Yeni Üyelik
43.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 41

@buzlarkralicesi

-41-

❝Lâl❞

Ambale olmuştum. Ne düşüneceğimi bile bilemez hâldeydim. Yapabildiğim tek şey "Bu olamaz. Bu... Bu olamaz." diye sayıklayıp durmaktı.

Turgay -abim Engin olduğunu söyleyen adam- beni kolumdan tutup asansöre doğru götürürken "Burada daha fazla duramayız, konuşmak için daha güvenli bir yere gidelim." diyordu sakince. Asansörde sessizlik içinde hastanenin geldiğim katına dönerken adam telefonu eline aldı ve bir numarayı arayıp "Koridorda bir kaza oldu, orayı temizleyin." dedi. Bunu öyle sıradan bir ses tonuyla söylemişti ki karşımdaki kişinin Engin abim olduğuna inanmak daha da zorlaştı.

Abim, Engin Günday, karıncayı bile incitemeyecek hassas, merhametli biriydi. Belki onu ölüme götüren yanlarından biri de buydu. Belki de şanssızlığı. Merhameti.

Vücudum şaşkınlıktan sarsılır gibi titrerken hastane koridorlarında hızla yürüyen adam koluma girmiş beni de sürüklüyordu. Aceleyle beni kendi odasına sokup kapıyı kapattığında "Sana her şeyi anlatacağım. Doğruları söylüyorum."

"Nasıl... Nasıl?" diye sayıklayıp dururken karşımdaki adamda Engin abime dair tanıdık bir sürü şey de görüyordum. Duruşu, bakışı, gözlerinde hâlâ tamamen kaybolmamış o merhametli yanı.

"Ben öldü sanılarak metruk bir yere atıldığımda..." Bunu telaffuz ederken bile geçmişe gidip geldiği her hâlinden belliydi. "Nox örgütü üyelerinden biri tarafından bulunmuşum. Belli belirsiz nefes aldığımı fark ettiklerinde kurtarmak istemişler." Omuz silkerek çaresizliği yüzünün her kasında hissettiren adam devam etti. "Hiç umutları yokmuş. Çok kötü bir durumdaymışım ve ölmek üzereymişim. Ölüme bir adım uzakta." Bakışlarındaki yaşamın mücadeleci renkleri beni yaşadığı savaşa çekerken inanmanın güç olduğu bu şeye bile inandıracak gibiydi. Ellerini iki yana açan adam "Ve şimdi buradayım işte. Kurtuldum, yaşıyorum. Bir dizi operasyondan sonra buradayım, karşındayım. Bana ikinci bir hayat verildi. İkinci bir şans."

Sağ elim alnımdayken başımı iki yana salladım. "Yo, hayır. Sana inanmıyorum. Sen... Sen kötü niyetli birisin ve beni kandırmaya çalışıyorsun." Yutkundum. "Bak, oynadığın bu lânet oyun senin ne işine yarayacak bilmiyorum ama sana inanmıyorum tamam mı? Beni kandırmana izin vermeyeceğim!" Buna daha önce inandım. Kandırıldım. Nikolai Miloradov tarafından kandırılıp bozguna uğratıldım. Bana, onunla evlenmem karşılığında abimi vereceğini söylemişti. Abimin yaşadığını söylemişti. Ancak Pietro araştırdığında bunun asılsız bir iddia, bir yalan olduğunu söylemişti. Şimdi aynı yalana tekrar inanacak hâlim yoktu. O kadar aptal değildim.

Ben tam kapıdan çıkmak için kaçar adımlarla yürürken kolumdan tuttu adam. "Doğruyu söylüyorum." Bakışları kararlılıkla gözlerimde gezinirken "Ve kanıtlayabilirim." diye ekledi.

Bir süre kanıtlamasını bekler gibi yüzüne baktıktan sonra sertçe kolumu kurtarıp çıkışa yürürken onun sesiyle yerimde duraksadım.

"Geceleri korktuğunda kapımı iki kere tıklatırdın." Donup kaldığım yerde nefes dahi almıyordum. O ise durduğumu görünce devam etti. "Daha cüce kadarken nereden duymuştun bilmiyorum ama postacı kapıyı iki kere çalar diye kapımı iki kere çalıp yanıma geliyordun. Gök gürüldediğinde, Başkan zılgıtı çektiğinde, korktuğunda kapımı iki kere çalıp ayak ucuma kıvrılırdın." Bunu anlatırken yüzünde sevgi dolu bir tebessüm belirmişti. "Bense seni her defasında kollarımla sarar uyumanı beklerdim. Bazen ben uyurken kapıyı iki kere tıklatır, cevap gelmeyince çekingen çekingen gelir sırtımdan sarılırdın bana." O zamanlar benim gibi onun da aklında canlanmış gibi güldü. "Civciv yavrusu gibi."

Bunlar sadece bizim aramızda, bizim bildiğimiz şeylerdi. Zuhal bile bilmezdi. İkimiz de ona o kadar güvenmezdik çünkü. Bizim aramızda farklı bir bağ vardı.

Ben onu dinlerken gözlerim dolmuş, tutuğum nefesimi geri bırakırken hâlâ bunun nasıl olabildiğini düşünüyordum. Bu mümkün değildi. Bunca yıl sonra. Öldü sanırken, birkaç yıl öncesine kadar bir mezarı bile yokken. Duraksadım. Mezar. "Senin diye gömülen ceset?"

