@buzlarkralicesi
|
-48- ❝Lâl❞ 6. hafta. Gelmişti sonunda Valentino Riccardo'nun heyecanla beklediği o gün. 6. hafta doktor kontrolü için Selvi'den aldığımız randevu günüydü bugün. Sabahtan beri bir telaş, evden çıkmamız için bir acele. Valentino'yu hiç böyle görmemiştim. Muhtemelen kimse böyle görmemişti. Selvi'nin yanında ultrason için hazırlanırken de oldukça hevesli ve mutlu görünüyordu adam. Yanımda elimi tutarken içimdeki panik ve korkunun onu etkilemesini istemedim. İkimiz de bu kez bize verilen bu ikinci şansın büyük bir hediye olduğunu düşünüyorduk. Önceki hamileliğimden ne ben ne de o hiçbir şey anlamamıştık. Planlı değildi, çok yanlış bir zamanlamaydı ve bir sürü şey atlatmıştık. Ancak şimdi her şey tam kontrolümüzde gidiyordu. Oldukça erken öğrenmiştim hamile olduğumu. Ona göre her şeye çok dikkat ediyorduk. Yenilen içilen gıdalar, vitaminler, şunlar bunlar... Daha bilinçliydik artık. Aynı şeylerin yeniden yaşanmaması için ne gerekiyorsa yapıyorduk hatta Valent işi biraz abartmış olacaktı ki normal yaşantımda yapabileceğm şeyleri bile denetler olmuştu. Her şeye karışıyor, üstüme titriyordu. Bu beni şımarttığı kadar bazen sıkıyordu da. Ama ilk kez baba oluyordu ve onun bu heyecanını sevinçle, anlayışla karşılıyordum. Benim için de benzer, yeni bir durumdu bu. Selvi ultrason probunu bir o yana bir bu yana gezdirirken ikimiz de meraklı ve heyecanlıydık. "İşte burada." dedi kadın. Ekrandaki görüntüyü yakınlaştırırken en az bizim kadar neşeliydi. "Ama daha çok küçücük. Lokum bu lokum!" Gözlerini kısarak bakan adam "Ben... Göremiyorum." dedi merakla. Biraz da panik olmuş gibi söylemişti bunu. Sanki hepimizin gördüğü bir şeyi o göremiyormuş gibi. Açıkçası ben de göremiyordum. Küçük olduğu için. Biraz daha yaklaşıp bakmaya çalıştığında Selvi işaret parmağıyla gösterdi. "Bakın, burada. Tabii daha çok küçük olduğu için. Bezelye kadar." "Ah, evet! Gördüm." Bu kez daha dikkatli bakan adam sanki uzay gemisi inceler gibi önemli bir iş yapıyormuşcasına daha dikkatli görünüyordu. "Gerçekten de çok küçük." İkimiz de hayret ediyorduk bakarken. Bu kadar küçük bir şeyin büyüyüp hayatımızın her şeyi olabilme ihtimali bize şaşırtıcı geliyordu. Aslında hepimiz böyle gelmiştik dünyaya, neye şaşırıyorsak... Yine de görmek, buna yakından şahitlik etmek başka bir şeydi. Hele ki benim için... Şuan içimde küçük bir dünyayı büyütüyor olmak garip bir histi. Heyecanlıydı. Geleceğe dair umutlar yeşertiyordu. "6 haftalık gebelik kesesi. Şuan her şey gayet yolunda görünüyor. Yine de sık sık kontrole gelmeniz için birlikte bir program yaparız. Sizin içiniz rahat olsun." Ben gelmeden önce Valent'in ne kadar pimpirikli olduğundan kendisine bahsettiğim için Selvi hazırlıklıydı her şeye. Geçmişte yaşadıklarımızı da bildiği için ona karşı başka bir güven duyuyordum. O da oldukça ilgili davranıyordu bize sağ olsun. Onun konuşmalarını duymayan adam büyülenmiş gibi hâlâ onun görüntüsüne bakıyordu. Bezelyenin. Selvi ultrason görüntüsünün çıktısını aldığındaysa benden daha ilgili bir biçimde alıp bakmaya oradan devam etmişti. Ben toparlanıp kalkmaya hazırlanırken sanki evrenin sırrını çözecekmiş gibi görüntüye bakmaya devam eden adam usulca elimi tuttu. "Bu... Çok..." Bense "Garip, değil mi?" diyerek tamamladım odada baş başa kaldığım adama bakarak. "Garip ve büyüleyici. Çok farklı..." Gözlerime bakarken ne kadar mutlu olduğunu görebiliyordum. "Bugün ilk kez bebeğimizi gördük. Buradaki küçük şey, bizim bebeğimiz." "Evet." İç geçirdim. "O küçük karartı büyüyüp aylar sonra kucağımızda olacak. Ben de çok farklı hissediyorum. Çok heyecanlıyım. Çok endişeliyim." Kaşları çatıldı adamın."Neden endişelisin?" "Bilmiyorum, korkuyorum. Sağlıkla kucağımıza alabilecek miyiz? Ona iyi bir anne olabilecek miyim? Mutlu olduğum kadar endişeliyim de." Bunu karşımdaki adama dile getirmedim ama yeniden aynı şeyleri yaşamaya gücüm yoktu. Bebeğe yeniden bir şey olursa... Bunları asla düşünmemeliydim bile. Ellerimi tutan adam alnıma bir öpücük kondurdu. "Sen dünyanın en iyi annesi olacaksın ve o zaman bu saçma düşüncelerin bir anlamı kalmayacak." Karşımda baba olmak için doğmuş bir adam böyle konuşunca ister istemez gülmeden edemedim. Selvi'nin yanına gittiğimizdeyse bize almam gereken bazı vitaminler yazarken yapmam ve yapmamam gereken şeylerden bahsetti. "Sana bazı takviyeler yazıyorum. Önceki görüşmemizde Folik Asit'e başladık zaten. Onun dışında birkaç şey daha ekliyorum. Bu haftalarda sık sık mide bulantın, baş dönmen olabilir endişe etme. Miden çok bulanırsa kuru gıdalar tercih edebilirsin. Bol bol protein tüketiyorsun, ağır işlerden uzak duruyorsun. Bol bol su tüketirsen senin için iyi olur." Reçeteyi Valet'e uzattıktan sonra bize döndü. "Başka sorunuz var mı?" Emin olmak ister gibi "Her şey yolunda ama değil mi? Yani tam olarak her şey." derken paranoyak gibi göründüğümün farkındaydım ama engel olamıyordum. Merak ve endişe duyuyordum. Emin olmalıydım. Selvi rahatlatıcı bir gülümsemeyle "6 haftalık bir bebekte düşük riski her zaman vardır Lâl. Ama şuan her şey yolunda, emin olabilirsin. Bir aksilik olsaydı zaten söylerdim, saklamazdım." diyerek elime dokundu. "Şuan korkulacak bir şey yok, merak etme." Başımı sallayarak onayladım. Endişe etmem için hiçbir sebep yoktu, ben de ona göre davranacaktım. Endişeden uzak. Hastaneden çıkıp arabaya bindiğimizde Valent hâlâ ultrason görüntüsüne bakıyordu. Yol boyunca da ona bakacakmış gibi görünüyordu. Güldüm. "Ya Valentino, doymadın bakmalara. Baka baka eskittin ultrason filmini." "Bu bebeğimizin ilk fotoğrafı, Lâl. Biraz daha duyarlı davranabilirsin." Abartılı bir şaşırma ve özür ifadesiyle "Haa çok özür dilerim, Valentino Riccardo. Ben de ne biçim insanım ya? Bebeği karnımda taşırken söylediğim sözlere bak, ne kadar da duyarsızım." derken beni bir gülme almıştı. Benim güldüğümü gören adam kendisiyle dalga geçildiğini fark edince yalandan yargılayan bakışlardan sonra tek eliyle yüzümü kendine yaklaştırıp alnımdan öptü. İşaret parmağını burnuma dokundurdu. "Benim küçük sevgilim büyümüş, benimle dalga geçiyor. Sence bu baba olmayı sabırsızlıkla bekleyen bir adam için adil mi, mia bella?" Onun söylediklerine gülerken bir anda farkına vardım. "Biz nereye gidiyoruz? Öyle heyecanla kafam karıştı, arabaya bindik ama... Benim kliniğe dönmem lazım, danışanım vardı." "Bebek için alışverişe gidiyoruz." Hayret ettim. "Valentino, bebek daha altı haftalık. Allah'tan kork. Biraz bekleseydik, ne bu acele? Hem bebeğin daha cinsiyeti bile belli değil." Omuz silken adam "Ne var canım, biz de cinsiyetsiz renkler seçeriz." deyiverdi. "Hem cinsiyetinin ne olduğu önemli mi?" "Ya tabii ki değil. Ama bilirsek daha rahat alışveriş yaparız." Saate bakıp şaşırdım. "Ooo, sen beni kliniğe bırak. Ben anca yetişirim. Danışanım gelmek üzeredir, belki de gelmiştir bile." "Tamam." Arabayla hastaneye geri dönerken uyaran bir ifadeyle işaret parmağını salladı. "Ama kendini çok yormuyorsun. Doktoru duydun." "Selvi ağır kaldırma dedi, Valent. Yatalak gibi evde yat demedi ki." Söylediklerimi hiç ciddiye almayan adam aynı uyarıcı ifadesini takınarak karşılık verdi. "Gözüm üzerinde, küçük hanım." Gülerek başımı salladım. "Emredersiniz komutanım." Anlaşılmıştı artık 9 ay boyunca Valentino Riccardo'nun göz hapsinde olacaktım. Bahçede ayrılmak üzereyken Wendy ve Luigi'yle karşılaştık. Belli ki Luigi ve Valentino bu iki sıkı dostun daha fazla küs kalmasına dayanamamış olacaktı ki benim her zaman yaptığım operasyonlardan birini düzenleyip bizi barıştırmaya çalışıyorlardı. Bense Wendy'yi çoktan affetmiştim. Bir köşede süt dökmüş kedi gibi yüzüme bakan Wendy'nin yanına gittim ve "Gel buraya." diyerek kollarımın arasına aldım. "Ah Wendy, ah!" Başını kaldıran kız "Beni affettin mi?" diye sorduğunda yanaklarını sıkmamak için kendimi zor tuttum. Öyle tatlı ve masumdu ki. "Affettim, başımın belası. Seni affetmemem mümkün mü hiç?" Luigi bu durumdan mutlu görünüyordu. İlk defa mutlu bir gülümseme görüyordum dudaklarında. "Kaç gecedir uyumadı." dedi Wendy'yi göstererek. Omuz silkti Wendy. "Uyumam. Benim en yakın dostum bana küsken uyku tutmaz beni." Azarlar gibi "Bana bak, yeğenimi üzmüyorsun değil mi? Eğer onu üzersen çok fena olur." dedim karnına dokunarak. Biz iki kardeş birbirimize sarılırken öyle mutluydum ki anlatamam. Wendy'le hiç bu kadar uzun süre küs kalmamıştık ve bu beni de üzüyordu. Ona ne kadar kızgın olsam da Wendy benim sırdaşımdı. Bu barışma bana da öyle iyi gelmişti ki. Bu gece daha rahat uyuyabileceğimi biliyordum. Ayrıldığımızda kliniğe döndüm. Sıradaki danışanımla seansımız bittikten sonra odamdan çıkarken Ahmet sabırsızlıkla kapıda beni bekliyordu. "Ahmet, hayırdır?" dedim merakla. "Acilen dinlenme odasına gelmen lazım çünkü önemli bir toplantı yapacağız." "Ne toplantısı?" "Soru sorma da gel işte!" "Danışanım gelecek Ahmet." "Tamam, gelince Şebboy haber verir. İki adım yer ya, ne yalvarttın, gel işte!" Kolumdan çekiştirmesiyle birlikte Ahmet'i takip ettim. "Üf tamam çekiştirme Ahmet! Geliyorum." Dinlenme odasına geldiğimizde bizimkiler toplanmıştı cidden. Neydi bu kadar önemli konu, merak etmiştim doğrusu. "Neler oluyor?" diye sordum merakla. Ancak hiç kimse bir yanıt vermedi. Anladığım kadarıyla onların da konuyla ilgili bir bilgisi yoktu. Evin sabırsızca "Tamam, bak herkes toplandı işte Ahmet. Ne söyleyeceksen söyle, işimiz gücümüz var." derken hepimizin sesi olmuştu. Ahmet sabırsızlıkla aldığı nefesi bıraktı ve "Çok önemli bir kararın eşiğindeyim." deyiverdi. Giray alayla "Hayırdır, cinsiyet mi değiştireceksin oğlum?" diye sorduğunda kafasına kırlenti yedi. Kırlenti fırlattıktan sonra "Sulandırma oğlum ya!" diyen Ahmet gerçekten allak bullak görünüyordu. "Zehra'ya evlenme teklifi edeyim diyorum ama kararsızım." Kafasını kaşıyarak çaresizlik içinde "Ya beni yakışıklılığım ve vahşi cazibem için seviyorsa? Ya yaşlandığımda beni bırakırsa?" dediğinde başta ben ve Wendy olmak üzere herkes gülmeye başladı. Her şeyden habersiz olan Ahmet "Ne oluyor be, neye gülüyorsunuz?" diye sorduğunda ona gerçeği kimin söyleyeceğini düşünüp bekledim. Ancak insanlar gülmekten konuşamıyordu. Anlaşılan bu görev bana düşüyordu. "Ahmetciğim, sana bir iyi bir de kötü haberim var." diyerek girdim söze. Bir yandan Ahmet'in Zehra'ya evlilik teklifi edecek kadar güçlü hisler beslemesine, ona değer vermesine mutlu olduğumu itiraf etmeliydim. Ancak endişelerinin temeli o kadar komikti ki. Sonuçta Zehra güzel bir kızdı. Pekâlâ isterse Ahmet'den daha yakışıklısını da bulabilirdi. Zehra gibi bir kız kendisine baktı diye Ahmet'in havaya girmesi beni güldürmüştü. Şapşik arkadaşım benim. Vereceğim haberleri ilgiyle bekleyen Ahmet "Eh, kötüden başla bari." dedi. "Ben her zaman ilk kötüyü duymak isterim." "Yakışıklı değilsin." "Ne?" Son derece dürüst sözüm üzerine şaşıran çocuk şoku atlattıktan sonra teselli ikramiyesi bekler gibi "Peki, iyi haber neydi?" sorusunu yöneltti. Hem iyi hem de kötü haber olan yanıtımı tekrarladım omuz silkerek. "Yakışıklı değilsin." Herkes gülerken açıklamaya koyuldum. "Yani Zehra her halükârda yine seni sen olduğun için seviyordur." Diğerleri gülmekten katılırken Ahmet bozulmuş bir yüz ifadesiyle "Ayıp oluyor ama." dediğinde kıyamadım. Yanına gidip fırça gibi saçlarını karıştırdım. Ahmet'le biraz uğraşıp keyfimi yerine getirdikten sonra herkes işine gücüne dağıldı. Ben de asansöre doğru yürürken koridorda Valent'le karşılaştım. Bana karşı temkinli adımlar atarken yüzünde garip bir ifade vardı. Kafamın içinde kırmızı alarmlar yanıp sönmeye başladı. Bir şey yolunda gitmiyor. Sakinlikle tebessüm ederek ben de ona doğru yürüdüm. "Valentino Riccardo." "Lâl Riccardo." Ellerim gömleğinin yakalarına giderken gözlerimi gözlerinden kaçırarak tebessüm etmeye çalıştım. "Ne oldu?" "Ne gibi?" "Bana bir şey söylemek için kıvranıyorsun." "Nereden anladın?" "Birbirimizi nefes alış verişinden bile tanırken bunu sorman biraz saçma değil mi?" Yanağını okşadım kısa bir an. "Söyle hadi." "Tamam, söyleyeceğim. Ama bu kötü bir haber. Bu yüzden heyecanlanmaman gerekiyor. Sakin olmanı istiyorum." Aşağı yukarı salladım başımı. "Tamam, söyle artık." Durup biraz düşündükten sonra "Önce bir yere otursan daha iyi olur." dediğinde sabrım taşmak üzereydi. Ne olmuştu bu kadar? "Valentino şimdi yangın var diye bağıracağım ama. Artık söyler misin ne oldu?" Kollarımı yumuşakça kavrarken "Doğan Bey kalp krizi geçirmiş." dedi sakince. "Ne?" Şaşkın bakışlarla endişemi dizginlemeye çalışırken istemsizce bunun benim yüzümden olup olmadığını düşündüm. O akşamdan beri bir daha görüşmemiştik. Ne Doğan gelmişti bir daha o tavrımdan sonra ne de ben onu aramıştım. Aramızda soğuk bir savaş var gibi olmuştu. Şimdiyse birdenbire kalp krizi geçirdiğini öğreniyordum. Yüreğim ağzımda "İyi mi şuan?" diye sorarken kötü bir şey olmadığını düşünmek istiyordum. Benim sorumun hemen ardından Valent'in "İyi, sakin ol. Panik yapma." sözleri karıştı. Neyse ki biraz sakinleşmiştim. Derin bir nefes bıraktım. Yüzüme bakan adamla göz göze geldim. Cevabını bildiğim o soruyu sormakta gecikmedim. "Benim yüzümden oldu, değil mi?" "Saçmalama, Lâl." Adam evet, tabii ki senin yüzünden oldu, o gün öyle kötü şeyler söyledin ki, sen iğrenç bir insansın diyecek değildi ya. Ama ben biliyordum. Benim söylediklerim yüzünden yıkılmıştı adam. "O akşam söylediklerim yüzünden." "Lâl, bununla bir ilgisi olduğunu sanmıyorum. Belli bir yaşa gelmiş adam. Kendini suçlaman için söylemedim bunu. Senden gizleyemeyeceğim için söyledim." Onu önemsemediğimi söyleyip dururken benim yüzümden Doğan'a bir şey olma ihtimali beni bu kadar üzmemeliydi. Üstelik onlar beni bir an bile düşünmemişken. Ama üzüyordu. Darmaduman ediyordu. "Beni onun yanına götür." Vicdan azabından kıvranıyordum. "Lütfen." Yüzüme bakan adam, saniyeler içinde başını salladı. "Burada, özel odaya alındı. Benimle gel." Valent'e tutunmuş bir hâlde koridorda yürürken çok garip hislerin pençesindeydim. Kendime öfkelenmeli miydim bilmiyordum. Çünkü eğer bu kalp krizi konusu olmasaydı söylediklerimin hepsinde haklı olduğumu kimse inkâr edemezdi. Ama her gerçek de her yerde söylenmezdi ki. Bilmiyordum. Böyle olacağını nereden bilebilirdim ki? Doğan'ın odasının önüne geldiğimizde buz kesmiştim. Tamam, onun bu durumda olmasına üzülmüştüm ama bir insan olarak. O kadar. Sırf kalp krizi geçirdi diye onunla hiçbir şey olmamış gibi baba kız olacak hâlim yoktu. Ona nasıl davranacağımı bile bilmiyordum ve şuan kapının önündeydim. Ben derin bir nefes alırken adam buz tutmuş ellerimden tuttu. "Sakinleş biraz. O gayet iyi." Onaylayarak başımı salladım. Kapı açıldığında önde ben, arkada Valentino odaya girmiştik. Doğan beni gördüğüne kısa bir an parıltılı bakışlarıyla mutlu olduğunu gösterdikten sonra Valent'e döndü. "Ona söylememen konusunda anlaşmıştık, Valentino." Omuzları havalandı Valent'in. "Karımdan bir şey saklayamam. Eninde sonunda öğrenecekti zaten." "İyi de o hamile. Kötü haberlerden