Yeni Üyelik
37.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 35

@buzlarkralicesi

-35-

❝Valentino❞

Lâl banyodayken sessizce odadan çıktım. Luigi'nin kaldığı odanın önüne geldiğimde aklım hâlâ karmakarışıktı.

Kapıyı Luigi açtı. Yüzümü gördüğü an bir şey olduğunu anladı. Soru dolu bir baş işaretiyle beni içeri buyur ettiğinde ikisi de bir şey sormaksızın "Küçük bir sorunumuz var." dedim.

Pietro o sırada tam karşımda oturmuş içkisini yudumluyordu. Bacak bacak üstüne atmış adam yüzüme yeni bir düşmanın saldırı haberini alacağını düşünmesine rağmen soğukkanlı bir biçimde dikkat kesilmişti. Alışıktı bu gibi durumlara. Ama ona alışık olmadığı bir haber vermek üzereydim.

Pietro "Yine Castelli ailesi mi?" diye sorarken oturduğu koltuğa yaslandı. "Zita öldüğüne göre içeride adamlarının kaldığını sanmıyorum."

Fazla vakit kaybetmeden odaya geri dönmem gerektiği için aceleyle "Hayır." dedim. Kısa bir an iç çektikten sonra "Lâl hamile." diye mırıldandım. Emin olmadığım için hemen ekledim. "Galiba."

İkisi de "Ne?" diye sorduğunda Pietro'nun sesi sevinçli çıkarken Luigi şüpheliydi. Sanırım benim bu haberi veriş şeklime takılmış gibiydi.

Pietro neşeyle yerinden kalkıp "Valent, çok sevindim! Tebrik ederim." derken boynuma sarılmıştı. Öte yandan benim bir tepki vermediğimi görünce yüzüme baktı. "Neler oluyor?"

Luigi bir dedektif edasıyla gözlerini kısmış bana bakıyordu. "Senin neden keyfin yok? Bu senin en çok istediğin şey değil miydi?"

Sağ elim ensemdeyken odada gidip geliyordum. Hazır olduğumu hissettiğim an beklentiyle bana bakan iki adama döndüm. "Sanırım Lâl olanlardan dolayı bebeği dünyaya getirip getirmeme konusunda kararsız. Benimle bu haberi paylaşmadı, ben tesadüfen öğrendim."

Pietro "Nasıl yani?" diye sorarken kafası karışmış görünüyordu. "Bebeği-"

O kelimeyi söylemesine sıra gelmeden bakışlarımla yok ettim sanki varlığını. Duymaya bile tahammülüm yoktu.

Luigi başını iki yana salladı kendinden emin bir ifadeyle. "Lâl böyle bir şey yapmaz."

Luigi. Her zaman mantığıyla hareket eden kuzenim. Ona inanmak istiyordum. Çünkü inanmak istediğim güzel şeyler söylüyordu. Nadiren yaptığı bir şeydi bu.

"Yapmazdı. Ben onu bu kadar hayal kırıklığına uğratmasaydım." İç geçirirken ben de Luigi gibi Lâl'in bunu yapmayacağını düşünüyordum ama içimdeki şüphe ve korku bir an bile rahatlamama izin vermiyordu.

Onu bırakıp gitmiştim. Lâl yalnız kalmıştı. Asla yapmayacağım şeyler yapmak zorunda kalmıştım ve onun güvenini sarsmıştım. Bir kadın için arkasında durmayan, her an yok olabilecek bir adamın bebeğini doğurmak kumar oynamak gibiydi. Lâl'i anlıyordum, bu yüzden kızgın olduğum kişi kendimdim. Korkuyordum.

Pietro bu kez daha temkinli bir biçimde bakışlarını bana dikip "Peki, şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?" sorusunu yöneltti.

Bakışlarım camdan dışarıya kayarken "Ne yapıp edip bu konuyu düzeltmeliyim."

Lâl

Banyodan çıktığımda Valent odaya yeni giriyordu ve nereden geldiğini bilmediğim adamın suratında garip bir ifade vardı. Allak bullak yüzüme bakarken meraka kapıldım. ''İyi misin?'' diye sordum. Dalgın bakışlarla bana baktığında elimi salladım. ''Heey, sana diyorum!'' Yüzüme bakan adama ''Neyin var senin?'' diye sordum yeniden.

''Bir şeyim yok.''

Kısa bir an ikna olmamış gibi baksam da omuz silktim. Dolabın kapağını açarken ''Ben giyiniyorum, bakmazsan sevinirim.'' desem de oralı değildi. Zaten bana bakmıyordu da. Dalgın dalgın boşluğa bakıyordu. Ben elimi ohooo der gibi salladıktan sonra kaşla göz arasında giyindim.

Valentino ise köşedeki koltukta sağ elini işaret parmağı çenesinde gezinirken düşünceliydi. Yaramazlık yapmış çocuklar gibi öyle sessiz sessiz oturuyordu.

Hava hafif serin olduğu için ince siyah ceketimi üzerime geçirdikten sonra ''Acıktım ben.'' dedim aniden.

Bakışları bana dönen adam ''Hadi yemeğe inelim o hâlde.'' diyerek ayaklandı.

Garip hâllerine kuşkuyla bakarken ''Sende bir hâller var ama neyse.'' dedim. Önde ben, arkada Valentino giderken hiç olmadığımız kadar sessizdik. Asansöre geldiğimizde kapının önünde Luigi'yle karşılaştık. Onun burada ne aradığına dair bir fikrim yoktu çünkü bizimle gelmemişti. Ama bir önemi yoktu çünkü neden gelmiş olursa olsun ona düşmanca bakışlar atmamı önlemiyordu bu.

Luigi Efendi ona bakışlarımdaki düşmanlığa anlam verememiş olacaktı ki ''Merhaba, Lâl. Nasılsın?'' dedi. Sanki nabız yoklar gibiydi ya da ona bakışlarımdaki öfkeyi çözmeye çalışır gibi. Sonuçta arkadaşımı hamile bırakan bir ırz düşmanına gülücükler saçacak değildim. Kendime göre gayet haklıydım. Tabii Luigi bunu bilmiyordu. O yüzden ebleh ebleh bana bakıyordu öyle.

Benimle konuşma çabasına karşı geçiştiren bir biçimde başımı sallayıp ''İyiyim.'' dedim. Yüzüne bile bakmadan asansör kabinine girerken davranışlarıma anlam veremeyen Luigi Valentino'ya döndü.

''İstediğin önemli dosyaları elden getirmek istedim. Kasaya bıraktım.''

Valentino sadece hoşnut bir onaylama ifadesiyle başını salladı. Luigi'yi gerimizde bırakıp asansörle aşağı inerken Valent'in bakışları bana döndü. ''Luigi'yle aranızda bir sorun mu var?''

Sorunun kendisi Luigi'ydi. Ama elbette tüm bu olanları Valent'le paylaşacak değildim. Wendy'ye bir söz vermiştim. ''Bir sorun yok. En azından mevcut durumlar dışında birşey yok.'' Luigi eskinin aksine bana daha dost canlısı davranırken bu kez soğuk davranan ve huzursuzluk çıkaran bendim ve bu net bir biçimde belliydi.

İkna olmuşa benzemese de elleri ceplerinde olan adam omuz silkti. ''Peki, sen öyle diyorsan.'' Bakışları yeniden bana dönen adam beni yumuşakça kollarımdan tutup kendine doğru çevirdi. ''Lâl.''

''Aa, ne oluyor be?''

Şaşırmama takılmadan gözlerimin içine bakan adam ''Birlikte çok şey yaşadık. Seni kırdığımın da farkındayım. Çok kırdım. Biliyorum, hepsinin farkındayım ve düzeltmeye çalışıyorum.'' dediğinde ben tam ne saçmalıyorsun falan diyecekken buna fırsat vermeden devam etti. ''Benimle her şeyi paylaşabileceğini biliyorsun değil mi? Her şeyi çözebiliriz, inan bana.''

Bu anlamsız sözleriyle ne ifade etmeye çalıştığını anlayamamıştım. Ne zırvalıyordu bu adam? Duygusal duygusal konuşmalar. Hiç Valentino Riccardo'luk değildi. ''Valentino ne saçmalıyorsun sen Allah aşkına?''

''Sadece bilmeni istedim. Her ne olursa olsun bana güvenebileceğini biliyorsun.''

Garip davranan adama anlamayan bakışlar attığımız sırada asansör kapıları açıldı ve restoran katına indik. Restoran son derece nezihti. Manzaralı en güzel masalardan birine geçtik. Kurt gibi açtım doğrusu. Biz gelir gelmez garsonlardan biri bizimle ilgilendi. Valentino'yu görünce bir hazır olda durmadıkları kalıyordu. İhtimam görüyordu beyefendi.

''Hoş geldiniz efendim, ne arzu ederdiniz?''

Valent gözleriyle beni işaret ederek ''Önce hanımefendinin siparişlerini alın.'' dedi centilmence. Aman ne nazik.

Masanın üzerinde ellerimi birleştirirken iştahla ''Ya ben Tavuklu Makarna yemek istiyorum sanırım.'' dedim.

Bu sanki hoşuna gitmiş gibi şefkatle gülümsedi Valent. ''Canın Tavuklu Makarna mı çekti?''

İştahla aşağı yukarı salladım başımı. ''Yanına da bol yeşillikli bir Akdeniz Salatası.'' diyerek siparişimi verdim.

Garson ''Elbette. Yanına kırmızı şarap mı beyaz şarap mı istersiniz?'' diye sorduğunda kısa bir an düşündüm.

''Kırmızı.''

Valentino tepkili bir biçimde araya girdi. Bakışları şaşkın gibiydi. ''Şarap mı içeceksin?''

Tepkisine anlam veremediğim için ''Evet.'' yanıtını verdim aynı soru dolu ses tonuyla. ''Bir mahsuru mu var?''

''Hayır, sadece bu saatte içmene şaşırdım hepsi bu.''

''Valentino, akşam yemeği. Şimdi içmeyeceksem ne zaman içeyim, kahvaltıda falan mı?'' Başımı iki yana sallarken ''Sen bugün bir garipsin ha.'' diye söylendim. ''Gelmişler sana.''

''Kim gelmiş?''

''İyi sıhhatte olsunlar gelmiş.''

''Ne?''

''Bizde öyle derler!'' Ofladım. ''Hadi tamam sen de siparişini ver de getirsin çocuk. Çok acıktım.''

Garsonun bakışları Valent'e dönünce ''Ben de aynısından istiyorum.'' dedi ve sıkıntıyla adamın gidişini izledi. Garson gözden kaybolduğunda kıçında kurt varmış gibi kıpırdanırken bana döndü. ''Sen şarap içmek istediğine emin misin?''

''Offf evet Valentino, eminim! Ne oldu ki bu kadar yani? Lokmalarımı mı sayıyorsun, alkol bağımlısıymışım gibi mi davranıyorsun anlamadım gitti.''

''Yok, tabii ki öyle değil ama-''

Kurt gibi aç olduğum için yeterince gergindim, bir de Valent'in anlamsız davranışları yüzünden öfkeme yenisi eklenmişti. Neyse ki fazla bekletmeden önce şaraplar geldi. Garson kadehlerimizi doldurduktan sonra geri çekilirken Valentino yerinden doğrulurken eli önce şarap kadehine sonra da şişeye değdi ve içkilerin hepsi yeri boyladı. Benim kadehimdeki şarap da üzerime döküldü. ''Valentino, ne yapıyorsun?''

Pişmanlıktan uzak bakışlarla kaşları havalandı. '''Görünmez kaza.'' Başka bir açıklaması yoktu bu anlamsız olay için.

Burnumdan soluyarak adama bakarken ya sabır çektim. Garson üzerimi temizlemek için uğraşsa da önemli olmadığını söyledim. Adamcağız sanki içkileri kendi dökmüş gibi mahcup bir ifadeyle ''Ben hemen şaraplarınızı yenileyeyim.'' diyerek yanımızdan ayrıldı.

Kısa bir sessizlikten sonra ''Ben lavaboya gideyim.'' diyerek yerinden kalkan Valentino'ya arkasından bakakaldımç Hiç böyle tuhaf davranmazdı. Bu adama ne olmuştu böyle Allah aşkına? Delirmemek elde değildi. Resmen evde gözünün içine baka baka vazoyu deviren kedi gibi dökmüştü şarapları. Kazayla olduğuna da asla inanmıyordum doğrusu. Anlayamadığım tek şey, böyle saçma bir şeyi neden yaptığıydı. Bu adam insanı çıldırtırdı.

Valentino masaya döndükten birkaç dakika sonra garson yemeklerimizi servis etti. Sanki Valent'den icazet alır gibi bir an ona baktıktan sonra bana döndü. ''Efendim, üzgünüm, kırmızı şarabımız kalmamış.''

''İyi, tamam o zaman. Beyaz getir.''

Valent'den sufle ister gibi bakan garson hafifçe kaşlarını kaldıran adamdan bana döndü. ''Maalesef, şarabımız kalmadı.'' Gözümün içine baka baka Valent'in garsona şarap kalmadı dedirtmesine mi şaşırayım yoksa bu saçma hareketleri neden yaptığını mı anlamaya çalışayım şaşırmıştım kalmıştım doğrusu. ''Başka bir arzunuz var mı?''

''Var! Özgür irade!'' Dediğimden bir bok anlamayan adamı gönderdim. ''Tamam, sen gidebilirsin.'' Zaten zavallıcığın ne suçu vardı ki? Arkadan uzaktan kumanda gibi Valentino yönetiyordu onu. Baş başa kaldığımızda hiçbir şey olmamış gibi yemeğini yemeye hazırlanan adama baktım dik dik. Her şeyden habersiz yüzüme bakan adama kaşlarımı çattım. ''Valentino bir şey söyleyeceğim, sen hasta falan mısın? Ateşli hastalık falan mı geçiriyorsun da böyle garip davranıyorsun?''

''Ben ne yaptım ki şimdi? Burada oturmuş yemeğimi yiyorum.''

Ters ters baktıktan sonra "Hasbinallah ve nimel vekil." diye söylenerek yemeğimi yemeye başladım çünkü açlıktan tansiyonum düşmüştü. Daha fazla sorgulayacak hâlde değildim. Yemeğime yumuldum ve hepsini silip süpürmeye başladım. Yemek yerken mutlu oluyordum resmen. Valent'in başıyla holden geçen Luigi'yle selamlaştığını görsem de umursamadım. Luigi aynı baş işaretiyle selam verse de gözlerimi devirip görmezden geldim.

Ben makarnamı çatallarken Luigi'ye olan tavrımı gören Valentino yine ''Luigi'yle aranızda bir sorun olmadığına emin misin?'' diye sorunca sürekli karşıma çıkan bu soruyla canım sıkıldı. ''Ona bir garip davranıyorsun, inkâr etme.''

''Niye inkâr edeyim Valentino?'' Hesap sorulmuş gibi bir tepki sezdiğim için dürüstçe karşılık verdim. ''Luigi'den hoşlanmıyorum. O da bana bayılmyor zaten. Ayrıca da numaracıktan evlendik diye sersem sepelek kuzeninle iyi anlaşmak zorunda değilim.''

Alttan alan sakin bir ifadeyle omuz silkti Valentino. ''Elbette hiçbir şeye mecbur değilsin.'' Dudak bükerek ekledi. ''Sadece... Genellikle Luigi senden hoşlanmazken sen tarafsız yaklaşırdın. Şimdi o sana normal davranırken sen tepkilisin. Sanki her şey tersine dönmüş gibi.''

Hararetle makarnamı çatallarken ''Özel bir sebebi yok. Öyle genel.'' diyerek geçiştirdim.

''Peki.'' diyen adam başka bir şeyler olduğunu sezse de üstelemedi. Ben de bundan memnun oldum. Bütün gün Luigi muhabbeti dönecek değildi ya. Çekemezdim o buzdolabının muhabbetini.

Yemeklerimizi bitirdikten sonra yeniden odamıza çıktık. Aslında bu yemeğin ardından güzel bir yürüyüş iyi gelirdi ama üzerime bir ağırlık çökmüştü. Bir de yukarı çıkıp bilgisayarımdan birkaç mail atmam gerekiyordu, bir de yürüyüşe çıkmak istesem Valentino takılacaktı peşime. Bu yüzden odaya çıktım. Tabii Valentino Efendi de peşimden.

O suitin diğer kanadında bazı telefon görüşmeleri yaparken ben de laptop çantama uzandım. Odanın tam ortasındaki sehpayı köşedeki koltuğa yaklaştırmak için sehpayı kaldırdığımda ağır olduğunu fark ettim. Biraz zorlanarak da olsa sehpayı sürüklemeye başladığımda hışımla yanıma gelip beni engelleyen ve "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diyen adamın aşırı tavrına anlam veremedim. "Düşüreceksin!"

Azarlayarak kaşlarını çatan adama "Neyi düşüreceğim?" diye sorduğumda bir yanıt gelmedi. Hayretle gözlerim açılırken "Ne oluyor Valentino? Laptopu koymak için sehpayı koltuğun karşısına çekmeye çalışıyorum, sana ne oluyor?" diye sordum. Bu tavra anlam verememiştim ve şaşırmıştım. Ruh hastası deliler gibi davranıyordu bugün bu adam.

Kısa bir an düşündükten sonra "Ha, tamam." diyerek sakinleşti ve "Bir yerini inciteceksin, o yüzden müdahale ettim." diyerek açıkladı. "Bana bırak, ben hallederim." Herhangi bir şey söylememe fırsat vermeden -ki söyleyemezdim zaten şoktan çıkabilmiş değildim- benim hareket ettirmekte zorlandığım sehpaya uzanıp tek hamleyle koltuğun karşısına çekiverdi. "Oldu mu?"

Şaşkınlığımı atamamış hâldeyken "O-Oldu." diyebildim yalnızca. Artık gerçekten Valentino'daki bu gariplik beni endişelendirmeye başlamıştı. Kendisine mesafeli yaklaşmama rağmen ona öfkemi bile bir kenara bırakıp koluna dokundum ve sordum. "Valentino, samimiyetle soruyorum, sen iyi misin?"

Aynı hiçbir şey olmamış gibi ifadesiyle bana bakan adam sanki hiç tuhaf davranmıyormuş gibi "İyiyim, Lâl. Neden sürekli bunu soruyorsun anlamıyorum." yanıtını verdi.

"Çok garip davranıyorsun da ondan!" Herhangi bir yanıt vermeyen adama öldürücü bakışlar attıktan sonra koltuğa oturup laptopumu açtım. Göndermem gereken maillerle ilgilenirken biraz olsn sakinleşmiştim. Valent'in böyle paranoyak gibi davranışlarına hiç alışık değildim. Bu adamın hâlleri beni gerçekten endişelendiriyordu. Bu yüzden bir yandan da gözüm tabletinde işleriyle ilgilenen adamın üzerindeydi. Bu kadar tuhaf davranırken gözümü ondan ayırmamalıydım.

Mailleşmelerim bittikten sonra telefonum çaldı. Laptopu kapatıp telefonuma döndüğümde arayanın Wendy olduğunu gördüm. Yatağa uzanmış tabletiyle uğraşan adamı arkamda bırakıp daha rahat konuşmak için tuvalete gittim. Aramasını gecikmeden yanıtladığım kızın sesi durgundu. "Lâl. Yanlış bir zamanda aramadım umarım."

"Yok canım, ne gibi bir yanlış zaman olacak ki? Valent'in antikalıklarıyla uğraşıyordum."

"Nasıl yani?"

"Bir garip davranıyor bugün." Önemsiz bir konuymuş gibi geçiştirdim. Şuan daha önemli bir sorunumuz vardı çünkü. "Neyse sen onu boş ver şimdi. Bebek hakkında bir karara varabildin mi?"

"Hayır."

"Luigi'yle konuştun mu?"

"Hayır."

Sonradan hatırlamış gibi "Konuşamazsın zaten. Buraya gelmiş dingil." dedim.

"Bebeğimin babasıyla ilgili düzgün konuşur musun lütfen?"

Wendy'nin bu beyim ne eylerse güzel eyler kafalarına pek alışık olmadığım için gözlerimi kıstım. "Pardon? Seni hamile bırakıp arkasına bakmadan kaçan adamdan mı bahsediyoruz şuan?"

"İyi de o bunu bilmiyor ki."

"Ay bilse ne değişecek Allah aşkına?"

Kısa bir an düşündükten sonra "Doğru, haklısın." dedi mahzun bir sesle. Telefonun diğer ucundaki kızı üzdüğüm için vicdan azabı çektim.

"Ya, dur bakalım belki hiç de düşündüğümüz gibi olmaz. Sen hele bir kararını ver. Ayrıca da sen hamilesin şimdi böyle şeyleri kafana takıp üzülmek iyi gelmez sana."

"Düşünmediğim tek bir an bile yok ki."

"Bak, biz yarın dönüyoruz. Ben geldiğimde bir hâl çaresine bakarız tamam mı? Üzme şimdi sen tatlı canını, uzan dinlen."

"Tamam, Lâl. İyi ki varsın biliyor musun? Yoksa ben delirirdim böyle tek başıma düşüne düşüne."

"Saçmalama, arkadaşlar bugünler için değil midir zaten?"

Telefonu kapatıp odaya döndüğümde Valent ilgi ve beklentiyle bana bakıyordu. Sanki bir şey söylememi heyecanla bekliyor gibiydi. Ona soru dolu bir bakış attıktan sonra önüne döndü. Karşısındaki koltuğa oturduğum sırada "Yarın dönelim artık." dedim aniden. "Ben bu evcilik oyunundan da balayından da çok sıkıldım. İşlerim de birikti zaten. Danışanlarım falan var."

Biraz düşündükten sonra dudak büken adam "Peki, sen nasıl istersen." falan dedi. Hayır, normalde benimle dalaşan, beni kızdırmaya çalışan, bana çapkın bakışlar atan adam süt dökmüş kedi gibi her şeyime tamam diyordu. Bir şeyler olduğunu kanıtlayan bir ipucu daha. Acaba onu yalnız bıraktığım bir anda beyin sarsıntısı falan mı geçirmişti bu adam? Bilmiyordum ki. Anlamıyordum. Kullanma kılavuzu da yok ki anlayayım.

Bütün gece yanıma bile yanaşmadan uslu uslu kendi tarafında yatan adama baksam da nesi olduğunu çözemedim. Ama gece boyunca uyumadığını sürekli dönüp durmasından anlamıştım.

Ertesi gün toparlanıp İstanbul'a doğru yola çıktığımızda ne uçakta ne de arabada pek bir şey konuşmadık. Hep camdan dışarı hülyalı hülyalı bakışlar atıyordu. Acaba mafyalara özgü bir depresyon, bir tükenmişlik sendromu mu yaşıyordu? Ne bileyim ben, hayatımda kaç tane mafya tanımıştım ki sonuçta?

Uçakta da arabada da yanımızda gelen Luigi'ye öldürücü bakışlar attığım kendisinin de gözünden kaçmazken o şerefsizin yüzünü bile görmek istemiyordum. Onu elime bir verseler boğazını sıkıp öldürürdüm. Ya çenesini merdiven basamaklarına tak tak vura vura parçalardım. Bilmiyorum, bu öfkeyle yapardım herhâlde bir şeyler. Arkadaşımı üzmüştü sonuçta.

İstanbul'a vardığımızda ilk durağımız Valent'in saray yavrusu eviydi tabii ki. Eşyalarımız eve taşınırken artık evimin burası olduğunun, burada kalacağımın farkındaydım. Arabanın yanında eşyaların taşınmasını beklerken Valent arabada yine çok aşırı önemli telefon görüşmelerinden birini yapıyordu ve biz Luigi'yle arabanın önünde baş başaydık. Suratına bile bakmak istemediğim için gözlerimi devirip başka yöne baktım.

Kendisine her zamankinden daha tepkili olduğumu aptal olmadığı için fark edebilen uyuz Luigi "Lâl, bir sorun mu var?" diye sorarken şüpheyle gözlerini kısarak bana dönmüştü.

Yüzümü ona dönerken mendeburluğumdan bir şey kaybetmeksizin "Ne gibi bir sorun?" dedim yalnızca. Onunla muhatap bile olmak isterken bana sorular sorması sinirlerimi zıplatıyordu.

"Bilemiyorum. Bana biraz garip davranıyorsun. Her zamankinden daha garip."

"Luigi biz birbirimize hayrandık da benim mi haberim yok?"

"Hayır ama..."

"Eee? Sana neden iyi davranmam gerekiyor?"

"Söylemek istediğim bu değil. Sadece her zamankinden daha tavırlı davranmana anlam veremedim hepsi bu."

Alaycı bir tavırla dudak büktüm. "Ah canım, bu senin egonu mu yaraladı?"

Başını hafif yana yatırırken anlamayan bakışlarla bana bakıyordu. "Lâl, neden böyle davranıyorsun?"

"Arkadaşımı üzüp durduğun için olabilir mi acaba? Gidip gelip dengesiz tavırlarınla onun da dengesini bozduğun için olabilir mi, ha, ne dersin?"

"Lâl, bu Wendy'yle ikimizin arasında bir durum. Sen-"

"Yok öyle bir dünya Luigi Efendi, kusura bakma! Sizin Wendy'yle ikinizin arasında bir durum diye bir şey olamaz öyle! Hem başından beri Valent'le bizim ilişkimizin tam ortasında kıskanç görümce gibi dur, hem arkadaşım Wendy'yi işlevsiz hâle gelene kadar üz! Herkesin işine burnunu soktuktan sonra da bu ikimizin arasında deyip işin içinden çık. Ne güzel İstanbul be!"

Söylediklerimden hiçbir halt anlamayan Luigi bön bön bana bakarken tek kelime etmeden kollarımı kavuşturarak ona arkamı döndüm. İlişkisinin arkasında duramayan biriyle bu kadar muhatap olduğum çoktu bile. Bir an Valent'in böyle bir erkek olabileceğini düşünmek bile tüylerimi ürpertiyordu. Eğer öyle olsaydı bu zamana kadar bile asla gelemezdik.

Valent'in telefon görüşmesinin bitmesini beklemekten çok sıkıldığım için kafamı yeniden açık kapıdan içeri sokup yüzüne baktım. "Telefon görüşmen bitecek gibi değilse ben başımın çaresine bakayım." Biraz da Luigi'ye olan sinirimi ondan çıkarmış gibi oldum ama olsun.

Sıkıldığımı fark eden adam "Bitmek üzere." dedi ve telefonun diğer ucundakine birkaç şey daha söyleyip telefonu kapattı. Usulca arabadan indi. "İşte bitti."

Kısa bir sessizliğin ardından "Işık'a gitmem gerek bugün." dedim. İçimde tuhaf bir gerginlik vardı onunla konuşacağım için. Sanırım bu davranışlarıma da yansımış olacak ki sabahtan beri suskundum, konuştuğumda ejderha gibi alev saçıyordum.

Valentino yüzüme bakarken "Tahmin ettiğim şey mi?" diye sordu.

Evet, ona annesi olmadığımı söylemenin zamanı gelmişti de geçiyordu bile. Küçük bir kızın umutlarını yıkmak isteyeceğim son şeydi ama bu ne kadar çabuk olursa toparlanıp alışması o kadar kolay olurdu.

Sahte kocamla konuşmadan yalnızca bakışlarımızla anlaştık ve Luigi'yi arkamızda bırakıp görkemli yeni evimize girdik. Son derece geniş, ferah, büyük camların hâkim olduğu bir evdi. Yerler gri mermerlerle kaplı, bal dök yala diyebileceğim kadar parlıyordu. Gümüş trabzanlı siyah merdivenlerden yukarı çıktığımızda yeni evimin burası olduğunun farkındaydım. İçeri girer girmez biraz yabancılık hissetsem de arkamdan gelen adamın güven veren varlığıyla birlikte çabucak alışmıştım.

Eşyalarımızın taşındığını gördüğüm odaya girdiğimizde büyük bir yatak odası karşıladı beni. Arkamdan Valent'in de girdiğini görünce arkama dönüp baktım. "Hayırdır?"

Gayet doğal bir ifadeyle "Odama giriyorum." dedi Valentino. Yeni hatırlamış gibi düzeltti. "Odamıza."

Bu sahte evliliği gerçeğe dönüştürmeye çalışan adamın üzerindeki bakışlarımı odaya çevirdim yeniden. Ortada genişçe bir yatak, tavanda beklenmedik bir ayna yüzey. Düşünmekten kaçındım gözlerimi kaçırarak. Çok yanlış bir odaya girdiğimi fark ettim. "Burada birlikte kalacağımızı düşünmüyorsun herhâlde."

Kollarını kavuşturan adam kaşlarını kaldırdı sahte bir çaresizlikle. "Öyle görünüyor ne yazık ki."

"Öyle olmasına gerek yok, bunu ikimiz de biliyoruz Riccardo." Çözüm üretmeye yönelik "Kocaman evinde başka bir oda vardır herhâlde. Ben başka odada kalırım." dedim. Kaşlarımı kaldırdım meydan okur gibi. "Yayla gibi ev sonuçta değil mi?"

"Maalesef, evimiz yeni olduğu için tadilatta. Diğer odalardaki tadilatı bitmedi henüz."

Bahane olduğu o kadar belliydi ki dişlerimi sıktım ama bir şey söylemedim. Karşı çıkmadım. Hem bulunduğunuz her ortamın her köşesinde seviştikten sonra ayrı odalarda kalmanız neyi değiştirecek, Lâl? Ne sanıyorsun? Gözlerimde küçümseyici bir ifadeyle karşılık verdim. "Bunun çok sürmeyeceğinin farkındasın değil mi Riccardo?"

Kaşlarını kaldırarak onayladı adam. "Bence de çok uzun sürmeyecek, mia bella." Bakışları ilk fırsatta kucağıma düşeceksin der gibi olduğu için sinir oldum.

Söyleyecek herhangi bir şey bulamayınca sesli bir nefes verdim. "Ben üstümü değiştireceğim. Sakın yanlışlıkla giyinme odasına gireyim deme." Sesimdeki alaycılığa karşı gülen adamı arkamda bırakıp giyinme odasına girdim.

Onu haklı çıkarmak istemiyordum. Tüm ruhum, bedenim onu haklı çıkarmak için bana savaş açmış olsa da bunu yapmak istemiyordum. Çünkü her zaman olduğu gibi o kendinden emin tek kaş yukarı bakış ifadesiyle karşı karşıya kalıyordum. Ve onun da en az benim kadar öfkelenmesini, uyuz olmasını istiyordum. Sadece bunun için özel bir çaba sarf etmek istemiyordum çünkü her seferinde iğneyi Valent'e batırırken çuvaldız benim götüme batıyordu. Garip bir şekilde.

Yeni yerleşen bazı kıyafetlerimin içinden rahat bir şeyler seçmeye çalıştım. Pudra rengi, üzerinde kırmızı ve siyah çizgileri olan bir kazak ve altına siyah bir tayt giydim. Beyaz spor ayakkabılarımla siyah toğuklu botum arasında kalırken yine rahatıma olan düşkünlüğüm galip geldi ve kalın topuklu spor ayakkabımı giydim.

Yol yorgunluğumu henüz atamamışken benim için acil olan o yere gitmeye karar vermiştim. Işık'ın yanına. Evet, belki ayağımın tozuyla oraya gitmem gerekmiyordu ama artık daha fazla böyle duramayacağıma karar vermiştim. Onun için ne kadar zor bir durum olacağını biliyordum. Hemen kabullenemeyeceğini de. Pedagog bir arkadaşımla bu durumu görüşmüştüm. Her şeye hazırlıklıydım. Işık'a annesi olmadığımı söyleyecektim ve onu bu duruma yavaş yavaş alıştıracaktım. Ancak bunun için bir an önce harekete geçmem gerekiyordu tabii ki.

Giyinme odasından çıktığımda Valentino da lavabodan yeni çıkmıştı ve benim gitmeye yönelik hareketliliğimle meraklı bir biçimde ilgilendi. "Bir yere mi gidiyorsun?"

"Evet, Işık'a uğrayacağım." Sonra Nikolai'ye gitmeyi düşünüyordum. Biliyordum, evlilik haberimi çoktan almış olmalıydı ama yine de birlikte iş yaptığımız için, birçok sorunumda omuz omuza benimle olduğu için bir arkadaş olarak ona durumu söylemem gerektiğini hissettim. Bu yüzden Valet'le göz temasından kaçınarak sıradan bir biçimde "Sonrasında bazı işlerim var." diye ekledim.

"Güzel, ben de geleyim."

"Sen nereye geliyorsun Valentino? Yalandan evlendik diye götle don gibi her yere birlikte mi gideceğiz artık?"

Artık kullandığım birçok terimi anladığı için bu sözlerime başını öne eğerek güldü adam. Kısa süre sonra tekrar yüzüme döndüğünde bu durumdan oldukça keyif almışa benziyordu. "Elbette hayır. Ama Işık'la konuşurken yanında olmak istiyorum, hepsi bu."

Yanımda olma isteğini anlayabiliyordum. Ona çok kırgın olduğum hâlde aramızdaki bazı şeyleri düzeltmek istediğinin de farkındaydım. Daha da korkutucu olanı, sanırım ona eskisi kadar kızgın değildim. Bu yüzden benimle gelme isteğine şiddetle karşı çıkmadım. Umursamaz bir edayla "İyi, gelirsen gel bana ne." dedim.

Birlikte odadan çıkıp aşağı indiğimizde araba hazır ve nazır bir biçimde bizi bekliyordu ancak Luigi ortalarda yoktu. Muhtemelen mafyacılık oynamaya gitmişti. İşleri olmalıydı. Ya da acaba Wendy konuşmak için onu çağırmış olabilir miydi? Yoksa o gün bugün müydü? Düşünmemeye çalıştım çünkü benimle alakalı olmamasına rağmen heyecanlanmıştım. En az Wendy kadar ben de Luigi'nin bu bebeği öğrendiğinde veeceği tepkiyi merak ediyordum.

Yol boyunca ikimiz de biraz yorgun olduğumuz için pek konuşmadık. Gerçi yorgunuz diyorum ama Valentino Efendi maşallah dipçik gibiydi. Ben yol dolayısıyla pert olmuştum. Işık konusunu çözüp Niko'yla konuştuktan sonra eve gidip şöyle bir ayaklarımı uzatıp yatacaktım. O anın hayaliyle geçirmeye koyuldum bugünü.

Başkan'ın malikânesinin önüne geldiğimde hâlâ benim bu evin önünde ne işim olduğunu düşünüyordum. Fuat'ın, her şeyden bıkmış olan Zuhal'in ve bu ruh hastası insanların arasında büyümeye, narin bir çiçek gibi yeşermeye çalışan çocuklarının. Muhtemelen davayı açtığımızı öğrendiklerinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı ama o zamana kadar Fuat hiçbir şey olmamış gibi sessiz ve derinden ilerliyordu. Hâlâ bu evde kalmasının sebebi de buydu bana göre. Yakında bu düzen değişecekti. Belki de bir devir kapanacaktı, kim bilir.

Usulca içeri girdiğimde kapıda eskisi gibi adamlar olmadığını gördüm. Sanırım Başkan'ın maddi çöküşü paralı askerlerinin sayısını azaltmasına sebep olmuştu. Var olan korumalar da bize, bilhassa Valent'e garip garip baksalar da bir şey yapamadılar. Çünkü artık kocamdı ve benimle geldiğini görebiliyorlardı. Aksi hâlde de Valentino Riccardo'ya bir şey yapabileceklerini sanmıyordum. Valent onları dokuz katlı pasta gibi üst üste koyar mum niyetine üzerlerine bomba atıp yakardı yani.

Perhide'm beni gördüğüne sevindi. Ben de onu özlemiştim. Işık dolayısıyla görüşüyorduk ama Başkan'la aramızda başlayan bu savaş dolayısıyla ondan ayrı kalma duygusu beni biraz tedirgin etmişti. Keşke onu yanıma alabilmenin bir yolu olsa. Belki de vardır.

"Demek sen geldin, deli kız."

Yüzündeki ve sesindeki sitemi gördüğüm kadının dünden bugüne biraz daha tombikleşmiş yanaklarını sıktım. "Ben geldim ya."

"Bizi unuttun sanmıştım. Hele Işık, ağlamaktan helâk oldu." Doğru ya, zamanında havaalanından çevrilmeseydim, gitseydim kim bilir Işık ne durumda olurdu. Ben bunları önceden düşünemeyecek kadar kimsesiz büyüdüğüm için jeton yeni düşüyordu. Her zaman önce kendimi düşünmek zorunda kaldığım için bencilleşmiştim. Bu beni üzüyordu. İnsanlara faydalı olmaya çalışırken aslında bencilin teki olduğumu fark etmek. "Ona iş için yurt dışına gittiğin yalanını söylemek zorunda kaldık. Tabii el kadar çocuk da ne anlar ya iş gezisinden, seminerden falan. Bastı yaygarayı vallahi!"

Başımı salladım onaylarcasına. "Bugün onunla konuşmak için geldim, Perhide'm. Fuat eniştem haklıydı, bu durumu daha fazla uzatmanın bir anlamı yok artık."

Duyduklarına başta şaşırsa da birkaç saniye düşünceli bir ifadeye bürünen yüzü bana hak verir olmuştu. "En doğrusu, inan." Tam o sırada bizi içerdeki salona doğru buyur etmeden önce yanımda ona göre gökdelen gibi kalan adama aşağıdan baktı. Yeniden bana döndü. "Evlenmişsin."

Bu sahte bir evlilik olduğu için gereksiz bir bilgiydi bu yüzden geçiştirir gibi başımı salladım. "Öyle oldu."

"E hayırlı olsun valla. Ben sevindim." Bana iyice yaklaşıp fısıldayarak konuştu. "Başkan duymasın da."

Gülüştük. Her ne kadar fısıldayarak konuşsa da memnun tebessümünden kulakları tilki gibi olan Valent'in de duyduğunu anlamıştım. O sırada Perhide'me çok önemli bir şey söyleyecekmiş gibi baktım ve onunla göz teması kurdum. "Perhide'm, seni yanıma almak isteseydim benimle gelir miydin?"

Dan diye sorduğum bu soruyla afallayan kadın önce şaşırdı, sonra güldü. "Bu da nereden çıktı?"

"Gelir miydin, gelmez miydin? Onu söyle sen."

Kafası karışmış gibi bakarke kekeleyen kadın "Ge-Gelirdim herhâlde, ne bileyim?" dedi ama kısa bir an sonra aklına yeni bir şey gelmiş gibi araya girdi hemen. "Ama Seval Hanım, Şeref Başkan ne der?"

"Sen o kısmını boş ver." Biz yakında Başkan'ı bitireceğimiz için ortada ne Günday malikânesi kalacaktı ne de ona dair bir şey. Başkan'ın esamesi bile okunmayacaktı artık. "Bana sadece isteyip istemediğini söyle yeter."

"Tabii isterdim kızım! Sonuçta sen benim elimde büyüdün." Valent'le ikimize bakarak devam etti. "Seni büyüttüm, senin çocuklarını da büyütürdüm ne olacak?"

Bu muhabbet beni ters köşe yaptığı için durumdan memnun olduğuna yüzde bin beş yüz emin olduğum sahte kocamın suratına bakmadım. Sesli bir biçimde öksürerek "Işık nerede?" diyerek konuyu değiştirdim.

"Odasında, dur çağırayım."

"Hava güzel bugün, bahçeye çıkalım Perhide'm. Onunla orada konuşayım ben."

"Fuat Bey de birazdan gelecekti aslında. Bekleseydin."

Aslında onun da yanımda olması iyi olurdu. Sonuç olarak anne baba olarak bizi bir çift gibi gören küçük çocuğun kafasındaki soru işaretlerine de bir son vermiş olurduk. "Tamam, eğer çok gecikmeyecekse bekleyel-" dememe kalmadan zil çaldı. Muhtemelen Fuat gelmişti.

Perhide'm kapıya baktı. Gelen gerçekten Fuat'dı. Perhide'm Işık'ı hazırlayıp getirmek için yukarı çıktığında durumu ona anlattım. Işık'a gerçekleri söylemem konusunda haklı olduğunu biliyordum.

Anlayışla başını salladı adam. "Başta onun için bir yıkım olacak ama alışacaktır. Çocuklar bazı durumlarda bizden daha güçlü olabiliyorlar. Taze beyinleri yeniliklere, yeni durumlara alışmakta bizden daha başarılı."

Onaylayarak salladım başımı. "Ben de öyle düşünüyorum." Öte yandan elbette Işık'ın kırılıp dökülmesinden deli gibi korkuyordum.

Benim gibi yalnız başına, tek tabanca yaşamaya alışmış biri için Uras, Kerem, Işık çok farklı bir aile deneyimiydi. Birilerini ailen olarak görmek, onları korumaya çalışmak. Onlar için canını vermeye hazır olmak. Hayatta bir zaafının olması. Bu hem paha biçilemez bir değerdi hem de çok tehlikeli bir durumdu. Düşmanınızın sizi vurmak istediğinde ilk sarılacağı şey zaafınız olurdu çünkü. Uras'ı bu yüzden kaybetmiştim ve kalbim hâlâ acıyordu. Üzerinden o kadar zaman geçmemişti. Hâlâ içimde bir yerler kopmuş, eksilmiş, kayıptı. Bir daha yerine yenisi konulamayacak bir parçanın kaybı.

Işık aşağı indiğinde ve beni gördüğünde yaptığı ilk şey coşkulu bir çığlıkla kucağıma atılması oldu. Ben de onu çok özlemiştim. Hemen onu kucaklayıp kendi etrafında döndürdüm. Sarı saçları lüle lüle uçuştu. Onu döndürmemden çok hoşlandığı için neşeli çığlıklar eşliğinde şakıdı.

Bahçeye çıktık. Sıradan bir buluşma gibi sohbetler ettik. Birbirimizden ayrı kaldığımızda günlerimizin nasıl geçtiğinden konuştuk. Işık benim kadar seri olmasa da tek tük basit cümlelerle benden ayrı geçirdiği günlerini anlatmaya çalıştı. Boyama yapmış en çok. Seviyordu öyle şeyleri. Belki büyüyünce ressam olurdu, kim bilir?

Anlatacağımız bir şeyler kalmayana kadar konuştuktan sonra kollarımda güvenle bana sarılan çocuğun neşesini bozmak istemesem de söze girdim. "Işık, bebeğim, seninle biraz konuşmak istiyorum."

"Gidecek misin?"

"Yok, bu öyle bir şey değil." Bu benim için öyle zordu ki. Yüzüm gökyüzüne çevrildi ve derin bir nefes alıp bıraktım. Sakin bir yüz ifadesi takınmaya çalışarak tebessüm ettim. "Seni çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?" Aşağı yukarı salladı başını ağır ağır. "Ne kadar seviyorum sence?" Kollarını açabildiği kadar açtı. Güldüm. "Evet. Çok seviyorum. Daha çok. Öyle gösteremeyeceğin kadar çok seviyorum seni." Sakinlikle iç geçirdim. "Sana söylemem gereken bir şey var."

"Ne?"

"Bu söyleyeceğim şey önce kafanı karıştırabilir, belki biraz üzebilir de. Ama seni çoook ama çok sevdiğimi unutma tamam mı?" Başını sallayan çocuğun masum yüzüne baktım. Yanakları ellerimin arasındayken "Işık, sen hani bana anne diyorsun ya..." Anlamaya çalışır gibi kocaman gözlerini açmış bana bakarken konuşmak öyle zordu ki. "Ben aslında senin annen değilim." Söylediğim şeye anlam veremeyen çocuk sandığım gibi dehşete düşmüş görünmüyordu. Aksine, sakin bir biçimde beni dinliyordu. "Yani seni çok seviyorum, bu hiçbir zaman değişmeyecek. Ama hani anneler çocuklarını karnında taşır, dünyaya getirir ya. İşte seni karnında taşıyan kişi ben değilim."

"Kim?"

Gerçek annesinin kim olduğunu sorarken gözlerimin dolmaması için o kadar uğraştım ki. "Aslında senin annen Zuhal. Ben senin teyzenim." Tane tane, tatlı bir şekilde anlatmaya çalıştım. "Şimdi kafanda çok fazla soru olduğunun farkındayım. Her şey karmakarışık geliyor ama bilmen gereken tek şey seni çok sevdiğim ve hep yanında olacağım. Teyzen olmam pek de bir şeyi değiştirmeyecek."

"O beni sevmiyor ama."

Zuhal'in hâl ve tavırlarından, mesafesinden dolayı çocuğun böyle düşünmesi o kadar normaldi ki. Kendi mahkememde ablamı aklayamadım. Ancak çocukta travma kalmasını istemiyordum. Bu yüzden yumuşatarak söylemeyi tercih ettim. "Hiç olur mu öyle şey? Zuhal seni çok ama çok seviyor." Başımı yana yatırdım dudaklarım düz bir çizgi hâlini alırken. "Sadece sen doğduğunda o birazcık hastalanmıştı. Biliyorsun, sen de hastalanıyorsun. Hastalanmak bizim elimizde olan bir şey değil, değil mi?" Uslu bir biçimde başını sallarken onun yüzünün her zerresini öpücüklerle doldurmak istedim. Öyle tatlıydı ki. "O hasta olduğu için seninle ben ilgilendim. Seni kucağımda uyuttum, ninniler söyledim, birlikte boyamalar yaptık, sana masallar anlattım. Bütün bunlar olurken ben senin kızım olmadığını biliyordum. Yine de bunları yaparken çok keyif aldım. Çok mutlu oldum." Yanaklarını şefkatle okşarken sevgiyle baktım yüzüne. "Sonra sen büyüdün. Bazı şeyleri anlamaya başladığında yanında ben vardım, bana anne dedin. Seni öyle çok sevdim, öyle çok sevdim ki sen bana anne dediğinde bunu reddetmedim."

"Artık sevmiyor musun?"

"Olur mu hiç öyle şey?" Aynı onun yaptığı gibi kollarımı çokça açtım. "Ben seni çoook seviyorum! Hem de biliyor musun, dünyalar kadar."

"O..." dedi utangaç bir ifadeyle kucağıma saklanan çocuk. Sadece ikimizin arasında geçen bir konuşmayken Valent'i ve Fuat'ı görmezden gelir gibi gözlerime baktı. "İyileşti mi?"

Zuhal'i kast ettiğini hemen anladım. Aşağı yukarı yavaşça salladım başımı. "Evet, biraz iyileşti. İyileşir iyileşmez de hemen seninle olmak istedi. Ben de ona dedim ki, merak etme Işık çok akıllı bir kız, ben senin hastalandığını anlatırsam seni anlar, sana kızmaz." Onay bekler gibi sordum. "Doğru demiş miyim acaba?"

Biraz düşünceli biçimde yere bakan çocuk istemeye istemeye de olsa onaylayarak başını salladı. Sıkıca sarıldım ona. Ayrıldığımızda "Artık gelmeyecek misin?" diye sorduğunda yüzü umutsuzdu. Bir çocuğun umutlarının kırılmasını en iyi ben bilirdim. Belki de bu yüzden hiçbir zaman kimseye tam anlamıyla bağlanmak istemedim. Bir gün o da ailem gibi beni terk edip gider diye.

"Hayır, tabii ki geleceğim. Hatta biliyor musun, bundan sonra daha sık geleceğim. Birlikte hayvanat bahçesine gidecektik, unuttun mu?"

Işık tam anlamıyla olanları henüz kavrayabilmiş gibi görünmese de hayvanat bahçesi lafını duyunca havalara uçtu. Her şey oyun gibi geliyordu ona çünkü çocuktu. Olması gereken de buydu.

Bugünü bir şekilde kotardığım için memnundum. İçim hâlâ karmaşık bir duyguyla cebelleşirken Fuat'ın omzuma dokunup "Bundan sonrasını ben hallederim, merak etme." demesi içimi biraz olsun rahatlatmıştı.

"Ben yarın yine gelirim zaten. Sık sık Işık'la vakit geçiririm. Sonra Zuhal de bize katılır. Öyle yavaş yavaş alışır Işık."

"Tabii canım." Bakışları kısa bir dalgınlık esintisinde kaybolduktan sonra yeniden bana döndü Fuat. "E siz yeni evlisiniz, hadi gidin biraz vakit geçirin. Gezin, tozun. Akşama kadar burada mı duracaksınız?" Arkadaşça göz kırptı ama yorgunluğu yüzünden okunuyordu. "Keyfinize bakın, ben buradayım."

Aklım bir parça Işık'da kalsa da onaylayarak başımı salladım ve şakayla karışık "Kovuluyoruz, şu işe bak." dedikten sonra Fuat'ın araladığı kapıdan "Hadi çık cereyan yapıyor, hadi." diyerek komik uğurlamasıyla gülerek evden çıktık.

Arabaya bindiğimizde ilk birkaç dakika sessiz kalsak da ne tepki vereceğimi umursamadan parmakları parmaklarımı kenetleyerek elimi tuttu. "Bugün çok cesurdun." dedi yanımdaki adam. "Işık'la konuşurken." Gözlerine baktığımda elimi çekmek için bir hamlede bulunmadım. "İyi iş çıkardın. Seninle gurur duydum."

Bakışlarında saf aşk ve gururu hissedebiliyordum. Keşke yeniden kendimi onun kollarına bırakabilsem. Ve bu kez öncekiler gibi kötü bir sürpriz olmasa. Çünkü ne zaman onun kollarına benliğimi, kalbimi bıraksam kıyamet gibi bir şeyler kopuyordu.

Ani tepki vermeden usulca elimi elinden kurtardığımda "Teşekkür ederim." dedim yalnızca. Mesafemi bozmadım. "Neyse, sen beni şu ileride bırak. Benim işlerim var biraz."

"Neden ben de gelmiyorum?"

Yüzünde panik olan adamı anlamakta güçlük çektim. Benimle gelemediği için neden olumsuz bir heyecana kapılıyordu? Bu kadar önemli miydi çantam gibi her şeye benimle gelmek? İşi gücü yok muydu bu adamın canım? Allah Allah! "Peki, sen neden her yere benimle gelmek istiyorsun?"

"Yeni evli çiftler her yere birlikte giderler."

"Ya Valentino bırak Allah aşkına. Şu bahaneyi de iyi buldun ha."

Sorgulayan şüpheli bakışları ve kısık gözleri garip bir ifade barındırıyordu. "Benden neden kurtulmaya çalışıyorsun?"

Bunu ciddi ciddi sorduğunu fark ettiğim için işlerin birbirimize takılma durumundan çoktan çıktığını anladım. Ben de B planını uygulamaya koyuldum. Yani hiçbir plan uygulamadan dangadanak söylemeye. "Çünkü hoşuna gitmeyecek bir yere gidiyorum."

"Neresiymiş orası?"

Bakışlarım önümde yola bakarken hiçbir şey olmamış gibi sakin bir ifadeyle "Nikolai'nin yanına gideceğim, oldu mu?" dedim öylece. Ne kadar öfkeleceğini bildiğim hâlde önemsemeden.

O ise öfkelenmedi. Ama çene kaslarını sıktığını görebiliyordum. "Sebebini öğrenebilir miyim?" diye sorarken gerçekten sakin kalmak için tüm gücünü harcıyor gibiydi. Öyle ki dişlerinin arasından söylediği bu söz neredeyse fırtına öncesi sessizliği andırıyordu.

"Konuşmam gerekiyor da ondan." Gözlerimi devirerek kendisine baktım. "Bu kadar hesap verdiğime göre beni şurada bir yerlerde indirebilir misin artık?"

Burnundan solur gibi nefes verdikten sonra şoföre İtalyanca Hydra'ya doğru devam etmesini söyleyince şaşırdım. çok geçmeden bana döndü. "Seni Hydra'ya bırakırım."

İtiraz etmedim. Ama şaşırmıştım. Valent'in Niko'yla karşılaşmak isteyebileceğini ya da buna tahammül edeceğini düşünmemiştim. Şaşkınlığım bu yüzdendi. Club Hydra'ya gelene kadar pek konuşmadık ama Valentino'nun gergin olduğunu hissedebiliyordum.

Hydra'nın önüne geldiğimizde araba durdu. Ben inmeden önce "Burada bekliyorum." dedi Valentino.

"Beklemene gerek yok, Valentino. İşin gücün varsa-"

"İşim yok. Bekliyorum."

Karşı çıkmaya fırsat bırakmadan kararlılıkla arkasına yaslandı. Buraya gelmemden memnun olmadığını anlamak zor değildi. Nikolai ile yıldızları hiç barışmamıştı. Haklı olarak. Hem düşman olmaları hem de benimle ilgili mesele bunun için yeterli bir sebepti zaten.

Arabadan inip Hydra'dan içeri girdiğimde barın yakınlarında Ivan'la karşılaştık. Beni gören adam merakla kaşlarını çatarak yanıma yaklaştı. "Lâl, hoş geldin." Beni görmeyi beklemediği açıktı.

"Hoş buldum. Nikolai ile görüşmeye gelmiştim. Burada mı?"

"Evet, burada. Bekle, geldiğini haber vereyim."

Başımı sallayarak Ivan'ın yukarı çıkışını izlerken barın önüne geldim. Barmen bir şey içip içmeyeceğimi sorduğunda istemedim. Kısa süre sonra merdivenlerden inen Nikolai'yi gördüğümde yüzünden evlendiğimi bildiğini anladım. Zaten medyada, her yerde bundan bahsedilirken bilmemesi tuhaf olurdu.

Barın önüne gelen adam elini uzatıp "Hoş geldin, Lâl. Bu ne hoş sürpriz?" dediğinde uzattığı elini sıktım. Usulca karşımdaki tabureye oturduğunda her zamanki gibi görünüyordu. "Hangi rüzgâr attı seni buraya?"

"Aslında özel bir sebebi yok. Sadece bana olan yardımlarından dolayı teşekkür ederim. Ve bu kadar hukukumuz olmasına rağmen benden duymadığın için üzgünüm." Sakinlikle aldığım nefesi bıraktım. "Duymuşsundur, evlendim."

Başını salladı. "Evet, tebrik ederim." Oturduğu yerde başını öne eğerek olgunlukla ve arkadaşça tebrik etmesi beni şaşırtmadı. Ama her şeyden önce biz arkadaş olmuştuk, belki benden duymalıydı belki de bu benim özel hayatımdı ve onu ilgilendirmezdi ancak aslında ona söylememin sebebi sanırım gözündeki izlenimimdi. O kadar atıp tuttuktan ve Valent'e salladıktan sonra gidip hiçbir şey olmamış gibi onunla evlenmem onun gözünde dengesiz ve sözünün eri olmayan biri olmama sebepti belki.

Nikolai'ye karşı bir duygum olmamasına rağmen bunları neden önemsiyordum? Yanıt çok basitti. Her şeye rağmen onunla arkadaştım ve beni iradesiz biri gibi görmesini istemiyordum. Niko'ya duygusal bir şey hissetmesem de onu arkadaş olarak önemsiyordum çünkü zor zamanlarımda yanımdaydı.

Sıradan bir biçimde "Teşekkür ederim." deyip açıkladım. "Bu formalite bir evlilik." Sonra bunu neden söylediğimi düşündüm. Gerek yoktu ama dediğim gibi iradesiz ve gurursuz bir kadın olmamı düşünmesini istemedim. Şimdiyse bunu söylediğime pişman olmuş gibiydim çünkü bunu söyleyerek ona umut vermiş olmak da istemezdim. Neyse ki karşımda duran adamın tebessümü hiç de kendisine umut aşılanmış gibi görünmüyordu.

Yüzündeki buruk tebessümle dudakları kıvrıldı. "Kendini kandırma, Lâl. Onu seviyorsun." Çok geçmeden ekledi. "Yanlış anlama, seni yargılamıyorum. Ama biliyorum, Riccardo'ya büyük bir bağlılığın, sevgin, aşkın olduğunu görebiliyorum. Ve bu evliliğin gerçeğe dönüşmesinin an meselesi olduğunu da." Bakışları umudunu kesmiş gibi görünürken bundan memnun olmam gerekirdi ama ben bir insanı üzmenin verdiği suçluluk duygusuyla yutkundum. "Mutlu olmanı çok isterim."

"Teşekkür ederim, Nikolai." Derin bir nefes aldıktan sonra asıl gelme sebebime değindim. "Fuat eniştemle konuştuk, dava açılacak. DNA testi sonucunu ona ulaştırman için doğru zaman. Benim için test sonucunu sakladığın için de teşekkür ederim."

"Rica ederim, Lâl. Bu akşam kendisine ulaştırırım."

Onalayarak başımı salladığımda "Ben gitsem iyi olur." dedim. Valent'in kapının önünde beklediğini söylemedim. Ama onu da bekletmek istemiyordum. Konuşacağımız şeyleri konuşmuştuk.

"Peki." Yerinden kalktı adam. Usulca sarıldı bana. "Kendine iyi bak. Umarım mutlu olursun."

"Sen de mutlu olursun, umarım."

Arkamdan sessiz ve buruk bir tebessümle bana bakan adamı geride bırakarak Hydra'dan çıktım. Arabaya döndüğümde Valent'in arka kapıda açık camdan arkama baktığını görebiliyordum. Öldürücü gözlerle baktığı yere döndüğümde arkamdan beni uğurlamak için kapıya gelen Nikolai ile bakıştıklarını gördüm.

Arabaya bindim ve Hydra'dan uzaklaştık. Bir müddet konuşmasak da içeride neler olduğunu merak ettiğini anlamak zor değildi. "Davayla ilgili konuştuk. Fuat'a ulaştırması gereken bir döküman var."

Bunu telefon ederek de söyleyebileceğimi bilen adam yine de üzerinde durmadı, onaylayarak başını salladı. "Nereye gidiyoruz?" diye sordu.

"Son olarak, bizim eve uğramamız gerek çünkü birkaç eşyam var, onları alayım." Herhangi bir şey söylemeden başını sallayan adamın üzerindeki değişimin farkındaydım. Eskiden taş üstünde taş bırakmayacağı şeyleri sakinlikle karşılamasından olsa gerek, acaba terapi mi alıyor diye düşünmeden edemedim.

Evin önüne geldiğimde Valent'in arabalarından biri oradaydı. Başta Valentino koruma amaçlı adamlarından bazılarını gönderdiğini düşünsem de sormadım. Arabadan inip kapının önüne geldiğimizde Luigi'yle karşılaşmıştık. Onun burada ne işi vardı? Konuşmak için Wendy mi çağırmıştı? Yoksa o gün bugün müydü?

Luigi'yle muhatap olmadan kapıyı anahtarla açtığımda iki kuzen aralarında İtalyanca konuştular. Valent burada ne aradığını sorarken Luigi Wendy'yle konuşmaya geldiğini söylüyordu. Hiçbir tepki vermedim. Usulca merdivenlerden yukarı çıktığımda ev sessizdi. Hâlâ hastanede miydiler yoksa herkes odasına mı çekilmişti bilmiyordum. Aslında hava henüz tam kararmamıştı, ev ahalisi hâlâ hastanede olabilirdi.

Odama girdiğimde dolaplarıma uzandım. Bazı eşyalarımı alma gereği duymadım ama tabletimi, öncesinde almadığım birkaç parça kıyafetimi ve ayakkabımı aldım. Küçük bavulu açarken kapı eşiğinde kollarını kavuşturmuş beni inceleyen adama döndüm. "Ne?" Sahte kocamın gözlerini kısarak neden beni deney faresi gibi incelediğini pek anlayamadığım için sormuştum bunu. Ve tabii iki gündür tuhaf davranmasının da etkisi büyüktü. "Ne oluyor Valentino? İki gündür ne bu tuhaflıklar?"

Tahmin ettiğim gibi yok bir şey ya da yoo tuhaf değilim diyerek itiraz etmedi. Aksine, odaya tamamen girip kapıyı örttü. Hafif aralık kalsa da yeterince mahremiyet sağlıyordu. "Sadece seni izliyorum." Bana bir adım daha yaklaşırken hesap sorar gibiydi. "Ve ne zaman söyleyeceksin diye bekliyorum."

"Ne söyleyeceğim sana? Anlamadım."

Yanıt vermek yerine şifreli konuşmaya devam etti. "Belki de hiç söylemeden kurtulacaksın ondan, değil mi?"

"Kimden kurtulacağım Valentino, ne saçmalıyorsun yine sen?" Neden bahsettiğini anlamıyordum ve açıklamak yerine sır gibi konuşmaya devam ediyordum. Benimse sabrım taşmıştı. "Valentino, ne oluyor Allah aşkına açık açık söylesene sen karın ağrını!"

Aramızda uzun ve öldürücü bir sessizlik süresince aralıksız bir biçimde yüzüme bakan adam gözlerini kapayarak "Hamile olduğunu biliyorum, Lâl." dedi usulca.

"Ne?" Şok içinde yüksek sesle söylemiştim bunu. "Ne hamileliği Valentino, nereden çıktı bu?"

"Boşuna saklamaya çalışma, Lâl. Her şeyi biliyorum."

Şaşkın yüz ifadem bozulmadan karşılık verdim. "Hayır, hiçbir bok bildiğin yok. Hamile falan değilim."

Yüzünde pasif bir öfke olan adam "Neden bunu yapıyorsun? Neden bana yalan söylüyorsun?" diye sordu. "Ondan rahatça kurtulabilmek için mi? En azından bunu bilmeye hakkım yok muydu?"

Üzgün görünüyordu. Ama durum o kadar komikti ki ister istemez güldüm. "Valentino, hamile falan değilim. Şimdi yangın var diye çığlık atacağım!"

"Lâl, gördüm diyorum sana."

"Neyi gördün Valentino, çıldıracağım!"

Sakince "Çantandaki ultrasonu gördüm." diyerek açıkladı. "Bebeği saklarken neyi planlıyordun Lâl, söylesene?"

Durum şimdi açıklığa kavuşmuştu. Bu yanlış anlaşılmayı düşünürken katıla katıla güldüm. "Valentino, hamile falan değilim. O ultrason filmi de bana ait değil." Olayla yeterince dalga geçtikten sonra hesap soran bir ifadeyle devam ettim. "Ya asıl sen bunu sana sormadan yapabileceğimi nasıl düşünürsün? Böyle bir şey olsa, kazara hamile kalmış olsam sana söylerdim herhâlde değil mi?"

"Hayır, söylemezdin çünkü daha önce de yapmıştın bunu. Unuttun mu, bana bebeği aldırdığını söylemiştin."

"O başkaydı Valentino. Sana öfkeliydim ve her şeyi geçtim, yalan söylemiştim. Bebeği aldırmamıştım."

Kaşları yavru bir köpeğinki gibi aşağı inmiş bir biçimde bana bakarken hâlâ sakindi. "Şuan da öfkelisin, Lâl. Seni 2 yıl bırakıp gittiğim için, Zita olayından dolayı, birçok sebep yüzünden bana öfkelisin. Ve şimdi de bebekten kurtulmak istemen çok normal." Sağ avuç içiyle çenesini zımparalar gibi sertçe kaşırken kendi kendine söylenmeye başladı. "Tabii ya, hamile olmanı umursamadan şarap içmeler, koltukları kaldırıp bebeğe zarar vermeye çalışmalar. Hepsi bu yüzdendi değil mi?"

"Oha Valentino! Ya sen kafanda neler kurmuşsun öyle be? Ben senin gözünde bu kadar cani biri miyim? Bebeği istemiyorsam böyle yollara başvurmadan gider temiz temiz aldırırdım. Eziyet çektirerek öldürmek ne?"

"Hamile olduğunu ve aldıracağını inkâr etmiyorsun yani öyle mi?" He Sherlock Holmes, aynen, her şeyi çözdün. Aferin sana. Tebrikler, çatal bıçak seti kazandın.

"Valentino, sana son kez söylüyorum, hamile falan değilim. Tamam, biri hamile ama o kişi ben değilim anladın mı? Daha fazla bir şey sorma."

"Öyleyse o başka birinin ultrasonu senin çantanda ne arıyor, Lâl?" Sesi imalı ve alaycıydı. Bana inanmadığı çok açıktı ve bunu gizlemiyordu. "Söylediğin yalan üzerinde çalışmayacak kadar önemsemiyorsun, Lâl."

"Saçmalamayı kes, Valentino! Sen bana ne ima ediyorsun?" Sakin kalmaya çalıştım ve gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra karşımdaki adama döndüm. "Birincisi, sen bana hesap soramazsın. İkincisi, hamile değilim diyorsam değilimdir. Sen ne hakla beni yalancı konumuna sokabiliyorsun?"

Kısa bir an duraksadıktan sonra "Tamam." dedi Valentino. "O ultrasonun kime ait olduğunu söyleyebilir misin peki?"

Söyleyemezdim çünkü Wendy'ye söz vermiştim. "Söyleyemem, sahibi gizli kalmasını istiyor."

Elleri ceplerinde al işte der gibi bir hareket yaptıktan sonra odada sağa sola volta atmaya başladı adam. "Tabii, eminim öyledir."

"Bana bak Valentino, şuradan gerinir gerinir sana bir geçiririm, görürsün benimle dalga geçmek neymiş! Ya sen beni neyle itham ettiğinin farkında mısın?"

"Lâl, bana kimin hamile olduğunu söyleyemiyorsun bile. Söylediğin tek şey ben hamile değilim. Sana inanmamı nasıl beklersin? Hem de geçmişte olan onca şeye rağmen. Bu ikimizin de bebeği ve sen tek başına karar almaya çalışıyorsun, yine aynı şeyi yapıyorsun. Bunca zaman ve yaşananlardan sonra belli ki hiçbir şey değişmemiş. Ben senin güvenini hiç kazanamamışım, beni konunun dışında bırakıyorsun. Sence bu adil mi?"

Ellerimi başımın üstünde birleştirirken yukarı bakıp Allah'tan sabır diledim. "Ay şimdi saçımı başımı yolacağım! Doğmamş çocuğa don biçiyorsun. Kaç defa söyleyeceğim, hamile olan ben değilim! Değilim ya! Zorla mı hamile yapacaksın beni? Hey Allahım ya Rabbi'm ya!"

"Kim o zaman? Kim bu gizli kişi, Lâl?"

Onun kinayeli sözlerinin ardından "Benim." dedi aralık kapıdan içeri giren Wendy. Kapı aralandığında arkada bizimkilerin yanında Luigi de duruyordu ve duyduğu şeyle birlikte şok olmuştu. Valent'in de benim de bakışlarımız Wendy'le buluştuğunda kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tekrar etti. "Hamile olan benim."

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü busrayenerr , anonim_874 , BranurTrk3 , mirdurmaz , GojosWife139 , Wvweever , Nisserdogan , zozkarlikli , AyferYavas , The-Uyumsuz , cansu_munar , 21kalptekielmas23 , Sadett85 , NeslihanSerim , Sdnzbz , FilizAta400 , deyeze , lmthedemon , 000Cor , MetinTun365 okurlarıma armağan ediyorum! 💎 Evet, yeni bölümü nasıl buldunuz ve sizce Luigi'nin bu duruma tepkisi ne olacak? Buraya yazabilirsiniz. Bu sefer bir sürü soru bırakmıyorum buraya, bu bölümün hakkını verecek yorumları buraya yardırabilirsiniz. 😂🌸 Hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazabilirsiniz, hep bu anı beklediğinizi biliyorum, bakın Lâlentino yakınlaşıyor. Evet, buyursunlar efenim. 🩷 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%