"Nox'dan ölü birinin cesediydi. Testlerle oynandı. O an öldü bilinmem gerekiyordu. Bazı hesaplar vardı. İnce hesaplar." Gözlerime bakarak "Her şey düşünüldü. Böyle olması gerekiyordu." dedi adam. Tıpkı Valentino'nun 2 yıl ortadan kaybolduktan sonra bana döndüğünde söylediği gibi. Bu sözden nefret ediyordum. Böyle olması gerekiyordu. Nasıl böyle olması gerekebilirdi ki? Böyle olması gerekiyordu sözü sizi seven biri için nasıl ikna edici bir cümle olabilirdi? Ancak dalga geçiyor olmalıydınız. "Vural Sezer ve Başkan'a karşı tehdit oluşturamayacak biri olmam için böyle gerekiyordu." diye ekledi artık abim olduğuna inandığım adam.

Aklım allak bullakken hâlâ karşımdaki adamın hikâyesinde bir boşluk yakalamaya çalışıyordum. "Ama... Ama Niko bana yalan söyledi. Beni kandırdı. Engin abin yaşıyor dedi ama Pietro araştırdığında-"

"Nikolai doğruyu söylüyordu, Lâl." Kendime seçmiş olduğum isim onun dudaklarından hiç yabancılık hissettiriyor gibi çıkmamıştı. "Onunla Nox'da tanıştık. Nox üyesi tarafından kurtarıldıktan sonra ben de onun gibi Nox'un bir üyesiydim. Ondan tek farkım, artık Nox'daki kimliksizlerden biriydim. Nox'un bir üyesi olmuştum. Nikolai ile de Nox'da tanışıp arkadaş olduk. Onun seni tanıdığınıysa çok sonradan öğrendim. Yani ortak tanıdığımız kişinin sen olduğunu."

Gözlerim dolmuş taşıyor, hâlâ korku ve şaşkınlıkla ona bakıyordum. Ürkek gözlerimdeki güvenmeye hazır hisse kızdım. Herkesin beni kolayca kandırabildiğini hatırlayıp bir daha kızdım.

Aklımdaki şüphenin farkında olan adam üzerindeki doktor önlüğünü çıkarıp ince kirli beyaz penyeyi sıyırdı, sağ kaburgasının yanındaki küçük doğum lekesini gösterdi. "Abinin de böyle bir doğum lekesi yok muydu?"

Benden yanıt bekleyen adama derin bir nefes alarak karşılık verdim. Sağ elim önce ağzımı kapattı şaşkınlıkla. Sonra korka korka parmaklarım doğum lekesinde gezindi. Artık inanmıştım. Emindim. Anlayamadığım başka şeyler vardı artık. Onlardan en belirgini ise dudaklarımın arasından izinsizce firar etti. "Neden?" diye fısıldadım acıyla. "Bana neden bir şekilde ulaşmadın? Neden beni bu cenderede yalnız bıraktın? Neden küçücük bir mesaj bile göndermedin yaşadığına dair? Allah kahretsin! En azından hayatta olduğunu bilirdim!"

"Bu seni de tehlikeye sokardı." Bunu söylerken yüzünde korkusuz bir ifade vardı. Sakin ve dingindi bu sözleri söylerken. "Gerçek kimliğimi bilmen demek, tehlikeye girmen demek. Nox bunu affetmez."

Şuan ise bunun biraz da zoraki bir konu olduğunu anlayabiliyordum. Koridorda karşılaşmıştık, hayatımı kurtarmıştı ve bir noktada kimliğini açıklamak zorunda kalmıştı. İstemese açıklamayabilirdi de. Ama belli ki daha fazla gizlenmek istemiyordu.

Kekeler gibi yeniden söze girdim. "Ben Nikolai'yi dövmekten beter ettim, yine de gerçeği söylemedi."

"Çünkü o benim sadık dostum. Ve ben ne dersem onu yapar." Ağır ağır aşağı yukarı salladı başını. "İkimizin de tek zaafı sendin. Seni tehlikeye atamazdık. Sen onun ağzına da sıçsan söylemezdi."

Aslında açıklamaya çalışmıştı ama ben anlamamıştım. İnanmamıştım. O da üstelememişti. Belki de öyle düşünmem işine gelmişti. Onun beni kandırmış olduğunu düşünmem güçlü bir maskeydi.

Omuzlarımı kavrayan adam gözlerime baktı. O an dayanamayıp onun kollarına attım kendimi. Kesik kesik nefes alırken hıçkırıklar arasında "A-Abi..." diye mırıldandım yalnızca. Saatlerce öyle kalabilirdim. Onun tanıdık ve güven veren kokusunda.

Beni şakağımdan öperken "Meleğim..." dedi adam. "Fotoğraflarından daha güzel olmuşsun." Umutsuzca iç geçirdi. "Köpekbalıklarının kana susamış dişlerini kaşındıracak kadar güzel..."

İkimizin de ortak iki düşmanı. Vural Sezer ve Başkan Şerif Günday. Düşünsenize, öz babanız sizi öldüren adamla hiçbir şey olmamış gibi kol kola iş yapıyor. Hem de sadece politik gücünü kullanmak için ona yalakalık yapıyor, kızını ona peşkeş çekiyor. Biz onların sonunu getirmek için iki yapboz parçası gibi uyumluyduk. Şimdiyse birbirimizi bulmuştuk. Hâlâ inanamıyordum. Bir süre daha inanamayacaktım sanırım.

