@buzlarkralicesi
|
-44- Yaza merhaba partisi. Nina'yla bahçede dolaşırken eksikleri kontrol ediyorduk. Güneş öylesine neşeyle parıldıyordu ki en melankolik insanı bile hayata bağlayabilirdi bu güzel hava. Parti düzenlemek için ne kadar doğru bir zaman seçtiğimi düşünüp kendimi tebrik ettim. Bu evin bahçesinde Başkan, Vural ya da o kadar üst düzey kötülükte birilerini düşünmeden rahatlıkla, huzurla dolaşmak... Ne büyük lüksmüş. Bunu yaşarken anlıyordum. Şimdiyse onlar artık hayatımda yoklardı. Beyza bu kadar yaşanan şeyden sonra benim için düşman bile sayılmıyordu. Benim ne düşmanlarla çarpıştığımı bilse kendini bu kadar önemsemezdi zavallı. Güzel havayı içime çektiğimde Nina'ya döndüm. "Hava ne kadar güzel değil mi?" "Evet efendim." Nina yapısı gereği soğuk biri olmasına rağmen beni tanıdığından beri bana karşı eskisi kadar soğuk değildi. Durduk yere böyle bir şey fark etmiştim, evet. Sanki Nina Luigi'nin kadın versiyonu gibiydi. Eğer işinin bir parçası değilse pek gülmezdi bile. Şuan bana yanıt verirken bile bir yandan eksik var mı diye bahçeyi tarıyor, öte yandan elindeki deftere bazı notlar alıyordu. Bence işini ciddiye alan biri olarak en çok tatili Nina hak ediyordu. Bu yüzden "Partiden sonra sana izin vereceğim, Nina. Biraz dinlen." deyiverdim. O ise sanki anasına küfretmişim gibi aniden yüzüme dönerken gözleri büyümüştü. "Neden efendim? Bir hata mı yaptım?" Şaşırmıştım. Omuz silkerek "Hayır tabii ki. İşinde çok iyisin." yanıtını verdim. "Sadece senin de tatil yapmaya hakkın var diye düşündüm. Hem ne bileyim, aileni falan ziyarete gidersin olmaz mı?" Bu hoşuna gitmişe benziyordu. Saç tutamını kulağının arkasına iterken "Çok teşekkür ederim efendim, çok düşüncelisiniz." dedi müteşekkir bir tebessümle. "Ama ben burada çok mutluyum, izninizle kalmak isterim." Bir çalışanın tatil teklifini geri çevirmesine şaşırsam da onaylayarak omuz silktim. "Peki, sen böyle mutluysan..." Normalde çalışanlar bunun için delirirdi ama Valent'in çalışanlarında böyle bir gariplik vardı. Tatil yok. Bu ev dışında hayat yok. Herhâlde böyle bir patronla çalışmanın tek sırrı bayılana kadar çalışabilme özelliği olmalıydı. Nina'yı geride bırakıp bahçede dolaşırken Niko'yu aradım. İlk çalışta açtı. "Lâl." "Eee, bugün geliyorsunuz değil mi?" "Nereye?" Ofladım. "Kaç gün önceden söyledim Niko ya! Yaza merhaba partisine tabii ki! Kız arkadaşını da alıp gelecektin hani." "Bilemiyorum, Lâl. O pek insan içine karışmayı seven biri değil, içine kapanık biri." "Ya tamam, olsun! Getir, ben onu açarım. Aaa!" Neredeyse Valent'in de dediği gibi yalan söylediğini düşünmeye başlayacaktım. "Yoksa sen beni atlatmaya mı çalışıyorsun, Nikolai?" Keyiflenmiş gülüşünün sesi telefonun diğer ucundan geliyordu. "Öyle bir kız yok mu yoksa?" "Tabii ki var, Lâl. Bugün geldiğimizde tanışırsınız." "Ha şöyle ya, biriniz de naz yapmayın ya." "Ben seni zor durumda bırakmak istemediğim için-" "Merak etme, Valent'in haberi var." Gözlerimi devirdim. "Ayrıca Valent canavar değil, Nikolai." Bu konuda benimle tartışmayı reddeden adam "Pekâlâ." diyebildi yalnızca. "Bugün kız arkadaşımla orada olacağım." "İyi edersin. Hadi görüşürüz, daha aramam gereken bir sürü insan var." Telefonu kapattığımda bu işi de aradan çıkardığıma sevinmiştim. Parti için pek de bir şey kalmamıştı. Her şey hemen hemen hazırdı. Bugünkü parti için klinikten erken çıkacağım için bugün biraz erken gitmeye karar vermiştim. Valentino ise çoktan gitmiş, kulüplerden birinde toplantıdaydı. Nina'ya dönüp "Ben çıkıyorum Nina, kliniğe gideceğim. Eğer acil bir şey olursa bana telefonumdan ulaşabilirsin ya da seanstaysam Şebboy'a not bırakabilirsin. Görüşürüz." dedikten sonra içeri girdim. Ceketimi alıp evden çıktım. Montrel'in açtığı kapıdan arabaya binerken telefon çaldı. Arayan Valent'di. Araba hareket ederken aramasını yanıtladım. "Dünyanın en yakışıklı kocası beni neden aramış acaba?" "Sesini duymak istedim." "Başka?" Tamam, her seferinde illa bir şey olduğu için beni aramıyordu ama bu kez başka bir şey daha olduğunu hissediyordum. Onun beni tanıdığı kadar ben de onu tanıyordum. "Başka ne var bakalım, dökül." "Doğan aradı." Günümün tüm güzelliği bir isimle vasat hâle gelmişti. Gözlerimi devirdim sıkıntıyla ama etkilenmemeye, önemsememeye çalıştım. Yine bizi bir yerlere çağırıyor olmalıydı. Kendisi yetmiyormuş gibi bir de şımarık kızıyla uğraşmak zorunda olduğumuz için canım iki kat daha fazla sıkılıyordu. "Evet, ne istiyor yine?" "Yarın akşam bizi yemeğe davet etti. Birlikte iş yaptığı biri de eşiyle katılacakmış. Beni iş yaptığı adamla tanıştıracakmış. Bana sorarsan seni yeniden görebilmek için bahane ama..." "Tamam." "Gidiyor muyuz?" "O adamın benim için bir şey ifade etmediğini biliyorsun. Ama iş yemeği madem... Gideriz." "Sıkılırsan gitmeyebiliriz. Sana bağlı." "Yok canım, o kadar da tahammül edebilirim." Benim için her şeyi yapan, bir dediğimi iki etmeyen adam için böyle basit bir iş yemeğine katlanabilirdim sanırım. Her ne kadar son günlerde Kozanoğlu ailesiyle çok içli dışlı olduğumuz için midem bulansa da... Sadece merak ettiğim için "Yaza merhaba partisine çağırdın mı?" diye sordum. "Kimi? Doğan Bey'i mi?" "Yok manav Şükrü amcayı. Biz şuan kimden bahsediyoruz Valentino?" Güldü adam. "Bilmiyorum, çağırmadım. Aslında ayıp olur diye çağırmak istedim ama Beyza da gelir diye senin davetli listene karışmak istemedim." Dudak büktüm şaşkınlıkla. "Vay canına, sen de Türklerin misafirperverliğine ayıp olurlarına falan alışmışsın." "Karım Türk olunca... Alıştım." Güldüm telefonu kapatırken. Bugün yataktan kalktığımdan beri kendimi biraz yorgun hissediyordum. Çok da güzel uyumuştum oysaki. Doğan'ı arasam mı diye düşünürken kliniğe varmıştık bile. Kliniğe geldiğimde sert bir kahve içtim üzerimdeki yorgunluğu atmak için. Sıradaki danışanım Sezin Hanım gelmişti. Birkaç seansı ertelediğinde anlamıştım aslında ama karşımda oturduğunda kilo kaybı daha fark edilirdi. Gözlerimin önünde eriyordu kadın. Üzüldüm. Ancak belli etmedim. "Hoş geldiniz Sezin Hanım, sizi gördüğüme çok sevindim." Başını önüne eğerek "Özür dilerim." diyerek iç geçirdi kadın daha ben bir şey sormadan. Anlayamadım. "Niçin?" "Haftalardır yataktan çıkamadığım için size de gelemedim. Kaç seferdir erteledim. Beklemişsinizdir." "Önemli değil. Şuan buradasınız ya." Onun için endişelendiğimi hissettirmeden neler olup bittiğini öğrenmeye çalışıyordum. "Nasılsınız? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" Omuz silkti. "Kendimi hissetmiyorum bile artık. O günden sonra... Aldatıldığıma emin olduktan sonra hayatımda her şey değişti. Başka birine tercih edilmek beni yıktı." Kaşları çatıldı kadının. "Ama kısa süre önce garip bir şey oldu. Kocam eve döndü. Eskiden varlığıyla yokluğu bir olan adam aniden etrafımda pervane olmaya başladı. Bu kez ben onu yok sayar oldum." "Bu size ne hissettirdi?" "Eski Sezin olsaydı iyi hissettirirdi. Ne olduysa oldu, kocan eve döndü, ailen bir arada derdim kendi kendime. Sevinirdim. Ama şimdi... Hiçbir şey hissetmiyorum." Acı acı güldü. "Bir gün onunla böyle olacağımızı hiç düşünmezdim." "Anlıyorum... Peki, bir karar verdiniz mi bu konuyla ilgili?" Ben evliliğe devam etmeyi mi yoksa boşanmayı mı seçtiğini merak ederken bambaşka bir cevap vererek sanki bir bomba patlattı Sezin Hanım. "Ben o kadının kim olduğunu buldum." Anladığıma emin olmalıydım. "Eşinizle ilişkisi olan kadını mı?" Onaylayarak salladı başını. "Artık kim olduğunu biliyorum. Beni kiminle aldattığını... Her şeyi." Bir aydınlanma gelmiş gibiydi. Çökmüş hâlinin aksine rahatlamış görünüyordu. "Tahmin ettiğim gibi daha genç, daha güzel bir kadın. Dahası, sosyeteden, çok önemli bir kadın." Aramızda garip bir sessizlik oluştu. Onu dinlemek için sessiz kaldığım bu konuşmada Sezin Hanım da sessizliğe gömülmüştü. Dolayısıyla ne hissettiğini, nasıl bir yol izleyeceğini öğrenmek istedim. "Peki, ne yapmayı düşünüyorsunuz?" "İlk öğrendiğimde onları rezil etmek geçti içimden. Cümle âlem duysun istedim rezilliklerini. Ama sonra... Bunun benim içimi soğutmayacağına karar verdim." Bana bakıp gülümsedi. "Sizin sayenizde artık daha mantıklı düşünebiliyorum. Şimdilik kimseye bir şey söylemeyeceğim. Sessiz kalmayı planlıyorum." Başımı salladım. Anlamıştım sanırım. Sezin Hanım'ın bu olgun tepkisine şaşırdığım gibi bunun benim sayemde olduğunu söylemesine de şaşırmıştım. Hatta sanırım ikincisine daha çok şaşırmıştım. Allah korusun, Valentino beni aldatsa camı çerçeveyi indirir, o evi onun başına yıkardım. Tamam, bunun bana herhangi bir faydası olmayacağının farkındaydım ama o kontrolsüz öfkeyle ne yapacağımı kendim bile bilmezken karşımdaki kadın örnek alınası soğukkanlılığının benim sayemde olduğunu söylüyordu. Beni şaşırtan kısmı da buydu. Eğer sürekli yüz yüze geldiği bir kadınsa Sezin Hanım için bu süreç çok zorlu olacaktı. Bu yüzden "Peki bu kişi... Yakınınızda biri mi? Yani arkadaşınız, yakınınız falan mı?" diye sordum. "Arkadaşım sayılmaz. Ama yakın çevremizden. İş dünyasından biri." "Anladım." "Ben tekrar size teşekkür etmek istiyorum, Lâl Hanım. Önceki konuşmalarımızdan sonra çok düşündüm. Eskiden... Yani sizinle konuşmaya başlamadan önce aldatılmanın gençlikle, güzellikle, kiloyla ya da ne bileyim bunun gibi bedensel şeylerle ilgisi olduğunu düşünürdüm. Kendimi çirkin bulurdum. Ama bir süredir sizinle konuştuklarımızı düşünüyorum ve eskisi gibi aldatılmanın benim suçum olduğunu düşünmüyorum." İnanan bir yüz ifadesiyle başını sallayarak ekledi. "Aldatılmak, karşımızdaki kişinin karakteriyle alakalı bir durum. Ve ben bunu kabullendim. Artık kişisel algılamıyorum. En kısa sürede kendimi toparlayacağım, iyileşeceğim. Onunla tanışmadan önceki kadın olacağım. Ben bunu hak ediyorum." Söylediklerini o kadar haklı buldum, Sezin Hanım'la o kadar gurur duydum ki gözlerim parladı. "Sezin Hanım, böyle düşünmenize çok mutlu oldum. Yeniden kendinizi sevdiğinizi, kendinize değer verdiğinizi görmek çok güzel." "Sayenizde." Sezin Hanım gittikten kısa bir süre sonra kendimi pek iyi hissetmediğime karar verdim. Kahve işe yaramadığı gibi biraz başım da dönüyordu. Günlerdir yoğun olmama bağlıyordum durumu. Dava süreci, Kerem'in sınavı, diğer olan şeyler derken güçten düşmüş olmalıydım. Geç çıkma fikrini gözden geçirmek zorunda kaldım. Önce yüzümü yıkayıp kendime gelmeye çalıştım. Ancak Şebboy gelip sonraki danışanın da randevuyu iptal ettiğini söyleyince burada kalmanın bir anlamı olmadığını düşünüp eve geçtim. Eve geldiğimde Valentino hâlâ gelmemişti. Bugün toplantılarının biraz uzun süreceğini söylemişti zaten. Gecikmemeye çalışacağını, partiye mutlaka yetişeceğini de eklemişti. Ben de davet saatine daha çok olduğunu görünce odama çıkıp soyundum. Yatağa uzanıp biraz dinlenmeye karar verdim. İçim geçmiş. Alnımda bir el hissedip gözlerimi araladığımda ne kadar uyuduğumu bilmiyordum. Hava hâlâ aydınlıktı. Valentino gelmişti. Yüzüme merakla ve biraz da endişeyle bakıyordu. "Ah, geldin mi?" Usulca yatakta doğruldum ve yanağına bir öpücük kondurdum. "Sen gündüz gündüz pek uyumazdın. Hasta mısın?" Omuz silktim. "Sadece biraz yorgunum. Mevsim geçişlerindeki kırıklıklar." Saate baktığımda davet saatinin yaklaştığını gördüm. "Hemen kalkıp hazırlanmalıyım. Misafirler gelmeye başlar şimdi." "İstersen erteleyebiliriz. Hasta hissediyorsan..." "Katiyyen olmaz. Ne o öyle misafirleri kapıdan kovar gibi. Herkese haber verilmiş." Yataktan kalkarken "Hem bir duş alıp giyinirsem hiçbir şeyim kalmaz benim." diyerek ekledim. Banyoya girmeden önce aklıma yeni gelen bir düşünceyle arkamda dikilen adama döndüm. Sağ elim yanağında gezinirken yapıcı bir biçimde yüzüne bakıyordum. "Valentino, bak Niko sevgilisiyle gelecek. Erken gelirlerse ters karşılama sakın olur mu? Bak yanında kız arkadaşı var, mahcup etme. Gönlünü kırma. Misafirperver davran tamam mı?" Her ne kadar isteksizliği tüm hücrelerinden akıyor olsa da sesli bir soluk verirken "Peki, karıma âşık olduğunu yüzüme yüzüme söyleyen adama misafirperver davranmak için elimden geleni yaparım." yanıtını verdi. Sesi alaycı çıkmıştı. "Valentino." "O bana ters bir hareket yapmazsa ben de yapmam." Bu cevap benim için yeterliydi. Hevesle "Anlaştık." dedim ve ona uzaktan bir öpücük yollayıp banyoya girdim. Çıktığımda her şey hazırdı. Valentino bahçede kurulmuş kokteyl masalarından birinde etrafı seyrediyordu. Benim bahçeye çıktığımı görünce bana doğru döndü. "Nasıl oldun?" "İyiyim canım, yoktu zaten bir şeyim." Elini belime saran adamın göğsüne yasladım başımı. "Sen ne yaptın bugün, çok yoruldun mu?" Omuz silkti. "Her zamanki şeyler." Çenesini başıma dayadı. "Sen yanımda olmadığın için sıkıldım." "Ben de." Başım göğsündeyken "Hastanedeki varlığına alışmışım." diye mırıldandım. "Çiftlerin hem evde hem işte birbirilerini görmeleri aşkı öldürüyor söylemleri yalan bence." Tam olarak heyecanı kaybetmekle ilgili şeylerden emin olmadığım için düşünceli bir biçimde gözlerimi devirerek ekledim. "Ama tabii sürekli dip dibe olup heyecanı da kaybetmeyelim." "Sana olan heyecanımı nasıl kaybedebilirim ki?" Dudaklarını saçlarıma gömen adamın bu iş bitirici sözleriyle mest olmamak elde değildi. Evet, daha çok benim işimi bitirici olduğu kesindi. Misafirler yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. Önce bizimkiler geldi. Ahmet kanepelere saldırırken Giray ve Türkü yine birbirileriyle zıt görüşte olacak konu bulmuş gibi görünüyordu. Evin ve Wendy kaybedenler kulübü gibi bir köşede otururken yanlarına gittim. Evin'e şampanya verirken Wendy'ye alkolsüz meyve suyu uzattım. Bir şey sorup dertlerini kurcalamak istemediğim için diğer insanlar gelene kadar yanlarında sessizce oturdum. Evin pek bahsetmiyordu ama hâlâ o Habeş maymunu eski sevgilisi Mehmet'i unutamamıştı galiba. Oysa hastanede Doktor Behçet'le flörtleşirken aralarındaki uyum umut vaat ediciydi. Wendy'nin durumu ise malûmdu. Luigi'yle yok yere ettikleri kavga haddinden fazla uzamıştı ama çok ilişmiyordum. Hamilelik hormonları sonuçta. Wendy'nin durduk yere beni de sinirden ikiye ayırmasını göze alamazdım. Nasılsa hâlâ bizde kalıyordu ve biraz sakinleştiğinde onu bir şekilde ikna etmeyi başarabilirdim. Günün ilerleyen saatlerinde davetliler akın ederken Nikolai'nin de yanında bir kızla geldiğini gördüm. Kendisinin aksine son derece minyon, küllü koyu kumral saçlı ve kahverengi gözlü sevimli bir kızla gelivermişti. Kızın doğal bir güzelliği vardı. Hani şu makyaja ihtiyacı olmayan doğal yüzlerdendi. Önce Nikolai'ye elimi uzattım. "Hoş geldiniz. Bir an beni ekeceksin diye çok korktum, Miloradov." "Ben bir söz verdiysem tutarım." Tebessüm ederek "Her zamanki gibi çok güzelsin." dedi. "Teşekkür ederim." Başımı sallayarak memnuniyetle gülümsedim ve bakışlarım Niko'nun yanındaki kız arkadaşına gitti. Sabırsızlıkla bizi tanıştırmasını bekliyordum ama adamın bunu anlaması birkaç saniye sürdü. "Ah, tanıştırayım, kız arkadaşım Ilya." Çok tatlı bir kızdı doğrusu. Elini uzatırken bile çekinmişti. Kocaman bir gülümsemeyle karşıladım onu. Rusça "Hoş geldin Ilya, iyi ki geldin. Tanıştığımıza çok mutlu oldum." dedim. Sanırım onu Hydra'da görmüştüm. Kavga gecesinde bize servis yapan kızdı. Tam da emin olmamakla birlikte benziyordu. O ise benim aksime Türkçe, cılız bir sesle "Hoş buldum." dedi belli belirsiz. Bunu söylerken bile onay almak ister gibi Niko'ya bakıyordu. Görür görmez içim ısınmıştı kıza. Pek de utangaç birine benziyordu. Tatlı bir sürpriz, Türkçe biliyordu. Şansa bak. Gerçi Türkçe bilmese de anlaşabilirdik, benim biraz Rusça'm vardı. Ancak yine de Türkçe bilmesi beni mutlu etmişti. Hani sanki gurbette bir hemşehrine rastlamak gibi bir his. Sanırım Ilya'nın annesi Türk'müş ama küçük yaşta annesini kaybettiği için ve uzun süre babasıyla Rusya'da yaşadığı için konuşması biraz bozuktu. Yine de Türkçe anlaması ve konuşması harikaydı çünkü eğer göründüğü kadar tatlı bir kızsa burada onu yalnız bırakmazdık, aramıza, arkadaş ortamımıza alırdık. Onun o utangaç, mahcup hâlleri içimi acıtmıştı, kendini yabancı hissetmesini hiç istemedim çünkü çocuk gibi bir şeydi. Kaç yaşında olduğunu bilmiyordum ama dışarıdan baktığımda yirmili yaşlardan fazla olduğunu düşünmezdim. Bu yüzden davet boyunca en çok onunla ilgilendim. Neredeyse Nikolai'yi dışlayacak kadar iyi anlaşınca Ilya'yı diğer arkadaşlarla da tanıştırdım. Her zamanki gibi utangaç görünse de onu biraz olsun ortama sokmaya çalışıyordum. Zorlamadan tabii. Kendini rahat hissetmesini istiyordum sadece. Ben Ilya'yı bizimkilerle kaynaştırmaya çalışırken yakınımızda Valentino'nun isteksizce Nikolai'nin yanına gelip zoraki elini uzattığını ve ağzının içinden "Hoş geldin." dediğini görebiliyordum. Aralarındaki buzların eriyor olmasına sevindim. Yani... En azından artık yumruklaşmıyorlardı. Bu da bir gelişmeydi değil mi? Ilya'yla birlikte Valentino ve Nikolai'nin yanına gittiğimizde sohbet sohbeti açtı. Valentino dedektif gibi bu ilişkinin detaylarını sorgulamaya başladı. "Ne zaman tanıştınız?" diye sordu kıza. Önce Niko'ya bakan kız sanki ondan çekinir gibiydi. "D-Daha yeni." deyiverdi öyle. Niko da başıyla onayladı. Dedim ya, pek de narin bir kızdı. Ama ben onu açardım. Biraz benimle takılsın, masaya yumruğunu vurduğu gibi bir soğanı kırdırırdım ona. Erkeklere böyle narin kadın olmaya gelmezdi. Yoksa vur ensesini al lokmasını kıvamına getirirlerdi. Bu kızı harcatmazdım ben kimselere. Nedense ona bakınca içimde garip bir şefkat yeşermişti. Nikolai de sanki bok varmış gibi kıza Taşfırın Haluk pozları kesiyordu. Sanki bilmiyorduk gerçek hâlini. Hayır, kıza hava olsun diye mi yoksa buraya gelmeden aralarında bir gerginlik mi olmuştu bilmiyordum ama garip bir gerilim vardı aralarında. Bu da yetmezmiş gibi Valentino bu ikisinin arasındaki ilişkinin zabıtası oluvermişti bir anda. "Ne kadar yeni?" diye sordukça sormaya devam etti. "Nerede tanıştınız?" sorusunu yöneltti sonra. Sorularının ardı arkası bitmek Ilya soğukkanlı kalmaya çalışarak "Hydra'da." dedi dürüstçe. "Ben orada çalışıyorum." Bu sorgulama faslının Ilya'yı daha da gerdiğini görünce rahatsız oldum. Valent'in koluna sarılarak kibarca "Nerede tanıştıysalar tanıştılar canım, bize ne?" diyerek konuyu kapattım. "Hadi bir şeyler içelim. Ilya, sen şampanya mı içersin yoksa alkolsüz bir şeyler mi tercih edersin?" "Şampanya olur." Nikolai müdahale eder gibi araya girdi. "Sen bence alkolsüz şeyler iç." dedi Ilya'ya. Yüzünde kontrolcü bir ifade vardı ve sanki yanında çocuk getirmiş gibi sürekli kızın bir şeylerine karışıyordu. Hayır, ikili ilişkilere çok karışmayı sevmem ama karşımda hemcinsime bu şekilde davranılınca bende şarteller atıyordu bazen. "Aaa ne oluyoruz canım? Kız reşit, istediğini seçmekte ve içmekte özgür." Onay alır gibi kıza döndüm. "Reşitsin, değil mi?" "Evet." Kızın ağzı var dili yoktu. Hani ilişkilerde hep bir taraf daha baskın olur ya, sanırım bu ilişkide Nikolai baskın karakterdi. İçkilerinin ikramıyla ilgilendim ve onları kendi hâllerine bırakıp Valentino'yla misafirleri dolaştıktan sonra bir kokteyl masasında yine baş başa kalmıştık. Karşılıklı şampanyalarımızı yudumlarken Valent'in gözleri bendeydi. "Bugün çok güzelsin." "Ha diğer günler değilim yani." Başını öne eğerek gülerken "Benim tanıdığım Lâl de söylediğim bir şeyi ancak bu kadar ters algılayabilirdi." dediğinde beni de bir gülme almıştı. Davetlilerin içkilerini kontrol etmesi için Nina'yı aradım ama bulamadım. Sanırım mutfakta işler karışmıştı. "Ben bir mutfağa bakıp geliyorum." dedim ve onaylayarak başını sallayan adamı yalnız bırakıp içeri girdim. İçeride, merdivenlerin başında Nikolai Ilya'ya sesini yükseltmişti. Konu neydi bilmiyordum ama Ilya'nın gözleri dolmuştu. Araya girmek istedim. Ne oluyor kardeşim, ne bu tantana falan demek istedim ama sevgililerin arasına girmek istemedim. Benim müdahale etmeme gerek kalmadan Ilya hıçkıra hıçkıra ağlayarak koridorda tuvalete koştu. Niko'yu yalnız yakalayınca kendimi tutamadım ve yanına gittim. "Ne oluyor Nikolai?" "Bir şey yok. Küçük bir anlaşmazlık yaşadık." "Ilya ağlıyordu." "Önemli bir şey değil." "Önemli bir şey değilse kızı neden ağlatıyorsun Nikolai?" Bir şey söyleyecek gibi durdu ama söylemedi. Dudaklarını sertçe birbirine bastırdıktan sonra hışımla bahçeye çıktı. Benimse aklım Ilya'da kalmıştı. Nina'yı mutfaktan elinde şampanya kadehleriyle dolu tepsiyle çıkarken görünce servislerle ilgili bir sorun olmadığına emin oldum. Zaten Nina'nın arkasından iki yardımcı daha yardıma gidiyordu. Koridorda ilerledim ve tuvaletin önünde durdum. Rahatsız etmemek için kapıyı çalmadım ama Ilya da çok kalmadı zaten. Çıkar çıkmaz aniden karşısında beni görünce korktu kız. "Ay, çok özür dilerim. Korkuttum mu?" "Yok, bir anda görünce ben..." Koluna dokundum arkadaşça. "İyi misin?" Yalnızca başını salladı kız. "Ya, tartıştığınızı gördüm. Önemli bir şey yok değil mi?" "Yok, hayır, benim hatamdı." Başı öne eğik kız mahzundu. "Onu kızdırdım." Kız böyle miniminnoş davrandıkça Nikolai'ye daha da kuruluyordum. Yani böyle bir kızla ne alıp veremediğin olabilirdi ki? Şimdi elimde kalacaktı elin Rus Miloradov'u. Ilya bu konuyu çok konuşmak istiyor gibi görünmediği için uzatmadım. Havadan sudan konuşarak kızı neşelendirmeye çalıştım. Güldü etti bir şekilde. Tatlıya bağladık. "Ben seni tanıdığıma çok memnun oldum Ilya, lütfen bak bundan sonra daha sık görüşelim olur mu?" "Ben de isterim. Tabii Nikolai-" "Ona ne oluyormuş ki?" diye parladım aniden. "Bir sorunu varsa gelsin benimle konuşsun bakalım sıkıyorsa! Arkadaşınla görüşürken de ona soracak hâlin yok." Kulağına eğildim sanki Fatih Terim misali önemli bir taktik verircesine. "Bak bu erkeklere öyle çok yüz vermeyeceksin. Öyle her şeylere de karışmayacaklar. Karıştırtma! Baştan ipleri bu kadar eline verirsen ohooo... Sonrasında başa çıkamazsın. Ben kendi kararlarımı verebilirim falan diyeceksin. Yeri geldiğinde resti çekeceksin!" Sonra biraz fazla yükseldiğimi fark edince yüzüme ponçik bir gülümseme kondurdum. "Tabii, tatlı tatlı yapacaksın bunu. Çok da benim gibi dan dun yapma. Beni tanıdın artık. Benim dilimin ayarı çok yoktur. İlişki tavsiyesi verecek de son insanım aslında ama ezdirmeyeceksin kendini, ana tema bu." Acaba yeri geldiğinde odunu kafasında kırmasını da bileceksin dersem çok abartı olur muydu? Neyse, şimdi yeni tanışmıştık kızla. İlk günden bu kadar korkutmaya gerek yoktu. Ben zamanla ona bu işlerin raconunu öğretirdim. Nasıl kafada vazo kırılır, nasıl araba parçalanır, nasıl ev basılır, hepsini, değil mi Lâl? Birden kirli geçmişim zihnimde bir film şeridi gibi geçip gitmişti. Nikolai ve Ilya araları limoni bir şekilde erkenden davetten ayrıldığında biz Valent'le kokteyl masasında yine baş başaydık. Valent'in gözü sanki odunu tutar gibi kaba bir biçimde Ilya'nın elini tutarak giden Nikolai'deydi. Bense adamın ağzını aramak ister gibi "Eee, Ilya hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordum sıradan bir ifadeyle. "Kız sessiz, naif birine benziyor ama..." "Ama?" Başını iki yana salladı Valentino. "Ben inanmadım. Aralarındaki ilişki bana çok gerçekçi gelmedi." "Ha duygusu geçmedi diyorsun yani." Duraksadım ve alaycı sesimi düzeltip sorguladım. "Ya Valentino, tiyatro mu izliyorsun film mi yorumluyorsun? Ne demek gerçekçi gelmedi? Bildiğin gerçek sevgili bunlar. Hem içeride kavga ederlerken bile gördüm." İşaret parmağımı kaldırarak ekledim. "Hem sen de çok iyi bilirsin ki bir ilişkiyi gerçek ilişki yapan kavgasıdır. Ateşli kavgalar yoksa ilişki de yoktur." Kaşlarını kaldırarak beni dinleyen adam sözlerim bittiğinde başını yana yatırdı. "Orası öyle. Ben en çok seninle yaptığımız kavgalardan zevk alıyorum." Hemen düzeltti. "En çok zevk aldığım ikinci şey, demek istedim." Dudaklarım kıvrılı bir biçimde adamın imalı bakışlarına karşılık kaşlarımı kaldırarak sordum. "Birincisi neymiş ki?" Sanki cevabı bilmiyormuşum gibi. Yüz ifadesi esrarengiz bir hâl alan adamın yanıtı gecikmedi. "Gece odamıza çıktığımızda gösteririm." "Terbiyesiz." "Ben bir şey söylemedim. Parçaları kafanda birleştiren sensin." Güldüm. Ayartıcı konuşmalarına kılıf uyduran bu hazırcevap adamın kıvrak zekâsına yenilmek benim en zevk aldığım tuzaklardan biriydi. Misafirleri uğurladıktan sonra Wendy erkenden odasına çekildi. Davet boyunca peşinde dolanan Luigi'ye yüz vermediği için mağrur kadın özgüveni vardı üzerinde. Biz kocamla kalmıştık yine baş başa. Mutfakta kendime bir yeşilçay yaparken Valentino da kalçasını tezgâha dayamış beni izliyordu. Anlamlı bakışlarına soru dolu gözlerle karşılık verdim. "Ne? Ne bakıyorsun öyle?" Yanıt yok. Yine o iç gıcıklayıcı bakış. "Neyi bekliyorsun? Odaya geçsene." "Seninle geçmeyi bekliyorum." Karizmatik bir edayla çenesini kaşırken etrafına bakındı. "Sana bir şey gösterme sözüm vardı hatırlarsan." Güldüm. "Ya Valentino, saçmalama. Bütün gün partide yorulmadın mı?" "Hayır, bunun için hiçbir zaman yorgun olmayacağımı biliyorsun." Parmaklarını tüy hafifliğinde kolumda gezdirirken beni yeterince yoldan çıkarmıyormuş gibi kulağıma üflercesine konuştu. "Ayrıca seni çok özledim." "Gören de senelerdir birbirimize hasretiz sanacak." Dudakları çeneme bu kadar yakınken kulağıma mırıldanmaya devam etti. "Hem... Bebek yapma çalışmalarına hız kesmeden devam etmemiz gerektiğini sen söylemiyor muydun? En son yanlış hatırlamıyorsam altı tane çocuk falan diyordun." "Of Valentino, o şakaydı!" "Ben şakalardan hoşlanmam, ciddi insanımdır. Beni tanıyorsun." Bana iyice yaklaşan adamdan kaçacak yerim yoktu. Burun burunayken nefesimi tutmuş onun dudaklarına iştahla bakıyordum. Benden sanki böyle bir işaret bekleyen adam belimden kucakladığı gibi hızla tezgâha oturttu beni. Endişeyle mutfak kapısına baktım. "Valentino, burada olmaz." diye fısıldadım uyarırcasına. Boynumu öpmeye başlayan adam mırıldandı. "Benim için zaman ve mekân fark etmez." "Onu anladık zaten ahlâksız adam!" Sağ elim saçlarında gezinirken ve taze, ferah kokusu burnuma dolarken ona hayır demek öylesine zordu ki... İç geçirdim. Dudaklarım dudaklarına karşılık verir gibi olurken içeri konuşa konuşa Wendy girdi. Yüzünde sıradan bir ifade vardı. "Sevişmenizi böldüğüm için özür dilerim ama ağzımın içi çorak bir tarla gibi kupkuru ve maalesef susuzluğa dayanamayacak kadar hamileyim." Elindeki boş sürahi ve su bardağıyla musluğa doğru yürüyordu. "Su alıp gideceğim, size bakmıyorum. Siz ben yokmuşum gibi devam edin." Tabii ki öyle bir şey yapamayız, Wendy. Gözlerim büyümüş bir biçimde umursamaz arkadaşıma bakarken Valent'den uzaklaşmıştım. Adamsa sadece donup kalmış durumdaydı. Wendy gider gitmez kaldığı pozisyondan devam edecek gibiydi ben geri çekilmesem. Ahlâk sükût etmiş. Herkeste. Ben de dâhil galiba bilmiyorum şuan. Wendy gittikten sonra yeniden yaklaşmaya çalışan adamı geri ittim. "Sakın. Aklından bile geçirme. Tek bir kişiye daha yakalanacak gücüm kalmadı. İnan bana kalmadı." Bunları söylerken atik bir hareketle tezgâhtan iniyordum. Merdivenleri çıkarken esnedim. "Ayrıca çok uykum var ve uyumam gerekiyor." Benden hayır kelimesi duymaya alışık olmayan adam, az önce Wendy işini bozmasaydı gayet de onunla sevişeceğimi biliyor olmasına dayanarak arkamdan geldi ve beni kâğıt bir bebek gibi tek eliyle kucaklayıp merdivenleri çıkmaya başladı. Beni sırtına atarken bağırmaya utandığım için sessizce cırlıyordum. "Ne yapıyorsun be adam, bıraksana beni! Ahlâksız adam!" "Seni kaçırıyorum." "Ben senin karınım zaten ulan, nereye kaçırıyorsun?" "Günlerdir baş başa kalamadığım karımı yatak odamıza kaçırıyorum." "Duyan da günlerce şey yapmadık sanır. Tövbe tövbe!" İyice kulağına eğilip "Daha dün gece beraber değil miydik Valentino, çıldırtma beni!" diye fısıldadım. "Kudurdun mu?" Omuz silkti adam. "Benim için her gün yeni bir başlangıç. Önceki günü unutuyorum." Onun kucağında merdivenlerden çıkarken gülmekten resmen katılmıştım. Aslında düşünüyordum da ben onunla mutsuzluğa da vardım. Ancak bu adam benim mutsuzluğuma izin vermiyordu. Eskisinden daha çok bağlıydık birbirimize. Aramızdaki bağlar günden güne güçleniyordu. Ve bu beni tarifsiz mutlu ediyordu. Sonraki akşam Doğan Kozanoğlu'nun daveti olan yemeğe hazırlanırken aynanın önünde ceketinin yakalarını düzelten adam yeni aklına gelmiş gibi bana döndü. "Sadece meraktan soruyorum, dünkü partiye Doğan'ı davet etmiş miydin?" "Davet ettim." Valent'le konuşmamızdan sonra isteksiz de olsa arayıp davet etmiştim, bu doğru. Omuz silktim. "Ama gelmedi. Çok da umurumda değil açıkçası." Kısa bir an aynaya döndükten sonra durdu ve düşündü adam. Bana döndü. "Emin değilim, Lâl ama Beyza yüzünden gelmemiş olabilir." Kaşlarım çatıldı. "Nasıl yani?" "Belki de onun bana olan davranışlarından anlamış olabilir. Ya da sadece ben öyle bir sezgiye kapıldım, bilemiyorum." Valent'in aynanın önündeki işi bittiğinde ben aynalı masamdakinden daha büyük diye taktığım küpelerime aynadan baktım. Yakışmıştı. Aynı anda Valent'in söylediklerini kafamda ölçüp tartıyordum. "Beyza o kadar pervasız bir kız demek ki. Babasının yanında bile sana yardırmaktan çekinmiyor." "Bilmiyorum, hissetmiş olabileceğini düşündüm sadece. Doğan'ın geldiği her yere bir bahaneyle Beyza da geldiği için adam gelmemeyi tercih etmiş olabilir." Omuz silktim yeniden. "Açıkçası ikisinin de varlığı benim için bir şey ifade etmiyor. Ayıp olmasın diye çağırmıştım zaten." Valent'in dönüp de Beyza'ya bakmayacağını biliyordum. Bu rahatlığım ondan kaynaklanıyordu. Ancak Valent'in bu durumdan biraz umduğunu bulamadığının da farkındaydım. O gide gele Doğan'a karşı yumuşayacağımı düşünüyordu ama çok beklerdi. 29 yılın acısı öyle iki gidip gelmeyle iyileşmezdi. Doğan Kozanoğlu benden bir hayat çalmıştı. En az Başkan kadar suçluydu benim nezdimde. Evet, bana işkence etmemişti belki. Başkan gibi beni Vural gibi bir adama peşkeş çekmeye de çalışmamıştı. Ancak bu yaşa kadar hayatımda olan biten çoğu şeyin sorumlusu onlardı. O ve günahı birlikte işlediği ortağı. Onlar yüzünden Başkan'la olan hayata hapsolmuştum. Bu yüzden onları affedemezdim. Valent ailemle barışmamı, kocaman bir ailem olmasını çok isterdi. En azından babamla barışmamı. Umay Kutlu girmemek üzere çıkmıştı hayatımdan çünkü. Valent kısa bir an da olsa tanıştığı kadından memnun olmamış olacak ki bir daha o kadının adını bile anmamıştı. Ancak Doğan'la öyle değildi. Valent'in Doğan'a karşı umutları vardı. Adam benimle kaybolan yıllarını telafi etmeye çalışıyordu. Sanki telafi edebilecekmiş gibi. Bu sebeptendir ki Valent ona karşı daha ılımlı, daha yapıcıydı. Ceketimi giydiğimde Valentino çoktan hazırdı. Sağ kolunu sarılmam için araladığında "Çıkalım mı?" diye sordu. Onu daha fazla bekletmemek için başımı salladım ve kolunun altına girdim. Elimi gövdesine sardım ve aşağı indik. Yolda bir daha Doğan'la ilgili bir soru sormadı, ben de konuşmadım. Zaten konuşulacak pek de bir şey kalmamıştı. Benim anne, baba ya da aileye dair bir umudum kalmamıştı. Yıllar yılı beklemiştim. Özellikle küçükken çok beklemiştim belki gelirler beni geri alırlar diye. Ama olmamıştı. Şimdi kocaman insan olmuş, kendim aile kuracak yaşa gelmiştim. Artık tek beklentim, Valent'le kuracağımız aile üzerineydi. Tüm hayallerimi o yönde kurmuştum. Doğan Kozanoğlu'nun evine geldiğimizde yine mükellef bir sofra hazırlanmıştı. Yine sofranın başında Doğan, hemen baş köşenin yanındaki yerlerde Beyza ve Şebnem kurulmuştu. Şer ittifakı. Hepsine karşı Valentino ve ben kenetlenmiş bir biçimde girmiştik içeri. Her zamanki gibi. Doğan beni gördüğüne çok memnun bir gülümsemeyle "Hoş geldin kızım." dedi. Özlem dolu bir kızım kelimesiydi ama beni pek etkilediği söylenemezdi. Diğerlerine de yapacağım gibi başımla selamladım sadece. Biz oturduktan kısa bir süre sonra yeniden zil çaldı ve Valent'in bahsettiği iş ortağı eşiyle gelmişti. Salona girdiklerinde küçük çaplı bir şaşkınlık yaşamıştım. Doğan iş arkadaşını takdim ederken "Tanıştırayım, Çukurova'daki işlerin bir kısmında birlikte çalıştığım iş ortağım, Sinan Akan. Ve eşi Sezin Hanım." demişti ancak ben zaten Sezin Hanım'ı tanıyordum. Sezin Hanım'sa çoktan aydınlanmış, şaşkın gözleriyle bana bakıyordu. "Lâl Hanım, nasılsınız? Sizi burada görmek ne büyük sürpriz!" "Ben de sizi gördüğüme sevindim, Sezin Hanım." Mesafeli ama sevinçli bir biçimde sarıldık. Birbirimizi gördüğümüze sevinmiştik. Kocası Sinan Bey'le mesafeli ve soğuk bir biçimde el sıkıştım. Bir psikolog olarak taraflı davranmamam gerekiyordu ama. Ama işte. Karşımda karısını aldatan bir kadın dururken yeterince politik olamıyordum sanırım. Sinan Bey Valent'le tanıştığına pek memnun olmuştu. Doğan ben belki rahatsız olurum diye tedirgin olsa da utana sıkıla kızı olarak takdim etmişti beni. Sezin Hanım aile hayatımla ilgili bir bilgisi olmadığı için şaşırmasa da Sinan Doğan'la yakından tanıştığı ve böyle bir bilgi onda olmadığı için şaşırmışa benziyordu. Bense Doğan'ın kızı olarak anılmaktan pek memnun sayılmazdım ama huysuzluk çıkarmadım. Hep birlikte yemeğe oturduğumuzda beyler kendi aralarında iş güç konuşmaya başlamıştı. Sıkıcı bir ortamdı. Şebnem ve Beyza'yla da konuşacak bir konum olmadığı için eğer Sezin Hanım gelmemiş olsaydı sıkıntıdan patlardım herhâlde. Sezin Hanım'la birlikte havadan sudan konuştuk. Biraz zaman geçti. Valent bana dönüp ilgiyle "Sıkıldın mı?" diye sorduğunda deli gibi sıkılmama rağmen başımı iki yana salladım. Sezin Hanım ağırbaşlı bir tebessümle "Eşinizle ilk defa tanışıyorum, gerçekten çok beyefendi bir adam." dediğinde memnuniyetle kabul ettim iltifatlarını. Beyza'nın sanki küfür yemiş gibi bize karşı memnuniyetsiz bakışlarınaysa pek anlam verememiştim. Bizim aramızdaki mesele belliydi ancak Sezin'le derdini çözememiştim. Sanırım masada gruplaşmamızdan çok memnun olmamıştı ama bunu ilk başlatan halasıyla kendisiydi. Kendileri beni düşman edinmişlerdi. E bana da hava hoştu doğrusu. Yemekten sonra elimi yıkamak için izin isteyip lavaboya gittiğimde ise bu gerginliğin sebebiyle bir tokat gibi karşılaşmıştım. Böyle karşılaşmayı ummasam da kuşkuya yer olmayacak şekilde anlamıştım. Lavabodan çıkıp koridorda yürürken koridorun başında Beyza ve Sinan'ı hararetli bir konuşma arasında bulmuştum. Bu yüzden koridorda ilerlemek yerine geri adım atıp konuşulanları dinlemeyi tercih ettim. Tartışmayı bölmedim. Beyza "Bitti diyorum, neyi anlamıyorsun?" dediğinde şok olmuştum. Sezin Hanım'ın bahsettiği kadın. Metres dediği. Beyza mıydı? Bunu yapacağına inanmadığımdan değildi ancak içinde bulunduğumuz çevrenin bu kadar küçük olacağını düşünmemiştim sadece. Sinan denen adamsa sanki salonda güzeller güzeli karısı oturmuyormuş gibi yüzsüzce konuşabiliyordu. Kırmızı görmüş boğa misali burnundan solurken "O masadaki herif yüzünden mi?" diye gösterdi işaret parmağıyla. Beyza'nın bir şey söylemesine fırsat vermeden atıldı yeniden. "Hiç inkâr etme ona nasıl baktığını gördüm." "Öyleyse bile sana ne?" Kan beynine sıçrayan adam "O adam senin kardeşinin kocası ya! Kocası!" dedi. Yer müsait olsa bas bas bağırırdı ama içine içine bağırdığı için yüzü kıpkırmızı olmuştu öfkeden. "Beni bırakıp o adama mı... Nasıl ya?" "Sinan, seni ilgilendirmiyor bu. Anlasana, bitti artık. Bunlar senin meselelerin değil." Kollarını kavuşturmuş kadın karşısında çıldırmış adamın aksine gayet sakin bir biçimde karşılık veriyordu. "Senden hevesimi aldım, geçti." Beyza'nın yüzüne bakan adam ise başını iki yana sallayarak iğrenç bir ifadeyle "Sen ne ahlâksız kadınmışsın." dedi. Tamam, en ahlâklı sensin. Kabul edelim ki ikiniz de birbirinizden boksunuz. Alaycı bir gülüşle yanıt verdi Beyza. "Bana ahlâktan bahsedene bakın, karısını benimle aldatıyor." Belki de Beyza'ya katıldığım tek konu. Sinan öfkeyle çekip gittiğinde Beyza da fazla durmadan dikkat çekmemek için olsa gerek, salona döndü. Bense öğrendiklerimle salona dönerken şok olmuş durumdaydım. Koltukta Valent'in yanına otururken yan koltuktaki Sezin Hanım'la da çok yakındık. Kadın yüzüme bakıp "Lâl Hanım, iyi misiniz?" diye sordu. "Yüzünüz beyazlamış." Bense aşağı yukarı salladım başımı sanki kendimi de iyi olduğuma inandırmak ister gibi. Ama midem bulanmıştı. Gerçekten. Bu duyduklarım, gördüklerim. İğrençti. "İ-İyiyim, sadece... Bir bahane bulmama fırsat bırakmadan bana doğru eğildi ve "Ben her şeyin farkındayım, Lâl Hanım. Kendinizi yormayın." dedi Sezin Hanım. Demek o kadını buldum derken ciddiydi kadın. Yanlış hedef değildi, hedefi on ikiden vurmuştu kadın. Gerçekten Beyza olduğunu biliyordu, emindi ve yanılmamıştı da. Peki, sakin bir biçimde bana "Boşuna üzmeyin kendinizi." diyen kadın nasıl bu kadar sakin kalabiliyordu? Anlamak güçtü doğrusu. Kadın intikamı. Belki de tek sebep buydu. Sezin Hanım'ın aklında fikrinde bir kadın intikamı vardı. Bilemezdim. Bizim konumuzun dışındaydı ve belki de asla bilemeyecektim. Eve döndüğümüzde Valent bende bir gariplik olduğunu sezmişti. Ağzımı bıçak açmazken usulca soyundum pijamalarımı giymek için. Merakına yenilip "Senin neyin var?" diye ilgiyle soran adama o an ne diyeceğimi bilemedim. Ondan hiçbir şey saklamazdım ama sadece bu durumu nasıl özetleyeceğimi bilemedim. "Sezin Hanım benim danışanım, bahsetmiştim." Onaylayarak başını salladı. Danışanlarımla konuştuklarımızı kimseyle paylaşmadığım gibi Valent'le de paylaşmıyordum ama bu işin ucu maalesef Beyza'ya dokunuyordu. Üstelik Sezin Hanım'ın da bu olaylardan haberi vardı. Yine de pek etik olduğunu düşünmesem de söylemiş bulundum. "Sinan'la Beyza'nın ilişkisi varmış." Düzelttim. "Yani önceleri." Pek şaşırmadı Valent. Şaşırdığı tek noktaysa herkesin içindeyken bunları uluorta konuşabilmeleri oldu. Benim gibi. Tabii ben her ikisine de şaşırmıştım, o ayrı. Dedim ya, dünyanın bu kadar küçük olduğunu düşünmüyordum. "Adam utanmadan evli olmasına rağmen Beyza'ya hesap sorabiliyor, beni nasıl terk edersin falan diyor. Beyza da utanmadan sana olan ilgisini saklamıyor. Şok oldum. Elim ayağım titredi ya." Pijamalarımı giymiş aynanın önünde el kremimi sürerken gözlerimi kapadım. "Neyse ya, ikisi de birbirinden iğrençti. Midem bulandı. Gerçekten." Adam usulca bana yaklaşıp arkamdan kollarını boynuma sardığında üzerimdeki tüm gerginliği almıştı. Dudakları boynumda ve çenemde gezinirken kokumu içine çekti. "Anladığım kadarıyla benim masum karımın ahlâkını bozmuşlar." Gözlerimi devirerek güldüm. "Melek karım benim..." "Ya sinirim bozuldu, şok oldum." Durup düşündüm. "Ya benim kitabımda tek bir kişiye ait olmak, onunla bir ömür geçirmek, arkadaşlarına ihanet etmemek varken bu duyduklarımı kulaklarım kabulenemedi ne yapayım? Neye uğradığımı şaşırdım." Uyarır gibi ekledim. "Bak bunlar aramızda kalsın, seninle paylaşmam etik değildi." Durup durup olanlara anlam vermeye çalışıyordum. "İnanılmaz bir durum ya. Şok içinde kaldım." Yanağını yanağıma dayayan adam aynadaki yansımama baktı şefkatle. "Ah, mia bella... Dünyada neler var bir bilsen... Biriyle ne yazık ki bu gece tanışmışsın." Aslında itiraf etmeliyim ki ilk kez tanıştığım bir şey değildi bu. Başta Sevgi gibi insanların arkadaş ihanetleriyle, Batur gibi sevgili ihanetleriyle ilk kez karşılaşmıyordum. Ama asıl iğrenç olan ilişkilerin bu kadar girift hâline girmesiydi. O onun ortağının bilmem nesiyle, öteki onun kardeşinin şununun bununun birisiyle. Bu neydi ya? Anlamakta güçlük çekiyordum bazen. Başımı huzurla adamın yanağına yasladım. "Sadece seni istiyorum hayatımda. Bu iğrenç insanlarla mesafemizi koruyalım, lütfen." Gülümseyen dudakları benimkileri öperken "Memnuniyetle." diye mırıldandı. Beni kucaklayarak oturduğum yerden kaldıran adamın gözlerine bakarken ona yeniden âşık oluyordum. Erdemleriyle, duruşuyla, hayatta yaptığı bazı yanlış şeylere rağmen ısrarla yaptığı doğrulara, sadakatine, bakışına, gülüşüne, bebek gibi sevişine, her şeyine... Bazen yanlışlarına bile âşık eden bu adamı kaçırmaya hiç niyetim yoktu. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü Janset18 , gulreny , MinaBelek3 , DuyguMersinnn , milenyanrssnn , ssebahatbalci okurlarıma armağan ediyorum. 🩷 Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Peki, Ilya karakteri hakkında ne düşünüyorsunuz? Onunla ilgili duygu ve düşüncelerinizi de buraya yazabilirsiniz. Hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazmanın bence tam vakti, benden söylemesi. 🌿🙊👀 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |