@buzlarkralicesi
|
-37- ❝Lâl❞ Dava süreci. Bunun benim için ne denli zorlu bir yol olacağını biliyordum. Daha attığım ilk adımdan beri. Bile bile onlara gözle görülür bir savaş açmıştım. Hem Şerif Günday'a hem de Vural Sezer'le birlikte tüm Sezer ailesine. Bugün davamızın ilk celsesinin görüleceği gündü. Fuat'la önceden anlaşmıştık, ne kadar ısrar etsem de davalara katılmamamı önermişti. Bu yıpratıcı bir süreç olacak, Lâl. Katılmasan da onların ezici gücünü hissedeceksin, en azından katılmayarak bunu en az hasarla atlatmanı sağlayabiliriz demişti. Bense Fuat'a güvenmekten başka bir şey yapamazdım. En başından beri yanımda olan yegâne kişiydi. Sabah uyandığımda yatakta öylece durdum. Tavana attığım düz, sıkıcı bakışla Valentino'nun uyanmasını bekledim. Uyku tutmadığı için çok erken kalkmıştım. Valent'in bile uyuduğu erken bir saatte. Normalde uykucu olan benimdir, o hep benden önce uyanmış olurdu. Ama bugün farklıydı işte. Hayatınızın dönüm noktası olan günler vardır. Bu da o günlerden biriydi. Belki de ilkiydi. Yatakta tam yan dönerken bana bakan Valentino'yla yüz yüze geldim. Uykulu bakışlarıyla "Günaydın." derken ben kısa bir an baktıktan sonra başımı sallayıp yatakta doğruldum. "Günaydın." "Erkencisin." "Uyku tutmadı." Dudakları düz çizgi hâlinde olan adam bunun sebebini anlıyordu. Hiçbir şey söylemeden aşağı yukarı salladı başını. Benim mesafeli duruşum umurunda bile olmayan adam yaklaşıp sırtımı göğsüne yasladı. Hiçbir şey söylemedim çünkü o an ihtiyacım olan şey tam olarak buydu. Onun varlığını hissetmek. Eskiden olduğu gibi sırtımı ona yaslayabilmek. Güvende hissedebilmek. Tek ihtiyacım olan buydu. Sessizce başımı göğsüne yasladım. Onun çenesini başıma yaslarken "Her şey yoluna girecek." sözüne inanmak istedim. "Güven bana." "Umarım." Bir süre öyle kaldıktan sonra aklıma Wendy düşüverdi. Son aradığımda ulaşamamıştım zaten. Ne aramıştı ne sormuştu. Normalde ulaşamasam da sonra beni arar, iyi olduğunu söylerdi ama bu kez arayan soran yoktu. Usulca yataktan kalkarken "Wendy'yi arasam iyi olacak." dedim. Ayaklarımı yataktan sarkıtırken kendi kendime konuşur gibi devam ettim. "Aklım onda kaldı. Aradım, açmadı. Sonra da dönmedi." "Önemli bir şey olduğunu sanmıyorum, endişe etme." Umarım öyledir diye içimden geçirirken ayaklandığımda komodinin üzerindeki telefonumu almış, Wendy'yi yeniden aramaya koyulmuştum bile. Çalıyordu ama açmıyordu. Sıçarım böyle işin içine diye düşünürken eve uğrayana kadar Ahmet'i aramak aklıma geldi. Neyse ki o tek çalışta açtı. "Alo, Lâl." "Ahmet o Wendy benim telefonlarıma neden bakmıyor sorar mısın?" "Evde olsa sorarım da evde yok." "Nasıl yani?" "Basbayağı, dünden beri yok." "Allah Allah, nerede bu kız?" Sağ elim merakla alnıma gittiği sırada arkama döndüm ve Valent'le göz göze geldik. İçime iyiden iyiye bir kuşku düşmüştü. Korkmuştum. Korkuma daha da korku katacak bir şekilde "Hastaneye de gelmedi." diye ekledi Ahmet. "Siz de arkadaşı olarak hiç merak etmediniz yani öyle mi?" "Ettik tabii kızım, o kadar da değil. Yuh yani!" "Eee?" "Eeesi, biz de aradık, açmadı işte sende olduğu gibi." "Nereye gider ki?" Durup düşündüm ama aklıma Ufuk dışında bir yer gelmedi doğrusu. Wendy'nin tanıdığım tek akrabası oydu. Belki de Luigi'yle birliktelerdi. Bu çok düşük bir ihtimaldi ama imkânsız değildi. "Neyse, tamam Ahmet. Siz bir haber alırsanız beni haberdar edersiniz tamam mı?" "Tamam, merak etme." Telefonu kapattığımda Valent'e döndüm. "Evde değilmiş. Bizimkilerin de haberi yok, telefonlara bakmıyor. Hastaneye de gitmemiş." Endişeyle adama doğru yaklaştım. "Başına bir şey gelmiş olmasın?" "Dur, sen de hemen en kötü ihtimali düşünme." Yataktan yeni kalkan adam kendi telefonuna uzandı. "Luigi'yi arıyorum. O kesin biliyordur." "Nereye biliyordur? Ya kavga ettilerse, Wendy aldı başını gittiyse? Hey Allah'ım ya!" "Sakin ol, Lâl." Valentino Luigi'yi aradı aramasına da daha birkaç dakika geçmeden "Ona da ulaşılamıyor." dedi telefonu yatağa fırlatmadan önce. Duraksadım. Belki de felaket senaryoları yazmadan önce sakince beklemeliydik. İkisine de ulaşılamaması iyiye delalet olabilirdi. Luigi telefonu açıp benimle değil deseydi daha kötü ihtimaller söz konusu olmaz mıydı? Bunları düşünürken "Acaba birlikteler mi?" diye sordum karşımdaki adama. Dudak büktü Valent. "Bilmiyorum. Luigi telefonlarıma bakmamazlık yapmaz asla. Bir şey olduğu kesin." Hâlâ merak içinde olsam da beraber olma ihtimallerine karşın içim bir nebze olsun rahatlamıştı. "Belki de kaçamak yapmak istediler." Omuz silktim. "Romantik kaçamak." Evet der gibi başımı salladığımda bu fikir Valent'in de aklına yatmışa benziyordu. "Olabilir." Bu sefer omuz silken karşımdaki adamdan başkası değildi. "Hem kötü bir şey olsaydı kesinlikle haberimiz olurdu." "Öyle mi diyorsun?" "Elbette." Rahatlamış bir biçimde nefesimi bırakmaya çalıştım. Her ne kadar "Ohh... İçim biraz rahatladı gerçekten." desem de içimde bir yerler onu merak etmekten vazgeçmiyordu elbette. Umarım romantik bir kaçamak yapmışlardır da ben Wendy'nin saçını başını yolmakla kalırdım. Hâlâ endişelerimin tam olarak yok olmadığının farkında olan adam usulca yanıma yaklaştı ve karşımda durup çenemi avuçladı. Yüzümü kaldırıp bana bakarken çenemi okşuyordu. "Merak etme, onlar güvendedirler. Luigi her şartta hayatta kalmayı başarır." Alaycı bir biçimde kaçlarımı kaldırarak "Senin gibi mi?" diye sordum. Ona bakıyordum. Defalarca ölmüş ve dirilmiş, kendisine kurulan tüm suikastlardan sağ çıkmış, düne kadar sahte olan bugünkü gerçek kocama. Yüzsüzce dudakları kıvrıldı ve güvenle başını salladı. "Benim gibi." "Nasıl da yüzsüzce hiçbir şeyi üzerine almadan hayatına devam edebiliyorsun, şaşıyorum doğrusu." Güldü yanımdan ayrılırken. "Ben duşa giriyorum." Onaylayarak başımı salladığım sırada banyoya girmişti bile. Bense o an sıkılmış bir edayla yatağa otururken ofladım. İçimde garip bir sıkıntı vardı ama bunun tam olarak neye ait olduğunu bilmiyordum. İçinde bulunduğum dava sürecine mi yoksa ortalıktan kaybolan Wendy'ye mi? Anlamak güçtü. Odada yalnız başıma duvarlara bakarken düşünmek ufkumu falan açmıyordu. Aksine, kendi kendine konuşan bir deliye benziyordum ya da bu his boş bir kuyuya bağırmaya benziyordu. Bu yüzden durup düşünmek yada Valent'i beklemek yerine bornozumu ve giyeceklerimi aldıktan sonra diğer banyoya girdim. Ilık suyun altında vücudum gevşemiş gibi hissediyordum. Böylece şuan görülen davamda neler olduğunu daha az düşünme fırsatım oluyordu. Duştan çıktığımda yeniden telefonuma baktım ama ne Wendy'den ne de Ahmet'den bir haber yoktu. Tam telefonumu komodinin üzerine bırakırken Fuat'ın aramasıyla buz kestim. Sakin olmam gerektiğini biliyordum. Bunun yara bandının yaradan hızla çekilmesi gibi bir şey olmadığını, uzun bir sürece yayılan yıpratıcı bir durum olduğunu da. Bu yüzden derin bir nefes alıp telefonu açtığımda Valent'in duştan çıktığını sonradan fark ettim. Kıyafet dolabının önünde dikilmiş giyinirken bana dikkat kesilmişti. "Alo." "Merhaba, Lâl. Nasılsın?" "İyiyim." Yorgunluğumu gizlemeye çalışarak giyeceğim gri elbiseyi yatağa serdim. "Davada neler olduğunu düşünmekle meşguldüm." "Açık konuşmak gerekirse dava beklediğimiz gibi gitti, kirli çamaşırlar bir bir ortaya dökülmeye başladı. Biz henüz vurucu darbemizi yapmadık ama tahmin ettiğim gibi Vural, senin geçmişteki madde bağımlılığını öne sürdü. Bu yüzden söylediklerinin doğruluğunun şüpheli, iddialarının asılsız olduğunu savundu Vural'ın avukatı." Sinirlenmemeye çalışarak dişlerimi sıktım. "İyi de beni o alıştırmıştı. Ben onun yüzünden tedavi görmek zorunda kaldım, hayatım mahvoldu, sen de bunu biliyorsun." "Biliyorum, Lâl, biliyorum. Ben her şeyi biliyorum ama benim bilmem bir şeyi değiştirmiyor. Daha somut kanıtlara ihtiyacımız var. Öncelikle onun sana yaptıklarını kanıtlayacak kanıtlara ya da görgü tanıklarına ihtiyacımız var." Mahkemede ses kaydı ya da kamera kayıtlarının geçerli olup olmadığına dair bir bilgim yoktu ama eğer Miloradov'un bana teslim ettiği tek kopyayı yok etmemiş olsaydım onun tecavüz görüntüleri vardı. Artık yoktu. Sinirle soludum. Bir şey söyleyemedim. "Tamam. Gelişmelerden beni haberdar edersin." "Lâl, bir dakika." Onun beni durdurmasıyla telefonu kapatmaktan son anda vazgeçtim. "Evet?" "Bunun böyle olacağını biliyorduk. Yani zor olacağını. Üzgün ve kızgın olduğunu biliyorum. Sana haksızlık yapıldığını düşünüyorsun ve haklısın da. Ama bunu ortaya çıkarmak için sabırlı olmamız, bebek adımlarıyla ilerlememiz gerekebilir. Bu yüzden lütfen sakin kal olur mu?" Derin bir nefes alarak istediğini yapmaya çalıştım. "Tamam." Telefonu kapattığımdaysa bu sakinliğim çok uzun sürmedi. Telefonu elimde sıktım, sıktım. Daha fazla dayanamayıp duvara fırlattım. "Allah belanızı versin!" Benim öfkemi uzaktan sakince izleyen adam usul usul yanıma yaklaştı ve arkamdan sarılırken kollarımı sardı. İşlerin ters gittiğini anlaması zor değildi. Böyle olacağını da biliyorduk zaten. Onların tüm kozlarını kullanacakları aşikârdı. Bu benim için şaşırtıcı olmamıştı ama bunu bilmek, yaşamakla aynı şey değildi. Yaşadığınızda, sinirleriniz yıpranırken sakin kalmak çok zordu. Sanki kırgın bir kız çocuğu gibi ağlayarak ona dönerken şikâyet ediyordum. "Bana yaptıklarını bana karşı kullanıyor! Benim bağımlı olmamı o sağladı! Şimdi de mahkemeye-" Hıçkırıklarımda boğulurken adamın sağ eliyle başımı göğsüne yaslayışını seyrettim yalnızca. Bir tepki veremedim nefessiz ağlamak dışında. "Tamam, bir şey yok. Bir şey yok." Sakinleştirici ve yumuşak bir ses tonuyla bunu tekrar ederken "Her şey yoluna girecek." dedi. Sesi kendinden emin, tüm sorunları çözebilecek kadar güçlüydü benim aksime. Islak gözlerimi kısa bir an onun yüzüne diktiğimde daha önce onunla hiç konuşmadığım o şeyi söyledim. "Uras'ı öldürdüler. Gözümün önünde. Başkan-" "Ne?" diye soran adam bunu şaşkınlıktan çok farklı bir ifadeyle sormuştu. Başkan'ın ya da uzantılarının bunu yapmaktan imtina edecek kişiler olmadığını biliyordu. Asıl şaşırdığı şey bu habere hazır olmadan tutulmasıydı bana kalırsa. "Nasıl oldu bu? Ne zaman?" "Biz... Ayrıydık." Sağ elimin tersiyle gözyaşlarımı silerken hıçkırıklarıma engel olmaya çalıştım. Yaşananları bir bir anlattım. "Onun yasadışı işlerini ortaya çıkarmak için takipteydim. Uras da ısrar etti, benimle geldi. Ben izin vermeseydim belki şimdi-" "Hayır, hayır tamam." Yeniden başımı göğsüne yasladığında "Bunu bana nasıl anlatmazsın?" diye mırıldandı. Kızmakla bana merhamet duymak arasında gidip geliyor gibiydi sesi. "Gözümün önünde öz oğlunu öldürdü. Kafasına sıktı. Bunu yaptı!" Neye şaşırıyordum ki? Öz kızı Azize'yi de ölüme o terk etmemiş miydi? Zuhal'i gırtlağına kadar pis işlerine sokan da o değil miydi? Bu neden şaşırtıcı olsun ki? Karşımda çelikten bir kale gibi duran adamın merhametli dudakları başıma gömüldü. "Tamam, tamam yapma bunu. Kendini suçlama." "Nasıl suçlamam? Eğer benimle gelmesine izin vermeseydim-" "Uras çocuk mu ki sen ona izin veriyorsun, Lâl? Her şeyi sen yönetemezsin, kontrol edemezsin. O kendi kararlarını verebilecek yetişkin biriydi. Nasıl engel olabilirsin ki buna?" "Bilmiyorum, eğer söylemeseydim, gelmesine izin vermeseydim belki şimdi hayatta olacaktı." "Kerem biliyor mu?" "Biliyor." İç geçiren adam en az benim kadar öfkeliydi ama daha çok üzgün gibiydi. Benim bunları yaşamış olmam onu hayrete düşürmüştü. "Sen bu kadar ağır şeyler yaşarken ben ne halt ediyordum?" "Sen bilmiyordun." "Bilmeliydim, Lâl!" Sesi kısıldı. "Bilmeliydim. Seninle ilgili her şeyi herkesten önce ben bilmeliydim." "Sana kızgındım, Zita'yla çekip gitmiştin. Bu hayatta yalnız olduğumu kabullenmiştim. Kendi başımın çaresine bakmaya çalışıyordum." Kesik kesik iç çektim. Benim güçsüzlüğüme karşı onun dağ gibi duruşu. Bazen her şeye rağmen Valentino Riccardo olmak nasıl bir duygu diye düşünür dururdum. Bu kadar güçlü olabilmek. O kadar güçlü olabilmek isterdim. Ağlamak bazen güçsüzlük gibi gelirdi. İlk adımda pes etmişim gibi hissediyordum şuan. Oysaki bunların olmasını ben istemiştim. Başkan'ın, Vural'ın... Onların yargı karşısında hesap vermesini ben istemiştim. Herkesin önünde suçlu olduklarının kanıtlanmasını isteyen, bu davayı açan bendim. Bu yarayı kaşıyan bendim. Böyle olacağını, başlangıçta sancılı olacağını da biliyordum. Şimdiyse küskün bir çocuk gibi ağlamaya çalışmak beni öfkelendirmekten başka işe yaramıyordu. Valentino böyle durumlarda ne yapardı diye düşünmeden edemedim o an. Karşımdaki adam dudaklarını saçlarıma götürmüş "Sen bunları yaşarken ben... Ben seni Zita'yla vurmaya çalıştım." diye mırıldandıktan sonra tüm sakinleşme çabasıyla ufka bakarken çenesini sıkıyordu. "Kendimi asla affetmeyeceğim." "Yapma bunu, Valentino." Beni şefkatle teselli ederken o da öfkeliydi aslında. Kendisini suçluyordu çünkü. Beni dinleyip onları hayatta bıraktığı için. Pimi çekilmiş bir bomba gibi olduğunu hissedebiliyordum başımın altında hızla atan kalbinden. "Valentino." Benim konuşmama fırsat kalmadan "Onları hemen yok edebilirim." dedi adam. Başımı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım. Kararlıydı. Hemen yapmak ister gibi. Şimdi. Zita'ya yaptığı gibi. Tek hamlede. Ben de böylece kurtulurdum. Ama o an, Vural'ın öldüğünü düşündüğüm o dönem düşmüştü aklıma. Ölümüne, yok oluşuna sevinip rahatlasam da içimde hep bir ukte kalmıştı. Onun kötü olduğunu tüm dünyaya haykıramadığım için. Yaşattıklarını dünyaya duyuramadığım için. Belki de şuan öyle bir şansım vardı. Bir kez olsun ölü ya da mağdur olmasınlar, önce yargı önünde sonra Allah karşısında hesapları görülsün istiyordum. Başımı iki yana salladım adamın gözlerine bakarken. "Ama mahkemede yargılanıp suçları sabit olmaz. Tüm dünya onların ne iğrenç insanlar olduklarını bilmez. Belki kirli işleri alttan alta başkaları tarafından yürütülmeye devam eder. Maşaları tarafından. Başka Başkanlar ve Vural Sezerler yüzünden başka insanlar zarar görmeye devam eder." Kararlı bir ifadeyle "Kimse onların gerçek yüzlerini görmeden geberip gitsinler istemiyorum." dedim. "Suçluyken ölüp mağdur olmayacaklar. Önce yaptıkları yüzünden yargılanacaklar, başka yolu yok!" Sağ eli saçımı okşarken "Ama seni böyle gördükçe-" dedi şefkatli gözleriyle. Sözünü kestim. "Bunun böyle olacağını biliyorduk. Sürecin uzayacağını hesaba katmıştık." İçli ve derin bir nefes aldıktan sonra kalan gözyaşlarımı da sildikten sonra "Ben iyiyim." dedim ikna edici bir şekilde. "Sadece küçük bir sinir boşalması yaşadım, şimdi iyiyim. Ve onları mahvetmeden de pes etmeye niyetim yok." Yüzüme ikna olmaya çalışır gibi bakan adam kısa bir an sonra aşağı yukarı salladığı başıyla onayladı. Benim ne kadar inatçı ve dediğim dedik biri olduğumu biliyordu. Üstelemediği için de memnundum. Aramızdaki buzların eridiğini hissedebiliyordum ve artık buna karşı koymuyordum. Çünkü onunla eskisi gibi hem sevgili hem arkadaş olmayı özlemiştim. Ona yakın olmayı özlemiştim. Sadece bana dokunmasını değil, omzunda ağlamayı ve beni teselli etmesini, her şartta yanımda olmasını. Sırtımı dayayabildiğim tek kişiyle her şeyi paylaşabilmeyi özlemiştim. Onunla ilgili özlediğim öyle çok şey vardı ki. Ağlamaktan kızarmış ve şişmiş yüzüme aynada baktım. Kaportayı biraz toparlamak için hafif bir makyaj yaptım. İkimizin de işleri olduğundan hastaneye gitmek için hazırlandık. Birlikte aşağı inip kahvaltı yapmamaya karar verdiğimizde arabaya bindik. Arabada elimi tutan adama engel olmadım. Bu durumda kendimi garip ve tatlı bir ilişki içinde hissediyordum. Sevdiğim, her zerresini bildiğim ve her zerremi bilen adamla utangaç iki flört gibi olmak. Yeni bir heyecan gibiydi. Gözlerime bakan adam, elimi tutmasına izin verdiğim için memnun görünüyordu. Kendinden emin bir ifadeyle bana baktı. "Ben her zaman yanındayım." "Biliyorum." "Biliyorsan benden bir şey saklama artık. Her şeyi anlat." Yüzümü ona döndüğümde yeniden duygulanmamaya çalıştım. "Sen de artık kalbimi daha fazla kırma. Çünkü daha fazlasını gerçekten kaldıramam, Valentino. Yeterince yara aldım." Yüzümü avuçlarının arasına alan adam narin bir şeyi tutuyor gibi tutuyordu çenemi. "Bundan sonra her şey farklı olacak. Çünkü seni tekrar kaybedemem. Benim bu hayatta yeniden kaldıramayacağım tek şey de bu." İnanıyordum. İnanmak istiyordum. Onun söylediği her şeyi kutsal sayıyordum. Sözlerini er ya da geç tutan biri olduğu için başka çarem yoktu. Hastaneye geldiğimizde Valent'le ayrıldık. O Pietro'yla katılması gereken bir toplantıya yetişirken ben ikinci kat koridorunda Wendy'yle karşılaştığımda gözlerim pörtlercesine açıldı. "Wendy!" dedim haykırırcasına. Hızlı adımlarla yanına gittiğim kız kollarını açmış bana sarılırken sessizdi ve yüzü sirke satıyordu. "Kızım neredesin?" diye sordum merakla. O kadar endişelenmiştim ki. Hem öfkeliydim hem de anlamaya çalışıyordum. "O kadar aradım! Seni çok merak ettim." Aslında benimle birlikte Valent'in de tahmin ettiği şekilde yanıt verdi. "Luigi'yle biraz baş başa kalıp konuştuk. Bu yüzden telefonu kapatmıştım." Kabul edilebilir bir sebebi olduğu için öfkemi gölgeledi merakım. "Eee?" diye sordum dikkat kesilmiş bir biçimde. Bir kere de ben sormadan çatır çatır anlatamaz mıydı? İlla geri sayım başlatan Acun Ilıcalı gibi merakta mı bırakması gerekiyordu? "Ne oldu? Sonuç ne?" O konuşup konuşmama konusunda kararsızken Luigi'yle aramızda geçen küçük ve seviyeli konuşmadan söz etmek istedim. Kendisine eşşoğlueşşek tarzı hitaplarda bulunduğum o seviyeli konuşmadan. "Vallahi onunla konuşup biraz ayar verdim ama o zaten ben konuşmadan önce de bebeği istiyormuş. Benim bir etkim olmadı." dedim kaşlarımı kaldırarak. "Sadece seni etkilememek için-" Gözlerini kapayarak yorgunca "Biliyorum, biliyorum." diye yanıt verdi. Wendy'nin suratı asıktı. Ve bu da demek oluyordu ki konuşmaları pek iç açıcı geçmemişti. Yani ikisi de bu bebeği isterken aralarında ne gibi bir anlaşmazlık olmuş olabilirdi ki? Anlamak güçtü. Dayanamayıp sordum. "E o zaman niye suratın mahkeme duvarı gibi?" Wendy biraz duraksayıp mahzun bakışlar attıktan sonra beklemediğim bir biçimde elini havaya kaldırıp yüzüğünü gösterdi. "Senin çiçeği burnunda gelinliğini gölgede bıraktm diyorum. Pabucun dama atıldı, Lâl Riccardo!" Şaşkınca çığlığa benzer bir şey attım, çok şaşkın ve neşeli olduğum için ne yaptığımı ben de bilmiyordum. "Hiii! İnanmıyorum!" Hayretle kızın yüzündeki pembe kalp kesim yüzüğe bakarken sağ elim ağzıma gitti. Sevinçle atladım boynuna. Ayrıldığımızda gözlerinden okunan bir mutlulukla "En kısa zamanda evleniyoruz." dedi Wendy. Sonra düzeltmek ister gibi başını sallayarak ekledi. "Yani başta kabul etmedim tabii ama Luigi bir şekilde beni ikna etti." İnan bana nasıl ikna ettiğini sormak bile istemiyorum, Wendy. Merak bile etmiyorum. Valentino Riccardo'nun ailesinden gelen bir erkeğin ikna yeteneğinin ne denli güçlü olduğunu en iyi ben bilirim. Derin bir nefes alırken "Çok sevindim gerçekten." dedim. Henüz davadan falan haberi olmayan kıza hiçbir şey söylemeye niyetim yoktu. Hamileydi ve hassas bir dönemdeydi. Üzücü hiçbir haberle muhatap etmeyecektim onu. Nasılsa medyada yansımaları olacaktı ama onu uzak tutabildiğim kadar bu konudan uzak tutacaktım. Pamuklara saracaktım yeğenim doğana kadar. Sonra beni bugünlerde merakta bıraktığı ve kızdırdığı için rahatça evire çevire döverdim nasılsa. Yeni aklıma gelmiş gibi "E sen ayakta kalma çok! Hadi eve geç, dinlen. Bugün de izin yazdırırım ben sana." desem de dinletemedim. "Hayır, Lâl. Sakın dokuz ay boyunca beni dinlendirebileceğini düşünme bile. Herkes çalışırken evde oturup deli gibi ne yapacağım? Hem çalışmak bana iyi geliyor." Kararlılığına karşı başımı iki yana salladım. "Kızım sen akıllanmazsın." Wendy'nin yanından ayrılırken Sezin Hanım'la seansımız yaklaşmıştı. Ancak kliniğe geçtiğimde şaşırtıcı sayılabilecek bir karşılaşma yaşadım. Toplantıda olduğunu düşündüğüm Valentino, koridorda Doğan Bey'le konuşuyordu. Ne olduğunu anlamasam da hararetli bir konuşma olduğu kesindi ve kısık sesle konuştukları için de varlığımı hissettirmeden ilerledim. Doğan Bey "Bunu artık Lâl'e söylemek zorundayım." derken oldukça sabırsız görünüyordu. "Daha fazla saklayamam. Konuşmak zorundayım, içimde tutamıyorum." Doğan Bey benimle neyi paylaşmak zorundaydı ki? Bizim Valentino dışında bir ortak alanımız bile yoktu. İki yabancıydık. Onu bu denli strese sokan ne olabilirdi? Uyarıcı bir ses tonuyla "Yapmayın lütfen." dedi Valentino. "Şuan sırası değil. Lâl bunu kaldıramaz." Doğan Bey sağ elini çaresizce ensesinde gezdirirken yanlarına gittim. "Neyi kaldıramazmışım?" diye sorduğumda iki adam da bana döndü. Yüzleri gergin ve suç işlemiş gibi gölgeliydi. Merakla onlara baktım. Bir cevap bekliyordum ama birbirine bakan iki adamın da konuşmaya niyeti yok gibiydi. Valent oldukça sıkıntılı dururken Doğa Bey donup kalmıştı sanki. "Evet, nedir?" diye sordum yeniden. Tüm sorularım boş bir duvara çarpan yankı gibi bana geri dönüyordu ve bu sinirlerimi bozmaya başladı. Valentino "Bak, Lâl-" diye açıklamaya çalışırken ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Belli ki bu konunun muhatabı o değildi. Üstelik az önce bana bir şeyler söylemesi gerektiğini ifade eden Doğan Bey'ken. Bu yüzden araya girdim. "Sen bir dur." Doğan Bey'e döndüm. "Evet Doğan Bey, sizi dinliyorum. Benimle konuşmak istediğiniz şey nedir?" Sessizliğe gömülü iki adam da birbirine baktıktan sonra Doğan Bey az önceki kararlılığından geri adım atmadı. "Sana itirafta bulunmam gereken bir konu var, Lâl." Valent'in ona yapma der gibi bakışıyla yüz yüze geldiğimde sinirlerim gerildi. Neydi bu şimdi, yeni bir sır mı? Sırası mıydı bunun? Valentino yine benden ne saklıyordu kendiyle ilgili? Allah'ım, umarım yeniden onu kaybetmeme neden olacak bir adım atmamıştır yoksa bunu kaldıramam. Doğan Bey yutkunarak yeniden söze girdi. "Bunu seninle konuşmak benim için o kadar zor ki." Odamın olduğu kapıya baktı. "Ayaküstü konuşulamayacak kadar hassas bir konu. İçeri geçebilir miyiz?" Kısa bir an düşündükten sonra istemeyerek de olsa içeri buyur ettim onları. Usulca arkalarından içeri girdiğimde gerilim son bulmuş değildi. Kalbim küt küt atıyordu. Beni neyin beklediğini bile bilmiyordum ve beni en geren şey de buydu. Kollarımı kavuşturmuş karşımda emaneten oturmuş gibi duran gergin adama baktım. "Evet, nedir söylemek istediğiniz bu şey?" "Öncelikle söyleyeceğim şeyde benim bir suçum olmadığını bilmeni istiyorum. İnan bana böyle olsun istemezdim." Ne diyeceğini bilemeyen bir edayla bir şeyler arar gibi yere baktı ve devam etti. "Bilmen gereken tek şey, bunu henüz yeni öğrendiğim. Yemin ederim benim suçum değil. Bilmiyordum." Acı verici şekilde mahcup görünüyordu. "Benim haberim yoktu." Sürekli aynı şeyleri tekrar eden adama bakarken sabrım taşmak üzereydi. "Hiçbir şey anlamıyorum, Doğan Bey. Lütfen biraz daha açık konuşur musunuz? Suçunuz olmayan bu konu nedir?" Ellerini birleştiren adam zorlukla bir nefes aldı. "Burada, bu hastanede karşılaşmamız bir tesadüf değil, Lâl." Başı önde başladığı cümleyi yüzüme bakarak tamamladı. "Beni Valentino buldu." Hâlâ bir gariplik göremiyordum. Valent'in onu bulup iş ortağı ya da danışmanı -her neyse- yapmasında ne sakınca vardı? Ve bunda beni ilgilendiren kısım tam olarak neydi? "Ne kast ediyorsunuz? Sizin birlikte iş yapmanız beni neden ilgilendirsin ki?" Gözlerimi kısarak adamın kurduğu cümlelerden iz sürdüm. "Burada karşılaşmamız tesadüf değildi falan da ne demek oluyor?" Az önce kurduğu cümleyi tekrarlarken çekingen ama dürüst görünüyordu. "Beni Valentino buldu." Çarpıcı bir biçimde ekledi. "Senin babanı ararken." Duyduğum şeyle Valent'i bağdaştıramamam şöyle dursun, Doğan Bey'le alakasını bile kuramadım. Donup kaldığım ve parçaları birleştirmek üzere olduğum o sırada dudaklarımın arasından yalnızca "Ne?" kelimesi çıktı. Alakasız bir konuya verdiğim garip bir tepkiydi. Herhangi bir soru sorup yanıt aramama fırsat kalmadan adam karşıma dikildi. "Ben senin babanım, Lâl." ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Nasılsınız? Salı günü yerine Pazar günü ekstra bölüm geleceği için özlemiş olmalısınız. Ben de sizleri çokk özledim. 😍 Öncelikle bu bölümü @Adakirazli , ecewlqwxx , hananheyder07 , 1kocamdakocammm , Handan681 , SedaDum okurlarıma armağan ediyorum. 💎 Eveeeettt... Geldik zurnanın zırt dediği yere. Lâl babasıyla ilgili gerçeği öğrendi. Sizce yeni bölümde bizi neler bekliyor? Buraya yazabilirsiniz. Açığa çıkan bu gerçekle dengeler nasıl değişecek sizce? Tahminlerinizi ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazarsanız güpgüzel olur. 🫠🩷 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |