Yeni Üyelik
47.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 45

@buzlarkralicesi

-45-

❝Lâl❞

Yorucu ve hareketli bir gecenin ardından sabah uyandığımda telefonumda yüzlerce mesaj vardı. Başta eski menajerim Haldun abi ve ropörtaj için yazanlar olmak üzere bir sürü insan. Muhtemelen davanın sonuçlanması yüzündendir dedim çünkü dava sürecinde de çok arayıp rahatsız eden olmuştu.

Usulca yatakta doğrulup internete girdiğimde dünkü olayların medyaya yansımasını merak ettim. Haberlerden birinde bizim büyük fotoğraflarımızın arasında çarpıcı bir başlık ve ardından yaşananları ifademde anlattığım tüm şeyler detaylarıyla yer alıyordu.

"YILLAR SONRA AÇILAN DAVA: ORTAYA ÇIKAN KORKUNÇ SIRLAR"

Başka bir sitede de benzer bir başlık.

"BASİT BİR AİLE DAVASIYLA YÜZLERCE İNSANIN GÖRDÜĞÜ İŞKENCELER BÖYLE AÇIĞA ÇIKTI!"

"ALTINDAN BUNLARIN ÇIKACAĞINI KİMSE DÜŞÜNMEMİŞTİ"

Birbirinden çok meraka sürükleyip kendini tıklatan başlıklar ve ardından olanı biteni döken haberler. Başkan'ın beni illegal olarak evlat edinmesi, kızının kimliğine sokması, Vural'ın istismarı, insanları kesip biçtikleri tesislere kadar her şey açığa çıkmıştı. Hatta yıllar önce Vural'la zoraki nişanlandığım fotoğraflar bile yeniden gündeme getirilmiş bakın burada ne kadar mutsuz olduğu belliymiş meğer gibi yüz analizleri yapılmaya başlanmıştı bile. İnsanların yıllar sonra ayıldığı kâbusları benim yıllarca yaşamam dışında bir sorun yoktu. Ama çok şükür artık hepsinden sağ çıkıp kurtulmuştum.

Sağ çıkmak derken, hemen altında bizimle hatta dünkü davayla ilgili şaşırtıcı bir habere daha rastlamıştım. Başkan'ın ve Vural'ın fotoğraflarının döşendiği haber okuduğum an beni şok etmişti.

"Dün uzun süredir gündemi meşgul eden iddiaların konuşulduğu dava sonuçlandı. Lâl Alsancak Riccardo'nun iddialarının büyük bir kısmı doğrulanmış, Şerif Günday, Vural Sezer ve Zuhal Günday işledikleri seri suçlardan ötürü hapis cezasına çarptırılmıştı.

Zuhal Günday'ın iyi hâlden ve davanın sonuçlanmasına yardımcı olduğundan dolayı daha az bir cezayla yargılanacağı konuşulurken diplomasını kaybetmesi üzerine artık hiçbir şartta doktorluk yapamayacağı da davanın sonucuyla kesinleşmişti.

Dün görülen davada en ağır cezaları alan Şerif Günday ve Vural Sezer ise halkın nefretini kazanmıştı. Adliye çıkışında götürülürken kimliği belirsiz kişilerin ateş açması sebebiyle vurularak hastaneye kaldırılamadan her ikisi de olay yerinde hayatını kaybetti.

Yetkililerin ve halkın gözü önünde bu kadar alelen öldürülmeleri akıllara ders verme amacı güden bir infaz olup olmadığını getirirken diğer yandan kaçırdıkları ve üzerlerinde türlü deneyler yaptıkları kurbanların yakınlarının nefretiyle öldürülmüş olabilecekleri de güçlü iddialar arasında."

Bu kez gerçekti. Başkan ve Vural. Aynı anda. Aynı çukura giren iki adam aynı anda ölmüştü. Herkesin gözü önünde. Bir anda hayatımdan çıkmışlardı. Bu öyle garip bir histi ki. Yıllardır sürekli savaştığım o iki şeytan da kendi cehennemlerine gömülmüştü.

Buna sevinmek beni cani yapar mıydı bilmiyordum ama açıkçası umurumda bile değildi. Çünkü onlar benim yıllarca cehennemi yaşamama sebep olmuşken bir de onlara üzülecek değildim. Hayatım yoluna giriyor, içimdeki umutları besleyen mutluluklar gitgide artıyordu. Tıpkı bir gün olacağına inanmaktan asla vazgeçmediğim gibi tüm hayallerim bir bir gerçekleşiyordu. En güzel hayalim ise sürpriz bir biçimde planlarımın dışında gerçekleşivermişti. Yani sanırım. Yakında öğrenecektim işin aslını. Sadece biraz daha beklemem gerekiyordu.

Yataktan kalkıp banyoya doğru yürüdüm. Telefonumu kurcalarken bugünün tarihine baktım. Fark ettiğim şeyle birlikte içim bir kez daha ısındı. Valent'in doğum günü yaklaşmıştı.

Heyecanlı bir tebessümle duşa girerken suyun altında ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Onun gibi birine sahip olduğum için çok şanslıydım. Ve bu kez ona daha özenli bir doğum günü partisi düzenleyecektim. Bu sefer yüreğini ağzına getirmeli şoklarla sürpriz bir parti düzenlemeyi düşünmüyordum. Hatta adına parti düzenleyeceğimi kendisine bildirecektim. Buna rağmen asla unutamayacağı bir doğum günü olacaktı. Tam da Valentino Riccardo'nun şanına yakışır bir doğum günü.

Banyodan çıktığımda bornozuma özenle sarılırken yatakta doğrulmuş bana bakan adama sevimli bir tebessümle "Günaydın." dedim.

"Günaydın." Aynı memnuniyetle aydınlanmış yüz aynam gibi bana bakıyordu. Dün geceden dolayı son derece keyifli görünüyordu. "Çok oldu mu uyanalı?"

"Yok canım, az önce uyandım. Banyoya girdim, çıktım sen uyandın zaten."

Aşağı yukarı salladığı başıyla beni süzen adama yaklaştım ve yatakta tam karşısına oturup nemli ellerimi çıplak, sert göğsünde gezdirdim. O ise gövdesinde gezinen ellerimi yakalayıp dudaklarına götürdü.

Bana sessizce bakmanın keyfini çıkaran adama sevimli bir gülümsemeyle "Bil bakalım kimin doğum günü yaklaşıyor?" diye sorduğumda heyecanım yüzümden okunuyordu.

Kısa bir an düşündükten sonra isteksizce başını iki yana salladı adam. "Hayır, Lâl. Bir kaçış şokunu daha kaldıracak durumda değilim, inan bana bebeğim."

Başımı öne eğerek gülerken haylaz bir çocuk gibi hissetmiştim kendimi. Kısa süre içinde hemen göğsüne dokundum onu durdururcasına. "Ya hayır, bu kez öyle değil gerçekten! Kaçma maçma yok. Bak, sürpriz yapmıyorum, kutlama hazırlayacağımı sana söylüyorum."

"Olsun, gerek yok. Yorulma boşuna."

"Yorulmam, yorulmam." Onu geçiştirirken beni kucağına çeken adamın dudaklarına ikna edici bir öpücük bıraktım ve asıl hevesli olduğum kısma geldim. "Bu sefer sana unutulmaz bir doğum günü partisi düzenleyeceğim, göreceksin."

"Kaçmadığın sürece bir sakıncası yok. İstediğini yapabilirsin."

İmalı bakışlarla karşılık verdim. "Artık istesen de ömür boyu benden kurtuluşun yok." Bu kez aceleye gelmemeli, çok güzel bir doğum günü partisi olmalıydı. Hediyesine çok ama çok özenmeliydim. Sahi, ona ne hediye alacaktım? Bu sefer öyle basit bir şey olsun istemiyordum. Unutamayacağı bir hediye olsun istiyordum. Gördüğünde küçük dilini yutmalıydı.

Ben bunları düşünürken uyku sersemliğinden yumuşamış yüz hatlarıyla bana bakmaya devam etti. "Wendy ve Luigi barışmış." Tek kaşını kaldırarak "Bununla bir ilgin olabilir mi?" diye sorarken malını iyi tanıyor gibiydi.

Hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi yanıtladım. "Ne alakası var canım? Benden bağımsız bir konu." Tabii ki bir ilgim yoktu. Eğer Montrel'e Luigi adına Wendy'ye gönderilecek bir çiçek hazırlatmam, notuna da hayatımın anlamı, biricik aşkım, çocuğumun annesi lütfen beni affet minvalinde bir şeyler yazdırmam sayılmayacaksa. Allah aşkına, buna kim inanırdı ki? Omuz silktim. "Ne yapabilirim, işe ben el atmasaydım senin kuzeninin bir boku becereceği yoktu. Bir yuvayı kurtardım, bu da sevap hanesine yazılır yani."

Uzandığı yerden sağ eliyle yanağımı okşamaya başlayan adam neşeyle güldü. "Luigi onun adına sana teşekkür etmemi söyledi."

İsteksiz bir ifadeyle "Eyvallah." deyip ekledim. "Müstakbel karısına sahip çıksın bundan sonra. Beni uğraştırmasın."

O an onunla gülerken gülüşümü solduran bir hatırlatmayla "Başkan ve Vural ölmüş." deyiverdim. Sanki kendi kendime konuşur gibi söylemiştim bunu.

O ise hiç şaşırmadığı belli bir hâlde "Biliyorum." dedi. Tam tahmin ettiğim gibi. Ve tahmin ettiğim başka bir itiraf daha geldi. "Ben yaptım." Suçunu kabul eder gibi söylerken hiçbir şey söylemeden ona bakmamla birlikte aceleyle ekledi. "Ne? Dava sonuçlanana kadar öldürme demiştin. Sonsuza kadar değil."

Gözlerimi devirirken gülmemeye çalıştım çünkü bu gülünecek bir şey değildi. Ne kadar kötü olursa olsun bir insanın ölümüne sevinmeyeyim, sevinmeyeyim diyordum ama bana yaptıkları, acımasızlıkları aklıma geldiğinde üzülmek de gelmiyordu içimden. İki yüzlülük yapamazdım. Bu yüzden ne sevindim ne de üzüldüm. Beni etkilemeyecek bir detaymış gibi geride bırakarak yatakta uzanan tembel kocamın elini tuttum. "Hadi, kalk bakalım koca bebek. Seninle çok işimiz var."

"Neymiş o?"

"Sen giyinip kuşanıp işine gücüne gideceksin, ben de Wendy cephesini kontrol etmeye gideceğim."

Dudaklarını büken adam sahte bir içerlemeyle "Benden bu kadar çabuk sıkılacağını düşünmemiştim." dedi.

"Sen ne kadar süredir işe gitmediğinin farkında mısın? Böyle giderse batacağız, anlıyor musun? Ne olsun istiyorsun, gelecekteki çocuklarımız aç mı kalsın? Sokakta sürünsün mü? El mi açalım insanlara, dilenelim mi?"

Benim sözlerim üzerine gülerek banyoya giren adama keyifli bir tebessüm armağan ettim. O duşa girdiğindeyse ben üzerimi değiştirip aşağı indim. Önce harika bir kahvaltı hazırladım kendi ellerimle. Sonra içmek üzere kahvelerimizi hazırladım. O kıvama gelirken zil çaldı.

Nina kapıya bakmak için gittiğinde birkaç saniye sonra yüzünde garip bir ifadeyle mutfağa döndü. "Efendim, Azize Günday." Duraksadım. "Sizi görmek istiyor."

Başımı salladıktan sonra Nina'yı geride bırakıp kapıya doğru ilerledim. Kapının önünde korumaların arasında beni bekleyen kısa siyah saçlı kız beni görünce olduğu yerde hareketlendi. Korumalar her an müdahale edecekmiş gibi tetikteydi. Bense usulca ona doğru yaklaştım ve kollarımı kavuşturarak yüzüne baktım.

"Merhaba."

Onun merhabasına baş işaretiyle karşılık verdim. Artık aramızda bir kavga olmadığını düşünüyordum. Günday ailesine dair her şeye kendisi sahipti artık. "Evet, konu nedir? Seni buraya getiren şey..."

"Sadece teşekkür etmek istedim." Dürüst bir ifadeyle başını salladı. "Hayatıma kavuştuğum için, benim cesaret edemediğimi yaptığın için..." Biraz zorlanarak da olsa başını sallayarak yeniden söyledi. "Teşekkür ederim. Başka bir amacım yok."

Bir süre birbirine benzeyen iki kadın, aynaya bakar gibi birbirine baktıktan sonra ilk konuşan ben oldum. "Bir daha karşıma çıkma."

Bana yaptıklarını unutmam bir teşekkürle olamazdı. O da bunun farkındaydı ve uzatmadı. "Tamam." dedi başıyla onaylayarak. "Bil diye söylüyorum, seninle anlaşmamızı yerine getirecektim. Yanına gelip basın açıklamasında sana destek olacaktım ama Başkan engel oldu. Yani o gün sana bilerek kazık atmadım."

Artık bir önemi yoktu. Kalmamıştı. Bu yüzden sadece "Tamam." dedim. Ona bir düşmanlık ya da kin gütmüyordum. Ben kendi hayatımın güzellikleriyle ilgileniyordum.

Artık düşman değildik ama dost da olamazdık yaşanan onca şeyden sonra. Bunun bilincinde olan kadın söylemek istediğim şeyi bir çırpıda dile getirdi. "İkimiz de sahip olmak istediklerimizi aldık. Sen yıllar sonra gelen adalete, ben de soyadıma ve hayatıma kavuştuk. Bir kavgamız kalmadı. Aramızdaki ilişki burada bitti."

Söylediklerine harfiyen katılan memnun bir ifadeyle aşağı yukarı salladım başımı. Uzattığı elini sıktım. "Hayatta başarılar."

Soğuk biçimde dile getirdiğim iyi dileklerimi başıyla kabul eden kadın arkasını dönerek usulca evin bahçesinden uzaklaştı, gözden kayboldu.

Azize Günday'la da yolumuz böyle ayrılmıştı. O yıllardır görünmez bir hayalet olmanın verdiği acıdan kurtulup çok meraklı olduğu soyadına kavuşmuş, bense hayalimdeki hayata ve aileye sahip olmuştum. İkimizin de yolları ayrıydı artık. Hayattan beklentilerimizin bambaşka olduğu gibi.

Kısa süre sonra üzerimdeki o gergin havadan kurtuldum ve kahvaltı masasını hazırlamak için Nina'ya yardımcı oldum. Valentino hazırlanmış bir biçimde aşağıya indiğinde sofraya kaşlarını kaldırarak beğeniyle baktı. "Lâl Riccardo'nun evdeki varlığı açıkça görülüyor."

Bense utançla başımı öne eğerken sağ elimle saçımdan bir tutamı kulağımın arkasına ittim. "Yok canım, Nina yaptı çoğunu." Hazırladığım kahve kupalarını getirdim ve birini Valent'e uzattım. "Ama bunları ben yaptım. Halis muhlis Lâl Alsancak kahvesi. Kocam için bir şeyler yapmak istedim."

Bu kelimeyle mest olduğunu bildiğim adamın dudakları kıvrıldı. İğneleyici sayılabilecek bir bakışla kaşlarını çattı. "Keşke her zaman böyle uslu bir kedi gibi olsan, tırnaklarını çıkarmasan."

Omuz silktim hemen. "O hiç belli olmaz Valentino Riccardo, ayağınızı denk alırsanız mutlu mesut geçiniriz böyle işte."

Masaya, Valent'in karşısına oturdum. Keyifli bir kahvaltı ettik. Omletinden bir lokma almadan önce "Bugünkü planın ne?" diye sordu adam.

Bugün Valent'in bütün gününün şirkette ve toplantılarda geçeceğini bildiğim için ben de kendime göre bir program yapmıştım. Wendy'yle buluşup düğün alışverişi yaparken Valent'in doğum günü için de bir şeyler bakacaktık. "Önce eski eve uğrayacağım, Wendy birkaç şey istedi oradan. Sonra Wendy'yle buluşup biraz alışveriş yapacağız."

"Bebek alışverişi mi?"

"Yok, onun için erken." Elbette onun için alışverişe çıkacağımıza kadar detayı paylaşmayacaktım. Sürpriz olmayan bu doğum gününün bilinmeyen tarafları da olmalıydı. "Öyle genel. Düğün hazırlıkları falan." diyerek geçiştirdim. Üstelemedi.

Kahvaltıdan sonra hazırlandığımızda "Beraber çıkalım." dedi Valent. "Seni bırakayım."

"Sen işinden olmasaydın, gitseydin."

"Karımla daha uzun zaman geçirme fırsatını kaçırmak istemiyorum."

Bakışlarındaki sevgi dolu ifadeye şefkatle karşılık verdim. Ceketimi alıp peşinden çıktım ben de. Birlikte arabaya bindik. Yol boyunca sohbet ettik, konuştuk. Bana sürekli "Doğum günü kutlamasıyla ilgili abartılı hazırlıklar yapma lütfen." falan dedi ama benim bir kulağımdan girip öbüründen çıktı tabii. Bir tane kocam vardı benim ya, ona yapmayacaktım da kime yapacaktım?

"Sen öyle her şeylere de karışma, biraz geride dur. Evin işleyişi, kokteyl ve partiler evin hanımından sorulur. Bunlar benim uzmanlık alanım. Erkek kısmı öyle çok karışmaz her şeye." Alayla söylediğim sözlere gülmeden edemedi. Yol boyunca birbirine kenetlenmiş ellerimize baktığımda ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha hissettim. Yaşanan onca şeyden sonra yeniden mutlu olabilecek kadar şanslı olduğuma inanmazdım. Ama olmuştu işte. O yine benimleydi.

Bizimkilerin evinin önüne geldiğimde beni bırakmak için durdular ve öpüşerek ayrıldık. Onların dönüp başka yöne gidişlerini izledikten sonra bahçe kapısından içeri girdim. Evden gürültülü müzik sesleri geliyordu. Bu saatte evde kimse yok diye bildiğim için biraz garipsedim. Eve hırsız girdi desem davul zurna niye çalsın? Saçma.

Usulca anahtarımı çıkarıp kapıyı açtığımda gördüğüm manzara karşısında şok olmuştum. Koltukta oturan Zehra hemşire, karşısında beyaz boxer donuyla offf şekerim benim, sizi kıtlarım yerim şarkısını söyleyerek ona çiftleşme dansı yapan iguana gibi striptizimsi bir dans performansı sergileyen Ahmet. Allah'ım, bu gözler bunları da mı görecekti?

Gözlerim pörtlemiş bir biçimde şaşkınlıkla olanlara bakarken onlar beni fark ettikleri an elimle gözlerimi kapattım. "Ben bir şey görmedim!"

Şaşkınlıkla çığlık atan Zehra Ahmet'den daha çok utanmış görünüyordu. "Lâl Hanım, siz, burada..." Bakışları yeri bulmuştu kızcağızın.

Ahmet'se aceleci bir biçimde elleriyle boxerının önünü kapatırken "Offf kızım ya, senin ne işin var burada? Niye haber vermeden geliyorsun?" diye söyleniyordu. "Hayret bir şey ya!"

"Kendi evime izin almadan geldiğim için kusura bakma Ahmet Efendi!"

"Sen artık evlendin kızım, kocaya vardın! Senin evin kocanın evi artık! Senin evin falan yok, beni çıldırtmak mı istiyorsun sen?"

"Ay Ahmet kes be!" Elimle gözlerimi kapatırken "Giy şu pantolonunu, bakamıyorum yüzüne!" dedim.

Aceleyle pantolonunu giyip gömleğini üzerine geçirdi. Sağ eli saçlarının arasında gezinen adam ofladı. "Şu işe bak ya! Türkü memlekete gitti, Wendy Luigi'de, Giray sevgilisinde kalacak, Evin nöbette, biz de bir program yapalım dedik başımıza gelene bak!"

Çantasını alıp ayaklanan Zehra "Ben de kalkayım artık. Misafirliğin kısası makbuldür." derken durdurdum onu.

"Gerek yok Zehra, ben Wendy'nin bir eşyasını alıp çıkacağım. Siz keyfinizi bozmayın." Zehra'ya rahatlatıcı bir bakış attıktan sonra merdivenlere yönelirken yanıma gelen Ahmetlere yakalandığımız günü hatırlayıp öcümü aldım. Kısık sesle "Bence artık ikimiz de ödeştik. Hatta ben suçüstü yakaladığım için 1-0 öndeyim." derken iplerin benim elimde olduğunu hatırlatır gibiydim. "Bir daha Valent'le yatağını kırdığımıza dair bir imada bulunursan bugün aklında bulunsun."

Ahmet tam bana laf yetiştirecekken köşedeki papağanı Pipo yeniden konuşmaya başladı. "Of şekerim benim, şekerim benim!"

İşaret parmağımla Pipo'yu gösterdim. "Şahidim de var."

Papağanına çok güvenen hatta sonsuz konuşma hakkı tanıyan Ahmet bu kez kuşunun ifade özgürlüğünden rahatsız olmuşa benziyordu. Eee Ahmet Efendi, her ihanet sevgiyle başlar.

Onları daha fazla utandırmadan Wendy'nin odasına çıkıp istediği üç parça eşyayı çantasına doldurduktan sonra sessizce evden çıktım.

Kapıya çıktıktan sonra tam telefonumu çıkarıp taksi çağıracakken önümde siyah bir araba durdu. Arka camı usulca açılınca içinden Wendy çıktı. Başını hafifçe dışarı çıkararak "Hadi, atla bebek." dedi.

Güldüm. Arka kapıyı açıp yanındaki boş koltuğa oturunca şoför koltuğunda Luigi'nin adamlarından biri vardı. Buzdolabı kendi başına kıza araba tahsis etmeyi düşünebilmişti, hayret. Özür çiçeğine not yazmayı bile akıl edemediğini fark ettiğimde ümidi kesmiştim kendisinden. O kadar da da umutsuz vaka değilmiş.

Wendy'yle o gün İstanbul'un altını üstüne getirdik. Wendy'nin düğün hazırlıklarıyla ilgili alışveriş yaparken ben de bir yandan Valent'in doğum günü için etkileyici bir hediye arıyordum. Onda olmayan, ilginç, sevebileceği, farklı bir şeyler. Öyle herkesin düşünemeyeceği benzersiz bir şey arıyordum ama bulmak zordu. Tüm gün gezmeme rağmen bulamamıştım.

Ben henüz ne olduğunu bile bilmediğim ama aradığım o hediyeyi bulamayacağımı kabullendiğim için direkt gelinlik mağazasına sürükledim Wendy'yi. Hazırlıklar anca yetişirdi.

Bir mağazada beğendiği birkaç model olmuştu. Birini giyip heyecanla karşıma çıktığında inceledim. Straplez ve tamamen taşsız, sade bir gelinlikti. Sadece kollarında balon detaylar vardı.

Cıkladım. "Yok, bu omuzlarını geniş gösterdi."

Aynaya baktığında bana hak veren kız bir sonraki gelinlik adayını giydi. Üstünde güzel işlemeleri olan, askıları dantel işlemeli ve aynı işlemelere sahip sırt detayıyla gayet şık görünüyordu. Önceki adaydan bin kat iyiydi.

Onaylayarak salladım başımı. "Bu güzel bak. Şık da hem."

Aynada dikkatle bakarken eli gövdesinden karnına kadar indi. "Yok, beni kilolu gösterdi. Düğüne kadar kilo alırsam, karnım büyürse kötü durur."

Başımı yan yatırdım. "Aslında çok güzel ama sen yine de diğer seçenekleri de bir dene."

Kısa süre sonra Wendy başka bir gelinlik giymişti bile. Üstü tamamen şık ve parlak taş ve tül işlemeleriyle eteğine kadar iniyordu. Hem sırt dekoltesinden eteğine uzanan göz alıcı taş işlemeleri oldukça etkileyici görünüyordu.

Görür görmez "İşte bu." dedim kendimden emin bir ifadeyle. Onu böyle görünce dayanamadım. "Ayy Wendy, peri kızı gibi oldun."

Onun da içine sinmiş gibi aynada kendine bakarken "Ben de çok beğendim." dedi ve emin olmak ister gibi bana döndü. "Güzel oldu değil mi?"

"Prensesler gibi oldun."

Söylediğim şeyi ciddi bir ifadeyle değerlendiriyor gibi düşündü. "Kate gibi mi oldum Megan gibi mi peki?"

Sorduğu soruyu beklemediğim için "Fark eder mi?" diye sorduğumda gülmemek için kendimi zor tuttum.

Onun "Fark eder tabii, ben Megan'cıyım!" cevabıyla ikimiz de gülmeye başlamıştık.

Mutlu bir gülümsemeyle aynaya döndü Wendy. Gerekli ölçüler alındıktan sonra siparişimizi verdik ve hızlı bir şekilde teslim edilmesi için ricada bulundum.

Neyse, en azından bugün Wendy'nin gelinliğini seçebilmiştik. Yetmiş sekiz tane gelinlik mağazası gezdikten sonra Wendy hayalindeki gelinliği yetmiş dokuzuncu mağazada bulmuştu. Luigi özel diktirmeyi tavsiye etmiş ama Wendy acelesi olduğu için buna yanaşmamış. Çok şükür o konuyu da halletmiştik. Gelinlik en mühimiydi.

Bir yerde oturduk, birer kahve içip dinlendik. Gün içinde o kadar çok kahve içmiştik ki midem bulanmıştı. Bir su istedim. Wendy "İyi misin?" diye sorduğunda başımı salladım.

"Sabah kahvaltıyı çok sağlam yapmadım. Bir sürü de kahve içtim."

Onayladı kız. Kahvelerimizi bitirdikten sonra kalktık. Daha yapılacak çok şey vardı. Gezilecek çok yer. Bir sürü mağazaya girip çıktık ve çokça şey aldık. Aşırı yorulmuştum ama düğün hazırlıklarına dair önemli şeyleri tamamladık sayılırdı.

Akşam olduğunda Wendy beni eve bırakırken hâlâ arabada düşünüp duruyordum. Valentino'ya ne hediye alacaktım? Doğum gününe az bir zaman kalmıştı ve ben hâlâ aradığım o hediyeyi bulabilmiş değildim. Çok ölümsüz bir hediye olmalıydı. Eşsiz olmalıydı. Ama ne? Wendy'ye sordum durdum ama o da bulamadı.

Düşünüp dururken dudak büktü umutsuzca. "Bilemedim ki. Eşi benzeri olmayan bir hediye, ne olabilir?" Ofladı sıkıntıyla. "Bir de Ahmet'e mi sorsak?"

İnanmazca "Ahmet'e mi?" diye sordum. "Emin misin?"

Emin olamayan kız omuz silkti. "Ne bileyim, erkek gözüyle fikir verir bize."

Aslında mantıklıydı. Biraz düşündükten sonra "Ben onu bir arayayım." diyerek görüntülü aradım. Telefonu açan Ahmet, önünde koca bir kova mısırla koltukta oturuyordu. Onu öyle görür görmez bağırdım. "Ahmet yağlı parmaklarını koltuğa sürme sakın! Gebertirim!"

"Üfff tamam be! Senden de bir türlü kurtulamadık ha. Evlendin, yine kurtulamadık." Geçiştirir gibi sordu. "Ne diye aradın beni? Ne istiyorsun?"

Telefonun ekranına kafasını sokan Wendy durumu anlattı hemen. "Valentino'nun doğum günü yaklaşıyor. Lâl de ona hediye arıyor. Böyle değişik, herkesin akıl edemeyeceği, benzersiz bir şey falan işte."

"Yani... Ne bileyim. Kol düğmesi müğmesi olmaz mı?"

Oflayarak yanıt verdim. "Ahmet biz daha önce düşünülmemiş bir şey olsun diyoruz, sen ilk akla geleni söylüyorsun ya."

"Ne bileyim kızım. İş insanı ya, toplantılarda falan takar dedim. Bilmiyorum ki. Kravat iğnesi diyeceğim, kravat taktığı yok." Düşünceli bir biçimde üçlü bir şekilde beyin fırtınası yaptık ama yine de hiçbir şey bulamadık. Verdiği hiçbir tavsiye tutmayan Ahmet sıkıntıyla ofladı. "Ulan her şeyi olan zengin birine hediye almak ne zor şeymiş be!"

Böyle bir yere varamayacağımızı anlayınca "Tamam Ahmet, kapat." dedim. Evde yalnız kaldığımda biraz daha düşünecektim bu konuyu.

Ahmet'se dünya yansa el kadar hasırı yanmayacak olduğu için "Aman tamam canım, daha vakit var nasılsa. Düşünür buluruz bir şey, takma o kadar." deyiverdi ve kapattı.

Biz böyle konuşa konuşa eve kadar gelmiştik. Wendy beni eve bırakmadan önce "Bugün için teşekkür ederim, Lâl. Sen olmasaydın düğün hazırlıklarını halledemezdim böyle." dedi minnetle.

"Saçmalama canım, taş attım da kolum mu yoruldu?" Arabadan indikten sonra elimi sallayarak veda ettim. "Hadi, yarın görüşürüz."

Wendy'yle vedalaştıktan sonra gecikmeden eve girdim. Valentino çoktan gelmişti. Yemeğe oturmak için beni bekliyor gibiydi. Salonda oturmuş, tabletinde bir şeylerle uğraşıyordu yine. Beni görünce tableti bırakıp ayağa kalktı. "Hoş geldin."

Çantamı bırakıp ceketimi soyarken çok yorgundum. Sanırım yaşlanıyordum. "Hoş buldum." Salona doğru yürüdüm ve kucaklaştık. "Yemek yedin mi?"

"Hayır, seni bekledim."

"E yeseydin keşke, aç acına durmasaydın."

"Geldiğine göre oturalım istersen."

"Oturalım, ben de bir şey yemedim. Kurt gibi açım valla."

Masaya oturduğumuzda Nina yine birbirinden güzel şeyler hazırlamıştı. Sofrayı görünce iştahım daha da kabardı.

Nina hazırladığı, adının Frittata olduğunu söylediği şeyi masaya koyunca ne olduğunu anlamaya çalıştım. Sanırım İtalyan omleti gibi bir şeymiş ama akşam yemeklerinde de tüketiliyormuş. İlk defa görüyordum ama bunca yediğim şeyin üstüne yumurta kokusu midemi kaldırmıştı. Yazık, hâlbuki kız o kadar hevesle hazırlamış görünüyordu.

Onu kırmadan "Ninacığım, bunu Valent'e yakın koy. Ben yiyemeyeceğim." dedim sadece.

Duruma şaşıran Nina ise "Neden efendim? Kötü mü olmuş?" derken daha fazla sorgulamadan dediğimi yapıp tabağı benden uzaklaştırdı.

"Yok, hayır, seninle ilgisi yok. Ben bu aralar..." Bunu söylerken aklıma dank etti. Ben bu hissi bir yerlerden hatırlıyordum. Sadece yeniden acaba mı dedim. Ortalığı velveleye vermeden konuyu çevirdim. "Bu aralar pek yumurtayla ilgili bir şey yemiyorum da ondan." Tebessümle ekledim. "Seninle ilgili değil, eminim çok güzel olmuştur. Ellerine sağlık." Nina gittikten sonra bile bir süre mide bulantım geçmedi.

Masada baş başa kaldığımızda meraklı bakışlarını bana çeviren Valentino "İyi misin, doktora gidelim mi?" diye sordu ama başımı iki yana salladım. "Belki mideni üşütmüşsündür."

"Yok canım, daha neler?" Rahatlatan bir tonda "Öyle önemli bir şey yok. Bugün çok kahve içtim, dokundu bana." diye açıkladım. Öyle olmadığını bildiğim hâlde.

İştahla yemeğini yiyen adam kaşlarını çattı. "E hani sen çok açtın? Hiçbir şey yemedin."

"Yedim canım, her gün de öyle tıka basa yenmez ki. Biraz kiloma dikkat etmem lazım."

Başını yan çevirip tebessüm etse de üstelemedi. Yemekten sonra salonda ayaklarımızı uzatıp dinlenirken kollarının arasında uzanmak günün tüm yorgunluğunu almıştı. Onun vücut sıcaklığının beni sakinleştiren, ehlileştiren bir havası vardı. O da bunun farkında olacaktı ki burnumu onun kokusuna daldırmış huzuru bulurken en sakin anımda söze girdi.

"Sana bir şey söyleyeceğim."

"Söyle."

"Umarım kızmazsın."

"Umarım." Herhangi bir garanti veremezdim. Sonuçta ne diyeceğini bilmiyordum. "Söyle bakalım."

"Sen doğum günü kutlaması düzenleyince ben Doğan'ı da davet ettim."

Kızacağıma yüzde bin beş yüz emin olan adam bana dikkat kesildi. Bense onu şaşırtacak şekilde sakin, "Öyle mi?" diye sordum ve isteksizce ekledim. "Eh, iyi yapmışsın."

"Gerçekten mi?" Meraklı bakışları bana çevrilmiş adama baktım. "Kızmadın mı?"

"Yo, neden kızacakmışım? Hem bu senin doğum günü partin, istediğini çağırırsın. Daha önce de konuşmadık mı, mutluluğumu görsün ve benim çevreme ait olmadığını anlasın diye."

"Bilemiyorum, geçen günkü yemekte olanlardan rahatsız olmuştun, aramıza mesafe koyalım dediğin için emin olamadım. Ama çağırmasaydık da bir yerden duyarsa ayıp olabilirdi." Rahat bir nefes alan adam "Kızmamana sevindim." dedi.

Onun bu kadar ince düşünmesi öyle hoştu ki. Ben olsam düşünmezdim mesela. Ayıp mı oluyor? Olsun. Sakinlikle koyun koyuna koltukta uzanırken telefon çaldı. Arayan Wendy olunca bekletmeyip açtım. Daha birkaç saat önce ayrılmıştık. Önemli bir şey mi vardı acaba? "Alo, Wendy?"

"Lâl, müsait misin?"

"Müsaitim." Yerimden doğruldum. "Bir şey mi oldu?"

"Ya çok acil bir durum var da, bizim eski eve gelebilir misin hemen?"

Saate baktım. Dokuzdu. "Bu saatte mi?" Daha da meraka kapıldım. "Ne oldu Wendy, kötü bir şey mi oldu?"

"Kötü bir şey değil de çok acil bir durum. Bana yardım etmen lazım. Hemen atla gel, ne olduğunu gelince görürsün."

Herhangi bir soru sormama fırsat bırakmadan telefonu kapattığında şaşırdım. "Allah Allah..." diye söylenirken Valent de benim kadar merak içindeydi.

"Ne oldu?"

"Bilmiyorum, Wendy aradı. Acil bir durum var, eski eve gel falan dedi. Yardıma ihtiyacı varmış."

Şaşkın ve meraklı olsa da "Git o zaman. Bu kadar acilse." diye onayladı. "Ben de geleyim mi? Yardımcı olabileceğim bir şey olur belki."

"Yok, senin gelmene gerek yok." Ceketimi giydikten sonra elim belime gitti. "Gerçi daha ne konuda çağırdığını bile bilmiyorum ama... Ben hallederim."

Israr etmeyen adam sarılarak beni kapıda uğurladı. Bense çantamı alıp Montrel'in hazırladığı arabaya bindim. Eve gidene kadar aklıma binbir türlü şey gelmişti. Hamileydi, bebeğe mi bir şey olmuştu? Yoksa Luigi'ye sürpriz hazırlıyordu da benden mi yardım isteyecekti? Gerçi ikinci seçenek için akşamın dokuzunda neden arasın? Hem de akşama kadar beraber olduğumuz hâlde neden hiçbir şey söylemesin? Bu sebeptendir ki kötü bir şeyler olduğunu düşünüp korkmaya başlamıştım. Bu saatte hayırlı bir şey olmazdı.

Evin önüne gelene kadar ne yapacağımı bilemedim. Sakin kalmaya çalıştım ve kapının önüne gelip anahtarla açtım. İçeri girdiğim gibi beni koca bir kalabalık karşıladı. Şebboy, Zehra, Selvi, Evin hatta memlekette diye bildiğim Türkü bile vardı. Başlarını da Wendy çekiyordu. Her yeri süslemişler, garip garip hâller.

Beni görünce "Sürpriiiizzzz!" diye bağırdı Wendy.

Baş parmağımla damağımı ittim. "Hay Allah canını almasın, Wendy! Sana, bebeğe falan bir şey oldu sandım salak!"

Haylazca güldü Wendy Hanım. "Eğer gerçeği söyleseydim atlatmak için bin takla atardın." Böbürlenerek ellerini beline koydu kız. "Kına gecesi kadını olduğumu daha önce deklare etmiştim zaten."

"Hay senin kına gecene de!"

Kısa bir an azarladıktan sonra bu komik hâllerine gülmüştüm. Her şeyi hazırlamışlardı. Ortada duracağım yeri, merdivenin trabzanına astıkları ve giymemi planladıkları bindallıyı, kına tepsisini, mumları falan.

Kırmadım tabii ki onları. Bu kadar organizasyon düzenlemişlerdi sonuçta. Yukarı çıkıp bindallımı giydim ve bana ayrılan yere oturdum.

Şebboy ve Zehra ömürlerince bu anı beklemişler gibi diğer kızlarla birlikte etrafımda dönüp durarak kına türküsünü söyleyip beni ağlatmaya çalışıyorlardı. Bense uzaylılar tarafından kaçırılıp deneye maruz kalmış Dünyalı gibi etrafa anlamsız bakışlar atıyordum.

Artık etrafımda dönmekten yorulmuş olan Wendy, kafama örttükleri örtüyü kaldırıp kafasını burnuma kadar soktu. "Kızım döne döne semazene döndüm, başım da döndü! Ağlayacaksan ağla artık benim asabımı bozma!"

Omuz silktim safça bir ifadeyle. "Ama ağlamak hiç içimden gelmiyor. Çok mutluyum." Dudaklarını sinirle birbirine bastıran kız omzumdan sertçe çimdikledi. "Ay! Ne yapıyorsun Wendy ya?"

"Şimdi içinden ağlamak geldi mi yoksa seni eşek sudan gelene kadar döveyim mi?"

"Hayır, canım acıdı sadece."

"O zaman Valent'i başka bir kadınla yatakta hayal et."

Gözlerim büyüdü ve o an gerçekten duygulandım. "Ya, neden mutluyken bunu bana yaptın şimdi?"

"Üç çocuğunla sokağa düştüğündeki o hissi al! Al o hissi, gerektiğinde kullan." Bana iki dakikada oyunculuk dersi veren kız uyararak işaret parmağını salladı. "Bana bak, şimdi örtüyü indiriyorum. Sen de hemen ağlamaya başlıyorsun, benim de canımı sıkmıyorsun." Hışımla indirdi örtüyü ve sanki az önce beni paralamamış gibi neşeyle ellerini çırpmaya devam etti.

Koluna dokunup onu yeniden yanıma çağırdığımda "Ağlama numarası yapsam olmuyor mu?" diye sordum.

"Olmuyor canım! Naturel ol biraz ya! Ağla işte, ömrünce hep ağladın, bugün de ağlayıver ne olacak yani!"

O öyle deyince ister istemez komik bulmuştum ve gülmekten kendimi alamadım. Kendisinin komutunun tam tersini yapınca Wendy Hanım sinirlendi tabii.

"Bana bak, ağzını cart diye yırtmadan şu gülmeyi kes ve ağlamaya başla! Bak türküde ne diyor kulak ver, aşrı aşrı memlekete kız vermesinler diyor. Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar, toprak kayması olur falan bir şey diyor işte! Ağla artık, ağla Allah'ın cezası!"

Arkadaşımı daha fazla zor duruma sokmamak için hiç içimden gelmemesine rağmen onun verdiği tavsiyeleri dinledim ve Valent'i başka biriyle hayal ederek kendi kendimi üzmeye çalıştım. Tıpkı bir psikopat gibi. Onun da etkisi olmuştu elbette ama asıl ağlamama sebep olan şey sanırım türküdeki annesinin bir tanesini hor görmesinler sözü olmuştu.

Normalde kına gecelerinde gelinin annesi de olur. Ama benimki yoktu. Öz denilen kadından zaten hayır yoktu. Seval annenin de kafası yerinde olmadığı için buraya çağırmamış olmalıydılar. Son günlerde iyice kötüleştiğini söyledi Perhide'm. Başkan falan ölünce hepten yalnız kalmış. En kısa sürede onu ziyarete gidecektim.

O gece de ağlayacak bir şey buldum ve hiçbir annenin bir tanesi olamayışıma ağladım. Zaten biraz duygusal bir dönemdeydim. Her şey üst üste gelmişti. Bunları düşünürken ağlamakta hiç zorlanmadım. Örtüyü kaldıran Wendy ise beni ağlatmaktan psikopatça bir zevk duyarken kızlara gösterdi yaşlı gözlerimi.

"Kızlar ağladı! Gelinimiz ağladı." Sanki ağlamam için beni hiç tehdit etmemiş gibi yalandan "Ay kıyamam yaa!" falan yapmalar... Sen Oscarlık bir oyuncusun Wendy. Bu meslekte önün açık senin.

Kına yakma ve ağlama faslı bittikten sonra göbek atmalı kısma gelmiştik. Bu noktada Şebboy ve Zehra resmen birbirileriyle yarışıyormuş gibi eğlenerek göbek atmaya başlamıştı.

Zil çalınca oynamaktan pek anlamayan ve bir köşede oynayanları alkışlayan Evin kapıya baktı. Birkaç dakika sonra yanıma geldi ve kulağıma eğildi. "Valentino gelmiş, kapıda seni bekliyor."

Wendy'nin alelacele çağırmasından dolayı meraka kapılmış olmalıydı. Bekletmeden kızları geride bırakıp kapıya çıktım.

Beni bindallıyla gören adam şaşırsa da şaşkınlığı kısa sürdü. "Tatsız bir şey olmadığına sevindim."

Üstümdeki bindallının etekleriyle oynarken yanıtladım. "Wendy'nin beni kandırıp kına gecesi yapmak için buraya kaçırması ve üzerime zorla bindallı giydirip ağlatması dışında mı?" Başımı iki yana salladım. "Ah, her şey yolunda."

"Ağlatmak mı?"

Ben şimdi bu garip gelenekleri İtalyan adama nasıl anlatayım ki? "Kına gecesinde gelinin ağlaması gerekiyor. Öyle bir gelenek işte, sorgulama."

Onaylayarak başını sallayan adam anlamasa da kabullendi. Memnuniyetle kaşları havalanmıştı. "Çok..." Doğru kelimeyi bulmaya çalışıyor gibi düşünüp ekledi. "Egzotik olmuşsun."

"Beğendin mi?"

"Her hâlinle güzel olduğunu biliyorsun." Kollarını belime sardığında parmakları arkamda birleşen ellerime kenetlendi. Başını boynuma gömdü. "Seni özledim. Bu şey ne kadar sürecek?"

"Bilmiyorum ama ben içeri girip sıvışacağım. Çünkü bana bu kadar kına gecesi yetti."

Bu kararıma memnuniyetle katılan adam "Arabada bekliyorum." dedi. Arkasından kısa bir süre baktım. Arabaya bindiğinde eve girdim.

İçeride ben yokmuşum gibi göbek atan kadınları görünce yokluğumun çok da bir şey değiştirmeyeceğini düşünüp memnun oldum. Ayaklarım kopmuştu çünkü. "Kızlar ben gidiyorum, kocam gelmiş. Burada sizinle göbek atmaktansa onunla vakit geçirmek daha cazip, kusura bakmayın, arrivederci!" diyerek üstümü değiştirmek için yukarı çıkarken başta Selvi olmak üzere kızlar katıla katıla kahkaha atmıştı.

Merdivenleri çıkarken Wendy'nin arkamdan "Bu da iyice kocamköylü oldu görüyor musunuz?" dediğini duyabiliyordum. Seni de göreceğiz Wendyciğim.

Üstümü değiştirip kendi kıyafetlerimi giydim. Gitmeden önce Wendy'nin odasına uğrayıp yaptığı gebelik testinden arta kalan kutuyu cebe indirdim. Böylece kimseyi uyandırmadan işin doğrusunu bu gece öğrenebilirdim.

Evden çıkarken kızlar hâlâ benim kına gecem için göbek atıyordu. Geceyi kaçta sonlandıracaklardı kim bilir. Bense yorgunluktan ayakta duramayacak hâldeydim ve arabaya bindiğimde bakışlarını üstümde gezdiren adamın "Keşke üstünü değiştirmeseydin, o hâlin hoşuma gitmişti." sözüyle tebessüm ettim.

"Giyerim ya ben sana sonra yine. Yollarda öyle Hürrem Sultan gibi dolaşmayayım dedim."

Dediğimden zerre bir şey anlamayan adam güldü. Artık ne dediğimi anlamazken bile güldürebiliyordum kendisini. Evrenselleşmişti şakalarım.

Yorucu bir günün ve hoş bir gecenin ardından eve vardığıma şükrediyordum. Soyunup dökündüm ve duş alıp pudra rengi atlet şort saten geceliklerimi giydim. Aynanın önünde ellerime krem sürerken avuçlarımdaki kızarmış kınaları gören adam "Onlar nedir?" diye sordu. Tabii adamcağız ne bilsin kına gecesinde kına yakıldığını, yüksek yüksek tepelere türküsü söylendiğini falan.

Avuç içlerimi kısa bir an gösterdikten sonra "Bunlar kına. Sürülürken yeşil, sürdüğün yerde bir süre bekletince böyle kızarıyor." diye açıkladım. "Bizde de böyle kına gecesi yapılır. Normalde düğünden bir gün önce olur, gelinin kız yakınlarıyla yapılır. Gelinin avcuna kına yakarlar böyle."

Dikkatle dinleyen ve ilgisini çektiğini gizlemeyen adam "İlginçmiş." dedi ve yaklaşıp avuçlarımı ellerinin arasına alıp kına olan yerlerde parmağını gezdirdi, inceledi. "Yakışmış."

Çenesine bir öpücük kondurduğum adamı yatağa yatırıp uyuttuktan sonra beklediğim an gelmişti. Çantamı alıp banyoya girdim. Çok sessiz olmalıydım. Gebelik testi kutusunu çıkarıp testlerden birini yapıp beklemeye başladım. Beş dakikanın ne kadar uzun bir süre olduğunu yeniden fark etmiştim.

Klozete oturup beklemeye başladım. Bekledim, bekledim. Aslında prospektüste üç ile beş dakika arası bekleyin diyordu ama garanti olsun diye beş dakika bekledim.

Beş dakikanın sonunda lavabodaki teste uzandım. İkinci çizgi silik çıkmıştı. Emin olamadım, ortada bir şey yokken de umutlanmak istemedim ama içimde garip bir umudun yeşermesine de engel olamadım. Hamile miydim, değil miydim? Bana açıklayıcı bir sonuç vermesini beklediğim test daha da kafamı karıştırınca bu gece heyecandan nasıl uyuyacağımı bilemedim. Testi peçeteye sarıp çöpe attım. Mecburen yarın Selvi'ye gidene kadar sabırla bekleyecektim.

Odaya dönüp yatağa uzandığımda bir türlü uyku tutmadı. Deli gibi yorgundum ama düşünmekten kendimi alamadım. Kafamda tekrarlanan yine aynı soru. Hamile miydim, değil miydim? İnternette baktığımda erken hamileliklerde silik çizgi çıktığı yazıyordu ama bazı kaynaklarda da kişinin hamile olmayabileceği de yazıyordu. Yani iki ucu boklu değnek.

Bütün gece döndüm durdum. En sonunda nasıl olduysa oldu, bir şekilde uyumuşum. Sabah gözlerimi açtığımda yine aynı hisle uyanmıştm. Hamileysem... Yarın akşam Valent'in doğum günüydü. O kadar güzel bir zamanlama olurdu ki.

Yatağın diğer yanına baktığımda Valentino yoktu, çoktan uyanmış olmalıydı. Kahvaltıya indiğimde oradaydı. Şüphelerimi sezdirmeden hiçbir şey olmamış gibi davranmalıydım. Ortada bir şey yokken onu boşuna heyecanlandırmamalıydım. Ayrıca gerçekten hamileysem bile yarın akşama kadar bu sırrı gizli tutmalıydım ki ona harika bir doğum günü hediyesi olabilsin.

Karmakarışık kafamla kahvaltı masasına, Valent'in karşısına oturduğumda "Günaydın." dedim tebessümle.

"Günaydın." Aramızdaki sessizlikten ötürü yeniden konuşan kendisi oldu. "Dün çok yorucu bir gündü, o kadar güzel uyuyordun ki uyandırmaya kıyamadım." Tebessümle karşılık verdim. Ancak merakla kaşları çatılırken alnı kırıştı. "Yalnız tüm gece dönüp durdun, bir sorun yoktur umarım."

Başımı iki yana sallayarak "Yok, sadece uyku tutmadı." yanıtını verdim. Artık ondan bir şey saklamak istemiyordum, hoşuma da gitmiyordu ama bu sefer de böyle olsun. Yanılma payı olan bir ihtimali düşünürken içim pır pır etti.

Zaten istesem de ondan bir şey saklayamıyordum ki. Cin gibi adam. Anlıyordu bir şeyler olduğunu. Hissediyordu. Beni tanıyordu çünkü.

Kahvaltıdan sonra birlikte hastaneye gittik. Ben Selvi'yle kahve içme bahanesini kullanarak ona kontrole giderken Valentino da her şeyden habersiz asansörle yönetim katına çıktı.

Onu atlattığıma emin olduğumda istikamet Selvi'nin odasının olduğu kattı. Görevimiz tehlike. Kalbim çok hızlı çarpıyordu ve bu haddinden fazla heyecan sürerse kalp krizi geçirebilirdim.

Kapıyı çalıp usulca başımı araladığım kapıdan içeri soktum. Selvi masasında oturuyordu. Beni görünce gülümseyen kadına "Müsait misin?" diye sordum yaramaz bir çocuk edasıyla.

"Lâl! Tabii ki müsaitim. Hadi gel." Onun davetiyle bir dakika bile düşünmeden içeri girip aceleyle kapıyı kapattım ve kapıya yaslanırken onun "Birer kahve içelim mi, ne dersin? Vaktin var mı?" sözüne karşılık başımı iki yana salladım.

"Seninle daha heyecanlı bir işimiz var."

Kaşları çatıldı merakla. "Nedir?"

Sessizce fısıldayarak "Bir şey arayacağız." dedim sanki bahsi geçen şey bebek değil de define avıymış gibi.

"Ne arayacağız?" Beni takip eden kadın, ellerimin karnıma kapandığını görünce şaşkınlıkla gözleri büyüdü. Aynı heyecanı benimle paylaşırken elleriyle ağzını kapatıp haykırdı. "Sen ciddi misin?"

Başımı salladım. "Bir süredir şüpheleniyorum. Çok kısa bir süredir." Emin olamadığım için başımı yana yatırarak ekledim. "Yani belki de hüsnü kuruntudur bilemiyorum. Çünkü dün gece test yaptım, net sonuç çıkmadı. Ben de sabahı zor ettim yanına gelmek için."

Heyecanla gülümseyen kadın içerisini göstererek "Hadi, emin olalım o hâlde." dedi. Önce birkaç soru sorduktan sonra ultrason için erken olabileceğini düşündü. "Önce bir kan tahlili alalım." dedi. Ben kan örneklerini verdikten sonra sonuçların ne zaman çıkacağını düşünürken sanki aklımı okuyormuş gibi "Merak etme, sonuçlar erken çıkar." dedi kadın. Ve beni ultrasona soktu.

O an kalbim çok hızlı atıyordu. Çünkü Selvi, bedenimde yeşeren, tutunan, büyümeye başlamış bir umut ışığı olup olmadığına bakıyordu. Bir süre arayan kadından ses çıkmayınca yanıldım herhâlde dedim. İçim biraz buruldu.

Elbette acelem yoktu. Sonuçta daha yeni evlenmiştik. Dün bir bugün iki, ne oluyoruz yani? Hemen çocuğumuz olsun diye bir ısrarı yoktu ikimizin de. Ama hazırdık artık. Eskisinden çok daha hazırdık. Tüm korkularımızdan arınmış, yüklerimizden kurtulmuş bir biçimde anne baba olmaya hazırdık. Bunu hissedebiliyordum. Üstelik şimdi olsaydı Valent'e eşi benzeri görülmemiş bir hediye vermiş olacaktım. Bu yüzdendi biraz da heyecanım. Ama belli ki yoktu, olmamıştı. Sağlık olsundu.

Dudaklarım çizgi hâlini almış, birbirine yapışmış hâldeyken Selvi anlamaya çalışıyordu. "Burada görünmüyor." Düşünür gibi dudakları kıvrılırken yüzümün düştüğünü fark etmiş olacak ki elimin üstüne koydu elini. "Üzülme, muhtemelen erken fark ettiğin için ultrasonda görememiş olabiliriz."

Küçücük bir umuda tutunarak göbeğimin altındaki ıslaklığı peçeteyle silip toparlandım ve Selvi'nin masasına geri döndük. Ben heyecanla sonuçları beklerken ayaklarım yerde ritim tutmuş dakikaları sayıyordu.

Benim için yıllar gibi geçen bir süre sonra kapı çaldı ve içeri hemşire elinde bana ait olduğunu tahmin ettiğim sonuçlarla girdi. Test sonuçlarını Selvi'ye teslim ettikten sonra kadının "Teşekkür ederim." sözüyle nazik bir gülümseme eşliğinde başını sallayıp odadan çıktı.

Bense tir tir titriyordum. Bir yandan da Selvi'nin bakışlarından test sonucunu tahmin etmeye çalışıyordum. Kısa bir süre sonra beni içinde bulunduğum eziyetten kurtararak dudaklarına yayılan geniş bir gülümsemeyle "Yanılmamışsın." dedi Selvi. "Tebrik ederim, hamilesin Lâl."

Duyduklarımla çok garip bir duygulanma hissi patlamıştı içimde. Öyle ki, kendime engel olamamıştım, mutluluk gözyaşlarım yanaklarıma hücum etmişti. "İnanmıyorum." Tahmin ettiğim bir şey de olsa gerçekleşmesi bende şok yaratan bu mutluluğu en yoğun şekilde hissettim. Sağ elimin tersiyle ağzımı kapatırken şükürler olsun dedim içimden. Mutluluğum dışa doğru doldu taştı. "Allah'ım sana şükürler olsun."

İlk şoku atlattıktan sonra Selvi'ye dönüp "Ben de testte net çıkmayınca acaba yanıldım mı demiştim. Ultrasonda da görünmeyince..." dediğimde bunun benim için bir önemi kalmadığının farkındaydım artık. Ne fark ederdi ki? Hamileydim. Valent bu habere çıldıracaktı. Tabii çıldırmak için bir gece daha beklemesi gerekecekti. Ne yapayım canım, o da yarın doğmamış olsaydı.

"Testte sorun çıkması normal. Gebeliğin erken zamanlarında ikinci çizgi silik çıkabilir. Ultrasonda görünmemesinin sebebi de muhtemelen üç dört haftalık olduğu içindir."

Onaylayarak başımı sallarken hiçbir şeyin benim için bir önemi kalmamıştı. Sevinçten ağlıyordum. Çünkü bu anı çok beklemiştim. Bir ailenin önemli parçası olmak. Seni karşılık gözetmeksizin seven insanlardan oluşan bir ailenin. Sevdiğim adam ve bebeğim. Beni bu hayatta karşılıksız sonsuz sevgiyle sevecek iki insandı. Birken iki olmuşlardı ve ailemiz gün geçtikçe büyüyecekti. Karnımda küçücük bir dünyayı büyütmenin heyecanı ilk andan sarmıştı beni.

Selvi'nin yanından çıktığımda kendimi garip bir neşenin içinde boğulmuş hissediyordum. Bilmiyordum ki, mutluluk buymuş meğer. Ben hiç yaşamamıştım bu kadar büyük mutlulukları. İlk hamileliğimden hiçbir şey anlayamamıştım bile. Şimdi her şey yavaş, emin adımlarla ve güvenli gidiyordu. Üstelik hayatımızdaki kötülüklerden bir bir kurtuluyorduk. Şimdi her şey bir anlam kazanıyordu sanki. Bilmiyordum, bilmediğim için de bu mutlu olma duygusunu neşe içinde boğulmak olarak tanımlıyordum.

İçimdeki taşmış mutlulukla ağlayıp durduğum için gözlerim kızarmıştı. Asansöre adım atar atmaz yalnız kaldığımda asansör aynasından yüzümü gözümü toparladım. Tam inip kliniğe doğru giderken koridorda Valent'le karşılaştık. Zamansız bir karşılaşma. Hazırlıksız yakalanmıştım.

Usulca bana yaklaşan adam "Bebeğim, kliniğe mi gidiyorsun?" diye sordu.

"Evet, Selvi'yle kahve içip lafladık. Birazdan danışanım var, gecikmeyeyim dedim, kalktım."

Biraz dikkatli bakınca kaşlarını çattı adam. "Ağladın mı sen?" diye sordu merakla. Elleri omuzlarımdaydı.

Boş bulunup "Yok." dedikten sonra hemen ekledim çünkü ona böyle bir yalanın sökmeyeceğini biliyordum. "Yani evet ama sandığın gibi değil." Ona gözüme toz kaçtı diyerek işin içinden çıkamayacağımı bildiğim için dürüst oldum. Ama sorularının ardı arkası kesilmeyeceğini de tahmin etmek zor değildi. Gecikmedi.

"Neler oluyor Lâl?"

Ona yalan söylemektense dürüstçe "Ne olur şimdi bir şey sorma olur mu?" diye ricada bulunmayı tercih ettim. Ellerimi gövdesine sararak "Sadece yarın akşamı bekle. İnan bana değecek." dedim. Yanağına bir öpücük kondurdum ve onu da tıpkı dün geceki hâlim gibi karmakarışık bir kafayla geride bırakıp kliniğe geçtim.

Tüm gün bulutların üstünde uçuyordum sanki. Öyle bir mutluluk, ferahlık. Eve geldiğimde de bu mutluluğun etkisi sürdü. Gün boyunca güleryüzlü olduğumu gören Valent nedenini bilmese de durumdan son derece memnun görünüyordu.

Akşam koltukta otururken "Bu mutluluğunu neye borçluyuz bilmiyorum ama hep böyle gülmen için her şeyimi verebilirim." dediğinde aynı gülümsemeyle karşılık verdim. Oysa ona söylemek için sabırsızlanıyordum. Her an ağzımdan kaçırmamak için kendimle savaşıyordum.

Neyse, akşamı film izleyip romantik anlar geçirerek bir şekilde atlatmıştık. Ertesi gün ise beni çok yoğun bir gün bekliyordu. Henüz içimde büyüyen minik sırrımdan Wendy'ye bile bahsetmemiştim çünkü sevinçten delirip ağzından kaçırır, Luigi'ye çaktırır, Luigi de Valent'e söyler diye tek kelime etmedim. Nasılsa bu akşam herkes öğrenecekti mutlu haberi.

Hummalı bir alışveriş sonrası eve dönüp Valent'in akşamki doğum günü kutlaması için hazırlıklara koyuldum. Sipariş ettiğim pasta geldikten kısa bir süre sonra mesaisi biten Wendy ve diğer eski ev arkadaşlarım da teşrif etmişti. Onların erken gelmesi iyi olmuştu çünkü Ahmet ve Giray'ı köle gibi çalıştıracaktım. Süslemelerle ilgili halledemediğim güç gerektiren şeyleri onlara yıktım.

Ahmet yorgunlukla kendini koltuğa atarken "Biz buraya kanepe manepe yemeye geldik, götümüzün bile kanepe gördüğü yok. Köle gibi çalıştırdın, mahvettin bizi kızım ya. Sanki emrinde çalışan yüzlerce insan yok." demeyi ihmal etmemişti.

Keyifle güldüm. "O zaman seni yormanın tadını çıkaramazdım akıllım."

Ahmet de tabii durur mu, altta kalmadı. "İşte bunlar böyle böyle zengin oluyor! Böyle böyle zengin oluyor!" diye söylenmeye devam etti.

Biz kızlar olarak bu seviyeli ve keyifli sohbete gülmeden edemedik. Son derece seviyeli.

Davetliler bir bir gelmeye başlamışlardı. Valent'e bilerek biraz geç gelmesini söyledim. Tüm davetliler geldikten sonra doğum günü çocuğu gibi teşrif etsin istedim. Onun tadını kaçıracağını düşündüğüm birini daha çağırmıştım. Nikolai Miloradov. Ama tadını kaçırsın diye değil, kız arkadaşıyla kutlamamıza katılmasını istemiştim sadece. Onunla daha yakın olmak istiyordum. Bunun bir zararı olmazdı hem Valent de onu kız arkadaşıyla gördükçe rahatlardı, kötü düşünceleri bir nebze olsun kafasından atardı. İyi olurdu.

Doğan Bey kardeşi Şebnem ve kızı Beyza'yla teşrif ettiğinde mesafeli bir misafirperverlikle karşıladım onları. Hemen ardından da Nikolai gelmişti zaten.

Kapıdan içeri gayet şık bir biçimde gelen uzun boylu adam, yanında kız arkadaşı Ilya'yla gelmişti. Çok şık ve güzel giyinmişti Ilya. Güzeller güzeli görünümünün aksine kendine güvenmeyen bir ifadeyle başı önde, kaçamak bakışlar atıyordu. Utangaçtı.

Elimi uzattım. "Hoş geldin, Miloradov. Keşke Nadia'yı da getirseydin."

"Hoş buldum. Onun biraz soğuk algınlığı vardı, bulaştırmak istemediği için gelmedi. Özel olarak sana uğrayacağını söyledi."

Anladığımı belli edercesine başımı salladım. Ilya'yla ayaküstü biraz sohbet ettik. En sonunda Valent ve Pietro da gelince kutlama başlamıştı. Valentino gelir gelmez Niko'yu görünce surat yapsa da kız arkdaşıyla geldiğini görünce büyütmedi, arkada gazını aldım falan. Çözdük bir şekilde konuyu.

Kendisi için yapılan hazırlıkları gören Valentino ne kadar kutlamaları sevmem falan dese de onun için yapılanları görünce gözleri parlamıştı. "Ne güzel şeyler hazırlamışsın." Elini belime sararken "Bunların hepsini sen mi yaptın?" diye sordu.

Kutlamada gayet eğlenen insanların üzerinde göz gezdirdikten sonra kollarında olduğum adama döndüm. "Nina ve diğer yardımcılar yardım etti." Dudak büktüm alayla. "Son dakikalarda Ahmet ve Giray da yardım etti ama Ahmet iki bir şey taktı diye demediğini bırakmadı."

Gülüştük. Pasta kesildi, şampanyalar patlatıldı derken Beyza'nın sinsi yılan bakışlarını görmezden gelmeye çalışarak birazdan vereceğim mutlu habere odaklandım.

Nina şampanyaları servis ederken bizim yanımıza geldi. Sessizce "Bana doldurma." dediğimde başını sallayarak Valent'e ve Pietro'ya servis etti. Valentino neyse ki bu davranışımdan bir anlam çıkarıp şüphelenmedi. Desenize, bu hediye ona tamamıyla sürpriz olacaktı.

Hediyeler takdim edildiğinde birbirinden pahalı, şık hediyeler gelmişti. Bizimkiler daha çam sakızı çoban armağanı şeyler alsa da Valent'in hoşuna gitmişti. Onu aileden görmeleri, enişte muamelesi görmek falan hoşuna gidiyordu gizliden gizliye. Zaten doğum günü çocuğu olarak mutlu görünüyordu. Sanırım ilk defa normal ve keyifli bir doğum günü kutluyor olmasının da etkisi vardı bunda. Önceki kutladığımız doğum gününde evden kaçma numarası yapıp yüreğini ağzına getirdiğim için.

Beyza hediye olarak aldığı bilmem kaç bin yüz milyar milyor dolarlık kol düğmelerini takdim ederken küçük dağları ben yarattım havasındaydı. Yurt dışından sipariş etmiş, özelmiş, bilmem neymiş. He anam he, yurt dışından sipariş ettiğin özel kol düğünlerini görünce hemen üstüne atlayacak adam sanki. Ya sabır ya selamet. Valentino nazikçe teşekkür ederek diğer hediyelerin yanına bırakması için Nina'ya verdi.

Herkesin hediyesini verdiğine emin olduktan sonra "Sanırım sıra benim hediyeme geldi." dedim heyecanla. İnsanlar büyük bir beklentiyle bomboş ellerime bakarken beklentilerini kısa süreliğine boşa çıkararak "Ben sana hiçbir şey almadım." dedim Valent'in gözlerinin içine bakarak.

Onunsa hediye umurunda bile değildi. Yalnızca kollarını bana sararak "Benim en güzel hediyem sensin." demeyi tercih etti. Her şeye sahip biri hediyeyi neden umursasın ki? Bugün alınan şeylerin hepsinden çifter çifter vardı onda. Ama benim vereceğim hediye tekti.

Çok bilmiş bir ifadeyle başımı iki yana salladım. "Hayır, artık en güzeli değil." diyerek itiraz ettim. Ne dediğimi anlamayarak merakla yüzüme bakmaya devam etti. Çok heyecanlıydım. Bu anın tadını çıkarmak istiyordum, acele etmedim. "Evet, ben sana hediye almadım. Daha doğrusu bu odada kimsenin veremeyeceği kadar özel ve benzersiz bir hediye vereceğim sana."

Dudakları merakla kıvrılan adamın kaşları havalandı sıradan bir ifadeyle. "Şimdi daha çok merak ettim."

Nina'ya baş işaretiyle hazırladığım kutuyu getirmesini istedim. Orta boy, gümüş kutuyu bana verdiğinde derin bir nefes alıp "Bu kutunun içinde hayatında en çok istediğin, kimse tarafından satın alınamayacak kadar güzel bir hediye var." dedikten sonra kutuyu Valentino'ya uzattım.

Beyza'nın ağzının içinden Şebnem'e "Ay ne uzattı ya, sanki Pentagon'un anahtarlarını koydu içine." dediğini duysam da duymazdan geldim.

Gülen gözlerim Valent'den bir an olsun ayrılmadan ekledim. "Hazır olduğunda açabilirsin."

Aynı merakla kutuyu ellerimin arasından alan adam bakışlarıyla benden ipucu almak ister gibiydi. Hatta kutuda ne var diye sorar gibi başını sallasa da hiçbir şey söylemedim.

Daha fazla tahmin yürütemeyen ve bekleyemeyecek kadar sabırsız olan Valentino usulca kutunun kapağını açtı. Kutunun içinde minik, beyaz bir çift örme patik vardı. Önce anlam veremedi. Bakışları merakla patikte gezindikten sonra eline alıp altlı üstlü inceledi ve kaşlarını çattı. Şaşırdı. Anlaması o kadar kısa sürdü ki yavaş çekimle yaşıyormuş gibi her anını zihnime kaydetmek istedim.

Heyecanlanan adamın şaşkın gözleri bana döndü emin olmak ister gibi. "Bir dakika. Lâl, ben doğru mu anladım?" Şaşkınlıkla karışık mutluluk duygusu sesinden hissediliyordu.

Aşağı yukarı salladım başımı. "Evet, baba oluyorsun Valentino Riccardo."

Kısa bir an donup kalan adam sevinçten ne yapacağını bilemedi. "Baba oluyorum."

"Evet, baba oluyorsun."

Onaylayarak başımı sallasam da bu kadar muhteşem bir haberi kabullenmesi saniyelerini aldı. Yüzümü ellerinin arasına alıp uzun uzun bana baktı. Hiç beklemediğim bir anda sevinçten deli olmuş adam etrafın ne düşüneceğini bile umursamadan beni kucaklayıp etrafında döndürmeye başladı.

Onu ilk defa böyle çocuk neşesinde görüyordum. Gözleri parlıyordu. Hiç görmediğim kadar mutluydu. İlk seferinde ona böyle haber verecek fırsatım olmamıştı. İlk kez yaşıyorduk bu duyguyu.

Bir süre diğer insanlardan soyutlanmış gibi bulutların üzerindeyken hâlâ olanlara inanamıyorduk. Dudaklarıma yapıştı tutku ve sevinçle. Yıllar sürer gibi efsanevi öpüşünün ardından ayrıldık. Anlamlı bakışları gözlerimde, teşekkür eder gibi geziniyordu. O baba oluyor olmasına, bense bu kadar kıymetli bir hediyeyi ona verebildiğime inanamıyordum. Öyle gerçek olamayacak kadar mükemmeldi ki her şey.

Doğan, yüzünde mahcup ve mahzun bir tebessümle "Çok tebrik ederim." derken sanki boğazındaki bir yumruyu yutuyor gibiydi. Gözleri dolar gibi olmuş, duygulanmıştı. Bense düz bir baş işaretiyle tebriğini kabul ettim.

Beyza ağzının kenarıyla "Tebrikler." derken şampanyasından büyük bir yudum aldı. Bakışları her şeyi anlatıyordu.

Wendy'ye döndüğümde ise başını seni gidi seni der gibi sallıyordu. Ondan çekeceğim olduğunu görebiliyordum. "Alacağın olsun senin! Demek bana anlatmazsın ha!"

"Daha yeni öğrendim, çılgın. Ne ara anlatacaktım?"

Duyduğu bahaneyle ikna olan kız kollarını iki yana açtı. "Gel kız buraya! Ayy yerim seni, benim bebeğim kardeşsiz kalmasın diye sen hamile mi kaldın?"

Başımı yana yatırarak "Tam olarak öyle değil ama..." derken kendimi Wendy'nin kollarında bulmuştum bile.

Ahmet daha da şok olmuş hâlde bir bana bir de henüz dümdüz olan karnıma bakıp duruyordu. "Ne yani, şimdi senin karnında senin gibi bir çirkin ördek yavrusu mu var?" Duygusal bir mutlulukla sarıldı bana. "Erkek olursa adını Ahmet koyarsınız artık." Ağzında yalnızca benim duyabileceğim bir şekilde geveledi. "E sonuçta çocuğu benim yatağımda yaptınız."

Karnına bir dirsek geçirdikten sonra ben de aynı anlaşılmaz gevelemeyle cevap verdim. "Hesaplar tutmuyor canım, Küba'da hamile kaldım ben."

"Yine de erkek olursa adını Ahmet koyarsınız değil mi?"

"Tabii ki hayır."

Omuz silkti adam. "Eh, sadece şansımı denemek istemiştim." Çabuk pes etmişti. Üç yaşındaki çocuklar gibi zırlar, istediğini yaptırana kadar salonun ortasında oturur ağlar sanmıştım. Güldüm. Sahi, bebeğe ne isim koyacaktık? Daha üç haftalıkken bunu düşünmek için sence de biraz erken değil mi, Lâl? Birazcık. Henüz ultrasonda bile görünmüyorken. Kan testinde bile HCG hormonu olarak görünüyorken. Acelen neydi?

Başta Evin'in sevinçten delirmesi olsun, Türkü ve Giray da çok sevinmişlerdi. Doğum günü kutlamasında bir bayram havası vardı. Herkes doğum gününü unutmuş bebek haberine kapılıp gitmişti. Başta Valent olmak üzere.

Nikolai ise kız arkadaşıyla olduğu yerde dümdüz dururken baş işaretiyle "Tebrik ederim." dedi. Yüzünde garip bir ifade vardı. Hüzün gibi.

"Teşekkür ederim, Miloradov."

O gece o kadar güzel geçmişti ki. Rüya gibiydi. Parti sonlanıp herkes gittiğinde evde yalnız kalmıştık. Etraf dağılmıştı. Nina toparlarken yardımcı oldum.

Son misafir olan Doğan'ı da kapıdan uğurlayan Valentino salona, yanımıza döndü. Beni Nina'ya yardımcı olurken görünce kaşlarını çattı. "Şaka mı yapıyorsun sen? Şuan, burada, yapabilecek o kadar kişi varken evi mi toparlıyorsun?"

Nina ise şikâyet etmekte gecikmedi. "Efendim, ben yaparım dedim ama..."

Valent'in bakışları ise direkt bendeydi. Azarlar gibi "Lâl, sen hamilesin ve yorulmaman gerekiyor. Bunun tam olarak neresini anlayamıyorsun? Tanrım, seninle ne yapacağım ben?" derken elimi tutmuş beni yukarı, odamıza götürüyordu.

"Ya Valentino, on saatlik beyin ameliyatı yapmışım gibi davranmaz mısın lütfen? Şunu aldım, şuraya koydum işte. Sadece Nina'ya yardımcı oluyordum."

"Nina'ya yardımcı olabilecek çok insan var, sen bunlarla yorulmamalısın." Merdivenlerden yukarı çıkarken orta katta baş başaydık. Sözü bittikten iki saniye sonra aniden beni kucağına aldı.

"Aaa! Valentino, ne yapıyorsun sen ya? Görmemişin çocuğu olmuş-"

"Lâl, bizim kaç tane çocuğumuz var?"

Omuz silktim ve bildiğim o cevabı verdim. "Hiç yok."

"Demek ki böyle davranmam normal, öyle değil mi?"

Beni odamıza kadar kucağında çıkaran adam gözlerini benden bir an olsun ayırmadı. Kapıdan içeri girerken gözleri gözlerimdeydi. Öyle büyülü bir andı ki bu, tarif edemiyordum. "Sen... Bugün bana öyle benzersiz bir hediye verdin ki... Bu doğum günümü ömrümün sonuna kadar unutmayacağım." diye mırıldandı.

Onun mutluluğu karşısında ben de mutluydum. Bana bakışlarına karşılık utangaç bir bakış attım.

Yatağa uzandığımda o da yanıma uzandı ve başımı göğsüne yerleştirdi. Meraklı elleri heyecanla karnıma kapandığında "Onun şuan burada olduğuna inanamıyorum." diyordu. Teknik olarak tuttuğu yerin biraz daha aşağısındaydı ama havasını bozmak istemedim. İyiden iyiye pembe hayaller kurmaya başlamıştı bile.

Bense heyecanla iç geçirdim. "O kadar heyecanlıyım ki Valentino. O kadar mutluyum ki... Kalbim böyle kelebek gibi pır pır kanat çırpıyor sanki."

"Ben de pek farklı sayılmam." Başını hafif kaldırıp bana baktı. "Sen ne zaman öğrendin ki?" Yalancı bir suçlamayla ekledi. "Ne kadar zamandır saklıyorsun benden bunu?"

"Valentino, çocuk daha 3 haftalık, dikkatini çekerim 1 aylık bile değil. Kan testinde bile zor görünen bir canlıyı senden ne kadar süre saklamış olabilirim acaba?" Gözlerimi kapatıp komik bulduğum bu ayrıntıya güldüm. "Ben de dün öğrendim zaten. Hani sen geldin, ağladığımı gördün, neden ağladığımı sordun ya..." Kafasında dünkü anıyı canlandırıyor gibi bakan adam için hikâyenin devamını getirdim. "İşte ben o an daha yeni öğrenmiştim hamile olduğumu. Duygulanıp ağlamıştım. Gece o kadar zor uyudum ki, sana söylememek için kıvranıp durdum." Bir elim karnımın üzerindeki elini kavrayıp parmaklarımızı kenetledi. "Bu sana doğum günü sürprizim olacaktı. 1 gece boyunca dikkatle saklamalıydım bu küçük sırrı."

Çenesini başıma yaslayan adam öyle rahatlamış bir ifadeyle nefesini bıraktı ki, aynı tamamlanmışlık hissi benim kalbimde de yerini aldığı için duygularını çok iyi anlıyordum. "Lâl, bu hayallerimin bile ötesinde bir doğum günü, hayal edemeyeceğim kadar mükemmel bir hediyeydi. Hayatımdaki en güzel doğum günüydü."

"Biliyorum. Benim için de öyle özel bir gün ki... İleride çocuğumuza anlatırken babana seni doğum gününde müjdeledim diyeceğim. Ay, çok heyecanlı." Başımı kaldırıp ona baktığımda yüzüme bakan adam, dudaklarını dudaklarıma yumuşakça bir hisle mühürledi. Öyle naif, şefkatli ve duruydu ki içimdeki tüm hisleri şaha kaldırabilecek kadar heyecan vericiydi. Sanki bir genç kızın ilk öpücüğü gibi özel ve büyülüydü.

O gece binbir hayallerle uykuya daldığımızda hayatım boyunca hiç uyumadığım kadar rahat uyumuştum. Sevdiğim adamın kolları arasında, onun kalp atışlarının ritmini dinlerken elimin altında, karnımda aşkımızın yansımasını hissederek huzurla... Uyuduğum bu uykuyu yarıda kesense zırıl zırıl çalan bir telefondu.

Zar zor Valent'in kollarından ayrılıp yataktan kalktığımdaysa uykumun en güzel anında beni uyandıran bu münasebetsize iyiden iyiye sinirlenmiştim. Saate baktığımda gece biri geçiyordu.

Kollarından kurtularak doğrulduğum için Valentino'yu da uyandırmıştım maalesef. Gözlerini ovalayan adam "Kim bu hadsiz?" diye sordu. O da benim gibi telefondakine kurulmuştu hâliyle.

Bense onu uyandırdığım için "Önemli bir şey olsa gerek." dedikten sonra ekledim. "Özür dilerim hayatım."

Kolumu okşayan adam "Saçmalama bebeğim, aç şu telefonu." derken tıpkı benim gibi meraklıydı. "Kimmiş, öğrenelim."

Komodinin üzerindeki telefonu elime aldığımda arayanın Perhide'm olduğunu görüp daha da şaşırdım. "Perhide:m... Bu saatte neden arar ki?" O an içime bir korku düştü. Kesin kötü bir şey olmuştu. Bekletmeden açtım telefonu. Yüreğim ağzımdaydı. "Alo, Perhide'm? Hayırdır inşallah bu saatte?"

"Sorma kızım, bir şey olmasa bu saatte seni arar rahatsız eder miydim hiç?"

Estrağfurullah..." Korkuyla dikeldim yatakta. Arkadan bağırışmalar, siren sesleri gibi gürültüler geliyordu. Bu daha korkutucuydu. "Ne oldu?"

"Evde yangın çıktı, Lâl." Hüngür hüngür ağlayan kadın zar zor derdini anlatıyordu. "Ev neredeyse kül oldu, kül! Ben bile nasıl canımı kurtardım şaşıyorum!"

"Ne diyorsun?" Arkamda merakla bana bakan adama kısa bir bakış attıktan sonra telefonun diğer ucundaki kadının anlattıklarına şok geçirmiş vaziyette sordum. "Annem... O nasıl?"

"..."

Onun sessizliği çok şey ifade ediyordu. O an kalbime bir ok saplanmış gibi kıvranıyordum. "Anneme bir şey mi oldu?"

"Ah kızım... Son günlerde pek iyi değildi zaten biliyorsun. Aklı iyice gidip gelmeye başlamıştı. Azize geldi, bizim eve yerleşti. Seval Hanım bir türlü kabullenemedi onu. Bu durum hastalığını daha da tetikledi. Yangını da o çıkarmış zaten."

"Kim? Annem mi?" Sağ elimle ağzımı kapatırken yangını onun çıkarmış olduğuna şaşırsam da bunların olabileceğini pek tabii tahmin ediyordum. Daha doğrusu, Azize'nin gelişinin Seval anneye yeni bir travma yaşatacağını, aklını karıştıracağını ve dengesini bozacağını tahmin etmek zor değildi.

"Evet, maalesef o çıkarmış. Tabii daha detaylı inceleyeceklermiş ama..." Hâlâ şoku atlatamamış olduğu sesinden bile belli olan kadın her şeyi anlatmaya çalışıyordu "Yangında Azize de öldü."

"Azize de derken?" Duymak üzere olduğum şeye kendimi hazırlamam mümkün değildi. Bu yüzden nefesimi tuttum ve felâketin gelmesini bekledim. Ben ağır yaralı sanmıştım. Perhide'min ağzından duyunca dünyam yıkıldı.

"Annen sizlere ömür kızım. Başımız sağ olsun."

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü Venusdegiljupiter , kelebeksesi1 , Sultan307 , SeydaAkan8 , deyeze okurlarıma armağan ediyorum. 🌸

Nasılsınız? İyi misiniz? 🌿 Ben iyiyim ve henüz öğrenmeniş olanlara harika haberlerim var ama önce bu hafta sonu YKS sınavına girecek olan canlarıma bol şans diliyorum, Allah zihin açıklığı versin. ✨ Evet bölümümüz hakkında sorulara geçmeden önce sürprizimizi sunayım sizlere. Bir süredir beni Instagram'dan takip eden okurlarım biliyordu, sonbahardan beri Gecedeki Aşk Serisi'nden bir karakterin kitabını yazmaya başladığımı söylemiştim. Rio'da Bir Gece'nin de sonlarına doğru yaklaşırken, bu kadar duygusalken bizi teselli edecek yeni hikâyemize gelelim... Bahsettiğim karakterimizin kitabına dün prolog bölümü yayınladım! 😍


Ve karşınızda, NİKOLAİ MİLORADOV: Milyon Dolarlık Proje kitabımız! Kendisini profilimde bulabilirsiniz, henüz prolog bölümünü yayınladım. Kapağımızı nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Niko'yu sevenler ya da onun hayat hikâyesini merak edenler için RBG bittiğinde düzenli yeni bölümlerimiz gelecektir. RBG'den sonraki toplanacağımız mekân da belli oldu. 😍 Instagram'da hangi gün yayınlanması konusunda açtığım ankete de katılırsanız yayınlanacağı güne birlikte karar vermiş oluruz. 💜

Şimdi gelelim göz bebeğimiz RBG'mizin yeni bölümüne... Yeni bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Sizce bizi nasıl tehlikeler bekliyor? Ya da dört gözle beklediğiniz bir olay, yüzleşme var mı? Buraya yazabilirsiniz. Finale adım adım yaklaşırken hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini buraya yazmak için son şanslarımız olabilir, bu çifti çok özleyeceğiz. 🥹 Bebeğimiz yolda, geliyor. 🐣 Bakalım bizi neler bekliyor? Lâlentino okurken dinlediğiniz ya da aklınızda canlanan şarkılar, müzikler varsa burada benimle paylaşabilirsiniz. Evet, şimdilik benden bu kadar, yeni bölümde görüşmek üzere. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%