Yeni Üyelik
40.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 38

@buzlarkralicesi

-38-

❝Lâl❞

Bakışlarım karşımdaki adamda donup kaldığı sırada Valentino'nun buna hiç şaşırmadığını görebiliyordum. Neden şaşırsın ki, Doğan'ın da dediği gibi onu bulup getiren kendisi değil miydi? Bana bu konuda ne istediğimi sormadan. Bunu yaparken aklından ne geçiyordu acaba? Günün birinde olur da Lâl yeniden beni affetme gibi bir dangalaklık yaparsa aramızı bozacak yeni bir kaos olsun diye mi düşünmüştü? Bunun sırası değildi. Şuan üzerimde bambaşka bir şoku atlatmaya çalışıyordum.

Karşımda bana tamamen yabancı bir adam ben senin babanım diyordu. Onunla Valent'in bizi tanıştırması dışında hiçbir hukukumuz yoktu. Adı dışında hiçbir şeyi bilmiyordum. Açıkçası umurumda da değildi. Beni düşünmeyen, merak etmeyen insanları ben neden merak edeyim ki?

Doğan tepkimi daha doğrusu tepkisizliğimi ölçmek ister gibi "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu.

Onun yüzüne bile bakmadan "Elbette söyleyeceğim." diyerek Valentino'ya döndüm yüzümü. "Sen ne hakla böyle bir şey yapabiliyorsun?" Öfkeyle sesim daha da yükseldi. "Bana ailemi bulmak isteyip istemediğimi sordun mu?"

Kocam olacak adam "Haklısın, Lâl. Burnumu sokmamam gerekiyordu. Özür dilerim. Kızacağını da biliyordum ama yaptım." diyerek açıklamaya koyulduğunda Doğan'ın yok sayıldığını hisseden bakışlarıyla karşı karşıyaydım. Yine de dönüp bakmadım.

"Neden yaptın Valentino?" Bunu sakince sorarken benden bağımsız bir biçimde gözümden bir damla yaş süzüldü. Kırgın bir yaş. Sanki bir duygu boşalması gibi. Aslında bu soruya benzer başka bir soruyu diğer adama sormak istiyordum, beni neden bırakıp gittin demek istiyordum ama buna gücüm yetmedi. Hesap soracağım, hayatımdaki asıl önemli erkeğe sorabilmiştim yalnızca. "Neden?" diye fısıldadım. "Biz birbirimize yetemiyor muyduk? Zaten seninle aile değil miydik? Bunlara ne gerek vardı?" Elimle önemsiz bir şeymiş gibi o adamı gösterdiğimde onun ne hissettiği umurumda bile değildi çünkü benim hissettiklerim daha önemliydi. Terk edilen bendim. Belki de ölüme terk edilen.

Bana doğru bir adım atan Valentino "Bizim hiçbir zaman birbirimizden başkasına ihtiyacımız olmadı, Lâl. Olamaz da." derken geri çekildiğimi görünce daha fazla üstüme gelmedi. "Ama bu yüzleşmenin olması gerekiyordu. Er ya da geç."

"Buna da sen mi karar veriyorsun?"

Doğan "Onun bir suçu yok, buraya gelmek ve seninle konuşmak benim fikrimdi." diyerek araya girdiğinde onu daha fazla görmezden gelemedim.

"Sana bir şey sordum mu?"

Ağzının payını almasıyla dumura uğrayan adam kısa sürede kendini toparlayıp karşılık verdi. "Valentino zor bir dönemden geçtiğini, bu itiraf için doğru bir zaman olmadığını söyledi. Senin için neyin doğru olduğunu benden daha iyi bildiğinin farkındaydım. Bu yüzden onun suçu yok, ona kızma lütfen. Hepsi benim suçum." Suçu üstüne alarak kendini melek mi göstermeye çalışıyordu? "Bunun şuan doğru olmayacağını, bunu kaldıramayacağını söyledi, beni uyardı ama dayanamadım artık, Lâl. Kızım olduğunu bile bile daha fazla senden uzak kalamazdım."

Bunca yıl uzak kalabilmişti. Bundan sonrasında da uzak kalabilirdi. İçimden onun yakasına yapışıp hesap sormak geçerken ifadesizce yüzüne bakmayı tercih ediyordum. "Eee ne yapalım yani? Madalya mı takalım sana?"

"Hayır. Ama en azından benimle yüzleş, Lâl. Bu seni rahatlatacaksa bana hakaret et, bağır, çağır."

Onu aşağılarcasına baştan aşağı süzerken "Bu kadar önemli misin sen?" diye sordum sakin bir ses tonuyla. Bağırıp çağırmak belki böyle bir etki bırakmayacaktı ama benim sakin ve aşağılayıcı sözlerim onun için daha kırıcıydı. Bunu yüzünde görebiliyordum ama durmadım. Çünkü o bunu çoktan hak etmişti. "Seni bu kadar önemsediğimi mi sanıyorsun?" Onun bu aymazlığı beni daha da öfkelendiriyordu. "Dalga mı geçiyorsun sen benimle?" Gözlerimi kıstım buz gibi soğuk bir öfkeyle. "Ne söylememi bekliyorsun?"

"Ben, en azından-"

"En azından ne?" Ortam buz kesmişti. Ölümcül bir sessizlik hâkimken sıranın kendisine geleceğinden kuşkusu olmayan Valentino sessizce bu baba kız yüzleşmesine tanıklık ediyordu. Ben en azından öfkemi karşımdaki adama tam anlamıyla göstermemenin bir tepki olduğunu düşünüyordum. Onu gereğinden fazla önemsemediğimi göstermek ister gibi davranıyordum. "Sen benim için bir anlam ifade ettiğini mi sanıyorsun?" Az önce kekeleyerek konuşmaya çalışan adam şuan tüm suskunluğuyla beni dinliyordu. Mahcubiyetle başını öne eğmişti. Sanki artık bir anlamı varmış gibi. "Önemsemeyip bir çöp gibi bıraktığın çocuğun için." dedim iğneleyici bir biçimde bastıra bastıra. Zaten karşımda ezile büzüle utanan adamı utancından yok etmek istiyordum sanki dövücü sözlerimle.

"Ne desen haklısın, Lâl. Lütfen beni dinle-"

"Dinlemiyorum. Çünkü dinlemeye gerek görmüyorum." Duyarsız bir biçimde yüzüne bakarken bu yüzleşmenin aslında bir nebze içimi rahatlattığını fark ettim. Sanki vücudumda yıllardır ağırlığını taşıdığım o pis irini yavaş yavaş atıyor gibiydim. Kusma sonrası bir rahatlama gibi. "30 yaşına kadar arayıp sormadığın bir kızın karşısına geçip hiçbir şey olmamış gibi ben senin babanım diyemezsin Doğan Kozanoğlu. Sen benim babam değilsin." Aşağılayıcı bakışlarla onu ezerek ekledim. "Olamazsın."

Tam odadan çıkıp gitmek üzereyken peşimden gelen Valentino'yu elimle durdurdum. "Sakın peşimden geleyim deme. Seninle sonra görüşeceğiz."

O an çıkıp gittim odadan. Nereye gittiğimi bile bilmeden. Eve dönsem er ya da geç Valent'le karşılaşıp yüzleşecektik yeniden. Babanı dinle gibi bir şeyler zırvalarsa onu da haşlayacaktım. Esasında şuan ona çok kızgın olmam gerekiyordu ama garip bir şekilde Valent'e o kadar da kızgın değildim. Kızgındım. Ama yeniden ayrılacak ya da daha büyük tepkiler verecek kadar değil. Benim hayatım hakkında bana fikrimi sormadan hareket etmişti. Görüşmek istemediğim insanları hayatıma sokmuştu ve bu sinirlenmem için yeterli bir sebepken ona kocaman bir kızgınlığım yoktu. Bu yüzden onu da öfkeyle kırmak istemiyordum.

Valent'i tanıyordum. Tüm bu aptallıkları benim iyiliğim için yaptığının da farkındaydım. Ama bu ona öfkeli olmama engel değildi. O adamın kapısına kadar gidip sanki sevgisini dileniyormuşum gibi beni küçük düşürmüştü. İşte onunla ilgili beni en öfkelendiren kısmı da buydu. Yine de bu benden beklenmeyecek kadar sakin bir tepki olmuştu, farkındaydım.

Yeniden karşılaştığımızda onun burnundan getirecektim. Sadece böyle bir sebepten dolayı yeniden Valentino'yla ayrılmazdım. Onu seviyordum. Onun beni sevişini seviyordum. Beni koruyup kollayışını. Kollarını sarıp teselli edişini. Valentino'ya henüz yeni kavuşmuştum. Sırf ailem bile diyemeyeceğim insanların yaptığı bu şey yüzünden onu yeniden terk edecek değildim. Onların beni terk ettikleri yetmiyormuş gibi bir de hayatımdaki en değerli şeyden mahrum bırakmalarına izin vermezdim. Artık değil. Ama yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Yaralıydım. Kalbim kırıktı. Onunla bu yaralı hâlde tartışmak istemiyordum. Yalnız kalıp kendimi dinlemeye ihtiyacım vardı. Kendi kendimi tedavi etmeye.

Bizimkilerle kaldığım eve de gidemezdim çünkü Valent'in evimizden sonra gideceği ilk yer orası olurdu. Arabaya bindim ve sahile doğru sürmeye başladım. Her ne kadar Valentino'ya takip etmemesini söylesem de Montrel arkamda takipteydi. Umursamadım. Artık bir Riccardo olduğum için istemesem de beni bir dakika bile yalnız bırakmayacaklarını iyi biliyordum. Onlar için ailenin her şey demek olduğunu çok uzun zaman önce öğrenmiştim.

Arabayı deniz kenarında durdurdum ve başımı direksiyona yasladım. Ben o adamı görmüştüm. Kızıyla şakalaşırken, gülüşürken, ona şefkat gösterirken, ona bir prenses gibi davranırken. O kadar uzun zamandır tanışmamamıza rağmen kızına gösterdiği ilgiyi, sevgiyi görmüştüm. Peki, benim suçum neydi? Ben neden bir kenara atılan olmuştum? Bunu bana neden yapmışlardı? Bunun sebebini bilirken kalbim daha şiddetli kırılıyordu. Hem de her seferinde daha fazla.

Ben onların istemediği bir şeydim. Onlardan meydana gelen ama onların istemediği bir şey. Ben sadece şeydim onlar için. Bir insan, bir canlı, duyguları olan biri değil de çöp kovasına atılarak kurtulabilecekleri bir atıktım. Hem onların kararıyla ve onlar yüzünden dünyaya gelmişken hem de onlar tarafından istenmemiş, terk edilmiştim. Bu düşünce belki de istenmemekten daha çaresiz hissettiriyordu beni. Sanki bir çekiç, güçlü bir şekilde bir çiviyle kalbimi deliyordu her seferinde.

Bana kendimi bir çöp parçası gibi hissettiren o adamı dinlemeyecektim. Savunması benim umurumda bile değildi. Ben artık kendime yeni bir aile kuruyordum. Valentino'yla sevgi dolu, huzurlu bir aile. Onlara ihtiyacım yoktu.

Arabadan inip kayalıklara doğru yürüdüm. Denizin kokusunu içime çekerken ağlamama engel olamadım. Ellerim dizlerime dayalı sessizce ağladığımı sanırken hıçkırıklarımın arasında boğuldum. Bağırmak istedim. Ona küfürler etmek. Şuan o adamı öldürmek bile içimi soğutmazdı. Bir de utanmadan karşıma geçmiş ben senin babanım diyordu. Açıklamaya çalışıyordu. Kendini müdaafa etmeye çalışıyordu karşımda. Artık bunun bir önemi varmış gibi. Kalmış gibi.

Kayalıklardan birine oturup uzun uzun denizi izledim. Bir deniz kızı olsaydım keşke. Denizin altında yaşayan, annesi babası olmayan, tamamıyla yalnız bir deniz kızı. Yıllar önce Valent'le ilk tanıştığımızda o uçurumdan atladığım an bir deniz kızına dönüşseydim. Tüm kötülüklerden uzak. Ama o zaman Valentino'ya da sahip olamazdın. Bu aptalca bir fikirdi.

Beni bu hayatta koşulsuz seven tek adam da yanımda olmadan yaşayamazdım ki. O artık benim ailem olmuştu. Ailenize de kızardınız, küserdiniz ama et tırnaktan ayrılmazdı işte. Yine dönerdiniz yuvanıza. Valentino da benim yuvamdı. Kızardım, küserdim, bağırırdım hatta küfür ederdim ama yine dönerdim.

Ellerimi karnıma çektiğim dizlerime sarıp başımı o boşluğa yasladım ve gözlerimi kapattım. Kalbim öyle kırıktı ki. Bundan nasıl kaçabileceğimi bilmiyordum. Yıllardır bir şekilde kaçmıştım. Hayatımda olmadıkları için bundan kaçmak savaşmaktan daha kolaydı. Ama şimdi kaçacak bir yerim yoktu. Dört bir yanım çevrilmişti. Nereye gidebilirdim ki?

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama hava kararmaya yüz tuttuğuna göre uzun bir süre kalmışımdır diye düşündüm. Sırtıma örtülen bir şeyle başımı kaldırdım. Bir el hissettim omzumda. Hafifçe arkama döndüğümde sırtıma şal örten adamla karşılaştım.

Valentino.

Yanıma oturdu sessizce. Suçunu bilip susan çocuklar gibi mahcuptu. Bir şey söylemedi. Bense denize doğru bakıp derin bir nefes aldıktan sonra ona döndüm. "Özür dilerim." dediğinde öfkeli bakışlarım yüzünü buldu.

"Özür dileme, Valentino çünkü sana çok kızgınım. Bir özürle geçebilecek bir şey değil bu!"

"Biliyorum." Gözlerini teslimiyetle kapatıp başını salladı. "Ne desen haklısın. Bu işe karışmamam gerekiyordu ama..."

Şiddetle ayağa kalkıp bağırdım. "Ama ne ya? Ama ne?" Ellerimi iki yana açtığımda kesik kesik nefes aldım. "Tam her şey yoluna girerken, biz seninle hayalini kurduğumuz o mutlu hayata başlarken neden Valentino? Neden o ayrık otlarını hayatımıza soktun söyler misin?"

Benim aksime son derece sakin ama mahcubiyetini gizlemeyen ses tonuyla karşılık verdi adam. "Çünkü yüzleşmen gerekiyordu Lâl."

"Buna sen karar veremezsin!" Sağ elim belimdeyken "Hem yüzleşmediğimi nereden biliyorsun?" diye söylendim.

"Biliyorum." Duraksadı ve sonraki cümlemin farkına vardı. "Ne?"

Yutkundum. Karşımdaki adam hikâyenin tamamını bilmiyordu ki. O öldüğünde -öldüğünü sandığımda- 1 yıl önce olanları bilmiyordu. Her şeyimle beni izleyen adamın bunu kaçırmasına şaşırsam da önemsenecek bir durum olmadığı için gözden kaçırdığını düşündüm. "Ben o kadınla yüzleştim." diye mırıldandım.

Soru dolu bakışları yüzümü ezberlerken "Kiminle?" diye sordu. Bir süre yanıt alamayınca parçaları kendi birleştirmeye çalıştı. "Annenle mi?"

Öfkeyle "Anne deme şuna!" diye söylendim. Bunu konuşmak, anlatmak, eşelemek istemiyordum. "Ben bu konuyu uzun uzun konuşmayacağım, Valentino. Konuşmak da istemiyorum anladın mı beni?" Gözlerimi kapayıp tek nefeste söyledim. "Bilmen gereken tek şey, o kadınla bu saatten sonra bir anne kız ilişkimiz olamayacağı. Birbirimiz için iki yabancıyız. Daha öncesinde de olduğu gibi." Yüzümü buruşturarak ekledim. "O adamdan bahsetmiyorum bile. İkisini de hayatımda istemiyorum ve bu konuda netim." Sert bir ifadeyle vurguladım. "Eğer ısrarcı olursan sen de hayatımdan çıkarsın."

Kararlı bakışlarıma karşılık ürken adam bir adım geri çekildi ve yutkundu. "Hayır, Lâl." Ciddiyetim onu şaşırtmıştı. Karşısında duvar gibi duruşum. Belki her şey henüz taze olduğu için sadece öfkeliyim sanmıştı ama hayır. Ben o ikisini gerçekten hayatımda istemiyordum. "Asla ısrarcı olmam. Bu tamamen senin kararın. Ve sen nasıl istersen öyle olacak."

Şuan ona sarılmak istesem de yapmadım. Çünkü öfkeme karşı gelemedim. Ne olursa olsun arkamdan iş çevirmişti. Cezasını çekmesi gerekiyordu. Şuan ona sarılmam demek hemen affetmekle aynı şey gibi geliyordu. Hayatıma her dakika müdahale edip benim hayatım hakkında benim adıma kararlar almasına izin vermek demek oluyordu ve buna izin vermeyecektim. Hatasını iyice anlamalıydı. Yarama kendim dokunmalı ve onu kendi kendime iyileştirmeye çalışmalıydım. O da bana saygı duyar gibi tam karşımda duruyordu. Herhangi bir hamlede bulunmadı. Ama biliyordum. Gözlerinde görebiliyordum beni sarıp sarmalamak için yanıp tutuştuğunu.

Beni, yaramı tek başıma sarmak zorunda bırakan adama sitemle sordum yeniden. "Neden yaptın bunu? Neden bana sormadan yüzleştirdin onunla?"

"Çünkü onlar seni yaraladı, Lâl. Yaralarını sarmaya ihtiyacın vardı. Yaralarını sarıp iyileştirmek istedim." Sessizce anlamaz bir bakış attığımda duraksamadan açıkladı. "Bugüne kadar aramızda olan sorunların çoğu ailenin yarattığı travmalar yüzündendi. Tamam, ben de pek güven veren bir yaşantım olmadığını kabul ediyorum ama ailenin seni terk edişi yüzünden hiçbir zaman bana tam anlamıyla güvenmedin, Lâl. Sırtını yaslamadın.Hep kaçtın. Tam olarak kendini bana bırakmadın. Hep ittin beni. Her şeyi tek başına halletmeye çalışırken aslında hayatta yalnız olduğuna inanıyordun. Kimsenin seni gerçekten karşılıksız sevemeyeceğine." Ellerini iki yana açtı. "Ben sevdim, Lâl. Seni karşılıksız sevdim. Tamamen sevdim. Tüm kalbimle. Sen henüz bana âşık olmamışken bile."

Acı çeker gibi inlerken "Biliyorum." dedim yalnızca. "Ama beni çok kızdırdın. Beni onun önünde küçük düşürdün! Sanki ondan sevgi dilenirmişim gibi!"

"Hayır, Lâl. Haberi bile yokmuş senden. Benimle konuştu, anlattı-"

Elimle durdurdum onu yüzüne bile bakmadan. "Onu müdafaa etme bana. Duymak istemiyorum."

"Kendimi onun yerine koydum. Benim başıma gelseydi-"

"Senin başına gelmez, Valentino!" Yükselen sesimi dizginlerken yutkundum ve sakinleşmeye çalıştım. "Senin başına gelmez çünkü sen hamile bir kadını arkanda bırakıp gitmezsin. Çocuğuna, günahına sahip çıkamayacak kadar sorumsuz ve aciz değilsin. Sen öyle biri değilsin."

"Lâl-"

"Valentino, yalnız kalmak istiyorum." Ona arkamı döndüm. "Bu gece eve gelmem. Bizimkilerde kalırım. Arama beni, biraz yalnız kalıp kafamı dinlemek istiyorum."

Bir süre sessiz kaldıktan sonra yüzümü izledi ve tuttuğu nefesini bırakırken "Peki." dedi sessizce. "Seni evimizde bekleyeceğim."

Ona bir karşılık vermeden kollarımı kavuşturup gitmesini bekledim. Biraz uzaklaştığını hissettiğimde arkama döndüm. Adamlarından birinin açtığı kapıdan içeri girip arabasına bindi ve bana bakarken uzaklaşıp gitti.

Bense kendi arabama bindim. Arabayı çalıştırmak istesem de buna gücüm yoktu. Kollarım kalkmıyordu. Ağlamaktan şişmiş gözlerimi açamayacak kadar hâlsizdim. Usulca arabadan indim. Arkadaki arabaya doğru yürüyüp elimdeki arabanın anahtarını Montrel'e uzattım. "Beni arkadaşlarımın evine bırakır mısın?" Böyle kendimi çok aciz hissetsem de bu kez umursamadım. Her zaman güçlü olmak zorunda değilsin.

Atik bir biçimde arabadan inen adam anahtarımı aldı, "Hemen efendim." dedikten sonra diğer arabadaki şoföre bizi takip etmesini söyledi ve benim arabama doğru yürüdü.

Arka koltuğa oturdum ve eli kolu tutmayan sakat biri gibi Montrel'in beni evin önüne bırakmasını bekledim. Eve geldiğimde ruh gibiydim. İnsanların bana baktığını, bana bir şeyler sorup durduğunu duyuyordum ama cevap veremiyordum. Hatırladığım son şeylerden biri merdivenleri güçlükle çıktığım ve koluma Wendy ile Giray'ın girip beni odama götürdükleriydi.

Yorgunlukla yatağıma uzandığımda Giray odadan çıktı ve Wendy yatağın kenarına oturup elimi tuttu. Belki de olanlardan haberi olmuştu, bilmiyordum ve düşünemeyecek kadar yorgundum. Gözlerimi kapattım. Bu olanların bir kâbus çıkmasını umdum. Yapabileceğim tek şey buydu. Elimden gelen tek şey olanları unutmaya çalışmaktı.

Sabah uyandığımda ise yeni bir gün olduğunu biliyordum ama asla uyanmak istemiyordum. Çünkü bugün o gündü. Anneler günü.

Benim için anlamı olmayan bir gün. Çünkü bugüne kadar ne şöyle adamakıllı bir annem olabilmişti ne de ben anne olmayı becerebilmiştim. İnsanların kırgınlıklarını hatırlatan özel günlerden biriydi sanki benim nezdimde.

Böyle düşündüğüm için kısa bir an kötü hissettim kendimi. Seval anneme haksızlık ettiğimi düşündüm ve içim acıdı. Adamakıllı bir annem olmadığı konusunda hâlâ hemfikirdim. O her zaman kızını kaybetmiş acılı bir anneydi ve belki de acısından delirmişti. Bu yüzden hiçbir zaman gerçek sorumluluk sahibi bir anne gibi olmamıştı. Onunla normal, sağlıklı bir insanla konuştuğunuz gibi konuşamazdınız. Hep bir yanı yarım kalmış, bildiklerini kendin unutturan ve Başkan tarafından kendisine sunulan yalanlara inanmayı tercih eden çaresiz bir kadındı. Ama her şeyden önce anneydi. Annemdi.

Gerçek şu ki o benim kalbimi çok kırmıştı. Ama biyolojik annem kadar değil. Vural'ın bana yaptıklarını söylediğimde bana destek olmamıştı, bilmezden gelmişti. Bunları unutamazdım, bunlar benim barışamadığım yaralarımdı. Ancak onun hakkını yiyemezdim, bana kendi kızı gibi bakmıştı hep. Kendi kızı olduğumu sanmıştı ya da kendi kızı olarak kabul etmişti, bunların bir önemi yoktu. Sağlıklı bir psikolojiye sahip olmasa da bana anne sevgisini vermişti. O konuda hakkını yiyemezdim. Bu yüzden bugün belki de gerçek annemden daha çok onun hakkıydı anneler gününün kutlanması.

Hazırlanıp aşağıya indiğimde ev bomboştu. Bizimkiler hastaneye gitmiş olmalıydı. Kahvaltı masasını benim için hazırlayıp gitmişlerdi. Benimse hiçbir şey yiyecek iştahım yoktu. Masayı toplayıp evden çıktım.

Yolda bir çiçekçiden papatyalar aldım. Bu, bir aile rolü yaparken ve birbirimize mecbur katlanırken her yılki anneler günü ritüellerimizden biriydi. Bozmadım.

Arabamı Günday malikânesinin önünde durdurduğumda içim rahattı. Başkan'ın burada olmadığını bilmek hiç bu kadar ferahlatıcı olmamıştı. Bahçeden içeri girdiğimde kapının önünde Perhide'm karşılamıştı beni. Görünce sevinçle boynuma sarıldı.

"Kızım! Hoş geldin, nerelerdesin?" Alt dudağını ısırarak ekledi. "Sana bir şey oldu sandım."

İmalı çıkan sesiyle neyi kast ettiğini anlayabiliyordum. Başkan veya Vural'ın bana zarar vermesinden korkuyor olmalıydı. Rahatlatıcı bir biçimde başımı salladım. "Merak etme, bana hiçbir şey olmaz."

Merakla elimdeki çiçeklere bakan kadın "Bugün anneler günü diye anneni unutmadın da ziyarete mi geldin?" dedikten sonra şefkatle yanaklarımı sıktı. "Hakikatli kızım benim!"

Hiç içimden gelmese de yarım bir tebessüm armağan ettim kadına. "O nerede?"

"Arka bahçede oturuyor. Ağzını bıçak açmıyor."

Dudaklarımı birbirine bastırırken onayladım. Usulca bahçede dolanıp sallanan saldalyede oturan kadının yanına gittim. Şalına sarınmış, dışarıyı seyrediyordu sessizce. Seval Günday. Olanlardan haberi bile yoktu. Kocasıyla aramda olan ölüm kalım savaşından.

Yüzümü güldürmeye çalışarak yanına gittim. "Anneciğim." Omuzlarına dokunduğumda sesimi duyan kadının heyecanla ayaklanışını ve bana dönüşünü özlemişim. Bir insana hem kızıp hem onu sevebilirdiniz. Affedemiyorsanız da sevebilirdiniz. Kalp kırıklıklarıyla da sevebilirdiniz. Sevgi öyle tuhaf bir şeydi ki bazen size ruhsal işkence çektiren birini bile sevebilirdiniz. Hastalıklıydı ama yapabilirdiniz bunu.

Seval Günday'la bizim ilişkimiz böyleydi. Beni çok kırmıştı, bana inanmamıştı, yer yer beni yok saymıştı. Varlığıma, kimliğime zarar veren bu kadını her şeyine rağmen seviyordum çünkü neredeyse gözlerimi açtığımda onu görmüştüm ben. Kimsesiz geçen yetim yıllarımdan sonra bir annem olmuştu benim. Mükemmel olmasını bekleme gibi bir lüksüm yoktu. Hem de gerçek annesi tarafından terk edilmiş biriyken. Bu yüzden karşımda heyecanla gözleri parlayan kadına anne diyordum. Çünkü o benim annemdi. Doğrularıyla ve yanlışlarıyla. Annemdi.

Beni görür görmez gözleri ışıldayan kadın inanmazca "Azize, kızım!" dedikten sonra hemen boynuma atladı. İçine sokarcasına sarıldı bana. Çiçekleri ezmiş olabileceğini umursamadan. Tüm sevgisiyle. "Yavrum..." İçine çekti kokumu. Sanki onun doğurduğu çocukmuşum gibi. Onun kızıymışım gibi. Yıllardır belki de ilk defa o an gerçek Azize'nin hakkını gasp ediyormuşum gibi hissettim. Söylediklerinde doğruluk payı olmasa da, ben bile isteye ve zevkle onun hayatını çalmasam da o an onun hak ettiği sevgiyi almaktan mutluluk duyduğum için utanmıştım.

Sırtını pışpışladım kadının. "Nasılsın?"

Kollarımdan ayrılan kadın, yüzünden okunan mutluluğu gizlemeksizin "Sen geldin ya, nasıl kötü olabilirim?" yanıtını verdi.

Elimdeki çiçeği ona uzattım. "Anneler günün kutlu olsun, anne." Bakışlarım buruk bir mutluluk taşırken bu çiçeğe, gelişime ne kadar minnettar olduğunu gizlemeyen kadının gözleri dolmuştu. "İyi ki varsın." dedim yalnızca. Tüm kırgınlıklara ve kızgınlıklara rağmen.

Çiçekleri mutlulukla alan kadın, onları önündekü masaya bıraktıktan sonra yeniden sıkı sıkı sarıldı bana. "Yavrum benim... Kızım!" Yüzümün her yanını öptü sevgiyle. "Seni nasıl özledim bir bilsen."

"Biliyorum anne. Ben de seni özledim."

"Yalancı."

"Gerçekten." Etrafa bakınırken Başkan yüzünden gelemediğim bu yer için bir bahane uydurdum. "İşler çok yoğundu, uğrayamadım. Ama hep aklımdaydın."

Bunu duymak bile mutlu etmişti onu. İki dakika oturup konuşmamız bile yetmişti ona. İstiyordu, daha fazla kalmamı deliler gibi istediğini biliyordum ama kalamayacağımı bildiğinden daha fazla ısrar etmedi. Açık açık konuşmasak da alttan alta biliyordu Başkan yüzünden gelemediğimi.

Anneler gününü kutladığım kadından ayrılmak zor gelmişti. Çünkü kalkmam gerektiğini söylediğimde yavru bir kedi gibi buğulu gözlerle bakarak "Biraz daha kalsaydın keşke." dediğinde içim ezildi.

Gerçekten kalmak istedim. Ama enerjim yoktu. Ve burası benim için tehlikeliydi. Bu yüzden ona yansıtmak istemesem de "Kalksam iyi olur, yine uğrarım ama merak etme." dedim karşımdaki kadına.

Başını yana yatırarak kabullenen kadın için bu bile yeterliydi. Çok tutmadı beni. Çıkıp gittiğimde son kez yıllarımın geçtiği bu kâbus zindanına baktım. Burada beni mutlu eden iki kişi vardı o zamanlar. Engin abim ve Seval annem. Şimdiyse biri ölüydü, diğeriyse delirmişti. Zaten Başkan'la kalıp aklını korumak insan doğasına aykırıydı kanımca.

Eve geri döndüğümde bahçenin önünde Fuat'ın arabasını gördüm. Şaşırdım ama hemen arkasına park ettikten sonra indim ve kapının önünde onları Işık'la görünce durumu anladım. Yüzüm yumuşacık olmuştu. Bugün herkes annesini ziyarete gidiyordu.

Fuat kucağında Işık'la kapının önündeki merdiven basamaklarına oturmuş beni bekliyordu. Bizimkiler evde olmadığı için kapıda kalmış olmalıydılar. Onları görünce gülümseyerek "Sizin ne işiniz var burada?" dedim cevabını bildiğim bir soruyu sorduğumun farkındayken. Sevinç ve şaşkınlık arasında gidip geliyordum.

Kucağındaki Işık'la oturdukları basamaktan kalkarken "Işık seni görmek istedi." dedikten sonra sesini alçaltarak "Kendini paraladı desek daha doğru olur." diye mırıldandı. "Seni göreceğim diye kendini yerlere attı."

Babasının kucağında oturan Işık Hanım da sanki dokuz köyü birbirine katan kendisi değilmiş gibi gözleri heyecanla parlarken bana bakıyordu. Kucağında boyundan büyük çiçeği bana uzattığında ağlamamak için kendimi zor tuttum. "Anneler günüsün kutlu olsun."

Ağlamakla gülmek arasında kalırken çiçekleri aldım ve sevgiyle yüzüne baktığım kıza "Anneler günüsüm kutlu mu olsun?" diye tekrarladım söylediği şeyi. Şirinlik muskam benim. Çiçeklerini sevinçle koklarkan "Ohhh... Bunlar ne güzel çiçekler böyle!" demeyi ihmal etmedim. Hâlâ beni annesi kabul etmesi şaşılacak bir şey değildi. Onunla konuşur konuşmaz haa anne değil miymişsin, tamam o zaman oldu sonra görüşürüz demesini beklemiyordum. Bunun kabullenme süreci olacaktı.

Bu hayatta birinin evlatlık hakkını, diğerinin annelik hakkını çalıyormuş gibi hissederken içimdeki mutluluktan utanmak istemedim. Benden çalınanların acısını kimseden çıkarmıyordum. Kimsenin kafasına silah dayamamıştım. Üstelik benim çalınan haklarım ne olacaktı? O anne baba müsveddelerinin benden çaldığı yılların hesabını kim verecekti? Bu yüzden Azize ve Zuhal'den dolayı kendimi ne kadar suçlu hissetsem de Işık'ın sevgisini hak ettiğimi düşünüyordum. Tamam, onu ben doğurmamıştım ama onu kendi bebeğim gibi sevmiştim. Her zaman.

Bu hayat bana öyle bir ders vermişti ki, hem anne hem de evlat olarak büyük acılarla sınanmıştım. Sahte bir annenin şefkatiyle kutsanmş, bana ait olan karnımda taşıdığım bir bebeği kaybetmenin acısını yaşamış, tamamıyla bana ait olmayan bir bebeğe kısa süreliğine de olsa annelik etmiştim. Ve hayatta aldığım bu üç önemli ders bana şunu öğretmişti, doğurmak marifet değildi. Bu yolla kedi, köpek, hayvanlar da anne oluyordu. Ama insanlar âlemine bakacak olursak anne olmayı becerememiş mahlûkatlar çoktu. Başta beni ölüme terk eden o kadını ise ölene dek affetmeyecektim.

Çiçekleri yeniden Fuat'a uzatırken Işık'ı kucağıma aldım. Boynuma sarılan küçük ellerinin sevgisiyle sessizce ağlıyordum. "Seni seviyorum, minik meleğim. İyi ki varsın. Bugün buraya iyi ki geldin." Yumuşak bal yanaklarından tatlı öpücükler çalarken göğsüme bastırdığım küçük başının kalbime verdiği huzurla iyileşiyordum. Dün babam olan adamın, 1 yıl önce annem olan kadının açtığı yaraları Seval annemin şefkati ve kucağımdaki bu küçük varlığın karşılıksız sevgisi tedavi ediyordu.

Hem annesizliğime hem de kaybettiğim bebeğime dair yaralarıma şifa olan, can suyum olan çocuğa bir kez daha sıkı sıkı sarıldım. 1 yıl önce yaşananları unutup yok sayar gibi o anı yaşamaya çalıştım.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Öncelikle çok duygusalım ve bu bölümü tüm Gecedeki Aşk Serisi okurlarına armağan ediyorum. 💎 Her bölüm finale biraz daha yaklaştığımız için içimde garip bir hüzün var. 🥹 Ama duygusallığın hiç sırası değil. Hepinizin, annelerinizin anneler gününü kutlarım. 💐 Umarım ailenizle bir ömür çok mutlu olursunuz. Bölüme geçecek olursak... Lâl'in şifreli konuşmalarınızdan ne anladınız ve annesiyle gerçekleşen yüzleşmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce o yüzleşmede neler olmuştur? Buraya yazabilirsiniz. Lâl ile Valent cephesinde neler olur diye sorsam? Onunla ilgili duygu ve düşüncelerinizi de buraya yazabilirsiniz. Beni Instagram'dan takip ederseniz çok mutlu olurum, hikâyeyle ilgili de birçok duyuruyu orada yapıyorum. Şimdilik bu kadar, umarım anneler gününe özel bölümümüzü beğenmişsinizdir, bol yorumlarınızı bekliyorum. ❤️ Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%