@buzlarkralicesi
|
-36- ❝Lâl❞ Ortamda ölüm sessizliği hâkimdi. Wendy'nin araya girip gerçeği söylemesi üzerine herkes şok hâlindeydi. Tabii aramızda bilenler de bu haberi öyle uluorta söylemesine şaşırmış olmalıydı. Şahsen ben bile Wendy'nin beni kurtarmak için Luigi'nin yanında bunları söylemesini beklemiyordum. O an daha da beklenmedik bir şey oldu ve Luigi'nin arkasından bir ses yükseldi. "Hayır, benim!" diye zıplayarak gelen Ahmet'den başkası değildi. Herkes nasıl yani diye garip bir biçimde bakarken ben sağ elimi utançla yüzüme kapatıyordum. Ahmet. Ben bir de bu çocukla aynı evde kalıyordum, düşünün zekâ gerilemesini. Wendy söylediklerinin arkasında duran bir ifadeyle Luigi'yle bakışırken az önce Ahmet'e nasıl yani bakışı atan kişilere cevap borçlu olan salak ev arkadaşım "Hani Kara Murat benim gibisinden." diye açıkladı. Aman ne komik. Tam da zamanı bu şakanın, emin ol. Kimse de gülmemişti zaten. Gülünecek bir ortam değildi çünkü. Ben daha fazla dayanamayıp utançtan kapadığım yüzümü açıp ona baktım. "Kapa çeneni Ahmet!" "Of tamam be! Ortam yumuşasın diye-" "Görüyorsun ki yumuşamadı!" Ahmet de karşılık olarak "Harbi, niye yumuşamadı ya?" diye geveledi ağzının içinden. "Hiç böyle hayal etmemiştim." Ensesini kaşıyarak bir adım geri giden Ahmet pes etmiş bir biçimde durdu. Bu ortamı yumuşatacak bir espri icat edilmediğini anlamış olmalıydı. Benimse öldürücü bakışlarım Valentino'ya dönmüştü. "Gördün mü bak yaptığını?" dedim dişlerimin arasından. O ise hiçbir şey söylemedi çünkü sanırım Luigi gibi o da şaşkındı. Sahte kocamı kolundan tutup çekiştirirken Luigi ve Wendy'ye baktım ve "Ben kalan eşyalarımı sonra almaya gelirim, siz benim odamda rahat rahat konuşun." dedim. Merdivenlere yönelirken diğer elimle Ahmet'i de atılacak bir çöp gibi çekiştiriyordum çünkü ben onu çıkarmasaydım yüzsüz gibi kavgayı izlerdi. Kolunu elimden kurtaran Ahmet "Uff... Ne çekiştirip duruyorsun be?" derken önümüzden aşağıya indi. İlk kez ona laf yetiştirmedim, sadece bir annenin misafirlikte söylenmemesi gereken şeyi söyleyen çocuğa attığı o korkutucu bakışı attım ve yeniden Valent'e döndüm. Çıkış kapısının önünde tam evden çıkarken "Mutlu musun? Herkesi birbirine düşürdün." diye söylendim. Her şey onun meraklılığı yüzünden olmuştu. "Ya ne vardı da çantamı karıştırdın sanki? Hangi hakla?" "Çantanı falan karıştırmadım, Lâl. Kazayla gördüm." "Eminim öyledir! Hiç yapmadığın şey çünkü mahremiyetime saldırmak." Sabırla gözlerini kapayan Valentino suçu üzerine almayı başardı sonunda. "Bak, Lâl affedersin ama hamilesin sandım, gerçeğin farklı olduğunu nereden bilebilirdim?" "Her şeye burnunu sokma sen de! Bilmediğin konulara burnunu sokma mesela!" Aniden olay bizim konumuzdan çıkıp Wendy ve Luigi'ye doğru evrilmişti. "Ne yani, bu olay olmasaydı Wendy bebeği gizleyecek miydi?" "Orası Wendy'yi ilgilendirir." "Nasıl yani?" Gözlerini kısan adam arabanın önüne geldiğimizde bana sorgulayıcı bakışlar attı. "Luigi'nin haberi olmadan bebekten kurtulmayı mı düşünüyordunuz?" "Ha aynen, yatıracaktım Wendy'yi masaya, çıkaracaktım bebeği karnından. Tövbe tövbe!" Sakin kalmaya çalışarak soludum. "Birincisi, Wendy henüz bir karar vermemişti. Kararını verene kadar gizli tutmayı planlıyordu." Sonra Luigi'ye olan bütün sinirimi kusmak üzere Valentino'ya ters bakışlar attım. "İkincisi, Luigi sanki bu bebeği inanılmaz istiyormuş gibi davranmayı da kes Valentino. Arkadaşımı kararsızlıklarıyla nasıl üzdüğünü, yıprattığını biliyoruz." Bir avukat edasıyla da ekledim. "Ayrıca bebeği karnında taşıyan Wendy olduğu için elbette son karar Wendy'nin." Benim kadar öfkeli olmayan ama sorgulamaya devam eden adam "Luigi'ye biraz haksızlık etmiyor musun?" diye sorduğunda aklından ne geçiyordu bilmiyordum doğrusu. Tabii ki haksızlık etmiyordum çünkü Luigi kendisine yapılan her şeyi hak ediyordu. Kuzeni olacak dangalağı da ona ben tanıtacak değildim ya sonuçta. "Tamam, hataları olduğunu inkâr etmiyorum ama söz konusu bir bebek. Ve Wendy annesiyse Luigi de babası." "Normal şartlarda haklısın Valentino ama gel gör ki şartlar normal değil." Ne ima ettiğimi anlamayan adam yüzüme bön bön bakarken açıkladım. "Kuzeninin ne kadar kararsız, duruşsuz biri olduğuna bakılırsa bu olayda bebeği gizlediği için Wendy'ye kızamayız değil mi? Gelgitleriyle delirtti kızı. Kalbini kırıp durdu." Sanki bizim derdimiz bize yetmiyormuş gibi bir de Luigi yüzünden tartışmayı daha fazla çekemedim ve kestirip attım. "Aman neyse! Bu konu bizi ilgilendirmez." Valentino "Ne olursa olsun Luigi'nin de bilmeye hakkı vardı, Lâl. Sen ne dersen de." dedikten sonra bana hak verdiğinden olsa gerek, konuyu daha fazla uzatmadı. Ben gerekli cevabı yapıştırmak üzereyken kuşkulu bakışları bana dönen adam bu kez daha farklı bir gündemle okları üzerime çevirdi. "Merak ediyorum doğrusu, düşüncen bu yönde olduğuna göre böyle bir durumda sen de mi bebeği benimle paylaşmazdın?" "Ne alakası var Valentino?" "Bence çok alakası var. Sonuçta ben de hatalar yaptım, bana çok kızgınsın. İçinde bana karşı bitmeyen bir öfke var." Bakışları çapraz sorguya aldığı suçluyu yakalamış bir polis edasındaydı. Ve ipin ucunu yakaladığını düşünüyordu. "Ve geçmişte yaşadıklarımıza bakılırsa bu çok da uzak bir ihtimal değil ha, ne dersin?" "Valentino, hem suçlusun hem güçlüsün. Bir de haklıymış gibi üste çıkıyorsun ama tamam, sana istediğin cevabı vereyim. Luigi ve Wendy'yle bizim durumumuz aynı değil. Ha geçmişe dönecek olursak da o zamanki şartlarla bu zamanki şartlar da aynı değil." Aldığı cevabı neye yorduğunu bilmiyordum ama yüzünün yumuşadığını ve rahatladığını görebiliyordum. Bu yüzden onun öylesine rahatlamasını istemedim. "Hem ayrıca merak etme, senden hamile kalacak kadar da geri zekâlı değilim. O enayilik bir kere yapılır." Valentino kısa bir an güler gibi dudakları kıvrılsa da ciddileşti. "İddialı sözler söyleme, Lâl Riccardo. Bak, bir gecede nasıl Riccardo oldun." "O başka bu başka." Daha fazla üstelemeyen adamın yüzündeki keyif görülmeye değerdi. Yine neye böyle amaçsızca mutlu olmuştu acaba? Onun kendine güvenen tavırları ve beni benden çok tanıyan hâlleri çileden çıkmama sebep oluyordu. Valent'in "Lâl." diye söze girmesiyle hâlâ canım burnumda olduğu için yüzüne bile bakmadım. Acaba Wendy içeride ne ecel terleri döküyordu Valentino'nun merakı yüzünden? "Ne?" "Bak, biliyorum, öfkelisin." "Öfkeli değilim hayatım, sadece derini yüzüp çanta yapmak istiyorum. İkisi ayrı şey." Tam arabaya bindiğimiz sırada oturan adam başını öne eğip gülmeye başladı. Onun her durumda bu kadar keyifçi olması şaka mıydı? "Kakır kakır gülüp durma Valentino, canımı sıkıyorsun." İkimizin de işleri olduğu için birlikte hastaneye geçtik. Yolda gülüşlerini gizleyen adamı görmezden geldim. Benimle olmaktan son derece zevk aldığını ve mutlu olduğunu gizlemiyordu. Sanki ömrü boyunca bu anı, Riccardo olduğum anı bekliyor gibi keyifiydi. Belki de havaya girmişti, bilemiyordum. Bildiğim tek şey, sanırım biraz haklı olduğuydu. İçime dönüp sorduğumda sanki kalbim ona eskisi kadar öfkeli ve mesafeli olmadığımı söyleyip duruyordu bana. Sanki bir adım atsa ona koşacakmışım gibi savunmasız hissediyordum. Bir yanım da aynı şeyleri yaşamaktan deli gibi korkuyordu. O da bunun farkında mıydı bilmiyordum ama hiç üstüme gelmiyordu. Bir şey sormuyordu. Yaptığı tek şey ne olursa olsun yanımda olmaktı. Bu gurursuzluk olarak adlandırılabilirdi belki ama ben onun yanında kendimi güvende hissediyordum. Şuan burada, sahte kocam Valentino Riccardo'nun arabasında, onun yanında otururken yaklaşan dava sürecimi bile düşünmüyordum. Başkan ve Vural bile meşgul etmiyordu beynimi. Her şeyi oluruna bırakmışım gibi bir hâl vardı üzerimde. Hastaneye vardığımızda "Ben bir kliniğe uğrayacağım." diyerek Valentino'nun yanından ayrılmak üzereyken bahçede bize doğru gelen Doğan Bey'le karşılaştık. "Gençler, merhaba." diye sıcak bir selam verdi bize adam. Ben baş işaretiyle selamını alırken Valentino dostane bir biçimde el sıkışmıştı kendisiyle. "Tekrar tebrik ederim evlilik haberiniz için." Samimiyetle başını salladı. "Gerçekten çok mutlu oldum." İkimiz de eş zamanlı olarak "Teşekkür ederiz." falan derken Doğan Bey konuşmak için biraz çekingen görünüyordu. Ve sanki izin ya da işaret bekler gibi Valentino'ya bakıyordu. Belki de ben paranoyak biri olduğum için bana öyle gelmişti ama ilk tanıştığımızdan beri Doğan Kozanoğlu'nun Valentino'yla gizli bir bağı var gibiydi. Sessizce, sadece gözleriyle anlaşıyorlardı sanki. Valent'i tanımasaydım mafya işlerini birlikte yürüyorlar sanırdım. Doğan Bey "Artık balayından döndüğünüze göre müsaitseniz bu akşam yeni evli çiftimizi evimde ağırlamak isterim." dediğinde Valent'le birbirimize baktık. O sanki benden fikir alır gibi baktığında bu davetten daha fazla kaçamayacağımızı anlamıştım. Adam "Ancak bugün için başka bir planınız varsa ısrar etmiş olmak istemem." diye eklediğinde biraz mahcup hissettiğim için reddetme gibi bir girişimde bulunamadım. Sanki yeni evli çiftler olarak gelemeyiz, meşgulüz dersek meşguliyetimizin ardında müstehcen bir ima barınır gibi garip bir gerginlik içine girdim. Yeniden Valent'e kısa bir bakış attıktan sonra Doğan Bey'e dönüp başımla onayladım. "Tabii, geliriz. Memnuniyetle." Valent'in de başıyla onaylaması üzerine "Bu akşam sizdeyiz o zaman." diyerek Doğan Bey'in memnun yüzüne tebessümle baktım. "Harika o hâlde, akşam bekliyorum." Yanımızdan ayrılan adamın ardından yine baş başa kalmıştık. Elleri ceplerinde olan Valentino bana bakıyordu. Ben ne var diye sormama fırsat kalmadan ağzındaki baklayı çıkardı. "Artık davetlere ve yemeklere de katılmaya başladığımıza göre gerçek bir evli çift olduk diyebilir miyiz?" "Diyemeyiz, Valentino. Başka aklına takılan olursa sor yine." Güldü adam. Hiç de bozulmuyordu, nasıl bir yüzsüzlükse. "Tamam, gerçek evli çift olmaya bir adım daha yaklaştık diyebiliriz o hâlde." "Ne saçmalıyorsun Valentino, yürü git Allah aşkına." Ben söylene söylene yanından ayrılıp kliniğe gittiğim sırada o da arkamdan bir süre bakıp tebessüm ettikten sonra hastaneye girdi. Onun çekim alanından kurtulmak bir kadın için çok zordu. Yırtıcı bir hayvana kurulan, çıkılması imkânsıza yakın tuzaklar gibiydi. Ona ne kadar kızgın olursanız olun, ondan deli gibi nefret etseniz de bir yolunu bulup sizi kendine çekiyordu bu adam. Tatlı tuzaklar kuruyordu, cazibesini kullanıyordu... Bir şeyler yapıyordu. Sır mıydı büyü müydü bilmiyordum ama bir şey yapıyordu. Klinikteki işlerimi hâllettikten sonra Şebboy'un hangi ara oldu, çok tebrik ederim tarzı tebriğini kabul ettikten sonra bizi bekleyen arabaya geri döndüm. Valentino da o sırada telefonla konuşa konuşa hastaneden çıkıyordu. Müthiş zamanlama. Telefonunu kapattığında birlikte arabaya binmiştik. Akşamki yemek için hazırlanmam gerektiğini biliyordum ama önce Wendy'yi görmeliydim. Bu yüzden "Beni eve bırakır mısın?" dedim. "Wendy'yi görmem gerek." Kısa ve düşünceli bir bakış attıktan sonra başıyla onayladı Valentino. Gayet sessiz ve sakin bir biçimde beni eve bıraktılar. Luigi'yle neler olduğunu deli gibi merak ediyordum. Ne tepki verdiğini. Yine öyle buzdolabı gibi durmuş muydu acaba? Hödük. Yemin ediyorum şu adamı bir dövsem ne rahatlardım var ya. Terapi gibi terapi. Araba evin önünde durduğunda inmek için hazırlanırken Valent'in elime dokunup durdurmasıyla ona döndüm. "Lâl, akşamki yemekten sonra seninle biraz konuşmak istiyorum." "Konu ne?" "Biz." Herhangi bir itirazda bulunmamama rağmen aceleyle ekledi. "Konuşmamız gereken şeyler var, Lâl. Sen de bunun farkındasın. Bu şekilde devam edemeyiz." Kısa bir an yüzüne baktıktan sonra "Tamam." dedim ve Valent'in bakışlarındaki şaşkınlığı gördüm. "Hayret, itiraz etmedin." "Konuşmamız gerektiği konusunda hemfikirim." Çünkü ben de yorulmuştum. Ondan uzak duramadığım hâlde aramıza isimsiz bir duvar örmek, o anlamsız mesafe beni yormuştu. Defalarca konuşup çözemediğimiz şeyi bu kez çözeceğimize beni inandıran neydi bilmiyordum ama ben de konuşmak istiyordum. Sanırım süngüm düşmüştü. her şartta ve koşulda bu adamın yanımda olmasının da etkisi büyüktü. "Akşam Doğan Bey'in davetinden sonra konuşuruz. Şimdi gitmem gerek." Valent'i memnun yüz ifadesiyle geride bırakıp arabadan indiğimde içim garip bir huzurla dolmuştu. Sanki yüzyıllar süren bir kan davasını sonuca bağlayacakmışız gibi garip bir rahatlamaydı bu. Öte yandan az sonra kapıdan içeri girdiğimde beni nasıl bir Wendy'nin karşılayacağını da merak ediyordum. Çantamı kurcaladım ama anahtar yanımda yoktu sanırım. Hamilelik haberi patlayınca apar topar çıkarken evde unutmuş olmalıydım. Kapıyı çaldım. Kısa bir süre sonra kapıyı Ahmet açtı. Sanki beni bekliyormuş gibi nefes nefese "Hah, geldin mi?" dediğinde kaşlarım çatıldı. "Hayırdır?" "Luigi gitti, Wendy odasına kapandı. Ben de çok merak ettim acaba ne konuştular diye. Kapıyı dinlemek istedim ama malûm, şimdi mafya falan, kapıyı dinlerken yakalarsa beni vurabilir gibi geldi o yüzden uslu bir şekilde salonda bekledim. Wendy de hiçbir şey anlatmadı, meraktan çatlıyorum." Nefes almadan konuşan çocuğun beni kapının önünde bıraktığını anlaması dakikalar aldıktan sonra "İçeri gelsene." diyerek beni içeri davet etti. "Allah razı olsun ya." Çantamı askılığa bıraktığımda "Yukarıda mı şimdi?" diye sordum sanki az önce duymamışım gibi. "Hı hı, odasında. Çıt yok." "Luigi'nin giderkenki yüz ifadesi nasıldı?" "Uğur derin dondurucu gibi." "Ha, normal o zaman." O her zaman buzdolabı gibi dururdu. Bu yüzden maalesef bebek haberine tepkisi hakkında bize sağlıklı bir ipucu vermiyordu. Ben merdivenleri çıkarken arkamdan gelen Ahmet'e döndüm sorar gibi. "Sen nereye?" "E ben de merak ediyorum." "Tamam Ahmet, sonra öğrenirsin sen de. Şimdi gelme." "Ohooo! Ama hani kadın erkek eşitliği? Bu sefer de siz erkekleri ötekileştiriyorsunuz, ne anladım ben bu işten?" "Ya ne alaka Ahmet? Anlatmayacağız mı dedik? Dur bir yukarı çıkayım, hasar tespiti yapayım. Sonra nasılsa senin de haberin olur." "Üfff tamam be. Zaten hangi gün gel Ahmet şu dedikodumuza katıl dediniz ki? Ne diyeyim, yazıklar olsun." "Uzatma Ahmet." Ben merdivenleri çıkmak üzereyken "Sizi Avrupa İnsan Hakları'na şikâyet edeceğim." dedi adam. Merdivenlerde duraksamadan çıkarken birbirimize kızdığımızda yaptığım gibi takıldım ona. "Çok korktum, Allah'ın Pötürgeli'si beni Avrupa İnsan Hakları'na şikâyet edecekmiş." diye söylenerek merdivenleri çıktım. O bana kızınca kolej kızı derdi, ben de memleketinden dolayı Allah'ın Pötürgeli'si derdim. Şimdi de pek farklı olmadı. "Hıh, köylü milletin efendisidir bir kere kızım! Altan'ın söylediği kadar varsın, kolej kızı seni. Özünü unutmuşsun özünü!" Bu tatlı kavgaya Wendy'nin odasının önüne geldiğimde "Kapa çeneni, getirtme beni oraya Ahmet." diyerek noktayı koymuştum. Sanırım bu onu susturmaya yetmişti. Usulca kapıyı çaldım ama ses gelmedi. Kapıyı açmaya çalıştığımda kilitliydi. "Wendy! Benim, Lâl." Bir süre bekledikten sonra yavaşça bir biçimde kilidin açılma sesini duydum. Sessizce kapıyı açıp hiçbir şey söylemeden beni içeri buyur etti. İlk etapta bir şey söylemeden içeri girdim ama Wendy'nin yüzündeki üzüntüyü görebiliyordum. Acaba Luigi bebeği istememiş miydi? Bu kadar üzülmesine sebebin ne olduğunu sorgulasam da hemen bir şey sormadım. Yatağın kenarına oturdum sakince. Aynı sessizlikle Wendy de gelip karşıma oturdu. Ya bu Luigi kendini ne sanıyordu? Kafasını koparıp masaya süs diye koyamayacağımı mı düşünüyordu? Ne hakla benim arkadaşımı bu kadar üzebiliyordu? Sanki bana bulunmaz Hint kumaşı. Bakışlarım manasız bir biçimde yatağın nevresimlerinde gezinirken "Suratının hâline bakılırsa Luigi'yle konuşmanız pek iyi geçmemiş." dedim yalnızca. "Pek bir şey konuşmadık." "Nasıl yani?" "Bebek hakkında ne düşündüğümü sordu sadece." "Eee?" "Ben de henüz bir karar vermediğimi söyleyince bir şey demedi. Ne bir sevinç, ne üzüntü. Hiçbir şey yoktu yüzünde. Bir karara vardığımda haberdar etmemi söyledi." Luigi'nin böyle bir habere bu kadar ifadesiz kalmasına deli olsam da karşımda yeterince hassas olan kıza bunu belli etmedim. "Canım, şimdi onun için de yeni bir durum bu. Beklenmedik bir şey olduğu için kal gelmiştir. Ben de ilk hamile olduğumu öğrendiğimde ne hissedeceğimi bilememiştim. Normal yani." Kendimi zorlayarak Luigi'yle empati kurmaya, olgun biri gibi davranmaya çalıştım ki beni bilen bilirdi, hiç olgun biri değilimdir aslında. "Sen şimdi bunları düşünme, iyice bir dinlen. Kafanı dinle. Kalbindeki kararı verene kadar-" "Kalbimdeki karar diye bir şey yok, Lâl. Ben istesem de istemesem de bu bebeği aldıracağım." "Ne?" Algılamakta güçlük çektim. "Nasıl yani?" "Sırf bebek var diye sorumluluğu zoraki üstlenecek birini yanımda istemiyorum." "Ya Wendy, bu çok ani bir karar değil mi şimdi? Nereden biliyorsun bunun böyle olduğunu? Belki Luigi henüz şoku atlatamadığı için-" "Hayır, Lâl hayır. Lütfen bana gereksiz umut pompalama. Luigi'yi ikimiz de tanıyoruz. Normal şartlarda sevgisini ifade etmekten aciz biri benimle evlenir miydi? Hayır. Sırf bebek yüzünden de evlensin istemem." Ne diyeceğimi bilemedim o an. Direkt duygularımı paylaşmadım ama onu sakinleştirmem gerektiğini biliyordum. Anlık bir sinirle ya da duygusallıkla ömür boyu pişman olacağı bir karar vermesini istemezdim. "Wendy, bak tamam, bebeği doğurmama kararı alırsan elbette saygı duyarım. Herkes de saygı duymak zorunda. Ama sana yalvarırım acele karar verme olur mu? Sakin ol. Bugün bu kararın üzerine bir yat bakalım, bir düşün. Daha vaktin var nasılsa. Tamam mı?" Herhangi bir cevap vermeyen kızın ıslak gözlerine baktım. "Benim için." Sadece sessizce başını sallayan kıza sarıldım ve onu sakinleştirip odadan çıkmak üzereyken "Şey... Ultrason filmi nerede?" diye sordu bana. "En son sendeydi." Etrafa bakındım sanki Wendy'nin odasında olabilirmiş gibi. "Vallahi... Bilmiyorum ki. O hengâmede odamda kalmış olabilir. Bilemedim." "Yok, odanda değildi. Biz orada konuşurken yoktu." Olmadığını bildiğim hâlde çantamı kurcaladım. "Yani... Çantamda da yok ama... Buluruz canım, çıkar bir yerden." Omuz silkti. "Tabii. Zaten o kadar önemli değil." Onu yatağın üzerinde düşünceli bir biçimde bırakıp çıktığımda merdivenleri Kurtlar Vadisi Memati gibi iniyordum. Öyle öfkeliydim ki burnumdan soluyordum. Merdivenlerin bitiminde merakla bekleyen Ahmet'i bile ezip geçtim. "Oha kızım! Nereye böyle?" "Birini öldürüp geleceğim, sen hapishane için çantamı hazırla." Ahmet'in bir şey söylemesine fırsat bırakmadan kapıdan çıkıp gittim. Bahçeden çıktığımda araba kapının önünde beni bekliyordu. Montrel kapıyı bana açtığında içeride Valent'in olmadığını gördüm. Nerede olduğunu merak edemeyecek kadar öfkeliydim, bu yüzden direkt muhatabımı sordum. "Luigi şerefsizi nerede?" Öfkeli konuşmama anlam veremeyen Montrel "Muhtemelen hastanededir." dedi şaşkınlıkla. Onun şaşkın tepkisini umursamadan "Hangi deliğe girdiyse oraya gidiyoruz." dedim arabaya binerken. Kısa, şaşkın bir duraksamanın ardından dediğimi yaptı Montrel. Hastaneye geldiğimizde taş üstünde taş bırakmayacak kadar sinirliydim. Normal şartlar altında bu konu Wendy ve Luigi arasında der, karışmazdım ama Luigi'nin bu basiretsiz hâlleri beni bile çıldırtmış durumdaydı. Bir şeyi ya istersin ya da istemezsin, bu kadar basit. Bunun cevabı bu kadar basitken neden arkadaşımı üzüyordu? İstiyorum ya da istemiyorum demek bu kadar zor muydu? Hem açık konuşmak gerekirse başından beri Luigi de bizim ilişkimize burnunu soktuğu için bu işe karışmakta kendi adıma bir sakınca görmedim. Asansörle yukarı çıktığımda yönetim katında, koridorda Pietro'yla karşılaştık. Muhtemelen hiçbir şeyden haberi olmayan Pietro neşeyle gülümseyip "Lâl, nasılsın?" derken o da benim öfkemden nasibini aldı. "Nerede o haysiyetsiz abin? Çabuk söyle." "Ne?" "Luigi nerede, Luigi?" "Şey..." Şaşkınlıkla parmağını Valent'in odasına işaret ederek "O-Odada..." diyebildi yalnızca. Konuşmasının devamına fırsat vermeden selamsız sabahsız odaya daldım. Luigi yalnızdı. Elindeki dosyaları Valent'in masasına bırakmakla meşguldü. Bakışları açılan kapıya dönen adam benim geldiğimi görünce "Lâl." dedi. "Luigi sen ne tür bir dengesi çıktın ya? Nesin sen, ne yapmaya çalışıyorsun?" "Anlamadım." "Anlasan iyi olur o zaman." Arkamdan sinirle ittirdiğim kapının kapanıp kapanmadığını bile umursamadan Luigi'nin üzerine yürüdüm. "Bana bak Luigi, benim kardeşimi kimse üzemez tamam mı? Allah yarattı demem, seni ayağımın altına alır öyle bir çiğnerim ki ne olduğunu şaşırırsın!" Benim aksime sakinlikle açıklamaya çalıştı adam. "Bak, Lâl-" Öfkeli olduğum için fırsat vermedim çünkü söylediklerimi iyi anlamasını istiyordum. "Bana bak, geçmişte nasıl travmaların var bilmiyorum ama bana sorarsan temiz bir dayak yesen düzelirsin. O yüzden o aklını başına topla, belanı benden bulma." Dümdüz bakarak "Dinleyecek misin?" diye sordu. "Eğer bana söyleyebileceğin sağlıklı bir şeyler varsa dinleyeceğim Luigi. Ama önceki konuştuğumuz konular gibi biz ayrı dünyaların insanlarıyız bilmem ne tatavası yapacaksan senin ağzını yüzünü kırarım artık, yeter! Benim arkadaşım evde perperişan oldu senin yüzünden ya! Kıza acımıyorsun, karnındaki bebeciğe de mi acımıyorsun? Nasıl vicdansız bir insan çıktın sen ya?" Tedirginlikle olduğu yerde dikeldi adam. "Onlara bir şey mi oldu?" "Daha ne olacak, başlarına sen geldin!" İşaret parmağımı tehditkârca salladım. "Bana bak Luigi, onlara bir şey olmadı ama eğer bu kararsız, basiretsiz hâllerini düzeltmezsen sana yakında çok fena şeyler olacak benden söylemesi." Anlayamıyordum. Hem öfke hem de merakla kaşlarımı çattım. "Ya madem ikisini de bu kadar merak ediyorsun, ilgileniyorsun, neden böyle davranıyorsun Luigi? Beni delirtmeye mi çalışıyorsun?" "Ben bir şey yapmıyorum, Lâl. Wendy'ye bebekle ilgili hiçbir şey dayatmadım." "Sorun da bu! Duygularını neden söylemiyorsun, neden paylaşmıyorsun? İstiyorsan istiyorum, istemiyorsan istemiyorum diyeceksin. Neden demiyorsun?" O karşımda sessiz durdukça asfalyalarım iyice atıyordu. "Kimse senin yakana zorla yapışmıyor anladın mı? İstemiyorsan bile bunu mertçe söyle! Eğer Wendy'nin hayatında olmayacaksan anlayalım, bilelim. Biz bakarız bebeğe. Ama öyle kararsız kararsız durup benim tepemi attırma." Meraklı bakışları aydınlanan Luigi "Bebeği doğurmaya mı karar verdi?" diye sorduğunda içimde bebeği istiyormuş gibi bir his uyanmıştı. Yanılıyor muydum? Yanılmak istemedim. Sinirle tısladım. "Hayır canım, aldırmaya karar verdi. Hem de istediği hâlde." Yüzünün beton gibi katılaşıp donduğunu görmenin de ötesinde hissedebiliyordum ama umursamadım, devam ettim. "Neden biliyor musun? Çünkü senin onu normal şartlarda sevmediğini, sahiplenmediğini biliyor. Ve bebek için, sadece sorumluluk ya da mecburiyet olarak gördüğün bu şey için onunla evlenmene katlanamıyor. Anladın mı şimdi bu kararsızlığın kaç kişinin hayatını etkiliyor?" "Ne?" Duraksayan adamın gözlerinde gördüm endişeyi. "Hayır." "Ne hayır, neye hayır?" Bir adım daha attım ona doğru. "Ya sana kaç defa fırsat verdim. Defalarca fırsat tanındı sana eşek! Sen öyle dümdüz, duvar gibi durdun. Şimdi neye hayır?" Dili tutulan adama bakarken sakinleşmeye çalışarak bir nefes aldım. "Luigi sen bu bebeği istiyor musun, istemiyor musun? Bana açık konuş." Net bir dille "İstiyorum." dedi. İlk defa bu kadar netti ve kararlılığı gözlerinden okunuyordu. "Ulan o zaman ne diye kıza bebeği istiyorum demedin, dingil? "Onun kararını etkilememek için." Donup kaldım. Biraz sinirlerim yatışmıştı. En azından bana karşı dürüst olması beni sakinleştirmişti. "Böyle yaparak neyi amaçlıyordun Luigi? Sen sessiz kaldıkça, açık konuşmadıkça, birlikte bir karara varamadığınız için Wendy bebeği istediği hâlde bugün aldırmayı düşünüyor. Mutlu musun?" "Hayır, hayır buna izin veremem." Başını iki yana sallayan adam omzuma çarpıp giderken "İkimiz de istediğimiz hâlde böyle bir hataya izin veremem." dedi ve aceleci adımlarla odadan çıktı. Arkasından "İyi edersin!" diye bağırıp söylenmekten kendimi alamadım. "Dangalak." Kollarımı kavuşturdum. Aralık kapıdan beni izleyen Pietro ve Valentino'nun bakışlarını fark etmem birkaç saniyemi aldı. Valentino kapı eşiğine yaslanmış beni izlerken Pietro bana bir kahramanmışım gibi bakışlar atıyordu. Bense hâlâ Luigi'nin salaklıklarına sinirliydim. "Ne var? Nedir? Pietro "Sen tam bir kahramansın." derken beni alkışlıyordu. "Evet, çünkü yeğenini kurtardım. Amca oluyorsun." Haberi daha az önceki kavgadan alan Pietro son derece mutlu görünse de Valent'in bana bakışları dünyaya bedeldi. Bana doğru bir adım atarken başını iki yana salladı ve "Sen... Koca bir dünyaya hükmedecek kadar cesursun." dedi Valentino. Bunu söylerken gözlerindeki hayranlığı gizlemiyordu. Pietro "Ve tehlikeli." diye ekledi. Keyifle dudakları kıvrıldı. "Bence bebek kız olursa senin adını vermeliler." Hiçbir şey olmamış da sanki az önce burada kıyametleri koparmamışım gibi sıradan bir ifadeyle "Bence de." diyerek karşılık verdim. "Ortalık biraz durulsun, konuşacağım zaten. Luigi'ye en büyük ceza biricik kızına benim adımın verilmesi diye düşünüyorum." Üçümüz gülüşerek odadan çıktığımızda az önce bu odada yaşanan kaos ve gerginlikten eser yoktu. Bir kez daha her şeyin çözülmesinden memnuniyet duyuyordum. Valent'le eve doğru yola çıktığımızda neredeyse hava kararmış, akşam olmuştu. İki ayağım bir pabuca girmiş bir şekilde evden içeri girdiğimde Doğan Bey'in davetine nasıl yetişeceğimi kara kara düşünüyordum. Kapıdan girer girmez Nina çıkardığım ceketimi aldı. Ben hızla merdivenleri tırmanırken Valent de arkamdan geliyordu. "Neden bu kadar acele ediyorsun anlamıyorum." "Bir yere davet edildik farkındaysan. Bir an önce hazırlanmam gerekiyor." Söylene söylene odaya girdiğimde kıyafet dolabıma yöneldim. "Offf... Giyecek hiçbir şeyim yok." Her kadının günlük olarak yaşadığı o şimdi ne giyeceğim ile giyecek hiçbir şeyim yok çizgisinde gidip geliyordum. Otuz sekiz gardrop dolusu kıyafetiniz de olsa giyecek hiçbir şeyiniz yoktur. Uzun araştırmalar sonucu birkaç kıyafet seçtim ama içime sinmedi. En sonunda lacivert bir elbise gözüme çarptı. Kararsızlıkla elime aldığımda "Çok mu kısa acaba ya?" dedim kendi kendime. Çok güzeldi ama sanırım biraz kısaydı. 
O usulca banyoya girdiğinde ben üzerimi değiştirmiştim bile. Saçlarımı ensemin arkasında bir topuz yapmaya karar verdim. Sonuçta baloya katılmıyorduk. Alt tarafı basit bir davet. Bir akşam yemeği. Valentino banyodan çıktığında ben hemen hemen hazırdım. Makyajımı fazla abartı katmadan tazeledikten sonra parfümümü sıktım. Beni gören adamın adımları duraksadı. Bakışları üzerimde gezindi uzun uzun. "Çok güzelsin." Herhangi bir yanıt vermeden çekmeceye uzandım. Kıyafetime uygun takı ararken beline sarılı havluyu gevşetip soyundu. Bakışlarımı kaçırdım ve görmezden gelmeye çalıştım. Ahlaksız herif. Evlendik diye zort diye karşımda soyunmaya utanmıyor muydu acaba? Ne saçmalıyorsun, Lâl? Algım dağıldığı için onun tarafına bakmamaya çalışıyordum ama ne yazık ki aynadaki yansımasına da engel olamazdım ya. Gözüme gözüme sokuyordu kendini adam. Kıyafet dolabından kendine şık bir takım çıkardı. İç çamaşırını ağır ağır giyerken bana bakmaktan alıkoymuyordu kendini. Bense baktığımı belli etmemeye çalışarak aradığım takılara odaklandım. Mavi taşlı bir kolye ve onun su damlasını andıran küpelerini seçtim. Küpelerimi takarken sıradan bir ifadeyle "Bu Doğan Bey'le sen... Çok mu samimisiniz?" sorusunu sordum. Biraz da dikkatimi dağıtmak için sormuştum bunu. Aniden böyle bir soruyla karşılaşan Valent kısa bir an afallasa da normal bir yüz ifadesiyle karşılık verdi. "Neden sordun?" "Ne bileyim, hani iş yapıyorsunuz ya. Sürekli hastanede. Arkadaş gibi takılıyorsunuz. Nereden tanışıyorsunuz, yakın mısınız diye merak ettim." "Yakın sayılırız." Etrafına bakınırken benimle göz teması kurmaksızın "Hazırsan çıkalım mı?" dedi. Omuz silktim. "Olur." Belki de vesvese yapıyordum, bilmiyordum ama Valent'in bu konudaki cevapları geçiştirir gibi hissetmiştim. Sanki bu konuda konuşmamızdan rahatsız mı olmuştu yoksa üstünde durmaya değer mi görmüyordu tam olarak anlayamamıştım ancak o kısa bir cevap verince ben de üstelemedim. Ben takılarımı takana kadar Valentino ışık hızında hazırlanmıştı bile. Şu erkeklerin hazırlanma hızına hayrandım cidden. Yıka ve çık. Bu kadar basit. Ben onun gibi duş alıp hazırlansaydım anca sabaha çıkardık evden. Arabaya bindiğimizde aynı sessizlikle yola düştük ama içimde garip bir sıkıntı vardı. Doğan Bey'in misafiri olmakta bir sıkıntı yoktu. Ama ne hikmetse o Beyza denen kızdan hiç hoşlanmamıştım ve misafir olduğumuz evin sakini olduğu için muhtemelen onunla da muhatap olacaktık. Bu beni biraz germişti. Hani sevmediğimiz akrabalarımızla bayramlaşmaya giderken hissedilen o isteksizlik var ya, o doğuvermişti içime. Beyza'yla akrabalık mı? Allah korusun. Birbirinden karmaşık düşüncelerin ardından ne kadar sürdüğünü anlamadığım yolun sonunda büyük bir evin bahçesinden içeri girdi arabamız. Usulca kapının önünde durdu. Önce Valentino inip elini bana uzattı. Elini tuttum. Yabancı bir ortama girmek üzere olmanın gerginliğiyle ona tutundum. Kokumu içine çektiğini gizlemeyen adam ise güven veren bakışlarıyla elimi tuttu ve inmeme yardımcı olduktan sonra aynı samimi pozisyonla dış kapıya doğru ilerledik. Benden cesaret alan adam elimi tutan elinin parmaklarını benimkilere kenetledi. Zile bastık ve kısa süre sonra evin yardımcılarından biri olduğunu anladığım siyah saçları topuz yapılmış kısa boylu bir kadın kapıyı açtı. Güleryüzlü bir ifadeyle "Hoş geldiniz, Bay ve Bayan Riccardo." derken misafirperver bir edayla bizi içeri buyur etti. İçeri girdiğimiz kısa süre içinde kapıya doğru yürüyen Doğan Bey misafirperverliğinin yanı sıra heyecanlı görünüyordu. Gergin bir tebessümle onun "Çocuklar, hoş geldiniz." sözüyle karşılamasını başımla onayladım. Valentino ise her zaman olduğu gibi kendinden emin duruşuyla "Hoş bulduk, Doğan Bey." derken bir eliyle elimi tutmayı bırakmadı, diğer elini ise el sıkışmak için Doğan Bey'e uzattı. "Nasılsınız?" "İyiyim, teşekkürler." Birkaç saniye içinde Beyza da Doğan Bey'in arkasındaki merdivenlerden aşağı inerek babasının iki adım arkasındaki yerini aldı. Bakışları bizim birbirine kenetli ellerimizden yüzümüze doğru yükselirken babasından arta kalan zamanda "Hoş geldiniz." dedi. İlk andan itibaren yıldızlarımız barışmadığından mıdır bilmem, sanki ağzının içinden konuşur gibi isteksizdi. Özellikle bana bakarken. Bakışları beni göz hapsine tutmuşken benim geri adım atmaya niyetim yoktu. İçimdeki garip gerginliğe rağmen. Bu kapıdan içeri girer girmez kendimi çok yabancı ve savunmasız hissetmiştim. Buraya ait değil gibiydim. Esasında misafir geldiğim yere ait hissetmeme de gerek yoktu ama içimdeki bu yabancılık hissi bana biraz garip hissettirmişti. Şimdiyse evin sahibi olduğunu bildiğim bu kadına kendime güvenen bir edayla "Hoş bulduk." demeyi başardığıma şaşırıyordum. Neyse ki çok geçmeden bu gergin hava Doğan Bey'in "Buyurun lütfen, masaya geçelim." sözüyle dağıldı. Herkes masadaki yerini alırken Valentino sandalyemi çekti ve "Hayatım." diyerek oturmamı bekledi. Tüm bunlar olurken tıpkı havuzda öpüştüğümüz geceki gibi Beyza'nın bakışları Valent'de geziniyordu. Bu kez tek bir farkla. Valent'le benim aramda mekik dokuyordu bakışları. Ben oturduktan sonra Valentino da yanıma oturdu. Sohbet muhabbet başlarken ben hâlâ buraya kendimi yabancı hissediyordum. Burada ne işim olduğunu sorgularken buldum kendimi. Garipti. Basit bir davette böyle hissedeceğimi düşünmezdim ama ait olmadığım bir yerdeymişim gibi hissediyordum. Savunmasız ve rahatsız. İzleniyormuş gibi. Sanırım biraz da davetten sonra Valent'le tüm zırhlarımızı soyunup yapacağımız konuşmanın etkisi vardı bunda. Heyecanlıydım. Tüm bahaneleri ve savunmaları bir kenara bırakıp konuşacaktık. Ve şuan sahte kocam bana ilk defa geldiğim bu evin yemek masasında bir prenses gibi davranıyordu. Doğan Bey "Evlilik haberiniz biraz ani oldu ama gerçekten çok sevindim çocuklar, tebrik ederim." dedikten kısa bir süre sonra dirsekleri masaya dayalı Beyza bu anı bekliyormuş gibi söze girdi. "Gerçekten, çok ani oldu." Kaşlarını kaldırarak yapmacık bir düşünme ifadesiyle ekledi karşımdaki kadın. "Bu evlilik işleri aceleye gelmez diye düşünüyorum." Valentino bir şey söylemek üzereyken araya girdim ve sakinliğimi koruyarak dirseklerimi masaya dayayıp parmaklarımı birbirine kenetledim. Onun gibi uyuz sayılabilecek bir ifadedense kendimden emin bir bakışla karşılık verdim. "Aceleye geldiği pek söylenemez, Beyzacığım. Biz Valent'le neredeyse 3 senedir tanışıyoruz. Uzun zaman önce evliliği planlıyorduk ama bugüne kısmetmiş." Hımm anladım dercesine aynı uyuz ifadeyle kaşlarını kaldıran kadın başını sallasa da küçük aklıyla fikir beyan etmekten geri durmadı. Sanki ona fikrini sorduk. "Tabii, orası öyledir muhakkak ama evlilik ciddi bir karar. E siz de anladığım kadarıyla bu 3 yıl boyunca ayrıl barış ilişki yaşamışsınız. Böyle bir durumda evlilik biraz riskli bir karar gibi geldi bana." Aynı her şeye burnunu sokan akrabalar gibiydi. Hani bayram günleri bayramlaşmaya gittiğine gideceğine pişman eden, her şeyi meraklanıp soran o münasebetsiz akrabalar gibi. Ben karşılık vermeden "İnsanların özel hayatına bu kadar müdahil olmak ne kadar doğru bilemedim, kızım." diyen Doğan Bey onun bu ağzından çıkanı tartmayan hâllerine alışık olacak ki uyarıcı bakışlarını kızının üzerine dikmişti ama onun aksine ben hiç gergin sayılmazdım. Sadece karşımdaki bu kadının cüretine şaşıyordum ve onu bozmak için kendimi hazır hissediyordum. "Beyzacığım, endişelerini çok iyi anlıyorum." Güler yüzümün ardında tehditkâr bir rahatlık vardı. Hani her kadın anlar ya, karşısındaki kadının yanındaki adama tehlikeli yaklaşımını hisseder. Ya da kendisine karşı düşmancıl tavırlarını. Mesele Valent'le ilgili olmayabilirdi. Belki Beyza yalnızca benden hoşlanmamıştı. Ancak aramızda doğru olmayan, norm dışı bir iletişim şekli olduğu açıktı. Ben de bunu hissetmiştim. Ama kıskançlığı çoktan aşmış, özgüvenli bir edayla karşılık verdim. "Ama inan bana bu söylediğin şeyler Valent'le bizim için geçerli değil. Bizimkisi çok büyük aşktı, bir sürü engeli aştı ve görüyorsun ki yine birlikteyiz. Yan yana, omuz omuza. Birçok kez evlenmeyi düşündük, denedik, hayatın bize karşı planları bunu aksattı." Omuz silktim neşeyle. "Ama engelleyemedi. Zararı yok, biz yine birlikteyiz. Yolumuzdaki ayrık otlarını temizleyip yine birbirimize kavuştuk." İddialı bir bakışla ekledim. "Bu bizim doğamızda var." Karşılığında söyleyecek bir şey mi bulamadı bilemiyordum ama onaylayarak başını salladığında ilk raundun yenilgisi onu morartmışa benziyordu. Öte yandan Valentino söylediklerimden ötürü öyle hoşnut görünüyordu ki sevinçten dört köşe olabilirdi. Büyülenmiş bakışları yüzümde gezinirken ben gözlerimi kaçırdım. Sadece onun gibi sahte eş rolünü iyi yapmaya çalışıyordum. Yemeklerimiz geldi ve bir süre sessizce yemeklerimizi yedikten sonra Doğan "Ne zamandır tanıştığınızı söylediniz. Peki, nasıl tanıştınız?" diye sordu. Bizi ve evliliğe giden yoldaki o ilişkimizi tanımaya çalışıyordu belli ki. Ben tuhaf tanışmamızı nasıl anlatacağım diye düşünüp kıvranırken Valentino masanın üstündeki elimi tutarak bu sorumluluğu üzerimden aldı. "Onu her yerde ararken hiç beklemediğim bir anda karşıma çıktı." Evet, sanırım karmaşık anlatımlara girmeden en kısa şekilde böyle özetlenebilirdi tanışmamız. Dalgın bakışları önüne dönen Doğan Bey iç geçirerek "İnsanın diğer yarısını bulması bir başka şey doğrusu." demekle yetindi. Geçmişte Beyza'nın annesiyle yaşadığı destansı aşkın anıları mı canlanmıştı gözünde yoksa kavuşamadığı bir aşkın hayıflanması mıydı iç geçirişinin sebebi, bilemiyordum. Erkeklerin ne düşündüğünü tahmin etmek her zaman zordur. Beyza hevesle "Annem senin ruh eşindi değil mi baba?" diyerek araya girdiğinde meraklı bakışları babasına dönmüştü. Aslında benim de içten içe merak ettiğim o soruyu dillendirmişti. Doğan Bey bakışlarını kaçırırcasına "Evet, elbette." derken bana mı öyle gelmişti bilmiyordum ama geçiştirir gibiydi. Samimiyetsiz bir ifade sezmiştim sözlerinde, bakışlarında. Çok mu şey biliyordum ben ruh eşini bulmak hakkında? Her haltı bildiğimi mi sanıyordum? Ne hakla baba kız arasındaki konuşmayı analiz etmeye soyunmuştum bilmiyordum ama sanki kendi duygularımla karşılaştırıyordum. Doğru veya yanlış, ben ruh eşimi bulmuştum. Günahıyla sevabıyla Valentino'ydu benim diğer yarım. Soran olsaydı hata bile olsa bunu göğsümü gere gere söylerdim. Ama Doğan Bey bunu söylerken benim gibi tamamlanmış hissetmiyor gibiydi. Ya da gurur duymuyordu. Acaba herkes ruh eşini bulabilecek kadar şanslı değil miydi? Sanki az önce annesinin babasının gerçek aşkı olduğunu duymak isteyen kız kendisi değilmiş gibi umursamazca omuz silken Beyza "Açıkçası ben aşka inanmıyorum." deyiverdi. "Aşkın sebep olduğu şeyleri de saçma ve gereksiz buluyorum." Dayanamayıp "Ne gibi?" diye sordum. "Biri için fedakârlık yapmak, kendinden vazgeçmek ya da kendini kısıtlamak vesaire." "Aşkın böyle birşey olduğunu kim söyledi ki?" Beyza benim bu sözümle dikkat kesilmiş bir biçimde bana baktı. "Yani... Eğer bir fedakârlık söz konusuysa bunu birbirini seven iki kişi karşılıklı yapar. Kendinden vazgeçme ya da kısıtlama konusunun da gerçek aşk için geçerli olduğunu sanmıyorum. Gerçekten seven biri seni değiştirmeye ya da kısıtlamaya çalışmaz. Seni olduğun gibi, her hâlinle ve tüm renklerinle sever." Söylediklerimi düşünürken dalgınlıkla gülümseyen Beyza kafasında bir şeyleri netleştirmeye çalışır gibiydi. Valent'e kısa bir bakış attıktan sonra samimiyetsiz bir tebessümle bana döndü ve "Ne güzel." dedi. "Sana böyle hissettiren birini bulmuşsun." Kısa ve aynı samimiyetsiz tebessümle karşılık verdim. Ortamdaki gerilimi dağıtmaya çalışsa da başarılı olamayan Doğan Bey'se masada dönen bu muhabbetten pek memnun görünmüyordu. Sanırım asıl memnun olmadığı şey kızının bizim evliliğimiz hakkında söylediği münasebetsiz şeylerdi. Ona tepkili ve kısa bakışlar atmasından bunu çıkarıyordum. Masada birkaç dakikalık sessizliğin ardından Doğan Bey'in telefonu çaldı ve "Affedersiniz." diyerek izin isteyip masadan kalktı. O yokken eğer Valentino yanımda olmasaydı bu sıkıcı ve kasıntı kızla aynı masada kalsaydım ne yapardım bilmiyordum. Herhâlde baygınlık geçirirdim. Gerekmedikçe muhatap olmadığım kadın masanın üstünde ellerini birleştirirken kendinden emin bir tavırla "Aslında ben pek aşka inanmıyorum derken dışarıdan sağlam gözlemlerimle bu karara vardım." dedi. Tutarsız biri olduğunu düşünüyordum. Babasının prensesi gibi davranıp annem senin gerçek aşkındı değil mi baba derken hiç de aşka inanmıyor gibi davranmıyordu. Kendi içinde tutarsızlıkları vardı. Kaşlarımı kaldırdım ve hiç de umurumda olmamasına rağmen "Öyle mi? Ne gibi?" diye geveledim. "Bence aşkın olmamasının temelinde erkeklerin doğası var. Erkekler doğası gereği âşık olabilecek canlılar değiller." Valentino'ya kısa ve özgüvenli bir bakış attıktan sonra yeniden bana döndü. "Erkekler her şeyi aynı anda istiyor. Aşkı, şefkati, tutkuyu, huzuru. Hepsini bulduğuna inandığı kadınla evlenince bu duygulardan bazıları zamanla yok oluyor." Ellerini masada birleştiren kadın oldukça özgüvenliyken Valent'e bakış attı. "Mesela tutku. Evlenince ilk yok olan duygudur. Her gün aynı yatağa girdiğin insana karşı duyguların eskisi gibi kalmaz. Sıkılırsın. Bir de çocukları olduysa erkek o kadını karısı olarak bile görmemeye başlar. Annesi, kardeşi gibi şefkatle sever. Tutku kaybolduktan bir süre sonra huzur da kaçar." Onaylayarak başını sallarken devam etti. "Ve erkeğin gözü dışarı kaymaya başlar. Yeni heyecanlar arar. O kadınla ilk anda yaşadıklarını tazeleyebileceği daha genç, daha güzel, daha zayıf, daha arzulanabilir ve heyecan duyacağı bir kadının peşine düşer." Sahte bir üzüntüyle iç geçirdi. "Ve en nihayetinde de o büyük aşkına ihanet eder. Bu yüzden erkekler âşık olamaz." Valentino, karşımızdaki kadının kendinden emin sözlerine karşılık kısa bir an kaşlarını kaldırsa da başını öne eğip güldü yalnızca. Bu bile Beyza'nın özgüvenli duruşunu zedelemeye yetmişe benziyordu. Merakla kaşlarını kaldıran kadın başını yan çevirip "Neden güldün?" diye sordu Valentino'ya. "Yanlış bir şey mi söyledim?" "Yanlış mı bilemem ama eksik olduğu kesin." Beyza'nın meraklı bakışları eşliğinde açıklamakta hiç acele etmeden arkasına yaslandı adam. Oldukça rahat görünüyordu. "Söylediğin şeyler karaktersiz bir insan için geçerli olabilir ve asıl eksik kısmı, kadınlar da bunu yapıyor. Evliliğinde mutlu olmayan kadınlar da sıraladığın bu evrelerden geçer ve eşine ihanet edebilir. Ama bunu erkekler ya da tüm erkekler olarak genellemen çok kısır kaldı." "Nasıl yani?" "Karaktersiz, hayatta bir duruşu olmayan, duygularından emin olmayan, kendini tanımayan özgüvensiz bir adam bunları yapabilir. Çünkü kendini tanıyamamıştır, kendine güveni eksik olduğu için yanındaki kadın ona fazla gelmiştir. Bunun birçok sebebi var ama Beyza..." Bakışları sanki karşısında bilmiş bilmiş konuşan kadına kibarca had bildirir gibiydi. Yüzünü bana dönüp kısa ama can alıcı bir bakış attı ve tekrar ona döndü. "Gerçekten âşık bir adamın kafasını yanındaki kadın dışında kimse karıştıramaz, ayartamaz." Bir an düşündükten sonra ekledi. "Üzgünüm ama sanırım sen hep yanlış kişilerle karşılaşmışsın. Bu yüzden aşka bakış açın son derece eksik, yanlış." Valent'in masanın üstündeki eline uzandım ve tuttum. Hâlinden son derece memnun bir biçimde bana bakan adamla göz göze geldikten sonra Beyza'ya döndüm. "Henüz ruh eşini bulamamışsındır. Seni aşka inandıracak o doğru kişiyi." Evliliğimiz bir oyun olabilirdi. Ama duygularımız gerçekti. Bu da aşka karşı doğallığımızı en büyüleyici şekilde yansıtıyordu. Beyza da bundan etkilenmiş gibiydi. Valent'e bir müddet baktıktan sonra onun söylediklerini düşünür gibiydi. Beyza'nın dudakları kıvrıldı. "Aslında rastladım gibi." derken bakışları manidar bir biçimde Valent'e, sonra da bana döndü. Bakışlarındaki tehlike, beni öfkeye sevk etse de renk vermedim. Ama o gece gözlerinde gördüm. Beyza'da beni tedirgin eden bir şeyler vardı. Masadaki kısa sessizliğin ardından Valent usulca yerinden kalkarken bana dönerek "Lavaboya gitmeliyim." dedi. Baş işaretiyle onayladım ama bir yanım en başta kendiyle sorunları olan bu kızla baş başa kalacağım için gergindi. Beyza "Ben sana eşlik edeyim..." diyerek kalkmak üzereyken Valentino durdurdu. "Teşekkür ederim, yerini biliyorum. Daha önce geldim." Valentino gittikten bir süre sonra sessizlik içinde oturduk. Beyza eliyle Valent'i gösterdikten sonra "Erkekler..." dedi kısaca. "Onlara sorsan hiçbir suçları yok. Asla aldatmazlar. Tüm suç ya kadınların ya da aldatan karaktersiz azınlığın." Kaşlarını kaldırdı bir özgüvenle. "Hiç kafalarının karışabileceği ihtimali üzerinde durmazlar." Başımı hafif yana çevirdikten sonra dudaklarım kıvrıldı kendimden emin bir tebessümle. "Aslında ben de Valentino'yla aynı fikirdeyim." Kaşlarımı kaldırıp "Bu arada..." diye ekledim. "Valentino'ya güvenim de sonsuz." Başını yavaş yavaş iki yana sallarken "Sana hemcinsin olarak bir tavsiye, Lâl, erkeklere asla tam anlamıyla güvenme." dedi Beyza. "Karısını sevdiğini söyleyip aldatan öyle çok erkek gördüm ki." İçimde şu kadacık bile şüphe olmadığı için onu kaale almayan bir gülüşle masadan kalktım. "Bir telefon etmem gerek." Hem Beyza'yla baş başa kalmak istemiyordum hem de Wendy'yi aramayı düşünüyordum. Bu da bahanesi oldu. Lavaboya doğru yürürken Wendy'yi aradım, aklım onda kalmıştı. Ne olup bittiğini merak ediyordum ama açmadı. Üstelemedim. Belki yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacı vardı. Lavaboya çıkan ince koridorda Doğan Bey ve Valent'in kısık sesle konuştuklarını gördüm. Merak ettim. Doğan Bey elleri ceplerindeyken yüzündeki sıkıntılı ifadeyi gizlemiyordu. "Hiç olmazsa kızımın evliliğini ve mutluluğunu görmek isterdim." dedi. Bu kadar kısa süreli bir sohbette konu Beyza'nın evliliğine ne ara gelmişti? Usulca yürüyüp aralarına sızdım. Şüpheyle "Burada ne yapıyorsunuz?" diye sordum. Valentino beni görünce elini belime sardı. "Koridorda karşılaştık. Sohbet ediyorduk, bebeğim." Doğan Bey kısa bir sessizliğin ardından "O hâlde buyurun, masaya dönelim. Hanımları yeterince yalnız bırakıp sıkılmalarına sebep olduk." diyerek bizi salona yönlendirdi. Doğan Bey'in telefon görüşmesi bittikten kısa süre sonra yemeklerimiz de bitmişti. Salona geçip birer kahve içiyorduk. Adam mahcubiyetle "Lütfen kusura bakmayın, Çukurova'daki şirketle ilgili görüşmemiz gereken önemli bir konu vardı." dedi. Merakla "Önemli bir sorun değildir umarım." dediğimde başını salladı adam. Sanki anlatsa anlayacaktım. "Çözüldü, merak etmeyin." Bacak bacak üstüne atan Beyza kahvesini yudumlarken bakışlarını bizim üzerimizde gezdirip duruyordu. Bugün fikir ayrılıklarımızdan dolayı bize yeterince takmış durumdaydı. Toplasak iki üç kere gördüğüm bir kızla bu kadar özelimi konuşup aşk hakkında tespitler yapmak açıkçası beni de rahatsız etmişti ama altta kalmamak için karşılığını vermiştim. Bu da birbirimize karşı daha fazla antipati beslememize sebebiyet vermişti. Doğan Bey Beyza'nın yanında iki boşluk bırakıp oturduktan sonra ilgiyle bize döndü. "Eee çocuklar, başka neler yapıyorsunuz?" Babasının havadan sudan sorularına karşılık "Babam herhâlde çocuk düşünüyor musunuz faslına girmeye hazırlanıyor." diye ekledi Beyza. Özel sorulara giriyordu. Bel altından vuruyordu. Aklınca. Doğan Bey de yanımızda olduğu için biraz utanmıştım doğrusu. Biraz utanmıştım dediğim de yüzüm alev almıştı yani. Doğan Bey rahatsız olmuş düz bir bakışla kızına döndü. "Ne alakası var şimdi kızım?" Göz ucuyla bize baktıktan sonra "İnsanları utandırıyorsun." dedi Beyza'ya. Bilmem dercesine dudaklarını kıvıran Beyza sanki her şeyden habersiz, masum davranışlarıyla "Ne bileyim, evlilikleriyle pek bir ilgilenir gibisin." dediğinde babası onun manipülatif tavırlarına karşılık sakindi. "Bence sen daha çok ilgileniyor gibisin, Beyzacığım." Baba kızın sessiz bakışmalarını elimi tutan Valent'in "Açıkçası ben istiyorum ama Lâl'i ikna etmeye çalışıyorum." sözü böldü. Bunu söylerken asla utanmıyordu ahlaksız herif. Görüldüğü üzere Doğan Bey'in insanları utandırıyorsun sözündeki utanan tek insan bendim. Valent'in utanması falan yoktu. Zaten sevişirken annesi ve kardeşine yakalandığımızda ar damarının çatladığını anlamıştım. Sürpriz olmadı. Sahte evliliğimizin tüm nimetlerinden faydalanan adam, beni insan içinde köşeye sıkıştırmaktan asla çekinmiyordu. Bu konunun hoşuma giden tek kısmı Valent'in cevabıyla sıkılan Beyza'nın usulca yerinden kalkmasıydı. "Sizinle sohbet zevkliydi ama ben kalksam iyi olacak. Bir arkadaşa sözüm var." Sevecen bir tavırla el salladım. "Hoşça kal." Onun gidişini zevkle izledikten sonra bizimkilere döndüğümde aralarında garip bir hava vardı. Kaşla gözle anlaşmaya çalışıyor gibiydiler. Valentino hayır der gibi kaş göz yaparken yakaladım. Zaten koridorda konuşurken yakaladığımda da bir gariplerdi. Emin olmamakla birlikte Valent'e dönüp sessizce "Ne oldu, bir sorun mu var?" diye sordum ama başını iki yana salladı adam. "Yok bir şey, işle ilgili." Doğan Bey araya girip "Valentino senin yanında iş konuşmak istemiyor, sıkılmandan tedirgin oluyor. Biz yarın konuşuruz onunla." dediğinde ikna oldum. Başımı ona çevirdim. Benim düşünceli kocam. Düzeltiyorum, benim düşünceli sahte kocam. Buradan çıkıp eve gittiğimizde bizi ciddi bir konuşmanın beklediğini hissetmek garip bir his uyandırıyordu içimde. Bir yanım onunla konuşmak için sabırsızlık duyarken diğer yanım heyecanlıydı ve korkuyordu. Sonucunun olumlu ya da olumsuz biteceğini kestiremediğiniz bir sınava girmek gibiydi bu. Bütün gece bunu düşündüm. Doğan Bey ilgi ve şefkatle benimle konuşup beni tanımaya çalışırken bile düşündüğüm tek şey buydu. Adamın ilgisi ve şefkati hoştu ama beni tanımadığı hâlde bana bu kadar ilgili olması garip ve gereksiz gelmişti. İş arkadaşının karısıyla yakından ilgilenmesinde sorun yoktu ama bir anda hem bu adamla hem de kızıyla gereksiz yakınlaşmışız gibi hissediyordum. Sanırım hayatımda neredeyse hiç kimseden karşılıksız iyilik görmediğim hatta hep kötülük gördüğümden olsa gerekti bu yabancılara temkinli duruşum. Güzel bir gecenin sonunda arabada sessiz bir yolculuk yaparken camın yansımasından Valent'in bana baktığını görebiliyordum. Ben konuşmayınca o da sessizliği bozmadı. Sadece camın ardından bana baktı. Eve geldiğimizde kapıdan içeri girerken "Keyifli bir geceydi." dedi Valent sıradan bir sesle. "Evet, sadece Doğan Bey'in gereksiz ilgisine çok anlam veremedim. Sanırım biraz meraklı biri." "Öyle mi? Hiç farkında değildim." derken odamıza girmiştik ve o ceketini çıkarıyordu. "Neden böyle düşündün?" Sanki Doğan Bey'le ilgili ağzımı arıyor gibiydi. "Çocukluğumun nasıl geçtiğini falan sorup durdu. Ne alakaysa..." "Merak etmiş olmalı." "Herhâlde." Ben aynanın önünde saçlarımı toplayıp makyajımı temizlerken arkamdaki adam yavaş adımlarla yanıma geldi. "Sence de artık konuşmanın zamanı gelmedi mi?" Kaçışı yoktu. Aslında kaçmak isteyen de yoktu çünkü ben de konuşmak, bir şeyleri netliğe kavuşturmak istiyordum. Bu aramızdaki garip ve belirsiz ilişkiyi sonuca kavuşturmanın zamanı gelmişti de geçiyordu bile. Elimdeki pamuğu aynanın önündeki masaya bırakıp adama döndüm. Yatağın kenarına otururken "Bence de." dedim. "Artık konuşsak iyi olacak." Onaylayarak başını sallayan adam sakince yanıma gelip tam karşıma oturdu. Gözleri gözlerimdeydi. Benimle bu kadar net göz teması kurarken kendimi ona karşı savunmasız hissediyordum. Karşısında çırılçıplak ve savunmasızdım. O benim içimi görüyordu. Ona karşı tüm süngülerim düşüyordu. Karşımda oturan adam gayet net bir biçimde "Önceki konuşmalarımızı çok düşündüm, Lâl. Bana söylediklerini..." diyerek söze girdi. "Endişelerinin farkındayım ve hak veriyorum. Bu yüzden çok düşündüm." Elleri ilk kez birilerine rol yapma gayesi duymadan ellerime uzandı ve tuttu. "Seni seviyorum, Lâl. Bunca olan şeyden sonra birbirimizi sevmemiz çok delice, biliyorum. Ama bu engel olabileceğimiz bir şey değil. Seni seviyorum ve sonsuza dek de sevmeye devam edeceğim." Başını salladı. "Senin de beni sevdiğini biliyorum." Dilim tutulmuştu ama kendimi, duygu ve düşüncelerimi, tedirginliklerimi savunma ihtiyacı hissettim. "İkimiz de sevginin yetmediğini defalarca gördük, Valentino." Sevgimi inkâr etmek için çok geç olduğunu biliyordum. Kazadan önce yüzüne karşı belki sonsuza kadar seni seveceğim ama sana da dönmeyeceğim dediğimi varsayarsak... Şimdi kalkıp da seni sevmiyorum demem ne kadar inandırıcı olurdu bilemedim. "Biliyorum." Umutsuzca başını öne eğen adam iç geçirirken tamam dedim. İşte şimdi yolun sonuna geliyoruz. O da kabullendi olmayacağını, yollarımızı ayırıyoruz diye düşündüm. Sonuçta o doğasından vazgeçemezdi. Benim için karanlık hayatını bırakamazdı. İstese de yapamazdı. Ben de bunu istemezdim. İstediğim tek şey, artık yanımda olacağını bilmekti. Bunun garantisiydi ama Valent bu hayata bağlı olduğu sürece o garantiyi de bana veremezdi. En azından ben öyle düşünüyordum. İçimdeki korku, vücudumu saran bir canavar gibi beni kemirirken onu doyurmadan buna son verdim. Sakinliğimi korudum ve Valent'in söylemeye hazırlandığı sözlere hazırlandım. Benden vazgeçtiyse de onu suçlayamazdım çünkü benden vazgeçmek bu kadar kolay mıydı diyemeyeceğim kadar iş geçmişti başımızdan. Vazgeçtiyse içim acısa bile bunu anlardım. Şimdiyse ne diyeceğini düşünüp dururken nefesimi tutmuş onu bekliyordum. "Bana beni yine yüzüstü bırakırsan bunu kaldıramam, bu yüzden seni istemiyorum demiştin. Haklıydın. Bu yüzden sana istediğin o sözü veriyorum." Gözlerimin içine baktı ve devam etti. "Bu bir daha olmayacak. Bir daha ne olursa olsun seni ardımda bırakıp gitmeyeceğim. İşler yolunda gitmese bile, kaybolmam gerekse bile bu seninle birlikte olacak. Seni asla bırakmayacağım." Donup kaldığımı gören adam kısa bir an kaşlarını kaldırıp ekledi. "İstediğin de bu söz değil miydi zaten? Sana gözümü bile kırpmadan bu sözü veriyorum." Oturduğu yerde kaykılıp bana doğru yaklaştı. "Artık bir ailem olsun istiyorum, Lâl. Benim yuvam sen ol istiyorum. Sadece bana, bize bir şans ver." Ne diyeceğimi bilemez hâlde ona bakarken şok olmuş durumdaydım. Valentino tutamayacağı sözler vermezdi, verdiği sözü de tutardı. Söyledikleri öyle duygu yüklüydü ve öyle içime işlemişti ki. Hâlâ ona deli gibi öfkeli olmama rağmen kalbimi çalıyordu. Onunla çok yakınken yutkundum. "Sana deli gibi öfkeliyim, Valentino Riccardo." "Biliyorum." "Sözümü kesme." diye ayar verdim sakin bir ses tonuyla. "Ben seninkini kesmedim." İtaatkâr bir biçimde başını sallayan adam dikkatle beni dinliyordu. Bense kelimeleri toparlamakta öyle zorlanıyordum ki. Ona bu kadar yakınken nasıl gönlümce racon kesebilirdim? Ancak bu konuşmanın da er ya da geç olması gerekiyordu. Kendimi toparladım. "Yıllarca kendimi korumam gerekti, sert bir zırha sarınarak yaşadım. Ta ki seninle tanışana kadar. Sonra sen..." İşaret parmağımı salladım onu suçlarcasına. "Sen bir anda hayatıma girdin ve her şeyim oldun. Hayatımdaki tüm sorunları çözen bir süper kahraman gibi pelerinine sarıp beni uzak diyarlara götürdün. Sana alışmamı sağladın. Sana güvenmemi. Sırtımı sana yasladım, çok güvendiğim bir anda ise ortalıktan kayboldun." Yeniden o günlere götürüyordu beni söylediklerim. Boğazıma oturan yumru sanki dikenlerle kaplı bir sopa gibi acıtıyordu orayı. Yutkunmaya çalıştım ama zordu. "Hayatının tamamını kendini savunmakla geçiren, güçlü durmaya çalışan birine yapılabilecek en kötü şeyi yaptın sen bana. Beni sarıp sarmaladın, göklere çıkardın ve en yüksekten aşağı sertçe attın. Bu yüzden öfkemi kalbimden bir anda söküp atmamı bekleme benden." "Her şeye hazırım, Lâl. Sensizlik dışında her şeye. Beni affetmek için de tüm zamanlar senin olsun. Yeter ki yanımda ol. Burada kal." Usulca bana yaklaşan adam uzanıp dudaklarımı öptü. Beni hissettirebileceği en yumuşak ve güvenli şekilde öptü. Öfkemi, korkumu, gerginliğimi bir dağın arkasına atabilecek kadar net, sınırsız ve sevgi dolu. Beni bırakıp gitmeden önceki Valent gibi. Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında pamuk gibi olmuştum ama asla hemen yelkenlerimi suya indirmedim. İkaz eder gibi bir bakışla yüzünü delip geçtim. "Beni bir daha bırakırsan seni öldürürüm, Valentino Riccardo. Anladın mı? Bu kez terk etmekle kalmam, seni gebertirim." Ben düşmana korku salan bir bakışla bunları söylerken zerre etkilenmeyen Valentino dalgın bakışlarıyla yüzümü ezberliyordu sanki. Başını iki yana sallarken "Önemli değil." dedi yalnızca. "Terk etmen ve öldürmen. İkisi aynı şey." Beni kollarına sardığında bu kez geri çekilmedim. O güvenli kolların limanında dinlenmek istedim. Yeniden ona güvenmek istedim. Zor olsa da denedim. Çünkü biliyordum ki tüm hatalarına rağmen ondan başka güvenli limanım yoktu. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü im_bb0890 , ilaydafatma6 okurlarıma armağan ediyorum. 💎 Bu bölümü nasıl buldunuz? Bölüm hakkındaki duygu ve düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz. Sizce bizi yeni bölümde neler bekliyor? Tahmin ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Ve hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazarsanız sevinirim. 🩷 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |