Yeni Üyelik
6.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 4

@buzlarkralicesi

-4-

❝Lâl❞

Öğleden önceki son danışanım da gittiğinde arkama yaslanıp rahat bir nefes verdim. Kapı çaldı. Aralık kapıdan içeri başını çekingence sokan Şebboy'a "Gelsene." dedim. Yeni bir danışanın olmamasını diliyordum. Yorgundum ve öğle yemeği için karnım guruldamaya başlamıştı bile.

Kapıyı biraz daha aralasa da hâlâ bir kısmı dışarıda kalan kadın "Niko Bey sizi aradı. Ulaşamamış, merak etmiş." diyerek yanıtımı bekledi.

"Tamam, ben ona dönerim." Merakla ekledim. "Başka bir şey?"

"Bir de Şerif Bey yarım saat içinde kurulla toplantı yapacakmış. Sizi de bekliyor."

İsteksiz bir ifadeyle başımı sallarken toplantıda neler konuşulacağını az çok biliyordum. Başkan'la yeniden muhatap olacağım için tadım kaçmıştı ama neyse ki bu durum benim için sürpriz değildi. Maalesef 2 yıldır onunla istemediğim kadar muhatap oluyordum. Ruh hastası herif. Onun da ipini çekecektim, çok az kalmıştı. "Tamam Şebboy, teşekkürler. Sen yemeğe çıkabilirsin."

Memnuniyetle gülümseyen kadın kapıyı kapatıp beni yalnız bıraktığında masadaki telefonumu aldım. Nikolai'yi arasam iyi olacaktı.

2 yılda değişen çok şey olmuştu ancak değişmeyen tek şey onun bana olan hisleriydi. Nadia'nın tedavisini de bahane ederek Türkiye'ye yerleşmişti. Bir uzmandan tedavi almasına rağmen sık sık benimle de görüşen Nadia artık daha iyi durumdaydı. Nikolai de burada kendi düzenini kurduğuna memnundu. İstanbul'un en iyi yerlerinden birinde yeni bir Club Hydra açmıştı ve Rusya'daki, İtalya'daki kulüplerinden bile fazla ilgi görüyordu. Neden memnun olmasın ki? Nikolai Miloradov yükselişteydi. Onun çağı başlamıştı sanki.

Nadia dolayısıyla sık olmamakla birlikte Nikolai ile görüşüyorduk ancak aramızda bir şey olamayacağını, hâlâ Valent'i sevdiğimi çok iyi biliyordu. Yine de bir ümit bekliyordu belki. Bilmiyordum. İnsanların içinde besledikleri umutlara da karışamazdım. Sonuçta ben ona hislerimi tüm dürüstlüğümle söyledikten sonra gerisi onu bağlardı.

Tek çalışta yanıtladı aramamı. "Lâl. Nerelerdesin? Seni merak ettim."

"Klinikteydim. Sen aradığında danışanım vardı. Israrla aramışsın, ne oldu?"

"Senden bir konuda yardım istemem gerekiyordu."

"Nedir konu?"

"Hafta sonu Nadia'nın doğum günü var."

Neşeyle gülümsedim. "Ne güzel! Nadia çok sevinecek. Sürpriz parti sanırım?"

"Onun gibi bir şey. Ama asıl sorun o değil. Henüz bir hediye seçemedim. Çok beğeneceği bir şey olsun istiyorum. Bana yardımcı olur musun?"

Biraz düşündükten sonra "Bilmiyorum, Nikolai." derken tek amacının hediye seçmek olup olmadığını anlamak istedim.

"Hadi ama Lâl, bir hediye sadece. Sonra belki bir yemek yeriz, hepsi bu."

"Şansını zorlama."

"Tamam, belki bir kahve. Olmaz mı?"

Pek istekli olmasam da "Bakarız." demiş bulundum. Aslında başımı kaşıyacak vaktim bile yoktu son günlerde. Yoğun çalışıyordum. Ama Nadia'nın hediyesi için vakit ayırabilirdim sanırım.

"Tamam. Yarın müsait misin?"

"Konuşuruz Nikolai."

"Anlaştık."

