani gelişti. Sizin evlilik gibi işte."

Anlamıştım sanırım. Bizim ilişkilerde genellikle hep ani gelişen bir şeyler vardı. Henüz çözemiyordum ama her şeyi ters yüz eden bir doğası vardı bu ilişkilerimizin.

Hassas bir konu olduğu için "Peki, Luigi biliyor mu?" diye sordum temkinli bir biçimde.

"Hayır." Kesin bir ifadeyle ekledi. "Söylemeyi de düşünmüyorum."

"Nasıl yani?"

"Benimle evlenmeyi bile düşünmeyen birine bunu neden söyleyeyim ki?" Hayal kırıklığıyla yutkundu. "Sonra onu evlenmeye zorluyormuşum gibi görünmek istemiyorum. Benim de bir gururum var."

Karmaşık bir ifadeyle sorguladım. "Ne olacak peki şimdi?"

"Bilmiyorum, Lâl. Üstüme gelmeyin."

Wendy merdivenlerden yukarı çıkıp odasına kapandığında bu işin öyle çabucak çözülemeyecek bir şey olduğu açıktı. Aramızda geçen kısa bir sessizliğin ardından salonda kalan diğerlerine "Ben bir konuşayım onunla." dedim ve yukarı çıktım.

Kapıyı tıklatıp odasına girdiğimde yatağında bağdaş kurmuş oturuyordu Wendy. Durgun bir ses tonuyla mırıldandı. "Senin ne işin var burada? Daha gitmedin mi?"

Hemen yanına, yatağın kenarına oturdum. "Kalıyorum. Gitmiyorum bir yere."

"Saçmalama. Valentino kapıda ağaç olmuş bekliyor. Hadi git." Kendini suçladığını yüzünde görebiliyordum. "Hem ben kendim ettim kendim buldum."

"Saçmalama." Elini tuttum. "Biz seninle kardeşiz."

"Biliyorum."

"Biliyorsun. Ama başına gelenleri bana söylemiyorsun." Sitem eder gibi devam ettim. "Ben bugün içime giydiğim donun rengine kadar anlatıyorum, sen Luigi'yle barıştığını söylemiyorsun."

"Barışmadık zaten Lâl. Ayrıca sen de evlendiğini söylemedin bana."

"Gizli kalması gerekiyordu, ondan. Yoksa anlatıyorum her şeyi sana biliyorsun." Bu gereksiz tartışmaya son vermek istedim çünkü bunun sırası değildi. Hem Wendy haklıydı, sebebi ne olursa olsun evliliğimi söylememiştim. "Peki, madem böyle bir şey vardı bana neden çıtlatmadın?"

"Kesin bir şey olmadığı için söylemedim, ortalığı ayağa kaldırmak istemedim. Dün gece sen gittikten sonra yaptım testi. Şaşkınlıktan bir şey diyemedim."

"Tamam, merak etme." Omzunu ovdum teselli edercesine. "Çözeceğiz bu konuyu, endişe etme."

Başını sallarken aceleyle panik hâlinde "Sen sakın kimseye söyleme bunu bak." dedi Wendy. "Sakın. Valentino'ya, hele hele Luigi'ye falan... Asla!"

"Sen merak etme, sırrın benimle güvende. Kimseye söylemem. Ama sonsuza kadar da saklayamazsın ki Wendy. Onun da bilmeye hakkı var. Ayrıca bu yükü tek başına taşımak zorunda değilsin."

"Onun bu bebeği istemeyeceğini biliyorum. Neden söyleyeyim ki? Hem... Söyledikten sonra tavrı değişirse ne olacak? Sanki benimle evlenmekten başka çaresi yokmuş gibi hissederse bu hisle başa çıkamam."

"Yapma, Wendy. Luigi odundur, meşe palamududur falan ama bunun böyle olmayacağını ikimiz de biliyoruz. Sorumluluklarının bilincinde biri o."

"Asıl korkunç kısmı o ya. Bunu bir sorumluluk olarak görmesi. Sırf hamile kaldım diye sevgisinden emin olmadığı hâlde benimle evlenirse bu daha kötü."