Artık Turgay adıyla gizlenen abim Engin'e sıkı sıkı sarılırken kollarımdan ayrılan adam ciddi bir uyarıda bulunur gibi sırtını dikleştirdi. "Lâl, bunu kimseyle paylaşmaman gerekiyor. Hiç kimseye söylememelisin. Bu çok önemli."

Yutkundum merakla. "Ama... Valentino'ya söylemeliyim. Valentino... O benim kocam."

Yanaklarımı okşadı avuçları. Şefkatle tebessüm etti. "Biliyorum meleğim. Ama şimdilik onunla da paylaşmamalısın çünkü hem onu tehlikeye atmış olursun hem de bir şekilde kimliğimin açığa çıkmasına sebep olabilir bu durum. Onunla da paylaşmazsan iyi olur."

Abimin kollarından ayrılırken sağ avcum çenemi ovalamaya başladı çaresizce. "Nasıl yapacağım ki bunu? Valentino benim nefes alış verişimden bile bir şey olduğunu anlar."

"Dikkatli ol. Vural'ı ve Başkan'ı indirmemiz buna bağlı. Valentino da eninde sonunda öğrenecek zaten. Hepimizin düşmanı ortak. Sadece bu geçici bir süreç."

Bunu nasıl yapabileceğimi bilmiyordum. Dedim ya, Valent yüzüme bakıp şıp diye anlardı bir şeyim olduğunu. Ne olacaktı şimdi? Nasıl saklayacaktım bunu?

Benim için yılların özleminden sonra zor olsa da şüphe uyandırmadan Engin abimin yanından ayrıldığımda düşünüp durdum. Aklımdan çıkmıyordu bu durum. Hâlâ olayın şokunu atlatabilmiş değildim. O kadar kolay olacağa da benzemiyordu.

Valentino dışarıda toplantıda olduğu için bugün eve Montrel'in arabasıyla yalnız dönmüştüm. Eve geldiğimde ise Valentino çoktan gelmişti. Ev yine poğaça börek kokularıyla dolup taşıyordu ama Wendy ortalıkta yoktu. Valentino ise salonda oturmuş tabletinde işleriyle ilgileniyordu. Kapının açıldığını ve içeri girdiğimi görünce tabletini bırakıp usulca ayağa kalktı.

"Hoş geldin, bebeğim."

Elim ayağım birbirine dolaşmak üzereydi. Şimdi ne yapacaktım? İçimi dışımı bilen adama, kocama nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranacaktım? Karşımdaki adam benim her hâlimi bilirken hem de.

Bana yaklaşıp sarıldı ve dudağımdan öptü. "Yorgun görünüyorsun. Programın çok mu doluydu?"

"Sayılır."

"Danışanın yok diye eve gelmişsin, yeniden hastaneye gitmişsin. Önemli bir şey mi oldu?"

"Yok, klinikte bir dosya unutmuşum. Onun için gittim. O kadar önemli değil." Yüzüne bakmaksızın ekledim. "Bir de canım sıkılmıştı zaten. Sen yoksun diye."

Memnuniyet dolu bir tebessüm yayıldı dudaklarına. Yeniden beni kollarına aldı. "Demek bensiz yapamıyorsun..."

Gülümsedim yarım yamalak. Aptal gibiydim. Aklım başımda değilmiş gibi hissediyordum. Sanırım ağzımı daha fazla açmasam iyi olacaktı. Her an pot kıracakmış gibi hissediyordum çünkü.

Ben bir şey söylemesem de bana sarılan adam kollarını gevşetip yüzüme baktı. "Sen iyi misin?"

Bense "İyiyim, iyiyim." dedim başımı aşağı yukarı sallarken. "Sadece bugün biraz yoruldum. Yukarı çıkıp uzansam sana ayıp olur mu?"

"Saçmalama, keyfine bak." Masadaki tabletine uzanan adam "Ben de birazdan gelirim." diye ekledi.

Onayladıktan sonra yukarı çıktım. Aklım öyle başımdan gitmişti ki Wendy'yi sormadığımı sonradan fark ettim. O neredeydi acaba? Neyse, bununla daha sonra ilgilenecektim.

Odamıza çıkıp üzerimi çıkardım. Duşa girdiğimde hâlâ olanlara, yaşadığım bu şeylere inanamıyordum. Ben, aptal gibi savunmasz bir biçimde Başkan'ın gizli katına inmiştim ve orada adamlarından biri tarafından vurulmak üzereyken düne kadar tanımadığım yabancı biri tarafından kurtarılmıştım. Beni kurtaran adamsa yıllar önce öldü sandığım hatta cenazesine bile katılıp gözyaşı döktüğüm abimdi. Delirmemek elde değildi.

İçimde bir yanım tarifsiz bir mutlulukla doluyken şaşkın yanım hâlâ tehlikelere karşı fazlasıyla duyarlıydı. Korku içimde dolup taşıyordu sanki. Ya kötü şeyler olursa? Yeterince olmamış gibi.

Üzerimi değiştirip pijamalarımı giydim ve yorgunlukla yatağa uzandığımda uykuya dalmakta tereddüt etmedim. Hem çok yorgundum hem de şoku atlatana kadar Valent'le ne kadar az karşılaşırsak o kadar iyiydi. Aksi takdirde bende bir tuhaflık olduğunu anlaması an meselesiydi. Şimdiden meraklanıp sormaya başlamıştı bile.

Gözlerim kapandığında uykuyla uyanıklık arasında Valent'in odaya gelip yatağın kenarına otururken saçlarımı okşadığını, şakağımdan öptükten sonra yanıma uzandığını hayal meyal görür gibi olmuştum.

Garip ve karmaşık rüyalarımdan aniden uyandığımda gecenin karanlığı gökyüzüne çökmüş, Valentino yanımda uyuyordu. Biraz uyumaya çalıştım ama olmadı. Sağa döndüm, olmadı. Sola döndüm, olmadı. Yeniden uyuyamadım. Usulca yerimden doğruldum. Düşünceler uyutmuyordu. Bunu nasıl Valent'den saklayabilirdim ki? Diğer yarımdan.

Telefonum sessizce titreştiğinde komodinden aldım. Ekranda Niko'nun adı yazıyordu. Eh be Niko, sen misin beni ayakta uyutan, ben sana dünyanın kaç bucak olduğunu göstermez miyim? Önce arkamda uyuyan adama baktıktan sonra sessizce odadan çıkıp aramasını yanıtladım.

Bilerek sessiz kaldım. O ise dayanamayıp "Öğrenmişsin." diyerek aramızdaki konuşmayı başlattı.

"Evet." dedim sakin ama gergin bir biçimde. "Neden gizledin?"

"Öyle olması gerekiyordu."

"Bak, biriniz daha öyle olması gerekiyordu derse yemin ediyorum kafanızı kıracağım." Sesim yükselir gibi olduğu için bakışlarım az önce çıktığım kapıya döndü bir anlığına. Sessizliğimi korudum.

"Abin öyle olmasını istedi."

Öfkeme hâkim olmaya çalışarak nefes alıp verdikten sonra "Konuşmamız lazım." dedim.

"Hydra'dayım, gel, bekliyorum."

"Bu saatte mi?"

"Evet."

Önce arkama baktım. Valentino uyuyordu. Dışarı çıkarsam elbet adamları peşime takılırdı. Normal bir kadın olsa bunu önleyemezdi. Ama ben önleyebilirdim. Ben bir kaçma ustasıydım.

Bana ait olan evimin tüm kör noktalarına hâkimdim. Açık konuşmak gerekirse pek kör nokta da yoktu. Valentino benim huyumu bildiği için ev kale gibi korunuyordu ama ne yaparsa yapsın bana engel olamayacağını gözden kaçırmış olmalıydı. Önce sessizce yolun kenarına bir taksi çağırdım. Pijamalarımı değiştirmek için odaya girmedim. Çünkü yeniden odaya girersem Valent'in uykusu çok hafifti, hemen uyanabilirdi. Gece gece bu kadar aksiyona ne gerek vardı onu da bilmiyordum ama bu konuşmanın bir an önce gerçekleşmesi gerekiyordu çünkü her geçen dakika içim içimi yiyordu. Pijamamın üstüne ceketimi geçirdim ve çıktım.

Yüksek duvarların bittiği noktadan sessizce tırmandım ve aşağı doğru su kaydırağından kayar gibi kaydım. Bu ilk kaçışın değil, Lâl. Oldukça profesyonelsin.

Taksiden indiğimde Club Hydra'nın önündeydim. Turkuaz mavisi ve mor ışıkların hâkim olduğu girişten içeri süzüldüğümde ışıklar gözümü almıştı.

İstanbul'un en lüks mekânlarından birine en pespaye hâlimle gelmiştim. Hani yataktan kalktığım gibi geldim derler ya, ben lafın gelişi değil de cidden yataktan kalkıp gelmiş gibiydim.

Barın önünde etrafı kolaçan eden Nikolai beni gördüğünde hızlı adımlarla yanıma geldi. Baştan aşağı süzdü beni. Bir şey söylemese de bu hâlime baktığını anlayabiliyordum.

"Hiç bakma öyle, Valentino uyanmasın diye üstümü değiştiremedim, öylece çıktım."

Dudakları kıvrılan adam "Ben de bir kadın yataktan kalktığı hâliyle bile nasıl bu kadar güzel olabilir diye düşünüyordum." sözüyle karşılık verdi bana.

"Zevzeklik etme, Miloradov. Bana verilecek bir hesabın var." Bunları söylerken ona dik dik bakıyordum. Bir düşman gibi. "Benden böyle bir şeyi nasıl saklarsın?"

Ciddileşti. "Söyleyecektim. Hatta anlaşmamızın dinamiği de buna bağlıydı. Eğer benimle evlenseydin üzerindeki tehlike kalkacaktı, seni koruyabilecektim, o zaman abinin yaşadığını o söyleme dese bile sana söyleyecektim. Ama sen kaçtın, gittin. Ve Turgay da bilmemen gerektiğini söyleyince-"

"Engin. Onun adı Engin."

"Ben Turgay olarak tanıdım. Alışkanlıklardan vazgeçmek kolay olmuyor. Hem şimdilik Turgay desek daha doğru olur, kimliği açığa çıksın istemeyiz."

Etrafımızda saat yönünde döner gibi bir kız dolaşıyordu o an. Sıkıntıyla etrafıma bakarken fark etmiştim. Tesadüfen. Elindeki içecek tepsisiyle bize doğru yaklaşırken durumun farkında olan Nikolai yüzüne bakmadan "Sonra." deyip gönderdi kızı. Ufak tefek, şirin bir şeye benziyordu ve o an burada ne aradığını düşünmeden edemedim. Sanki düşünmem gereken çok az şey varmış gibi.

Mahcubiyet ve utangaçlıkla karışık giden kızın ardından Niko'ya döndüm. "Şimdi ne olacak peki?"

"Abin Başkan'ın ekibine sızdı."

"Onun farkındayım. Ya ona zarar gelirse?"

"Gelmeyecek. Her şekilde korunuyor. Emrinde çalışan ve onu koruyan adamları var. Ben varım."

Gözlerine baktım adamın. "Sen var mısın gerçekten, Miloradov?" diye mırıldandım bana söylediği yalanlar ve tutarsızlıklarından dolayı. "Sen buradayken ne yapabilirsin ki?"

"Babamın gücünü dahi kullanmaksızın Riccardo'nun içine sızan bana mı soruyorsun?" Başını iki yana sallarken yanıtladı. "Çok şey yapabilirim, Lâl. Aklın bile almaz."

Tok bir ses "Onu biliyoruz zaten." derken arkamda beliren bu sesin tanıdıklığıyla irkildim. Usulca ona döndüğümde öfkeli gözleri anlamaya çalışır gibi bana bakıyordu. Beni azarlar gibi bakma işi sonlandığında Niko'ya döndü. "Sen ne gurursuz, onursuz, adi bir adamsın. Yüzüme karşı karımı becermek istediğini söylüyorsun, utanmadan onunla gizli köşelerde buluşmaya kalkıyorsun. Ne çeşit bir pisliksin?"

Nikolai hiç istifini bozmaksızın Valent'in yüzüne bakıyordu. "Pislik deyince akla yalnızca ben mi geliyorum acaba Riccardo?"

Valent'i gövdesinden tutarak karşısındaki adamın üzerine yürümesini engelledikten sonra yüzüne baktım affedilmeyi diler gibi. "Açıklayabilirim."

"Açıklamanı çok isterim. Çünkü gecenin bir yarısı pijamalarınla burada ne aradığını çok merak ediyorum, Lâl."

"Yemin ederim düşündüğün gibi değil." Artık ne düşündüğünü de bilemiyordum ama bildiğim tek şey çok kızgın olduğuydu. Ve haklı olduğu. Çünkü ben gecenin bir yarısı kocamı bu şekilde yakalasaydım herhâlde büyük cıngar çıkardı.

Ben bunları düşünürken Valentino ise yüzüme bakıp "Saçmalama, Lâl." dedi dalga geçercesine. "Ne düşündüğümü sanıyorsun ki? Tabii ki öyle bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sadece merak ettiğim şey, bu piç kurusunun seni ne diyerek kandırıp buraya kadar getirdiği." Gözleri Nikolai ile buluştuğunda birbirini ısırmaya hazır iki kuduz köpek gibiydiler.

Niko ise alayla "Karına güvenin gözlerimi yaşartıyor, Riccardo." derken Valent'i kışkırtmaya çalıştığını gizlemedi bile. Bana dönüp "Sözüm sana değildi." diye açıklamaktan da geri durmadı. Valent'in benden başka karısı varmış gibi. Ancak daha fazla açıklamaktan uzak, düşmanına geri döndü bakışları. "Karına bu kadar güveniyorsan neden gizlice onu takip ediyorsun?"

"Senin gibi timsahların tuzağına düşmesin diye." Başını hafif yana yatırır gibi meydan okuyan bir ifadeyle ekledi Valent. "Lâl'e yakın olabilmek için her türlü fırsatı kullanıyorsun. O kadar eziksin ki."

Bir kavga çıkması an meselesiydi ve çıktı da. Nikolai Valentino'nun üstüne yürüyünce arada tost gibi kalakalmıştım. Onları ayırmaya çalışsam da Nikolai usulca beni kenara çekip Valent'in üstüne yürümeye devam etti. Valentino onu yakasından tutup silkelerken kulübün çıkışına doğru sürüklenmiştik. Ben o sırada Valent'in elini yakasından ayırmaya çalışırken "İkiniz de saçmalıyorsunuz ve çocuk gibi davranıyorsunuz." diye inledim. "Şimdi ikinizi de ayağımın altına alacağım!"

Sinirlenmiştim. Yoksa koca koca boylarda güçlü iki adamı ayağımın altına alamayacağımı pekâlâ ben de biliyordum. Ama burada bulunmam yüzünden kavga edildiğine göre bir açıklama yapmayı hak ediyor olmalıydım. Bana bu hakkı vermedikleri için öfkelendim.

İlk hamle Valent'den geldi. Sıkı bir yumruk savurdu Niko'nun suratına. Ama adam hacıyatmaz gibi kısa bir savrulmanın ardından geri dönüp Valent'e bir yumruk savururken yumruğu boşluğa gitti.

Az önce Valent'in kendisine yaptığı gibi bu kez Nikolai Valent'in yakalarına yapışınca "Şu saçma kavgayı keser misiniz?" diye söylendim ama Niko'nun "Sen karışma, Lâl." diyerek beni uzaklaştırması üzerine dengemi kaybettim ve kaldırım gibi yüksek bir şeye çarpan ayağım beni arkadaki duvara savurdu. Yere kapaklanırken başımı bir yere çarptım. Öyle hızlı olmuştu ki. Başımda bir zonklama ve sağ kaşımda garip bir sıcaklık hissederken iki adam da endişeyle bu yana manevra yaptı.

Ben o kadar maldım ki birine ihtiyaç duymadan duvarla kavga ederek kaşımı patlatmıştım sanırım çünkü dokunduğumda elime kaşımdaki sıcaklıktan kan sıvısı geldi. Biraz da başım dönüyordu.

İkisi de yığıldığım yana, önüme eğildiklerinde Nikolai "İyi misin?" diye bile soramadan Valentino öfkeyle onu itti.

"Çek ellerini."

Nikolai, suçlu hisseden bakışlarını Valent'den bana doğru çevirirken beni olmamam gereken bir yerde bulan ve aslında öfkeli olduğunu düşündüğüm kocam endişeyle yüzüme bakıyordu. "İyi misin, Lâl?" Elini yaralı kaşıma uzatsa da dokunmak üzereyken geri çekildi. Yüzündeki endişe her şeyi anlatıyordu.

Benimse bir şeyim yoktu, domuz gibiydim. "İyiyim ben, iyiyim merak etmeyin." diyerek ayağa kalkmaya çalıştım. Valentino kolumdan tutup ayaklanmama yardımcı oldu.

Hâlâ eliyle dirseğimi destekler vaziyette koluma giren Valentino "İyi olduğuna eminsin değil mi?" diye durumumu teyit etmeye çalışırken Nikolai'nin suçlu bakışları meraklı bir ifadeyle üzerimdeydi.

Valent'in sorusuna olumlu bir baş işaretiyle karşılık verdim. "Bir şeyim yok, biraz başım dönüyor sadece."

Nikolai adamlarından birini çağırıp pansuman için bir şeyler isteyecekken Valentino sertçe reddetti. "İstemez." Yeniden bana döndü. "İyiysen eve gidelim."

Biz arabaya doğru yürümeye hazırlanırken Valentino öfkeyle yeniden Niko'ya döndü ve uyarıcı bir biçimde işaret parmağını salladı. "Bir daha karıma yaklaşacak olursan, senin kafanı koparırım."

Nikolai o an beklemediğimiz bir adım atıp "Sen baştan aşağı yanlış anladın, Riccardo." dedi Valent'e. "Lâl'in bir suçu yok ve biz sadece arkadaşız. Ayrıca..." Kısa bir an duraksasa da aceleyle ekledi. "Ayrıca benim hayatımda biri var."

İkimiz de böyle bir cevabı beklemediğimiz için önce birbirimize baktık. Valent'in yüzünde inanmayan bir ifade vardı. Niko'ya döndü ve "Palavra." dedi.

Bense şaşırmıştım, yalan yok. Daha geçen gün sonsuza dek seni bekleyeceğim diyen adamdan böyle bir manevra beklemiyordum ama şaşkınlık dışında bir his yoktu içimde. Sonuçta sonsuza dek beni beklesin istemezdim. Bu gelmeyecek birini beklemek olurdu ve ben bunu istemezdim. Niko'nun mutlu olmasını isterdim.

Nikolai "Sana yalan söylemek mecburiyetinde değilim, Riccardo. Lâl'e kızma çünkü onun bir suçu yok." dedi.

Sanki Valentino eli sopalı bir kocaymış gibi ondan korkması bana da garip hissettirdi. Valentino kıskançtı, kıskanırdı ama bana asla zarar vermezdi. Ne yaparsa kendine yapıyordu genel olarak. Kendi kendini yiyordu. Ama muhtemelen Anna konusundan dolayı olacak ki Nikolai Valent'i hâlâ bir psikopat olarak görüyordu. O hâlâ gerçeği bilmiyordu. Valent aile içinde kalmalı dediği için ağzımı bile açmamıştım.

Valentino gözlerini kısarak "Ne yani, senin gibi beş para etmez biri yüzünden karıma kızacağımı mı sanıyorsun?" derken aşağılayıcı bir bakış atmıştı adama. "Onun aklına sen giriyorsun, onu sen kandırıyorsun. Lâl'in iyi niyetini kullanıyorsun." Niko'nun bir şey söylemesine fırsat vermeden "Ayrıca sevgilim var yalanına da inanmadım. O kadar aptal değilim." diye de ekledi.

Dik duruşundan ödün vermeyen Nikolai "İster inan, ister inanma. Tanıştırdığım zaman görürsün." diye karşılık verirken hâlâ Valent'e meydan okumaktan geri durmuyordu. İkisi de çocuk gibiydi.

Bense Valent'i kolundan tutup çekiştirdim. "Hadi Valentino, gidelim. Başım dönüyor." Başımı bahane ederek onu uzaklaştırmaya çalışırken Niko'ya döndüm. "Tebrik ederim Nikolai."

Yeniden Niko'yla yüz yüze gelmeden arabaya bindik. Montrel aynadan bana bakarken biraz mahcup hissettim. Gece gece insanların başını belaya sokma gibi bir huyum vardı. Aslında sadece gece gece değil. Her zaman.

Arabaya bindiğimizde bir süre hiç konuşmadık ama Valent'in bana öfkeli olduğunu gayet iyi biliyordum.Tıpkı haklı olduğunu bildiğim gibi.

Başımı öne eğerek "Özür dilerim, Valentino." dedim. Elbette bunun beni kurtaracağını düşünmedim. Basit bir özürle konu kapanmayacaktı.

"Lâl, özür dileme. Sadece bunu neden yaptığını söyle." Bakışları hesap sorar gibi üzerimdeyken benden şüphe duymadığını anlayabiliyordum. Sadece gecenin bir vakti neden Hydra'da, Niko'nun yanında olduğumu sorguluyordu. Ben de sorgulardım. "Karımı gece yarısı pijamalarıyla neden Miloradov'un yanında bulduğumu açıkla bana."

"Valentino, özür dilerim. Sana söyleyecektim ama... Bunu nasıl yapacağımı bilemedim."

Öfkesini gölgeleyen merakıyla kaşlarını çattı adam. "Neyi?"

Yolun sonuna gelmiştim. Böyle bir şeyi nasıl söyleyeceğimi o an için bilemesem de ölü taklidi yapma konusunda Valentino Riccardo'nun çok da acemi olmadığını hatırladım aniden. "Nikolai haklıymış, Valentino. Engin abim yaşıyormuş."

"Ne?"

Yüzündeki anlamayan, şaşkın ifadeyi gördüğüm adama olanları tüm şeffaflığıyla anlattım. Bana iki kat daha fazla kızacağını bile bile. Valentino da şaşırmıştı ama benim kadar değil. Onun dünyasında bu tür şeylerin garip karşılanmaması tahmin edilebilir bir şeydi.

Ona bu durumu anlatmadığım için kızacak diye hemen kendimi açıklamaya giriştim. "Yemin ederim sana anlatmayı deli gibi istedim. Kendimle savaştım, çatıştım. Bütün gece kıvranıp durdum. Ama abim bunun kısa süreliğine de olsa gizli kalmasını söyleyince-"

"Bunu anlayabiliyorum, Lâl. Gerçekten. Benim de senden saklamak zorunda olduğum şeyler oldu." Bunları sağduyulu ve anlayışlı bir biçimde söyleyen adam aniden öfkeli yanını gösterdi. "Ama yanına kimseyi almadan kendini böyle bir tehlikeye nasıl attığını anlamıyorum! Nasıl böyle bir sorumsuzluk yapabiliyorsun?"

"Valentino, ben-"

"Sana silah çekilmiş, öldürülmek üzereymişsin! Abin yetişmeseydi ölecektin, Lâl, farkında mısın?"

"Haklısın, gerçekten." Ellerim omuzlarını kavrarken gözlerine baktım. "Her kelimesine kadar haklısın, Valentino. Ama bilmiyorum, o an biraz sabırsızca ve düşünmeden hareket ettim. Elim kolum bağlı durmak istemedim. Bir şeyler yapmak istedim."

Yüzümü ellerinin arasına alan adam kızgın ve endişeli gözlerini bana dikerken "Yapabileceğin en doğru şey, kendine dikkat etmen, mia bella. Kendini koruman." dedi. Yüzündeki ifade o an yanımda olmamasının verdiği gerginliği yansıtıyordu. "Sensiz yaşayamam." Ben daha çok kızacak diye düşünürken ucuz atlatmıştım.

Ona hak verdiğimi gizlemeyen bir ifadeyle başımı salladım. "Haklısın. Bundan sonra daha dikkatli olmaya çalışacağım. Sana haber vermeden buraya geldiğim için özür dilerim."

"Gel buraya." diyerek beni kolunun altına alan ve başını saçlarıma gömen adamın sakinleşmeye çalıştığını hızla atan kalbinden hissedebiliyordum.

"Ama dediğim gibi gizli kalması gerekiyordu."

"Tamam, anladım. Kesinlikle gizli kalacak." Başımı kaldırıp ona baktığımda sağ baş ve işaret parmağıyla çenemi yumuşakça kavrayan adam ciddileşti. "Ama sen de başını yeni bir belaya sokmayacağın konusunda bana söz vereceksin."

Dudaklarım kıvrıldı muzırca. "Bu benim için her ne kadar zor olsa da elimden geleni yapacağıma söz veriyorum."

Başımı göğsüne yaslayan adam sitemkâr bir iç geçirdi. "Seninle ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim yok, mia bella. Benden daha belalı bir kadını nasıl bulduğuma dair de bir fikrim yok. Seninle ilgili fikrim olmayan çok şey var."

Güldüm. Bela belayı çekerdi en nihayetinde. Biz bunları konuşurken benim aklımdan bin bir düşünce geçiyordu. En baskın düşünceyse başıma bir şey geldiğinde beni aile vasfıyla merak edebilecek tek kişinin Valentino olmasıydı. Bu gece ne kadar da endişelenip kızmıştı. Onunla bir aile kurma fikri yeniden aklımı meşgul ederken artık ona karşı çıkmayacağım, teslimiyet göstereceğim konusunda içimdeki sesle hemfikir olmuştum. Belki de artık Riccardo ailesini kurmak için minik adımlar atmanın zamanı gelmişti de geçiyordu bile.

Ben mutlu olacaktım. Her şeye ve herkese inat mutlu olacaktım ve bunu da beni ölüme, yalnızlığa, mutsuzluğa terk edenler görecekti. Onların gözleri önünde mutlu olacaktım. Başımı kaldırıp kollarında dinlendiğim adama döndüm. "Ben bir karar verdim, Valentino. Ve bunu seninle paylaşmak istiyorum."

"Dinliyorum."

"Ben düşünüp bir karara vardım, Doğan Kozanoğlu'nun beni tanıma teklifini kabul edeceğim."

Memnuniyetle yüzü aydınlanan adam "Bebeğim." diye mırıldandı şaşkınlığını gizlemeksizin. "Buna çok sevindim."

Yanlış anlayıp umutlanmaması için "Ama onu tanımak için değil." diye ekledim aceleyle. Bana soru dolu bakışlarla bakan adama açıkladım. "Onları asla affedemem, Valentino. Onlar beni yalnızlığa ve ölüme terk ettiler. Mutsuzluğumu göremeyecek kadar uzaktaydılar, umursamayacak kadar mutluydular. Ama ben artık mutluyum, seninleyim." Kollarımı oturduğum yerden adamın beline sardım saf bir sevgiyle. "Bu yüzden hayatımın köşesinde durmasına izin vereceğim. Onsuz ne kadar mutlu olduğumu görmesi için." Umay ya da gerçek adı her ne boksa, o bunu zaten istemiyordu. Benimle alakası olduğunun duyulmasını bile istemiyordu. Ama Doğan, o istiyordu. Yaşadığım onca şeye rağmen beni tanımak, bana yakın olmak istiyordu yüzsüzce. Ben de ona kendimi tanıtacaktım.

Boşta kalan elinin parmakları benimkileri yakaladı ve birbirine kenetlendi. "Sen nasıl istersen, bebeğim. Eğer bu intikam sana kendini iyi hissettirecekse..."

Başımla sessizce onayladım. Başımdaki ağrıyla yorgun düşmüştüm. Yüzüm ona dönük bir biçimde adamın göğsüne yasladım başımı. Kısa bir an gözlerimi kapadım.

Valentino ise yolda bir bebek gibi uyuklamaya başladığımı görünce "Ağrın var mı?" diye sordu.

"İyiyim ben, merak etme." Huzurla kımıldandı başım göğsünde. "Sen yanımdayken nasıl kötü olabilirim ki?" Kokusunu burnumda duyabiliyordum. Dinginlik içindeyken aniden aklıma gelen bir şeyle başımı yeniden heyecanla kaldırdım. "Ha, yarın Kerem'in sınavı var!" derken başımı aniden kaldırdığım için sarsıldım.

Beni azarlar gibi yüzüme bakan adam "Yavaş ol biraz." diye uyardı.

Onaylayarak geçiştirdikten sonra yarım kalan sözlerimi "Ona destek için yanında olacağım, ona göre." diye tamamladım.

"Tamam, bebeğim. Sizi çıkışta alırım, birlikte bir şeyler yeriz."

"Olur."

Eve vardığımızda Valentino soyunup dökünürken ben de pijamalarımı yenileriyle değiştirip yatağıma uzandım usulca. Elinde pansuman malzemeleriyle yanıma döndü adam.

"Ya gerçekten gerek yok, Valentino."

Yatakla ayaklarımı sarkıtırken önümde diz çöken adam umursamazca kaşlarını kaldırdı. "Sana fikrini sormadım."

Sitemle dudaklarım kıvrılırken karşı çıkmadım. Yatağın kenarına oturup kaşımdaki yarayı temizledi, küçük bir bant yapıştırdı. Önemli bir şey yoktu zaten. Bunu yaptıktan kısa bir süre sonra karın ağrısı varmış gibi durdu ve "Doğan'la konuştum az önce." dedi.

Şaşırdım çünkü bu kadar geç saatte görüşeceklerini düşünmemiştim. Yıllarca babalık yapmayan adamın bu saatten sonra nöbetçi babalığına da ihtiyacım var mıydı emin değildim doğrusu.

Herhangi bir yanıt vermediğimi görünce devam etti Valentino. "Onunla görüşmeyi kabul ettiğini söyledim. Çok sevindi."

Yatakta kaykılarak arkama yaslandım ve kendimden emin bir biçimde aldığım nefesimi geri bıraktım. "Sevinsin bakalım."

Kendime güveniyordum. Ona gününü göstermeye de hazırdım. Bu yıllar sonra gerçekleşen bir baba kız kavuşması değildi. Bu, düşmanına karşı stratejik bir yıldırma yaklaşımından ibaretti.

Bu, Doğan Kozanoğlu'na gününü göstermekti.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü sakaayikkk , Tatudask , Elif59350 , filmseverkoala ve Sadett85 okurlarıma armağan ediyorum. Bölümü 2 saat erken yayınladım çünkü hem bazen planlarım dışında 1-2 saat geç yayınlayabiliyorum, onların telafisi gibi olsun dedim. Hem de yarın buraya etiketleyemediğim (çok denedim, olmadı) Ada Kirazlı okurumun doğum günüymüş, benden rica etti jest olsun istedim. Bölümümüzü nasıl buldunuz? Sizce Lâl Doğan'dan intikam almak için ne yapacak ya da nasıl davranacak? Buraya yazabilirsiniz. Yeni bölümde bizleri neler bekliyor? Buraya yazabilirsiniz. Engin'in hayatta olmasına şaşırdınız mı? Ya da bu konuyla ilgili duygu ve düşünceleriniz nedir merak ediyorum, onları da buraya yazabilirsiniz. Bu arada, aranızda romantik komedi okumayı seveniniz varsa yeni başlamış olan SATIR ARASI SIRLARI hikâyeme de göz atabilirler. Şimdilik sizlere veda ediyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%