Telefonu kapattığımda Valentino öldükten sonra Nikolai'nin bana ne kadar destek olduğunu düşündüm. O havaalanında vedalaşmamız son değildi. Ben son sansam da. Sonun başlangıcıydı.

En azından bu kadarını onun için yapabilirdim. Kardeşi için güzel bir şeyler yapmasına yardımcı olabilirdim. Bunda kötü bir niyet yoktu. Neden kendimi kötü bir şey yapıyormuş gibi hissediyordum peki? Neden Valent'e ihanet ediyormuş gibi hissediyordum? Boynumdaki yüzüklü Lâl taşı kolyesini avuçladım gayriihtiyari. O ölmüş olabilirdi. Ama sevgisi, ona olan aşkım kalbimde yaşıyordu. Bu yüzden hiçbir erkeği hayatıma almamıştım. Almayacaktım da.

Toparlanıp klinikten çıktım ve hastaneye geçtim. Kurul toplantısının yapılacağı odanın önünde içeri girenleri görünce aralarındaki konuşmaları duyabiliyordum. Hastanenin durumuyla alakalı olumsuz konuşmalar dönüyordu. Bir süredir işler pek de iyi gitmiyordu. Başkan'ı eskisinden daha saldırgan hâle getiren de buydu.

Herkes yerini aldıktan sonra Başkan bir imparator edasıyla masanın baş köşesine oturdu. Yıkılmak üzere olan bir imparatorluk. Bir süre hastanenin giderleriyle alakalı konuşulduktan sonra Başkan toplantı boyunca kıvrandığı baklayı çıkardı sonunda ağzından.

"Bu toplantıyı düzenledim, çünkü hastanemiz için çok önemli bir gelişme hakkında konuşmak istedim. Biliyorsunuz, bir süredir işler pek de yolunda gitmiyor. Bu artık bir sır değil." Evet, yokuş aşağı gidiyorduk ve bu bilinen bir şeydi. "İçinde bulunduğumuz durumdan nasıl kurtulabileceğimizi çok düşündüm ama işin içinden çıkmak bu kez o kadar kolay değil ne yazık ki."

Arkama yaslanmış boş laf kalabalığını dinlerken neredeyse uykum gelmişti. Bakalım ne yumurtlayacak Başkan Efendi, diye bekliyordum. Bu kadar uzun ve gereksiz girizgâhı bağlayacağı yeri merak etmiştim doğrusu.

"%51 hissesine sahip olmak koşuluyla hastaneyi satın almak isteyen gizemli bir alıcı var. Kurulla konuşmadan bir yanıt vermedim ama bu en doğru karar olacak diye düşünüyorum. Sonuçta tamamını satmıyoruz ve bu kişi maddi açıdan hiç sorunu olmayan iyi bir yatırımcı gibi görünüyor. Siz ne diyorsunuz bu duruma?"

Başta Zuhal ablam olmak üzere kurul üyelerinin çoğu Başkan'ın yaltakçılarından olduğu için pek itiraz eden olmadı. Neyse ki her durumda çıkıntılık yapabilecek bir kızı varken başka düşmana ihtiyacı yoktu. Elimi kaldırıp konuşmaya başladım. "Bu öneriyi onaylamıyorum. Biliyorum, hastanenin küçük hissedarıyım. Belki benim düşüncelerime rağmen yine de bu hastaneyi adı sanı bilinmeyen, güvenilir mi değil mi bilmediğimiz tekinsiz birine satabilirsiniz ama ben bunu doğru bulmuyorum."

Başkan'ın aşağılayıcı ve alaycı bakışları altında "Öyle mi?" derken küçümser ifadesine meydan okudum.

"Evet, öyle." Masanın üstünde elimdeki kalemi evirip çevirirken özgüvenimden bir şey kaybetmeksizin devam ettim. "Bu hastaneyi dedem Suavi Günday kurdu. Ve insanları iyileştirmek, onlara şifa dağıtmak, kısacası iyi bir şeyler yapma amacı güderek yaptı bunu. Yardım fonlarımız sayesinde de uzun yıllar boyunca imkânı olmayan hastalara bile kaliteli bir sağlık hizmeti sunuldu. Şimdi onun mirasını kim olduğunu, amacını bile bilmediğimiz birine emanet edeceğimizi konuşuyoruz."

"Daha iyi bir fikrin varsa dinlemek isterim küçük hanım."

"Şirketinizin döner sermayesinden hastanemize yardım sağlayabilirsiniz diye düşünüyorum Şerif Günday. Sonuçta şirketinizi uzun yıllar boyunca bu hastaneden kazandıklarınızla büyüttüğünüz sır değil. Bunu Suavi Günday'ın anısına borçlusunuz."

Küstah bulduğuna emin olduğum çözümümle artık beni küçük görmüyor, açık açık hedef alıyordu, bana nefret besliyordu. Dişlerini sıktı öfkeyle. Ancak insanların içinde bana istediği gibi hakaret edemeyeceği için kibar olmaya çalıştı. İkiyüzlü pislik. "Şirketin döner sermayesinden hastaneye yeterince destek olundu. Artık şirketin sermayesini de tehlikeye atıp daha fazla zarara giremeyiz. Hissedarlarımızdan toplayacağımız %51'lik hisselerle hastaneyi gizemli alıcıya satıp gireceğimiz daha fazla zarardan kurtulmak en mantıklısı."

"Ben kabul etmiyorum. Hissemi de devretmiyorum, hakkımı da saklı tutuyorum. Kabul edenler varsa onlarla yolunuza devam edebilirsiniz. Teşekkürler." Toplantının bitmesini beklemeden kalkıp salonu terk ettim.

Kapıdan çıktıktan sonra koridorda biraz ilerledim. Yemekhaneye inmek için asansöre yürürken kolumdan tutan elin sahibine döndüm. Zuhal Günday.

"Lâl, ne yapıyorsun sen?"

"Ne yapıyormuşum abla?"

"Kurulun önünde babama arkanı dönüp gitmek ne? Ona alalen saygısızlık yaptığın yetmiyormuş gibi bir de hepimizi uçuruma sürüklüyorsun! Söyler misin bana, hastaneyi satmayacağız da ne yapacağız?"

"Hastanenin bu duruma düşmesinin tek bir sebebi var abla, o da Başkan'ın şirketi için fonları kötü yönetmesi. Onun amacı hiçbir zaman hastaneyi yönetmek olmadı, hastaneden sağlanan kazançla kirli işlerini yaptığı şirketini büyütmekti. Hastaneyi uçuruma sürükledi. Sırf onun beceriksizliği yüzünden dedemin mirasının çöpe gitmesi bana çok ikiyüzlüce geliyor. Zamanında sömürüp bitirdiği hastaneyi şimdi çöp gibi başkasının üzerine atıp kurtuluyor."

Söylediklerime bir cevabı olmayan Zuhal yutkundu. Haklı olduğumu biliyordu ancak söylemek istediklerinden de geri kalmayacaktı, biliyordum. "Lâl, tüm bu imparatorluğun tek bir sahibi var artık. O da Şerif Günday, bizim babamız."

"Şerif Günday bizim babamız değil, senin baban."

"Her ne boksa, Lâl!" Sakinleşmeye çalıştı. "Lütfen işleri zorlaştırma. İçinde bulunduğumuz bu durumdan ben de hiç memnun değilim. Ama başta sen olmak üzere hepimizin anlaması gereken bir şey var, Şerif Günday ne derse o olur. Buna karşı gelebileceğimizi mi sanıyorsun? Daha önce defalarca deneyip görmedin mi? Anla artık, onun emirlerinden dışarı çıkamayız. İstesek de yapamayız bunu."

"Neden bundan memnun değilmiş gibi davranıyorsun ki? Sen onun sağ kolu değil misin? En nihayetinde o öldükten sonra tüm bu servetin sahibi olacak olan kişi sensin. Onun her emrine itaat eden sadık kulu."

"Çünkü öyle olmak zorunda!" Sesinin yüksek çıktığını fark eden kadın biraz daha alçalttı. "Bu ailede en azından birimizin ona biat etmesi gerekiyordu. Ve o ne yazık ki hep ben oldum. Çünkü sen hep kaçtın. Vural'la evlenmek gibi kolay bir yolu varken sen hep işleri yokuşa sürdün, zora koştun. Hep kaçtın, geride ben kaldım. Ben kaçamazdım çünkü kaçacak yerim yoktu. Bundan memnun değilim ama mecburum, Lâl. Kaybedecek çok şeyim var. Paradan daha değerli şeyler. Sevgili eniştenin ve senin beyninizin alamayacağı şeyler. Şerif Günday istese hepimizi yok edebilecek büyük bir güç. Ona itaat etmeye mecburum. Mecburuz!"

İlk defa benimle bu kadar samimi ve çaresiz konuşan kadına şüpheyle baktım. "Sana bir şey yapmaz, merak etme."

"Sen öyle sanmaya devam et." Pek iyi görünmüyordu. Gerçek bir memnuniyetsizlik seziyordum. Haklıydı. O her zaman Şerif Günday'ın işlerini devredeceği akıllı, uslu kızı olmuştu. Konfor alanından hiç çıkmamıştı ki. Baş kaldırmamıştı. Nasıl kaldırılacağını da bilmiyordu. "Bak, günlerdir uyumuyorum ve hiç iyi değilim anlıyor musun? Lütfen, beni aranızda köprü olmak zorunda bırakma."

Omzuna dokunup "Sen iyi misin?" diye sordum kuşkuyla. İki senedir bunalımda olduğu için düzenli ilaçlar kullanıyordu. Gözlerimi kıstım "İlaçlarını düzenli kullanıyorsun değil mi?" diye sorarken.

"Beni merak etme, iyiyim. Sadece artık Başkan'la zıtlaşma."

"Ona söz veremem ablacığım. Biliyorsun biz her zaman Amerika'yla Irak gibi olduk. Başka bir iletişim şekli bilmiyoruz." Yeni bir şey söyleyecekken durdurdum onu. "Bak, sen bu işe karışma tamam mı? Başkan bir sorunu varsa beni bulsun."

Onu arkamda bırakıp asansörden içeri girdim. Yemekhane katına bastım. Ben izin vermesem de bu satış gerçekleşebilirdi. Eğer annem hisselerini Başkan'a verirse %51'lik hisse tamamlanmış olabilirdi ve Başkan da hastaneyi bu şartla alacak olan alıcıyla el sıkışabilirdi. Bir yolunu bulabilir miydim? Sanmıyordum. Ama yine de hukuken Fuat'a danışabilirdim.

Asansörden indiğimde Wendy'le karşılaştık. O da yemeğe gidiyordu. Birbirimizi görür görmez yavaşladık. "Nerelerdesin Wendy? Sabah evde de yoktun."

"Nöbetim vardı ya bugün kızım, unuttun mu?"

Sağ elim alnıma değdi. "Doğru ya, bende kafa mı kaldı?" Duraksadım. "Sen akşam Ivan'la buluşacak mısın yoksa evde misin?"

"Yok, bu gece evdeyim. Hem çok yorgunum hem de bu gece Ivan Hydra'da olacak."

Onaylayarak başımı salladım. Valent'i kaybetmemin ardından geçen kısa sürede Wendy de Türkiye'ye dönmüştü. Ama Ivan'ı bir konuda takdir ediyordum, uzak mesafe ilişkisi demeden bu ilişkiye büyük emek sarf etmişti. Wendy için Türkiye'ye gelip yerleşmişti. Nikolai'nin burada kurduğu Club Hydra'nın başındaydı. Niko'nun Rusya'ya ve İtalya'ya gitmesi gerektiği zamanlarda Hydra ona emanetti.

Wendy ve Ivan'ın ilişkileri sürüyordu ama 2 yılda çok da bir gelişme yok gibiydi. Tutku veya aşktan ziyade sevgi ve saygı vardı aralarında. Bu ilişkinin sonu nereye bağlanacaktı pek bilemiyordum doğrusu.

Yüzüme garip bir ifadeyle bakan Wendy "Senin bir şeyin mi var?" diye sorması üzerine onun anlamasına çok da şaşırmamam gerekiyordu ama bunca yıllık arkadaşlığımıza ve beni adı gibi tanımasına rağmen yine de böyle şeylere şaşırabiliyordum. "Betin benzin atmış."

Lafı uzatmadan "Valent'i gördüm." dedim birden.

"Tövbe bismillah! Rüyanda mı?"

"Yok, buraya gelirken." Gözlerini pörtleten Wendy de en az benim kadar şaşırmışa benziyordu. "Işıklarda durmuştum. Bir mağazanın camında yansımasını gördüm. Çok gerçekti. Çok canlı." O anın atmosferini anlatabilmek için can havliyle yineledim. "Gerçekti."

"Eee?"

"Arabadan indim, baktım ama yoktu."

Yüzüme bakan kız kısa bir an sessizliğini korusa da omzuma dokundu. "Lâl, seni anlıyorum. Bu gerçekten kabullenmesi çok zor bir durum. Ama Valentino öldü, biliyorsun. Sen de gördün, teşhis ettin. Sonra DNA testi..."

"Wendy biliyorum. Gerçekten, bana ne oluyor bilmiyorum. Deliriyor muyum? Bilmiyorum. Hiçbir fikrim yok." Galiba tüm bunları anlattığımda Wendy'den bir destek beklemiştim. Delice biliyordum ama cesedini görüp teşhis ettiğim adamın yaşadığına beni inandırmasını, ikna olup benimle çılgınca bir hayalet avına çıkmasını beklemiştim. Bu saçmaydı. Çok saçmaydı. Olması gereken bu değildi. Wendy haklıydı, bunu kabullenmeliydim artık. Yoksa hayatıma devam edemezdim. Pes etmiş bir biçimde omuzlarım düştü ve gözlerimi kapadım. "Bugün hiç iyi değilim sanırım. Erkenden eve gidip dinlensem iyi olacak."

"Bunları düşünme artık. Önüne bak tamam mı? Belki de hayatına devam etmenin vakti gelmiştir. Yas bitti."

Omuz silktim. "Hayatıma yeni birinin girmesinden bahsediyorsan böyle bir şey asla olmayacak Wendy, biliyorsun. İstesem de bunu yapamam. Valentino ölmüş olabilir ama benim ona olan duygularım ölmedi. Bizim aşkımız ölmedi."

"İlle de hayatında biri olsun demiyorum tabii ama hayata kapılarını tamamen kapatma. Sonuçta ne olacağı da belli olmaz. Ölenle ölünmez."

Sessizlik içinde yemekhaneye girdik ve yemeklerimizi alıp bizim masaya geçtik. Ahmet, Giray ve Evin çoktan gelmişti bile.

"Ooo kimleri görüyoruz? Ünlü psikolog Lâl Alsancak bizim masamıza mı teşrif etmiş? Biz odanıza yemek söylersiniz, tebanızla muhatap olmazsınız sanıyorduk."

Giray'ın beni kışkırtmaya yönelik şakalarına samimiyetsiz bir gülüşle karşılık verdim.

Ahmet ise "Oğlum ne ünlü psikoloğu? Buna gelenlerin çoğu müzik dünyasından hayranları, hastayım ayağına kızla tanışmaya geliyorlar. Bu da inanıyor." diyerek omzuna vurmam için beni tahrik etti. Ben de yaptım tabii. "Kızım elin çok ağır yalnız ha!"

"Kaşınma sen de." Keyifle tebessüm ederek karşılarına oturdum. Wendy de yanıma geçti. "Türkü nerede?" diye sordum.

"Aman o acilde. Biliyorsun kendisi android olduğu için yemek yemez ve uyumaz. Tek yapabildiği gerekli gereksiz bütün hastane işleriyle uğraşmak. Bıraktık kendi hâline geldik."

Ahmet'in sitem dolu cümlelerine kıvrılmış dudaklarımla güldükten sonra yemeğimi yemeye başladım. Evin düşünceli görünüyordu. Sanırım bunun sebebini çok iyi biliyordum. O ne zaman böyle olsa yine Mehmet'i affederdi. "Ne oldu Evin, ebedî aşkın Mehmet'i haşladım diye küs müyüz?"

"Yok kızım ya, iyi yaptın. O çoktan hak etmişti bunu. Bir de utanmadan Lâl senin arkadaşın olduğuna dua etsin yoksa onu dava ederdim diye bana ses kaydı atmış."

Yüzümü buruşturdum bu pasif tehdidine karşılık. "Ay Allah aşkına dava etsin ya, lütfen! Timsah suratlı gergedan. Kendini de ne sanıyorsa..."

"Yok ben onu yanlış anlamışım da, o beni aldatmamış da, kız müşterisiymiş de... Salladı da salladı." Elinde mesajları okuyan kız bana döndü. "Sence ne cevap yazayım Lâl?"

"Bence cevap yazma." Evin'i çok iyi tanıdığım için ekledim. "Ama cevap yazmadan duramayacağını da iyi biliyorum. O yüzden sen o yalanları anana yuttur yaz."

Giray yemeği bittiğinde peçetesini dudaklarına götürdükten sonra bana döndü. "Hastanenin gizemli bir alıcıya satılacağı konuşuluyor Lâl, doğru mu bu?"

"Şerif Bey'in böyle bir arzusu var ama... Bilemiyorum, olabilir."

Merakla "Sen pek istemiyorsun galiba." diye sordu Ahmet.

"Hiç istemiyorum Ahmet ama bana fikrimi soran olmadı. Dedemin emanetine, bu hastaneye ney düğü belirsiz birinin çökmesini tasvip etmiyorum ama... Dediğim gibi, fikrim sorulmadı."

Wendy gülerek "Tabii sen deden tarafından sana emanet edilen bu hastaneye her bakımdan yetersiz gördüğün bir alıcının sahip çıkmasına şiddetle karşısın ama..." şakasını yapmayı ihmal etmedi.

Masadaki herkes güldü. Keyifli bir öğle yemeği geçirsek de aklım bir sürü dertle doluydu. Bu sebeptendir ki gülüşüm yavan kaldı.

Ahmet çekinerek de olsa "Aslında hastanenin satılması senin de hayrına olur gibi geldi bana. Böylece maddi sıkıntına da bir son vermiş olur." demekten geri durmadı.

"Gerek yok. Başkan'dan gelecek hayır Allah'tan gelsin. Ayrıca da ben bilmiyor muydum kolay yoldan para kazanmasını? Hastaneyi satmak demek dedemin mirasını satmak, kişiliğini satmak, duruşunu satmak demek. Şimdi hiç tanımadığımız biri başımıza gelince ne olacak? Bu kadar rahat olabilecek miyiz? Başkan için bunların bir önemi yok tabii. Çünkü adamın hayatta bir duruşu yok, jöle gibi adam."

Masada onun hakkında bu şekilde konuşabilecek tek kişi ben olduğum için bana hak verenler de dâhil tepkisiz kalmayı tercih etti. Çünkü söyleyecekleri herhangi bir şeyin ileride aleyhine delil olarak kullanılacağını düşünüyor olmalıydılar.

Öğleden sonra son danışanımın ardından eve gitmek için açık otoparka doğru yürürken telefonum çaldı. Kerem'in okulundan arıyorlardı. Allah'ım lütfen dedim, en azından bugün bir kavga çıkarıp beni oraya kadar gitmeye mecbur etmesin. Aramayı yanıtladım. "Alo."

"Merhabalar Lâl Hanım. Ben Necdet."

"Necdet Bey merhaba, nasılsınız?"

"İyiyim, teşekkür ederim. Sizi bir konu için rahatsız ediyordum. Biliyorsunuz bu dönemin ödemesi gecikti. Benim için sorun değil ama-"

Sağ elim alnıma gittiğinde çaresizce etrafıma bakındım ve derin bir nefes verdim. "Haklısınız Necdet Bey. Tamam, ben yarın ödemeyi hesabınıza aktaracağım. Anlayışınız için teşekkür ederim."

"Tamamdır o zaman, görüşmek üzere."

Telefonu kapattığımda önüne geldiğim arabaya dikildi gözlerim. Yapacak bir şey yoktu. Kerem'e sezdirmeden bu durumu halletmeliydim. Banka hesabımdaki para bu dönemi karşılayabilirdi ama bana daha uzun vadeli bir çözüm gerekiyordu. Bu işlerle uğraşan bir arkadaşımı aradım arabaya bindiğimde. Sağ olsun ilk çalışta açtı. "Alo, Büge nasılsın?"

"İyiyim Lâl, sen beni arar mıydın ya?"

"Kusura bakma, yoğunluktan ne zamandır görüşemiyoruz."

"Öyle oldu valla. Bir ara bir Bebek kahvaltısı yapalım mı?"

"Olur, olur da ben seni başka bir şey için aradım."

"Dinliyorum canım."

"Benim arabayı satılığa çıkaracağım. Bu işle senin ilgilenmeni istiyorum, senin için uygun mu?"

"T-Tabii, ne demek. Seve seve. Daha iyi bir arabayla takas düşünür müsün?"

"Takas değil, direkt satılık."

Kısa bir sessizlik. "Bilmediğim önemli bir şey yok değil mi?"

"Hayır, sadece elden çıkarmak istiyorum. İyi bir alıcı bulursan haberim olsun olur mu?"

"Tabii canım, ben seni haberdar ederim."

Telefonu kapattım. Kim bilir arkamdan ne düşünüyordu. Günday imparatorluğu çöküyor, yaprak dökümü yaşanıyor gibi bir sürü şey düşünüyor olabilirdi ama umurumda değildi. Günday ailesi bu kadarcık bir masrafı bile karşılayamayacak kadar düşmemişti ama mesele şuydu ki benim Günday ailesiyle bir alacak verecek davam olamazdı. Başkan'dan asla bir şey istemeyecek olmam şöyle dursun, istesem de Kerem için böyle bir harcamaya yardımcı olmazdı. Yaralı parmağa işemezdi o. Kendi başımın çaresine bakmalıydım. Gerekeni yaptım.

Akşam eve vardığımda üzerimden bir yük kalkmış gibiydi. Eşofmanlarımı giyip salondaki koltuğa yayılmanın keyfi bir başkaydı. Ahmet, Giray ve Evin şu yeni açılan kulübe, Rio nudur nedir ona gitmişti. Türkü de akrabasında kalacaktı bu gece. Televizyonda rahatça zapping yapabilecektim. Haber kanallarından birinde kayıp çocukların art arda çıkan fotoğraflarına baktığımda içim buruldu.

"Son yıllarda İstanbul'da esrarengiz bir şekilde kaybolan bebeklerin ve çocukların sayısı oldukça arttı. Bunun sokak çeteleriyle alakalı olup olmadığı-"

Kolumdaki saate baktım. Wendy'nin gelmesine daha çok vardı. Sırtımı koltuğa yasladığımda gözlerimin ne zaman kapandığını anlamamıştım bile. Yorgunluktan koltukta uyuklarken zilin çalışıyla gözlerimi araladım. Uykumun en tatlı yerinde uyandırıldığım için biraz aksi hissetsem de ayağa kalktım.

"Offf Wendy, şu anahtarını almayı öğren artık gözünü seveyim ya!"

Kapıyı açtığımda kimse yoktu. Etrafa merakla bakınsam da görünürde kimseyi göremedim. Tam kim olduğunu bilmediğim biri yüzünden uykumdan olduğum için söylenmek üzere kapıyı kapatıyordum ki kapının önündeki paspasta bir kutuyla karşılaştım.

Merakla eğilip kutuyu aldım. Üzerinde benim adım yazıyordu. Ve bir de not vardı.

"Geri döndüm, beni özledin mi?"


...

*


YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü azmelekozguraz , rabiaolgun1 , ozgemrm , WendyLuice , NSOSMSSOMSPWMSSL , AlchinaTunalizade , kalpamala0_ , dckyaa , asivenom17 , mavi_kelebekler07 , SelimeKaraku , AyferYavas , Elsanalsa730 , Nehirgereksizolan , mirdurmaz , idil_karabey , nurum011 , nzfn53 okurlarıma armağan ediyorum! 🎁 Sizce notu gönderen kim? Buraya yazabilirsiniz. Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz.Yeni bölüm hakkındaki tahmin ve teorilerinizi de buraya alabilirim. Bugün misafirlikte olduğum için çok çene çalamadım ama Cuma günü tekrar görüşeceğiz. Bol yorumlarınızı bekliyorum. ✨ Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%