Luigi'nin kararsız ve dengesiz davranışlarından sonra Wendy'nin böyle düşünmesi çok normaldi aslında. "Peki, sen ne düşünüyorsun bu konuda?"

"Bu bebek hiç hesapta yoktu, Lâl. İnsan başına gelmeden anlamıyor. Allak bullak durumdayım. Bir şey düşünemiyorum. Hem Luigi-"

"Siktir et Luigi'yi." diye girdim araya boş vermiş bir biçimde. "Luigi isterse buna dâhil olur, istemezse de olmaz. Sen ne istiyorsun, onu söyle."

"Ben... Bilmiyorum Lâl." Umut dolu bir tebessümle "Anne olmak istiyorum. Bebeğimi istiyorum ama..." dedi ancak sonra gülüşü soldu.

"Ama ne?"

"Sadece benim istememle olmaz ki. Luigi'yi böyle bir şeye zorlayamam. Mecbur kaldığı için bebeğe sahip çıkması çok onur kırıcı olur. Benimle evlenmek bile istemiyorken hem de."

Karşımdaki telaşlı kız söylediklerinde tamamıyla haklıydı. Tek bir konu hariç. "Wendy, bunu Luigi'ye söylemelisin. Sonucu ne olursa olsun bilmeye hakkı var. İstemiyorsa da dâhil olmasın." Cesur bir ifadeyle destek verdim. "Biz büyütürüz seninle çocuğu, ne var?"

Kendini tutamayıp güldü Wendy. "Saçmalama, Lâl. Memleketteki tüm bebekleri sen büyütecek değilsin ya. Işık senin elinde büyüdü sayılır zaten. Bir de benim çocuğumu mu büyüteceksin?"

"Kardeşimin çocuğunu büyütmeyeceğim de kimin çocuğunu büyüteceğim? Bundan daha doğal ne olabilir?" Wendy'nin karnını okşadım. "Teyzesi her zaman arkasında onun. Sen yeter ki doğurmak iste."

Umutlu tebessümü yüzünde soldu arkadaşımın. "Bilmiyorum, Lâl. Korkuyorum. Çok istiyorum ama korkuyorum."

Dizini pışpışlayıp sakinleştirdim onu. "Tamam, sen biraz dinlen. İyice düşün, taşın. Döndüğümde etraflıca konuşuruz."

"Tamam." İç geçirdi sıkıntıyla. Sonra aniden aklına gelmiş gibi kaşlarını kaldırdı. "Hadi sen de git artık. Bak, gelecekler şimdi, Valentino ağaç oldu kapıda. Hem gitmezsen şüphe uyandırır şimdi. Bir şey olduğunu anlarlar." Aceleyle ekledi. "Sakın bak! Aramızda , kimseye söylemiyorsun. Söz verdin."

"Merak etme sen, sözüm söz. Ama sen de ani karar vermeyeceksin. Döndüğümde konuşuruz."

Onaylayarak başını salladı kız. "Hadi, git artık."

Wendy'nin ısrarlarıyla odadan çıktım. Pasaportumu alıp arabaya döndüğümde Valentino arabaya yaslanmış, elindeki telefonu evirip çeviriyordu. Meraklı bir hâli olduğu açıktı.

Beni görünce yaslandığı arabadan doğruldu adam. "Nerede kaldın? Beş dakika dedin, dönmedim. Merak ettim seni."

Dalgın hâlimden sıyrılmaya çalışarak "Yok, bir şey yok." dedim. "Sadece pasaportu koyduğum yeri unutmuşum, aramam gerekti."

Tamam dercesine başını salladı Valentino. Arabaya bindiğimizde kafam hâlâ karmakarışıktı. Wendy'ye söz vermiştim, Luigi'ye söylemeyecektim ama bu işin nasıl çözüleceğine dair en ufak bir fikrim yoktu.

Bu durumu Luigi'nin de bilmesi gerekiyordu. Hem hakkıydı hem de sorumluluğuydu. Wendy bu sorunla baş başa kalmamalıydı ama ona söz vermiştim. Luigi'ye hiçbir şey söyleyemezdim. Valentino'ya da aynı şekilde. Diğer yandan içim içimi yiyordu. Wendy ne karar verecekti, merak içindeydim. Söz konusu bir bebeğin geleceğiydi.

Düşünceli hâlimin farkında olan Valentino "Sen iyi misin?" dediğinde aklımdakilerden sıyrıldım. "Bir şey mi oldu?" Merakla bana bakıyordu. Ne diyecektim? Arkadaşım kuzeninden hamile falan mı? Daha neler. O Luigi'yi bir elime geçirsem var ya.

Başımı iki yana salladım içinde bulunduğum durumu belli etmemeye çalışarak. "Yo, bir şey olmadı. Neden sordun?"

"Dalgınsın."

"Bir şey yok. Öylesine dalmışım." Düşüncelerime gömülmemek için ne kadar çaba gösterirsem göstereyim Wendy bu durumdayken ve karnında olası bir bebekle bir başınayken balayına falan gidemezdim. Hem bu testlerin yanılma payı vardı sonuçta, önce bir ultrasonla falan görmek gerekmez miydi? Wendy'yi yönlendirmek, ona destek olmak, bir şeylerden emin olmak, her şeyden önce arkadaşımın yanında olmak istiyordum. Aklım tüm bunlarla doluyken öylece çekip gidemezdim. Valentino'ya döndüm. "Hastaneye uğrayabilir miyiz?"

İçinde bulunduğum durumdan ve tepkilerimden iyice kuşkulanan Valentino neler döndüğünü anlamaya çalışarak bana baktı. "Lâl, neler oluyor? Bir sorun mu var?"

"Hayır, sadece unuttuğum bir iş var." İkna edici bir ifadeyle ekledim. "Acil."

Bu durum Valent'in daha çok sorgulamasına yol açacaktı, biliyordum ama elimde değildi. Wendy'yi o hâlde bırakamazdım.

"Balayından bile mi acil?"

"Evet." Zaten derdimiz boyumuzu aşmışken bir de bu balayı zımbırtısı çıkmıştı başımıza. "Balayına bir saat daha geç gidersek ölmeyiz sonuçta Valentino."

Adam üstelemeden şoföre baş işaretiyle onay verdi. Yol boyunca sessizlik hâkimdi. Ancak Valent'i tavırlarımla şüphelendiğimin de farkındaydım. Daha dikkatli olmalıydım.

Hastaneye vardığımızda Valentino kendi odasına geçmiş işle ilgili telefon görüşmeleriyle ilgilenirken ben fellik fellik her yerde Wendy'yi arıyordum. Tam Zehra hemşireye soracakken ileride, koridorda Wendy'yi gördüm.

Hızlı adımlarla ona doğru yürürken beni görünce şaşırdı kız. "Lâl, senin ne işin var burada? Balayında olman gerekmiyor muydu?"

"Bu olanlardan sonra öylece çekip gidemedim. Aklım kaldı." Gözlerinin içine baktım. "Kardeşim aklımdayken balayına gitmek o kadar kolay değil."

Duygulanan kız kollarıma atıldığında sarıldık. Ayrıldığımızda sorgulayan gözlerle bana baktı Wendy. "Ya kalıp da ne yapacaksın kızım?"

"Yok, gideceğim de... Önce şu işi bir garantiye alalım dedim."

"Nasıl yani?"

"Biliyorsun, bu testlerde yanılma payı olabiliyor. Bir de ultrasondan bakalım, bebek var mı yok mu emin olalım. Sonra nihai kararını verirsin."

Söylediklerimi mantıklı bulmuş olacak ki başını salladı kız. "Haklısın. Biz öyle bir tane testle hemen oldu bittiye getirdik, kabullendik. Belki de yanılmışızdır."

"Aynen." Koluna girdim. "Hadi gidip ultrasondan bakalım. Tabii önce kızlara haber verelim. Onlar da gelsin."

"Tamam ama önce küçük bir hasta var. Onu bir görmem lazım. Türkü'nün hastası. Kan almam gerekiyordu."

"E hadi gidelim o zaman."

Bahsi geçen küçük yaştaki hastanın yanına gittiğimizde ailesi yanında yoktu. Annesi kafeteryaya indiği için başında sadece Türkü vardı. Wendy çeşitli şirinlikler yapıp kızdan kan aldıktan sonra Türkü'yle dışarıda buluşmamız gerektiğine dair sadece kaş gözle anlaşmıştık.

Türkü bakışlarımdan gereken anlamı çıkardığında Wendy'nin koluna girip "Hadi biz çıkalım." dedim.

Wendy ise küçük hastasına dönüp güler yüzle konuştu. "Hadi bakalım, geçmiş olsun. Yatmadan önce C vitamini serumumuzu sürmeyi ve erkeklerden nefret etmeyi unutmuyoruz."

Çocuk ne söylediğini bile anlamadığı Wendy'ye gülerken ben kolundan çekiştirip odadan çıkmasına yardımcı oldum. "Kızım gel şu işi halledelim artık. Valentino yeterince kıllandı zaten durumdan. O daha çok şüphelenmeden şu ultrason işini halledip döneyim ben."

"E tamam, hadi gidelim." Heyecanla nefes alıp veren kız bana döndü. "Yalnız ben çok korkuyorum ve heyecanlandım şuan."

"Tamam, sakin ol."

Hasta odasından çıkan Türkü "Evin ameliyattaymış, gelemiyor." derken peşimizden geliyordu. "Biz gidip halledelim hemen şu işi."

Önce Türkü ultrason odasını kolaçan etti. Şansımıza boştu. Hızlı bir şekilde girdik, ben Wendy'nin hazırlanmasına yardımcı oldum. Türkü de ultrasonu hazırladı.

Ultrasonla Wendy'nin içindeki olası bebeği ararken hepimizin kalbi ağzındaydı. Türkü heyecanla ekranı gösterdi. "Hah, işte bakın, şurada." Biraz daha hareket ettiğinde görüntüyü netleştirdi. "5-6 haftalık gibi görünüyor."

Wendy nefes almayı unutmuş bir biçimde "Kesin yani öyle mi?" diye sorduğunda ne kadar stresli olduğunu görebiliyordum.

"Evet, kesin. Yani kesin hamilesin."

Wendy uzandığı yerden doğrulup toparlandıktan sonra dizini döverken "Eyvahlar olsun." dedi sadece.

Bense onu sakinleştirmeye çalışıyordum. "Tamam Wendy, sorun yok. Bu konuyu halledeceğiz."

Türkü çıkardığı ultrason filmini Wendy'ye uzatırken başını çevirdi kız. "Yok, ben alamam onu." Bana döndü. "Kararım netleşmeden onunla aramda duygusal bir bağ kurmak istemiyorum. Sonra ayrılması daha zor olur."

Bu kez elinde kalan ultrason filmine bakarak "E ben ne yapayım şimdi bunu?" diye söylendi Türkü.

Wendy hızla elinden aldığı ultrason filmini bana uzattı. "Yok et şunu. Ben bakamam, ağlarım şimdi."

Elime tutuşturduğu ultrason filmini çantama tıktım ve sırtını pışpışladım. "Tamam, tamam sen sakin ol. Bak daha yığınla zamanımız var karar vermek için."

Kimseye görünmeden ultrason odasından çıktığımızda zombi gibiydi Wendy. Onu sakinleştirmeye çalışsam da nafileydi. Biraz daha iyi görünüyordu ama düşüncelerinden sıyrılabilmiş değildi.

İçinde bulunduğumuz durum yeterince can sıkıcı değilmiş gibi bir de koridorda yolumu Sevgi kesti.

"Ya sen nasıl bir insan çıktın böyle?"

"Sevgi, çekil şuradan. Seninle uğraşamayacağım şimdi."

Yanından geçip gidecekken engel oldu Sevgi. "Hiç utanmadın mı ekmeğimle oynarken? Vicdanın sızlamadı mı?"

"Vicdan mı?" Gözlerimi kısarak sorguladım sahte bir merakla. "Senin vicdan denen bir şeyden haberin var mı ki bana hesap soruyorsun? Sen hiç utanmadın mı beni, arkadaşını satarken?"

Kendinde hiçbir şekilde suç bulmayan kadın kin dolu bakışlarla baktı bana. "Sen nasıl bir şeytanmışsın ya? Beni işimden ettin. Melek yüzünün altından bir şeytan çıktı resmen."

Onun ne düşündüğü beni zerre ilgilendirmediği için rahat bir ifadeyle karşılık verdim. "Şeytan da bir melekmiş ya, öyle düşün." Onu arkamda bırakıp giderken bana şaşkın bakışlarını asla unutmayacaktım. Eskiden kullanmaya müsait olan arkadaşı yoktu artık karşısında. Belki de şaşkınlığı bundandı, bilemiyordum.

Asansörün önüne geldiğimizde Wendy'ye döndüm. Omuzlarından tutup "Endişelenme tamam mı? Sakin kafayla düşün, kararını ver. Acele de etme. Daha vaktin var." diyerek sakinleştirdim onu. "Ben döndüğümde hallederiz her şeyi."

Güven dolu bir bakışla "Biliyorum. Her zaman yanımda olduğunu hissettirdiğin için teşekkür ederim." dedi Wendy. "Senin gibi bir arkadaşım olduğu için çok şanslıyım."

"O şans bana ait."

Aramızdaki muhabbete şaka yollu olduğu her hâlinden belli bir ifadeyle "Ben neciyim burada, araba motoru mu?" dedi Türkü.

Gülüştük. Üç arkadaş kız kıza sarıldık birbirimize. Onları birbirine emanet ederek ayrıldım yanlarından.

Hastaneden çıkıp arabanın yanına geldiğimde Valentino işi bitmiş bir biçimde arabanın içinde beni bekliyordu. Bekletmeden arabaya bindim ve hareket ettik.

Göz ucuyla bana bakarak "Halledebildin mi işini?" sorusunu yöneltti adam. Sorgular bir biçimde beni incelediğinin farkındaydım ama renk vermedim.

Bir sorun yokmuş gibi davranmam gerekiyordu. Dahası, buna Valentino'yu da inandırmalıydım ki bu da çok zordu. "Evet, hallettim." Şüphelenmişti bir kere.

Valent'in ilk etapta bunun dışında bir soru sormamasına memnun olmuştum. Üstelemedi. Ya bir şey olmadığına ikna olmuştu ya da benim kendi rızamla sorunu anlatmayacağımın farkına varıp ipuçları için tetikte bekliyordu. İkinci alternatif olmasını düşünmek bile istemezdim.

Küba'ya indiğimizde yorgunluk çökmüştü üstüme. Kendimizi otele attığımızda hemen uzanıp dinlenmek istiyordum.

Otelden içeri girdiğimizde göz ucuyla Valent'e bakıp "Otelinin olmadığı bir yer var mı acaba?" dedim şaka yollu.

Dudakları kıvrılan adam "Gittiğim yerlerde konforum önemlidir." diye karşılık verdi.

Odaya çıktığımızda bellboy eşyalarımızı bırakıp çıktığında başımı geriye atıp şöyle bir gerindim. Uçakta vücudum tutulmuş gibiydi. "Ben bir duşa girip dinleneceğim."

"Tamam."

Kendimi sıcak suyun altına bıraktığımda vücudumun düğüm düğüm olduğunu ve sıcak suyu gördüğünde bir bir çözüldüğünü hissettim.

Duştan çıktığımda Valentino gizemli bir telefon görüşmesi yapıyordu. "Döndüğümde bunu yüz yüze konuşuruz, olur mu?" dedikten sonra beni görünce telefonu kapattı.

Sorgular bakışlarla yüzüne baktığımda o da bana bakıyordu. Yüzü ifadesizdi. Tam bir poker face gibi.

❝Valentino

Lâl yorgun bir ifadeyle "Ben bir duşa girip dinleneceğim." dediğinde başımı salladım.

"Tamam."

Duşa giren kadına arkasından keyifle bakarken ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Âşık olduğum kadınla evlenmiştim ve şuan balayındaydık. Lâl Alsancak. O benim karımdı. Soyadı artık Riccardo'ydu. Her ne kadar bu evliliğin sahte olduğunu her fırsatta vurgulasa da bunun geçici bir süreç olduğunu hatırlatıyordum kendime. Bir şekilde ona kendimi affettirdiğimde eski günlere dönecektik.

Tüm bunları düşünürken kara bir bulut gibi üstümüze çöken o sır yeniden kendini hatırlattı. Telefonum çaldı. Arayan Doğan'dı. Banyodaki su sesine odaklanıp Lâl'in duşa girdiğine emin olduğumda aramasını yanıtladım.

"Doğan Bey?"

"Merhaba Valentino, nasılsın? Müsait misin?"

"Aslına bakarsanız pek sayılmam." Temkinli bir ifadeyle "Lâl yanımda." dedim. "Şimdi banyoda ama çok uzun konuşamam. Bir şey mi oldu?"

"O zaman kısa keseceğim. Bir şekilde bunu seninle paylaşmam gerekiyor çünkü." Aramızda geçen saniye süren sessizlikten sonra söze girdi hattın diğer ucundaki adam. "Valentino, yaptıkların için teşekkür ederim. Yıllar sonra haberim dahi olmadan benden koparılan kızımı bulmamı sağladın. Bu senin sayende oldu." İç geçirdi. "Ben bir karar verdim, bunu da ilk seninle paylaşmak istiyorum. Çünkü Lâl ile ilgili her konuda en başından beri yanımdaydın. Kızıma senin sayende kavuştum." Sesi heyecanlı çıkıyordu. "Ve ben artık kızımın karşısına çıkıp babası olduğumu söylemek istiyorum." Sanki ilk söylediğinde anlamamışım gibi tekrarladı. "Lâl'e babasının ben olduğumu söylemek istiyorum." Sözünü tekrarlarken sanki benim anlamam için değil de kendine hatırlatmak istiyor gibiydi.

O an kafamda tehlike çanları çalmaya başladı. Hiç kuşkusuz ben de Lâl'in ailesiyle tanışıp yakınlaşmasını istiyordum. Ancak onu iyi tanıyan biri olarak bunun için doğru zaman olmadığının da gayet farkındaydım. Bunu telefonda konuştuğum adama yanlış anlaşılmaya sebep olmayacak şekilde açıklamaya çalışmalıydım. "Korkarım bunun için doğru zaman değil, Doğan Bey."

"Neden?"

"Bakın, Lâl şimdi çok büyük bir savaşın eşiğinde. Şuan bunu kaldıramaz."

Ses tonu daha da meraklı ve tedirgin çıkan adam "Ne savaşı?" diye sordu haklı olarak.

"Onun sizden önce de bir hayatı vardı. Ve inanın sizden önceki hayatı hiç de kolay değildi. Mücadeleyle geçti tüm yaşantısı. Şimdi o hayattaki düşmanlarından kurtulmak için birlikte el ele bir savaşa girdik."

Aramızdaki sessizliğin tehlikeli olduğunun farkındaydım ama bunu sindirmesi için Doğan Kozanoğlu'na biraz zaman verdim.

Sessizliğini bozan adam "Ben onsuz bir gün daha geçirmek istemiyorum." derken çaresizmiş gibi hissettiriyordu.

Tam bu konuşmanın ortasında banyo kapısı açıldı ve Lâl bornozuyla kapıdan çıktı. Telefonda biriyle konuştuğumu görüyor ve merakla bakıyordu.

Aslında haberi bile olmadığı babasıyla konuştuğumu belli etmemeye çalışarak soğukkanlılığımı korudum. "Döndüğümde bunu yüz yüze konuşuruz, olur mu?"

"Anladım, o yanında."

"Evet."

"Pekâlâ, döndüğünde görüşmek üzere."

"Hoşça kalın."

Telefonu kapattığımda kan kokusunu almış yırtıcı bir hayvan gibi yanıma yaklaştı kadın. Sanki üzerimi kokluyor gibi şüpheyle kiminle konuştuğumu anlamaya çalışıyordu. Gözlerindeki sorgulayıcı ifade bile yeterdi iz üstünde bir dedektif gibi görünmesine.

Tepeden bakan bir ifadeyle "Ne o, yeni bir Zita vakası mı yoksa?" diye sordu. Bunu öyle alaycı ve iğneleyici bir biçimde ifade etmişti ki gerilmiştim. Sanki bir şeyler hissedecekmiş gibi. "Başında yine kadınsal belalar mı var, Riccardo? Bak eğer böyle bir şey varsa-"

"Ne saçmalıyorsun sen Lâl?" Yüzümdeki sakin ifadeyi bir maske gibi korudum.

O ise aynı özgüvenle karşılık verdi. "Saçmalamadığımı geçmişin gösterir sana." Moskova'da o hamileyken Zita'yla gizli telefon konuşmalarımızı kast ediyordu. Haklıydı, arkasından iç çevirmiştim ama onun iyiliği içindi. Ona zarar gelmesin diyeydi. Ama sanırım ona zarar gelmesin diye verdiğim kararlar ona daha fazla zarar veriyordu. Ben bir şey söylemeden savunmaya geçti müstakbel karım. "Ha seni kıskandığımı falan da sanma. Varsa eğer böyle bir şey söyle, sen yoluna ben yoluma. Bir kadın belasıyla daha uğraşamam ben."

Küçücük boyuyla ve cılız bedeniyle bana savurduğu tehditkâr bakışları ve sözleri keyifle seyrediyordum. Ona bakarken ve bu ifadesiyle yüzleşirken dudaklarımda istemsizce sevimli bir tebessüm belirliyordu. Onu kollarından tutup kendime çektim. Bunu beklemiyordu. "Hayatımda senden başka kimse yok. Merak ettiğin buysa eğer..."

Gözlerimin içine bakan kadın inandırıcılıktan uzak bir biçimde "Ben de yokum, Riccardo." dedi, hayatımın tam ortasında olduğunu bile bile. "Unuttun mu? Bizim evliliğimiz sahte."

Kaşlarımı olağan bir biçimde kaldırırken küçümseyen bir ifade takınmıştım. Onu değil kendisini ikna etmek için kullandığı argümanları küçümsüyordum aslında. "Bin kere tekrar edince gerçek oluyor mu merak ediyorum." Kolları hâlâ ellerimin arasındayken ona biraz daha yaklaştım. Artık nefeslerimiz birbirine karışıyordu. "Bana olan hislerin geçiyor mu, mia bella?"

Gözlerime bakan kadın yüzünü geriye atarken karşılık verdi. "Vazgeçilmez olmak egonu besliyor, biliyorum ama öyle bir şey yok."

Bense burnunun dibine yaklaşmışken şehvetli bir mırıltıyla "Ateşle oynuyorsun, mia bella." dedim yalnızca. "Oynama." Gözlerine her zamanki özgüvenimle bakarken ekledim. "Sen aslında beni çoktan affettin."

Ben asi bir biçimde inkâr etmesini beklerken beni şaşırtan bir yanıt verdi. "Affettim, çünkü hayatıma devam etmek istiyorum. Bizi üzen insanları affetmek bir kişisel gelişimdir. Kendim için seni affediyorum, Valentino Riccardo."

Başımı öne eğerek güldüm. İlk defa gerçek bir psikolog gibi konuşmasına mı gülüyordum yoksa hiçbir gerçekliği olmayan bu sözleri inanarak söylemesine mi bilmiyordum ama bir şekilde gülünçtü tüm bunlar.

Benim gülüşüme karşılık "Ne?" diye sordu karşılık beklercesine.

Ellerimden kendini kurtarıp geri çekilen kıza bakıyordum. Dingin bir biçimde karşılık verdim. "Seni izliyorum."

"Neyi izliyorsun?"

"Kendini daha ne kadar kandırabileceğini merakla izliyorum." Ayartıcı bakışlarımı sadece bornozunun kapattığı vücudunda gezdirmekten imtina etmedim. "Bedenin avuçlarımın arasında zevkle titrerken, içine girdiğimde inim inim inlerken kendini daha nasıl kandırabileceğini izliyorum."

"Bana bak Valentino, benim sinirlerimi bozma yoksa çok kötü olacak."

Güldüm. Çok kötü mü olacak?

❝Lâl❞

Ne bok yediği belli olmayan müstakbel sahte kocam, yine gizemli bir telefon görüşmesi sırasında bana yakalanmış olmasına rağmen suratıma bakıp pişkin pişkin sırıtabiliyordu.

Bakışlarındaki imayla "Bedenin avuçlarımın arasında zevkle titrerken, içine girdiğimde inim inim inlerken kendini daha nasıl kandırabileceğini izliyorum." derken tüm yüzüm alev aldı. Utançtan kızarmış olmalıydım. Ya da sinirden. Belki de her ikisinden.

Öfkeyle karşılık verdim. "Bana bak Valentino, benim sinirlerimi bozma yoksa çok kötü olacak." Tehlikeli bir İtalyan mafya liderine ne yapabileceğime dair en ufak bir fikrim yoktu ama şansımı zorlamayı severdim. Kendisi istese silindir gibi üstümden geçerdi ama bunu göz ardı ederek tehditler savunmaktan asla geri durmadım. Çünkü sonunu düşünen kahraman olamaz sonuçta değil mi?

Kısa sürede aramızdaki mesafeyi kapatan adam gözlerime baktı. "Ne olacak?" Daha da yaklaştı. "Yani, ne olur, mesela?" Tüm kelimeleri öyle ağır ağır telaffuz ediyordu ki sadece sözleri bile ürkmeme yeterdi.

Bir adım daha yaklaşmasına izin veremezdim. Beni çekim alanına hapsetmesine engel olmalıydım. Elimle set çektim aramıza. "Orada dur."

Valentino Riccardo. Onun sözümü dinleyeceğini nasıl düşünebilirdim ki? O kuralları çiğnemek için vardı. Dinlemedi ve bana daha da yaklaştı. İyice yaklaşıp beni duvara yasladı. "İleri gidersem ne olacak? Merak ettim." Sağ elini duvara koyan adam kalabileceğim tüm yolları kapatmış durumdaydı. "Denemeye var mısın?"

Geri geri gitmeye devam ediyordum. Böyle banyoya kadar gittiğimin farkında dahi değildim çünkü gözlerimizi birbirimizden ayırmıyorduk. "Valentino, gelme dedim sana."

"Neden?" Hâlâ geliyordu. "Neler olabileceğini merak ediyorum."

Arkamdaki sertliğe çarpıp durmak zorunda kaldım. Lavabonun tezgâhına çarpmıştım. Sıfır mesafede kalana kadar burnumun dibine giren adamın aksi yöne çevirdim başımı. O ise geri çekilmiyordu. Kalçalarımı avuçlayıp beni tezgâha oturttuğunda "Valentino." diye inledim öfkeyle. "Çekil şuradan."

Eli bornozumun kuşağıyla oynarken göğüslerim açılmıştı. Bakışları üzerimdeki çıplaklıkta gezinirken "Çok kötü olur demiştin, Lâl. Lütfen bana neler olabileceğini gösterir misin?" diye mırıldandı çapkın bir imayla. Çıplak kalan göğsümü avuçladığında bakışları bana meydan okuyordu.

Gözlerimi kapayıp etkilenmiyormuşum gibi davranmaya çalıştım ama ne kadar başarılı olduğumu sanıyordum ki? Burnuma dolan kokusunu yok saymak kadar imkânsızdı. Tam ona kendimi teslim etmek üzereydim ki zafer kazanmış bakışlarını bana dikerek yavaşça geri çekildi.

Çarpık gülüşünü sergileyerek banyodan çıkan adama nefesimi tutmuş bir biçimde bakarken hâlâ banyonun tezgâhında oturuyordum. O çıkar çıkmaz heyecanla nefes nefeseydim. Onun çekim alanından kurtulamıyordum. Yani... Valentino Riccardo'nun lânet çekim alanından.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü zeynalan46 , hananheyder07 , 01iilyy , gachabal , @Iker598 okurlarıma armağan ediyorum. Bu bölüm notunu uzatmayacağım çünkü bölümü baştan sona okumak için yeni bölüm saatini aksattım. 🤦🏼‍♀️ Bu bölümde rastladığınız sürprizler hakkında ne düşünüyorsunuz? En çok neye ya da neler şaşırdınız? Buraya yazabilirsiniz. Hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazabilirsiniz. Son 2 bölümdür gelen rekor yorumlardan aşırı derecede memnunum, çok teşekkür ederim! Böyle devam edin! 😍👌🏻 Bol yorumlarınızı bekliyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%