@buzlarkralicesi
|
-51- ❝Lâl❞ Sabah sanki dün gecenin olumsuzluğu üzerime yapışmış gibi enerjim düşük uyanmıştım. Gece uyurken hayal meyal Valent'in kollarını vücuduma sarılı hâlde hissetsem de dün geceden beri aramızda bir duvar var gibi hissediyordum. Soramıyordum da. Yine ağzımın payını alıp oturmak istemiyordum. Zoraki yataktan kalkıp duşa girdim. Evden çıkmayacağım için gül kurusu çizgi fitilli eşofmanımın üstüne beyaz tişörtümü giydim. Aşağı inmek için fazla yorgundum. Bu yüzden biraz yatağa oturup varoluşsal sancılar geçirdim. Henüz ayılmadığım için yeri falan izledim. Şuan hamile olmasaydım bir kahve içer kendime gelirdim, kafayı toparlardım ama artık ayılmak için doğal etkenleri bekliyordum. Uykumun kendiliğinden açılması gibi. Bütün gün odaya tıkılamayacağımı karnımın gurultusundan anlayınca odadan çıktım ve usulca merdivenlerden aşağı indim. Valentino kahvaltı masasında işle ilgili maillerine bakarken portakal suyunu yudumluyordu. Başını kaldırıp beni gördüğünde suratıma zoraki bir tebessüm yapıştırdım. "Günaydın." dedim o cansız tebessümle. Elindeki bardağı masaya koyan adam "Günaydın." dedi gülümseyerek. "Bugün nasılsın?" "Gayet iyiyim." diyerek yalan söyledim. Karşısındaki yerime oturduğumda kolumu kaldıracak hâlim yoktu oysa. Nina servisi yaparken arkadaş canlısı bir ifade takınarak "Sen nasılsın?" diye sordum öylesine. "İyiyim. İşle ilgili mailleri okuyordum sen gelmeden önce." Onun detaylı rapor vermesine karşılık "Tamam, kolay gelsin." diyerek kısa kestim. Çok meraklı olduğumu düşünmesini istemiyordum. Kapana kısılmış gibi ya da üstüne gidiyormuşum gibi hissetmesini asla istemezdim. Tabağıma iki parça bir şey koydum ve karnımın gurultusuna rağmen kesik iştahımın bir çaresi olmadığı için hafif şeyler yemeye baktım. Ben geldiğimden beri tabletini kapatıp masaya koyan adam sanki her hareketimi izliyor gibiydi. Bense o sırada dudaklarımı yalayarak jambonla bakışıyordum. Fazla yememem gerektiğini bildiğim için sadece bir dilim aldım. Hamilelikte pek tüketilmesi önerilmiyormuş ama canım çektiği için birazcık yemenin kimseye zararı olmazdı sonuçta. Göz hapsinde olduğumun farkındaydım ancak herhangi bir tepki vermeden bitki çayımı yudumladım. O sırada benim kadar sabırlı olmayan adam konuşmaya başladı. "Lâl, akşam sana sesimi yükselttiğim için özür dilerim." Önemsemeyen, hoşgörülü bir ifadeyle tebessüme benzer bir ifadeyle dudak büktüm. "Unutmamış mıydık biz onu ya? Önemli değil demiştim." "Ben unutmadım." Israrla göz teması kurmaya çalışan adama döndü bakışlarım. "Bak, senden gizlemeyeceğim. Evet, yolunda gitmeyen küçük şeyler var ama çözemeyeceğim şeyler değil. Bu yüzden akşam gergindim, sana biraz çıkıştım ama sonra çok pişman oldum. Tüm gece düşünmekten uyuyamadım." "Aaa Valentino, ne kadar abarttın ama. Hepimizin kötü günler geçirdiği, öfkelendiği zamanlar olabilir. Birbirimizi alttan alacağız işte. Abartma." "Abarttığımı sanmıyorum." Bakışları hâlâ yüzümü seyrediyordu. "Hamile karımın kalbini kırdım ve onarmaya çalışıyorum." Bense bu olay çok uzadığı için şakayla karışık karşılık verdim. "Ha yani hamile olmasa gönlünü almayacaksın karının, öyle mi Valentino Bey?" Başını öne eğen adam çapkın bakışlarını yeniden dikti bana. "Hamile olmasaydı farklı bir yol izleyerek gönlünü alırdım." Bakışlarındaki kırmızı görmüş boğa ifadesini gördükçe benim de içimde bir şeyler hareketleniyordu ve buna engel olmak çok güçtü. Tüm vücudum kızarmış gibi utangaçça başımı öne eğdim. Aklımdakilerin gözlerimden okumasını istemiyordum. "Tamam, her şey yolundaysa sorun yok." "Yolunda, merak etme." Güven veren bir bakışla ekledi. "Ben sizi tehlikeye atacak bir şey yapmam." Sen yapmazsın da düşmanların yapabilir, Riccardo. Neyse, bunu sadece içimden söylüyordum. Dakikalardır bakıştığım kahvaltı tabağıma yumulup karnımı bir güzel doyurdum. Taze sıkılmış karışık meyve suyumu da arada içmeyi ihmâl etmedim. Bitki çayım bitmişti. Bu kadar sıvı tüketirsem tuvaletten çıkamazdım ama Nina Hanım patronunun direktifleriyle meyve suyunu, sütleri boyna dayıyordu bana. Meyve suyumu dünyanın en lezzetli şeyini içiyormuşum gibi yudumlarken "Bugünkü planın nedir?" diye sordu Valent. "Evde sıkılmazsın umarım." Üst dudağımı iştahla yaladım. "Yok, sıkılmam. Şey diye düşündüm ben, önce Ilya'yı arayacağım. O gelirse biraz oturur, dertleşiriz." "Miloradov'un Ilya'sı mı?" "Hı hı, evet. Geçen gün hastanede gördüm onu, ağlıyordu. Acaba önemli bir şey mi oldu, merak ettim." "Belki anlatmak istemez, mahrem bir sırrı vardır." "Öyleyse ısrar etmem zaten canım. Ama o gün ağladığını görünce bir içim ezildi. Merak da ettim." Biraz duraksadım. "Ya, partide biraz konuştum. Burada kimsesi yokmuş kızın." Biz bunları konuşurken kahvaltı bitmiş, masadan kalkmıştık bile. Valent çıkmak için ceketini giyiyordu. Ben de ceketinin yakalarını silkeliyordum ellerimle. Yakalarındaki ellerimi yakalayan adam "Kimseye de kıyamazmış benim karım. Kalbi hep güzelliği, iyiliği düşünürmüş." diye mırıldandı. Ellerimi öpen adamın dudaklarına parmak uçlarımda yükselip içten gelen bir öpücük armağan ettim. O an hiç ayrılmayacakmışız gibi özlemle birbirimizi öpüyorduk ve bu büyü bozulsun hiç istemiyorduk ancak zil çaldı. Nina kapıya bakmak için bize doğru hareketlenirken ayrılmak zorunda kalmıştık. Ben kopya çekerken yakalanan öğrenciler gibi biraz utangaçça Nina'ya bakarken kapı aralığından içeri Kerem girdi. Heyecanla yerimde zıpladım. "Kerem!" Onu özlemiştim. Görüşmeyeli uzun zaman olmamıştı ama yaza merhaba partisine falan gelmemişti. Burada son günleri olduğu için arkadaşlarıyla vakit geçirmesine gönül koymuyordum. Hem ablasını da ihmal etmeyip gelmişti sonunda. Heyecanla ona doğru koştum. "Ablasının bir tanesi!" Boynuna atladığımda o da aynı sevinçle kollarını sardı bana. "Ablacığım..." Ayrıldığımızda "Seni daha şimdiden özledim. Nasıl ayrı kalacağım senden?" diye sorarken çaresiz görünüyordu. Hayalindeki okula gidebilecekti. Tabii bu yüzden Amerika'ya taşınması gerekiyordu. Bu beni üzse de sık sık gidebileceğimizi biliyordum. Bu yüzden üstelemiyordum. "Her tatilde ablanın evinde alacaksın soluğu. Öyle arkadaşlarımlayım falan anlamam Kerem Efendi, duydun mu beni?" Gülerek başını salladı. "Duydum patron, duydum." Valent "Nasılsın Kerem?" diye sorduğunda samimi bir abi kardeş selamlaşmasından sonra yeniden bana döndüler. Valent merakla "Haberi var mı?