Yeni Üyelik
51.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 49

@buzlarkralicesi

-49-

❝Beyza❞

Babam hastaneden çıkalı birkaç saat olmuştu. O odasında dinlenirken benim aklım hâlâ Lâl'in küstahça bana söylediklerindeydi.

Terasta otururken bir yandan onunla ilgili internette araştırmalar yapıyordum. Şebnem sessizce karşımda oturmuş beni izlerken "Şuna bak..." diye söylendim telefonu gösterirken. "Yok davayı kazanmış, üvey ailesi işkence etmiş bilmem ne.. Allah bilir bunlar da yalandır." diye söylendim. "Bir de insanlar adliyenin önünde pankart açmış Lâl Alsancak yalnız değildir diye. Kraldan çok kralcı bunlar. Ne saçma sapan hareketler bunlar ya."

Şebnem kaşlarını kaldırarak omuz silkmekle yetindi. Onun yorum yapmaması ayrıca canımı sıksa da sinirimi ondan çıkarmış gibi olmak istemiyordum. Zaten yanımda bir o kalmıştı. Babam bile sırt çevirmişi bana. Ne için? Lâl denen o kız için.

Öte yandan sosyal medyada adını yazdığımda bir sürü fan hesapları falan çıkmıştı karşıma. Lâl ve Valentino'ya katıldıkları davetlerden, verdikleri görüntülerden kolaj molaj yapmışlardı.

Video ve fotoğraflardan bazılarında adam onun gözünün içine aşkla bakıyordu. O an bize yemeğe geldiği günü hatırladım. Orada da öyle bakıyordu. Belki de bu görüntüleri bile Lâl çektirip basına servis etmişti. Bu editleri yapsın diye falan. Amacına da ulaşmıştı. Canımı sıkmayı başarmıştı. Kim bilir, Valent gibi bir adam beni sevseydi bana da öyle bakardı. Hangi kadın istemezdi ki bunu?

Garip bir biçimde sinirim bozulmuştu ama itiraf etmekten de kaçınıyordum. "Ne bu böyle ergenler gibi? Romantik şarkılarla edit yapmışlar bir de. Çocuk musunuz siz ya? Dizi partnerleri mi bunlar, niye medya bunlara bu kadar ilgi duyuyor?"

"E biri şarkıcı, öbürü iş adamı Beyza. Ondan olabilir mi acaba?"

Alayla güldüm. "Ya bırak Allah aşkına. Pabucumun şarkıcısı." Instagram'da gezinirken Valentino'yu stalkladım, etiketlerden hesabını bulamadım. Etiketlenme özelliğini kapatmıştı sanırım. Lâl'in takipçilerinden bulmak uzun işti. Direkt adını yazdım arama çubuğuna. Girdim, hesabı gizliydi. Zaten takipçi sayısı da fotoğraf sayısı da çok azdı. Tamamen bir gizemden ibaretti bu adam. Ona ulaşmak neredeyse imkânsızdı.

Lâl'in hesabına girdim mecburen. Belki Valentino'yu orada görürüm diye. Gerçekten de birkaç mutlu fotoğrafları vardı. Güzel pozları. Takipçi sayısına bakarken "Baksana takipçi sayısına, milyon falan. Kesin bot basmıştır." diye kendi kendime konuştum.

Şebnem gözlerini kısarak baktığında o da benim gibi biraz şaşırdı. "Bu kadar ünlü müydü bu kız ya?"

"Ne bileyim." Omuz silktim. "Salaklar sürüsü işte. Tepemize çıkarmışlar bu kızı."

Kendim dışında kimseye itiraf edemediğim bir şey vardı. Lâl çok mutluydu. Sosyal medya hesaplarında hep huzurlu ve güzel bir hayatı, özenilesi bir evliliği olduğu görülüyordu. Çok sık paylaşmasa da güzel dostluklarını ve ilişkilerini, mutluluğunu, kendine yarattığı o aile sıcaklığını görebilmek mümkündü.

Sosyal medya yaşantılarının şişirme balon olduğunu biliyordum ve mutluluk pozlarının yalan olduğunu, evde kedi köpek gibi birbirilerini yediklerini diliyordum. Bunu düşünmek içimi ferahlatırdı. Ancak bir araya geldiğimizde o adamın Lâl'e nasıl prenses gibi davrandığını da görüyordum. Sadece fotoğraflarda ve rastgele yakalanmış videolarda değil, gerçekte de Lâl'in nasıl gözünün içine baktığını. Her şeyi görüyordum ve bu beni hiç olmadığım kadar öfkelendiriyordu.

Ne vardı ki bu kızda bu kadar? Neden herkes tarafından bu kadar seviliyordu? Nasıl bu kadar çok arkadaşı vardı? Kocası nasıl oluyordu da ona bu kadar bağlıydı? Tüm bunların bir büyüsü mü vardı anlayamıyordum, çözemiyordum. Bu hayatta her şeye sahip olan babam bile Lâl'in oluşturduğu o mutlu ve huzurlu ailenin kadrajında yer almak için çabalıyordu. Bense o kadrajda olmak istemiyordum sadece. O kadrajın kendisi olmak istiyordum.

Sanırım o mutlu karelerde onun yerine ben olmak istiyordum. Onu tamamen çıkarıp yerine kendimi koymak. Tüm öfkem ve hırçınlığımın sebebi bundan ibaretti.

❝Lâl❞

Işık'ın doğum günü çok neşeliydi. Üstelik hediyem olan o güzel elbiseyi öyle çok beğenmişti ki. Parlayan gözleriyle hediye paketini açarken, kıyafeti gördüğünde heyecanını ve mutluluğunu gözlerinde görebiliyordum. Sıkı sıkı sarılmıştı boynuma. Küçük kollarının varlığı beni mutlu eden tek şeydi.

Doğum gününe Engin abim de gelmişti. Ya da Turgay. Ona hangi ismiyle hitap edebileceğimi pek bilmiyordum. Ona karşı tanıdık hislerim kadar onu yeniden tanıyormuş gibi bir yabancılaşma da vardı içimde. O kadar uzun zaman ayrı kalmıştık ki. Elbet bir mesafe olacaktı. Hiçbirimiz aynı kalmamıştık.

Işık arkadaşlarıyla bahçede koşturmaya başlayınca biz yetişkinler biraz baş başa kalmıştık. Bizim oturduğumuz ortamda Fuat, Valentino ve abim vardı. Diğer veliler bahçede gruplaşmış bir biçimde sohbet ediyorlardı.

Valent'in telefonu çaldığında ayağa kalktı ve yumuşakça omzuma dokunarak "Affedersin bebeğim, önemli olabilir." dedi. Fuat Işık'ın peşinden gidince onunla baş başa kalmıştık.

Böyleyken camdan bir duvar vardı sanki aramızda yılların ördüğü. Ona sıkı sıkı sarılmak istesem de o duvarı kırmak her yerimi paramparça edecekmiş gibi hissediyordum. Öte yandan onun bana olan şefkatli bakışı cesaret veriyordu sanki. İçimi yumuşatıyordu.

Abim "Onunla mutlu musun?" diye sordu arkada bizden uzaklaşarak telefonda konuşan Valent'i başıyla işaret ederek.

"Hiçbir zaman, kimseyle mutlu olmadığım kadar." Ellerim karnıma kapanırken ona henüz almadığı haberi vermeye hazırlandım. "Ve... Mutluluğumuzu taçlandıracak bir misafirimiz de geliyor." Biraz nefes alıp sakince "Hamileyim. Bir bebeğimiz olacak." dedim.

Heyecanla sevinci aynı anda yaşayan adam ayağa kalktığında ben de kalktım. Bana sarıldı, karşılık verdim. "Meleğim... Bu, bu harika bir haber! Çok sevindim." Yeniden yerlerimize oturduğumuzda merakla "Cinsiyeti belli mi?" diye sordu.

"Yok, daha çok yeni. Bu hafta yedi haftalık olacak."

Başını salladı abim. Aramızdaki mesafenin o da farkındaydı. Oturduğu yerde parmağındaki yüzükle oynarken "Ben de evliyim." deyiverdi. Onun yeni hayatıyla ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Şaşırdım. Onu tek tabanca sanıyordum. "O şuan ülke dışında. Benim gibi örgütün üyelerinden biri. Hollanda'da, bir görevde."

"Onu seviyor musun?"

"Seviyorum. Aşk gibi değil ama birbirimize güveniyoruz." Üzerime diktiği gözleri içini açarken ne kadar samimi olduğunu ayna gibi yansıtıyordu bana. "Sen nasıl zor zamanlar geçirdiysen benim için de her günüm zordu. Seni defalarca görmek istedim. Yanına, yakınına kadar geldim. Hatta mezarlığa kadar. Beni gömdüğünüz gün... Ben oradaydım."

Yutkundum ağlamak üzereyken. Benim için en acı günlerden biriydi o gün ve yine yanımda Valentino vardı. Onu iyi anlıyordum. Sırtını yaslayabileceğin güvenli birinin olması hissini. Tamam, bizim Valent'le aramızda aşk da vardı ama güven her şeyden önemliydi. Bu yüzden onu anlayacak kadar badireler atlatmıştım.

İç geçirdi adam. "İşte o zor günlerde Tati yanımdaydı." Başını salladı açıklamadan önce. "Asıl adı Tatiana. Daha doğrusu örgütün ona verdiği isim bu. Aslında Türk ama kamufle olabilmek için böyle bir isim seçilmiş."

"Anlıyorum." Anladığım bir bok yoktu. İyiyi de kötüyü de, siyahı da beyazı da içinde barındıran Nox denen bu örgütten bir bok anlamıyordum ama abimi bana bağışladıkları için mutluydum. Beni ilgilendiren kısmı da buydu.

"Örgüt için çok önemli işler yaptım. Çok önemli insanları ameliyat ettim, hayatını kurtardım. Öldü sanılan devlet adamlarını, bilim insanlarını... Nox kendisine iyi hizmetlerde bulunmayan kimseyi bünyesinde barındırmaz. Büyük hizmetlerde bulunanları ise ihya eder."

"Peki, Başkan ve Vural'la sen aynı örgütte-"

"Birinci kural, öz aileden bile olsa Nox'daki iki tanıdık insan birbirinin varlığından haberdar olmaz. Bu sayede verilen görevlerde öz anne babasını, kardeşini yok edeni bile gördüm.Verilen görev yerine getirilir, öz babanı öldürmeni isteseler bile." İçim ürperdi. O ise bunları son derece sıradan bir biçimde söylüyordu. Alışmıştı. "Kurallar katıdır." Kaşlarını kaldırdı esrarengiz bir biçimde. "Ama iyi bir istihbaratçıysan delinebilir. Ben onları buldum. Araştırdım. Çok sessiz ve derinden ilerledim ve hastanede karıştırdıkları haltlara kadar her şeyi öğrendim. Sadece zamanını kolluyordum."

"Başkan seni tanımıyordu yani."

"Hayır. Sadece ben onu tanıyordum. O hastanesine yeni katılan bir doktor olduğumu sanıyordu yalnızca. Öz oğlu olduğumu mahkeme koridorlarına kadar hiç bilmedi."

Anlıyordum. Anladığım en önemli şey, abimin de benim gibi acı çektiğiydi. Ben Başkan'ın cehennemindeki alevin harlarıyla cebelleşirken o da bambaşka bir yolda, acımasız kurallar altında hayatta kalmaya çalışıyordu. "Tati'yi tanıyabilecek miyiz peki?"

Omuz silkti heyecansız bir biçimde. "Bilmem. İşlerinden fırsat kalırsa." Sanki karısından değil de arkadaşından bahsediyor gibiydi. Belki de onların ilişki dinamiği, sevgi dili farklıydı. "Tati'yle biz iyi bir ekibiz. Nerede olursak olalım birbirimizin arkasını kollarız. Ama iş aşka gelince... Aşk hata yaptırır. Bundan kaçınırız. Zaten âşık olacak vaktimiz de olmaz."

Dudaklarım düz bir çizgi hâlini alırken kısa bir anlığına aşkımın hayatımdan alındığını düşündüm. Valent'in elimden alındığını, artık yanımda olmadığını. Bu bile kalbime kramplar saplanması için yeterli gelmişti. Merak ettiğim şeylerden biri de abimin Niko'yla ne kadar yakın olduğuydu. "Peki siz Niko'yla nasıl-"

"Örgütteyken tanıştık, biraz bahsetmiştim sana. İyi biri, mert adam Nikolai. Bana çok yardımı dokundu. Kardeşim olarak senden bahsettiğimde ikimizin de seni yakından tanıdığımız ortaya çıktı." Kaşlarını kaldırarak ekledi. "Valent'den pek haberim yoktu. O zamanlarda Nikolai'nin seni sevdiğini görünce... Ne bileyim, belki siz..." Cümlesini tamamlamadan kestirip attı. "Boş ver. Öyle bir düşünceydi yalnızca. Seni gerçekten sevdiğini görebiliyordum. Ama aslolan iki tarafın da birbirini sevmesi."

"Evet." Niko'nun duygularını ve bana verdiği değerin samimiyetini iyi biliyordum ancak olacak iş değildi. Hemen devamını getirdim. "Ama zaten onun da hayatında biri var." Sanki günah çıkarır gibiydim bunu söylerken. Niko'nun kalbini kıran kadın gibi görünmek istemiyordum. İstememiştim. İstemeden olmuştu. Ama aşk kalp kırardı. Onun doğasında bulutların üzerinde gezdiren bir mutluluk olduğu gibi yüksekten düşüren bir acı da vardı.

Niko'nun hayatındaki kişiden bahsettiğimde sanki önemsemez gibi başını sallayan adam "Ya, evet, varmış." dedi yalnızca.

O sırada Valentino bize doğru yürüyordu. Sandalyesini bana yaklaştıran abim "Bir şeye ihtiyacın olursa lütfen çekinmeden söyle." derken bunu bir görev olarak değil de aramıza yeni bir yaklaşma basamağı koymak ister gibi söylemişti. "Seninle daha yakın olmak istiyorum. Eski günlerimizi geri istiyorum, Lâl. Yeniden abin olmak, seni koruyup kollamak, mutlu olduğunu gözlerimle görmek istiyorum. Başkan'ın elinden aldığı hayatı artık yaşamanı istiyorum."

Ben de çok fazla şey istiyordum ancak hayatın bize ne getireceği belli olmuyordu. Abimin sayıp sıraladığı tek bir şeyi dahi istemediğimi söyleyemezdim. Ömrümüz yeterse Valent'le mutlu bir hayat için ne gerekirse yapardık.

Bize doğru gelip yanımdaki yerini alan Valentino sohbete karıştı. "Ah, ben de Lâl ile bunu konuşmak istiyordum, Engin." Kaşlarını merakla çattı. "Turgay'ı mı kullanıyorsun Engin'i mi?"

Sakin ve arkadaş canlısı bir ifadeyle yanıtladı abim. "Dava dolayısıyla kimliğim açığa çıktığı için artık fark etmiyor. İstediğini kullanabilirsin."

"Pekâlâ, Engin. Lâl ile de konuşmak istiyordum ama hazır bir aradayken seni en kısa sürede evimize, yemeğe davet etmek istiyorum. Birbirimizi daha yakından tanıyalım, Lâl ile özleminizi giderin."

"Olur, çok sevinirim Valentino."

"Tamam, önümüzdeki hafta bir gün haberleşelim o hâlde."

"Anlaştık."

Engin abimle Valent'in görünürde de olsa iyi anlaştıklarını görmek beni mutlu etmişti. Gerçekte iyi anlaşıp anlaşmayacaklarını ise zaman gösterecekti. Önce bir araya gelmeli, birbirilerini tanımalıydılar. Anlaşmak bir sonraki adımdı.

Işık'ın doğum gününü güzel bir şekilde atlattıktan sonra nihayet evimize gelmiştik. Günün çoğunda oturmama rağmen ayaklarım şişmişti resmen. Işık ısrarla el ele tutuşup dans etmek isteyince tepinip durmuştuk biraz. Yorulacak bir şeyler bulmuştum yine.

Eve girdiğimizde hemen koltuğa oturuverdim. Ayakkabılarımı soyarken Valent de karşımda ceketini çıkarıyordu. "Yine çok yoruldun. Bu gece iyice dinlenmen gerek."

"Dinlenirim merak etme."

Yeni aklına gelmiş gibi "Ha bu arada," diyerek söze girdi adam. "Önemli bir iş toplantısı içi yarın İtalya'ya gitmem gerekiyor. Sabah gidip akşam döneceğim." Bunları söylerken tedirgin bakışlarla beni süzüyordu. "Seni burada yalnız bırakmak istemiyorum. Aklım burada kalacak."

Ondan bir an bile ayrı kalmak istemeyen ben bundan memnun olmasam da olgun davranmaya karar verdim. Birimizin bunu yapması gerekiyordu. Gözlerimi abartıyla açarak "Yalnız mı?" dedim. "Valentino Allah'tan kork, bir ordu var yanımda. Nina var, kapıda bir sürü adam var. Sonra Montrel var. Ayrıca Wendy'yle de barıştık. Belki sen yokken evde pijama partisi yaparız."

İçi biraz daha rahatlamış görünen adam "Tamam, buna sevindim." derken düşünceliydi. "Ama yalnız kalamam dersen yerime Pietro'yu gönderebilirim."

"Sanki altı sene Almanya'ya ırgat olarak çalışmaya gidiyorsun ya, ne abarttın? Sabah gidip akşam döneceksin. İşe gider gibi."

"Hayır, belki akşam değil ertesi sabaha aksarsa-"

"Aksasın! Wendy'yi, bizimkileri falan çağırırım eve. Yalnız kalmam, merak etme sen." Önüme eğilen adamın omzuna dokundum. "Panikleyecek bir şey yok."

"Paniklemiyorum."

"Evet, sadece hayatı bir miktar zindan ediyorsun." Parmaklarımın arasında gösterdim. "Azıcık."

Gülüştük. Valent'le hayat güzeldi. Valent'le hayat bir uygulamayı premium üyelikle kullanmak gibiydi. Rahattı, konforluydu, huzurluydu, araya reklam niyetine başkaları girer korkusu yoktu. Bir gece benden uzakta kalsa endişe etmezdim, acaba beni aldatıyor mu diye düşünmezdim. Çünkü ona güvenirdim. O bana her zaman dürüst olurdu.

Dinlenmek için yukarı, odamıza çıkarken Valent kendisinin de birazdan geleceğini söyleyip yollamıştı beni. Yatağa uzanıp günün yorgunluğunu atmaya çalıştım. Birkaç dakika geçmeden kapının arkasında Nina ve Valent'in uğultulu seslerini duymaya başladım.

Valent "Bana bırak." dedi ve merdivenlerden aşağı inen birinin sesini duyarken kapım aralandı. İçeri elinde bir bardak sütle adam girdi. "Yatmadan önce içmen iyi olur diye düşündüm."

Hevesli koca bir gülümsemeyle "Ah, Valentino..." sözleri döküldü dudaklarımdan.

"Bundan sonra her gece yatmadan sütünü içmelisin. Bebeğimizin proteine ihtiyacı var."

Yanıma oturup sütümü verdiğinde kendimi o kadar şanslı hissediyordum ki. Sanki şu anı durdursalar ve beni içinde bulunduğum ana hapsetseler sonsuza dek yaşarmışım gibi geliyordu. Gibisi fazla, yaşardım. Ancak yeni anılar biriktirecektik belki. Daha güzel anılar. Bunları düşünerek sütümü aldım ve içmeye başladım.

Sütümün yarısından fazlasını bitirdikten sonra üst dudağımı yalarken "Ama sen beni bu kadar şımartırsan ben her sene hamile kalırım." diye mırıldandım muzırca.

Omuz silkti adam. "O hâlde doğru yoldayım. Benim için sakıncası yok." Başını öne eğip gülüşüme karşılık verdi.

"Ne yani, beş altı tane küçük Lâl'le aynı anda uğraşabileceğini mi sanıyorsun?"

Kısa bir an düşündükten sonra "Belki aralarından küçük birkaç Valentino da çıkar." derken gülüşüme yenisi eklendi.

"Kaçamak cevaplar veriyorsun, Valentino Riccardo. Şimdiden kaçak dövüşüyorsun. Bu hoşuma gitmedi."

İçim çıkana kadar gülmüştüm. Belki de hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Sevdiğim adam yanımda, karnımda bebeğimiz... O kadar mutluydum ki mutluluk zehirlenmesi olsaydı şuan geçirebilirdim. Zaten Valent'i hayatımdan çıkarırsak mutlu tek bir anım kalmazdı bence. O kadar azdı ki. Olanlar da yalan mutluluklardı. Sahte gülümsemeler. Ama Valent'le olan şeyler gerçekti. Çok gerçek. Sevincim de, üzüntüm de, öfkem de sahiciydi. Onun bana yaşattığı tüm duygular öyle sahiydi ki. O anı kendisiyle paylaşmaktan kendimi alıkoyamadım.

Önüme eğdiğim başımı kaldırdım ve adama baktım. "Biliyor musun, ben hayatımda hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Sen yanımdasın, biz mutluyuz..." Elim karnıma gitti hevesle. "Sonra bebeğimiz... Ben... Ben senden önceki hayatımda hiç bu kadar mutlu olduğumu bilmiyorum." Sağ elim adamın yanağına gitti. Derin bakışlarla ve tüm samimiyetimle "İyi ki varsın, Valentino Riccardo. İyi ki hayatımdasın." dedim.

Yanağındaki elimi alıp avcumdan öptü. "Asıl sen iyi ki varsın." Karnımı okşadı. "Bebeğimiz iyi ki var." Derin bir nefes aldı. "Senin varlığın bana en büyük armağan. Ben sana ekstra bir şey yapmıyorum. Bu yaşadığımız şey, benim hayalimdi. Önce sen sadece rüyalarımda hayalî bir kadınken, sonra senden ayrı kaldığım iki yıl boyunca benim hayalim hep buydu. Seninle böyle bir gelecek planlıyordum." Ciddi bir yüz ifadesiyle "Bazı engeller bunu ertelememe sebep oldu." dedikten sonra ekledi. "Ama bundan sonra bizim hayatımız böyle olacak. Yine pürüzler çıkabilir, işler rayından çıkabilir ancak biz hep birlikte olacağız. Omuz omuza her şeyi atlatacağız."

Başımı göğsüne yasladım tembelce. İç geçirdim. "Rüyada gibiyim. Yani biri beni dürtüp uyandıracak diye ödüm kopuyor."

Sırtımı okşayan adam "Ben her zaman yanında olacağım. Bu kez sizi koruyacağım." diye mırıldandı çenesini başıma yaslarken. Son cümlesindeki o canının yanması kalbimin derinliklerine kadar indi. Neyse ki yüzüne baktığımda çok sürmeden işi şakaya vuran adam hınzırca devam etti. "Rüya kısmına gelince..." Saçlarımla oynarken dudaklarıma çapkın bir bakış atıyordu. "Bu benim profesyonel olduğum bir konu. Dilersen sana rüyada olmadığını kanıtlayabilirim."

"Hımm... Nasıl olacakmış o?"

Dudaklarıma eğilip sıcaklığıyla kavradı beni dudakları. "Hiçbir rüya..." Öpüşleri bir dalganın sahile vurması kadar duruyken karnımı bırakın, kalbimde kelebeklerin kanat çırpmasına sebep olabilecek kadar etkiliydi. "Bu kadar gerçek olamaz." Her seferinde ilk kezmiş gibi heyecanla atan kalbime bunun ömür boyu olacağını ve alışmam gerektiğini nasıl anlatabilirdim?

Mükemmel bir gecenin ardından ertesi gün Valentino Riccardo'nun babalık ilgisi gün geçtikçe vites arttırarak devam ediyordu. Fuat'ın da dediği gibi ilk babalık heyecanıydı, hoş görüyordum.

Sabah bir bardak su ve vitaminlerimle peşimde dolanırken ben eşyaları dışarı saçılmış çantamı toparlıyordum. "Ya, tamam dur Valentino. Bir yere kaçtığım yok. İçeceğim işte." Toparladığım çantamı komodine koyup adama döndüm.

"Bu vitaminler önemli, Lâl. Bebeğimizin gelişimi açısından. Ben internette araştırdım, bazılarına hamile kalmadan önce çocuk yapmayı düşünürken başlamamız gerekiyordu. Çok geç kaldık."

"Oldu o zaman, sen hepsinden üçer beşer tane ver, aradaki farkı kapatalım ne dersin?"

Benim alay ettiğimi iki saniye sonra fark eden adam "İtiraz istemiyorum, Lâl. Komik şakalarla gündemi geçiştirmeye çalışma. Lütfen hemen gözümün önünde iç şunları." derken ciddi ve otoriterdi. "Sen unutkansın, bırakırsam kesin içmeyi unutursun."

Dudak bükerek "İyi peki, peki tamam ver. Gözünün önünde içeyim de rahatla." dedim ve önce şeffaf bir kapakçıkta duran vitaminleri sonra da suyumu içtim.

Arabada birlikte hastaneye giderken Valentino "Aklım sende kalacak. Lütfen kendine dikkat et olur mu?" dedi. Bugün İtalya'daki toplantıya gideceği için biraz gergin görünüyordu. Burayı merak edeceğini biliyordum ama içini rahalattım.

Omzuna koydum elimi. "Sen merak etme kocam, buralar bende. Hem bak, yalnız olmayacağım diye anlaştık ya zaten. Yolda kurup durma kafanda."

"Ben işim biter bitmez döneceğim zaten. Akşam uçuşla ilgili bir sorun olmazsa hemen-"

"Ya tamam, sana hesap soran mı oldu?" Güldüm. "Gören de sabah akşam seni dövüyorum sanır Valentino. Ne zaman bir yere gitmen benim için sorun oldu?"

"Senin için değil zaten, benim için sorun. Orada bir an olsun aklımdan çıkacağını mı sanıyorsun?"

Kafası biraz dağılsın diye şakayla karışık takıldım. "Hele bir aklından çıkayım, hele bir yaramazlığını göreyim, bak bakalım neler oluyor ondan sonra. Cıngar çıkarırım."

"Cın... Cıngar ne demek?"

"Yani olay yaratırım, kavga çıkarırım gibi bir şey işte." Kafamı kaşıdım merakla. "Çıngar diye mi söyleniyordu cıngar diye mi? Hiç bilmiyorum şimdi kafam karıştı. Neyse, sen ana temayı anladın değil mi?"

"Ana tema?"

Omzuna elimi atarken övdüm onu. "Sen şimdi böyle yakışıklı, güçlü, karizmatiksin ya, sakın öyle kızlar sana bakarsa nezaketen bile bakma anlaştık mı? Sonra ben durduk yere kötü oluyorum birilerini dövdüğüm için. Şık bir hareket değil." Duraksadım. "Bak, anlatırken bile tekrar âşık oldum sana görüyor musun?"

Keyifle güldü adam. "Lâl..." Gözlerini gözlerime dikti ve iç geçirerek "Sen muhteşem bir detaysın." dedi.

Benim sözümü bana karşı söylemesi önce ona bakan gözlerimin ışıldamasına, sonra da utangaç bir biçimde başımı öne eğip gülümsememe sebep oldu.

Beni hastaneye bıraktığında sarıldık, öpüştük. "Montrel her zaman emrinde. Nereye gidersen peşinde olacak. Lütfen dikkatli ol, Lâl."

Yanağını okşadım. "Tamam, merak etme sen." Uzaklaşmadan önce muzırca ekledim. "Uslu duracağıma söz veriyorum."

"Konu sen olunca pek inandırıcı değil."

Gülerek kliniğe girdiğimde rahattım, mutluydum. Huzurluydum. Hayatımdaki tüm tehditlerden arındığımda yeniden doğmuş gibi hissediyordum. Artık ne Gündayların kızı olmanın mecburiyetleri vardı, ne Başkan'la Vural'ın tehditleri. Her şey geride kalmıştı ve yok olacaklarına dair inancımın tükendiği o pislikler artık resmen hayatımda yoklardı. Bu öyle büyük bir lükstü ki.

Şebboy'la selamlaşıp odama geçtiğimde telefonum çaldı. Arayan Doğan'dı. Bekletmeden açtım. "Merhaba."

"Lâl, merhaba kızım." Duraksadı. "Sana kızım dememde bir sakınca yok değil mi?"

Gönül bağı olarak sakıncası çoktu ama zorlamadım. Onun da mahcup olduğunu, hassasiyetime saygı gösterdiğini ve bir şeyleri düzeltmeye çalıştığını görebiliyordum. Yeniden aynı şeyler olsun istemediğim için uzatmadım. "Tabii, buyurun."

"Valentino iş seyahatine çıkmış, bugün yalnız kalacakmışsın. Ben de düşündüm ki hamilesin, evde yalnız kalma, bu gece bende kal olmaz mı? Yani haddimi aştıysam lütfen kusura bakma ama..."

"Yok, hayır. İnce düşünmüşsünüz, teşekkür ederim ama evde yalnız değilim. Yardımcılarımız var. Bir de yakın arkadaşımı çağırdım, akşam bende kalacak. Yalnız olmayacağım yani. Nazik teklifiniz için teşekkür ederim." Beyza'yla aynı evde kalacak değildim ayrıca. Piton yılanlarıyla dolu bir kafeste kalmayı tercih ederdim. Ben ve bebeğim için şuan ondan daha tehlikeli bir yer göremiyordum.

"Anladım. Yine de bir şeye ihtiyacın olursa beni aramaktan çekinme olur mu?"

"Teşekkür ederim." Bir şeye ihtiyacım olduğunda arayacağım son kişi bile olmayacağı gerçeğini söylemedim. Kalbine daha fazla zarar vermek istemiyordum ancak hiçbir şey olmamış gibi de davranamazdım. Çünkü bu kez de benim kalbime zarar gelirdi. "Siz nasıl oldunuz? Eve geçmişsiniz, daha iyi misiniz?"

"İyiyim kızım, sorduğun için çok teşekkür ederim. İyi ki varsın."

"Peki o zaman, sonra görüşmek üzere. Hoşça kalın."

"Kendine dikkat et kızım." Her seferinde yıllar boyu söyleyemediği o kelimenin acısını çıkarıyormuş gibi söylüyordu kızım kelimesini. Ama benim kalbimde bir titreşim bile olmuyordu. Çünkü öyle hissetmiyordum. Hiçbir zaman da hissetmeyecektim. Ben kalpsiz biri değildim, onlar gibi kötü değildim. Olamazdım da. Vicdansız davranmamaya gayret ediyordum. Hakkım olan o hesap sormanın acısını bile çıkaramıyordum. Sadece susuyordum.

Telefonu kapattıktan sonra bugünün ilk iki danışanıyla başlayıp peş peşe seanslarımızı tamamladık. Yorulmuştum. Göründüğü kadar kolay olmamasının yanı sıra artık çabuk yoruluyordum. Yataktan hâlsiz kalkıyordum. Miniğimin tatlı küçük sorunları işte. Böyle soruna can kurbandı.

Öğle arasında Wendy geldi yanıma. Heyecanlıydı. "Kızım, bir haberlerim var, olay!" dedi kapıyı arkasından kapatırken.

"Ne oldu, geç otur anlat bakalım." Karşıma oturan kızın heyecanına gülümsedim.

Ben hastanedeki dedikoduları anlatacak diye beklerken "En kısa sürede Rize'ye gitmemiz lazım." dedi. Öyle dan diye. Spontane.

"Rize mi? Rize ne alaka kızım?"

"Geçen gün Ufuk'la konuştum. Sonra da anne tarafından yengemi aradım. İkisine de Luigi'yle evlenmeye karar verdiğimizi söyledim. Durum öyle olunca dayım da bizim kızımız sahipsiz mi, gelsinler istesinler önce falan demiş."

"Tamam, her şeyi anladım da Rize ne alaka onu anlayamadım hâlâ."

"Ha, benim anne tarafı Rizeli, ondan."

Hayretle en yakın arkadaşım sandığım yabancının gözlerine baktım. "Wendy, sen benim soy ağacıma kadar hatta bugün içime giydiğim dona kadar her şeyi biliyorsun. Hatta öyle ki hakkımda kitap yazacak kadar bilgiye sahipsin ve ben senin Rizeli olduğunu şuan öğreniyorum. Sence de bu işte bir terslik yok mu?"

"Kızım ben çok görüşmüyorum ki zaten akrabalarımla. Bir Ufuk var baba tarafından. Bir miras davası yüzünden anne tarafımla da uzun yıllar küstük zaten ama evlilikte küslük olmaz dedim, aradım. Sonra da başıma böyle bir iş çıkardılar yani."

"Anladım. Şimdi gelsinler istesinler diyor yani dayın."

"Evet." Sonra aniden oturduğu koltukta kıçına iğne batmış gibi zıpladı. "Aaa ama tabii ki dayımın hamile olduğumdan haberi yok, sakın ha! Zaten haberi olsaydı Luigi'yi alnının çatından vururdu. O konuda dikkat edelim."

Güldüm başımı iki yana sallarken. "Olur, ederiz." Dudak büktüm pek aklıma yatmamış gibi. "Yalnız bu Rize olayı çok kafamı karıştırdı. Yani herkese senin hakkında yakın arkadaşım diyorum, Rizeli çıkıyorsun."

"Kızım sen de Adanalı çıktın, biz bir şey dedik mi?"

Gözlerimi devirerek yanıt verdim. "Benim babam sonradan ortaya çıktı Wendy, salak mısın? Aynı şey mi bu şimdi?" Kollarımı kavuşturup arkama yaslandım. "Ben sana her şeyimi anlatıyorum, sen bana anlatmıyorsun valla arkadaşlık ilişkimizi bir gözden geçireceğim yani kusura bakma."

"Ya hayır kızım ya, şuan küsmenin hiç sırası değil biliyor musun? Sonra gözden geçirirsin neyi geçiriyorsan." Yeniden açıkladı. "Bizim olaylar karışık biraz. Babam bir taraflı, annem bir taraflı. Hem sen nüfus müdürü müsün? Bilip de ne yapacaksın ki şimdi?"

"En yakın arkadaş olarak bilmem gerekir diye düşündüm."

Geçiştirir gibi "Neyse onu karıştırma sen. Rize'ye benimle geliyor musunuz?" dedi Wendy.

Bu ani teklifi beklemediğim için biraz şaşırdım. Ben sadece onlar gider, isteme faslından sonra dönerler diye düşünmüştüm ama madem davet edilmiştim, en yakın arkadaşımı en özel gününde yalnız bırakacak hâlim yoktu. Yumurta göte gelince Rizeli olduğunu tesadüfen öğrendiğim en yakın arkadaşımı.

"Çok isterim de önce bir Selvi'ye bebek açısından sakıncası var mı diye sormam lazım. Sonra da Valent'e işlerini ayarlayabilir mi diye bir haber vermeliyim. Sağlık sorunu çıkmazsa yüksek ihtimalle geliriz. Valent de kuzenini yalnız bırakmak istemez zaten."

Bir çocuk gibi ellerini çırparak sevindi Wendy. "Harika!" Sonra duraksadı ve yeniden koltuğa tüm dinginliğiyle oturdu. "Gelin olmuş gidiyorum resmen. Oha ya."

Wendy'nin ani duygu geçişleri beni benden alıp güldürse de onu böyle görmek bambaşka bir şeydi. Sonunda mutlu olacaktı. Bebeklerimizi birlikte büyütecektik. Şaka gibi. Belki bizim çocuklar da kanka olacaktı. Bizden bir şeyler saklayıp birbirilerini sırdaş bileceklerdi. Ah, o günler gelseydi de görseydik.

Öte yandan merak ettiğim bir detay da, anlattığına göre geleneklerine bu kadar bağlı olan dayısı Luigi'nin yabancı olmasını sorun etmemiş miydi? Kafamı kurcalayan bir soru olsa da o anki keyfini bozmamak için sormadım Wendy'ye.

Akşam için sözleştikten sonra görevinin başına döndü Wendy. Benim de işlerim erken bitti, hava kararmadan klinikten çıktım. Trafiğe yakalanmak istemiyordum.

Arabama bindim. Önde ben, arkada Montrel'in takip arabası eve doğru dönüyorduk. Ancak ne kadar uğraşsam da iş çıkışı trafiğine yakalanmıştım bir kere. Montrel'le aramıza iki araba girdi.

Çok geçmeden Montrel aradı ama arabanın bağlantı sisteminde küçük bir sorun olduğu için hoparlöre almak için düğmeye bassam da iletişim kuramadım. Araba kullandığım için de telefona bakmakla uğraşmak istemedim açıkçası. Kazaya davetiye çıkarmak en son istediğim şeydi. Muhtemelen aramıza araba girdiği için arıyor olmalıydı ancak zaten ileride trafik biraz rahatlayacaktı. Ben de bir yere kaçmıyordum sonuçta.

O sırada garip bir şey oldu. Ben eve giden yola saparken Montrel'in takip arabasını göremedim. Aksine, biri arkamda, diğeri yanımda iki araba tuhaf bir biçimde beni takip ediyor hatta sıkıştırmaya çalışıyordu.

Önce dikkatimi dağıtmaya çalıştılar. Onlar yüzünden kaza yapma noktasına gelirken heyecanlandım. Yüreğim ağzıma geldi, ne olduğunu anlamamıştım. Her şey yolundayken bir anda kaza tehlikesi geçirmenin verdiği korkuyla nefes aldım. Sonra yanımdaki araba önüme, arkamdaki araba yanıma geldiğinde iyice sıkıştırılmıştım. Bir mengenede gibiydim. Plakalara baktım ve yanımdaki arabanın içindeki iki adamı da tanıdım. Adnan Sezer'in adamlarıydı bunlar.

Panik yapmamaya çalıştım. Derin nefesler aldım ama çok gerilmiş durumdaydım. Bir kramp beni daha da panikletti. Arabada sıkıştırılmaktan daha korkunçtu çünkü belki de o krampın sonucu.

Arkadan gelen gürültülü kornalarla yanımdaki ve önümdeki arabalar ilerledi, yollarına bakar gibi gidiverdiler. Ben de o fırsattan istifade hemen arabayı sağa çektim. Soluklanmaya çalıştım. Arkadaki yardımseverin kim olduğuna bakma fırsatı dahi bulamadan derin nefesler aldım.

Beni zor durumdan kurtaran araba önüme park etti ve içinden hiç beklemediğim şekilde Fahir Bey çıktı. Meğer yardımıma yetişen iyilik meleği oymuş. Burada olmasına şaşıracak vaktim olmadı çünkü kramplar gittikçe artıyordu.

Başını eğip camdan bana baktı. "Hocam, iyi misin? Bir şeyin yok ya?" Ben sadece yutkunarak başımı salladım. Konuşacak durumda değildim. "Bu alagavatlar senden ne istiyor Allah'ın aşkına? Eşkıya mı bunlar yol kesiyorlar?" Sağ eliyle ağzını kapattı. "Kusura kalmayın,küfür yoktu."

Bense o an bunu düşünecek durumda değildim. Biraz panik hâlindeydim ve kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.

Şüpheyle yüzüme baktı adam. "Hocam siz iyi görünmüyorsunuz ama. Yüzünüz sapsarı."

Feci bir kazanın kıyısından dönmüştüm. Daha önce iki kötü kaza geçirmiş biri olarak bundan bu kadar etkilenmem çok doğaldı. Belki yine aynı şekilde beni ortadan kaldırmayı düşünüyorlardı, belki de amaçları sadece korkutmaktı. Eğer ikincisiyse başarmışlardı. Soğukkanlı kalmaya çalışarak "Ben iyiyim. İyiyim..." dedim ama kalbim hâlâ hızla çarpıyordu. O sırada bej rengi takım pantolonumdaki küçük kırmızı lekeye çarptı gözüm. Derin bir nefes aldım endişeyle. Sakin ol, Lâl. Sakin ol.

Bunun ne demek olduğunu tahmin ettiğim için endişelendim. Nefesimi tutarak küçük kırmızı lekeye baktım. Miniğime zarar geldiği anlamına gelmemesini umuyordum. Geç kalmamış olmayı umuyordum. Birçok şey umuyordum. Tamam, Lâl. Geçmişte başından kötü bir tecrübe geçti diye yine aynı şeyler olacak değil ya. Sakin ol.

Adamın küçük kırmızı lekeyi fark etmesiyle gayriihtiyari elimin karnıma gitmesi bir oldu. Sakin kalmaya çalışırken donuk bir endişeyle "Bebeğim..." mırıltısı döküldü dudaklarımdan.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü Redfox002_ , Nehirkoldas , alyn_trgt
okurlarıma armağan ediyorum. 🎁 Wattpad'de 10 Bin kişilik koca bir aile olmuşuz, buna çok mutlu oldum ve aramıza yeni katılan, 10 Bin takipçili olmama katkı sağlayan herkese hoş geldiniz der, teşekkür ederim! 🎀

Bu hafta ekstra bölümü Çarşamba gününe çekmek durumunda kaldım, beklettiğim için üzgünüm ama yeğenim misafir olarak geldiği için biraz vakit geçiriyoruz kendisiyle. Bölüm hakkındaki genel duygu, düşünce, yorumlarınızı ve istek sahnelerinizi buraya yazabilirsiniz. Bugünlük sohbeti kısa tutacağım, Cuma günü görüşmek üzere! Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%