uzak durması gerekir. Ayrıca da ben iyiyim." "Hakkında konuştuğunuz kişi burada farkındaysanız." İki suç ortağına azarlayıcı bakışlar attıktan sonra yatakta doğrulmaya çalışan adamın yanına gittim. Ellerimle doğrulmasını engelledim. "Geçmiş olsun. İyi misin biraz daha?" İnsani bir geçmiş olsun dileğiymiş gibi söylemiştim bunu. Nezaketen ve mesafeli. Doğan ise buna bile mutlu olmuş hâlde "İyiyim kızım, merak etme." derken burada olmamdan mutluluk duyduğunu gizlemiyordu. "Geldiğin için teşekkür ederim." "Nasıl oldu bu birdenbire?" "Eee, yaş itibariyle olabilecek şeyler. Bir sebebi yok." Öyle olmadığını düşünsem de başımı salladım sadece. "Bak, bu konuda kısa konuşacağım." O ise uysal bir şekilde "Dinliyorum kızım." dedi sadece. Her kızım dediğinde aynı yerdeki yarama dokunsa da takılmamaya çalışıyordum. Aşmaya çalışıyordum. "Hiç iyi bir başlangıç yapmadık. Bu saatten sonra bizden normal bir baba kız olacağı da yok, o konuda hemfikiriz. Ama yine de o akşam söylediklerim için özür dilerim. Canını yakmak istedim, seni üzmek istedim, gergin bir günümdeydim. Kusura bakma tamam mı?" Hemen ardından ekledim. "Ama sen de lütfen böyle büyük büyük hareketler yapma. Sanki yıllardır baba kızmışız gibi, hiçbir şey olmamış gibi davranma çünkü öyle olmadığını ikimiz de biliyoruz." Biraz duygulansa da başını sallayan adam "Tamam, anlaştık." derken gülümsedi. "Birbirimize bundan sonra biraz daha ılımlı davranmaya çalışalım. Sorun olmasın. Bebek adımlarıyla gidelim." "Anlaştık. Bebek adımlarıyla." Olgun davranmak için kendimi zorladım. "Bir şeye ihtiyacın olursa haberim olsun." Onu sonsuza dek affedemeyecek olsam da eğer Doğan'a bir şey olursa kendimi sonsuza dek affetmeyeceğim için bundan sonra daha ılımlı davranmaya çalışacaktım. Artık birbirimizi kırıp yıpratmanın geçmişe ne faydası olacaktı ki? Yorgun gözleriyle minnettar bakan adam "Teşekkür ederim, kızım. Sağ ol." dedi yalnızca. O sırada kapı açılıp içeri Beyza ve Şebnem girdiğinde ortam buz kesmişti. O soğuk atmosferin ortasında Beyza öfkeyle elindeki su şişelerini Şebnem'e uzatıp bana doğru yürüdü. "Senin ne işin var burada?" Alaycı bir yüz ifadesiyle "Pardon?" dedim. Kendini ne sanıyordu acaba? Buraya gelirken de ondan mı izin alacaktım acaba? "Babamı bu hâle getirdikten sonra nasıl buraya gelebiliyorsun sen ya? Cinayet mahalline gelen katil gibi! Yarım bıraktığın işi tamamlamaya mı geldin?" Şebnem hiçbir şey söylemese de bakışları yeğeniyle aynı fikirde olduğunu gizlemiyordu. Ona doğru bir adım yaklaştım. "Bak Beyzacığım, sana kendimle ilgili kısa bir bilgi vereyim. Ben istediğim her yere girer, çıkarım. Bu hastane de benim. Biyolojik olsa bile bu adam da benim babam. Yani senlik bir şey yok, sana kemik atan olmadı. Tamam mıyız?" Benim umursamaz hâlimden dolayı öfkelenmiş olacak ki sertçe kolumdan yakaladı. "Tamam falan değiliz! Babamdan uzak dur! Onu öldürmeye mi çalışıyorsun sen?" Valentino aramıza girip Beyza'nın elini kolumdan ayırırken "Eline koluna hâkim ol." dedi. Doğan da yattığı yerden müdahale etti. "Beyza, sen karışma kızım." "Ama baba-" "Beyza dedim!" Yerinden hafifçe doğrularak "Lâl haklı, onunla olanlar bizim aramızda. Seni ilgilendiren bir şey yok." yanıtını verdi. Ben Beyza'yı umursamadan "Tekrar geçmiş olsun." dedikten sonra arkamda Valent'le odadan çıkarken aynı şey arkamdan gelen kız için geçerli değildi sanırım. Hızını alamayan Beyza odadan çıktıktan sonra kapının önünden bana seslendi. "Amacın ne? Babamdan intikam almak mı?" Arkama döndüm merakla. Bu kızın karın ağrısını biliyordum da daha ne kadar saçmalayacak onu merak ediyordum. Valent "Hadi, gidelim. Ciddiye alma." dese de durdum. "Ne intikamı kızım, kafan mı iyi senin?" "Babamın mirasının peşinde olmadığın kesin." derken bakışları Valent'e dönmüştü "Ha yerini garantilemek istiyorsan orasını bilemem." "Bana bak, Allah yarattı demem ayağımın altına alırım seni." Öyle sakin bir şekilde çıkmıştı ki bu söz dudaklarımdan, ben bile sakinliğime şaşırmıştım. "Babamın canına kastın mı var? Sana sahip çıkmadı diye intikam mı almaya çalışıyorsun diyorum, almıyor mu kafan?" Yüzünde önemsemez bir ifadeyle "Bir piçe sahip çıkmadığı için babama kızacağına, her önüne gelenin altına yatan annene kızsana sen. Neden gidip ona kızmıyorsun?" dedi. Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış derler ya, bu yüzsüzlük tam olarak bana bunu hissettirmişti. Normalde bu sözlere o kadar öfkelenirdim ki. Ama öyle olmadı. Artık öfkemi kontrol altına alabiliyordum. Hatta Valent benden daha çok öfkelenmiş görünüyordu. Kıza "Ne biçim konuşuyorsun sen? Bu ne biçim bir üslup?" diyen adamı Beyza'ya doğru yürürken durdurdum. Sakinlikle kıza doğru yürüdüm. "Hayatım, annesiyle babasıyla büyüyenleri de görüyoruz. Annen sana hiç terbiye vermedi mi? Hayır, benimle böyle konuşmalarını geçtim, evli erkeklerle yatıp kalkan bir metres olarak annem hakkında biraz iddialı konuşmuyor musun?" Biraz daha yaklaştım ona. İyice kulağına uzandım. "Valent'le yatabilmek için koştura koştura otel odalarına yetiştiğinden babanın haberi var mı merak ettim. Ya da Sinan Bey'in metresi olduğundan?" Söylediklerimle esmer yüzü mosmor olurken "Sen ne biçim konuşuyorsun benimle?" dedi ama küçük dilini yutmuş gibiydi. Laf yetiştirecek hâlde değildi. Söylediklerimle büyük bir darbe yemişti. Onu ardımda bırakmadan önce son kez yüzüne baktım ve "Kocamdan uzak dur, seni sürtük. Yoksa seni cümle âleme rezil ederim. İnsan içine çıkacak yüzün kalmaz." dedim. Valent'e doğru yürürken arkama bile dönmeden "Ha bu arada, bir daha yoluma çıkma, ezerim!" diye eklemeyi de ihmal etmedim. Kocamı da önüme kattım gittim. Ne yapayım, böyleleriyle başka hangi dilde konuşayım? Kibarlıktan anlamaz, dayak atsan eşek akıllanır bu akıllanmaz, başka çarem yoktu. Onunla anladığı dilden konuştum mecburen. Asansör kabininden içeri girerken merakla kaşları çatılan adam "Ona ne söyledin?" diye sorduğunda omuz silktim. "Ne diyeceğim? Ayağını denk al, benim iki leşim var dedim. Senden önceki mezarda falan dedim işte öyle sıradan konular." Elimi sallayarak önemsiz bir şeymiş gibi bahsederken adamın başını öne eğerek gülüşünü keyifle izledim. "İşte hepsini bu gülüş için yaptım." Beklemediği bu sözle odağı bana dönen adam hayranlık dolu bakışlarını bana dikti. "Ne?" "Bana ait olan bu gülüşü kimseye kaptırmaya niyetim yok." "Başka birinin kapabileceğini de nereden çıkardın?" Tek adımla bana iyice yaklaştı. "Bu gülüş sana özel." Burun buruna geldik. Dudaklarımız o kadar yakındı ki günlerdir birbirimize dokunmadığımız için tüm vücudumun arzuyla sarsıldığını hissedebiliyordum. Sadece bir öpücük için her şeyi yapabilirdim şuan. Tam dudaklarımız birbirininkini bulacakken asansör kapısı açıldı ve dudaklarımız daha birleşmeden ayrılmak zorunda kaldı. Valentino da benimle aynı duyguları paylaşıyor olacaktı ki ciğere bakan kedi gibi bana baktıktan sonra önüne döndü ve yutkundu. Bense utangaç yeni gelinler gibi başımı öne eğmiş gülüyordum. Benim güldüğümü gören adam "Çok mu komik?" diye mırıldandı önümüzdeki boş yere gelen iki doktorun ardından. Onlarla baş işaretiyle selamlaştıktan sonra İtalyanca kulağıma fısıldadı. "Ci vediamo in serata." Bakışları imalıydı. Ve alev alevdi. Asansörde ineceğim kata geldiğimde ona ateşli bir vedalaşma bakışı attıktan sonra onu daha da harekete geçirdiğimin farkındaydım. Ardımda bıraktığım adamın akşamı iple çekeceğine emin bir şekilde kliniğe geçtim. Kapının önünde Montrel, şeffaf ve üstü kapalı bir bardakla beni bekliyordu. Onu görünce şaşırdım. "Montrel?" Burada olmasına değil de beni bu şekilde beklemesine şaşırdım sanırım. "Efendim, bu Bay Riccardo'dan." "Ne bu?" Gerçi renginden çok da anlaşılmayacak bir şey değildi. "Portakal suyu mu?" "Evet, taze sıkılmış." "Patronun midemde portakal ağacı çıksın diye mi uğraşıyor?" Gerçekten soru soran bir ses tonu kullandığım için "Bağışlayın, anlayamadım." dedi zavallı adam. "Tamam, neyse, teşekkür ederim." diyerek bardağı aldım ve içeri geçtim. Kapağını açıp bir yudum aldığımda gerçekten çok güzeldi. Bebek doğduğunda portakala benzerse şaşırmam. Sabah ve öğle taze sıkılmış portakal suyu, akşam yatmadan önce de süt. Acaba süt de taze taze ineğin memelerinden sıkılmış bir şekilde mi geliyordu? Abartma, Lâl. Portakal suyumu bitirmek üzereyken Fuat aradı. Merakla açtım telefonu. Kitapla ilgili dava konusunu kapattığım için bu kadar çabuk aramasını beklemiyordum. En son dün görüşmüştük. Acaba Işık mı huysuzlanıyordu? "Lâl, nasılsın?" "İyiyim, Fuat. Sen?" "Ben de iyiyim. Hamilelik nasıl gidiyor?" "Valent'in yoğun ilgisiyle dokuz ayı nasıl tamamlayacağımı kara kara düşünerek." Telefonun diğer ucundan adamın gülme sesini duyabiliyordum. "Gülme. Daha şimdiden o kadar abarttı ki dokuz ayın sonunda bu ilginin dozu ne derece artacak merak ediyorum doğrusu." "İlk babalık heyecanı, olur o kadar." Biraz havadan sudan konuştuktan sonra "Bu hafta sonu Işık'ın doğum günü. Unutmadın değil mi?" diyerek söze girdi. "Yok canım, unutur muyum? Hediyesini bile sipariş ettim." İki gün falan kalmıştı bıcırığın doğum gününe. Bir tane parlak prenses elbisesini çok beğenmişti, ben de onu sipariş etmiştim. Umarım hâlâ istediği şeyler listesindedir. "Ben gelebilecek misiniz diye teyit etmek için aramıştım." "Tabii ki geleceğim, ne zaman kaçırdığımı gördün?" "Zuhal de olmayacağı için. Yalnız ilk doğum günü olmasın istedim." "Saçmalama Fuat, Işık hiçbir zaman yalnız olmayacak. Biz varız. Zuhal de en kısa sürede çıkacaktır. Bunlara üzülme sakın." "Teşekkür ederim, Lâl. Her şey için." "Valla ben de her şey için teşekkür ederim Fuat ama senin yaptıklarına tek tek teşekkür edecek olsam bu telefon konuşması bitmez. O yüzden şu teşekkür konusunu aramızda kapatalım artık." Benim esprili cevabıma karşılık yeniden güldü Fuat. "Tamam, anlaştık. Hafta sonu görüşürüz." "Görüşürüz." Telefonu kapattığımda ufak bir detayı unuttuğumu fark ettim. Hemen panikle telefona sarılıp Valent'i aradım. Umarım hemen açardı. Kısa sürede telefonu açan adamın ses tonu endişeli geliyordu. Daha yeni ayrıldığımız için bir aksilik olmadan bu kadar kısa sürede aramayacağımı biliyordu. "Lâl, bebeğim?" "Şey, Valentino ben sana bir şey söylemeyi unuttum." "Kötü bir şey yok değil mi?" "Hayır, hayır yok. Şimdiden haber vereyim de hafta sonu programın çakışmasın diye." "Dinliyorum." "İki gün sonra Işık'ın doğum günü var. Birlikte gider miyiz diyecektim. O gün müsait misin? Herhangi bir işin yoktur umarım." "Elbette gideriz. Sen bu kadar paniklemiş konuşunca önemli bir şey oldu sandım." Adama ayaküstü kalp krizi geçirttiğim için "Özür dilerim, sevgilim. Ama Işık'ın benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorsun." diyerek açıkladım. O da anlayışla karşıladı, sağ olsun. "Tamam, merak etme. Hafta sonu seninim, her zaman olduğu gibi." Güldüm istemsizce başımı öne eğerken. "Bu arada portakal suyu için teşekkür ederim. Ama artık içimde portakal ağacı çıkacak." "Tamam, o zaman karışık meyve suyuna geçeriz biz de." Kahkaha attım. "Ya, Valentino!" Her seferinde beni güldürmeyi başarıyordu. O tam bir çılgındı. Ve kabul etmese de iflah olmaz bir romantikti. Yine çanlar çalıyordu. Hani şu her şey inanılmaz yolunda gittiğinde kesin bir aksilik olacağına dair kötü haberler veren çanlar. Akşam birlikte eve döndüğümüzde yorgundum. Tatlı bir yorgunluk. Başımı adamın göğsüne yaslayıp uyuklayarak yolu geçirdim. Eve geldiğimizdeyse üstümü değiştirmek için odaya çıktım. O da arkamdan geliyordu. Sessizce kıyafetlerimi çıkarıp pijamalarımı giyerken gündüzki meydan okumasını hatırlayıp hatırlamadığını merak ettim. Aynada bana bakan yansımasına ne iş der gibi göz kırptım. Bakışlarımdan hiçbir şey anlamayan adam "Ne?" diye sorduğunda iddialı bir bakış attım. "Ne oldu? Gündüz seni şöyle yaparım, böyle yaparım falan diyordun. Ne iş?" Güldü adam. Oturduğu yataktan eliyle karnımı işaret etti. "Lâl, hamilesin." "Eee, yani? Sonuç olarak?" Ona doğru yürüdüğümde o da ayağa kalkmıştı. Kollarımı boynuna sararken "Ben bunda bir sorun göremiyorum." derken kendimden emindim. Nasılsa Selvi bir sakınca olmadığını söylemişti. "Emin misin? Doktor-" "Doktor, birbirini seven iki kişinin aşk tazelemesinde bir sakınca olmadığını, bebeklerinin de bundan rahatsız olmayacağını söyledi. Yeterli bir cevap mı senin için?" Kaşlarımı kaldırmış onun yanıtını beklerken karşılığını dudaklarını dudaklarıma açlıkla yapıştırarak vermişti. Ben tam üzerimde adamla yatağa uzanırken telefon çaldı. Valent'in telefonuydu. Benden daha çok sinir olmuş bir biçimde eli komodinin üzerindeki telefona uzandı. "Affedersin." dedi üstümden kalkarken. Uyarır gibi "Uzun sürebilir." demişti Luigi'nin aradığını görünce. Başımı salladım. "Tamam, ben bir şeyler içeceğim." Onayladı adam. Ekranda Luigi'nin adını görmüştüm ama yine de banyoya doğru yürüdü adam. Benim yanımda iş konuşmayı pek sevmiyordu. Sanırım gergin muhabbetler falan her neyse işte. Ben çıkmadan önce odada biraz oyalanırken ponduflarımı nerede soyduğumu hatırlamaya çalışıyordum. Yatağın köşelerine baktım ama yoktu. Aramalarıma giyinme odasında devam ederken Valent'in öfkeli sesiyle irkildim. Tam olarak ne konuştuklarını duyamıyordum ama sözlerinin arasında Castelli adını duyunca gerildim. "Luigi, istediklerini yapabilirler. Onlar silahlanırken biz de oturup keyfimize bakmayız. Eğer bir savaş açarlarsa bunun karşılığı olur. Söyle onlara." Castelli ailesi. Zita'nın ailesiyle işbirliği yapan mafya ailesiydi. Zita'nın öldürülmesiyle Fanucciler'in de Valent'in ailesine savaş açtığını tahmin etmek zor değildi. Ve Valent beni kaçıran Fabricio Castelli'yi öldürdüğü için Castelli ailesi de aynı düşmanlığı güdüyordu. Ne derler bilirsiniz, düşmanımın düşmanı benim dostumdur. İki aile birleşip Valent'e savaş açmış olabilirdi pekâlâ. Belki ben duyduklarımla abartıp kafamda kurguluyordum, bilmiyordum ama bildiğim tek şey bir terslik olduğuydu. Valent'i durduk yere bu kadar öfkeli ve sesi yükselmiş şekilde görmezdiniz. Şimdi sessizce salona inecektim ve Valent yanıma indiğinde hiçbir şey duymamışım gibi davranacaktım. Onun gerginliğini almaya çalışacaktım. Tek dileğim, artık bir süreliğine savaş olmamasıydı. En azından bebeğimiz doğana kadar. Geri kalan zamanda bir şekilde idare edebilirdim. Ama bebeğimiz yeniden aynı şeyleri kaldıramazdı. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Nasılsınız? Yeni bölümümüz geldi, bu bölümümüzü tüm okurlarıma armağan ediyorum! 🎀 Salı günü son bölüme ilgi olmadığı için ekstra bölüm gelmedi, böyle bir durum söz konusu olduğunda genellikle duvarımda paylaşıyorum, profilimdeki duyuruları takip ederseniz çok iyi olur. Gelelim bölümümüze. Çiçeği burnunda baba adayı Valent'i nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Ayrıca hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazabilirsiniz. Son olarak Riccardo çiftimizin anne baba olma serüveninde görmek istediğiniz sahnelerinizi buraya yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |