@buzlarkralicesi
|
-43- ❝Valentino❞ Kapının önünde kim için geldiğimi soran yardımcıya "Umay Kutlu." dedim sakince. Az sonra kıyameti olacağım eve girmeden iki dakika önce. Kısa süre sonra içeri alındığımda evin bahçesinde koltukların önünde bir kadın duruyordu. Saçları ve beyaz teniyle karımı andıran kadının bunun dışında bir benzerliğini bulamadım. Fiziksel olarak çok benziyorlardı ama bakış, duruş, aura olarak çok farklılardı. Yine de Lâl'in annesine babasından daha çok benzediğini söyleyebilirdim. Ukalâ bir bakış, neden geldiğimi merak eden bir tavır. Tamamen yabancı bakışları onunla konuşma sebebimi öğrenmek için sabırsızlandığını gizlemiyordu. Her şeyden habersiz kadın kibarlığından vazgeçmeden "Hoş geldiniz." dedi. Ancak bakışları beni tanımadığına dair soru dolu olduğunu açıkça belli ediyordu. Adımı sorar gibi başını yan yatırdığında "Valentino Riccardo." diyerek tanıttım kendimi. Elimi uzatmadım ancak o uzattığında kısa bir an düşündükten sonra isteksizce sıktım. "Buraya geliş amacımı merak ettiğinizi biliyorum, bu yüzden kısa sürsün istiyorum." Kararlı, sert ama sakin bakışlarımı çok yakından tanıdığım, ezbere bildiğim kadına benzeyen yüze diktim. "Ben Lâl'in eşiyim." Kim olduğumu duyunca az önceki misafirperverliğinin yerinde yeller esen kadının gülümsemesi yok oldu. Yerini donuk bir yüz aldı. Endişeyle etrafa bakındı. Biri duyacak korkusuyla. Bu midemi bulandırdı. "Buraya neden geldiniz? B-Biz onunla konuştuk, bu konuyu kapattık. Rica ederim bu konuyu daha fazla kurcalamayın." Endişeyle sordu. "Ne istiyor benden, para mı?" Son cümlesiyle mide bulantım artarken yüzümde aşağılayıcı bir gülüş benden bağımsız dudaklarıma yayıldı. "Para mı?" Tıslayarak güldüm. Ona olan her şeyi paramla kaç kere satın alabileceğimi bile düşünmedim. Acınası. Her şeyin para olduğunu düşünmesi çok acınasıydı. Lâl'i dünyaya getiren kadının karşımdaki kişi olduğuna inanamadım. "Lâl'in paraya ihtiyacı yok. Şefkate, bir anneye ve babaya ihtiyacı vardı. Artık ona da ihtiyacı kalmadı." Kısık sesle "Lütfen sessiz olun." diye mırıldandı yalvarır gibi. "Kocam evde, oğlum evde." Daha da kısıldı sesi. "Lütfen." Bense onun ricasıyla ilgilenmiyordum. "Buraya ilk ve son kez sizi uyarmaya geldim." Evin bahçe girişinden bir adam ve bir çocuğun girdiğini görsem de durmaya niyetim yoktu. Bunun için bana yalvardığı hâlde. Susmadım. Ben gerçek yüzünü, dünyasını bilmediğim biriyle aynı evi paylaşmak istemezdim. Bence kocasının da bu kadar korkunç biriyle evli olduğunu bilmeye hakkı vardı. Orta boylu, gri saçlı adam oğlunu birkaç adım gerisinde bırakırken tanıdık gözlerle beni süzdü. Nazikçe bana yaklaştı ve teyit etmek ister gibi "Valentino Riccardo?" diye sordu. Başımla onaylamayı yeterli buldum. Dostça bir tebessümle elini uzattı. "Enver Kutlu." El sıkıştım. Karşımdaki kadın her şey açığa çıkacak diye tir tir titriyordu. Umursadığım söylenemezdi. Adam ise ellerini hafifçe iki yana açarak "İş dünyası küçük." dedi ve ekledi. "Sizinle tanıştığıma memnun oldum." Burada olmamdan memnun görünüyordu. Arkadaşça davranıyordu ancak konuyu bilseydi eminim öyle davranmazdı. Sonunda benim düşündüğüm şeyi merak edip sordu. "Hangi rüzgâr attı sizi buraya?" Umay Kutlu, karşımda yalvarır gibi ezilip büzülürken onun o acınası hâline son kez baktım. Susmayı bir an bile düşünmedim. Lâl'in çocukluğunu, gençliğini, hayatını mahveden birini, ailesinin mahvolmasını umursayacak değildim. Üstelik yüzleşmeye geldiğinde bir özür çok görmüş, onun kalbini kırmıştı. Bu hayatta herkes yaptığı hataların bedelini ödemeliydi. Bakışlarım yeniden az önce tanıştığım adamı bulduğunda dürüstçe söyledim. "Ben aslında eşinizle kendi eşim hakkında konuşmaya gelmiştim." Adının Enver olduğunu daha az önce öğrendiğim adam ve hâlâ evin bahçe kapısının dibinde bizi dinleyen çocuğun varlığını umursamadan yeniden o kadına döndüm. Zita'yı tenzih edercesine "Bu zamana kadar hiçbir kadına zarar vermedim." dedim. O istisnaydı ve istisnalar kaideyi bozmazdı. "En geçerli kurallarımdan biridir bu. Ama siz, Umay Kutlu, benim olana zarar verirseniz bunun bir karşılığı olur." Adam şok olmuş bir biçimde yüzüme bakarken "Siz ne diyorsunuz-" demesine fırsat bırakmadan kadının yüzüne bakarak sözlerime devam ettim. İşaret parmağımı kaldırarak uyardım. "Karımı, Lâl'i bir daha üzecek olursanız, bunun bedeli ağır olur. Zamanınız varken ona anne olamadınız, bitti. Artık ondan uzak durun. 1 yıl önce yaptığınız şeyi yeniden yaparsanız, onu tekrar üzerseniz..." Sertçe soluyarak sakinleşmeye çalıştım. "Karımı üzen herhangi birine tahammülüm olmaz." Diğerlerinin de duymasından zerre endişe duymaksızın bastırarak "Bu kişi annesi olsa bile." diyerek ekledim. Aşağılayıcı bakışlarımla onu yerin dibine sokarken tekrarladım. "Onu bir çöp gibi atan annesi." Arkama bakmadan bahçeden çıkmak için ilerlerken adamın karısına "Tüm bunlar ne demek oluyor, Umay?" diye hesap sorduğunu da, oğlunun "Anne senin başka çocuğun mu var? Ne diyor bu adam?" dediğini de duyabiliyordum. İşte Umay Kutlu da bir çocuğu ailesiz bırakmanın bedelini ne zahmetlerle kurduğu ailesinin çatırdamasıyla ödeyecekti. Bunu hak etmişti. Lâl'e tamamını anlatmadığım Umay Kutlu'yla görüşmem bundan ibaretti. Belki oğlunun suçu yoktu ve bunu öğrenmesi iyi olmamıştı ama o an düşündüğüm tek şey Lâl'in kalbini kıran o kadına dersini vermekti. Sonuçta o çocuğun annesinin gerçek yüzünü görmesi, çocuk Lâl'in başına gelenler kadar yıkıcı olamazdı. Birini dünyaya getirdikten sonra onu tehlikenin derinliklerine atıp gidemezdiniz. Bunun bir bedeli olurdu, olmalıydı. Benim ceza yöntemim diğer insanlara göre belki biraz daha farklı ve acımasızca işliyor olabilirdi ancak bu en merhametli cezamdı diyebilirdim. ❝Beyza❞ Dün gece yaşananlardan beri sinirlerim o kadar gergindi ki yatakta dönüp durmaktan başka bir şey yapmadım. Doğru düzgün uyuyamadım da. Bu Beyza Kozanoğlu'na yapılan bir hakaretti. Ve en büyük yenilgim. Sabah olduğunda yataktan kalktım ve duştan sonra hiçbir şey olmamış gibi aynanın karşısına geçip makyajımı yaptım. Bu alenen savaş çağrısıydı. Ve karşımdaki düşman sandığımdan zekiydi. Lâl. Onu fazla hafife almıştım. Ancak benim kolay kolay vazgeçmeye niyetim yoktu. Benim için çok zor olsa da eski neşemi takınarak kahvaltıya indim. Masada sadece Şebnem olmasına rağmen sevgi kelebeği tavrımla "Günaydın." dedim ama içimdeki ruh asla böyle hissetmiyordu. Yine de alıştığımdan vazgeçemezdim. Beyza Kozanoğlu kimse tarafından yıkılmazdı. "Günaydın hayatım." diyen Şebnem'in karşısındaki yerimi aldım. Kısa bir süre sonra merdivenlerden aşağıya inen babam tok bir sesle "Günaydın." diyerek baş köşedeki yerine oturdu. Yüzü bir garipti ama sorgulamadım. Servise başlandı. Ortamda bir sessizlik hâkimdi. Şebnem de ben de anlam verememiştik, birbirimize baktık ama belli ki onun da bir bilgisi yoktu. Sahte neşemle kahvaltı masamızda bir sohbet açmaya çalıştım. "Eee babacığım, nasılsın?" "İyiyim kızım, sen?" "Ben de iyiyim." Masanın üstünde birleştirdim ellerimi. Onun ilgisizliğine bir anlam vermeye çalıştım ama bunu da sesli bir biçimde sorgulamadım. Sohbeti ilerletme konusunda kararlıydım. "Bugün ne yapacaksın?" "Hastaneye uğrayacağım, birkaç işim var." Bu Valentino Riccardo'yu görmek için iyi bir fırsat gibi görünüyordu. Bu yüzden asıl amacımı sezdirmeden sıradan bir ifadeyle "Ben de geleyim. Zaten bugün bir programım yok." dedim. Şebnem'in aferin dercesine bakış atıp onaylaması üzerine akıllıca bir hamle yaptığıma bir kez daha emin oldum. "Hem sonrasında baba kız günü yaparız." Babamsa hiç beklemediğim bir netlikle "Sen gelme, kızım." dediğinde soru dolu bir bakış attım. Neden böyle söylediğini anlamaya çalışıyordum. Yüzüme bakmadan ekledi. "Baba kız gününü ben eve geldiğimde yaparız ya da çıkışta buluşuruz." Şaşırmış biçimde yanıt vermeye çalışırken aşırı tepki vermemeye özen gösteriyordum. "N-Niye ki?" Elindeki çatalı ve bıçağı bırakan adam masaya geldiğinden beri ilk kez benimle yüz yüze geldi. Sabrı dolup taşmış görünüyordu. Gözlerimin içine kadar baktı. "İlla açık açık konuşalım mı kızım?" "Neyi baba? Anlamıyorum." Gergin bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu karşımdaki adam. Bu öfkesini hak edecek ne yaptığımı algılamaya çalışıyordum. "Ondan uzak dur, Beyza." "Kimden?" Sessizce bana bakan adam belli ki ne dediğini anlamamı bekliyordu. Bense diken üstündeydim. Ona olan ilgimi anlamış olabilir miydi? Sanmıyordum. O kadar belli ettiğimi düşünmüyordum. Lâl hissetmişti çünkü kadınlık içgüdüleri. Ama babamın anladığına ihtimal vermiyordum. Oysa yüzüme bakmış, sanki soruyu soran ben değilmişim gibi yanıt bekliyordu. "Neden bahsediyorsun baba, açık konuşur musun lütfen?" Dişlerini sıkan adam sakinliğini korumaya çalışarak yapı itibariyle kısık gözleriyle ve çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. "Ağva'da Valentino'ya bakışlarını gördüm, Beyza. Ben aptal değilim, anlıyor musun? Ayrıca da malımı biliyorum. Ona ilgin olduğunun farkındayım ve beni aptal yerine koymandan nefret ediyorum." O an dilim tutulmuştu. Ne diyeceğimi bilemedim. Mecbur, inkâr yoluna gittim. "Baba sen ne diyorsun?" Babam ise yapma der gibi başını yana yatırdı. "Hadi, Beyza. Bunu daha fazla sürdürüp beni daha da sinirlendirme. Yaptığın şey yeterince iğrenç bir şey değilmiş gibi." Bana üvey kardeşim olduğunu söylediği gün başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Babamdan nefret ettim, öfke duydum. Bu anneme ya da ailemize değil, en çok bana bir ihanetti. Üstelik bu kızın Lâl olduğunu söylediğinde neye uğradığımı şaşırmıştım. Evi, odamı yıktım öfkeden ama bunun bir faydası olmazdı. Ben babamın tek kızıydım. Şimdiyse hiç tanımadığımız bir kız hayatımıza dahil oluyordu. Üstelik hoşlandığım, arzuladığım adamın karısı olarak. "Bunu bana evlilik dışı çocuk peydahlayan adam mı söylüyor?" Öfkeyle masaya yumruğunu vuran adamın ateş saçan gözleriyle dudaklarımı birbirine bastırıp sustum. "Valentino'dan, uzak, dur." Tane tane ve ölümcül bir yavaşlıkla söylemişti bunu. Bakışlarındaki alev beni bile korkutmuştu. "Yeniden aynı hataları yapmana tahammülüm yok, Beyza. Tek bir hata daha yaparsan annenin yanına gidersin." Beni Londra'ya yollamak için bahane aradığını düşündüğüm adama kırgın ve öfkeli bakışlar attım. Yeniden ona cevap verip öfkelenmesinden korksam da durmadım. Öfkelenince gerçekten çok kötü oluyordu ama içimdekileri bilmeliydi. "Tabii artık bir kızın daha var nasılsa. Beni gözden çıkarmak çok kolay artık." "Kendini acındırma bana! Bu konunun Lâl'le bir ilgisi yok, senin ahlâksızlığınla alakası var!" Şebnem "Ne oluyor size?" diye araya girmeye çalışıp giremeden babam işaret parmağını uyarıcı bir biçimde salladı. Durdurdu onu. "Sen karışma Şebnem!" Abisinin sözünün üstüne söz söyleyemeden sustu Şebnem. Bense sıranın bana gelmesini bekliyordum ve geldi. Aynı işaret parmağı uyarısını ben de aldım. "Demagoji yapma, Beyza. Hatanı örtmeye çalışarak konuyu çarpıtma!" Sesi biraz daha sessiz çıkarkan "Beni de çileden çıkarma." dedi aynı öldürücü ses tonuyla. Aramızda geçen kısa sessizlik nefesimi tutmama sebep olsa da devam etti. "Valentino kardeşinin kocası. Ve ona âşık." Masadan kalkıp gitmek üzereyken bana döndü. "Buna bir son ver. Kendini de beni de rezil etme." O arkasına bile bakmadan rüzgâr gibi geçip giden adamın arkasından Şebnem'le sadece bakışabildik. Konuşamadık bile. İkimizin de ağzı dili tutulmuştu. ❝Lâl❞ Usulca gözlerimi aralayıp uyandığımda yastığımın yanında bir gül vardı. Evet, sanırım biraz romantik bir kocam var. Bakışlarımı tavana kilitleyip ayılmaya çalışırken Allah'a şükrettim. Şu anki mutluluğum için. Valentino'nun bana ait olmasını sağladığı için. Kavuştuğumuz için. Her şey için. Hayatımız zordu. Zaten hiçbir zaman da kolay olduğunu görmemiştim ama en azından yanımda onun varlığı beni hayatta tutan, güç veren, savaşmak için bir sebebe bağlayan büyük bir şeydi. Günlerdir Başkan'la ve Vural'la olan davalarımız konuşuluyordu. Bana inananlar, inanmayanlar, iftira attığımı düşünenler... Her kafadan bir ses çıkıyordu. Henüz tüm olaylar dökülüp saçılmamışken medyanın yarattığı algının da etkisi vardı bunda. Ne gösteriliyorsa o doğru sayılıyor, ona inanılıyordu. Bir gün onlardan nefret edilirken birden benden nefret ediliyordu. Arkası araştırılmıyordu bile. Üstüme çok geliniyordu ama görmezden geliyordum. Bunun böyle olacağını tahmin ediyordum, biliyordum. Bu yüzden gözlerimi yumup kulaklarımı tıkamayı tercih ediyordum. Yanımdaki adamın kanatları altında huzurla dinlenmeye çalışıyordum. Olabildiği kadar. Hâlâ uyku sersemi bir biçimde yatağımda hafif doğruldum ve yastığımın yanında duran gülü alıp kokladım. Terastan içeri giren adamın beni o şekilde görüp yumuşak bir tebessüm armağan edişine seyirci olunca günüm bir kez daha güzelleşti. "Günaydın." Onun tebessümüne karşılık aptal bir âşık gibi gülümsediğime yemin edebilirdim. "Günaydın." dedikten sonra elimdeki gülü gösterdim ve ekledim. "Teşekkür ederim." Gelip yanıma kadar oturan adam sağ eliyle yanağımı avuçladı. "Aç mısın?" Başımı iki yana salladım ve "Kurt gibi." diye mırıldandım aç bir biçimde. "Harika." Elimi tutup kaldırdı beni. "Hadi öyleyse." Yataktan kalkarken bile elimdeki gülümü bırakmadım. Çünkü o benim gülüm. Onu sabah yatağımın üstünde görünce öyle mutlu olmuştum ki. Sanki daha önce hiç çiçek almadın, Lâl, bu ne görmemişlik? Valent'den aldığım her şey kaç kez olursa olsun çok özeldi benim için. Çılgın gibi bizi aşağıya indirmeyi planlayan adama karşı çıktım. "Ay dur Valentino, önce bir üstümüzü değiştirseydik bari. Böyle kahvaltıya mı ineceğiz?" "İneceğimizi kim söyledi?" Kaşları iddialı bir biçimde havalanırken ne dediğini anlamak için elimi tutarak beni tatlı tatlı sürüklediği yere kadar takip ettim. Terasta, masada ikimiz için mükellef bir kahvaltı hazırdı. Benim de öyle iştahım açıktı ki bu sabah, masayı görünce çok mutlu olmuştum. Hepsini hüpletmek istedim mideme. Mükemmel bir gecenin ardından harika bir kahvaltıya oturduğumuzda gözlerimizi birbirimizden alamıyorduk. Dün gece Beyza'ya haddini bildirmem hakkında hiçbir şey söylemedi çünkü bu tatsız konuları aramızda konuşacak kadar bile önemsemiyorduk. Ama ben yine de kendimi açıklamak istedim. "Dün geceki oyunumuz hakkında kısa bir dipnot. Böyle basit oyunlarla işim olmazdı ama karşı taraf dayaktan anlamayacak kadar ısrarcı olunca bir ders vermek istedim." İmalı ve çapkın bakışlarını bana diken adam "Herkes senin gibi ders veren bir hocası olsun ister." derken beni baştan aşağı süzmeyi ihmal etmiyordu. "Ayrıca ben oynadığımız oyundan son derece zevk aldım. Daha sık oynamayı teklif ediyorum." Güldüm. "Terbiyesiz." "Ne var bunda, karım değil misin?" Göğsümü gere gere "Karınım." dedim gözlerinin içine bakarak. "Ve dünyanın en şanslı kadınıyım. Herkes de duysun." Utanmasam terastan aşağı bunu bağırırdım ama otel sakinlerini rahatsız etmeye niyetim yoktu. Masanın üstünde duran elimi tutan adam "O şans bana ait." dedikten sonra dudaklarını yumuşakça elime götürdü. Her şeyi yaparken utanmayan ben o an başımı öne eğip utangaç bir biçimde güldüm. Huzurla kahvaltımızı ederken aklına bir şey gelmiş gibi söze girdi Valentino. "Hoca demişken... Kerem'in Amerika'da gitmek istediği üniversiteyle görüştüm. Hedeflediği puanı alamasa bile canını sıkmasına gerek yok. Yardımcı olabilirim." Tebessüm ettim. Kötü niyetli olmadığını biliyordum ama kardeşimi de tanıyordum. "Kerem bunu kabul etmez. Liyakasizlik olur." Çenesini avuçladım ve "Ama düşünmen yeter, iyi ki varsın." dedim. Bakışlarımın kilitlendiği dudaklarından öpmemek için kendimi zor tuttum. Çünkü o dudakları öpersem, sonuna kadar giderdim. Yüzüne hayran hayran bakarken sağ elim çenemi bulmuştu. Benim düşünceli hâlime soran bakışlarla karşılık verdi adam. "Neye bakıyorsun?" Bu adam benim hayatımın aşkıydı. Benim mutlu olmam için her şeyini bir kenara bırakabilecek kadar seviyordu. Ve bu adam dünyadaki en büyük mutlulukları hak ediyordu. Valentino Riccardo'ya olan aşkımın depreştiği o sıralarda belki de asla tutamayacağım sözü kontrolsüzce dudaklarımdan firar etmesi suretiyle vermiş bulundum. "Biliyor musun? Sana altı tane çocuk yapacağım be adam! Altı tane! Sen bunu hak ediyorsun." Gözleri heyecan mı yoksa şaşkınlık mı anlayamadığım bir ifadeyle büyüyen adam "Sen ciddi misin?" diye sorarken ben verdiğim sözün abartılığından dolayı çoktan pişman olmuş gibiydim. O ise çapkın gözlerle "Bunun için çok çalışmamız gerektiğinin farkındasındır umarım." diye uyarıda bulundu. Bense işin çalışma kısmındansa bana ait olan kısmında takılı kalmıştım. Altı çocuk sözümden dönmek üzere olmamın sebebi de buydu. Altı tane çocuk doğurmak ne demekti biliyor musunuz? İçinizden altı tane insan yavrusunun çıkması. Altı tane sancılı doğum, selülitler, varisler, dizine kadar sarkan iki adet göğüs. Yok anacım yok, ben bunu yapamam. Şimdilik bir tane yeterli diye düşündüm. İşi şakaya vurarak "Altı tane biraz fazla kaçtı tabii. Gaza geldim bir an. Ama biz şimdilik bir tanesini düşünelim." dedim affına sığınırcasına çene kaslarımı sıkarak ona şirin bir tebessüm sunarken. O ise benim haylazlığıma gülmeden edemedi. "Seni bu yüzden seviyorum biliyor musun?" Ben nedenini yeniden duymak için beklerken ekledi. "Sen benim içimdeki olmayan çocuğu ortaya çıkarıyorsun. Beni eğlendiriyorsun." Güldüm. Ama bu kez geri adım atmaya niyetim yoktu. Bıyık altından ona bakarak "Ben çocuk konusunda şaka yapmıyorum ama bil yani." dediysem de aceleyle ekledim. "Tabii altı tane kısmı şakaydı. Eşek şakası." Gülüştükten kısa bir süre sonra hayatımızda her şey yoluna girmeye yüz tutmuşken bu kararı vermenin tam zamanıydı. Dava sürecini atlatır atlatmaz bebek konusunu ciddi ciddi hayata geçirecektim. "Böyle düşünmene mutlu oldum, Lâl Riccardo. Çünkü seninle bir aile kurmak için sabırsızlanıyorum." Tek kaşımı kaldırarak yan baktım. "Hamileyken hayatı sana zindan edeceğimi bile bile mi?" "Sizde ne diyorlar? Gülü seven dikenine katlanır." Dudaklarım vay be dercesine kıvrılırken kendisini kutladım. "Sen iyice Türk damat oldun be. Aferin sana." Uzun zaman sonra öyle keyifli bir kahvaltı etmiştik ki otelden çıktığımızda çok yemekten karnım şişmişti. Arabadayken bugünkü planımıza dair bir ipucu vermek istedim kocam kişisine. Kendisi ona kocam dememden pek bir hoşlanıyordu doğrusu. Yıllardır bugünleri beklediğinden midir nedir. Arabada yan yana ve el ele otururken "Madem baba olmaya bu kadar heveslisin bir test edelim." diyerek söze girdim. "Gerçekten baba olmaya hazır mısın? Hâlâ ilk günkü gibi istiyor musun? Bugün kanıtla bakalım." Yüzüme bakan adam yarın gel başla diyen patron minvalinde konuştuğum için anlamaz gözlerle karşılık verdi. Kendinden emin bir biçimde "Ben her zaman hazırım." derken kafasındaki soru yok olmuş değildi. "Ama nasıl kanıtlayacağımı pek anlayamadım doğrusu." "Görürsün bugün." Fazla bilgi vermeksizin Montrel'e Fuat'ın yeni taşındığı eve gitmesini söyledim. Başkan'la davaları başladığından itibaren evden ayrılmışlardı. Işık ve Mina'yla ayrı eve çıkmışlardı. Zuhal'le durumları neydi pek bilmiyordum açıkçası. Barışmışlar mıydı, Zuhal de onlarla mı kalıyordu yoksa daha kötümser bir senaryo mu hâkimdi ilişkilerinde, bilmiyodum. Zaten oraya gitmemizin asıl amacı da bunlar değildi. Tüm bunları sorup Fuat'ı darlayacak değildim. Işık'ın beni çok özlediğine adım gibi emindim. Bugünü ona adamak istiyordum. Söz verdiğim gibi onu hayvanat bahçesine götürecektim ve bütün gün üçümüz güzel vakit geçirecektik. Işık onu unutmadığımı ve unutmayacağımı, her zaman hayatının bir köşesinde olacağımı bilecekti. Fuat'ın evine geldiğimizde yıllardır yaşadığı Başkan'ın malikânesinin aksine iki katlı bir villa kiralamıştı. Aslında onun ruhunu yansıtan bir ev olduğunu söyleyebilirdim. Bakıcı yukarıda Işık'ı hazırlarken biraz lafladık. O sırada Valentino balkona çıkmış telefon görüşmeleriyle bugünü bize ayırmak için zaman yaratıyordu. Bu adamdan baba olur, kesin bilgi. Fuat'la baş başa kaldığımız için dava hakkında daha rahat konuşabiliyorduk. Fuat düz bir yüz ifadesiyle "Seni umutlandırıp sonra hayal kırıklığına uğratmak istemem ama çok olumlu bir tablo var önümüzde." dediğinde ister istemez umutlanmıştım ama Başkan ve Vural tarafından tüm kapıların son anda kapatılmasına da alıştığım için sakin kalmaya çalıştım. "Ne gibi gelişmeler oldu?" "Yarınki davayla ilgili çok iyi gelişmeler söz konusu. Nikolai bahsettiği gibi bir hacker sayesinde video kayıtlarını kurtarmış ama işimize yarayacağını sanmıyorum. Kişinin özel hayatına saldırı olarak algılanabilir." "İyi de o görüntüleri zaten Vural çekmiş." "Biliyorum. Bu yüzden önce görüntüleri incelemem gerek. Nikolai gönderdiğinde bakacağım. Yine de bize sorun yaratabilir. Onun dışında..." İç geçirdi keyifle. "İki sürpriz tanığımız var." Dikkat kesilmiş kimler diye merak ederken bekletmedi Fuat. "Vural'ın öldürdüğü eskort kızın kardeşi ve Turgay." Bildiğini gizlemeksizin ekledi. "Yani Engin." "Ne zamandır biliyordun?" "Yeni öğrendim sayılır. Yaşadığına çok şaşırdım ama başına gelenlere hiç şaşırmadım. Başkan'ın öz oğlu olarak aleyhine konuşması bizim için büyük koz." Merakla gözlerimi kırpıştırarak "Kızın kardeşine nasıl ulaştınız?" diye sorarken acaba Nikolai mi buldu diye düşünmekten kendimi alamıyordum çünkü bu işe onunla birlikte girmiştik. "Valentino." Valentino mu? O an bakışlarım hızla balkonda telefonla konuşan adama döndü. İşlere karışmıyormuş gibi görünüp arkamdan desteğini esirgemediğini görmek, her şeyden haberinin olması... Ne diyebilirdim ki? Valentino Riccardo. Fuat "Bunlar bizim için çok büyük kanıtlar." derken umutlu konuşuyordu. "Eğer her şey yolunda giderse Zuhal'in tesisten getirdiği kanıtlarla bu iş biter. Tesislere baskın yapılması an meselesi. Her şey çorap söküğü gibi gelir." Endişemi gizlemeye çalışarak "İşlerin yolunda gitmeme ihtimali var mı?" sorusunu yönelttim. Fuat dudak büktü. "Kesin konuşamam ama sanmıyorum. Bu dava dolayısıyla herkesin gözü Başkan ve Vural'da. Tabii onlarla kontakta olan insanlar da buna dâhil. Vural'ın babası artık siyaset dünyasında barınamaz. Hakkında söylenenler yalan bile olsaydı bilirsin, siyaset dünyası affetmez. Dolayısıyla Sezerlerin eski gücü kalmadı artık. Bu kadar göz önündeyken bir şey yapabileceklerini sanmıyorum. DNA testiyle kızın olmadığının kanıtlanmasıyla Başkan'ın işi bitecek. Eskortun kardeşinin ve Turgay'ın ifadesi, tesisteki olanlar derken kurtuluşları olmaz artık." Uzanan eli bileğime dokundu abi şefkatiyle. "İşleri bitti. Yılların esareti son buluyor." Usulca aşağı yukarı salladım başımı. "Öyle görünüyor." Asla tamamen olup bitmeden inanmazdım. Öyle uzun süren bir esaretti ki bu, tamamen gerçekleşene kadar kurtulabileceğime inanamazdım bile. Tuttuğum nefesimi bıraktığımda Valentino yanımıza gelmişti. Eş zamanlı sayılabilecek kısa bir sürede de merdivenlerden aşağı bakıcısının elini tutarak inen Işık geldi. Beni görünce heyecanla boynuma atladı. Kelime anlamı olmayan coşkulu bir çığlık attığında onu ne kadar özlediğimi fark etmiştim. Utangaç bakışları yeri bulurken elleriyle oynayan küçük kız "Geldin." dedi sadece. Sevinci sesinden okunuyordu. Ellerini tutarken "Geldim ya." dedim neşeyle. "Geleceğim dedim ve geldim işte." Bir şey söylemesine fırsat kalmadan heyecanla söze girdim. "Bugün hayvanat bahçesine gideceğiz! Dondurma yiyeceğiz! Daha neler neler yapacağız!" Kızının mutluluğuyla buruk bir tebessüm belirmişti Fuat'ın dudaklarında. Ona dönerek "Sen de bizimle gelsen ya." diye sordum ama başını iki yana salladı. "Yok, siz gidin çünkü bugün dünya kadar işim var. Yarınki davaya hazırlanmam gerek. Zuhal'in gönderdiği yığınla dosyayı incelemem gerek." Valentino "Yardıma ihtiyacın var mı?" diye sorduğunda Fuat'ın yanıtını beklemeden cebinden kulağına yapışmak üzere olan telefonunu çıkardı. "Çok güvendiğim iki kişiyi yardım için burada bırakacağım." Fuat her ne kadar hiç gerek yoktu falan dese de Valentino hayır cevabını kabul eden biri değildi. Her şeyi çözümlediğimize göre Fuat'ı geride bırakıp iki yanından da elini tuttuğumuz Işık'la evden çıktık. Hayvanat bahçesine gideceğimiz için çok mutlu ve heyecanlı görünüyordu. Birlikte arabaya bindiğimizde Valentino Işık'ı kucağına aldı. Yol boyunca camdan dışarıya bakarken neşeyle bir şeyler gösterip anlatmaya başladı. Işık onun muhabbetini sevmişti. Çocuklarla da iyi anlaşmasını biliyordu bizim koca bey. Helâl sana be. Bugün Valentino Riccardo'nun taraftarı gibi geziniyordum etrafta. Ama itiraf etmeliydim ki en az benim kadar Işık'ın da gözdesi olmuştu. Hayvanat bahçesinde çok eğlendik. Işık adını bile bilmediği ya da sadece adını duyduğu ve canlı canlı hiç görmediği bir sürü hayvanla tanışınca sevinçten deliye döndü. Ben ona hep hayvan kartlarıyla hayvanların isimlerini öğretir, fotoğraflarını falan gösterirdim ama canlı canlı görmek bir başkaydı tabii. Işık Valent'i öyle sevmişti ki kucağından inmek bilmedi. Adamın hasından anlıyorsun kız, aferin sana diyesim gelmişti bir ara. Teyzesine çekmiş. Benimse neşeyle onları izlemekten başka ne eğlencem olabilirdi ki? Hayvanat bahçesi çıkışında Valentino Bey bize dondurma ısmarladı. Işık muzlu çilekli dondurmayı çok severdi. Bir top da kakaolu dondurma koydurmuştu hanımefendi. Artık ne istediğini daha iyi anlatabiliyordu. Buna karşılık yemek konusunda biraz zayıftık. Her yerini batırarak da olsa yedi dondurmasını. Işık'a hazırlanmış çantada ıslak mendil vardı, yoksa kız evlere şenlik gezecekti. Her yeri dondurma, yapış yapış. Ağzına burnuna bulaşmış kakaolar falan. Öyle tatlıydı ki şebek, yiyesim geldi onu. Islak mendille Işık'ın ellerin silerken Valentino aramıza geçip diz çöktü ve ıslak mendil paketini kucağımdan alıp "Bana bırak." diye mırıldandı. Söyleneni yaptım ve onları bir adım geriden izlemeye koyuldum. Işık normalde öyle sıkıntılara gelemezdi, hemen mızıldanmaya başlardı ama Valent onu konuşarak öyle güzel oyalıyordu ki bu kez itirazı olmamıştı küçük kızın. Akşam eve geldiğimizde ise pestilim çıkmıştı. Ben normalde bu kadar çabuk yorulmazdım ya, ne olmuştu bana böyle? Demek ki çocuklarla uğraşmak göründüğü kadar kolay değildi. Eve döndüğümüzde Wendy ortalarda yoktu, merak edip Nina'ya sorduğumda bizimkilere yemeğe gittiğini öğrendim. Türkü kendisinden beklenmeyecek bir performans sergileyerek geleneksel yemeklerle donatmıştır sofrayı. Kırk yılda bir yapardı bunu. Wendy Hanım da dayanamayıp yemeklerin kokusuna gitmiştir. Kalmıştık evde baş başa. "Eee beyler bayanlar, aç mıyız?" diye sorduğumda kollarımı sıvamaya hazırlanıyordum ama Nina mükellef bir sofra hazırlamıştı bile. Daha yetişkinlere özgü tekdüze bir menü olduğu için Işık'a "Ne yemek istersin hayatım?" diye sordum. "Papates kızartması." Güldüm. En sevdiği yemek patates kızartmasıydı, ona da papates kızartması diyordu. Ağzını yüzünü yiyecektim ama sadece çenesinden bir makas almakla yetindim ve Valent'e döndüm. "Işık Hanım'ın tercihlerine ve kararlarına saygı duyuyoruz ve papates kızartması yapıyoruz." Hazır masanın yanına ekstra olarak Işık için patates kızartması, burger falan yaptırdık. Zaten küçücük çocuğun yiyeceğinden ne olacaktı ki, Nina hemen yapıverdi sağ olsun. Parmaklarımı patates kızartmasına daldırırken ne kadar acıktığımı fark ettim. Ve olağanüstü bir iştahla patates kızartmasından yemeye başladım çünkü gerçekten çok güzel olmuştu. Bir patates kızartması ne kadar güzel olabilir demeyin, Nina bu işi biliyordu bence. Valent'e dönerek bu düşüncelerimi de dile getirdim. "Nina'ya acilen zam yapmamız lazım, patates kızartmasına bayıldım. Çıtır çıtır ve oldukça lezzetli." Bunu söylerken parmak uçlarımı yalıyordum. Benim bu iştahlı hâlimle kaşları havalanan adam durumdan son derece memnun görünüyordu. "Seni bu kadar iştahlı görmek ne güzel." "Aaa ne oldu bugün bana ya? Ama bu kadar yersem kilo alırım ben." Usulca kulağıma eğilen adam "Dert etme, eritmene yardımcı olabilirim." diye mırıldandı yaramazca. Dudaklarım hafifçe kıvrılsa da parmağımla burnunun ucuna dokundum. "Hiç heveslenme, Işık bu gece bizimle yatacak." Kısa bir an hayıflansa da hemen omuz silkti. "Diğer günler ne güne duruyor?" Güldüm ve kendimi tekrarlayan bir "Terbiyesiz." cevabıyla yalandan kızdım ona. "Küçücük çocuğun yanında." "O neden bahsettiğimizi bilmiyor ki." Hazırcevap kocama gözlerimi devirerek gülerken bir şey diyemedim. İştahla akşam yemeğimizi de yedikten sonra Fuat'la telefonda konuştum. Bu saatten sonra eve getirmeyeyim, bizde kalsın dediğimde itiraz etmedi. Harika bir günün ardından bizden beklenmeyecek bir biçimde akşamın erken saatlerinde yatağa girdik çünkü Işık Hanım erken yatmalıydı ve o kendisine masal okunmazsa uyumazdı. Yatakta ikimizin arasına kurulan Işık'ın gözlerinden uyku akıyordu ama elimdeki kitaptan okuduğum masalın sonu gelene kadar uyumamak için kendiyle savaştı. En sonunda uykuya yenik düştüğünde sessizce çarşafı üzerine iyice örttüm ve bir öpücük kondurdum pembe yanağına. O sırada Valentino da hayran hayran baktığı küçük kızın sarı lüle saçlarını okşuyordu. Onun her zaman çocuk istediğini biliyordum, bu bir sır ya da sürpriz değildi ama ilk kez bir çocuğa böyle hayran hayran baktığını görüyordum. "Çok güzel değil mi?" diye fısıldadım. Başını sallayan adam "Çok..." yanıtını verdikten sonra gözlerini bana dikip "Bizim de bir tane olsun." diye mırıldandı. Herhangi bir yanıt vermedim, sevgi dolu tebessümüm dışında. Onun da olacağı zaman elbet gelecekti. O gece aramızda Işık'la birlikte tıpkı mutlu aile tablosu gibi huzurla uyumuştuk. Ve öyle huzurlu bir geceydi ki ertesi gün dava olmasına rağmen deliksiz uyumuştum. Normalde kafaya takar, döner dururdum ama Işık bize büyü yapmıştı sanki. Tatlı uyku büyüsü. Ertesi gün uyandığımızda güzel bir kahvaltı etmiştik. Kahvaltıda Işık'a ne yersin diye sorduğumda bu sefer de çubuk papates istemişti. Yanına da çilekli milşek. Adını bilmiyordu ama her gün hüpletmekten de geri kalmıyordu. Tam bir çilekli Milkshake hastasıydı. Işık Hanım sayesinde papateslerle ve milşeklerle başımız dertteydi. Güldüm. Güzel bir kahvaltının ardından biraz gezip tozmuştuk ve öğleden sonra eve gidip Işık'ı bırakmıştık. Elbette yeniden görüşeceğimize dair küçük hanıma söz verdikten sonra. Fuat adliyede olduğu için görüşememiştik ama beklenen haber öğleden sonra gelmişti. Nihai karar olduğuna inandığım davanın sonucu açıklanmıştı. Fuat zafer kazanmış bir komutan edasıyla "Her şey yolunda gitti, Lâl. İfadeler dinlendi, kanıtlar mahkemeye sunuldu. Nihai karar elbette hâkime ait ama bana sorarsan bu iş bitti." Sevinmiştim. Gerçekten. İçten bir sevinçti bu. Birbirini takip eden günlerde de Fuat'ın yanılmadığını gördük. Önce Başkan'ın sonra da Vural'ın davası sonuçlanmıştı. Ortak işledikleri suçlardan hüküm giymişlerdi. Fuat'ın anlattıklarına göre tesislere baskınlar düzenlenmiş, üzerinde deneyle yapılan birçok cesede ulaşıldığı gibi bir sürü insanın da hayatı kurtarılmıştı. Elbette tüm bunların olmasında Zuhal'in tesisten kanıtlar sunmasının büyük bir etkisi olmuştu. Zuhal Günday belki de ilk defa kirli işler çevirdiği babası Şerif Günday'a ihanet ederek büyük bir iyiliğin mimarı olmuştu. Bir sürü insanın hayatını kurtarmıştı. Tamam, o da Başkan ve Vural gibi cezalandırılacaktı ama iyi hâli göz önünde bulundurulacaktı. Fuat bunun için ne gerekiyorsa yapacaktı. DNA testi sonucuyla birlikte Başkan'ın kızı olmadığım ortaya çıkmış, boş konuşmadığım kanıtlanmıştı. Nikolai'nin kurtardığı görüntülere gerçekten de gerek kalmamış, öldürülen kızın kardeşi ifadesinde her şeyi anlatmıştı. Vural'ın ablasına yaptığı işkenceleri, bana olan takıntısını, her şeyi. Bu davayı DNA testinden sonra asıl sonuca kavuşturan ise Turgay'ın yani Engin abimin anlattıkları olmuştu. Öz babasının aleyhine konuşmuş, Vural'ın onu öldürmeye çalıştığını hatta öldürdüğünü sandığını, Başkan'ın da buna göz yumarak Vural'la çalışmaya devam ettiğini anlatmıştı. Üstelik aralarındaki tartışmanın asıl sebebinin Vural'ın bana olan takıntısı olmasını da anlatınca her şey bir bir çözülmüştü. Bunu yaparak Nox'daki yerini, kendi hayatını tehlikeye attığını biliyordum ama o gözünü bile kırpmadan yapmıştı bunu. O hâlâ benim fedakâr abimdi. Bıraktığım gibi. Bu kadar basit olacağını düşünmemiştim. Sen buna basit mi diyorsun, Lâl? 20 yıldan fazla bir esaret söz konusuyken hem de. Yine de bugünün geleceğine asla inanmamıştım. Bu yüzden çok mutluydum. Günler sonra ilk defa bu kadar mutluydum. Onlar tutuklanıp götürülürken ne Başkan'ın ne de Vural'ın öfkeli ve kin dolu gözleriyle bakışıp muhatap olmadım. Onları içeri tıktırmanın verdiği zevki yaşıyordum. Sadece Başkan ve Vural'dan önce kelepçelenerek götürülen Zuhal'in yanına gittim. Sınırlı şekilde yaklaşabildiğim için sadece "Korkma, ben yanındayım." diyebilmiştim. O ise gözyaşları yanaklarına süzülürken can havliyle ellerime dokunup "Çocuklarım sana emanet, onlara iyi bak lütfen." demişti. Sonrasında hızla götürülmüştü zaten. "Merak etme, çok sürmeyecek, çıkacaksın." Arkasından seslendiğimde minnettarlıkla bir bakış attı ve araca bindirildi. Zuhal iyi hâl gösterip yardımcı olduğu için ucuz kurtulmuştu ama Başkan ve Vural... Onlar bu dünyada bir daha günyüzü bile göremeyeceklerdi. Bu olaylar medyayı fazlasıyla ilgilendiriyordu. Tabii yılın haberi diyebilecekleri kadar büyük bir haber kucaklarına düşmüştü. Ropörtaj yapmaya çalışırken "Bunca şey olurken neden yıllarca sustunuz? Bir açıklama bekliyoruz." gibi bir şeyler sorup dursalar da sessizliğimi koruyarak Valent'le arabaya binip gittik. Zaten böyle bir skandalı hangi cümlelerle açıklayabilirdim ki? Konuşmam gerekiyorsa bile olayların biraz soğuması gerekiyordu. Yoksa medyanın peşimi bırakmayacağını ben de biliyordum. Hele ki ortada bu kadar büyük bir haber varken. Beni en çok etkileyen şey, adliyenin önünde pankart açan insanlar. Yalnız olmadığımı söylüyorlardı. Keşke herkes yaşadıklarına karşı bu kadar güçlü durabilse. O şans herkese verilebilse. Benim arkamda kapı gibi biri vardı. Dağ gibi, desteğini hiç esirgemedi. Peki, yalnız insanlar ne yapsındı? Yine de tanımadığım bir sürü insanın bana karşı işlenmiş bu insanlık suçunu benimsemeleri, pankart açmaları, yalnız olmadığımı haykırmaları çok kıymetliydi. İşte böyle zamanlarda bir arada olabilmeliydik. Başkan ve Vural kelepçelerle çıkarılmadan oradan ayrılmıştık. Nasılsa uzun zaman bu haberler televizyonu meşgul ederken onları kelepçelenmiş hâlde görecektim. Bunun zevkine varacaktım. Sadece artık medyanın başımı daha fazla şişirmesine katlanamamıştım. Arabada başım dönmüştü biraz. Gürültüden olsa gerek bir ağrı girmişti. Bir şey olduğunu anlayan Valentino eğilip "İyi misin?" diye sorsa da onaylayarak başımı salladım. "İyiyim, merak etme. Gürültü yordu sadece." Onayladı başıyla. "Çok yoruldun. Eve gidelim." İtiraz etmedim. "Günlerdir işlerle ilgilenmiyorsun. Sen işe dön, ben eve giderim Montrel'le." "İşlerle Pietro ilgileniyor, bir sorun yok." Elimi tutup okşadı. "Bunları düşünme." Eve dönen yolda her ne kadar gürültü yüzünden başım dönüyor olsa da çok mutluydum. Bugün benim bayramımdı. Öylece evde pinekleme fikri beni pek açmasa da bir iki saatlik uykuyla dinlenmek iyi gelecekti sanırım. Kendimi yorgun hissediyordum. Odama çıkar çıkmaz üstümdekileri zar zor çıkarıp kendimi yatağa attım. Başucumda saçlarımı okşayan adamın varlığıyla uykuya dalarken kısa bir süre telefonun çalış sesini duysam da umursamadan uykuya daldım. Uyandığımda akşamüzeri olmuştu. Hava yavaş yavaş kararıyordu. Valentino ise aynanın karşısında bir yere hazırlanır gibi giyiniyordu. Yatakta doğrulup bana ait olduğuna zaman zaman inanamadığım o karizmatik adama döndüm. Aynadan bana bakan adam çarpık bir tebessüm yollarken "Daha iyi misin?" diye sordu. Evet der gibi başımı salladım. "Uyku iyi geldi." Temkinli bir biçimde "Sen uyurken Doğan aradı." dedi. Memnuniyetsiz bir biçimde "Eee, ne diyor?" diye sordum ağzımın içinde gevelercesine. Sanki umurumda. "Davayı kazandığımızı öğrenmiş, çok mutluydu telefonda sesi. Davayı kazanmamızın şerefine bu akşam bizi bir kutlama yemeğine davet etti." Ceketinin bileklerini düzeltirken bana döndü. "İstemezsen iptal edebiliriz. Baş başa bir kutlama yaparız." Omuz silktim. "Gideriz canım, ne olacak?" Bu dava ya da başıma gelen herhangi bir şey Doğan'ı ilgilendirmiyordu. Bunlar sadece benim meselemdi, beni ve Valetino'yu ilgilendiren şeylerdi. Ama mutlu olduğumu göstermek ve Doğan'a dersini vermek isteyen en başında bendim. Oyunu kuralına göre oynamak da benim işimdi. Çemkirmediğime şaşırıp memnun olan adamı geride bırakıp banyoya doğru yürüdüm. "Bir duş alıp açılayım. Giyinip çıkarız." Duşta, suyun altında o kadar uzun süre hayatımı sorguladım ki. Ben denizden gelen bir balık mıydım? Onların da benim gibi kimseleri yok muydu? Koca denizde, okyanusta yalnız başına yüzerken bir fanusa hapsolan balık mıydım ben? Fanustaki esaretten kaçmış, denizde yalnızken başka bir balığın yüzgeçlerine tutunup hayatta kalmış, onun içime akıttığı can suyuyla hayata tutunup yeni insanlar dünyaya getirecek kadar dünyayı sevmiş miydim? O balığın da benim gibi yaraları varken birlikte yeni, küçük bir dünya yaratarak yaralarımızı mı saracaktık? Bunları düşünürken içimde sıcak bir umut büyüyordu sanki. Karnımda ılık, sıcak bir umudun kelebekleri kanat çırpıyor gibiydi. Ellerim karnımdaki o sıcak umudun içinde kanat çırparak büyüyen kelebeğe sarıldı. 1 yıl öncesine kadar her şeyini kaybetmiş bir kadınken bunların olabileceğine ihtimal dahi vermezdim. Şimdiyse kaybettiğimi sandığım aşkım yanımda, kötüler cezasını bulurken biz yepyeni bir yolun eşiğindeydik. Banyodan çıktığımda odada yalnızdım. Sakince kıyafet dolabıma uzanıp giyecek bir şeyler aradım. Bu yemeğe güzel şekilde hazırlanmak istiyordum. Bir noktada bu yemek, Beyza'ya karşı bir gövde gösterisi olacaktı. Tıpkı babası gibi onun da alması gereken bazı dersler vardı ve ben de vermekten hiç çekinmeyecektim. Dolabımda duran bronz rengi parlak saten bir elbiseyi çıkardım. Dizüstünde, ters v şeklinde yumuşak bir ayrımı olan eteğiyle havalı görünüyordu. Onu giyip gold takılarla kombinimi süsledim. Uyumlu bir topuklu ayakkabı seçtim. Saçımı ise açık bıraktım ve biraz kıvırıp dalgalandırdım. Hafif pastel bir makyajla aşağı inmeye hazırdım. Merdivenlerden aşağı inerken salonda tabletiyle ilgilenen Valentino'nun beni beklediğini görebiliyordum. Aşağıya topuklu ayakkabımın çıkardığı sesle usulca inerken bakışlarının bana dönmesi ona memnuniyetle bir tebessüm sunmama sebep oldu. Sakince yerinden kalkıp yavaş adımlarla yanıma geldi. O da tıpkı bir jön gibi duruyordu. Alfa çift gibi kusursuz görünürken beni rahatsız eden tek şey onun gereğinden fazla yakışıklı olmasıydı. Bir an sağ elimi düzenli saçlarının arasına daldırıp onu karıştırmak istesem de bu isteğimi bastırdım. Bu kadar yakışıklı olmak ona yasaklanmalıydı. Beğeniyle süzen gözleri üzerimde gezinirken "Çok güzelsin." diyerek sıradan bir şeymiş gibi ekledi. "Her zamanki gibi." "Teşekkür ederim." Uzattığı elini utangaçça tuttum. Üzerime geçirdiğim yumuşak kürke benzer soft bir ceketle çıkmaya hazırdık. Arabada gittiğimiz yol boyunca ellerimiz ayrılmamıştı. Bu kadar yapış yapış yeni evli çiftler gibi gezmek çok zevkliydi -ki gibi değil, gerçekten öyleydik- ama beni endişelendiren şey bundan çabuk sıkılması ihtimaliydi. Evet, hâlâ Valent'in benimle ilgili şeylerden sıkılması ihtimali zaman zaman manyakça bir biçimde beynimi işgal ediyordu. Serdar Ortaç'ın da dediği gibi ben adam olmam. Kozanoğlu malikânesinin önündeyken sakince aldığım nefesi geri verdim ve henüz Doğan'ın kızı olduğumu bilmediğim o akşam olduğu gibi yardımcının bizi ihtimamla içeri buyur etmesini bekledim. Bu kez yardımcı kadının yüzünde daha sıcak bir bakış vardı. Sanırım artık bildiği için olabilirdi, emin değildim ama bildiklerinin benim için hiçbir şey ifade etmediğinden habersizdi. Doğan Kozanoğlu'nun genetik anlamda kızı olmam hiçbir şey ifade etmiyordu benim için. Doğan Bey neşeyle karşıladı bizi. "Hoş geldiniz." Yanında kendisi kadar neşeli olmasa da zoraki tebessüm eden iki kadınla birlikte. Beyza gerçekten fiziksel anlamda olmasa da ruhsal anlamda halasının bir kopyasıydı. Al birini, vur ötekine. Yüzünde güller açan adama dost canlısı olan Valent'in aksine mesafeli bir baş işaretiyle karşılık verdim. Valentino ise ikimizin adına da "Hoş bulduk, nasılsınız?" diye sordu yalnızca. "İyiyiz, teşekkürler. Buyurun lütfen, içeri geçelim." Salondaki yerimizi aldığımızda sanki tüm gün bir şey yememişim gibi acıkmıştım. İştahım açılmıştı. Karnım guruldayacak diye ödüm koptu. Düşünsenize, yargı dağıtmaya geldiğiniz evde hava atarken karnınız gurulduyor. Rezillik. Misafirlikte uzatılan çikolata tabağından elini daldırıp on çikolata alan çocuk gibi mahcup edici bir durum. Yapabileceğin de hiçbir şey yok. Önce havadan sudan konuştu Doğan ve Valentino. Ben çok iş meselelerine girmek istemediğim için sessiz kalmayı tercih ettim. Bakışlarıyla beni göz hapsine almış Beyza'yı ise görmezden geldim. Sadece kilitlenmiş bakışlarına bir ara iddialı gözlerle karşılık verdim. Otelden sonra karşılaştığımız ilk gündü bu. Haddini öğrenmiş olmasını umuyordum. Pek ihtimal vermesem de. Böyle kadınları çok iyi tanırdım, kolay kolay vazgeçmezlerdi. Kendilerini iyice rezil etmeden geri çekilmesini bilmezlerdi. Sonra konunun dava olaylarına gelmesiyle Doğan bana dönüp mahcup bakışlarla "Davanın senin adına iyi sonuçlanmasına gerçekten çok sevindim, Lâl. O dönemlerde yanında olamadığım için-" Bense hiçbir şey olmamış gibi oturup beni terk eden babamla yıllardır yaşadıklarımı konuşacak değildim. Bu yüzen "Bu konuları konuşmazsak sevinirim." diyerek kestirip attım. O da kararıma saygı duyup konu hakkında sessizliğini korudu. Beyza ise beni bu veya herhangi başka bir konuda vurmak için fırsat kolluyor gibiydi ama bunu neden yapmadığını düşünürken aklıma gelen tek ihtimal, babasından çekiniyor olmasıydı. Yavaşça yerimden kalkarken midemin açlıktan bulandığını düşündüm ve "Ben bir lavaboya kadar gideyim." dedim. Valentino fark etmiş olacak ki iyi misin der gibi bir bakış attı, bense rahatlatıcı bir iyiyim bakışıyla karşılık vererek lavaboya doğru yürüdüm. Banyoda ellerimi ve yüzümü yıkadığımda biraz rahatlamıştım. Havluyla yüzümü kurularken koridordaki kısık sesli konuşmalara biraz kulak kesilmiştim. Hafifçe kapıyı araladığımda benden uzakta, koridorun ta başında Valentino ve Beyza'nın konuştuğunu görebiliyordum. Zor da olsa duyabiliyordum aynı zamanda. Beyza Valent'in koluna dokunur dokunmaz adam atik bir biçimde geri çekildi ve her zamanki öldürücü, umursamaz, sıradan yüz ifadesini takındı. Beyza öncesinde bir şey yaptı mı ya da dedi mi, ne dedi bilmiyordum ama Valent'in sınır koyan hareketi hoşuma gittiği gibi devamını merakla izlememe sebep olan seyirlik bir zevk de vermişti. Keskin bakışları Beyza'yı görmekten uzak bir bakışla aşağılayıcı biçimde süzerken "Elin bileğinde güzel, Beyza." dedi. "Bir daha bana dokunursan orada olmaz." "Valentino, ben-" Kekeleyecek gibi şaşkına dönen Beyza "Neden böyle davrandığını anlamıyorum. Arkadaşça bir yönlendirmeydi sadece." diyerek kendini açıklarken inandırıcı olduğunu sanıyordu. Aynen, bir sen akıllısın Beyza. "Hakkımda bilmen gereken küçük bir bilgi vereyim..." Valentino ise bu yanlış anladın manipülasyonlarını yemeyecek kadar tecrübeliydi. "Ben aptal bir erkek değilim, Beyza. Her şeyin farkındayım." Herhâlde başta Valent'in attığını sandığı mesajdan olacak ki daha fazla inkâra gitmedi kadın. "Eee, yani? Evet, sana ilgim olduğunu anladın, farkındasın. Ne oldu yani? Dünyanın sonu mu bu?" Kısa bir solumanın ardından "Beyza, bana olan davranışlarının en başından beri farkındayım." diyerek söze girdi adam. "Ama sana karşılık vereceğim için değil, onurunu kırmak istemediğim için sessiz kaldım. Çünkü öyle ya da böyle Lâl'in kardeşisin. Maalesef." Son kelimesini öyle acıyarak söylemişti ki Beyza'nın yerin dibine giren bakışlarından özgüveninin ne kadar zedelendiğini görebiliyordum. "Onurun kırılmasın, kendin anla istedim, anlamadın." "Neyi?" Hâlâ umut beslemeye dünden hazır kızın bakışlarına karşılık "Ben Lâl ile evliyim, kardeşinle. Ve bu basit bir imzadan ibaret değil." yanıtını verdi Valent. "Kalbim onunla evli, ruhum onunla evli anlıyorsun değil mi? Ona âşığım, sonsuza dek. Ondan başkası yok benim için, olamaz." Kaba olmamaya özen göstererek ekledi. "Belki yıllar boyu birbirimizin yüzüne bakacağız mecburen. Lütfen kendini daha fazla küçük düşürme. Benden uzak dur. Sana zarar vermek istemiyorum, sonuçta Lâl'in kardeşisin." Kaşlarını kaldırdı ani bir duygu değişimiyle. "Ama Lâl'e zarar gelebilecek herhangi bir harekette karşımdakinin kim olduğunu umursamam. Cezasını veririm." Başını yana yatırarak kibar kalmaya çalıştı. "Aklında bulunsun." İçeri doğru giden adamın arkasından yenilgiye uğramış bakışlarla kalakalan kız ters istikamette hızla yürüyüp gitti. Birkaç saniyeliğine daha banyoda kalıp sırtımı duvara yasladım ve âşık olduğum adamın ne kadar mükemmel olduğunu düşünüp kendimden geçtim. Banyodan çıktığımda koridorun sonunda gittiğini sandığım Valentino ise orada, beni bekliyor olmalıydı. Merakla "Valentino?" dedim yalnızca. "Uzun süre çıkmayınca merak ettim. Bir bakmak istedim." Ondan saklayacak değildim. Ona doğru iyice dönüp ayıp bir şeymiş gibi dürüstçe itiraf ettim. "Çok acıktım, açlıktan midem bulandı. Bir de karnım guruldar diye korktum." Duyduklarına karşılık güldü adam. "Merak etme, masaya geçiyoruz. Gel bakalım." Beni kolunun altına alırken "O kadar acıktın mı? Bebeğim..." diyerek çenesini başıma yasladı. "Şimdi doyururuz karnını." Gözlerine bakıp "Doyur beni." dedim tüm imalardan uzak, dümdüz. "Tüm aşkınla, sevginle doyurduğun gibi." Bakışları benimkilere karıştığı an dudaklarımız birbirini buldu kısa süreliğine. Sonra yakalanma heyecanıyla geri çekildim. "Hadi, içeri geçelim artık. Bir şey sanacaklar yoksa." "Ne sanacaklar?" "Ya, Valentino." "Hayır, merak ettim sadece. Belki de doğru bir şey sanıyorlardır. Aklımdan geçenlere benzer şeyler." Gülerek onun kollarına sarılarak salona doğru geçtim. Bir gün bu adam benim sonum olacaktı. Kalbimi bu kadar hızla attıran, deli gibi seven bu adam. Eskiden sahte, şimdilerde yeni sevgili kocam Valentino Riccardo. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Arkadaşlar, beni rahatsız eden bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Yorumlarda memnuniyetlerin yanı sıra sürekli bir bölüm kısa yorumları görüyorum ve artık bu konudaki rahatsızlığımı bir kez daha dile getirme gereği duyuyorum. Canlarım ciğerlerim, her bir bölüm 3000-7000 kelime arası. Bu ne demek biliyor musunuz? Kitap formatında izah edeyim, 20 sayfadan fazla demek. Bir de ben haftada 2 bölüm yayınlıyorum, sizce bu tür yorumları hak ediyor muyum? Google'a girip bakın lütfen, Wattpad'de ideal bölüm uzunluğu nedir yazın, karşınıza çıkan sonuç "1500-2000" kelime diyecek. Madem her koşulda memnun edemeyeceğim, haftada 1 bölüm düzenimize geri dönelim o zaman, ben de ne yapacağımı şaşırdım gitti valla. Anlıyorum, hikâyeyi beğendiğiniz için tadı damağınızda kalıyor olabilir, bu benim anlayamayacağım bir şey değil, anlıyorum ama defahatle bunu açıklamama rağmen aynı yorumları görmek benim canımı sıkıyor maalesef. Lütfen bu kadar uzun bölümler yayınlamama rağmen bu tür yorumlardan kaçınalım olur mu? Bana haksızlık oluyor çünkü. Bugün böyle biraz içimi dökmek istedim, umarım kimseyi kırıp dökmeden izah edebilmişimdir. Şimdi gelelim asıl konumuzaaa... Öncelikle 100 Bin okunma olmuşuz, bu harika bir haber! 🎊 Bunun için siz emeği geçen canım okurlarıma çok ama çok teşekkür ediyorum, ilginize teşekkürler! 😍 Bu bölümü Daphnedefne01 ve kiymtnhr08 okurlarıma armağan ediyorum! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz. 🌸 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |