Yeni Üyelik
55.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 53

@buzlarkralicesi

-53-

❝Lâl❞

Elim ayağım buz kesmişti. O an ne tepki vereceğimi bilemedim. Bağırsam bağıramazdım. İçimden geçen neydi, onu da bilmiyordum. O kadının buraya kadar gelme cesareti garipsememe, şaşırmama ve dahası öfkelenmeme sebep olmuştu. Onu bir daha burada görmek istemediğimi net bir şekilde ifade ettiğimi sanıyordum. Ağlayarak buradan çıkıp gittiğinde bir daha dönmez sanmıştım. Şimdi nasıl yanında bir adamla buraya gelebiliyordu? Bunları düşünmekten yanındaki adamın kim olduğunu ve hangi alakaya maydanoz buraya geldiğini merak edemedim bile.

Adam dümdüz bir ifadeyle dururken bakışlarım kadını buldu. "Senin ne işin var burada?"

"Sadece konuşmak için geldim, Lâl. Lütfen içeri girebilir miyim?"

"Giremezsin, içeride misafirlerim var. Müsait değilim." Kendimi dışarı doğru atarak kapıyı hafif kapattım. "Buraya davetsizce gelemezsin, Umay Kutlu. Birbimizin hayatında hiçbir şey ifade etmiyoruz sanıyordum. Sen aileni mahvetmemem için bana yalvarmıyor muydun? Şimdi burada işin ne? Gidip o çok değer verdiğin aileni, evliliğini kurtarmaya çalışsana." Bir adım daha attım tehditkârca. "Benim ailemden de uzak dur."

"Lâl." Yüzünde pişman ve garip bir ifade vardı. Perişan mı yoksa yıpranmış mı? Belki de sadece ailesi dağıldığı için üzgün. Benimle bir alakası bile yoktu. Bilemiyordum. Sadece bana "Artık istesek de istemesek de hayatlarımız bir noktada kesişti. Görüşmek, konuşmak zorundayız." dedi.

Bense "Hayır, değiliz." diyerek şiddetle karşı çıktım.

"Arem seni öğrendi. Bir ablası olduğunu biliyor, meraklı bir çocuktur. Her şeyi öğrenmek isteyecektir. Tüm hikâyeyi."

Aşağılar gibi tepeden baktım kadına. "Merak etme, senin ne kadar iğrenç bir kadın olduğundan bahsetmem. Sırf para için, zenginlik için çocuğunu çöp gibi attığını konuşmayız. Arem zaten her şeyin farkında, benim bunları söylememe gerek bile yok."

"Hayır, Lâl. Öyle değil. Artık geri dönüşsüz bir şekilde birbirimizin hayatlarına girdik. En azından nezaketen de olsa-"

"Nezaketen de olsa seninle görüşmeyeceğim, Umay Kutlu." Göz ucuyla yanında sessizliğini koruyan ela gözlü, uzun boylu sarışın adama baktıktan sonra içeri girip kapıyı kapatmak üzereydim ki Valent geldi.

"Bebeğim, bir problem mi var?"

Umay'la adamın bakışları Valent'de gezinirken başımı iki yana salladım. "Hayır, davetsiz misafirlerimiz vardı. Onlar da gidiyordu zaten."

Çok geçmeden arkama, masanın olduğu yere döndüğümde kapı aralığından Umay'ı görüp şaşıran Doğan'la göz göze geldim. Dudaklarında belli belirsiz bir kelime. "Sen..."

Yerinden kalkmış, doğrudan kadına bakıyordu. O günahı işlediği kadına. Benim gibi ortak bir günaha sahip olduğu kadına. Ben onların günahıydım. Gömüp kurtulmak istedikleri bir günah. Ama gerçeklerin er ya da geç su yüzüne çıkma gibi bir özelliği vardı değil mi? Belki de bugün, bu gece her şey, tüm sırlar zembereğinden boşalırcasına su yüzüne çıkacaktı. Uzun zamandır çıkmayı beklediği gibi.

Artık gizlenecek bir şey olmadığından, kapının kenarına siper olmayı bıraktım. Ardına kadar açılan kapıda eski âşıklar ya da bir şehvetin esiri olmuş iki insan şoke olmuş biçimde birbirilerine bakıyorlardı. Dahası, yeniden şekillenen bu masada herkes birbirini tanıyor gibiydi. Doğan Umay'ı, Umay Şebnem'i, Şebnem Umay'ın yanındaki adamı. Birbirilerine tanıyan ve şaşıran bakışlar atıyorlardı.

Birkaç dakika sonra herkes masaya yerleştiğinde Leonardo Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği gibi bir tablo hâkimdi masada. Bense sadece bu sessizliğin sebep olacağı fırtınanın kopmasını bekliyordum. Tıpkı Valentino gibi.

Galiba masada konuyu anlamayan tek kişi değildim. Fahir Bey ve eşi gibi Beyza da konuya vakıf değildi. Beyza bu kadının biyolojik annem olduğunu anlasa da bakışlarından onu tanımadığını görebiliyordum. Halası Şebnem'in aksine.

Bu benim için zor bir geceydi ama aldığım nefesi geri bıraktım ve Nina'yı çağırdım. "Nina, iki servis daha aç lütfen."

"Emredersiniz."

Umay mahcup bir öksürükle konuşmaya başladı. Doğan'ı kast ederken "Onun burada olduğunu bilmiyordum." dedi sessizce bana bakarak. "Öyle olsaydı gelmezdim." Herhangi bir yanıt vermedim. O ise konuşmaya devam etti. Yanında oturan, dakikalardır merak etmediğim adamı tanıttı bana. "Bu Cenker, benim kardeşim. Seninle konuşmak için geldiğimde beni yalnız bırakmak istemedi. O da geldi."

Dudağımın kenarıyla "Aman ne güzel. Aile saadeti." diye mırıldandım yalnızca. Bir dayımız eksikti. Kendisiyle bile görüşmek istemezken hem de. Onu içeri alacağımı da nereden çıkarmıştı ki?

Ben henüz bir şey söyleme fırsatı bulmadan Beyza söze daldı. Aman ne şaşırdım. "Ne hoş değil mi, Lâl? Kocaman bir aile olduk aniden. Tam da senin istediğin gibi."

Bu durumdan her ne kadar memnun olmasam da kaşlarını kaldırarak alayla bana bakan Beyza'yı muhatap almadan masadaki iki kişiye diktim gözlerimi. "Kim bilir, belki de bugün günah çıkarma günüdür. Herkes eteğindeki taşları döksün de görelim."

Normal şartlarda bu yüzleşmenin Fahir Beylerin önünde olmasını tercih etmezdim. Bitmiş de olsa geçmişte bir psikolog danışan ilişkimiz vardı. Ancak sanıyorum ki Doğan'ın yakın arkadaşı olduğundan dolayıdır, pek şaşırmış görünmüyordu. Belki de ismen de olsa tanıyordu beni doğuran bu kadını. Muhabbeti geçmişti belki. Olayları bile biliyor olabilirdi.

Benim meydan okuyan sözlerimle masa buz gibi bir sessizliğe hapsolurken Nina servisi açıyordu. Şebnem Cenker'e döndü. "Eee Cenker, ne zamandır görüşmüyorduk. Ne çok özlemişim." dedi bir engereğin samimiyeti kadar samimiyetsiz bir edayla.

Adının Cenker olduğunu saniyeler önce öğrendiğim adam aynı samimiyetsiz gülüşle gözlerini kısarak karşılık verdi. "Ben bildiğin gibi be Şebnem, asıl senden ne haber? Hâlâ yabancı herifleri kafalayıp evlendikten sonra nafakalarını yemeye devam mı?"

Umay Cenker'e dirsek attığından olsa gerek, Doğan kardeşine söylenen bu sözlere bir karşılık vermedi. Şebnem ise hiç etkilenmişe benzemiyordu. Sadece gözlerini kısmakla yetindi.

Benim merak ettiğimse bu değildi. Beyza'nın laf sokmaları, Cenker ve Şebnem'in birbiriyle garip takışmaları. Bunların hiçbirini merak etmiyordum. Benim duymayı umduğum şeyler, Umay ve Doğan arasındaki yüzleşmeydi. Bu hikâyede yalan söyleyenin kim olduğuydu. Doğan gerçekten benden haberdardı da rol mü kesiyordu yoksa Umay kendini aklamak için Doğan'ı ve annesini günah keçisi mi seçmişti? Benim asıl merak ettiğim buydu.

Masadakilerse bana istediğimi vermemekte kararlı gibi duruyordu. Sürekli birbirilerine sataşıp kaos yaratıyor, ilgiyi başka tarafa çekiyor gibiydiler.

Şimdi de Umay imalı bir bakışla Şebnem'e döndü. Doğan'la muhatap dahi olmuyor gibiydi. "Eee Şebnem, Tomris Hanım ne yapıyor? Afiyettedirler inşallah." Son cümlesi öyle kinayeli çıkmıştı ki hiç tanımayan biri bie söylediğinin aksini ima ettiğini anlayabilirdi.

Şebnem donuk bir ifadeyle karşılık verdi. "Annemi birkaç yıl önce kanserden kaybettik."

Fazla detay vermeyen kardeşinin aksine ekledi Doğan. "Alzheimer'ı yüzünden hiçbirimizi hatırlamıyordu, iyice kötüleşmişti zaten."

Umay zerre üzülmemiş gibi başını sallarken dudakları düz bir çizgi hâlini almıştı. "İlâhi adalet yerini buldu demek, ha?"

Doğan'ın "Ne demek istiyorsun sen, açık konuşsana." demesine rağmen kadın açık açık konuşmamakta kararlı gibi onunla göz teması kurmayı reddediyordu.

Masanın üstünde ellerimi birleştirdim ve konuşmaya niyetli olmayan iki eski âşıkta gözlerimi gezdirdim. "Evet. Sabaha kadar burada susup oturacak mıyız? Madem buraya kadar geldiniz, böyle tesadüfi bir karşılaşma oldu, susma lüksünüz olamaz değil mi? Herkes döksün eteğindeki taşları."

Doğan dimdik duruyordu. Bakışları Umay'daydı. "Ne öğrenmek istiyorsan cevaplamaya hazırım, kızım." dedi bana. Benimse öğrenmek istediğim şey yeterince net değil miydi? Beni neden ve nasıl bir çöp gibi attıklarıydı.

Umay da ondan aşağı kalır yanı yokmuş gibi sandalyede sırtını dikleştirdi. "Ben sana gereken her şeyi anlattım zaten, Lâl. Senden hiçbir şey gizlemedim. Bu durumun sorumlularını biliyorsun." Son cümleyi zikrederken bakışlarını bir an olsun Doğan'dan ayırmamıştı.

Doğan'sa gözlerini kısarak sorgulayıcı bakışlar fırlattı kadına. "Ne demek istiyorsun sen?"

"Söylediğim şey gayet açık değil mi? Yıllar sonra kızın iyi bir evlilik yapıp sırtını sağlam yere yasladıktan sonra baba şefkati göstermesi kolay. Karnım burnumda kapınıza geldiğimde, beni kovduğunuzda aklın neredeydi? O zaman neden sesiniz çıkmıyordu?"

"Neden bahsediyorsun sen, Hatice? Ya da Umay... Gerçek adın her neyse! Görüyorsun ya, aramızda bukalemun gibi renk değiştiren bir sen varsın."

"Benimle düzgün konuş, Doğan. Ben neysem oyum! Sadece senden sonra yeni bir hayat kurdum. Yeni bir aile."

"Kızımızı çöpe atarak mı?"

"Onu kabul etmeyen sendin, unuttun mu?"

"Ben hiçbir zaman öyle bir şey yapmadım!"

Hayretle gözleri büyüyüp kaşları havalanan kadın "Yapmadın mı?" diye haykırdı. "Tomris Hanım'la elime üç kuruş tutuşturup beni kovduğunuz günü inkâr mı ediyorsun? Söylesene! Beni bırakır bırakmaz kendine yeni bir aile kuran, evlenip çoluk çocuğa karışan sen değil miydin?"

Sabırlı kalmaya çalışarak dişlerini sıktı Doğan. "Hiçbir şey söylemeden çekip giden sendin! Ne yapacaktım, ömür boyu seni mi bekleyecektim?" Kısa bir sessizlik. Doğan'ın sıkıntılı verdiği bir nefes. Sonrası boşluk. "Her yerde aradım seni! Her yerde! Ama yoktun. Bunun suçlusu da ben miyim? Beni bırakıp gitmenin suçlusu da ben miyim söylesene!"

Masada hâkem gibi duran ben, en çok yara alan kişi olmama rağmen ikisinden daha sakin ve donuk bir ifade takınarak elimle durdurdum onları. "Hey, hey, hey. Bu yanlış anlaşılmaya kurban gitmiş iki âşığın fotoroman tadındaki hikâyesini hiç mi hiç merak etmiyorum biliyor musunuz? Bana istediğim sorunun cevabını verin. Hemen." Öyle düz bir biçimde söylemiştim ki bunu, umursamazlığıma kendim bile şaşırmış durumdaydım.

Umay'a döndüm. "Seni üç kuruşla sokağa attıklarını söyledin. Bunu Doğan seninle yüz yüze konuşarak mı yaptı?"

"Hayır. O evlenmişti. Annesi, benimle görüşmek istemediğini, pisliğe bulaşmak istemediğini ve bu işin sonlanması gerektiğini söyledi."

"Bu iş dediği bendim, öyle mi?"

"Evet." Yüzündeki kin ve öfke Doğan'a isabet ederken daha da katı bir hâl alıyor gibiydi. Oğlunun bulaşmasını istemediği pislik bendim. Daha anne karnında terk edilen ben. "Tomris Hanım, yeni bir ailesi olduğu için Doğan'ın bunlarla uğraşamayacağını söyledi. Kocası öldükten sonra Adana'daki topraklarının tamamını yöneten, kimsenin sözünden çıkamadığı geleneksel, son derece güçlü bir kadından bahsediyoruz. Ona kimse hayır diyemez." Kaşları havalandı. "Belli ki Doğan da hayır diyememiş. Derse mirasından men edileceğini biliyordu."

Doğan duyduklarının şaşkınlığıyla başını iki yana salladı ve kekelemesini durduramadı. "B-Benim böyle bir görüşmeden haberim yok. Annem bana... Bana bunu söylemedi." Hayret eder gibiydi. Biraz da kendi kendine konuşup muhakeme yapıyor gibi.

"Yıllar sonra karşıma geçip bunları söylemek kolay, Doğan. Ama ben aramızdaki şey özel sanmıştım. Aşk sanmıştım. Bir sözle bitebilecek kadar basit değil sanmıştım. Sense hemen söküp atmışsın kalbinden beni. Başkasıyla olmuşsun, vakit kaybetmeden çocuk yapmışsın. Beni silmişsin sen. Şimdi de çaresizliklerim yüzünden beni mi suçluyorsun?"

"Ben kimseyi suçlamıyorum tamam mı? Ben... Ben bir kızım olduğunu bile kızımın kocasından öğrendim! İnanabiliyor musun? Valentino gelip söylemese ben bir kızım olduğunu bilmeden ölecektim belki de. Bunun ne demek olduğunu idrak edebiliyor musun?" Gözleri kan çanağına dönmüş bir öfkeyle kadının gözlerine bakıyordu. "Kızımızın neler yaşadığından haberin var mı? Yoksa bu masada sadece senin yaşadıkların mı konuşulsun istiyorsun?" Kaşları çatıldı. "Madem bu kadar seviyordun, âşıktın bana, güveniyordun da neden benimle yüzleşmek için gelmedin?"

"Tomris Hanım'ın buna fırsat verdiğini mi sanıyorsun?" Aynı öfkenin alevleri Umay'ın gözlerinde de oynaşıyordu. "Yirmi dört saat içinde Adana'yı terk etmezsem beni de, babamı da, karnımdaki bebeği de yok etmekle tehdit etti! Ve bunu yapabileceğini sen çok iyi biliyorsun." Kadının yüzündeki öfke buz gibiydi. "O bunları söylediğinde babamın bebekten haberi bile yoktu. Haberi olsaydı neler olurdu tahmin edebiliyor musun? Bizi önce hangisi öldürürdü acaba? Tomris Hanım mı yoksa babam mı? Babamı tanıyorsun. Elini vicdanına koy da söyle! Ben nasıl terk etmeyecektim Adana'yı? Nasıl gitmeyecektim? En azından masum bir bebeğin canını kurtardım. Anlıyor musun? Bu çocuk oyuncağı değildi! Sen yeni karınla gününü gün ederken ben ölüm kalım savaşı veriyordum, bencil herif!"

Aniden "Tamam, yeter!" diye bağırdım. Kafam şişmişti. Kime hak vereceğimi şaşırmış durumdaydım zira ikisi de eşit şekilde haksızdı gözümde. Saçma sapan ve aptalca bir yanlış anlaşılma yüzünden olduğuna inanamasam da artık bir önemi olmadığını kavramıştım. Bu ikisi, bıraksam sabaha kadar burada bu konuyu tartışabilirdi ama bana bir kazancı olmazdı.

Ben anlayacağımı anlamıştım zaten. Doğan'ın benden haberi yokmuş, Umay da haberi var da beni istemiyor sanmış, Doğan'ın annesinden ve kendi babasından korkmuş. Olay da bundan ibaretmiş. Eee, yani? Benim kaybolan yıllarımın hesabını kim verecekti? Yıllar önce mezara girmiş ve hiç tanımadığım nemrut dedem mi? Yoksa layığını bulup can çekişerek ölmüş babaannem mi? Ben kimden soracaktım bunun hesabını? Kimse kalmamıştı bana bunun hesabını verecek. Hepsi toprağın altına girmişti. Yine mahşere kalmıştı hesaplaşmalar.

Masaya dirseğimi dayamış, sağ elim burnumun direğinde gezinirken sinirden sessizce gülmeye başladım. Üçüncü sınıf kalitesiz filmlerdeki gibi basit yanlış anlaşılmalar, boşa geçmiş zaman, giden çocukluğum. Ve geldiğimiz nokta buydu işte. O kadar anlamsızdı ki.

Samimi bir üzüntüyle gözlerime bakıyordu Doğan. "Yaşadığın her şey için öyle üzgünüm ki. Keşke hepsi benim başıma gelseydi. Keşke baba olup seni koruyabilseydim. Keşke..."

Umay'sa "Keşkeler için çok geç, Doğan." diyerek araya girdi acımasızca. Başını iki yana sallıyordu gözlerinden yaşlar süzülürken. "Sen benim giden gençliğimi de Lâl'in kaybolan çocukluğunu da paranla satın alamazsın. Ne sen ne de ben onun yaşadığı kötü şeyleri silemeyiz. O yüzden kendini haklı çıkarmaya çalışma-"

"Eeeh, yeter be!" Beklemediğim bir biçimde onun sözünü kesen Beyza oldu. "Lâl'in yaşadıkları, yok başına gelenler, bilmem ne!" Babasını es geçip direkt Umay'a saldırmaya çalıştı sözleriyle. "Sen de kendine güvenmiyorsan evlilik dışı ilişkiye girmeseydin! Ne şimdi bu acıtasyon şovları?"

"Her şey her zaman senin söylediğin kadar basit olmuyor küçük hanım! Ben gençtim ve âşık olmuştum." İmalı bir ses tonuyla had bildirdi Beyza'ya. "Ve sen de çok iyi bilirsin ki bu işler tek kişilik olmuyor. Babana neden kızmıyorsun? Benim ve Lâl'in başına gelenlerin en büyük sorumlularından biri o."

Küçümser gibi baktı Umay'a. "Sizin yaşadıklarınız umurumda mı sanıyorsun? Bana ne Lâl'in yaşadıklarından!" Medyada konuşulan her şey kirli çamaşır gibi bir bir dökülmüştü. Artık durdurmanın imkânı yoktu. Bu gece bu masada her şey konuşulacaktı. Beyza'nın acımasız sözleriyle de olsa konuşulacaktı. Masada otururken durup durup söylenmeye başladı. "Başka bir kızın yerine geçmiş. Geçmeseydi! Bana ne bundan?" Hakkımda konuşmasına rağmen ne oturduğum yerden kımıldadım ne de tek kelime ettim. Beyza'nın bana dair içindeki tüm zehri dökmesini bekliyordum. "Üvey ailesinden işkence görmüş, zorla evlendirilirken kaçmış! Ne kadar üzücü!" Burnundan soluyordu bunları söylerken. "Benim ne yaşadığımla ilgili fikri olan var mı? Bizim evimizde bir gram huzur olmadı ya! Olmadı! Ben yarı annesiz yarı babasız büyüdüm! Senenin altı ayı annemin yanında, altı ayı babamın yanında büyüdüm ben! Benim çok mu harika bir ailem oldu?" İşaret parmağı suçlayıcı bir biçimde Umay'ın ve benim üzerimde mekik dokudu. "Hepsi sizin yüzünüzden. İkinizin yüzünden! Evimizde huzur kalmadı."

Oysa ben sadece iki elimi masaya dayamış, sinir gülüşümle yüzüne bakıyordum. "Ah Beyza, Beyza." diye sayıkladım alayla. "Ödün kopuyor değil mi kendin hakkında konuşulmayacak diye? Bu yüzden bana saldırıyorsun." Aynı alaycılıkla iç geçirdim. "Tabii canım şimdi seni de aşağılamamak lazım. Senin de bir zanaatin var, elinde bir bilezik." Mırıldandım. "Dünyanın en eski mesleği."

"Ne ima ediyorsun sen?"

"İma etmiyorum, direkt söylüyorum."

Ayağa kalkan Beyza bana doğru ağır ağır yürürken acılarımla dalga geçer gibiydi. Aşağılar, küçümser gibi süzüyordu beni. "Ay, zavallı Lâlcik. Ailesinden eziyet görmüş para içinde yüzerken. Hadi hepimiz ona merhamet edelim, acıyalım." Söylediklerini kendimden beklemediğim bir sakinlikle dinledim. Sabır gösterdim. Her şeyi sineye çektim. Ta ki benim en hassas noktama dokunana kadar. "Tecavüze uğramış, aman ne üzüldüm anlatamam! Bayılıyorsunuz her şeyi dramatize etmeye! Çünkü sadece Lâl Hanım acı çekti, o üzüldü!" Bakışları beni ezer gibi bakarken "Ne malûm senin de servet düşkünü annen gibi o milletvekilinin oğluna yamanmak için adama iftira atmadığın? Belki sen de istedin, tecavüz değildi. Ama çamur at izi kalsın değil mi? Ailen zengin olsa da işini sağlama almak istedin belki. Sen de annen gibi yalancı düzenbazın tekisin."

Valent ayağa kalkarken elimle onu engelleyip yerine oturttum. Ben daha hızlı davrandım. Tam yanımda olan Beyza'ya ondan daha yakındım ve ayağa kalkar kalkmaz onu boynundan tuttuğum gibi başını önümdeki masaya dayadım. Kulağına doğru eğilirken sesimi kısma gayreti göstermedim, herkes duyabilirdi söyleyeceklerimi. Duysun da zaten. "Biliyorum, kendin hakkında konuşursan kimse seni dinlemeyecek. Ama bir daha o yılan dilini bana uzatırsan senin kafanı koparırım." Masaya yan yaslı başını ve yuvalarından fırlamak üzere olan şaşkın, korku dolu gözlerini görebiliyordum. "Benim yaşadığım travmalar senin stand-up gösterin değil." Sertçe serbest bıraktım başını.

Bir süre masanın üstünde durdu başı, şaşkınlıktan doğrulamadı bile. Sonra yavaş yavaş başını kaldırdığında oldukça utanmış görünüyordu. Ne yapacağını bilemiyor gibiydi. Masanın etrafındaki herkese utanarak baktıktan sonra hızla çıkış kapısına doğru yürüdü.

Ben masadaki yerime oturduğumda herkes silinmişti sanki gözümde. Misafirler ne zaman kalkıp gitmişti, dağılmış masada ne zaman yapayalnız kalmıştım hatırlamıyordum bile. Yalnızca omzumdaki elin sıcaklığı beni kendime getirmişti. Bu durumda yapayalnızım demek doğru olmazdı. Valentino Riccardo, her zaman olduğu gibi yanımdaydı. Beni bir an bile yalnız bırakmayan tek kişi.

O an ilk kez süngülerim düştü. Bütün akşam masada güçlü durmaya çalışan ben, hüngür hüngür ağlamaya başlamadan önce başımı iki yana salladım. "Benim suçum değildi." Gözlerim görüş açımı bulanıklaştıracak kadar iri damlalarla dolmuştu. "Bunları yaşamayı ben istemedim... Ben... Bunlar..."

"Şşş..." Kollarını bana saran adam sakinleştirici ses tonuyla "Biliyorum." diye mırıldandı. "Sakın kendini savunmaya çalışma. Kimse kendisine böyle bir şeyin yapılmasını hak etmez, Lâl. Sakın kendini müdafaa etmeye çalışma. Hiçbiri senin suçun değildi." Dudakları şakağımın üstüne kapanırken yorgun gözlerimi kapadım. "Bir daha bunları duymayacağım."

Yutkundum. Çok saçma olsa da o an sormak istedim. "Peki... Sana o olayı anlattığımda bana olan bakışın değişti mi?" Sessizce ve merakla bana bakan adamın kızmasından korksam da devam ettim. "Sonuçta birbirimizi yeni tanıyorduk. O olayı anlattığımda bana bakışın değişti mi? Bana acıma duygusu hissettin mi?"

"Lâl, hayır." Başını iki yana sallarken ne saçmalıyorsun der gibi baktı bana. "Bu öyle bir şey değil." Önümde diz çöker gibi duran adam gözlerime baktı. "O an ne hissettim sana söyleyeyim mi? Sadece daha önce hayatına girip seni tüm kötülüklerden koruyamadığım için kendimden nefret ettim. Kendime kızdım. Anlıyor musun?"

Bunu yaşayan bilirdi. Sizin suçunuz olmasa da Beyza gibi birileri gelir, size sanki sizin suçunuzmuş gibi hissettirirdi. Ya da kirlenmişsiniz gibi hissettiren çok olurdu. Ben bunu dillendiremiyordum ama bu hissi çok iyi biliyordum. Sadece karşımdaki adamın da böyle hissetmiş olabileceğinden korkuyordum.

Yaşlı gözlerime bakan adamsa çoğu zaman olduğu gibi yine ben konuşmadan bakışlarımla anlıyordu beni. "Sen benim hayatımdaki en temiz şeysin. En değerli mücevhersin. Bu değeri kimse azaltamaz." Çöktüğü yerden kalkarken dudakları ıslak yanaklarımdaki gözyaşlarımı öptü. "Bunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez." Elleri her iki yanağımda da gezinirken gözyaşlarımı silip dudaklarımdan öptü. "Ben dünyanın en şanslı adamıyım. Kalbi senin gibi duru, güzel bir kadınla birlikteyim. Sadece yüzü değil kalbi de güzel bir kadınla. Kalbinin içine herkesi sığdırabilecek kadar sevgi dolu, şefkatli bir kadınla." Başını iki yana sallarken burun burunaydık. "Tanrı'nın en büyük armağanısın benim için. Farkında bile değilsin." Sayıklar gibi söylediği bu sözler içimi öyle ısıtmıştı ki.

O an istedim ki dünyada yalnızca biz olalım. O, ben ve bebeğimiz. Diğer insanların varlığına da yokluklarının gerekçelerine de ihtiyacım yoktu. Artık merak etmiyordum. Ve yine o an karar verdim. Beni kucağına alıp odamıza götüren adamın boynunu ellerimle sararken "İtalya'ya dönelim, Valentino." diye fısıldadım.

Evlendiğimizden beri bu konuda tek kelime etmemesine rağmen konuyu açanın ben olmama şaşıran adam merakla gözlerime bakıyordu. "Ne?"

"Duydun işte. İtalya'ya, evimize dönelim. Bu insanlarla aramızdaki mesafeyi ancak böyle koruyabiliriz." Beni yatağa yatıran adamın gözlerine bakarak ekledim. "Ne? Eninde sonunda Sicilya'ya dönmeyecek miyiz? Wendy'nin Rize'deki isteme töreninden sonra buradaki tası tarağı toplayıp gidelim işte. Karnım büyümeden evimize yerleşmiş oluruz."

Yüzüme uzun uzun bakan adam hiçbir şey söylemedi. Bu kararımdan memnun olduğunu görebiliyordum. Yalnızca eğilip burnumun ucundan öptüğüyle kaldı. "Şimdi uyu ve dinlen. Bunları sakin kafayla konuşuruz."

Bense o kadar yorgundum ki ona herhangi bir şey söylemeye, sormaya mecalim olmadan gözlerim kendiliğinden kapandı. Hatırladığım tek şey, onun kollarında huzurlu bir uykuya daldığımdı.

❝Valentino❞

Lâl yaşananların ardından sonunda bir parça uyuyabildiğinde ne yapacağımı çok iyi biliyorum. Kapıyı çekip odadan çıktım ve sessizce aşağı indim. Bahçede dolanırken Doğan'ı aradım. İlk çalışta açtı.

"Hah, Valentino, ben de seni arayacaktım şimdi. Lâl nasıl, iyi mi?"

Sıkıntıyla iç geçirirken "İyi, uyudu." diyerek kısa kestim. Sanırım bir yerlerde hata yapmıştım. Belki de onun ailesine burnumu sokup babasını bulmam bir hataydı. Belki yüzleşmeleri iyi olmuştu, içinde en ufak bir şüphe ya da soru işareti kalmamıştı ama yine bir sarmalın içine girmiştik. 2 yıl önce olduğu gibi hamileliğini etkileyecek üzücü şeyler olmasından korkuyordum ve bu endişemin en somut kanıtı Beyza'nın hareketleriydi. Bu yüzden düşündüm ve Doğan'la dürüstçe konuşma kararı aldım. "Seninle konuşmam gerekiyor."

"Dinliyorum, Valentino." Sesinde meraklı bir tını olduğunun farkındaydım hatta belki de neden bu kadar ciddileşip soğuk davrandığımı sorguluyor olabilirdi. Umursamadım.

"Seni ben buldum, Doğan."

"Biliyorum. Ve bunun için sana minnettarım."

"Biz tüm bu olayların öncesinde çok zor zamanlar geçirdik. Birbirimizle güven sorunlarımız vardı. Onun öz ailesi tarafından terk edilmesi, aldatılması... Benim de hatalarım oldu, kabul ediyorum. İstemeden de olsa yıpranmasında benim de payım var. Ama sonunda birbirimize güven duymayı öğrendik. Lâl'in bana güvenmesi çok zor oldu. Ben geçmişteki sorunlarını çözerse eğer hayatındaki bazı şeyleri geride bırakıp önüne bakabilir diye düşünmüştüm. Seni bulurken düşüncem buydu. Yoksa onun bir aileye ihtiyacı yoktu, Doğan. Onun ailesi bendim zaten." Uzun bir sessizlik. Ben aynı umursamazlıkla devam ettim. "Lâl bugün çok yaralandı, Doğan."

"Ne desen haklısın Valentino, gerçekten. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Olanlardan dolayı hâlâ şaşkınım."

Onun şaşkın olup olmaması umurumda değildi. Umurumda olan tek şey Lâl'di. Onun yaralarıydı. "Benim için önemli olan tek şey Lâl. Yaşadıkları yeterince ağır değilmiş gibi Beyza'nın söyledikleri... O an... O an kendimi çok zor tuttum anlıyor musun? Lâl'in kardeşi olduğu için, seninle hukukumuz var diye çok zor tuttum. Ama bir daha kendimi bu kadar tutamam Doğan."

"Valentino..." Sesinde ne demek istediğimi anlamayan garip bir ifade vardı ama bu da umurumda değildi. Belki de anlayışlı yanımı bir kenara bırakmanın zamanı gelmişti. Don Valentino Riccardo'nun yüzünü görme zamanları gelmişti belki kim bilir.

"Lâl, sadece birkaç aydır senin kızın. Belki de daha az bir zamandır. Ama benim için uzun yıllardır sevdiğim, âşık olduğum, sadık kaldığım ve sonsuza dek de sadık kalacağım kadın. Ve umurumda olan tek şey onun mutluluğu."

"Biliyorum."

"Kızınla konuş, Doğan. Beyza'yla konuş ve bu gece yaşananlar bir daha tekrarlanmasın. Tekrarlanırsa eğer... Olacaklardan ben sorumlu olmam."

"Ne demek istiyorsun Valentino?"

"Eğer Lâl hayatına dâhil olan ailesinin tortuları yüzünden bir daha acı çekerse, hayatınızdan ebediyen çıkıp gideriz. Ha merak ediyorsundur diye söylüyorum, bu benim kararım değil. Lâl'in kararı. Bu gece bana İtalya'ya dönmek istediğini söyledi. Araya mesafe koymak istiyor. Ne seni ne Umay'ı ne de Beyza'yı hayatına dâhil etmek istemiyor."

Sıkıntıyla iç geçiren adam telefonun diğer ucundan "Haksız da sayılmaz." dedi. Sesi inlercesine çıkmıştı. Buna üzüldüğünü görebiliyordum ama benim önceliğim Lâl'di. Onun üzülmemesi için gerekirse herkesi üzerdim.

"Lâl için değerli olan her şey benim için de değerlidir. Zaaflarıma oynanmadıkça zararsızımdır ama Doğan, Lâl'e zarar geleceğini hissettiğim an bambaşka biri olurum. Aklında bulunsun." Herhangi bir yanıt vermesine fırsat bırakmadan konuşmayı bitirdim. "Şimdi onun yanına dönmem gerek. Kötü geceler geçirdiğinde sık sık kâbuslar görür. İyi geceler."

Telefonu kapatıp kısa bir sessizlik içinde düşündüm durdum. Bana ait olan bu güç, zehir gibiydi. Dozunda kullanmam gerektiğinin farkındaydm çünkü dozunda kullanılırken ilaç olan bu güç, dozu aştığımda zehre dönüşebilirdi. Lâl'i tanıyordum, yumuşak bir kalbi vardı. Kendi üzülmüş dahi olsa öz ailesi olduğunu bildiği kişilerden birine zarar gelsin istemezdi. Oysa ben onun saçının bir teli için hepsine gözümü kırpmadan zarar verebilirdim. Bunu biliyordum. Bunu biliyordum ve kendimden korkuyordum.

Usulca merdivenleri çıkıp odaya vardığımda Lâl mışıl mışıl uyuyordu. Kâbus görmemesine sevindim. Sessizce giyinme odasında üstümü değiştirip pijamalarımı giydim ve yanına uzandım. İnce, narin vücudunu kollarıma aldım. Bir elimin altında ise hayata dair umutlarımızı yeşerten bebeğimizin varlığıyla gözlerimi kapadım. Bu mükemmel ailenin varlığını korumak için her şeyi feda edebilirdim.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü @Nazlidmr400 , @kkulbeolll , @Eylulazn , @Handan681 , @busra06665 , @milenyanrssnn okurlarıma armağan ediyorum! Etiketleri maalesef kabul etmedi Wattpad, nedeni hakkında hiçbir fikrim yok. 🙃 Sonunda beklenen yüzleşme gerçekleşti. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya, hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%