Yeni Üyelik
44.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 42

@buzlarkralicesi

-42-

❝Lâl❞

Ertesi gün, yoğun bir gündü. Kerem'i sınava götürdüm. Kaşıma ne olduğunu sorduğunda geçiştirdim. Bugün onun için önemli bir gündü ve en az onun kadar heyecanlıydım. Belki de hayatını biçimlendirecek bu sınav için heyecanlı olduğunu da görebiliyordum.

Sınavdan çıktığında Montrel'in park ettiği arabada onu bekliyordum. Sabah, toplantıları olduğu için erken çıkan ve bizimle gelemeyen Valentino bu sırada bize yetişmişti.

Son dakikalarda arabadan inip Kerem'i dışarıda beklemeye başlamıştım. Erken çıkar sanıyordum ama tüm vaktini kullanınca biraz şaşırdım. Yanıma geldiğinde yüzü allak bullaktı. Omuzlarına dokunup "Nasıl geçti?" diye sorduğumda dudakları bilmem dercesine kıvrılmıştı.

"Ben de anlamadım. İyi gibiydi."

Montrel'in açtığı kapıdan arabaya binerken Kerem'in hâlâ sınav psikolojisini atlatamadığının farkındaydım. Ama en azından heyecanı gitmişti. Ona güveniyordum. O da bunu biliyordu.

Yanına oturduğum Valentino ikimize de bakarak "Sınavı atlatmanın şerefine güzel bir brunch yapalım." dedi.

İkimiz de buna olumlu bakarken ben "Olur." dedim gayet memnun bir hâlde. Hava oldukça güzeldi, güneşliydi. Keyifli bir kahvaltı yaptık. Sınavdan pek konuşmadık çünkü Kerem'in artık o psikolojiden çıkıp rahatlamasını istiyordum.

Kerem'se bizimle olmaktan mutluydu. İlk tanıştığım çocuğun yanı sıra şuan karşımda kahvaltı eden gencin olumlu değişim gösterdiğini görmek mutluluk vericiydi. O ilk zamanlarda kaybedecek hiçbir şeyi olmayan, sokaklarda kendini kaybedecek kadar sahipsiz ve kimsesiz çocuk bana kendime dair çok şey hatırlatıyordu ve üzüyordu. Şimdiyse hedefleri, idealleri olan, bunun için çabalayan daha güçlü bir genç vardı karşımda. Amerika'da okumak istediği bir üniversite hayali vardı artık. İmkânsız diye bir şey yoktu, olmadığını o da görmüş, hedefleri için çabalamanın onu çoğaltıp geliştirdiğini anlamıştı. Şuan olduğumuz yerden ve olduğumuz kişilerden memnundum. Özellikle Kerem'in dönüştüğü kişiden son derece mutluydum. Keşke Uras da görebilseydi.

Kahvaltı bittiğinde Kerem'i eve bıraktıktan sonra Doğan'ın daveti üzerine Ağva'ya doğru yola çıktık. Güya sahilde güzel vakit geçirecektik, yüzecektik, yemek yiyip günübirlik bir tatil yaparken birbirimizi tanıyacaktık. Ağva fikri Beyza'dan çıkmış. Tam da onun gibi keyifçi birinin yapabileceği bir organizasyon. Evin suyu mu çıktı? Bir yemek yiyip evlerimize dağılabilirdik. Ama yok, illa eksantrik bir şeyler yapıp gövde gösterisine bizi de alet edecekti bu kız.

Benim merak ettiğim, ikimizin kardeş olduğunu öğrendiğinde Beyza'nın ne tepki verdiğiydi. Ve bu ilk karşılaşmamızda bana karşı tavrı nasıl olacaktı? Çok umurumda olduğu söylenemezdi ama basit bir meraktı işte. Yine o burnundan kıl aldırmayan kız olarak hiçbir şey olmamış gibi mi davranacaktı yoksa bir şeyler değişecek miydi?

Arabada elimi tutan adam "Hazır mısın?" diye sordu gözlerimin içine bakarak. Neye? Doğan Kozanoğlu'nun kızı olmaya mı? Ona hiçbir zaman hazır olmayacaktım. Kozanoğlu'na gününü göstermeye mi? İşte ona hazırdım. Her zaman da hazır ve nazır olacaktım. Kocamın sorusuna karşı başımı sallamakla yetindim.

El ele arabadan indiğimizde Doğan Kozanoğlu ve kızı Beyza yanlarında yabancı bir kadınla bizi mekânın kapılarında karşılıyordu. Kadın kırklı yaşlarında güzel, alımlı, uzun boylu, incecik, siyah saçlı ve masmavi gözlü bir kadındı. Dergi kapağından fırlamış gibiydi. Femme fatale bir görüntüsü vardı aynı zamanda. Bu kadar kısa sürede böylesi geniş bir yargıya nasıl kapıldığımı ben de bilmiyordum, bakışı, duruşu, göz süzmesiyle üzerimde böyle bir etki bırakmıştı. Karşılama sürerken ağzını bile açmadı.

Doğan hevesle "Hoş geldin." derken gözlerindeki umut ışıltısından tiksindim. Bu kadar basit olduğunu düşünecek aptallıkta olmasından. Birçok şeyden.

Sadece ağırbaşlı bir ifadeyle "Hoş bulduk." demekle yetindim. Pek yoğun bir göz teması kurmadım. Beyza ise tahmin ettiğim şekilde hiçbir şey olmamış gibi davranırken Valent'le kenetli ellerimize bakıyordu. Kardeş olmamız onun için bir şey ifade etmiyordu. Zaten ifade etmesini de beklemiyordum. Hem onun gibi birinin yıllar sonraki kardeşliğimize anlam yüklemeyeceğini biliyordum hem de bunun benim için de bir anlamı yoktu.

Sıra kendisine gelmiş gibi yüzüme bakan yabancı ve alımlı kadın ise samimiyetsiz bulduğum bir tebessümle "Hoş geldin, Lâl." dedi ve elini uzattı. "Ben Şebnem."

Doğan çok geçmeden bizi tanıştırdı. "Şebnem benim kız kardeşim. Kanada'dan geldi. Seni görmek için."

Aynı samimiyetsiz tebessümü kendisine iade ettiğim kadın hiç de birden ortaya çıkan yeğenini özel olarak görmek
için onca yolu tepmiş fedakâr bir halayı andırmıyordu. Beyza'yla bakışmaları ve bana karşı duruşu tanımlayamadığım ama savunmada kalmam gerektiğini hissettiren bir duygu uyandırıyordu bende. Zorba kız grubu gibi.

Mekâna geçtiğimizde mükellef bir sofra hazırlanmıştı. Boydan boya bir masa ve masada her şey vardı. Doğan aynı hevesle "Umarım açsınızdır, harika bir kahvaltı yapalım birlikte. Hepsini sizin için özel olarak hazırlattım." derken onun hevesini kıracak olmak pek de umurumda değildi doğrusu.

Valentino yemiş olmamıza rağmen onu kırmayacak gibi dursa da ben aynı hassasiyeti göstermeksizin kibarca reddettim. "Biz yeni yedik. Kardeşim Kerem'in sınavı şerefine kendi aramızda ailecek bir kahvaltıdan yeni dönüyoruz, teşekkür ederiz." Ailemin kim olduğunu en başta göstermekte sakınca görmedim. Kırıcı olsa da önemi yoktu benim için.

Ailecek kavramına takıldığını düşündüğüm adam başını öne eğerek "Anlıyorum." derken parmağındaki siyah taşlı yüzükle oynuyordu.

Oturduk. Onlar kahvaltılarını yaparken biz de birer kahve söyledik. Esasında Beyza'yla ilişkimizin değişmemiş olmasına müteşekkirdim çünkü onunla mesafeyi korumak istiyordum. Onun karakteri dost olmak için bile bana uymuyordu. Şımarık ve benmerkezci birine benziyordu.

Müstakbel halam Şebnem de Beyza'dan pek farklı sayılmazdı ama o daha cana yakın bir yaklaşım sergiliyordu. Abisine yaranmak ya da gözünü boyamak için midir bilmem ama Beyza kadar göstere göstere savaş boyalarını elinde sallamıyordu. Daha stratejikti.

Beyza masanın üstünde birleştirdiği ellerinin üzerinden bana baktı. "Kardeşim Kerem dedin de merakımı cezbetti. Bu seni evlatlık alan ailenin oğlu mu yoksa öz annenden olan mı?"

Belki biraz beni harekete geçirmek ya da aşağılamak için mi yoksa sıradan mı olduğunu anlamadığım soruyu etkilenmeyen düz bir tebessümle yanıtladım. "Üvey ailemden olan kardeşim. Diğer kişiyle görüşmüyoruz." Böyle tuzaklara düşmeyecek kadar büyümüştüm. Hassasiyet çukuruna düşecekem bile bu düşmanlarımın önünde olmazdı.

Diğer kişi diyerek ötelediğim, önemsemediğim, artık yaram dahi olamayacak kadar önemsiz bir biçimde aşağıladığım kişiden kastım öz annem Umay'dı. Öz kavramı kişiye göre değişirdi tabii. Sadece doğurmakla anne olunsaydı. Ancak bu tür konuları Beyza'ya malzeme etmek istemiyordum. Zaten konu açıldığından beri Doğan gergin ve diken üstünde duruyordu. Ona eski günahlarını hatırlatıyor olmalıydı varlığım.

Beyza bu kez sıradan bir ifadeyle yeniden söze girdi. "Aile demişken, Şebnem bana çok düşkündür." Şebnem'in dudaklarını düzleştiren tebessümüyle karşılık verdiğini gördükten sonra yeniden Beyza'ya döndüm. "Kendisine hala dememden de nefret eder. Arkadaş gibiyizdir onunla."

Beni asla ilgilendirmeyen muhabbetine "Ne güzel." diyerek kafa sallamakla yetindim. Kendi küçük dünyasında beni imrendirmeye mi çalışıyordu yoksa bölgesini mi işaretliyordu bilmiyordum ama umurumda değildi. Burası senin bölgen, Beyza. Ve inan bana senin bölgen kimsenin umurunda değil.

Kahvaltıda yüzeysel sohbetler ettik. Doğan işlerinden, yaşamından, düzeninden bahsetti. Beyza da sürekli babasını ne kadar iyi tanıdığına dair ispatlarda bulunma gayesinde onun sözlerine karışıp durdu. Şebnem ise aralarında sessiz kalan tek kişiydi. Henüz beni tanımak için arka planda durmayı tercih ediyor gibiydi.

Kahvaltı faslı bittiğinde Doğan'ın bir telefon görüşmesi olunca ekip kısa süreliğine dağıldı. Beyza ve Şebnem dışarıda, açık havada oturmayı istedi. Biz de Valent'le kısa bir sahil yürüyüşüne çıkmak istedik. Ortamda Doğan yokken sanki onlarla paylaşabileceğim bir şey yokmuş gibi hissediyordum. Sankisi biraz fazlaydı, onların arasında yerim yoktu ve yerim olmasına gerek de yoktu.

El ele yürüyüş yaparken dondurmacıya rastlayınca heyecan ve neşeyle zıpladım. "Dondurma! Dondurma!" Hemen Valent'e döndüm. O da benim neşemle yumuşak bir gülümseme kondurmuştu dudaklarına. Tam da öpmek istediğim bir gülümseme. "Dondurma yer misin?"

Kısa bir an sonra başını salladı. "Olur." Tam o sırada adamın telefonu çalınca birkaç adım uzaklaşmadan önce "Kakaolu." dedi yalnızca. Biliyordum kakaolu sevdiğini. Ama yoğunlaştığım konu telefonun çalışıyla neden benden uzaklaştığıydı. Yine sırlar mı başlıyordu yoksa? Benden saklayacağı bir şeyler kalmadığını düşünüyordum ve sabrım da ağzına kadar dolmuştu.

Dondurmaları alırken bir gözüm de uzakta telefon görüşmesi yapan adamdaydı. Sanki temkinli bakışlarla beni süzüyordu konuşurken. Üstüme alınmak istemedim ve döndüğünde herhangi bir şey sormadım. Merak etmeme rağmen ağzımı açmadım.

El ele dondurmalarımızı yerken gülüşerek sohbet ettik. Eski günlerden konuştuk. Her seferinde bana kinayeyle bahsettiği anılardan biri de doğum gününde onu terk etme numarası yapıp nasıl da teknede sürpriz doğum günü partisi düzenlediğimdi. Hâlâ etkisinden kurtulamadığını bakışlarındaki sitemkâr bakıştan ve iç çekişten anlayabiliyordum. Bense bu konularda her zaman yaramaz bir çocuk gibi kaşlarımı kaldırıp omuz silkerdim.

Kozanoğlu ailesinin yanına döndüğümüzde neşemize diyecek yoktu. Onlar da sahildeki mekânın bahçesinde soğuk bir şeyler içiyordu. Kızların arasına oturduğumda Valentino da Doğan'ın yanına geçti.

Aramızda çok büyük bir mesafe yoktu ama iki tarafın da konuşmaları uğultulu geliyordu, ne konuşulduğu pek anlaşılmıyordu. Ben yanlarına oturduğumdan beri Şebnem ve Beyza'nın aralarında konuştukları konu erkeklerdi.

"Kanada'daki sevgilimden de ihanet yüzünden ayrıldım." Bu konudan pek etkilenmiyormuş gibi dudak büktü Şebnem. "Erkekler işte. Beş dakika boş bırakmaya gelmiyorlar."

Beyza sanki çok biliyormuş gibi her zamanki o aşkolog hâlleriyle kaşlarını kaldırmış akıl veriyordu. "Ama sen çok yüz vermiştin o adama. Erkeklere çok yüz vermeye gelmez. Bir de her an kaybedecekleri bir kadınmışsın gibi davranmazsan cepte görürler."

Hah, konuştu aşkolog. Gözlerimi devirsem de herhangi bir yorumda bulunmadım.

Şebnem ise sanki yeğeniyle gurur duyuyormuş gibi "Ben de gençken senin gibiydim, her şeye sünger çekip gitmek daha kolaydı o zamanlar." dedikten sonra omuz silkerek ekledi. "Gerçi şuan da pek etkilendiğim söylenemez ama ihaneti kaldıramıyorum, hepsi bu." Gözlerini kısarak Beyza'ya sinsi bir bakış attı. "Tabii sen hiçbir zaman kaybetmezsin, onun verdiği bir rahatlık var."

Ben öyle mi dercesine Beyza'ya bakış atarken bunu bir rekabet olarak görmüş olacak ki "Ben bir şey istersem alırım." dedi üvey kardeşim gözlerime bakarak. "Tabii bunda erkeklerin de etkisi büyük, yalan olmasın." Her zaman peşimden koşarlar der gibi omuz silkerken muzır bir bakış attı bana. Ne yapayım, tabiatım böyle der gibi.

Kendine olan bu egosu beni dehşete düşürmüştü ama renk vermedim. Dudaklarım düz çizgi hâlini alırken "Ha şu geçen gün konuştuğumuz konu." dedim.

Beyza masum bir bakışla "Her kelimesine kadar arkasındayım. Erkekler ihanet için programlanan ve kafaları çok çabuk karışabilen yaratıklar." derken erkekleri çok iyi tanıyormuş gibi hissettim. Hayatında kaç erkek tanımıştı merak ediyordum doğrusu. Nasıl bu kadar iyi bilebilirsin ki?

Benim hayatımda Valentino hariç sadece Batur olmuştu, onunla da cinsel anlamda bir ilişkimiz olmamıştı. Üniversitede çıkmaya dayalı masum bir ilişki olarak kalmıştı ve ihanetle sonlanmıştı zaten. Vural zaten hatırlamak dahi istemediğim, asla ilişki olmayan korkunç bir geçmişti. Tüm bunların dışında tanıdığım tek erkek Valentino olmuştu. Yeterdi de artardı bile benim için. Beyza'nın tecrübeli konuşması, erkekleri bu kadar iyi tanıdığını söylemesi ise biraz ürkütücüydü. Sadece Beyza'nın erkekler konusunda bu kadar iddialı olmasını garip bulmuştum hepsi bu. Abartıyor da olabilirdim.

Şebnem kaşları havalanırken "Maalesef haklı tatlım." dedi Beyza'ya teslim olurcasına. "Erkeklerin hepsi aynıdır. O öyle şey yapmaz dediğin an kaybedersin."

Onaylayarak başını salladı Beyza. Son derece samimi görünüyordu. "Bence sen yine de kocanı çok boş bırakma."

Bir an düşündükten sonra onlara döndüm. Şüpheyle gözlerimi kısarak Beyza'ya baktım. "Aslında... Senle konuştuğumuzdan beri söylediklerini düşünüyorum biliyor musun?" Ve bir sırrı açıklıyormuşum gibi onlara daha da yaklaştım. "O günkü fikrimi değiştirecek bir şeyler oldu."

❝Beyza

Şebnem'in söyledikleriyle Lâl'in kafasının karıştığını, belki de bir parça şüpheye düştüğünü görebiliyordum. İkimizin de amacı buydu zaten. Lâl'in içine şüphe düşürmek.

Şebnem benim en gizli sırlarımın kara kutusuydu. Elbette Alev'den farklı olarak ona Valentino'dan bahsetmiştim. Duygularımı tüm çıplaklığıyla anlatmıştım. Bugün onları el ele gördüğümde nasıl hissettiğimi anlayacak kadar biliyordu, hâkimdi konuya Şebnem.

Bugün ikimizin de amacı Lâl'i tanımak falan değildi. Onu merak ettiğimiz de yoktu. Hem babamın gönlü olsun diye gelmiştik hem de Şebnem Valentino'yu yakından görsün, nasıl biri olduğunu anlasın diye. Onu kazanmak için bana yol gösterebileceğini düşünüyordum çünkü Şebnem gizemli göründüğü kadar tecrübeli ve muhteşem biriydi. Ve kusursuz bir manipülatifti. Tıpkı şuan Lâl'i etkisi altına almasından anlaşılacağı gibi insanların psikolojileri ve iç dünyalarıyla bir sihirbaz gibi oynayabilirdi. Üstelik o kişiyi yıllarca tanımasına da gerek yoktu. Onun zaaflarını bilmesi, ortak yönlerinden biriyle ilişki kurması yeterliydi onun için.

Söz konusu erkekler olduğunda hiçbir kadın yanındaki erkekten emin olamazdı, en büyük âşık bile. Hata âşık insanlar daha çok hata yapardı. Biz de Lâl'in bu zayıf yanına oynamayı amaçlıyorduk ve görünüşe göre başarmıştık da. Biraz erken olmuştu sanki.

Şebnem gözleriyle beni işaret ederek "Maalesef haklı tatlım. Erkeklerin hepsi aynıdır. O öyle şey yapmaz dediğin an kaybedersin." dediğinde Lâl'in yüzünde karanlık bir gölgelenme hissetmiştim. Ben de bu gölgelenmenin üstüne gidip güçlü bir şüphe yumağı oluşturmaya baktım.

Arkadaşça bir ifadeyle "Bence sen yine de kocanı çok boş bırakma." dedim Lâl'in gözlerinin içine bakarak.

Lâl ise tanıdığım, bildiğim hâlinin aksine laf dalaşına girmek yerine şüpheyle gözlerini kısarak düşüncelere daldı. Derin derin bir şeyleri düşünüyor gibiydi. Başta laf sokup alay edeceğini düşünsem de samimiyetle düşündükten sonra yeniden bana dönen kadın "Aslında.. Senle konuştuğumuzdan beri söylediklerini düşünüyorum biliyor musun?" dedi. İğneleyici bir biçimde karşılık vermek yerine beni haklı bulmasına şaşırmıştım. En azından bu kadar kısa sürede olmasına. Oturduğu sandalyeyi birazcık daha bize yaklaştırdıktan sonra devam etti. "O günkü fikrimi değiştirecek bir şeyler oldu."

O an Şebnem'le ikimiz de birbirimize baktık. Bu kız bizimle kafa mı buluyor dercesine düşündükten sonra karşımızda kıvranışı merakımızı cezbetti.

Merakımı gizleyemeden sakince "Nasıl yani?" diye sordum öylece.

Kararsız ve biraz endişeli hâliyle kısa bir an babamla konuşan kocasına baktıktan sonra bize döndü ve "Son günlerde biraz garip davranıyor." dedi Lâl.

Şebnem sessiz kalıp dinlemeyi tercih ederken ben üsteledim. "Ne gibi?"

"Eskiden telefonla görüşürken yanımda konuşurdu, telefonunu saklamazdı ama son günlerde iyice saklar oldu. Mesela biz az önce yürüyüşe çıktık, orada telefonu çaldı. Sonra bir garip hâller, uzaklara gidip konuşmalar... Karından gizli ne konuşuyor olabilirsin ki?" Duraksadı ve üzgün bir yüz ifadesiyle ekledi Lâl. "Bir otelde yer ayırtmış."

Şebnem Lâl'in anlattıklarıyla gözleri büyümüş bir biçimde "Ne?" dedi yalnızca. İkimiz de şok olmuştuk. Sonuçta biz sadece onun içine bir kuşku düşürmek istiyorduk ama belli ki Valentino da az değildi. Daha evleneli iki gün olmuştu ve tıpkı diğer erkekler gibi o da eğlenmeye başlamıştı. Oysa hiç de öyle birine benzemiyordu. Belki beni cezbeden yoğun duygularımdan biri de buydu. Tek birine bağlılığı ve ulaşılmazlığı. Ne derler bilirsiniz, erkeği karizmatik yapan sadakatidir. Onun da diğerlerinden bir farkı yokmuş meğer.

Buna inanmakta güçlü çeken ben "Nasıl yani?" diye sordum sade bir şaşkınlıkla.

Lâl umutsuzca başını salladığında Şebnem'le ikimiz de yine birbirimize baktık şok olmuş biçimde. Fırsat ayağımıza gelmişti.

"Hayır başta ikimiz için ayırmıştır, sürpriz yapacaktır belki dedim ama yok. Bu akşam için yer ayırtmasına rağmen bana bundan bahsetmedi. Üstelik de gece geç saatlerde de iş toplantısı olduğundan bahsetti."

Onun mağdur yüz ifadesiyle toparlanmaya çalıştım. Şebnem ise şaşkınlığı atlatamamış bir ifadeyle "İnanmıyorum." diye inledi. "Bu erkeklerin hepsi böyle olmak zorunda mı?"

Ağlamaklı bir ifadeyle başını iki yana salladı Lâl. "Bu kadar çabuk olacağını düşünmüyordum. Çok kötüyüm ve şoktayım ama tatsızlık çıkmasın diye belli etmemeye çalışıyorum." Yutkundu sertçe. Gizli bir şeyden bahsediyormuş gibi bize yaklaşarak sesini kıstı kız. "Bu gece biriyle buluşacak. Artık eminim."

Ben şok olmuştum. Ne düşüneceğimi bilemediğim için etrafa anlamsız bakışlar atıyordum. "Nasıl yani?" Anlamaya çalışıyordum sadece. Ve merak ediyordum, Lâl'in nasıl bir tepkisi olacağını. "Ne yapacaksın peki şimdi?"

"Hiç bilmiyorum. Ne yapacağımı, hiçbir şeyi bilmiyorum..."

Elleri kucağında duran kızın çaresiz ve zayıf hâli midemi bulandırdı. Şok olduğumu ise gizleyemedim. Ne yani, sessiz mi kalacaktı bu duruma? O an bu buluşmanın Valentino ile aramızda gerçekleşeceğini hayal ettim ve Lâl'in ne tepki vereceğini düşündüm. Belli ki o kadın ben olsaydım da sessiz kalacaktı. Ne kadar ezikçe. "Nasıl yani, biliyorsun ve susuyor musun?"

Herhangi bir yanıt vermedi kız. Yanıt verebilecek gibi de durmuyordu. Kötü görünüyordu. Tüm merakıyla Şebnem girdi araya. "E peki ne yapacaksın şimdi?" Durup düşündü ve ani bir öfkeyle "Bence bas onları. Sonra da donuna kadar al mahkemede." diye söylendi. Şebnem rolüne kendini fazla kaptırmışa benziyordu.

Başını iki yana salladı çaresizce. "Ben peşine düşemem. Yardımcıları hemen haber uçurur ona." Düşünceli bir biçimde başını öne eğdi. Ne yapacağını bilemez hâldeydi.

Şebnem'in yüzü aniden aydınlandı. "Bak ne diyeceğim, senin yerine Beyza gitse?"

Yüzünde bir umut ışığı beliren Lâl bana döndü. "Sahiden yapar mısın bunu? Sen benim yerime otele gider misin Beyza?"

O an tüm gözler bana çevrilmişken gözlerim şaşkınlıkla irileşmişti. "Kim, ben mi?" İki kadının da hedefi olduğuma şaşırmış durumdaydım.

"Evet." dedi Lâl, umutla. "Sen gidip baksan, olanı biteni bana anlatsan olmaz mı? Sonuçta kadın dayanışması."

Bu fikri Şebnem'in ortaya koyması biraz şaşırtsa da sanırım sebebini anlamıştım. Valentino ve Lâl'i benim şahitliğimle ayırdıktan sonra onu tamamen kendime ayırabilirdim. O otel odasındaki kadının icabına öyle ya da böyle bakılırdı. Burada ekarte edilmesi gereken asıl kişi Lâl'di. Nikâhlı karısı. Ve Şebnem de bu şansı bana altın tepside sunuyordu.

Şaşkınlığımı kısa süre içinde üzerimden atıktan sonra kekeleyerek de olsa "T-Tamam, tabii... Olur." diyebilmiştim. Ne zararı olacaktı ki?

Büyük bir sevinçle "Gerçekten mi?" diye soran Lâl minnettar gözlerle bana bakıyordu. "Çok teşekkür ederim, Beyza." Dürüstçe yeniden söze girdi. "Ya biliyorum, seninle pek iyi bir tanışmamız olmadı, birbirimizden hiç hazetmedik ama göründüğün gibi biri değilmişsin." Kısa bir an düşündükten sonra yeni aklına gelen şeyi ekledi. "Fotoğraf da çek tamam mı? Şebnem'in dediği gibi mahkemede delil olsun." Samimiyetle uyarmayı da ihmal etmedi. "Dikkat et, fark etmesinler. Valentino zeki adamdır, peşinde biri olduğunu kolaylıkla anlayabilir. Allah'dan Valent kendi otelinde yer ayırtmamış da takibe açık."

Daha on dakika öncesine kadar geyik muhabbeti yaparken bu grup koca bir Mor Çatı'ya, kadın dayanışmasına dönüşmüş ve aldatan erkek avına çıkmıştı. Olayların bu kadar kısa sürede ciddiye binmesine inanamıyordum ve şaşkındım doğrusu. Lâl ile savaşa hazırken anlattıklarıyla dumura uğramış, silahları indirmiştik. Hatta ona acıyıp üzülmüştük, yardım bile etmek istemiştik. Asıl amacımız yardım olmasa da. Acıma duygumuz gerçekti. Gözümde çok ezik görünmüştü bu hâliyle ne yapayım.

O gün ayrılmadan önce Lâl bize döndü, yüzüme baktı ve "Akşam konum atarım sana." deyip gitti. Bense hâlâ olanların şokunu üzerimden atabilmiş değildim.

Erkeklerin aldattığı benim için sır değildi. Ama o farklıydı. En azından ben öyle sanıyordum. Bu kadar kısa sürede olacağını düşünmemiştim. Ve sanırım bunu benimle değil başka bir kadınla yapması daha çok sinirimi bozmuştu.

Akşam olduğunda odama kapanmış yatağıma uzanırken dirseğimde yükselmiştim. Elimle başımı destekleyip düşünürken aklım karışmıştı. Kimdi acaba bu kadın? Kim?

Lâl'den mesajla konum gelmişti. İsteksizce yataktan kalkıp hazırlanmaya başladım. Lâl ile Valentino'nun boşanacağı için memnundum ama onu başka bir kadınla göreceğim için de canım sıkkındı doğrusu.

Ben bunları düşünerek aynanın karşısında allığımı tazelerken yeni bir mesaj geldi. Mesaj Valentino Riccardo'dandı. Şaşkındım. Elbette numarasını biliyordum, babamın telefonundan almak zor olmamıştı. Ama bana mesaj atmasını beklemiyordum. Heyecandan kalbim atarken telefonu zar zor almıştım elime.

Gönderen: Valentino

"Atlantist Hotel, 303 numaralı oda. Akşam 20.00'de."

Duraksadım. Şok olmuştum. Lâl'in attığı konumla karşılaştırdığımda inanamadım. Ne yani, Lâl'le birlikte peşinde olduğumuz kadın ben miydim? Valentino'nun ilgi duyduğu kadın.

Başta inanamasam da mesaj son derece gerçekti. Rüya değil, hayal değil, düpedüz gerçekti. Sadece fırsatı olmasına rağmen bana olan ilgisini belli etmemesine daha çok şaşkındım galiba. Bir de bana sormadan yer ayırtmasına. Kabul edeceğimi nereden biliyordu ki?

Normal şartlarda başka bir erkek yapsa bu ne küstahlık der, bu davete icabet etmezdim. Beyza Kozanoğlu'nu fikrini bile sormadan ayağına çağırmak. Bu ne cüret? Ama bunu yapan Valentino Riccardo olunca... İşler değiştiriyordu biraz.

Onun ulaşılması güç yanı ve albenisi, bir de beni beğendiğini gösteriş tarzı, kabul edip etmeyeceğimi umursamadan ben buyum, istiyorsan gel deme şekli ister istemez etkilemişti beni. Bana ilgi duymuyormuş gibi görünürken gözlerinin bende olduğunu bu şekilde ifade etmesini beklemiyordum. Ve sanırım diğer erkeklere yaptığım gibi yapsaydım nazı niyazı kaldırmaz, elimdeki tek şansı da kaybederim diye düşünüyordum. En azından kendime itiraf etmeliyim ki onu istiyordum. Onu tüm hücrelerimle istiyordum.

Ona olan arzum farklı bir şeydi. Ona dokunmak, teniyle bir bütün olmak. Bana dokunması için çıldırıyordum. Yani bu konuda gurur yapacak durumda değildim. Diğer erkekler benim için bir hevesken o tutku hâline dönüşmüştü ve ben bu tutkudan kurtulup özgürleşmek istiyorsam onunla olmalıydım.

Küçük bir pürüz vardı. Bu durumda Lâl'in istediği gibi gidip ihaneti belgeleyemezdim. Ne yani, gidip Valentino Riccardo'yla kendimin fotoğrafını mı çekecektim? Olmazdı. Bu yüzden gidemeyeceğimi söylemek için direkt Lâl'i aradım. İkinci çalışta açtı.

"Hazır mısın?"

Bu soruya nasıl bir cevap verebilirdim bilemiyordum doğrusu. Önce onu vazgeçirmeye çalıştım. "Lâl, sen emin misin? Kocanın arkasından iş çeviriyorsun."

"Ne yapalım, aldatmasına göz mü yumalım? Hem sen değil miydin sessiz kalma diyen?"

Evet, haklıydı. Sessiz kalmamasını söyleyen bendim. O kadar da gaza getirdim. Şimdi ona akıl vermişken vazgeçiremeyeceğimi fark ettim. "Öyle ama..."

"Eee o zaman?"

Lafı dolandırmadan "Lâl, kusura bakma, ben yapamayacağım." dedim öylece.

"Öyle mi?"

"Kusura bakma."

Kısa bir duraksamanın ardından "Eh, peki, tamam ne yapalım?" dedi telefonun diğer ucundaki kız.

Telefonu kapattığımda Lâl'i ekarte ettiğim için memnundum. Normal şartlarda Lâl'in otel odasına gelmesinden tedirgin olurdum ama hem yakalansak da bana dokunacak bir şey yoktu hem de Lâl'in belirttiği sebeplerden dolayı otele kendisinin gidemeyeceğini bilmenin verdiği bir güven vardı. Ama dediğim gibi yakalansaydık da beni bozan bir durum yoktu. Sonuçta Lâl'in kocası ben değildim, dolayısıyla ona bir sadakat borcu olan da ben değildim.

Bir süredir beklediğim şeyin gerçekleşmesinin verdiği heyecanla hazırlandım. En güzel elbisemi, iç çamaşırlarımı giydim. Yüzümdeki sade makyajı silip daha özenli bir makyaj yaptım.

Otele geldiğimdeyse heyecandan bacaklarım titriyordu. Hiç böyle olmamıştı. Öte yandan bir kaleyi fethetmiş olmanın verdiği zafer rahatlaması da vardı.

Resepsiyona gelip oda numarasını söylediğimde o ana kadar gerçek olduğuna inanamadım ama gerçekti. Görevli oda kartını uzatırken "Beyefendinin bıraktığı anahtar, buyurun." dedi.

Aldığım oda kartıyla asansörle odadan çıkarken heyecanımı yenememiştim henüz. Kim bu kadın diye düşünürken Valentino'nun aklındaki kadının ben çıkması büyük bir şoktu benim için. Bunu beklemediğimi itiraf etmeliydim. Kazanacağımı elbette biliyordum, er ya da geç. Ama bu kadar çabuk olacağını ben de tahmin etmemiştim.

Kapının önüne geldiğimde heyecanımı dizginlemek için derin bir nefes aldım ve kartla odanın kapısını açtım. Araladığım kapının ardında gördüklerim ise olduğum yerde kaskatı kesilmeme, donup kalmama sebep olmuştu.

Onlar yataktaydı. Valentino ve Lâl. Yatakta sevişiyorlardı. Oldukça şehvetli ve sert bir biçimde. Benim onları şok içinde izlediğimi gören kadın, adamın altında had bildiren bir bakış attı dudakları kıvrılırken. Her şey bir oyundu. Lâl'in oyunu. En başından beri.

Donup kaldım. Bir süre yerimden hareket edemedim bile. Onların tutku dolu inlemeleri ve birbirinin bedenlerinin içindeki hareketleri. Şoka uğramıştım. Kendimi toparlamalıydım.

O an sinirden nefesimi tutmuş bir biçimde sessizce odadan çıktım. O manzarayı daha fazla görmek istememiştim. Dayanamamıştım. Lâl tarafından zekice bir oyuna çekilmiş ve büyük kandırılmıştım. Hangisi daha sinir bozucuydu? Lâl'in beni kandırması mı yoksa onları bu şekilde tutku dolu sevişirken görmem mi? Karar veremiyordum.

Hışımla arabaya bindim. Kısa bir an olanların muhakemesini kafamda yaparken öfkeme engel olamadım. Anlamsızca bağırırken sertçe direksiyona vurup durdum. Biraz sakinleştikten sonra arabayı çalıştırmak üzereyken yine bir mesaj.

Gönderen: Lâl

"Her zaman her istediğini alamazsın. Ava giderken avlanmanı kutlarız bir ara, canını sıkma.

Lâl Riccardo"

❝Lâl

İki küçük aptal.

Beni kandırabileceğini düşünen, kendini kurnaz sanan iki küçük aptal.

Aslında aklımda hiç de böyle bir şey yoktu ama Beyza ve Şebnem denen iki salağın beni gaza getirmeye çalışmasını keyifle izlerken bir dersi hak ettiklerine karar vermiştim. Belki böylece benimle uğraşmamaları gerektiğini anlarlardı. Güya iki gündür tanıdığım bu salaklar yüzünden kaç yıldır tanıdığım, âşık olduğum adamdan şüphe edecektim. Geri zekâlılar.

Basit laf dalaşlarıyla ya da laf sokmalarıyla etkilenip hâllerinden utanmayacakları belliydi. Ben de bu salaklarla onların diliyle konuşmaya karar verdim. Onların kafamı karıştırmaya çalışmalarına izin verdim. En azından öyle sanmalarına. Üzgün ve aldatılan kadın rolünü çok iyi oynamıştım. Başından beri Valent'de gözü olduğunu gördüğüm Beyza da bu durumdan nemalanmaya çalışacaktı, buna da adım gibi emindim. Şebnem de Beyza'nın otele gitmesi konusunda işimi kolaylaştırmıştı. Sandıkları kadar zeki olmadıklarını görebiliyordum. Acınası.

Ağva'daki rolümü başarılı bir biçimde yerine getirdikten sonra dönmek için arabaya bindiğimizde bir otelde yer ayırttım. Nasıl bu kadar kolay bir şekilde inanmışlardı, ben bile şaşırmıştım. Çok komikti. Ne demişler, düşmanının zekâsını hafife alma. Bu iki kafadarın en byük hatası da bu olmuştu.

Evin önüne geldiğimizde Luigi ellerinde çiçeklerle kapının önünde duruyordu. Ben pek muhatap olmadım ama Valent'le konuşmalarından anladığım kadarıyla af dilemeye gelmiş fakat Wendy tarafından affedilmemiş, kapılar yüzüne kapanmıştı.

Luigi çaresizce bana dönüp "Beni affetmiyor. Ne yapmalıyım?" diye sorduğunda bundan keyif almadım desem yalan olur. Yılların suratsız buzdolabını bu hâlde görmek herkese nasip olmazdı sonuçta.

Bense işi ciddi bir yüz ifadesiyle "Tek ayak üstünde zıpla." diyerek dalgaya vurdum.

Luigi yüz ifademden gerçekle dalgayı ayırt edememiş olacaktı ki "Ne?" diye sorarken suratıma bön bön baktı.

Benim bir şey dememe gerek kalmadan üst kattaki camdan Wendy çıktı. Elinde de biblo gibi bir şey vardı. "Sen daha gitmedin mi?" diye bağırıyordu. Tam bibloyu atmak üzereyken "Defol!" demesine kalmadan Luigi atik bir ifadeyle geri çekilip kafasına biblo yemekten kurtuldu.

Şaşkın yüzüyle "Sadece biraz abarttığını söylemiştim. Neden bu kadar sinirlendiğini anlamadım." diyordu hâlâ. Yahu, Luigi, en azından benim hamilelik dönemimden bir şeyler öğrenmiş olman gerekmez miydi? Bu işler öyle belinde silahla düşmana sıka sıka gitmekle olmuyor ki.

Bu kez ciddi bir ifadeyle "Bence sen bir süre onun gözüne görünme." dediğimde Luigi de aynı fikirde olacaktı ki ellerinde çiçekle bahçeden çıkıverdi.

Eve girerken Wendy'nin çok sinirli olduğunu gördüğümüzden hiç üstüne gitmedik.

Valentino şaşkınlığını gizlemeksizin "Hamileyken hormonlar bu kadar yükseliyor mu?" dedi. Hâline şükreder gibi ekledi. "Sende böyle olmamıştı."

Güldüm. "Kişiden kişiye değişiyor o Valentino. Demek ki Wendy için daha ağır geçecek. Allah Luigi'ye sabır versin." Sonra bir an düşünüp bu fikrimden vazgeçtim. "Ya da vermesin ya, dilek hakkımı daha gerekli bir şey için kullanmak istiyorum."

Valentino her zaman esprilerime güldüğü gibi keyifle güldü. Konuşa konuşa merdivenleri çıkarken "Yakın zamanda şöyle bir yaza merhaba partisi yapalım diyorum, ne dersin? Biraz havamız değişir." dedim bir anda. Aslında kalabalık bir kutlama içerisinde sevdiklerimizle bir arada olma fikriydi bana cazip gelen.

Omuz silkti adam. "Sen nasıl istersen. Eğlenceli olabilir."

"Güzel, ben organize ederim o zaman." Önemsiz bir şeyden bahseder gibi "Nikolai ve kız arkadaşını da davet edeyim diyorum. Hem tanışmış oluruz şu gizemli sevgilisiyle." deyiverdim.

Sesli bir şekilde soluk alırken "Onun sana beş metre yaklaşmasını istemiyorum. Rahatsız oluyorum." dedi ve gözlerini devirerek bana baktı adam. "Böyle bir şey gerekli mi gerçekten? Miloradov'un kimlerle düşüp kalktığı umurumda değil, bizden uzak dursun yeter."

"Öyle deme, Valentino. Ben merak ediyorum kızı. Hem senin de için rahatlamış olur."

İçinin asla rahatlamayacağını belli eden bakışlarla isteksizce başını salladı. "Nasıl istersen, bebeğim. Ama ben öyle bir kız olduğunu sanmıyorum."

"Ama var dedi. Neden yalan söylesin ki?"

"Şüpheleri üzerinden atmak için elbette." Önemsemiyormuş gibi ceketini çıkarıp gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı aynanın önünde. "Partiye de alakasız bir kız getirecektir. Yalanını destekleyecek başka bir yalan."

"Yok canım."

"Geldiklerinde görürsün."

Valent'in çok zeki bir adam olmasının temelinde her şeye şüpheyle yaklaşması olabilirdi. O an fark etmiştim ki aslında söylediklerinde haklı da olabilirdi. Ama yine de Nikolai'nin böyle bir olayda yalan söylemesi ihtimalini mantıksız bulmuştum. Böyle bir şeye mecbur değildi ki. Artık Lâl'e ilgi duymuyorum deyip işin içinden çıkabilirdi.

Düşünmem gereken daha önemli şeyler olduğu için bu olayın üzerinde durmadım. Belki de Valentino yanılıyordu ve kızla tanıştığımızda tüm dengeler değişecekti. Valent yanlış düşündüğünü kabul edecekti. Şimdi ise asıl planımın ikinci ayağını uygulamanın zamanı gelmişti de geçiyordu bile.

"Valentino." Adam düğmelerini çözdüğü gömleği çıkarıp duşa girmeye hazırlanırken "Birine haddini bildireceğim de, telefonunu verebilir misin?" diyerek ricada bulundum.

Adam nedenini niyesini bile sormaksızın rahatlıkla telefonunu uzattı. "Tabii. Şifreyi biliyorsun." Soyunup dökündükten sonra arkasına bile bakmadan duşa girdi. En sevdiğim erkek tipi. Sorgusuz sualsiz telefonunu veren.

Önce Valent'in telefonundan salak Beyza'ya mesaj attım. Numarası Valent'de kayıtlı olmadığı için kendi telefonumdan bakıp numarasını tuşladım. Bir de numarasını ezbere bilecek hâlim yoktu aptalın.

Kime: +39********

"Atlantis Hotel, 303 numaralı oda. Akşam 20.00'de."

Mesajı atar atmaz herhangi bir cevap yazmasın diye de engelledim. Beyza beni arayıp otele gidemeyeceğini söylediğinde ise şaşırmış numarası yapsam da her şey planladığım gibi gidiyordu. Telefonu kapatırken keyifle gülümsedim. Bir de kocanın arkasından iç çeviriyorsun diyordu küçücük aklıyla. Ahlâk bekçisi sanki. Evli adamın yatağına girmeye bu kadar meraklı değilmiş gibi.

Otele geleceğine emindim. Küçücük beyniyle Beyza'nın yapacaklarını adım adım biliyordum. Valentino duştan çıktığında telefonunu uzatıp teşekkür ettim. "Valentino, şimdi seninle çok güzel bir oyun oynayacağız, var mısın?"

Yüzüme bakan adam kısa bir an düşündükten sonra sorgulamaksızın çapkınca dudakları kıvrıldı. "Güzel oyunlara her zaman varım."

Hiç sormamasına rağmen oyunumuzla ilgili sevgili kocama ipucu verdim. "Hem eğleneceğiz hem birine ders vereceğiz." Şeytani bir gülüşle ekledim. "Dayaktan anlamayan birine küçük bir ders."

Elini havlu sarılı beline koyarken "Pekâlâ, ne yapıyoruz?" diye sordu beklentiyle.

Çapkınca çıplak gövdesini süzerken "Üstünü giyin, çıkıyoruz." dedim ve telefonumu gösterdim. "Otelde bize yer ayırttım."

Çarpık bir gülüşle kaşları havalandı adamın. "Şimdiden bu oyunu çok sevdim."

Geçmişe dönüp baktığımda ne kadar aptalmışım diyorum. Her gün gelişiyoruz, büyüyoruz. Hatalarımızın farkına varıyoruz. Yeri geliyor, hatalarımızı tekrarlıyoruz. Ben de şimdi büyüdüğümü, geliştiğimi, kendime geldiğimi hissediyordum. Eskiye dönebilseydim eğer Valent'i güvensizliklerimle yıprattığım günlere dönmek isterdim. Ancak şimdiki tecrübelerimizle geçmişe dönemeyeceğimize göre tüm bunları bir kenara bırakıp geleceğe odaklanmak en iyisiydi.

Beyza Kozanoğlu eski Lâl'le tanışsaydı belki bir nebze onun kafasını bulandırabilirdi. Çünkü kimseden hatta kendimden bile emin olmadığım o günlerde her şeye inanabilecek kadar saftım. Belki de salaktım. Ancak Beyza Kozanoğlu Lâl'in öyle bir dönemine denk gelmişti ki bu dönemde şeytana bile pabucunu ters giydirebilirdi. Onun da bunu anlaması çok sürmeyecekti. Elbette hemen dersini alıp geri çekilmesini beklemiyordum ama benim ona haddini bildirecek kadar sabrım ve gücüm vardı. İlk dersini bu gece alacaktı.

Otele geldiğimizde bol vaktimiz olduğu için hiç acele etmedik. Önce soyunup dökündük, üzerimize rahat bir şeyler aldık. Odamıza yiyecek aperatif şeyler söyledik. Yemek yerken sohbet ettik, eğlendik, gülüştük. Yeniden balayı yapıyor gibiydik.

Anılardan bahsetmek, hele ki Valentino'yla anılarımızdan konuşmak gençleştiriyordu sanki beni. En aptalca ve sinir bozucu anları bile gülerek konuşabiliyorduk.

Valentino gülerek "İtiraf etmeliyim ki Isabella'yı dövdüğün gün senden bir miktar korktum." derken aynı gülüş benim de dudaklarımı esir almıştı.

"Ben kıskanç bir kadın olduğumu hiçbir zaman inkâr etmedim ki." Kendimi savunmak için hemen ilk aklıma gelen şeyi eklemekten de çekinmedim. "Ama sen de geçmişine bakılırsa bayağı büyük ve sevgi dolu bir kalbe sahipmişsin." Bunu söylerken güçlü bir ima kullanmıştım. O da bunu anlayıp başını öne eğerek gülerken susmadım. "Eski sevgililerini ayıkla ayıkla bitmedi."

"Yemin ederim bir şey yapmıyorum."

"Biliyorum canım, aaa sen de." Elini tuttum usulca. "Senin uslu olduğunu bilmesem burada işim ne?" Dudaklarım bükülü vaziyette düşünürken "Sanırım sevdiği kadınla mutlu olan sahipli erkek çekiciliği gerçekten var." deyiverdim.

Kaşlarını çatan adam ilk defa duyduğu bu terimi anlamaya çalışırken "O da nedir?" diye sordu.

Anlamaması ve garipsemesi çok doğaldı çünkü ondan sahipli evcil hayvan gibi bahsettiğimi birkaç saniye sonra fark ettim. Ama o benim bu tarz ağzıma geleni konuşma hâllerime alışıktı. Ben de merak ettiği konuyu açıkladım. "Şimdi erkekler böyle boş boş gezinip etrafa bakınırken kadınların ilgisini çok çekmez. Ama ne zaman ki hayatına bir kadın girer, hele ki o kadın onun hayatının aşkıdır, adamın gözü ondan başkasını görmez, işte o zaman özel bir karizması olur, tüm kadınlar böyle sanki etrafında pervane olur. Biz buna romantik izafiyet yasası diyoruz."

Güldü adam. "Lâl, gerçekten çok ilginç bir kadınsın. Nereden geliyor aklına böyle şeyler?"

"Ama doğru değil mi? Bak, takip et! Bu gerçek!"

Ona kendi tezimi kabul ettirmeye çalışırken onun gülüşüyle ben de gülmeye başladım. Onunla mutlu geçen günlerim eşsizdi. İnanıyordum ki o da benim gibi hissediyordu.

Gülüşüme bakan hayran gözleri beni süzerken yüzü yüzüme iyice yaklaştı ve dudakları gülüşüme seksi ve ateşli bir öpücük kondurdu. Usulca üzerimi soyarken askılarımı indirdi. Sadece iç çamaşırlarımla kalana dek öldürücü bir yavaşlıkla soydu beni. Öpücükleri dudaklarımdan boynuma indiğinde nazlı bir biçimde geri çekildim.

Usulca ayağa kalkıp ondan uzaklaşırken davetkâr bakışlar atmayı da ihmal etmedim. İç çamaşırlarımla jakuziye girerken gözünü dahi kırpmadan beni takip ettiğini ve yiyeceği leziz bir yemekmişim gibi beni izlediğini görebiliyordum. Hiçbir farkındalık bu kadar hoşuma gitmemişti.

Gözlerini benden ayırmadan soyunmaya başlayan adam benim aksime vücudunun tamamını sergilercesine çırılçıplaktı. Tıpkı bir heykel gibi kıyafetlerinin tamamından arındığında kendinden emin adımları bana yaklaştı. Jakuzide tam karşıma otururken aynı meydan okuyan bakışlar onun da gözlerini esir almıştı.

Keyifliydim ve vücudum gevşiyordu. Başımı arkaya yaslayıp kendimi suyun akışına bıraktım. Valentino Riccardo ise bakışlarıyla bile rahat durmayacağının sinyallerini veriyordu. Sabırsızdı. Gözlerinde görebiliyordum.

Rahatlamış bir nefes verdikten sonra aklıma takılan o küçük pürüzü sormanın tam zamanı diye düşündüm. "Valentino Riccardo, şimdi bana Ağva'da, telefonda kiminle ne konuştuğunu hemen anlatıyorsun." Kendini savunmasına izin vermeksizin devam ettim. "Beni aldatmadığını artık adım gibi biliyorum ama arkamdan iş çevirmen hiç hoşuma gitmiyor." Başımı kaldırıp sakin bakışlarımı yüzüne diktim. "Şimdi bana neler olduğunu anlat lütfen. Benden bir şey gizleme."

"Ben annenle görüştüm."

Bu çok hızlı olmuştu. Bir elektrik çarpması gibi ani. "Ne?" diye sordum yalnızca. Yüzümdeki keyif ve neşe gitmişti ama ani bir öfke patlaması da yaşamadım. Sakin kaldım.

"Ağva'da da telefonda Pietro'yla bu konuyu konuşuyorduk."

"Neden, Valentino?"

Islak saçları ve nemli yüzüyle yeterince karizmatik görünmüyormuş gibi düşünceli bir biçimde dudaklarını birbirine bastırdı ve omuz silkti. "O gün kollarımda ağlarken seni o kadar üzgün görmeye dayanamadım, Lâl. Kimse seni üzemez anlıyor musun? Bu ben olsam bile cezasını misliyle ödemeli."

Onun beni sevme şekline, doğduğu hayata ve yaptığı işe rağmen sevgi tanımına öylesine hayrandım ki. Böyle söyleyen birine nasıl kızabilirdiniz ki? Sizi kendi gözünden bile sakınan birine. Aileniz bile sizi bir kenara atıvermişken sizi kendi canından bile çok seven birine olmazdınız da kime âşık olurdunuz?

Daha fazlasını sormak istesem de durdum. Ne konuştuklarını ve konuşmanın nasıl sonlandığını sormaya hazır değildim. Sadece şakayla karışık "Peki, o hâlâ hayatta mı?" diye sordum.

Güldü adam. "Böyle bir şey yapmadığımı biliyorsun." derken ben de onunla birlikte başımı öne eğip güldüm.

"Ben de öyle sanıyordum, ta ki Zita'yı gözlerimin önünde vahşice öldürene kadar."

Yüzü düz bir ciddiyetle gerildi. "O hak etmişti." Birçok açıdan hak ettiği gerçekti. Valent'in peşini bırakmaması tıpkı yanacağını bile bile ateşe pervane olan kelebekleri andırıyordu. Ama o bununla da kalmamış, bebeğimizi kaybetmemize sebep olmuştu. Daha da korkunç bir kumar oynayarak Riccardo ailesine zarar vermeye çalışmıştı. Aileye ihanet affedilmezdi. Bunun bilincinde olduğum için konuyu uzatmadım.

Kollarım jakuziye dayalıyken suyun içinde dizlerimin üzerinde ilerleyip ona iyice yaklaştım. Gözlerimiz birbirini içer gibi süzerken çok yakındık. Bir nefes kadar yakın. Dudaklarım onunkilere yumuşak bir biçimde yapışırken sağ eli at kuyruğu saçlarıma dolanmış, onları tokadan serbest bırakmıştı. Elleri yanaklarımı kavrayıp dudaklarımı kendininkilere daha da yaklaştırabilirmiş gibi yapıştırdı. Tutkulu öpüşleri içime sıcak bir sıvının yayılmasına sebep oluyor gibiydi. Beni ateşe veriyordu.

Sağ eli bu kez sütyenimin kopçasına uzanıp tek hamlede onları çözdüğünde dudakları çenemden boynumdaki boşlukta diliyle gezinirken dil darbelerinin içimi gıcıklatacak şeyler yapmasına izin verdim.

Bana doğru dizlerini sürüyerek geldi ve beni jakuzinin benim olan tarafa hapsederken iki eli de yanımda, çıkış yokmuş gibi duruyordu. Avını yakalayan bir avcı gibi üzerimde üstünlük kuran bakışlarla yüzümden başlayarak tamamımı seyrederken alt dudağını iştahla yaladı. Islanmış sütyenimi çıkarıp jakuzinin dışına fırlattığında artık üstüm tamamen çıplaktı. Tıpkı onun da istediği gibi. Daha yavaş ve iştahlı bir biçimde nefes alıp verirken dudakları çene çizgimde gezindi. Boynumdan ıslak vücuduma doğru şehvetli bir gezintiye çıktı.

Dudaklarının sonraki durağı ıslak göğüslerimdi. Onun sayesinde uçları şaha kalkmış zavallı ıslak göğüslerim. Tıpkı benim gibi ona karşı koyamıyorlardı. Resmen sesleri duyulmayacak bir şekilde yalvarıyorlardı. Beni em. Beni öp. Beni ısır. Bana dilediğin her türden işkenceyi yap. Her ikisi de yalvarıyordu sızım sızım sızlarken. Ve sanki karşımda dikilmiş adam onların dilinden anlıyordu. Onlarla konuşmadan anlaşıyordu. İştahla baktığı, o baktıkça uçları kendini daha da göstererek şişen göğüslerimden birine eğildi. Dili onunla heyecan vaat eden bir biçimle aşağı yukarı oynarken sırtımı yasladığım jakuziye daha da yaklaştırdım. Artık nefesimi tutmuş durumdaydım. Beni engelleyen tek şeyse iniltilerimdi.

O diliyle göğüs uçlarımı doyururken bana yaptığı tatlı işkencelere sessiz kalamayacak kadar kontrol dışıydım. Benden bağımsız bir biçimde hafif iniltiler yükseliyordu dudaklarımdan. Göğüslerimin uçlarından başlayarak kenarlarına, tamamına bıraktığı dil darbeleri, öpüşler, ısırıklar tüm vucudumda elektriklenme hissi bırakırken nefes almaya çalıştım. Dayanacak gücüm kalmamıştı. Suyun içinde olduğum için belli olmuyordu ama ıslandığım ve bacaklarımın arasının alev alev karıncalandığını hissedebiliyordum. Kendimden de saklayamazdım ya.

Beklemediğim bir anda dizlerimin altından geçirdiği eliyle aniden en ıslak hâlimle kucakladı beni adam. Çok kısa bir mesafede olmasına rağmen yatağa kadar bile sabredemeyip beni duvara yasladı.

Göğüslerimi saran avuçları sıcacıktı. Göğüs uçlarım avuç içlerini öpercesine şaha kalkmış, kendini gösteriyordu. Ani bir hamleyle elleri belime indi ve kalçalarımı tutup beni kendi hizasında kaldırdı. Sırtım duvara değerken bacaklarım da tam olması gereken yerdeydi, sert kalçasına sarılmış biçimde.

Bana tepeden bakarken meydan okur gibiydi. Elleriyle kalçamı kendisine biraz daha bastırdı. "Benimsin, bunu biliyorsun değil mi?"

Diliyse göğüslerimi ıslatıyordu. Dudakları uçlarını ve kenarlarını ısırıp emerken buna dayanmak çok güçtü. Nefes nefese kalmıştım. Beni ıslattığı yetmiyormuş gibi arsız bir kadın gibi hissettirecek şekilde göğüslerimi emiyordu. Dili tüm vücudumda geziyordu ve bunu yaparken hiç utanmıyordu. Dönüp yüzüme dik dik bakıyordu. Sanki zevk aldığımı gözleriyle görmek istiyordu. Emin olduğu hâlde. Sağ avcu göğsümü sıkarken dudakları da uçlarında geziniyor, diliyle tadına bakarken aynı dik bakışları gönderiyordu bana.

Kısa bir an meydan okuyuşuna izin verdikten sonra kontrolü elime aldım. Onu hafifçe iterek uzaklaştırdıktan sonra belinden tutup ters istikamete yönlendirdim. Bu kez onu duvara yaslayan ben olmuştum. Ellerim kuş hafifliğinde tehlikeli bir biçimde önce çıplak gövdesinde gezinmişti. Dudaklarım sert göğsünde gezinirken göz ucuyla bana bakışından gergin olduğunu görebiliyordum. Benim tek hareketim bile onu ateşler içine atmaya yeterken bu davranışı yadırganabilir bir şey değildi.

Ara sıra dilimle ıslattığım dudaklarım sert karın kaslarından aşağı doğru inerken adamın elini kolunu nereye koyacağını bilemeyecek şekilde heyecanlandığını görmek kısa bir an gülümsetti. Sonrasında işime tüm ciddiyetimle devam ettim. Kasıklarında ve aşağılarda dolaşmaya başladığımda kısa ve tok bir inilti koptu dudağından. Bu daha başlangıçtı.

Onun gözlerimin önünde daha ne kadar büyüyeceğini şaşkınlıkla izlediğim tatlı silahını seyrederken bundan ayrı bir zevk aldığını görebiliyordum. Önce kısa süren ama tatlı sert bir işkence yapacak şekilde elimle ileri geri okşadım onu. Gergin bir "Ah..." iniltisi çıktı dudaklarından. Önemsemedim. Sonra hazır hissettiğim an kademeli bir biçimde ağzıma aldım. O şeklini almış dudaklarım arasında onu zevkten zevke sürükleyecek şekilde sert ililtileriyle baş başa bırakırken ileri geri hareket ettim. "Ah, Lâl!" Ağzımın içindeki sertliğini dilimle kavrayıp okşarken Valent'in kendinden geçtiğini çıkardığı seslerden anlayabiliyordum. Dudak hareketlerimi hızlandırdığımda onun sesleri de hızlanmıştı. "Ah, ev-! Siktir!"

Büyük avcu duvarı kavrarken onu çaresizce kıvrandırmak sanırım hoşuma gidiyordu. Yapabildiğim kadar hızlandım. O ise artık duvara daha sert dayanıyordu. Sanki düşecekmiş, bacakları onu taşıyamayacakmış gibi. Ama yine de karşımda tüm azametiyle dimdik durabiliyordu. Sona yaklaştığımı anladığımda "Geri çekil, Lâl! Daha fazla dayanamayacağım." diye uyardı adam ama geri çekilmedim. Ve kaçınılmaz son gerçekleşti. Duyumsadığım son şey, boğazımda onun tuzlu ılıklığını hissetmekti.

İkimiz de kendimize geldiğimizde önünde diz çöktüğüm adamın yüzü parıltılı, canlıydı. Ve dakikalar önce yeniden hazırdı. Eskiden buna şaşırıyordum ama sanırım artık alışmıştım. Beni yatağımıza sırt üstü yatırırken onun da dayanacak gücü olmadığını görebiliyordum. Zevkin doruklarına tırmanmış durumdaydı. Sadece çıplak vücudumu izlemek bile onu yeniden harekete geçirmeye yetiyordu. Külodumu çıkarmaya bile sabrı olmayan adam aceleyle onu kenara çekip içime zorlanarak girdi. Bu zorlanma ona zevk verirken bakışları yüzümde rahat bir gülüşle dolanıyordu.

Yavaş başlayan giriş çıkışları iniltilerimi belli bir ritme oturtmuş, üzerimde ileri geri gidip gelişlerine alışmaya çalışıyordum. Kontrol altında kalmaya çalışıyordum ama bu mümkün değildi. Her giriş çıkışında içimdeki uyarılma hissi kısa bir yarım kalmışlık sonrası iki katı daha zevk veriyordu. En sonunda nefesimi tuttum. "Ahh... Ah!" Boğuk bir biçimde çıktı dudaklarımın arasından iniltilerim.

Sağ elim sert sırt kaslarında gezinirken kalçasına doğru inip onu daha derinlere girmesi için yönlendiriyordu. Bu öyle tehlikeli bir hareketti ki, bunu yaptıktan iki saniye sonra üzerimdeki adamın nezaketten çok uzak bir biçimde sertçe içimde hareket etmesine sebep oldu.

"Ah, ev-! Ah Valentino!" Artık iniltilerimin yerini yüksek sesler almıştı. Onun boğazından yükselen sesler benimkilere karışırken sanki dünyanın en iyi müziğine ev sahipliği yapıyormuşuz gibi duyduğum zevkin üstüne daha fazlasını kattı.

Bir eli iki bileğimi de yakalayıp başımın üstünde sertçe sabitlerken bu kaba esaretten ilkel bir zevk almıştım. O sırada yok denecek kadar sessiz bir biçimde kapımızın aralandığını duydum. Bakışlarım kısa bir an, üstümdeki adamdan boş kalan kısımdan kapıda hayal kırıklığıyla bizi izleyen Beyza'ya döndü. Bu sırada az önceki iniltilerimizin yerini daha yüksek sesler ve daha büyük bir şehvet dalgası almıştı. İyice kontrolden çıkmıştık.

Bu yatakta kendi olmayı umuyordu. Öyle hayal etmişti. Bunu arzulamıştı. Ama hayatta her arzuladığımız şey olacak diye bir kaide yoktu değil mi?

Ona bölgemi işaretlercesine iddialı bir bakış atıp bu adam benim dedikten sonra haddini bildirip üzerimdeki adama geri döndürdüm bakışlarımı. Tırnaklarım adamın sert sırtında haritalar çiziyordu. Bacaklarımın arası ise onun içimdeki gidip gelişleriyle tatlı bir aşınma yaşıyordu. Bu aşınma da ayrıca bir zevkin sebebiydi.

Hâlâ onun kapı eşiğindeki varlığının farkındayken içimden çıkan adamın kontrolden çıktığını görebiliyordum. Yeniden içime girmeye çalışırken onu saliselik bir gecikmeyle engelleyen iç çamaşırıma öfkelenir gibi elini küloduma dolayıp sertçe yırttı. Ona yardımcı oldum ve kalçamı kaldırıp onu içime aceleyle ittim. Bu kez daha sert, duvarlarıma çarpa çarpa hızlı hamleleri içimi zonklatırken tekinsiz bir zevkle titretti içimi.

Kısa bir an geri çekilip beni yüzüstü yatırdıktan sonra sağ dizini bacaklarımın arasına yerleştirdi, bacaklarımı aralayıp dizlerimi büktü. Islak olmama, ona hep haddinden fazla hazır olmama rağmen her seferinde tatlı sert acıtıyordu. İçimdeki varlığının bana verdiği zevk, acı, tutku birbiriyle tehlikeli bir kombinasyon oluşturuyordu.

Bu kez sırtımda birleşmiş el bileklerim onun sert ve büyük avcunun esaretine boyun eğmişken kalçalarım ve kadınlığımın girişi zonkluyordu. O ılık zonklamanın içindeki gidip gelmeleri sanki elektrik verilmiş gibi hissettiriyor, aklımı başımdan alacak kadar delirtiyordu. O noktadayken mantıklı düşünmem mümkün değildi. Benim iniltilerim onun içimdeki varlığını daha da sertleştiriyordu. Tam bitti, bitiyor derken yine başa dönüyorduk. Beni yoruyordu tatlı bir yorgunlukla. Tüketiyordu her seferinde istediğim o zevkin içinde boğulurken. Herkes böyle bir tükenişi hayal eder.

Orgazmın yakıcı gücüyle titrerken sert göğsü güçsüz kalmış sırtıma yaslanmış son gitgellerini yapıyordu. Kısa bir duraksamanın ardından sıcak sıvısı içimi doldurdu. Bense inlemekten nefes nefese kalmış bir biçimde kendimi yüzüstü yatağın üstünde buldum.

Biraz kendime geldiğimde sırtüstü konuma gelmeyi başarabilmiştim. Vay canına. Bacaklarım da dâhil tüm vücudum uyuşmuş gibiydi. Yorgunlukla yatağa yığıldığımda bir süre öylece kaldım. O anın tadını çıkarmak istedim. Mutluluğun doruk noktasını tatmak istedim tüm hücrelerimle. Birkaç dakika sonra yan yattığımda yanımdaki adam bana arkamdan sarılmış, kollarını vücuduma sarmıştı. Parmaklarımız birbirine kenetliyken çenesini omzuma yaslamıştı ve huzurlu soluk alış verişlerini bedenimde hissedebiliyordum.

Öyle birbirimize sarmaş dolaşken aklıma gelen tek soruyu sordum. "Onunla... O kadınla ne konuştunuz?" Seviştikten sonra aklınıza gelebilecek son şey, yıllardır görüşmediğiniz biyolojik anneniz olurdu herhâlde. Saçma bir şekilde onu ve Valent'le ne konuştuklarını aklımdan atamıyordum. Taktım mı takıyordum işte.

Kısa bir duraksamanın ardından "Bunların bir önemi yok, bebeğim. Hiçbir şey senden daha önemli değil." dedi ve omzuma bir öpücük kondurdu.

"Bilmek istiyorum, lütfen."

O kadının Valent'in yüzüne baka baka ne söylediğini bilmek ve bu konuyu bir daha açmamak üzere kapatmak istiyordum.

"O pek bir şey söylemedi. Ben konuştum daha çok."

"Ne dedin?"

Elleri hâlâ benimle sarmaş dolaşken gerinir gibi rahat bir ses çıkarıp yanıtladı. "Eğer bir daha seni üzecek olurlarsa onları dünyadan sileceğimi söyledim. Onlar da anladılar, konu kapandı."

Onları hayatımda istemiyordum. Şöyle veya böyle bir sebepten hayatımıza giremezlerdi. Bu yüzden sakince "Onunla muhatap olma." diyerek uyardım Valent'i.

Valentino ise geri adım atmaktan çok uzaktı. Tıpkı sesinin benimle konuşurkenki yumuşaklığından uzak olduğu gibi. "Seni üzerse, rahatsız edici şekilde muhatap olurum."

Başka bir şey sormadım ve söylemedim. Gerçekten. Çünkü merak etmiyordum. Başımı onun çenesine sürttüm ve "Valentino Riccardo..." dedim ona sokulurken. Hâlâ vücuduma armağan ettiği sarsıcı orgazmın etkisindeydim. İçimde onun tuzlu ılıklığı dalgalanıyordu. "Ben seni hak edecek ne yaptım?"

"Asıl sen, mia bella. Sen benim gibi bir adamı severek onurlandırdın."

Huzurun tatlı kollarında dinlenirken onun sıcak nefesini hissetmek ve bir daha ne olursa olsun asla ayrılmayacağımızı bilmek Tanrı'nın en büyük armağanıydı bana.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 l0qyax , user37667678 , The-Uyumsuz , samuray7395 okurlarıma armağan ettiğim bölümümüze hoş geldiniz! 🌼 Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Lâl'in planı hakkında düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz. Bölümde olanlarla ilgili detaylı soru sormuyorum ama detaylı yorumlarınızı merak ediyorum, buraya yazarsanız çok sevinirim. Yeni bölümde bizleri neler bekliyor kim bilir... Hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini buraya yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%