Yeni Üyelik
57.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 55

@buzlarkralicesi

-55-

❝Lâl❞

10. hafta.

Güzel günleri yaşarken zaman öyle hızlı geçiyordu ki bebeğimizin on haftadır benimle olduğunu yeni yeni idrak edebiliyordum. Tabii Valent için aynı şeyi söyleyebilir miydik emin değildim. Kendisi bugünü iple çekmişti.

Selvi yine kontrolde onun büyüme serüvenini bizimle paylaşırken sanki hamile olduğumu yeni duymuşuz gibi aynı ilgiyle dinliyorduk. Valent'in duygularını benimkileri onla çarparak bulabilirdiniz. O benden daha meraklı ve heyecanlı görünüyordu. Her şeyi soruyordu. Pür dikkat her şeye bakıyordu.

Ekrandaki bebeği gösterdi Selvi. "Bakın, bu eli. Elini ağzına götürüyor. Hareketlerini artık daha net görebiliyoruz."

"İnanamıyorum." diye mırıldandım. "Elleri küçücük."

İşaret parmağını ekrana doğru uzatırken "Öyle gerçekten." dedi çarpık bir gülümsemeyle. Bebeğimizle ilgili her şey onu heyecanlandırıyordu. Bunu gözlerinde görebiliyordum. İstekli olduğunu bilsem de bunu görüp hissetmek hem bende hem de bebeğimizde daha güzel etkiler bırakıyordu, buna inanıyordum. Henüz anne karnında sevildiğini hissediyordu benim bebeğim. Öyle şanslıydı ki. Böyle bir babası olduğunu gördüğünde iyi ki diyecekti bence. İyi ki bu dünyaya gelmişim.

Selvi Valent'in heyecanını ve ilgisini görünce "Kalp atışlarını duyalım mı, ne dersiniz?" diye sordu.

Valentino bunu ilk defa duyuyormuş gibi heyecanla gözleri açılırken "Duyabiliyor muyuz şimdi? Olabiliyor mu yani?" diye sordu.

"Tabii." Vakit kaybetmeden gerekli ayarlamaları yaptı kadın. İkimizin de heyecanı onu gülümsetmişti.

Saniyeler sonra çok hızlı pıtpıt seslerini duyunca kalp atışları ikimizi de heyecanlandırdı. Bakışlarımız birbirini bulduğunda Valent büyülenmiş gibi bakıyordu. Benimse şaşkınca ağzımdan "Kalbi pıtpıtlıyor." cümlesi kaçıverdi. Gözlerimin sulandığını hissedebiliyordum. Bu çok duygusal bir andı. Çok özeldi.

Benim bu sözüme ikisi de gülerken Valent "Kalbi mi pıtpıtlıyor?" diye mırıldanırken bunu komik bulduğu her hâlinden belliydi. Minnettar bir bakışla alnımdan öptü. O da çok duygusal bir anındaydı. Benim gibi sulugöz olmadığı için ağlamıyordu ama hissediyordum. Benzer duygularda olduğumuzu anlayabiliyordum. Selvi'ye döndü Valent'in meraklı bakışları. "Çok hızlı atmıyor mu kalbi? Normal mi bu kadar hızlı atması?"

Tebessüm etti kadın. "Normal, merak etmeyin."

Yeniden bana döndü adamın bakışları. "Bu bebeğimizin ilk kalp atışları. Onu duyabiliyoruz. Ona dair bir şeyi." Sayıklar gibi çıkmıştı sanki son cümleleri. O da benim gibi inanamıyordu.

Selvi masaya geçtiğimizde "Her şey yolunda." dese de kalbim pır pır atıyordu. Her şeyin yolunda olması güzeldi. Ancak yolunda kalmasını istiyordum. İçimden Allah'a yalvarıyordum, sağlıklı bir biçimde dünyaya gelsin diye.

Merakla "Cinsiyetini ne zaman öğrenebiliriz?" diye sordu Valent Efendi. Acaba ne planı vardı beyefendinin? Öylesine bir merakla mı sormuştu yoksa fikrini değiştirmişti de oğlu olsun falan mı istiyordu, ondan mı onuncu haftadan cinsiyet derdine düşmüştü?

"Gösterirse eğer 16-20. hafta arasında görebiliriz."

Daha önce de bu süreçleri geçmiştik ama bizim için çok yeni bir tecrübeydi bu. O zaman tesadüfen öğrenmiştik bebeğin cinsiyetini. Herhangi bir hazırlığımız olmamıştı ya da haftaları saymamıştık, zaten büyüdüğü için bir anda cinsiyetini öğrenivermiştik işte. Şimdiyse her şeyin başında olduğumuz için bambaşka bir serüvenin başlangıç noktasındaydık. Valent'e içten içe trip atar gibi olsam bile ben de merak ediyordum doğrusu. Kızımız mı olacaktı yoksa oğlumuz mu? Hangimize benzeyecekti? Merak içerisindeydim.

Valentino ise Selvi'nin başka bir sözüne takılmış gibiydi. "Gösterirse mi? Yani istemezse göstermez mi?"

Güldü Selvi. "Bebek uygun pozisyonda olursa daha erken görebiliriz ama bebek her zaman anne karnında istediğimiz pozisyonda durmuyor. Bu yüzden bazı hamileliklerde cinsiyeti geç öğrenebiliyoruz. Ama ilerleyen zamanlarda birlikte tahmin yürütebiliriz. Henüz büyümesi gerek."

Onaylayarak başını salladı adam. Kontrolden çıktığımızda Valentino için yeni bir bekleme hedefi başlamıştı. Önceleri sadece onu ultrasonda görmek için bekliyordu, şimdiyse cinsiyeti için bekleyecekti. Ultrason görüntüsünü yine bir anlam çıkaracak gibi uzun uzun inceledikten sonra ceketinin cebine koydu. "Bugün bebeğimizi duyduk, Lâl. Bu inanılmazdı değil mi?"

"Evet." İç geçirdim. "İlk defa bu kadar heyecanlandım biliyor musun? Bugüne kadar onu tam anlamıyla hissedememiştim sanki. Karnımda olduğunu biliyordum ama ilk defa kalp atışlarını duymak, onun varlığını hissetmek..."

Beni durdurup kollarımdan tutan adam gözlerime baktı. Ciddi bir yüz ifadesi hâkimdi. "Her gün, Lâl... Her gün bana yaşattığın bu heyecanı, bu duyguyu öyle derinden hissediyorum ki. Bunun için sana minnettarım. Çok teşekkür ederim."

Başımı göğsüne yaslarken benim için de duygusal bir andı bu anlar. "Valentino... Asıl ben sana teşekkür ederim. Bu kadar mükemmel bir baba olduğun için. Bana bir aile verdiğin için." Bakışlarım yeniden onu bulduğunda "Biliyor musun? Şuan çocuk Lâl burada olsaydı çok imrenirdi. Böyle bir baba... Onun hayallerinde bile yoktur." diye mırıldandım. Benim hiç böyle bir babam olmamıştı ama yanlış anlamaması için başımı iki yana salladım. "Hayır, asla kendi bebeğimi kıskanmıyorum. Aksine, ona böyle bir baba bulduğum için öyle gururluyum ki..."

Duydukları gururunu okşayan adam gülümsedi. "Lâl... Sen bir bebeğin sahip olabileceği en sevgi dolu, en harika annesin. Ve senin gibi birinin hakkımda böyle düşünmesi o kadar güzel ki..."

Aradaki duygusallık beni darmaduman ettiği için parmak uçlarımı göz pınarlarıma götürüp konuyu dağıttım. "Birbirimize yeterince yıkama yağlama yaptığımıza göre sen bana şunun hesabını ver bakalım Valentino Riccardo..." Anlık duygu değişimimle şaşakalan adamın yüzüne döndüm. "Sen bebeğin cinsiyetini neden bu kadar merak ediyorsun bakalım? Hayır, kız istediğini biliyordum ben çünkü. Ne oldu, fikrin mi değişti? Erkek adamın erkek çocuğu olur olayları mı, hayırdır?" Hesap sorar gibi göz kırptım.

Hiç bu açıdan düşünmediği şaşkın bakışlarından belli olan adam güldü. "Tabii ki hayır. Bebeğimiz ister kız olsun ister erkek. Benim için fark etmez ama ona hediyeler almak için sabırsızlanıyorum. Eğer cinsiyetini bilirsem daha rahat hediye seçerim diye düşündüm."

Başımı çenesine yaslarken "Ah Valentino..." diye söylendim. "Sana kızmak öyle imkânsız ki."

İki gün sonra Wendy'nin isteme töreni için Rize'ye gitmeye hazırdık. Selvi'ye de sormuştum son bir gün kala. Yolculuk yapmamda henüz bir sakınca olmadığını söylemişti. Wendy de çok heyecanlıydı.

Aslında onların bebeğinin cinsiyeti bir sonraki kontrolde belli olacaktı ama ikisi de öyle heyecanlılardı ki Luigi her iki cinsiyete göre de kıyafetler almaya başlamıştı bile. Neden bu kadar acele ettiğini sorduğumuzda ne olacak canım, sonuçta iki bebek birden dünyaya gelecek, eşyalar ziyan olmaz diye cevap verdi. Ayrıca imalı bir bakışla bizim tek çocukta kalmayacağımıza emin olduğunu ifade eden sözler kullanmayı da ihmal etmemişti. Valent de hiç itiraz etmiyordu. Sanki bebekleri ikisi doğuracaktı. Şunlara bak. İki çocuk da kız veya iki çocuk da erkek olursa kalan eşyalar Luigi'nin elinde patladığında görecektim ben onu.

Evden çıkmak için hazırlandığımda aynada yan durmuş karnımı inceliyordum. Çok dikkatli bakmadan görülemeyecek değişimler vardı. Sanki koca bir tabak karpuz yedikten sonra oluşan göbek gibi küçük bir göbekti. Ancak çıplak hâliyle birazcık büyüdüğünü fark edebiliyordum. Selvi bu haftadan sonra karnımın daha hızlı büyümeye başlayacağını söylemişti.

Aynada henüz tam belli olmayan karnıma dokunurken "Karnım büyüyor." diye mırıldandım sanki hayret eder gibi. İçinde bebek olduğu için büyüyecek tabii Lâl, bunu bilmiyor muydun?

Kıyafet dolabının önündeki adam dikkatle bakarken bana doğru yaklaştı. Oldukça meraklı ve ilgili görünüyordu. Memnuniyet dolu bakışları karnımda gezinirken hafifçe eğilip karnıma dokundu. "Gerçekten. Büyüyor." Heyecanla bana baktı. "Nasıl hisediyorsun? Büyüdüğünü içerden hissedebiliyor musun?"

Başımı iki yana salladım. Onu içimde taşıdığım için detaylar adamın ilgisini çekiyordu ama henüz onun sandığı kadar hayret dolu şeyler hissetmiyordum. Sanki çok yemişim de şişkinlik olmuş gibiydi karnım. Daha küçüktü sonuçta. Bir şey hissetmemem normaldi. Büyüdükçe hareket edecekti, varlığını iyice hissettirecekti.

Karnıma uzun uzun bakan adam hiç beklemediğim bir şey yaptı ve dudaklarını karnıma götürdü. "Onu hissetmek bambaşka bir duygu olmalı."

Onun iç geçirerek mırıldandığı söze karşı güldüm. "Keşke tıp daha çok gelişseydi de sen taşıyabilseydin karnında. Ne bileyim ben bu kadar özeneceğini."

Benim her şeyi şakaya vuran hâlime gülen adam yerinden doğrulup parmakları arasında çenemi sıkıştırdı, "Evdeki yaramaz çocuk sayısı ikiye çıkıyor, ne hoş." dedi ve yüzümü kendine yaklaştırdı. "Çok güzelsin."

Onunla öpüşmek için can atıyordum ama duvardaki saate baktığımda çıkmazsak gecikeceğimizi fark ettim. "Muhakkak öyleyimdir ama geç kalıyoruz. Bunun tek bir öpüşle kalmayacağını bildiğim için söylüyorum, on dakika içinde çıkmazsak geç kalacağız."

Omuz silkti ve "Beklesinler." dedi. Burnu burnuma sokuldu. Beni adımlarıyla yatağa doğru yönlendirip oturmamı, sonra da uzanmamı sağladı. "Ben bebeğimin annesini mutlu etmekle meşgulüm." Gözleri gözlerimi içerken üzerimdeydi.

Şuan onunla burada olmak için her şeyimi verebilirdim ama geç kalıyorduk. Yine de engel olamayıp onun dudaklarına yapışırken buldum kendimi ve olanlar oldu. Her şey kontrolümden çıktı ve biz yine birbirimize, tüm vücudumuza bıkmak nedir bilmeden dokunuyor ve kur yapıyorduk.

Her zamankinin aksine bana daha yumuşak davranan ama kıvrandıran zevk yaşatacağı sırada hiç acıması olmayan adam beni tamamıyla etkisiz hâle getirip vücudumu yeniden fethetti. Bir kez daha. İçimdeki varlığının beni çıldırtıcı dereceye gelene kadar hareket edişlerine şahitlik ederken dudaklarımdan yalnızca çaresiz iniltiler çıkıyordu.

Ellerim yatağın dağınık çarşaflarını avuçlarken onun elleriyle vücuduma dokunuşları ve içimdeki hareketleriyle kesilen nefesimi tutuyordum.

Sabah sevişmemiz bittikten bir saat sonra yolda, arabadaydık. Tek isteğim Luigi'nin nerede kaldınız diye sormaması ya da Wendy'nin neden geç kaldınız diye sorgulamamasıydı. Hele yüzüme bakıp da anlayacağına dair inancım çok güçlüydü. En yakın arkadaşım sonuçta. Anlamaması düşük bir ihtimaldi.

Bu sabah bana yaşattığı eşsiz, zevk dolu zamanları bir kenara bırakarak yanımda oturan adama göz devirdim. "Sana geç kalacağımızı söylemiştim."

O ise her zamanki memnun, dudakları kıvrık gülümsemesiyle karşılık verdi. "Bir şey olmaz." Dünya yansa umurunda değildi. Her zamanki gibi.

"Hayır, çok ayıp olacak yani. Düşünsene, neden geç kaldığımızı anlarlarsa-"

"Nasıl yani, seviştiğimiz için geciktiğimizi mi?"

Şoför koltuğundaki adamın duymadığına neredeyse emin olsam da küçücük şüphesi bile "Sus! Kapa çeneni Allah'ın arsızı!" diye fısıldamama sebep oldu.

Valentino bu hâllerimden oldukça zevk almışa benziyordu. Gülüyordu. Yaramaz bir çocuk gibi mutlu bir gülümsemeyle camdan dışarıya bakarken tıpkı benim gibiydi. Hayatta istediği her şeyi elde etmiş insan mutluluğu taşıyordu. Sanki birbirimizle kendimizi tamamlamıştık. Eksiklerimizi birbirimizle doldurmuş, hayallerimizi bir bir gerçekleştiriyorduk. Her şey tıkırındaydı. Ama en korkutucu olan kısmı da bu değil miydi zaten? Her şeyin yolunda olduğu anlar. Bozulmaya en yakın olan anlar.

Aprona geldiğimizde tabii ki jet bizi bekliyordu, bizi almadan gidecek hâli yoktu ama Luigi kapının önünde sabırsızca volta atıyordu. Uçağın girişindeki koltukta oturan Pietro ise imalı bir bakış göndermeye hazırlanır gibiydi.

Luigi bizi görür görmez "Nerede kaldınız?" diye sordu hâliyle. Adam heyecanlıydı. Adam sabırsızdı. Nişanlısını istemeye gidiyorduk ama azgın kuzeni kudurukluk ettiği için geç kalmıştık. Ben de olsam ben de sinir olurdum, bu defa haklıydı.

Valent elleri ceplerinde, hiçbir açıklama yapma ihtiyacı duymayan rahat bir ifadeyle geldiği için "Ya çok özür dileriz arkadaşlar. Trafik vardı." diye açıklayıp yalan uydurmak bana düşmüştü.

Luigi "İstanbul'da her zaman trafik vardır." dedi azarlamaya hazırlanır gibi. "Biraz daha erken çıkabilirdiniz değil mi?"

Pietro ise kıvrık dudaklarıyla her şeyi çözmüş gibi bize bakıyordu. Bu çapkın erkeklerin arasında belli bir iletişim dili miydi acaba? Yatağın kırıldığı gün -yatak kendiliğinden kırılmadı Lâl, siz kırdınız diyen iç sesime selam olsun- Valent kapıdan çıkarken Giray da orada bir aksiyon döndüğünü tek bakışta anlamıştı. Artık çapkın erkeklerin üçüncü gözünün açık olduğunu düşünecektim.

Kıpkırmızı olmuştum ama kendimi savunmaktan geri durmadım. "Düşündüğünüz gibi değil."

Pietro kaşları havalanırken "Ne düşündüğümüzü nereden biliyorsun ki?" diye sordu.

Evet, artık en ufak bir şüpheye yer olmayacak kadar ezil etmiştim kendimi. Sakin bir nefes aldım ve utangaç kız personamı bir kenara bırakıp bağırmaya başladım. "Hamileyim ben! Ha-mi-le! Sık sık çişim geliyor tamam mı? Sıkışıyorum! Bu yüzden de evden geç çıktık, oldu mu?"

Asla inanmamalarına rağmen hamileliğimi kalkan olarak kullanma işlemini başarıyla tamamladıktan sonra Valent'in yardımıyla uçağa bindim.

Arkamdan kıkırdayarak Valent'e "Kız hamile dostum, üst üste ne kadar hamile bırakabilirsin ki? Rahat bırak artık." diye mırıldandığını duysam da duymazdan geldim. Çünkü artık utanmanın çok daha farklı bir boyutundaydım. Daha fazla utanamazdım.

Valent'se lafı gediğine oturtmakta gecikmedi. "Eğer herkes çocuk yapmak için seks yapıyor olsaydı şuan senin sayısız çocuğun olmuştu, Pietro. O yüzden kapa çeneni ve karımı utandırmayı kes."

Pietro sussa da gülmekten asla vazgeçmedi ama buna da şükür. En azından imalı bakışlar ve iğneleyici sözlerden kurtulmuştuk. Cam kenarında otururken uyuklayan Wendy beni görünce "Hah, geldiniz mi?" deyiverdi heyecanla.

"Geldik, geldik. Geç kaldığımızın için özür dileriz." Onu öyle boynu bükük yorgunlukla uyurken görünce nasıl vicdan azabı çektim anlatamam. "Ay, arkadaşım kusura bakma ne olur. Seni de böyle beklettik. Hakkını helâl et olur mu?"

"Saçmalama kızım. Gel hadi otur."

Söylediğini yapıp Valent'in yanındaki yerimi aldığımda ben de ondan farklı sayılmazdım. Kafam kazan gibiydi ve çok yorgundum. Gözlerim kapanıyordu. Daha çabuk yoruluyorum derken bunu kast ediyordum işte.

Gözlerimi kapatmamla Valent'in bana seslenmesi bir olmuştu. "Bebeğim, geldik. Hadi uyan." diye mırıldandı ama gözlerimi açamayacak kadar yorgun hissediyordum kendimi. Ne ara gelmiştik yahu? Uykuda zaman ne çabuk geçiyordu. Beş dakika daha der gibi yan dönüp uyumaya devam ettiğimde Valent ikinci kez söylediğinde kalkacağıma dair kendime söz verdim ama o sözünü ikiletmeden beni kucağına aldı. Daha konforlu çok az yolculuk yapmışımdır.

Biraz daha dinlenmiş hâlde gözlerimi açtığımda arabadaydık. Sanki kaçırılmışım da nerede olduğumu bilmiyormuşum gibi bir hafıza kaybıyla "Neredeyiz?" diye sordum.

Valent yanımdaydı. "Rize'deyiz." dediğinde arabada yalnızdık. Etrafıma baktığımda Luigi, Wendy ve Pietro'nun önümüzdeki arabada olduğunu anlamam çok sürmemişti.

Onaylayarak başımı salladım. Valent'se merakla bana bakıyordu. "Biraz dinlenebildin mi?" Suçluluk duygusuyla bana bakıyordu. "Düşüncesizce davranıp yolculuktan önce seni yorduğum için üzgünüm."

Sağ elimle yanağına dokundum uykulu gözlerle. "Saçmalama. Ben dün gece de pek uyuyamadım. Yolculuğa gideceğimizi düşündüğüm için uyku tutmadı." Ancak şimdi yorgunluğumdan daha önemli bir sorunumuz vardı. Mide bulantısıyla yüzümü ekşittim. "Biraz... Biraz durabilir miyiz lütfen?"

"Ne oldu?" Montrel'e el hareketiyle durmasını işaret etti. "İyi misin, ne oldu?"

"Midem..." Kapıyı açtığında can havliyle çıktım dışarı. Kusmaya çalıştım ama olmadı. Sadece öğürüyordum. Bileğimdeki lastikle saçlarımı tepede topladım ve biraz o hâlde bekledim. Biraz kusabilirsem rahatlayacaktım ama yok, kusamıyordum.

Kollarıyla beni saran adam "İyi hissetmiyorsan doktora gidelim." dediğinde gözlerimi devirerek ona baktım. Her sorunu doktora giderek çözebilecek çözüm odaklı biriyle birlikteydim ve ona hamilelik bulantılarını doktorun tam anlamıyla çözemeyeceğini anlatmam gerekiyordu.

"Doktor buna bir şey yapamaz, Valentino." Biraz daha öğürdüm ama değişen bir şey olmadı. Ancak temiz hava biraz iyi gelmişti. Peçete uzattı Valentino. Hiçbir şey kusamasam da peçetenin temiz kokusunu almak rahatlatmıştı. İsteksiz de olsa tekrar arabaya bindiğimizde ben iyi hissedene kadar hareket etmediler. Bu yüzden onlara direktif vermek zorunda kaldım. "Hadi, bizimkilere yetişelim."

Araba tekrar hareket edince bulantım tam anlamıyla geçmemişti ama daha iyiydim. Valent getirttiği küçük valiz gibi siyah bir çantadan çubuk kraker paketi çıkardı. "Bu midene iyi geliyordu daha öncesinde."

Yardımıma yetişen krakerleri görünce gözlerim parladı. "Valentino... Valentino..." Hemen elinden kaptığım gibi paketi açıp birkaç tanesini katır kutur yedim. "Sen var ya sen..." demiştim ağzım doluyken. "Ya harikasın!"

Daha iyi olduğumu görünce endişeli yüzü memnun bir gülümsemeyle yumuşadı. "Daha iyisin ama değil mi?"

"Evet, evet merak etme, iyiyim. Kraker yemek bana çok iyi geliyor."

Öyle böyle derken sonunda Rize'ye gelmiştik. Merkezde çarşıların pazarların olduğu yerleri geçtikten sonra Wendy'nin dayısının evine doğru giderken epey yeşillik yerler karşılamıştı bizi. Tepe tepe dağlar, çay toplayan insanlar, gidildikçe harika ve temiz oksijenli hava... Basık bir havası olsa da Karadeniz gerçekten güzel bir yerdi. Belki de nadir kalmış yeşil, oksijen dolu bölgelerden biriydi hatta belki de birinci sıradaydı.

Ben kapalı havaların insanı değildim tabii orası ayrı. Sıcağı severdim ben. Güneşi, denizi severdim. Bu yüzden Bodrum, Sicilya ve Akdeniz iklimine yakın yerler favorimdi. Doğumu da belki biraz bu yüzden İtalya'da yapmayı istiyordum, bilmiyordum.

Mide bulantımı çözdükten sonra yeni bir sorun daha kapıda bizi bekliyordu. Karnım gurulduyordu, kurt gibi açtım ve çubuk kraker de beni kesecek gibi görünmüyordu. Sürekli acıktım, yoruldum, çişim geldi diyerek sorun çıkaran çocuklar gibiydim. Ve mahcup bir bakışla kedi yavrusu gibi adama baktım. "Valentino, sana bir şey söyleyeceğim ama kızma." Sanki ne zaman bana kızdığın gördüysem.

Düşündüğüm şeyi ifade eden ben sana ne zaman kızdım der gibi yargılayan bir bakış attıktan sonra "Söyle." dedi adam.

Guruldayan karnıma dokundum. Fısıldar gibi "Ben acıktım." dedim. Bu şekilde misafirlikte annesine çişi geldiğini söyleyen çocuklar gibi mahcuptum.

Gözlerini kısan adam "Ne?" diye sordu. Öyle sessiz söylemiştim ki anlamamıştı bile. "Bebeğim, biraz daha sesli söyler misin? Ben niye kızayım sana?"

Bu sefer kızacağını değil dalga geçeceğini düşündüğüm için kısık sesle söylemiştim ama bozuntuya vermeden biraz daha yükselttim sesimi. Hâlâ kısık ve mahcup çıkıyordu. "Acıktım."

"Tamam, ne var bunda? Hemen şurada bir yerde durup karnınızı doyuralım." dedi şefkatle karnıma dokunurken.

"Luigi kızacak ama."

"Luigi neden kızsın? İlk defa mı acıkmış insan görüyor?"

"Ya, zaten isteme törenine gideceğimizi bile bile geciktik. Şimdi böyle bir yerde durursak-"

Valentino sözümü tamamlamama izin vermeden telefonunu eline alıp bekle der gibi işaret etti. Luigi'yle konuştuklarını anlayabiliyordum. Kendi dillerinde konuşuyorlardı. Konuşmanın nasıl sonuçlandığını merak ederken telefonu kapattı. "İleride bir yer varmış, orada durup bizi bekleyecekler. Wendy de sen de karnınızı doyurursunuz. Bir şeyler yeriz, tamam mı?"

Bunu duyunca rahatlamış bir biçimde iç çekerken arkama yaslandım ve heyecanla karnıma dokundum. "Duydun mu bebeğim? Birazdan yemek geliyooor!"

Benim bu heyecanımla sıcak bir gülümseme sundu adamın dudakları. Çocuk gibi sevincim onun da hoşuna gitmişti.

Mekâna geldiğimizde çok havadar bir yerdi. Bahçe kısmına geçtik. Wendy ve Luigi siparişlerini vermişlerdi bile.

Wendy heyecanla "Buranın alabalığı çok güzeldir, ikimize de sipariş ettim." diyerek atıldı. Ben de hiç hayır diyecek bir pozisyonda değildim.

Başını salladı Valent. "Bebeğin göz ve beyin sağlığına çok iyi gelir."

Kısa bir an şaşkın bakışlar attığım adama, beni uyuttuktan sonra gizli gizli anne bebek sağlığı kitapları yalayıp yuttuğundan şüphelendiğim kocama "Bu bilgilendirme için teşekkür ederiz Profesör Doktor Valentino Riccardo." dedim.

Kurulduğu yerde başını önüne eğerek gülen adam karizmatik gülüşüyle yine beni mest etmeyi başarıyordu.

Önce alabalıklarımızı afiyetle yedik. Öyle taze, öyle güzeldi ki inanamadım. Sanırım bugüne kadar hiç böylesine güzel bir balık yememiştim. Ardından Laz böreği geldi.

Mekânın sahibi ve personelleri bizi o kadar sıcak karşılamıştı, bizimle o kadar ilgilenmişlerdi ki hep duyduğumuz Karadeniz insanının misafirperverliğini bir kez daha tatmış olduk. Birbirileri arasında da aile gibiydiler.

En son yemeklerimiz bittiğinde mekânın ikramı olarak bize sütlaç getirdiklerinde gözlerim parlamıştı. Tatlı için ölüyordum. Benim bu heyecanıma güldü Valentino. Yemek ve tatlı için bu kadar heyecanlandığımı görmek onu da keyiflendirmişti.

Tıka basa yemiştik. Gerçek anlamda tıka basa. Yeniden yola çıktığımızda hiçbir eksiğimiz yoktu ve hızlı bir biçimde Wendy'nin yani onun topraklarına geldiğimize göre artık Nazlı'nın dayısının evinin önüne gelmiştik bile.

Sabahtan beri bizi bekleyen ev sakinleri geldiğimizi görünce bizi heyecanla karşıladılar. Herkes çok sıcakkanlıydı. Nazlı'nın dayısı Ömer Bey -ki kendisine Ömer dayı demem konusunda ısrarcı oluyordu- çok sıcak bir insandı. Sanki yeni tanışmamışız da yıllardır akrabaymışız gibi davranmıştı. "Yeğenimin kardeşi benim de kızım sayılır." diye bağrına basmıştı bizi.

Ellili yaşlarında, orta boylu, yeşil gözlü bir adamdı. İlk bakışta olmasa da biraz dikkatli bakınca Nazlı'yı Ömer dayıya benzetmek mümkündü.

Ömer dayının karısı ise kırklı yaşlarının başında Gürcü bir kadındı. Adının Nunu olduğunu duyunca çok şeker buldum. Ne ilginç bir isimdi. Çok sevdiğiniz bir arkadaşınıza koyduğunuz ad kısaltması gibi. Kara gözlü, kapkara saçlı ve pembe beyaz tenli bir kadındı. Ela gözlerine sürme çekmişti ve güzel bir kadındı.

Ama asıl bomba kadın Nuran nineydi. Ömer dayının annesi, Nazlı'nın da anneannesiydi ama tam bir babaanne enerjisi veriyordu. Tam bir eski Karadeniz kadınıydı ve Karadeniz aksanıyla gelinine tatlı tatlı laf atmaları komediydi. Onunla oturup sohbet etmek çok keyifliydi. Eski insanlarla sohbet edip geçmişlerini yad etmek çok kıymetliydi.

"Ne şanslısınız." dedi Nuran nine. "Bu akşam bizim burada düğün var. Gelmişken bizim geleneklerimizi, göreneklerimizi de yakından görmüş olursunuz. Eğlenirsiniz." Onun inişli çıkışlı konuşma tarzı beni çok güldürüyordu. Öyle tatlıydı ki. Yaşlı kadın tam yanakları sıkılacak şirinlikteydi.

Valentino alışık olduğu Türkçe'nin dışında olduğu için Ömer dayının ve Nuran ninenin konuşmalarını biraz daha dikkatli dinliyordu. Kaçırdığı kelimeler olunca Nazlı ya da ben çeviriyorduk.

Ömer dayı sedire oturmuş bize dünyanın en güzel çaylarını ikram eden karısına göz ucuyla bakarken "Demek bizim damadın kuzenisin." dedi Valentino'ya.

Ağırbaşlı bir ifadeyle başını sallayan adam "Evet." yanıtını verdi.

"Kuzenini nasıl bilirsin?"

Sanki kötü biri olsa kuzenini kötüleyebilecekmiş gibi. Bence bu tür sorular tamamen tarafsız kişilere sorulmalıydı. Mesela ben. O zaman gösterirdim Luigi'ye gününü.

Ömer dayı bu soruyu Luigi'nin yanında soruyordu. Onun duymasından zerre çekincesi yoktu ancak o sırada Luigi de Nuran nine tarafından ecel terleri döktürecek cinsten bir sorguya çekilmişti. Bizi duyacak hâlde değildi.

"Luigi iyi kalpli, onurlu biridir. Nazlı'yı mutlu edebilecek biri. Kendisi için garanti verebilirim."

O an bir şey dank etti kafama. Valent'i Nazlı'nın hamile olduğunu söylememesi konusunda tembihlemeyi unutmuştum. İçime bir kurt düştü ve o kurt her geçen saniye içimi kemirdikçe kemirdi. Bir şekilde onu köşeye çekip bu konuda uyarmalıydım. Eğer Ömer dayı bunu öğrenirse bu gerçek bir kriz olurdu.

Sohbet arasında ne yapabileceğimi düşünürken sıkışmış bir edayla kulağına uzandım Valent'in. "Şey, hayatım, benimle bahçeye kadar gelebilir misin?" Ne oldu der gibi bir bakış atan adama açıklama yapamayacak kadar yerim dardı. Sadece kolunu çekiştirerek karşılık verdim. O da Ömer dayıdan izin isteyerek kalktı ve beni bahçeye kadar takip etti.

Geniş avlunun çevrelediği bahçede yürürken meraklı bakışları beni süzüyordu. "Ne oldu Lâl? Yolunda gitmeyen bir şey mi var?"

Kimsenin duyamayacağı kadar kısık bir sesle "Seni bir konuda uyarmam gerekiyor." diyerek söze girdim. "Bunu unuttuğum için çağırdım."

"Nedir?"

"Nazlı'nın hamile olduğu hususu. Bu topraklara girdiğimiz anda bu bilgiyi unutuyoruz. Böyle bir şey yok. Bunu kimse bilmiyor ve de bilmemesi gerekiyor." Soru dolu bakışlar atan adama açıkladım. "Eğer öğrenirlerse bugün yediğimiz yemek son yemeğimiz olabilir." Bunu öyle dramatik bir şekilde söylemiştim ki içimi bir korku kaplamıştı. Oysa Valent bu durumla eğleniyordu. O her zamanki şakalarımdan biri sanıyordu. Bu yüzden "Ciddiyim." diye ekledim.

"Nasıl yani? Bu o kadar mühim bir konu mu?"

"Bu sandığından daha mühim bir konu, Valentino. Eğer evlenmeden böyle bir şey olduğunu duyarlarsa pompalı tüfeklerin devreye girmesi an meselesi olabilir. Anlıyorsun değil mi?" Onların nasıl insanlar olduğunu da tam anlamıyla bilemediğim için neler yapabileceklerini kestiremiyordum. Nazlı bu konuda beni uyardığına göre bir krize sebep olabilirdi bu durum. "Nazlı beni bu konuda uyarmıştı ama ben sana söylemeyi unuttum sanırım."

Elleri ceplerinde olan adam sanırım mafya olmasından kaynaklı, söylediklerime dair en ufak bir endişe ya da gerginlik duymaksızın başını hafifçe öne eğerek onayladı. "Tamam. Duyulmaması gerekiyorsa duyulmaz zaten." Omzuma dokundu yumuşakça. "Sen merak etme."

İçim rahatlamıştı. Az önceki derin mevzularda konuşurken konu bir anda bu noktaya gelir de Valent farkında olmadan bebekten bahsederse diye ölüp ölüp dirilmiştim o birkaç saniye içinde. Şimdiyse her şey yolunda olduğuna göre gerilen tüm kaslarım gevşeyebilirdi.

Misafir odasına döndüğümüzde her şey yolunda görünüyordu. Küçük masaların üstünde tatlı sinilerle bir sürü ikramlar gelmişti. Yemekler hazırlanmıştı. Bizim dayanamayıp yolda yediğimiz gerçeği umurumda olmaksızın onlara da abandım. Sanırım bu iştahım bizimle yolculuk eden üç erkeği de biraz korkutmuş olabilirdi.

Nunu "Kaç yıldır evlisiniz?" diye sordu hamile olduğumu öğrenince.

"Yıl değil, yeni. Birkaç ay oldu."

"Bebek çok istiyordunuz herhâlde. Hiç beklememişsiniz."

"Biz sevgililik ve nişanlılık kısmını biraz uzattığımız için evlenince beklemek istemedik." Ne çok beklediğimizi, yok yere ne kadar ayrı kaldığımızı bilmese de olurdu. Yalandan uzak bir biçimde "Ben de istiyordum ama... Eşim daha çok istiyordu. Çocukları çok sever." diye yanıtladım.

Ömer dayı tıpkı Suavi dedemin bizi sıkıştırdığı gibi bizim gençleri sıkıştırmaktan geri kalmadı. "Birbirinizden bu kadar farklıyken bu evlilik nasıl olacak çocuklar? Ya anlaşamazsanız?"

Wendy dürüst ve cesur bir biçimde öne atıldı. "Biz birbirimizi seviyoruz, dayı. Sonucu ne olursa olsun ikimiz de bu evliliğe varız. Hem kimse bir evliliğe garanti gözüyle bakıp girmiyor ki. Bu birbirine benzeyen insanlar için de bir tehlike."

"Doğru diyorsun da..." Sağ avcunu çenesinde gezdirdi adam. "Evlilik de çocuk oyuncağı değil en nihayetinde." Bu iş aklına pek yatmamış gibi olsa da yeğenini kırmak da istemiyordu görünüşe göre. Bu ilişkinin sonunu görüyor gibi davranıyordu. Kim bilebilirdi ki? Belki de farklılıklar bizi birleştiren şeylerdi. Benzerliklerimiz değil de benzersizliğimizdi bizi iki yapboz parçası gibi uyumlu kılan.

Luigi'yi terleten sorularıyla çapraz sorguya aldıktan sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi çaylarımız tazelendi, ikramlarımızı yememiz için ısrarlarda bulunuldu. Ve akşam olduğunda bizi davet edildiğimiz düğüne götürdüler.

Gerçekten bizi çok iyi ağırlamışlardı. Otele gitmek istediğimizi söylediysek de dinletemedik. Nuran nine ölümü öp gibi korkunç içerikli ısrarlarda bulununca daha fazla ısrarda bulunamadık ve onlarda kalma kararı aldık.

Düğüne geldiğimizde ise tam bir şenlik havası vardı. Gelin ve damat henüz yoktu. Damat gelini almak için kapılarına gitmişti. Düğün yeriyle gelinin alınacağı yer arasında adımlık yer olduğundan bu gördüklerimize anlam veremeyince sorduk, öyle öğrendik.

Ben merakla "Damat orada ne yapıyor?" diye sorduğumda Nunu açıkladı. Uzun yıllar olduğundan artık gelenekleri benimsemiş görünüyordu.

"Damat gelin alma merasiminin gereklerini yerine getiriyor."

Bizimkiler birbirine bakarken biz de Valent'le birbirimize bakmıştık bu ne demek diye.

Bizim şaşkınlığımızı ve merakımızı gören Nunu açıkladı. "Burada gelenektir. Damat gelinin kapısına gider, gelinin yakınları gelini vermeden önce kapıya bıçak vurup bahşiş isterler. Bahşişi aldıktan sonra bıçağı çekip kapıyı açarlar, gelini de verirler."

Valent kaşlarını kaldırarak merakının dindiğini ifade eden bir bakış atsa da en az benim kadar duyduklarına ilgi gösteriyordu. Ne diyebilirdim ki, Türkiye, farklı kültür ve geleneklerin harmanlandığı zengin bir bölgeydi. Benim bile yeni yeni öğrendiğim bir sürü şeyle doluydu.

Nunu buranın nişanı ve evlilikleriyle ilgili bilgiler verirken "Eskiden önce nişan, sonra tanışma olurmuş. Nuran anne anlatır hep." dedi. "Nuran annem anlatırken hep biz ne nişan gördük ne gezip tozmalı tanışma der durur. Kızı beğenen çocuk düğünde pusula gönderirmiş. Görücü usulü dışındaki evlilikler öyle olurmuş."

Duyduğumuz eskiye dair gelenekler bize uzak gibi görünse de tam anlamıyla hayatımızın geçmiş gerçekleriydi. Bunu dinlediğimiz hikâyelerden anlayabiliyorduk. Suavi dedemin de buna benzer bir sürü hikâyesi vardı. Rahmet istedi herhâlde. Allah rahmet eylesin.

Düğünün yapıldığı yerde bize ayrılan yerlere oturduk. Koca koca tencere dolusu yemekler, oynayan, horon tepen gençler, birbiriyle uzaktan uzağa masumca bakışan âşıklar... Çok sıcak ve nostaljik bir atmosfer hâkimdi.

Bir ara Wendy'yle çıkıp oynayan gençlere katıldık, horon tepmeye çalışırken gruba ayak uydurduk. Çok da eğlendik. Valentino ilgiyle oyunumuzu izliyordu.

Yorulup geri döndüğümüzde Valentino'dan azarı yedim. "Neden kendini bu kadar yorduğunu anlamıyorum. Gel, şuraya otur lütfen."

Yerlerimize oturduğumuzda yemekler ikram ediliyordu. Gençler bitmek bilmeyen bir enerjiyle oynamaya devam ediyordu. Luigi o sırada sudan çıkmış balık gibi Wendy'ye baktı. "Ben de damadın gelini alma merasimini gerçekleştirecek miyim?"

Başını iki yana salladı Wendy. "Hayır, hayatım. Seni o kadar uğraştırmayacağız merak etme. Bizim düğünümüz İtalya'da olacağı için sorun olmayacak. Ben tüm geleneksel haklarımdan feragat ediyorum."

Wendy'den beklenmeyen hareketler olduğu için şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Hani sen kına gecesi kadınıydın Wendy? "Ne oldu Wendy Hanım, kına gecesi diye yırtınırken bana mıydı gareziniz?"

"O başka bu başka. Ben arkadaşımın tam teşekküllü bir gelenek şöleniyle evlenmesini istedim ve elimden geldiğince öyle de oldu." Luigi'ye dönen Wendy konuşmasına devam etti. "Senin burada yapman gerekenler sadece isteme töreniyle sınırlı."

Bizim Suavi dedeyle imtihanımız ve isteme törenimizle ilgili garip bakışlarının ardından kendisinin bu duruma düşmesi benim için gülünç bir durumdu ama Luigi'ye gülmedim. Daha fazlasını hak etmesine rağmen yapmadım bunu. Nasılsa Ömer dayı benim hakkımı ondan misliyle çıkaracaktı.

Wendy açıklamaya başladı. "İsteme törenine koca koca tepsi baklavalarla gelinir. Gelenlere ikram edilecektir. Valentino'nun yaptığı gibi Allah'ın emri, peygamberin kavliyle beni istersin. Gerisini Ömer dayımın insiyatifine bırakacağız."

Götü uç buçuk atan Luigi büyümüş gözleriyle "Nasıl yani, Ömer dayının seni vermeme gibi bir ihtimali var mı?" diye sordu.

"Böyle bir ihtimal her zaman var, Luigi."

Yeni hatırlamışım gibi araya girdim. "Ah, mehirden bahsetmedin Wendy!" Sanki çok önemli bir şeyi unutmuşuz gibi ikimizin de bakışları birbirine kilitlendi.

Valentino ise hiçbir fikri olmayan bu konuyu sordu. "Nehir mi, o da ne?"

"Nehir değil hayatım, mehir. İslam hukukunda erkeğin evlenirken kadına verdiği veya vermeyi kabul edip söz verdiği maddi bir hediyedir. Böylece kadının ayrılma ya da boşanma durumunda bir nevi güvencesi olacaktır."

Düşünceli bir biçimde başını salladı adam. "Çok ince bir düşünceymiş gerçekten." Sonra aklına gelmiş gibi kaşları çatıldı. "Benden böyle bir şey istenmedi. Ben sana mehir vermedim?"

Güldüm ve elini tuttum. "Hayatım, gerek yok ki. Bu daha çok orta hâlli insanların uyguladığı, kadını güvence altına alan bir durum. Bir de geleneklerine çok bağlı insanlar uyguluyor bunu."

"Olmaz. Gelenekler neyse uygulanmalı." Bu konuya fena hâlde kafayı takmış görünen adam döndüğümüzde bununla ilgili bir şeyler yapacağının sinyalini vermişti. "Ben bir lavaboya gideyim." diyerek yerinden kalkıp gitti.

Giden adamın arkasından "Gidip otellerden birini üstüme mi yapacak bir koşu, anlamadım ki." dediğimde masadaki herkes gülmüştü. En çok da Wendy.

Luigi ve Pietro da Ömer dayının yanına gittiklerinde biz kız kıza kalıp biraz fiskos yapmıştık. Nunu, Nuran ninenin hâlini hatırını sormaya hemen karşımıza gittiği sırada küçük sayılabilecek on üç, on dört yaşlarda olan bir kız, elinde ikiye katlanmış bir kâğıtla geldi. Kâğıdı bana uzattı. "Bu sana abla."

Şefkatli bir gülümsemeyle "Bu ne?" diye sordum.

Karşıda erkek arkadaş grubundan bir genç adam bana doğru imalı ve utangaç bir bakış atıyordu. Saçma olduğunu bildiğim hâlde acaba hayranım da imza falan mı istiyor diye düşündüm ama... Ne olduğunu anlayamadığım sırada Wendy girdi araya. Kâğıda baktı. "Bu bir pusula."

"Ne? Ne pusulası?"

"Buranın düğünlerinde gençler hoşlandıkları kıza pusula gönderir. Hani anlatmıştı ya Nunu. Eğer sen de istersen tanışalım, annemi evine gönderip seni isteyelim gibisinden."

Çığlık atar gibi "Ne?" dediğim sırada şok olmuştum. Bir yandan bakışlarım Valent'in lavaboya gitmek için gözden kaybolduğu noktaya takılı kalırken kalbim hızla atıyordu. Utangaç bakışlarla yanıtımı bekleyen çocuğa baktım. Durduk yere kendini harcatacaksın, çocuk. Neye bulaştığını bile bilmiyorsun.

Elimdeki kâğıdı bir ölüm fermanı gibi küçük çocuğun eline sıkıştırdım. "Olmaz. Olamaz." Wendy ise o sırada hem şaşırmış hem de gülüyordu. "Ne gülüyorsun Wendy? Valentino buraya gelip bu olanları görürse neler olabileceğini tahmin edebiliyor musun? O zaman da gülebilir miyiz böyle?" Küçük kıza döndüm. "Kurban olayım bizim başımıza iş çıkarmayın. Kan çıkmasın burada durduk yere."

Çocuğun anlamayan bakışlarına karşılık Wendy elimi kaldırıp yüzüğümü gösterdi. "Kibarca reddettiğimizi iletirsin." dedi.

Bense Valentino tam karşıdan gelirken aynı anda kızın elinde pusulayla uzaklaşmasını izliyordum. "Ucuz yırttık."

"Aynen öyle oldu."

Kızla konuştuktan sonra yüzünde gülücükler solan genç adamsa çaktırmadan oradan sıvışıverdi. En doğru karar. Olanlardan habersiz bir biçimde yanımıza gelen Valentino ise yanımızdan giden kıza merakla baktıktan sonra bize döndü. "Neler oluyor?"

Titrememi durdurma çabasıyla "Hiiiç." dediğim sırada Wendy'yle aynı anda söyleyivermiştik bunu.

Valentino anlamazca kaşlarını çatsa da üstünde durmadı. "Nasılsınız hanımlar?" diye sorduğunda ikimiz de dut yemiş bülbül gibi sustuk.

Korkumuz ve gerginliğimiz sesimizden okunurken yine aynı anda "Hiiiç." deyivermiştik. O an bu olayın Valent'in önünde yaşanması ihtimali kanımı öyle bir adrenalinle coşturuyordu ki, önümde gördüğüm ilk içeceği kafama diktim. Koca bir bardak su.

Düğün abartısız bir biçimde sabaha kadar sürdü. Tabii biz o kadar düğünde kalamamıştık. Ben yorulunca bizim grup Wendy'le birlikte eve dönmüştük. Hazırlanan yataklarımıza yattığımızda günün yorgunluğunu iyi bir uykuyla geride bıraktım. Ne gündü ama.

Ertesi sabah kahvaltının hemen ardından isteme töreni için hazırlıklar tamamlandı. Çarşıya gidildi, çiçek, çikolata, yüzükler, istemede geline takılacak takılar falan alındı. Her şeyi az çok bildiğim için bu kez Luigi'ye önderlik eden bendim. Seçeceği yüzüğe kadar yanındaydım, ona yardımcı oldum.

Çiçekleri yaptırırken çikolata tabağını ben seçtim. Parlak gümüş bir tabağı seçtim. "Bu olsun." dedim. Luigi ise ben ne dersem onu yapıyordu. Bu kültüre hâkim olan ben olduğum için her sözümü kural olarak kabul ediyordu. İşte böyle yola gelirsin Luigi Efendi.

Kuyumcuda son kararı verdiğimiz yüzükleri alırken Pietro güldü. "Ben evleneceğim zaman da bu kadar ilgi göstermezsen bozuşuruz, Lâl. Bu aileye girdiğinde seni en çok ben sevmiştim."

Güldüm onun şirin şakalarına. "Sen hele bir Türk gelin bul, âdetleri en iyi şekilde uygulatacağımdan emin olabilirsin." diyerek göz kırptım. "Ayrıca her zaman senin de düğünün için hazır olduğumu biliyorsun. Yeter ki senin evlenmeye gönlün olsun."

Evlilikle uzaktan yakından alakası olmadığını hepimizin bildiği Pietro tıpkı kuzeni gibi başını öne eğerek güldü. Valent'e her açıdan nasıl bu kadar benzediğini düşünmeden edemedim. Abisinden bile çok benzeşiyordu onunla.

Takılarla ilgili kararsız kalan Luigi seçenekleri gösterirken bana döndü. "Lâl, sence hangisini seçmeliyiz? Yani hangisi doğru olur?"

Luigi takı seçerken bile üniversite sınavındaki gibi tek doğru şık olduğunu düşünen biriydi. Güldüm. İyice bir göz gezdirdim seçeneklere. En zarif parçayı gösterdim. "Bu güzel bence. Ama son karar senin."

"Tamam o zaman, bu olsun."

Bir eli cebinde, diğer eli belime sarılı bir biçimde olanları izleyen Valent ise bana baktı. "Tam bir organizasyon dehasısın, bunu biliyor muydun?"

Güldüm. "Abartma Valentino. Bir takı seçmekle-"

"Sabahtan beri her şeyle en ince ayrıntısına kadar ilgileniyorsun." Dudakları beğeniyle büküldü. "Ve hazırlıklar hiç de fena gitmiyor."

Luigi o sırada heyecanını dizginlemeye çalışırken "Cilveleşmenizi sonraya bıraksanız nasıl olur? Bu akşam kız isteyeceğim, biraz yardımcı ol Valentino." demeyi ihmal etmedi.

Onun heyecandan gerilmesini gören Valentino kaşlarını havaya kaldırarak gülmeyi ihmal etmiyordu. Kuzenini ilk defa bu kadar heyecanlı gördüğü için o da en az benim kadar eğleniyor gibiydi.

Akşama doğru havaalanından Paola halayı aldırdığımızda biraz özlem giderdik. Aileyle tanışıp biraz soluklandıktan sonra isteme töreniyle ilgili kalan hazırlıkların üstünden geçtik.

Akşam, isteme töreni için her şey hazırken Wendy turuncuyla bronz rengini andıran renkte mükemmel bir elbise giymişti. Parıltısıyla tüm dikkatleri üzerine çekiyordu. Erkek tarafı kapıyı çaldığında ben bir kız tarafı olarak Nuran nineden tüm gelenek ve göreneklerle ilgili hızlandırılmış bir kurs almıştım. İlk geleneği yerine getirmek için kapıyı hafifçe araladım ve sadece elimi uzattım. Şimdi elime düştün, Luigi Efendi.

Erkekler hiçbir şey anlamamış bir biçimde öylece dururken kafamı dışarı doğru uzattım. "Bahşiş vermeden içeri giremezsin!" diye açıkladım fısıldayarak.

"Bahşiş mi?"

Parmaklarımı birbirine sürterek "Para para, money!" diye açıkladım zaten bildiği o şeyi.

Kâğıt parayı uzattığında parayı alıp arkamdaki kızlara göstererek güldüm. Nuran nine, Wendy ve Nunu da benimle birlikte gülüyorlardı.

Son derece bonkör bir bahşiş almama rağmen "Damadın cebinde akrep var galiba!" dediğimde bizimkiler anlamamış gibi birbirine bakıyordu.

Luigi endişeyle ceplerine baktı. "Hayır, bende akrep yok."

Gözlerimi devirerek güldüm. "Damat cimri demek istedim." Daha da uzatırdım ama isteksizce "Eh, iyi, geç bari." diye söylenerek içeri aldım onu. Çiçeği ve çikolatayı aldığımda Valent'e utangaç ve cilveli bir bakış attım. Sonra Paola halaya sarıldım.

Luigi'ninse bakışları Wendy'deydi. O kadar güzeldi ve yüzü öyle ışıl ışıl görünüyordu ki Luigi'nin ona baktığında yeniden âşık olduğunu görebiliyordum. Herhâlde neden işleri bu kadar yokuşa sürdüm de bu kızla daha önce evlenmedim diye içinden dizini dövüyordu salak.

İçeri girdik, hoş geldin beş gittin faslı geçtikten sonra biz kızlar kahve yapmak için mutfağa girdik. Nuran nine yine orada evlilik serüveninden bahsetmişti. "Bizim zamanımızda öyle gezip tozmak, birbirini tanımak falan yoktu. Burada herkes birbirini tanır. Ailenin beğendiği, iyi ailenin çocuğuyla evlendirirlerdi."

Ben de saf saf "Ya gördüğünde beğenmezsen, kanın kaynamazsa nasıl olacak Nuran nine?" diye soruyordum.

"Ne görmesi, ne beğenmesi kızım? Ben kocamı nişandan sonra gördüm. Ailen görüp beğendiyse tamamdı o zamanlar." Kadın kocasını nişandan sonra görmüş. Bana o kadar garip gelmişti ki. Düşünsenize, evleneceğiniz kişiyi nişandan sonra görüp tanıyordunuz. Şaşırsam da eski zamanlarda böyle çok hikâyenin olduğunu biliyordum. "Şimdi değişti bazı şeyler tabii." Omuz silkerek ekledi. "İyi ki de değişti. Seven sevdiğine varsın, ne diyeyim."

Kahveler hazır olduğunda içeri geçtik. Wendy kahveleri getirdi. Büyükten başlayarak ikram edilen kahveler içilirken Luigi kendi tuzlu kahvesini içerken püskürtmemek için ağzını kapattı ve büyük bir zorlukla o yudumu yuttu. Yüzü kısa süreliğine çizgi filmlerdeki gibi kıpkırmızı olmuştu. Bense o sırada işin eğlence kısmını asla kaçırma niyetinde değildim. Sırtına vurdum ve "Sakin ol şampiyon, daha yeni başlıyoruz." dedim sessizce.

Paola hala, kendisine anlattığım gibi girizgâha girdi. "Biliyorsunuz ki ben sizin kültürünüze biraz yabancıyım." diyen Paola hala her zamanki pembiş yanaklarıyla pek bir tatlıydı. "Bu yüzden Lâl yardımcı olduğu kadarıyla size buraya gelme sebebimizden bahsedeceğim."

Ömer dayı da ailesi de pek sıcakkanlı bulduğu kadının konuşmasını ilgiyle dinliyordu. Onlar da tıpkı benim ilk kez bu aileye girdiğim gibi böylesine iyi Türkçe konuşmalarına hem şaşırmış hem de memnun olmuşlardı.

"Nazlı'yı tanıdığım andan itibaren çok sevdim, ona kendimi yakın buldum, kızım gibi gördüm." Onaylar gibi başını salladı. "Kabul etmeliyim ki ben de sizin gibi ilk zamanlarda farklı kültürden iki kişinin birlikteliğinin ve evliliğinin uzun sürmeyebileceğine dair endişeler taşıdım." Bakışları yan yana oturmuş olan bize döndü. "Ama Lâl ve Valentino bu konudaki endişemi dindirebilecek kadar iyi bir çift. Bizim çocuklarımızın da bu kadar iyi anlaşmasını umut ederek asıl konuya giriyorum." Neyi dilediğine dikkat et, Paola hala. Her an Wendy ve Luigi arasında birbirinin kafasına vazo fırlatmalı bir ilişki olabilir.

"Allah'ın emri, peygamberin kavliyle..." Söylediklerinden sonra benden doğru söylediğine dair onay bekler gibi bakan kadın, başımı sallamamla devam etti. "Kızınız Nazlı'yı, oğlumuz Luigi'ye istiyoruz."

Ömer dayı her zamanki otoriter duruşuyla dalgın ve düşünceli bir ruh hâline büründü. Onun için ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyordum ama birbirini seven insanları da ayıracağını düşünmüyordum. Wendy'den ona dair pek inatçı oluşuyla ilgili sayısız efsane dinledim. Bir rivayete göre Ömer dayının öz kardeşiyle sırf inadı için otuz yıl küs kaldığını duyunca iste istemez ürpermiştim. Tabii şuan karşımda duran adam anlatılana göre pamuk gibi görünüyordu gözüme. Belki de yaşlılık insanları yumuşatıyordu.

Luigi için bir ömür gibi geldiğine yüzüne bakınca emin olduğum o dakikaların sonunda Ömer dayı konuşmaya başladı. Yerde sabırsız ve heyecanla ayakları ritim tutan Luigi anında durdu. "Açık konuşmak gerekirse birbirine bu kadar yabancı iki gencin tam anlamıyla anlaşabileceğine pek inandığımı söyleyemem." Konuşma olumsuz bir biçimde başladığı için odadaki umutsuz bakışlarımız birbirine değdi. Luigi Valent'e, Pietro Wendy'ye, Wendy bana umutsuzca baktı. Ben her şeye hazırlıklı biri olarak sakinleştirici bir bakışla Wendy'ye beklemesini ima ettim.

Yine uzun sayılabilecek bir bekleme süresinden sonra "Ama," diye yeniden söze girdi Ömer dayı. "Onun seçtiği kişiye karışmak bana düşmez. Nazlı benim yeğenim ama biz çok uzun zaman birbirimizden ayrı kaldık. Şimdi birdenbire hayatına girip seçimlerine karışacak, hayatını yerle bir edecek hâlim yok. Ben onun mutlu olmasını isterim. Yeğenimin mutluluğu için yapamayacağım şey yoktur." Avuçları dizlerini kavrarken devam etti. "Gençler birbiriyle anlaştığına göre bize de onlara rehberlik etmek, evet demek düşer."

Odadaki umutsuz atmosfer aniden kıştan bahara dönmüştü. Luigi'nin gerilen yüz kasları mutlulukla yumuşadı. Tebrikler, el öpmeleri, el sıkışmalarından sonra iki âşık karşılıklı sarılmakla el sıkışmak arasında kalırken Ömer dayının ne diyeceğini düşünüyor gibiydiler. Ancak Luigi sonunda bunu umursamaksızın Wendy'ye sarıldı. İkisi de çok mutlu görünüyordu. Onları böyle mutlu görünce biz de Valent'le birbirimize baktık. Ellerimiz birbirini bulurken parmaklarımız birbirine kenetlenmişti.

Bu kadar mutluluk yeterdi. Şimdi sıra Luigi Efendiyi terletmekteydi. "Tamam, kız verilmiş olabilir ama mehir konuşulmadı." diyerek kaşlarımı kaldırdım ortalığı karıştıran görümce gibi. "Kızımıza mehir olarak ne vermeyi düşünüyorsunuz, Luigi Bey?"

İşin zor kısmını atlattığı için rahat olan Luigi "Ne isterseniz." diyerek bakışlarını Wendy'ye çevirdi. Bu onun vereceği bir cevaptı normalde ama her şeye karışmasam olmazdı. Şimdi bu saftirik âşık olduğu için ben bir şey istemem diyebilirdi. İşimizi ona bırakacak hâlimiz yoktu.

Wendy ağzını açmak üzereyken hemen araya girdim. "Biz mehir olarak Luigi'ye ait olan Bebek'deki villayı ve oteli istiyoruz."

Wendy'nin gözleri kocaman açılırken ben yaramaz bir çocuk gibi omuz silktim. Nuran nine ve Nunu şaşkınlık ve memnuniyete birbirilerine bakarken Ömer dayı bakışlarıyla aferin der gibi beni tebrik ediyordu. Eee, kardeşimizi bedavaya verecek hâlimiz yok sonuçta değil mi? O işler öyle olmuyor, Luigi Bey.

Luigi ise bu kadar mı der gibi bakınca keşke üzerine olan yazlığı da isteseydim diye hayıflandım ama çok da abartmadım. "Tabii, sizin için uygunsa villa ve otel Nazlı'nın olacak."

Mağrur bir ifadeyle "Güzel." dedim başımı sallayarak. Sanki kontrolü tamamen üstüme almıştım ve Ömer dayı da bundan oldukça memnun görünüyordu. "O hâlde..." Ömer dayıya döndüm. "Sizin için de uygunsa yüzükleri takalım mı dayıcığım?"

"Olur, kızım." Ayağa kalkarken kulağıma "Sen de sıkı pazarlık yapıyormuşsun ha, aferin." diye mırıldanmaktan geri durmadı adam.

Ben yüzük tepsisini getirip aralarında durduğumda Ömer dayı elindeki makası Paola halaya uzattı. "Kurdeleyi sizin kesmeniz icap eder." diyerek hakkını Paola halaya devretti.

Paola hala başta yok, siz buyurun gibisinden geri dursa da ısrar üzerine kurdeleyi kesti. "Umarım çok mutlu olursunuz, çocuklar." diyerek mutlu bir gülümsemeyle yüzü aydınlandı. Bakışlarından meğer Paola halanın bir ömür bunu bekliyormuş gibi hissettiğini görebilirdiniz.

Ömer dayı da "Allah mesut etsin evlatlarım. Ayağınıza taş değmesin." diye iyi dileklerde bulundu. Herkes birbiriyle yeniden sarılmalı, el sıkışmalı sonu gelmeyen bir tebrik girdabına girince yeterince kişiye sarıldıktan sonra biz Valent'le aralardan sıvıştık.

Herkes tebrikleşirken yan yana durduğum adam beni beğeniyle süzdü. "Çok güzelsin."

"Teşekkür ederim." Kulağıma ittirdiğim saç tutamından sonra göz ucuyla baktım. "Her zamanki kıyafetlerden bir şey giydim işte."

"Kıyafetinden bahseden kim?"

Utangaç bir gülüşle ona bakarken adam beni süzmekle meşguldü. Bakışlarında bir an önce yarın sabah olsa da İstanbul'a geri dönsek der gibiydi. Döneceğimizde planının ne olduğunu merak etmek bile istemiyordum. Güldüm.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü @Leganto_ okuruma armağan ediyorum. 🌸 Şimdi siz diyeceksiniz ki yeni bölüm yarındı, ne alaka falan... Ben yarın bütün gün İstanbul'da olacağım, bazı işlerim ve önemli bir toplantım var. Bu yüzden sizleri mağdur etmemek adına yarınki bölümü bugün yayınlamayı uygun gördüm, umarım beğenirsiniz. Yeni bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Ve istek sahneleriniz varsa onları da buraya bırakın lütfen. 🌿 Ve Luigi ile Wendy hakkında burada dedikodu edebiliriz bence. 🗣️🗯️ Sizleri aşırı aşırısı seviyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%