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım. Henüz hamile olduğumdan haberi yoktu çünkü ne yaza merhaba partisine ne de Valent'in doğum gününe gelememişti çünkü o gün okuldan arkadaşlarıyla şehir dışına iki günlüğüne bir geziye gitmişlerdi. Ben de arkadaşlarıyla bu kadar anlaşıp sosyalleşmesine çok memnun olduğum için ses etmiyordum. Kerem'se bizim karı koca aramızda şifreli konuşmamızdan hiçbir şey anlamamıştı. "Neyi bilmem gerekiyor?" Valent kaşlarını kaldırarak tebessüm etti. "Ablan sana anlatır. Benim çıkmam gerekiyor." Gitmeden önce ekledi. "Bir ipucu vereyim, çok sevineceğin bir haber." Kerem'i merakta bırakan bir açıklamayla son kez bana sarılıp evden çıktı Valentino. Kalmıştık yine abla kardeş baş başa. "E hadi gel içeri geçelim. Ne içersin?" Nina öyle kapattığı kapı aralığında durmuş bizi bekliyordu. Omuz silken Kerem "Bir sütlü kahve alırım." dediğinde ben baş işaretimle bir şey içmeyeceğimi ifade ettim Nina'ya. Artık bir şey içemeyecek kadar doluydum. Salona geçtiğimizde Kerem hâlâ merakta ve sabırsızdı. "Ne söyleyeceksen söyle artık, geberdim be meraktan!" En sonunda dayanamayıp isyan eden kardeşime baktım ve "Dayı olmak hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordum imalı bir ses tonuyla. Jetonu henüz düşmeyen Kerem'se düşünür vaziyette kafasını kaşıdı. "Bilmem, hiç düşünmedim. Dayılar yaşlı olmuyor mu ya? Yani-" Duraksadı ve bakışları aniden bana döndü. "Ne demek istiyorsun?" Güldüm onun bu şaşkın hâline. İki elimle muzırca karnıma dokundum. "Burada Kerem dayısıyla tanışmak için sabırsızlanan küçük bir bezelye var." Gözleri heyecanla büyüyen çocuk oturduğu yerden kalkarken oldukça coşkulu görünüyordu. "Nasıl yani, sen, ben, dayı-" "Evet Kerem; sen, ben, o, biz, siz, onlar!" Onun şaşkınlıktan tutukluk yapmış hâliyle dalga geçtikten sonra güldüm. "Hamileyim ve dayı oluyorsun." Ağzını kapatan çocuğun "Allaaaaahhhh!" nidaları ve beni kucağına alıp döndürdükten sonra halay çekmesi tüm evde yankılanmıştı. Sanırım güzel bir habere sevinmeye dair tüm şeyleri bir bir yapmıştı. Bir evi başımıza yıkmadığı kalmıştı. Bense onun bu hâlini izlerken oldukça keyifliydim. O, yollarımızın garip bir polisiye hikâye gibi kesişmesine rağmen hayatımda kalıcı bir temel taş olarak kalmıştı. Sevdiğim, değer verdiğim ama beni terk eden çoğu kişiye rağmen Kerem vardı. Hayatımdaydı. Sadece maddi ihtiyaçlarını karşılamam ya da ablası olmam için değil. O her zaman vardı. Üzüldüğümde hep yanımdaydı. Valent'in öldüğünü sandığım zamanlarda gecelerce ağlarken hep yanımdaydı ve onun kollarında ağlarken teselli etmişti beni. Oysa Kerem de çok büyük bir insan değildi. Gençti hatta hâlâ çocuktu. Ancak kalbi büyüktü. Ne kadar büyürse büyüsün sorumluluk alamayan insanlar gibi değildi. Belki biraz zora düştüğü, yaşam şartları zorlayıcı olduğu için erken büyümüştü ama neticede sorumluluk sahibi bir çocuktu. Belki yollarımız kesişmeseydi, biz karşılaşmasaydık Başkan'ın oğlu olmanın verdiği kötü kaderle yanlış yollara sapabilir, hayatı hapishanelerde solup gidebilirdi. Belki keramet bende değildi, o bensiz de yolunu bulup hayatını hâle yola sokardı. Sonuçta her şey insanın kendi içinde bitiyordu. Ancak bildiğim bir şey vardı ki Kerem'le yollarımızın kesişmesi bir tesadüften ibaret değildi ve bana çok şey katmıştı. Birbirimizin hayatına dokunmuştuk. Bana kardeş sevgisini hissettirdiği için ona minnettardım. Uzun uzun sohbetler ettikten sonra Kerem'e "Mutlaka akşam yemeğine de kal." dedim. O da istiyor gibi görünüyordu ama "Arkadaşlarıma sözüm var, öğle yemeği yiyeceğiz. Bowlinge falan gideceğiz." dediyse de çözüm üretmesini bildi. "Akşam gelirim ama olmaz mı?" Başımı yan yatırıp "Olur." dedim. Birazcık da kendimi acındırmaktan geri durmadım. "Hamile olduğum için evde dinlenmem gerekiyor ve çok sıkılıyorum. Gidene kadar ablanı yalnız bırakmazsın değil mi?" "Ayıpsın! Ben seni ne zaman yalnız bıraktım?" Yanıma oturan çocuk hevesle karnıma dokundu. Sanki orada bir müzeyi gezerkenki meraklı bakışları birleşmişti. "Hem şimdi bir de bezelyecik varken." Emin olmak ister gibi bana döndü bakışları. "Sağlığı falan her şeyi yerli yerinde, değil mi?" "Evet, her şey yolunda. Merak etme sen." "Valentino öğrendiğinde çok sevinmiştir." "Sorma, çıldırdı sevinçten. Onu hiç öyle görmemişsindir." Omuz silktim. "İlk ve son defa onu öyle görme şansını kaçırdın." "Belki de son olmaz." Onun esrarengiz ve imalı bakışlarına karşılık yalandan omzuna vurdum. Gülüştük. Mutluyduk. Onunla kısa da olsa geçirdiğim zamanlar güzeldi, kıymetliydi. Ama sevdiğimiz çoğu insanlarla hayatın bir noktasında ayrılıyorduk ya, belki de ben o yol ayrımından korkuyordum. Anlattıklarını dalgınlıkla dinlerken yüzünü şimdiden hasretle süzmeye başlamıştım. "Sensiz ne yapacağım ben Kerem?" "Bensiz olmayacaksın ki abla. Ben her tatilde yanında biteceğim. Bıkacaksın benden." Omuz silktim saçma olduğunu bildiğim düşüncelerime karşın. "Ne bileyim, ya orada birine âşık olursan, evlenip Amerika'ya yerleşirsen, beni unutursan, ben kardeşsiz kalırsam-" "Aaa amma yaptın be abla! Ben hiç evlenmeyeceğim ki. Hep senin dizinin dibinde olacağım." derken gerçekten de başını kucağıma yaslamış, kuzu gibi uzanıyordu bacaklarımın üzerinde. "Hep böyle duracağım." Güldüm. "Hayat sen planlarken başına gelenlerdir, Kerem. Sonsuza dek evlenmeden yaşayamazsın. Evlenmeyi de geçtim, mutlaka sevebileceğin bir kadın çıkacak karşına." "Çıksın. Ben tüm kızları kovarım etrafımdan. Ablam izin vermiyor, çok üzülüyor, bana bakmayın derim." Güldüm. "Ya, saçmalama." Çocukça davranmayı bırakıp saçlarını okşadığım çocuğa öğütler verdim. "Sen yine de gerçek aşkı bulduğunda sakın elinden kaçırma olur mu?" Kucağımda masum bir çocuk gibi bana bakarken "Olur." dedi parıltılı bakışlarıyla. Ellerimi yakalayıp yanaklarına götürdü. Birini öptü. "İyi ki varsın abla. Benim için yaptıklarını hiç unutmayacağım." Gülerek "Ne yaptım sanki salak?" dedim küçümser bir ifadeyle. "Sen ne yaptığını çok iyi biliyorsun. Beni, hayatımı nasıl bir çiçek bahçesine dönüştürdüğünü." "Eğer sen bunu istemeseydin, ben sittin sene uğraşsam da yapamazdım. Zorla güzellik olmaz, Kerem Efendi. Demek ki sen de istedin, çabaladın ki oldu." Ayrılık vakti geldiğinde bakışlarım kapıdan çıkmak üzere olan çocuğa döndü. "Paran var mı? Bir şeye ihtiyacın var mı?" "Yok, her şeyim var merak etme. Daha yeni verdin ya." "Olsun, dur sen." Çantamdan cüzdanımı çıkardım ve kartlarımdan birini uzattım. "Şimdi arkadaşlarınla eğlenmeye gideceksiniz, lazım olur." "Ya abla, var dedim ya-" "Olsun, olsun diyorum ya, yanında bulunsun." Zorla arka cebine sokmaya çalışırken "Ay hadi al ama bak hamileyim, beni çok yoruyorsun." diyerek en etkili bahanemi kullandım. Dokuz ay boyunca aktif olarak kullanacağım o kurtarıcı bahaneyi. Ne yapmaya çalıştığımın farkında olan Kerem'se hınzır bir ifadeyle "Hamilelik kartını kullanman hiç adil değil." dedi yalandan ayıplayarak. O gün Kerem'le güzel zamanlar geçirdik. Zor da olsa kartı kabul ettirdim ve uğurladım. O gittikten sonra da yeniden aklıma Ilya düşüverdi. Aradım ama açmadı. Daha da meraka kapıldım. Niko'yu arayıp Ilya'yı sormak aklıma geldiyse de yapmadım. Bu biraz abartı kaçardı. Sonuçta kız o an müsait olmayabilirdi, belki benimle görüşmek istemiyor bile olabilirdi. Zorla Niko'yu araya sokup görüşmek olmazdı. Yarın yeniden şansımı denerdim. Gün boyu ara ara Ilya'yı arasam da bana geri dönmemişti. Ben de mutfağa baktım, akşam yemeği hazırlıklarıyla ilgilendim, biraz da Nina'nın hazırladığı yemekleri tırtıkladım. "Ay Nina, o kadar güzel şeyler yapıyorsun ki sadece tencerenin üstünden yediklerimle dokuz aya yüz kilo olurum ben!" Güldü Nina. "Yok efendim, siz her hâlinizle güzelsiniz." Gurur duyar bir biçimde gülerek "Güzelim değil mi?" diye sorarken bana söylenen her şeye inanmaya hazır görünüyordum. Öte yandan merak ettiğim için "İşe yeni aldığımız Perhide Hanım hakkında ne düşünüyorsun?" sorusunu yönelttim. "Çok tatlı bir kadın. Anaç biri. İlk görüşte çok sevdim." İlgiyle sordu. "Ne zaman gelecek?" "Memlekete gitti, bugün yarın döner." Nina'yla karşılaştığımız ilk andan beri çok mesafeli bir ilişkimiz olmuştu ama birbirimizi tanıdıkça görüyordum ki daha samimi bir temele oturtabilmiştik ilişkimizi. "Beni Perhide Sultan büyüttü biliyor musun?" Hayretle gözleri açıldı. "O bir sultan mı? Yani kraliçe gibi?" Güldüm. "Yok canım, senin benim gibi o da. Normal, düz insan. Ben ona sultan diyorum, Perhide'm diyorum. Lakap gibi yani." İç geçirdim. "Gerçi atalarının soyu Osmanlı'ya dayanıyormuş. Yani ataları padişahın hizmetkârlarından mıymış öyle bir şeymiş, çocukken hep anlatır dururdu. Belki de beni kandırırdı, bilemiyorum." Gülüştük. Nina'nın parıltılı bakışları üzerimde gezerken beklenmedik bir itirafta bulundu kız. "Siz çok eğlenceli birisiniz. Neşelisiniz. İnsanı hep güldürüyorsunuz. Tanıdığım herkesten çok farklısınız." Sorguya çeker gibi "Valent'in diğer kadın misafirlerinden farklı olduğumu mu ima ediyorsun?" diye sormaktan kendimi alamadım. "Hayır, hayır öyle demek istemedim. Bağışlayın." Patronunun karısıyla eski sevgililerinin dedikodusunu yapıyormuş gibi suçlu hissettiğini görünce korkusunu almak istedim. Gülerek omzuna dokunup rahatlattım onu. "Şaka yaptım. Hem konuştuklarımız aramızda kalır, merak etme. Kız kıza konuşuyoruz işte ne var bunda? Bak ben sana götümdeki bezli hâllerimi anlatıyorum, ötesi var mı yahu?" Kızın utangaç gülüşleri eşliğinde elimdeki çeri domatesi tek hamlede ağzıma attım. "Ben demek istedim ki, diğer insanlar gibi üstünlük kuran, insanlara tepeden bakan biri değilsiniz. Arkadaş gibisiniz. Sizi ilk gördüğümde yanlış tanımışım." "Sen de Luigi gibi düşünüyordun yani." "Benim bir şey düşünmek haddim değil tabii ki ama-" "Nina hepimiz insanız, elbette tanıştığımız insanlara karşı düşüncelerimiz, yargılarımız olacak. Önyargılarımız da olabilir. Ne var bunda? Sonuçta sen bana karşı bir saygısızlık yapmadın ki. İçinde yaşadığın ve hissettiğin düşüncelerinden utanmana gerek yok." Önemsemeyen bir biçimde başımı arkaya attım. "Hem dışa vursan da ben diğer kompleksli insanlar gibi öyle çok takmam yani. Saygı çerçevesinde eleştirilmeye alışığım." O üzerindeki utangaçlığı başını öne eğerek gizlemeye çalışırken gülerek ekledim. "Hem ben de seni ilk gördüğümde demiştim ki bu gencecik kız niye böyle yaşından büyük giyiniyor, hiç gülmüyor. Belki de beni sevmedi." Başını masumca yana yatıran kız "Başta tanımadığım için pek sevmedim. Sonuçta bizden değildiniz." diye itiraf etti. "Ama sonra..." Başımı aşağı indirip onunla göz göze gelmeye gayret ettim. "Sonra?" Hakkımdaki düşüncelerini meak ediyordum. "Biz aile boyu Riccardolara hizmetkârızdır. Benim annem de, babam da Don Riccardo'nun ailesine yıllar boyu hizmet etti. Çok uzun zamandır kendileriyleyim. Dolayısıyla..." "Dolayısıyla, Valent'in bir sürü misafirlerini, kızlı erkekli arkadaşlarını tanıdın." Çekinse de başını salladı. "Evet." Detay vermese de heyecanla ekledi. "Ama hiçbiriyle böyle konuşmadım ya da yanında böyle rahat hissetmedim. Zaten hepsiyle aramızda bir mesafe vardı. Sınıf farkı gibi. Sizinle de var tabii, siz her zaman benim patronum olacaksınız ama..." Omuz silkti kız. "Bilmem işte çok konuştum." Bir elimi tezgâha koydum ciddiyetle. "Bak ben varlıklı bir ailede büyüdüm, her zaman da önemli insanların içinde oldum. Kendini özel ve önemli zanneden insanların. Büyük iş adamları, siyasetçiler, şunlar bunlar... Ama bunlar beni hiç ilgilendirmedi. Çünkü ben insanın makamına, yaptığı işe bakmam, Nina. Kişiliğine önem veririm. Benim için o insanın cebinde ne kadar para olduğu umurumda değildir." Boşta kalan elimi kızın kalbine götürdüm. "Burada ne taşıdığına bakarım. Benim için önemli olan her zaman budur." İç geçirdim. "O yüzden, bir şeye ihtiyacın olursa ilk bana geliyorsun. Anlaşıldı mı?" Duygulanmış bir ifadeyle başını salladı kız. Burada, bilmediği ve tanımadığı bir ülkede, koca bir evin içinde hapis gibi yaşayan kıza -belki de buna alışıktı bilemezdim ama- yalnız olmadığını hissettirmek istedim o an. Belki patron olmaktan fazlasıydı bu. Yeri geldiğinde bir abla, bir arkadaş ya da danışabileceğin biri. Nina'nın bunu suistimal edemeyecek kadar utangaç biri olduğunu bildiğim için bunları söylemekten çekinmedim. "İyi ki varsınız." "Sen de, Nina." İçeri giren adam bizi öyle görünce şaşırmıştı ve biraz da meraka kapılmıştı. "Lâl." "Ah, hoş geldin bir tanem." Saate baktım. "Düşündüğümden erken geldin." Sarıldık. "İşim biter bitmez geldim. Nasılsın?" Omuz silktim. "İyiyim işte. Kerem'i uğurladıktan sonra mutfağa geldim, yemekleri tırtıklıyordum." "Ilya'yla görüşecektin." "Aradım da açmadı. Belki müsait değildi, bilemiyorum. Üstelemedim." "İyi yapmışsın." Yeni aklıma gelmiş gibi "Aaa akşama Kerem'i yemeğe çağırdım." dedim Valent'e. "İyi yapmışsın." "Sen de Luigi ve Pietro'yu falan çağırsana." "Onlar gelemez. Bazı görevleri var." Merak etsem de ne olduğunu sormadım. Muhtemelen dün akşam gergin olduğu konuyla ilgili olabileceğini düşündüm. "Peki o zaman." "Benim çalışma odasında biraz işlerim var." Sağ eli çeneme gitti yumuşakça. "Sen de kendini fazla yorma, yaramazlık yok. Dinleniyorsun." Mutfaktan çıkan adamın arkasından "Aman sakın bunu söylemeyi ihmal etme tamam mı? Zabıta gibi başımda dikil, hep aynı şeyleri söyle sen." diyerek söylenmeyi ihmal etmedim. Tatlı tatlı şikâyet ettikten sonra Nina'nın memnun gülüşüyle mutfaktan çıktım. Bahçede biraz yavru köpeğimizle oynadım. Henüz adını koyamamıştım. Deli deli bakışlarına bir isim bulamamıştım yumurcağın. Acaba Delibaş mı olsaydı? Yok canım, daha neler. Oldu olacak Deliyürek koysaydık bari. Neyse, daha isim koymak için çok zamanımız olacaktı. Aceleye gerek yoktu. Bahçede biraz fazla yorulduğum için içeri geçtim. Tam koltuğa uzanmaya hazırlanırken merdivenlerden Valent iniyordu. "Kerem geldi mi?" "Yok, henüz gelmedi." "Sen neden nefes nefesesin?" "Köpüşle biraz kaçma kovalamaca oynadık, enerjimizi attık." Yargılar bir bakışla gözlerini devirerek koltuğa geldi ve ayakucuma oturdu. "Bana inat olsun diye mi yapıyorsun?" Omuz silktim. "Evet." Güldüm ama Valent gülmüyordu. Daha çok sitemkâr bakıyordu. Bu yüzden sağ elimle yüzünü ve çenesini okşarken gönlünü aldım. "Ben iyiyim, bir şeyim yok görüyorsun ya. Sadece köpüşle biraz eğlendik hepsi bu. Her bir şeyleri de böyle abartma ya." "Korkuyorum, Lâl. Biraz anla beni, lütfen." Uyaran bakışlarla eklerken sağ eli saçlarımdaydı. "Aklım hep sende. Bunu sen yapıyorsun çünkü rahat durmuyorsun. Haylaz bir çocuk gibisin. Arkamı döndüğümde dinlenmen gereken evde bile kendini yoracak bir şeyler buluyorsun." "Ya spor gibi düşün bunu." diyerek izah ettim tatlı tatlı. "Hamile insanlar da spor yapıyor, yürüyüş yapıyor. Yapmıyor mu?" Ben onun derdini biliyordum oysa. Onun derdi, önceki şeylerin olmamasıydı. Geçen gün toplantıya gideceği zaman başıma gelenlerden sonra daha da korkmuştu. Sanki öncesinde normal davranıyormuş gibi şimdi endişelerinin dozunu da arttırmıştı. Sıkı yönetim ilân etmişti resmen. Başımı kaldırıp yüzümü yüzüne sürttüm. "Biz iyiyiz, anladın mı? Bak, istersen kanıtlarım." "Nasıl?" Ellerim pantolonunun kemerine gittiğinde gülmemek için kendini zor tutarken sitemkâr ifadesiyle "Ne? Hayır." "Bu ikna oldum demek mi oluyor?" "Bu seninle başa çıkılmaz, küçük hanım demekle oluyor." Bunu söylerken işaret parmağıyla burnumun ucuna dokunmuştu. Akşam yemeği saati geldiğinde ben koltukta uzanıp biraz da uyuklayarak dinlenmiştim. Ben uyuklarken Valent de yanı başımda duruyor, tabletinden işlerini takip ediyordu. Dinlenmiş ve zinde bir biçimde yemeğe hazırlanırken Kerem'in hâlâ gelmediğini fark ettim ve biraz meraka kapıldım. "Nerede kaldı ki bu çocuk?" diye söylendim. Valent "Saat daha erken. Arkadaşlarıyla oyuna dalmıştır." diyerek sakinleştirdi beni. Bense evham yapmıştım bir kere. Kerem'i aradım. Neyse ki telefonu açıp yolda olduğunu söyleyince tüm paniğimi alıp götürmüştü benden. Telefonu kapattığımda duvara yaslanmış yargılayıcı bakışlarla beni seyreden kocamla karşı karşıyaydım. "Ne?" "Nasıl baskıcı bir anne olacağını şimdiden görebiliyorum." "Ay abart, Valentino. Ne yaptım ben şimdi? Çocuğu arayıp sormak da mı suç oldu? Ne yani, saldım çayıra mevlam kayıra mı büyüsün bu çocuklar? Ya araba çarptıysa, ya kavgaya karışıp yaralandıysa, ya kapkaça uğradıysa diye düşünmek de mi suç?" Başını iki yana sallayan adamı en beklemediği yerden vurdum. "Hem sizin de nasıl bir baba olacağınızı göreceğiz Valentino Bey." "Ne demek bu?" "Kızımız olursa, akşam yemeğine gecikirse-" "Gecikemez." Kaşlarım havalandığında hemen açıklamaya geçti. "Cinsiyetçi olduğumu düşünmeni istemem. Ama bu evin kuralları var, oğlumuz da olsa kızımız da olsa akşam yemekleri kutsaldır, gecikemez." Dudaklarımı büktüm şaşkınca. "Şimdiden katı baba kuralları başladı desene." "Hayır, alakası yok. Bir aile olarak kaliteli zaman geçirebileceğimiz o zamanı koruyorum." "Kızımız âşık olup bu eve erkek arkadaşını getirirse-" "Ne diyorsun Lâl? Bunun konumuzla ne ilgisi var şuan söyler misin?" Yüzünden ne kadar rahatsız olduğunu anlayabiliyordum ve bu beni zevkten dört köşe ediyordu. "Benim kızım eve geç kalamaz ve benim kızım âşık olmayacak. Çünkü onun babası Valentino Riccardo ve kimse ona âşık olmaya cüret edemez." "Şimdi yanlışım varsa düzelt Valentciğim, canım kocam, kızımızın bir adamla seninle benim aramdaki ilişki gibi bir ilişkisi olursa-" "Akşam akşam nereden çıkıyor bunlar, Lâl? Beni sinirlendirmeye mi çalışıyorsun?" Ben tek kelime etmeden onun bozulmuş hâlini izlerken o durup durup kurulmaya devam etti. "Hem o adam kim bilir ne niyetle yaklaşıyor benim kızıma. Hangi hakla ona dokunabileceğini sanıyor?" Kendi kendine bir muhasebeye giren adamı hiç bölmedim. Onun kendiliğinden çıldırmalarını izlemek zevkliydi. "Hiçbir erkek benim kızıma parmağının ucuyla dokunamaz." Ellerimi teslim olur gibi kaldırdım. "Tamam, dokunamaz." Abartılı bir alayla bağırdım. "Herkes dursun! Kimse Valentino Riccardo'nun kızına âşık olmasın, dokunmasın, sakın!" Kısa bir an sonra ona doğru adım attım ve devam ettim. "Yalnız hayatım, göz ardı ettiğin küçük bir pürüz var. O da şuan... Ortada öyle bir kız yok. Yani belki de kızımız olmayacak." "Olsun." Omuz silkerek ekledi. "Olsa da olmasa da katı kurallarım var bir baba olarak. Benim özenle büyüttüğüm bebeğimin kalbini kimse kıramaz. Hiçbir piç kurusu da kızımın yanına yaklaşamaz." Onu yeterince çıldırttığımı düşündüğüm için arkadan sarılıp başımı omzuna yasladım. "Ooo, tamam benim Taşfırın erkeği kocam. Kimse senin kızına bir şey yapamaz." Gözlerimi devirdim ve "Bu bebek kız olursa Allah yardımcımız olsun." diye ekledim kendi kendime. Gerçi erkek olursa da çok farklı olacağını sanmıyordum. Bu kez de benim radarıma takılacaktı. Ama ben oğluyla toksik ilişki kuran o kaknem kaynanalardan olmazdım. Asla. Oğlumu çok severdim ama bir gün âşık olursa, sevdiği kişiyi de severdim. Ne yapayım, ömür boyu dizimin dibinde duracak hâli yoktu ya. Bağrıma taş basardım, ne kadar zor olsa da sevdiği kadınla mutlu olmasına destek olurdum. Mutlulukları benim için en büyük hediye olurdu. Biz doğmayan çocuğa don biçme işini yeterince abartmışken zil çaldı. "Hah, Kerem geldi galiba." Kapıya doğru yürürken "Gerçi sana gelene kadar Kerem dayısı o çocuğa neler çektirir neler-" diye söyleniyordum ancak oraya vardığımda kapıdaki kişinin Kerem olmadığını gördüm. Ve gördüğüm şeye şaşırdım. Bunu hiç beklemiyordum. Kapıda o çocuk vardı. O evde karşılaştığım temiz yüzlü çocuk. Hiç tanışmadığımız üvey kardeşim Arem. Arkasında da Umay Kutlu. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü 01iilyy , NiluferSeven , catminkook , layliolo10 , Nesligiller , Devilgirl99psycho , BaharGndz519 okurlarıma armağan ediyorum! 🎀 Nasılsınız bakalım? Ekstra bölümümüzü özlediniz mi? Yeni bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Daha çok baba adayı Valent kıskançlıklarını görmeye ne dersiniz? 😂 Fikirlerinizi buraya bekliyorum. Sizce Umay ve Arem neden geldi ve burada neler olacak? Bu konudaki duygu, düşüncelerinizi ve tahminlerinizi buraya yazabilirsiniz. Bol yorumlar bekliyorum. 😍🙂↔️ Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |