Yeni Üyelik
59.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 57

@buzlarkralicesi

-57-

❝Valentino

Merdivenlerden biri düştü.

Duyduğum tek bir cümleyle etrafta bu kadar insan varken içime neden bu korku düşmüştü? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey, beni diğer insanların değil de tek bir kişinin ilgilendirdiğiydi. Ve onlara bir şey olursa benden geriye hiçbir şey kalmayacağı...

Diğer insanların arasından hızlı adımlarla geçip gittiğimde koridor boyunca yürüdüm. Kalabalık vardı. Zor da olsa kalabalığın arasında merdivenin önündeki yerde bir şey olduğunu görebiliyordum. Yaklaştığımda toplanmış meraklı kalabalığı yardım ve aralarından girdim. Bir kadın yüzüstü yatıyordu. Başından kan sızıyordu parkelere.

Adamın biri yaklaşıp eğildi ve boynuna dokundu. Kısa bir an bize baktıktan sonra "Nabzı yok." dedi.

❝Lâl❞

"Zevk alıyorsun değil mi bu durumdan? Keyfin yerine geliyor böyle olduğu için!"

"Beni kendinle karıştırma. Ben insanların zayıf durumlarından faydalanmam, Beyza. Bırak beni."

Kolumu sertçe tutan kadından kurtardığımda Sinan'ın kin dolu bakışları Beyza'ya yoğunlaşmıştı. "Sen başkalarını suçlayacağına önce bana yaptıklarının hesabını ver!" Bu kez Sinan Beyza'nın kolunu yakalamıştı.

Beyza çırpınırken "Aa bırak, ne yapıyorsun be?" diye söylenirken hiç de paniklemiş görünmüyordu ancak Sinan'ın tavrına şaşırmış gibiydi.

"Benim evliliğimi bitirdin. Şimdi de sıra kardeşinin evliliğine mi geldi?" Sanki büyük bir sırrı açığa çıkaracakmış gibi bana döndü. "Yeni hedefi senin kocan, dikkatli olsan iyi edersin."

Başımı salladım ağır ağır. "Biliyorum." Yüzümde öyle rahat bir ifade vardı ki. Valent'e olan güvenimden geliyordu. "O bu kez sert kayaya tosladı ve asla elde edemeyeceği bir hedefin peşinde."

Bu sözlerim Beyza'yı yererken Sinan'a da laf dokunduruyordu aslında ama anlayana tabii.

Benden duyduklarıyla ne diyeceğini bilemeyen adam, kısık gözlerini Beyza'ya dikti. "Sen ne ahlâksız bir kadınmışsın."

"Sen çok ahlâklısın çünkü. Ahlâkı senden mi öğreneceğim Sinan?"

"Bana bak Beyza!"

İşin rengi değiştiği için araya girme ihtiyacı hissettim. Sinan'ın Beyza'nın kolunu tutan elini ayırmaya çalıştım. "Tamam, yeter bu kadar. Ayrılın."

Sinan ise söylediklerimle ilgilenmiyordu. Beni kenara çekip daha sert biçimde tuttuğu kolu kavradı. "Beni böyle kullanıp atamazsın anladın mı? Evliliğimin üstünden geçip gittikten sonra hiçbir şey olmamış gibi davranamazsın!" Yüzünde öfkeli bir çaresizlik varken bağırdı adam. "Benim bir ailem vardı!"

"Sahip çıksaydın ailene o zaman! Zorla mı soktum seni yatağıma? Kendine sahip çıksaydın da girmeseydin benimle yatağa! Bunun da suçlusu ben değilim! Yaşandı ve bitti. Anla bunu artık."

Beyza tam gitmek için hamle yaparken Sinan öfkelendiğini gösteren anlamsız bir sesle kükreyip kolundan tuttuğu adamla boğuşmaya başladı. Ne olduysa o sırada oldu.

Ben onlardan iki adım uzaktayken dengesini kaybeden Beyza, merdivenlerden aşağı hızla yuvarlanmaya başladı. Şiddetli bir düşüşün ardından kalbim güm güm atıyordu. En az Sinan da benim kadar şaşkındı. Gözleri yuvalarından fırlayacak gibiydi. İkimiz de aşağı indik. Beyza'yı cansız bir biçimde merdivenin dibinde yüzüstü yatarken gördüğümüzde donup kalmıştık. Kısa süre sonra kadının başından sızan kanları gören Sinan hızlı adımlarla kaçıp gitti. Bense o an neye uğradığımı şaşırmış bir biçimde donmuş kalmıştım.

Çok korkmuştum ve şoku atlatmam çok zor olmuştu ama kanları görünce acele etmem gerektiğini biliyordum. Bağırmaya başladım. "Yardım edin! Yardım edin, merdivenlerden düştü!"

Haykırışlarımın ardından bir çift geldi. Kadın endişeyle düşen kişinin yakınını bulmaya çalışırken bahçeye çıkıp "Merdivenlerden biri düştü!" dedi. Hayal meyal bunları duyabiliyordum. Eteğimin ucuna bulaşan kanla bakışırken başım dönüyordu ama ayakta durmayı başarabiliyordum. Garip bir şekilde ayaktaydım. Donup kalsam bile ayaktaydım.

Kısa sürede herkes toplanmıştı sanki başımıza. Ben hâlâ şoktaydım. Neye uğradığımı şaşırmış durumdayken ağzımı bıçak açmıyordu. Olanlara şaşırmam şöyle dursun, ilk defa ölen birini görmüyordum ama bu... Neden bu kadar etkilendiğimi açıklayamıyordum ama etkilenmiştim.

Kısa süre sonra Valent'in hızlı adımlarla gelişini gördüm. Arkasından da Doğan geliyordu. Valent önce yerde yatan Beyza'ya baktı. Beyza'nın yardımına koşan adam iki parmağını boynuna değdirdiğinde "Nabzı yok." dedi. Umutsuz bir bakış hâkimdi.

Nabzı yok.

Herkes şaşkındı ve şok içindeydi ama Valentino benimle göz göze geldiği an derin bir nefes alıp yanıma geldi. "Lâl, iyi misin?" Elleri ve bakışları vücudumun her zerresini kontrol ediyordu. Yanıtımı bile beklemeden beni hemen göğsüne çekti. Korur kollarcasına, kötülüklerden saklarcasına içgüdüsel bir hamle gibi.

Bense sadece "Beyza... Merdivenlerden düştü." diyebildim. Ne diyeceğimi bilemiyordum. "Sinan... Sinan kaçtı."

"Tamam, tamam geçti." Başımı okşayan adam göğsü inip kalkarken bir anda rahatlamış gibi nefesini verdi. "Sen sakin ol. Ambulansı arıyorlar. Polisler gelir şimdi."

Polisler geldi. Görgü tanığı olarak yaşananları anlattım. Başta tek görgü tanığı olduğumu düşündüğüm için biraz gergindim. Ya Beyza uyanır da beni Sinan değil, Lâl itti falan derse? Yapmayacağı şey değildi sonuçta. Öte yandan ona bir şey olsun da istemezdim. Yaşasın.

Beni suçlamasına dair korkularım uzun sürmedi çünkü aşağıda servis yapan garsonlardan biri merdivendeki boğuşmayı gördüğünü, her şeyin bir anda olduğunu anlatarak benim ifademi doğruladı.

Beyza hemen hastaneye kaldırıldı. Ölmemişti ama durumu iç açıcı değildi. Doğan'a bir şey olacak sanıp korkmuştum. Yeni bir kalp krizi gelir diye korksam da öyle olmadı. O iyi değildi. Kızının bu durumundan etkilenmişti ama çok şükür yeni bir atak ya da hastalık gelmemişti.

Beyza günlerce komada kaldı. Pek arkadaşı olmadığı için hastaneye gelen giden olmadı. Gelenler de ailesindendi ve artık umudu kesmiş gibiydiler. Doktor, omurilik soğanının zarar görmüş olabileceğini, belki de vücudunun bazı işlevlerini yerine getiremeyeceğini ama bunu ancak kendine geldiğinde kesin olarak anlayabileceklerini söylemişti. Bu yüzden herkes üzgündü.

Günlerce hastanede mekik dokuduk. Doğan'a olabildiğim kadar destek oldum. Bu sanırım bizi biraz daha yaklaştırmıştı. Boynuma atlayıp gözyaşlarına boğulduğunda bir şey söyleyememiştim. Teselli etmeye çalışmıştım yalnızca. Başka ne yapılır bilmiyordum. Elimden gelen buydu.

Tam bugün, Doğan kollarımda teselli olurken bir haber geldi. Beyza uyanmıştı. Babası ve halası tarafından büyük bir sevinçle karşılanmıştı. Ancak kötü haber, doktorun uyardığı gibi Beyza artık belden aşağısını kullanamayacaktı. Bunun geçici mi kalıcı mı olduğunu henüz bilmiyorduk ama doktor pek umutlu konuşmamıştı. Bir mucize olmazsa kalıcı olarak yardıma ihtiyacı olacaktı.

Üzülmüştüm. Kapının arkasında olanları dinlerken ister istemez yaşlar dolmuştu gözüme. Birinin yardıma muhtaç olması, hayatının geri kalanında başka birine muhtaç olacak olması öyle zor bir durumdu ki gerçekten içten bir üzüntü duymuştum.

Arkamdan sarılan ve omuzlarımı kavrayan adam ise "Tamam, üzülme artık." diye mırıldanıyordu. "Biz elimizden geleni yaptık. Yapılacak hiçbir şey yok, biliyorsun."

Yapılacak hiçbir şey yok. Ne kadar acımasız bir söz olsa da doğruydu. Bizim yapabileceğimiz bir şey yoktu. Doğan'a geçmiş olsun dileklerimizi iletip çıkmak üzereyken arkama döndüm yeniden. Perişan olmuş adama bir adım yaklaşıp samimiyetle "Yapabileceğimiz bir şey olursa aramaktan çekinmeyin." dedim.

"Daha ne yapabilirsin ki kızım? Günlerce burada perperişan oldun hamile hâlinle." Aşağı yukarı ağır ağır başını salladı. "Her şey için teşekkür ederim, iyi ki varsınız."

Oradan çıkıp gittiğimizde donuk bir hâldeydim. Ruhum çekilmişti sanki. İlk günkü kadar değildim. Üzerimdeki şoku ve o etkilenmişlik hissini atlatmıştım ama hamile olduğumdan mıdır nedir, fazla üzülmüştüm bu duruma. Normalde de birbirimizi sevmememize rağmen üzülürdüm ama bu kadar değil. Düşmanlık başka bir şeydi bana göre.

Eve gelmiştik sonunda. Derin bir nefes alıp koltuğa oturduğumda Valent de yanıma oturdu. Beni kucağına çekerken omuzlarımı okşadı. "Tamam, yeter artık. Biliyorum, senin için zor bir durum. Buna şahit olman... Ama bu kadar yeter. Daha fazla üzülmeni istemiyorum. Bebeğimiz de etkileniyor."

"Elimde mi sanıyorsun? Gözümün önünde merdivenlerden öyle..." Derin bir nefes alıp gözlerimi kapadım. Ben daha kötü şeyler de yaşamıştım. Bunu bu kadar düşünmemem gerektiğini hatırlattım kendime. Sakince eski hâlime dönebilirdim. En azından bu konuda elimden geleni yapabilirdim. Başımı salladım ve "Tamam, elimden geleni yapmaya çalışacağım." demekle yetindim o an. "Atlatacağım. Geçecek birkaç güne."

Onayladı adam. Usulca yanımdan kalkıp bir süre ortalardan kayboldu. Birkaç dakika sonra elinde kahvaltı tepsisiyle yanıma geldi. "Bugün kahvaltı yapmadan çıktın evden. Fark etmedim sanma. Günlerdir doğru düzgün bir şey de yemiyorsun."

"Yiyorum, gerçekten. Bugün unutmuşum sadece." Düşünceli kocamın getirdiği kahvaltıya yarım yamalak gülümseyerek baktım. Önüme aldığım tepsiden bir şeyler tırtıklamaya başladım.

"Wendy ve Luigi'nin düğünü yaklaştı."

Başımı sallarken "Evet." dedim sadece. "Her şey öyle üst üste geldi ki aklımdan çıkıp gitmiş. Wendy'yi bir yoklayayım hazırlıklarla ilgili."

"İtalya'da hazırlıkları tamamlamak üzerelermiş."

Biz bu olaylarla ilgilenirken İtalya'ya taşınma olayımız mecburen biraz ertelenmişti ama Wendy ve Luigi'nin vakti kalmadığı için İtalya'ya gitmişlerdi. "Biz de birkaç güne gideriz değil mi?"

Valent'den onay beklerken dalgınca başını salladı. "Tabii, gideriz. Doğan'ın durumuna göre bakarız."

Başımı eğip şüpheyle yüzüne baktım. "Sen İtalya'ya gitmek istemiyor musun yoksa bana mı öyle geliyor?" Alayla takıldım. "Memleketini özlemedin galiba Valentino Riccardo."

Ruhsuz bir gülüşle dışarıya daldı bakışları. "Ne kadar özlediğimi bilemezsin." diye mırıldandı. Sesi de bakışları da meydan okur gibiydi. Yeniden yüzü bana döndü. "Ama gitmeden önce bilmen gereken bazı şeyler var, Lâl."

Benimle gerçekleri paylaşması hoşuma giderdi ama durumun ne kadar ciddi olduğunu bilmeliydim. Başımı yana yatırdım merakla. "Ne gibi?" Yeni bir Anna, Zita, Andrea vakası mıydı yoksa bu daha çetrefilli bir şey miydi? Aslında bazı tahminlerim vardı. "Şu mafyacılık oynayan düşmanlarla ilgili mi?"

Aşağı yukarı salladığı başıyla onayladı. "Gibi." Ve hemen ekledi. "Ama bu kez görünen düşmanların yanı sıra bir düşman da içeride olabilir." Meraklı bakışlarım sözlerinin devamını bekliyordu. O da çok gecikmedi. "Viorel... Allegra'nın oğlu. Ben öldü sanılırken işlerin başına geçmişti. Hep bu anı beklediğine eminim ama artık yaşadığımı ve her şeyin başına yeniden benim geçtiğimi biliyor. Bu onun hiç de hoşuna gitmeyecektir."

"Nasıl yani? O... Seninle savaşabilir mi?"

Elleri ceplerinde gezinen adam umursuyor gibi değildi. Dudak büktü. "Sanmıyorum. Düşmanlarımdan destek alıp silahlanabilir, düşmanımı hafife alma hatasına düşmem. Ama gerçek şu ki, benimle çarpışacak kadar güçlü değil." Kısa bir nefes molasından sonra devam etti. "Onu Sicilya'daki evi boşaltması ve kalan işleri bana devretmesi için uyardım. Umarım beni dinlemiştir."

"Sen o yüzden mi günlerdir hatta haftalardır İtalya'ya gitme konusunda benim kadar istekli değilsin?" Anlamayan bir biçimde başımı kaşırken yanıtını merakla bekliyordum.

"Her şeyi tamamen düzeltene kadar seni tehlikelerden korumaya çalışıyorum." Bakışlarındaki şefkat beni rahatlatırken yeniden söze girdi. "Ailemden birini öldürmek istemem. Ama mecbur kalırsam bunu yaparım. O da bunu biliyor." Eski acımasız Don Valentino Riccardo'nun delici bakışları geri gelmişti. Çene kasları öfkeyle sıkılıyken bana baktı. "Viorel bizim için bir tehdit oluşturamaz. Merak etme."

Merak etmiyordum. Yani en azından merak ettiğim şey bu değildi. Önümdeki tepsiyi sehpaya bıraktığımda uzun uzun karşımdaki adama baktım. Ona doğru yaklaştım.

Benim tuhaf bakışlarıma anlam veremeyen adam "Ne?" diye sordu. "Neden öyle bakıyorsun?"

Hiçbir şey söylemeden karşımdaki adamın göğsüne kapandı ellerim. Sonra vücuduna sarıldı. "Sana bir şey olmayacak değil mi Valentino?" Korkuma engel olamıyordum. Ona bir şey olursa... Yeniden... Ne yaparım bilmiyordum. Yeniden atlatamazdım bunu. Kaldıramazdım. "Lütfen... Yalvarıyorum kendine dikkat et Valentino."

Onun da kolları bana sarıldığında "Şşşt..." diye huzurlu bir sesle sakinleştirdi beni. "Sakin ol. Bunu endişelenmen için anlatmadım. Hiçbir şey olmayacak, merak etme." Başımı göğsünden kaldırıp çenemi avuçladı. Kıvrık gülümsemesiyle sordu. "Hem seni, bebeğimizi bırakıp nereye gidiyorum? Kızımızı görmeden, onu kucağıma almadan nereye gidiyorum söyler misin?" İç geçirdi. "Onun kokusunu almadan nereye gidiyorum..." diye mırıldanırken yeniden başım göğsündeki yerini buldu.

Beni sakinleştiren yegâne şey. Onun sert göğsüne yaslandığımda verdiği güven kokusu. Bundan mahrum kalırsam nasıl çıkabilirdim aydınlığa?

Günler geçerken bizim İtalya'ya dönüş için hazırlıklarımız sürüyordu. Arkadaşlarım, Aydın Hoca gideceğim için buruklardı ama benim mutlu olmam onları da mutlu ediyordu. Öte yandan Beyza'nın durumunda bir değişiklik yoktu. Fizik tedavi görecekti ama yine de iyileşeceğine dair ihtimaller çok düşüktü.

Klinikteki işlerim bittiğinde Valent'in yanına gitmek için hastanenin asansöründe Doğan'la karşılaştım. Biraz daha iyi görünüyordu. En azından Beyza'nın yaşıyor olmasından mutluydu. İçinde bulunduğu duruma olan üzüntüsündense onu tamamen kaybetmemiş olmasına dair mutlulğu ağır basıyor gibiydi.

Asansörde konuşurken Beyza'nın durumundan bahsetti. Fiziksel durumunun yanı sıra psikolojik olarak da kötü durumdaydı. Kimseye zarar verecek hâli kalmamıştı. Bunu düşündüğüme inanamıyordum ve kendime kızıyordum ama gerçek buydu. Eski Beyza'dan eser kalmaması şaşırtıcıydı. Bütün gün pencereden dışarıyı seyredip kimseyle tek kelime etmiyormuş. Şebnem'le bile konuşmuyormuş. Bu beni üzmüştü.

"Beyza'yla ilgilenebilecek güvenilir birini arıyorum. Yatılı kalması tercihim. Ama ajanslardan gelenler pek içime sinmedi."

O an düşüncelere dalarken sanırım yardımcı olabileceğim bir konu olduğunu düşündüm. "Emin değilim ama bu konuda önerebileceğim biri var. Bizim Neşe abla vardı. Rahmetli dedemin çiftliğinde çalışırdı. Elinden her iş gelir. Çok güvenilir biridir ama şuan hâli hazırda bir yerde çalışıyor mu, boş mu pek bilmiyorum. Çok görüşemiyoruz kendisiyle."

Yüzü aydınlanan adam "Ne güzel denk geldi." dedi birden. "Umarım müsaittir durumu."

"Ben Ali'yi arayıp sorarım bugün."

"Ali kim?"

"Neşe ablanın oğlu. Çocukluğumuz birlikte geçti. İyi çocuktur."

Minnettar bir yüz ifadesiyle "Sağ ol, kızım. Benim için her şeyini seferber ediyorsun." derken sadece elimden geleni yaptığım için söylediği şey fazla geldi.

"Abartılacak bir şey yok. Zaten dedemin çiftliğine el konulduğundan beri orada burada çalışıyorlardı, düzensiz bir hayatları vardı. Sudan çıkmış balığa dönmüşlerdi Başkan yüzünden. Hâlâ aynı durumdaysalar bu iş onlara da iyi gelecek."

O ise abartma konusunda kararlı görünüyordu. "O kadar yardımın dokundu ki anlatamam."

"Bir şey yapmadım." Konuyu değiştirmek ister gibi sordum. "Sen ilaçlarını düzenli alıyor musun?"

"Alıyorum, merak etme. Her şey yolunda."

Dışarıdan bakıldığında gayet iyi olduğunu görebiliyordum. Oysa Beyza'nın başına gelenlerden sonra zor toparlanır diye düşünmüştüm. Neyse ki öyle olmamıştı.

Doğan'ın yanından ayrıldığımda yönetim katında inip Valent'in odasının önüne geldim. Montrel kapının önündeydi, saygıyla selamladıktan sonra kapıyı benim için çalıp kısa süre sonra da açtı.

Valent masasında oturmuş çalışıyordu. Beni görünce sevindiğini belli eden memnun bir gülümsemeyle ayağa kalktı. Sarıldı ve "Hoş geldin." diye mırıldanarak dudaklarımdan öptü.

"Hoş buldum. Nasılsın?"

"İyiyim. Geldiğine memnun oldum."

"Danışanlarla işim erken bitince senin yanına geleyim dedim."

Karşımdaki koltuğu göstererek "Otursana." dedi. "Biraz işim kaldı. Bitince birlikte öğle yemeğine çıkalım."

Omuz silkerek "Olur." dedikten sonra Doğan'la konuşmamız aklıma geldi. "Bir telefon görüşmesi yapsam rahatsız olur musun?"

"Keyfine bak."

Çantamdan telefonumu çıkarıp Neşe ablayı aradım önce. O vardiyalı bir işte çalıştığı için pek bakamazdı telefonlara.

Bunu tahmin ettiğim için birkaç çalış sonrası Ali'yi aradım. İkinci çalışta açtı. "Lâl Hanım, bu ne şeref?" Sesinde şaşkınlığı sezebiliyordum çünkü çok sık görüşmüyorduk ve aramam ona da sürpriz olmuş gibiydi. "Zatıalinizin sesini duymayı neye borçluyuz?"

"Zevzekleşme." Güldüm. "Nerelerdesiniz, ne yapıyorsunuz?"

"Bildiğin gibiyiz işte. Son görüştüğümüzden pek de bir farkımız yok."

"Hâlâ İstanbul'dasınız yani."

"Evet."

"Neşe ablaya güzel bir iş teklifi var. Yatılı bir iş."

"Kimmiş bu iş sahibi?"

"Doğan Kozanoğlu." Kısa bir sessizliğin ardından sanırım anlamış olmalıydı. Bu konuyla ilgili de medyada haberler çıkıyordu ama ben artık haberleri o kadar takip etmiyordum. Bir dönem her gün hakkımda haberler çıkmasına o kadar alışmıştım ki... "Ben numarasını atayım sana. Neşe abla uygun görürse başlar. Olur mu?"

"Tabii, olur. Sağ ol Lâl."

"Ne demek canım. Bir ara görüşelim mutlaka."

"Olur, görüşürüz. Ben biraz yoğun çalışıyorum ama ayarlarım mutlaka."

"Anlaştık. Hadi, kendine iyi bak."

"Sen de."

Telefonu kapattığımda masadaki kâğıtları inceleyen Valent'in bakışları merakla bana çevrilmişti. "Nedir bu iş meselesi?"

"Doğan, Beyza'ya yatılı bir yardımcı arıyordu. Benim de aklıma Neşe abla geldi. İşi ağır geliyordu, en azından buradaki şartlar daha rahat dedim."

"İyi düşünmüşsün." Memnun bir bakıştan sonra gözleri yine kâğıtlara dikildi. "Bu arada hafta sonu İtalya'ya dönüyoruz. Hazır mısın?"

Omuz silktim. "Ben hazırım. Asıl seni sormalı." Biraz takılmak istedim ona. "Gitmemek için ayak direyen sensin."

Alaycı bir tebessümle göz devirdikten sonra karşılık vermedi.

Karşısındaki koltukta otururken sabırsız ve yaramaz bir çocuk gibi masasını kurcalamaya başlamıştım. Az önceki göz devirmesine sahte bir azarlayıcılık eklerken yeniden bana baktı.

Masasındaki çerçevelerden birine baktım. İlk defa masasını bu kadar yakından inceleme fırsatı buluyordum. Hep bir telaşemiz ya da acelemiz oluyordu sanki. Buraya oturup iki çift sohbet ettiğimiz süre sayısı azdı. Benim tarafımdayken ters duran çerçeveyi elime alıp inceledim. Bizim fotoğrafımızdı. Doğum gününden samimi, sarmaş dolaş bir fotoğrafımız. Eridim.

Gözleri hâlâ kâğıtlardayken ensesinde bile gözleri olduğuna emin olduğum adamın dudakları kıvrıldı. "Hayatımın en mutlu doğum günü. Birkaç dakika önce bana hayatımın en güzel haberini vermiştin. Ölümsüzleştirmek istedim."

Bu kez onun gülüşü bana da bulaştı. Memnuniyetle dudaklarım kıvrıldı. "Valentino Riccardo, bu senin çokça romantik hâllerini nasıl çözeceğiz? Hep erimeme sebep oluyorsun."

Ağırlığını bozmayan bir gülümsemeyle karşılık verdi. Mutluydum. Her şeye rağmen. Son günlerde korkunç şeyler yaşamıştık ama buna rağmen hayatımda güzel şeyler oluyordu. Sevdiğim adamlaydım, onunla evliydim, tüm engelleri ve tehlikeleri aşmıştık. En güzeli de bebeğimiz oluyordu. Bu çok fazla... Pembeydi. Hani pembe bulutların üstündeymişiz gibi hissettiğimiz anlar olur ya, öyleydi. Hiç bitsin istemiyordum. Zaten kim bitsin isterdi ki?

Öğle yemeğine çıktığımızda boğazda, havadar bir yerde oturmuştuk. Güzel hava beni öyle acıktırmıştı ki sofrada ne varsa silip süpürecek gibi hissediyordum. "Ne iyi oldu geldiğimiz... Açık havada seninle şöyle baş başa bir öğle yemeği." İç geçirdim. "Gerçekten bana çok iyi geldi."

Masada duran elimi tuttu Valentino. "Son zamanlarda zor günler geçirdin, farkındayım. Ama yine de iyi idare ettik."

Onunla aynı fikirde olduğum için başımı salladım. "Gerçekten çok zordu. Ve hiç tahmin etmiyordum başımıza böyle şeylerin geleceğini. Bir anda nasıl da dengeler değişebiliyor?" Sanki hayatı sorgulayan bir filozofmuşum gibi manzaraya karşı derin bir nefes aldım. "Biz planlar yaparken kader bizim hakkımızda neler düşünüyor bilemiyoruz."

"Haklısın." Gözleri keyifle beni süzerken devam etti. "Artık geride kaldı her şey. Bu kaos geride kalıyor. Gidiyoruz. Yalnızca sen ve ben..."

Gülümsedim. Bu fikir hoşuma gitmişti. "Yalnızca sen ve ben..."

O hafta sonuna kadar arkadaşlarımla ve geri kalan herkesle vedalaştık. Cuma akşamı bizimkilerle bir veda gecesi düzenledik. Eğlendik, kurtlarımızı döktük. Ahmet'le bile duygusal anlar yaşadık. Bana "Seni özleyeceğiz, çirkin ördek yavrusu..." dediğinde bunu iltifat olarak algıladım ve gözlerimi devirerek güldüm.

Ve o gün gelip çatmıştı işte. Eşyalarımız arabalara yerleştirilirken Doğan Kozanoğlu yanı başımda, benimle vedalaşmaya hazırlanıyordu.

Vedalaşma faslını ne kadar uzatırsa benimle o kadar vakit geçireceğini düşündüğü için "Neşe Hanım'dan memnunuz." dedi konuyu dağıtırcasına. "Henüz yeni, biliyorum ama dediğin kadar güvenilir olduğunu gördüm, içim rahatladı."

"Neşe abla bir tanedir. Dedem de son zamanlarında hastaydı, ona bebekler gibi baktı."

Merakına yenilip "Dedem dediğin..." diye mırıldandı sorar gibi.

Kafasındaki soruyu yanıtlarcasına karşılık verdim. "Evet, üvey babam..." Düzelttim rahatsız olduğumu belli ederek. "Başkan'ın babası."

"Aranız iyiydi anladığım kadarıyla."

"Öz dedem gibi severdi beni. Uzun yıllar onun beni öz torunu sandığını düşünüyordum. Öyle biliyordum ama o öz torunu olmadığımı bile bile öz gibi sevdi beni."

"Mekânı cennet olsun."

"Amin."

Aramızdaki sessizlik artık ayrılık vaktinin geldiğini gösteriyordu. İkimiz de bunun farkındaydık. Ben sessizce dururken yüzünü bana döndü Doğan. "Kızım..." İçli bir nefes aldı. "Bu kelimeyi kullanmayı ne kadar hak etmesem de bendeki değerini bilemezsin. Bana hissettirdiklerini." Başını kısa bir an önüne eğen adamın ne kadar yaşanmamışlık varsa pişmanlığını çektiğini görebiliyordum. Benim yaralarımın derinliği gibiydi onunkiler de. Hissediyordum. Artık hissetmek bir şey ifade etmese de.

Duygulanmak üzere olan adam buna engel olmak ister gibi dudaklarının yarım bir tebessüm sunmasına izin verdi. "Her neyse. Birbirimize çok geç kaldık ama ben artık gecikmek istemiyorum. Yıllar engel olmuş olabilir ama yollar olmasın istiyorum. Bu yüzden sık sık seni görmek isterim. Sen gelirsin, ben gelirim." Şefkatli bakışları henüz küçük olan karnıma gitti. "Bebeğiniz doğduğunda da onu görmeye gelmek isterim." Sanki aramızdaki görünmez engelin farkına varmış gibi iki adım geri çekildi sanki bakışları. "Tabii sen de izin verirsen."

Başımı yana eğip "Olur, tabii." yanıtını verdim sıradan bir edayla. Daha fazla duygusallığa maruz kalmak istemiyordum çünkü ben de pek duygusallığa meydan okuyabilecek kadar güçlü değildim. Üstelik hormonlarım bu kadar elverişliyken. "Görüşmek üzere..." diyerek ilk hamleyi yaptım ve göstermelik de olsa sarıldım.

O ise attığım bu adımla koşarak bana gelir gibi sıkı sıkı sardı kollarını bana. O güçlü adam, başını omzuma yaslayıp kokumu içine çekti. "Kızım... Hoşça kal." diye mırıldandı tepki verme ihtimalimi umursamaksızın. Ayrıldığımızda ekledi. "Bu bir veda değil, biliyorsun."

Evet der gibi onayladım sadece. Hiçbir şey söylemedim. Valentino hazırlıkların tamamlandığını haber vermek için yanımıza geldiğinde Doğan'la el sıkıştılar ve onu geride bırakıp arabamıza bindik. Kapılar kapanmadan önce el salladım. Doğan Kozanoğlu kısık gözleriyle ve güçlü duruşuyla gülümseyerek el salladı. O gülümsemede geç kalınmışlıklar vardı. Yarım kalmışlıklar. Bazı şeyleri geri getiremeyecek olmanın verdiği hüzün. Ve daha birçok şey.

Biz bahçeden ayrılıp yola çıkıncaya kadar gözlerime bakıp el sallamaya devam etti. Bakışlarımı ondan ayırıp yola baktığımda ister istemez ıslanmış kirpiklerim güçlü duruşumu bozdu. Dudaklarım büzüldü ve sessizce ağlamaya başladım. Babam olduğuna dair hiçbir şey hissetmememe rağmen neden ağlıyordum ki? Neredeyse otuz yıl onsuz başımın çaresine bakmamış mıydım? Neydi bu şımarıklık? Sanırım insan şımaracak kimsesi olmadığında çabuk büyüyordu ancak ilk fırsatta yine şımaracak birilerini arıyordu.

Valentino hiçbir şey söylemeden beni kollarına alıp sarıldığında çenesini başımın üstüne yasladı. Dinlediği iç çekişlerimin sessiz dermanı oldu.

❝Valentino❞

İtalya'ya geldiğimizde her şeyin istediğim gibi olmasına memnundum. Evimizden içeri girdiğimizde bıraktığımız gibiydi. Geleceğimiz için hazırlanmış, son derece temizlenmişti. Viorel zorluk çıkarmadan evi, işleri ve bana ait olan her şeyi devretmişti. Aksi hâlde ne olacağını biliyor olmasına sevindim. Belki bu hamlesi de kendi içinde hesaplarına hizmet ediyordu.

Hâlâ içimde bazı korkular vardı. Tek bir zerresi dahi bana ait olmayan korkular. Hiçbir zaman kendim için endişelenmedim. Hep tek başıma olduğum içindi bu. Ama artık yalnız değildim. Bir ailem vardı.

Lâl ve bebeğimiz için gerekli tüm önlemleri aldırmıştım. Hatta gerekenden çok daha fazlasını. Artık hiçbir şeyi şansa bırakmaya niyetim yoktu. Öncesindeki talihsizlikler yeterince derin bir çukurdu kalbimde. Bir sürü çocuğumuz olsa dahi o ilk acı unutulmazdı.

Doğduğum andan itibaren bir Riccardo'ydum. Bir Riccardo erkeği olmanın, dahası, güçlü bir mafya ailesi olan Riccardo liderinin veliahdı olmanın ağırlığını her zaman üzerimde hissettim. Hep en güçlü, en acımasız, en mükemmel olmak üzere yetiştirildim. O dünyada ağlamaya yer yoktu. Korkmaya hiç yer yoktu. Yer olmayan bir şey de zayıflıktı. Bir zaafınızın olmasına yer yoktu.

Tüm kuralları gerçekleştiren ben, bir kazayla hayatıma giren ve resmiyle, varlığıyla, hayaliyle ruhumu dolduran o kadını her şeyim yapmıştım. Buna engel olamamıştım ve olmak da istememiştim. Elimi, kolumu, kalbimi bağlayan o kadına kendimi bırakmıştım. Şimdi tek zaafım olan kadın, karnında bize ait bir dünya daha büyütüyordu. Yeni bir zaaf. Yeni bir zayıflık. Ama hayatımda deneyimleyebileceğim en tatlı zayıflık.

Üçüncü kuralı çiğneyen ben, artık daha dikkatli olmam gerektiğinin farkındaydım. Herkes bir aile kurabilirdi. Ama benim kurduğum aile, mafya ailesinin önüne geçemezdi. Yeminimizde bile var olan söze ihanet edemezdim. Karım ölüm döşeğinde olsa bile görevimi yerine getireceğime yemin ederim. Beni 2 yıl sevdiğim kadından ayıran yeminimiz.

Hayatın bazı soğuk gerçekleri vardır. Aşkı esir alan, sizi tüm zayıflıklarınızdan sıyrılmak zorunda bırakan. Hayatta kalmak ve sevdiklerinizi hayatta tutmak istiyorsanız çelik gibi sert ve yıkılmaz olmalıydınız. Yeri geldiğinde yapmanız gereken neyse yapmalıydınız. Sevdiğinizi, onu koruma pahasına da olsa terk etmeniz ya da yalnız bırakmanız gibi fedakârlıklar. Ben bunu yapmıştım. Elimde olmayan sebeplerden ötürü defalarca Lâl'i yalnız bırakmıştım. Sonuncusu uzun sürmüştü. 2 yıl kadar. Ancak hepsi onu hayatta tutabilmek içindi. Bugünleri yaşayabilmek için. Onsuz tek başıma yaşamanın bir anlamı yoktu.

Merdivenlerden yukarı çıktığımda Lâl'i yatağımıza uzanmış biçimde gördüm. Ayakkabılarını çıkarmıştı. Ellerini başının altında birleştirmiş, oldukça rahatlamış görünüyordu. "Oh be, dünya varmış!"

Ona bakarken güldüm. Dünya gerçekten vardı. Benim dünyam. Tam karşımdaydı.

❝Lâl

Eve varır varmaz hızla yukarı çıkıp odama girdim. O kadar özlemişim ki. Burası benim yuvamdı. Öyle alışmıştım buraya. Aceleyle ayakkabılarımı çıkarıp yatağa uzanıverdim. Temiz çarşafların koktuğu yatağa uzandığımda hissettiğim o rahatlamanın tarifi yoktu.

Valentino odaya girerken ben sırtüstü uzanmış yatağıma sarılırken "Oh be, dünya varmış!" diyordum. Gözleri bende olan adamın gülüşüne odaklanmış durumdaydım. Onun bana büyülenmiş gibi bakışları güvende hissettiriyordu. Beğenildiğim, ait olduğum ve tamamen yuvam olan o yerdeydim.

"Burayı bu kadar özlediğini düşünmemiştim."

"Ben de bu kadar özlediğimi sanmıyordum. Ta ki yatağa uzanana kadar." Derin bir nefes aldım. "Ne yorulmuşum ama..." Onun hâlâ beni beğeniyle süzen gözlerini üzerimde hissederken konuyu dağıtmaya çalıştım. "Yarın vakit kaybetmeden düğün alışverişine çıkmalıyım. Kardeşim evleniyor ve bu kadar kısa sürede ne giyeceğimi bilmiyorum, olaya bak!"

Duvara yaslanmış adam beni seyrederken güldü. "Her hâlinle güzel olacağına eminim."

"Sen öyle san. Kilo aldıkça kıyafet seçmek ne zor oluyor bir bilsen." Kollarını kavuşturan adamın gözlerini benden ayırmaması üzerine "Ne?" diye sordum tedirgin bir hâlde.

O ise yavaş adımlarla bana yaklaştı ve yatakta yanımda oturdu. Dalgın eli saçlarımı okşarken yüzüme, gözlerime baktı. Uzun uzun düşünür gibi bana baktıktan sonra "Çok yoruldun. Akşam yemeğine kadar iyi dinlen." dedi. Daha anlamlı şeyler söyleyecekmiş gibi bakıp yutkundu konuşma isteğini.

Bakışlarından hipnotize oluyormuş gibi onu seyrederken uslu bir çocuk gibi başımı salladım. Usulca yataktan kalkıp odadan çıkmak üzereyken ben de yavaşça gözlerimi kapadım.

Sonraki gün Wendy'yle alışverişe çıktığımızda parıldayan yüzünden ne kadar mutlu olduğunu görebiliyordum. Buzdolabı Luigi, gıcık mıcıktı ama arkadaşımı mutlu ediyordu. Kayıp yarısını bulmuş gibi gülümsüyordu canım arkadaşım.

Ne zamandır da oturup şöyle bir şeyler içerken sohbet edememiştik. Benim düğünde giyeceğim kıyafeti seçtikten sonra bir kafede oturup bir şeyler söyledik.

Aslında kurt gibi acıkmıştım ama sadece içecek bir şeyler söylemek istedim. Akşama şunun şurasında bir şey kalmamıştı, akşam yemeğini Valent'le yemek istiyordum.

Oturduğumuz mekânda meyve aromalarını sütle karıştırıp değişik, güzel içecekler yapıyorlardı. Ben de badem sütlü, muz aromalı bir içecek söyledim. Wendy de benimkine benzer ama çilek, ahududu, orman meyveli bir şeyler içmek istedi.

İçeceklerimizi sipariş ettikten sonra rahatlamış bir biçimde arkama yaslandım. "Ne zamandır şöyle oturup bir şeyler içemiyoruz değil mi?"

"Sorma, Lâl. Seni çok özledim kızım! Bir de İtalya'ya planladığınız tarihte gelemeyince düğünüme yetişemeyeceksin diye çok panik yaptım. Sensiz ne yapardım bilemiyorum."

"Saçmalama. Kardeşimin düğününe iki elim kanda olsa gelirim, biliyorsun."

Masada duran elini tuttuğumda onun diğer eli avuçladı elimi. Minnetle bakarken iç geçirdi. "İyi ki varsın."

Güldüm. "Sen de iyi ki varsın. Biz ayrılmaz ikiliyiz, biliyorsun." Parıldayan gözleriyle salladı başını. İlgiyle sordum. "Eee, evlenmek üzere bir gelin olarak nasıl hissediyorsunuz Nazlı Hanım, heyecanlı mısınız?"

Başını öne eğip güldü. "Wendy demene o kadar alışmışım ki sen Nazlı deyince bir garip geldi. Sanki ciddi bir konuşma yapıyormuşuz gibi." Kısa gülüşmemizin ardından soruma karşı dudak büktü. "Bilmem, aslında çok heyecanlıyım ama... Sanki içimde heyecan dışında garip bir his de var."

"Ya her şey berbat olursa hissi mi?"

Sanki kendisine ait bir sırrı aklını okuyarak edinmişim gibi gözleri büyüdü. "Nereden biliyorsun?"

Ellerimi iki yana açarken yanıtladım bilmiş bilmiş. "Mutlu kadınlar dünyasına hoş geldin hayatım. Burada her şeyden endişe ediyorsun. Mutluluğundan bile." Onun içini rahatlatmak içi güven veren bir tebessümle "Merak etme," dedim. "Her şey yolunda ve öyle olmaya devam edecek."

Rahatlamaya çalışan bir gülümsemeyle onayladı kız. Evlilik öncesi bu endişe ve heyecan normaldi. İçeceklerimiz geldiğinde kendi orman meyveli içeceğinden bir yudum aldıktan sonra yeni aklına gelmiş gibi "Eee, babanla nasıl gidiyor bakalım?" diye sordu Wendy.

Sıkılır gibi iç geçirdim ve "Baba deme Allah aşkına ya." dedim dürüstçe. Hâlâ alışabilmiş değildim bu duruma.

"E ama haberi yokmuş senden işte."

"Ha öyle olunca her şey çözülüyor mu Wendy?"

Boyun eğdi. "Doğru, sen de haklısın. Onca şey yaşandıktan sonra..."

Anlıyordu beni. Bazen bazı sebeplerin ve özürlerin bir anlam ve önemi olmazdı. Birini öldürdükten sonra özür dilemek kadar anlamsız bir şeydi bu. Bazı şeyler geri gelmiyordu ki. Ben çok istesem de içime sindire sindire Doğan'a babammış gibi sarılamazdım. Hiçbir şey olmamış gibi davranamazdım. Elimde değildi. Keşke elimde olabilseydi.

Öte yandan konu çok kısa bir sürede Beyza'ya gelmişti. "Yemin ediyorum, eğer hamile olmasaydım var ya sizin evi o kızın saçlarıyla boydan boya süpürürdüm, beni biliyorsun."

Katıla katıla güldüm. "Bilmez miyim?" Sonra gülüşümden suçluluk duydum. Şuan kızdığımız kişinin durumunu göz önünde bulundurunca bu bana çok acımasızca geldi. "Aman neyse boş ver, konuşmayalım bunları."

"Doğru, buldu cezasını."

Cezasını bulmuş gibi düşünmek bile bana suçluluk hissettirmişti. Düşmüş, kötü durumda olan birine kibir göstermek gibi gelmişti. Bu yüzden içimdeki tüm kötü düşünceleri uzaklaştırmaya çalıştım zihnimden.

O akşam yorgun argın eve geldiğimde Valent benden önce eve gelmişti. Mutluydum çünkü kurt gibi acıkmıştım ve onu beklemek bana zor gelecekti.

Üstünü değiştirip siyah, bisiklet yaka ince bir kazak ve eşofmanla aşağı inen adamla karşılaştık. Beni görünce aşağı inerken adımları hızlanan adam "Hoş geldin." diyerek karşıladı beni.

Montrel alışveriş paketlerimi yukarı taşırken gülümseyerek "Hoş buldum." dedim. Sarıldık.

"Yoruldun mu bugün?"

"Hem de nasıl." Heyecanla gözlerim parladı kollarından ayrılırken. "Ama aradığım kıyafeti buldum!"

Yerlere kadar sürünen uzun, mor saten kumaşlı, hafif göğüs dekolteli straplez bir elbise seçmiştim. Hem gelinin güzelliğini gölgelemeyecek kadar sade hem de şıktı. Zaten arkadaşımın güzelliğini gölgelemek mümkün müydü ki? O en güzel gelin olacaktı. Heyecanla iç geçirdim. En az benim düğünümmüş gibi heyecanlanmıştım.

Yumuşak bir tebessümle "Buna sevindim." yanıtını verdi adam. "Aç mısın?"

Başımı sallarken "Hem de nasıl. Kurt gibi açım, seni bile yiyebilirim şuan." dediğimde memnun yüzü duraksadı adamın.

"Neden bir şeyler yemedin? Tansiyonun düşebilirdi."

Omuz silktim. "Wendy'yle bir yerde oturduk ama bir şeyler içmeyi tercih ettim. Akşam yemeğini seninle yemek istedim."

Onunla yeme isteğim hoşuna gitse de "Bir daha bu kadar acıktığında kendini aç bırakma tamam mı?" derken işaret parmağı burnuma dokundu. Bana çocuk gibi davranması garip bir şekilde hoşuma gittiği için güldüm. Yüzüme baktıktan kısa bir an sonra yeniden sardı kollarını bana. Başını saçlarıma gömerken "Sizi özledim." diye mırıldandı.

Gözlerimi müthiş bir güven duygusuyla kapatırken o anın huzuruna kaptırdım kendimi. "Biz de seni özledik, babamız."

Bu hitap hoşuna gitmiş gibi dudakları kıvrıldı ayrıldığımızda. "Bunu sevdim." Karnıma dokundu şefkatle. Sonra yeni aklına gelmiş gibi acele etti. "Hadi, masaya geçelim hemen. Karnınızı doyuralım. Her şey hazır."

Onun da beni beklemesi çok hoş ve inceydi. Memnuniyetle masaya oturdum. Günümün nasıl geçtiğini uzun uzun anlatırken yemeğimizi yedik, sohbet ettik. Güzel bir akşam yemeği oldu. Yorucu bir gündü ama odamıza çıktığımızda ikimiz de birbirimize vakit ayıramayacak kadar yorgun değildik. Romantik bir film açıp izledik. Yarısında uyuyakalmamı saymazsak keyifli bir geceydi.

Her şeyin yolunda gittiği anlarda içimdeki kötü an canavarı bana mutlu olmaktan suçluluk duymayı hissettirdiğinden midir nedir, garip bir huzursuzluk hissiyle uyandım. Hani korkunç bir kâbus görürüz, sıçrayarak uyanırız ama ne gördüğümüzü hatırlamayız ya, öyle bir huzursuzlukla uyanmıştım. Alnım boncuk boncuk terlemişti. Sakin bir nefes alıp banyoya gittim. Tuvalete girdikten sonra yüzüme su çarptım.

Yatağa döndüğümde usulca uzanıp yeniden uykuya dalmaya çalıştım. Uykulu gözlerle bana dönen adam "Lâl?" diye mırıldanırken kaşları çatıldı. "Bir sorun mu var?"

"Yok, kâbus gördüm sadece. Tuvalete kalktım sonra da." Uzanıp çenesini okşadım. "Her şey yolunda, merak etme." Endişelerini anlarken hiç de bana yabancı değildi. Çok içimden gelen duygulardı onunkiler. Onun endişeleri benim de endişelerimdi. Korkuları benim korkularım olduğu gibi. Biraz şımararak kolunun altına girdim. "Neyse ki beni ejderhalardan, canavarlardan kaslı kollarıyla koruyabilecek güçlü bir kocam var."

Hoşnut bir gülümsemeyle kollarını bana sardı ve beni yatakta kendine çekti. Başımı göğsüne yasladığımda güvenli bölgede olmanın verdiği huzurla gözlerimi yumdum. Geçmişin acısı yavaş yavaş diniyordu. Kaybettiğimiz bebeğimizin yerine hiçbir şey konamazdı, biliyordum. Ama bu kez yeni bir umut ışığı, yeni bir heyecan ve aile olmak için yeni bir fırsat vardı önümüzde. Haksızlık etmemek gerekti, her şey yolunda da gidiyordu aslında. İçimdeki kötü an canavarının sesini kıstığımda her şey yerli yerindeydi.

Ve o gün gelmişti. İtalya'nın en görkemli düğünü için hazırlıklar tamamlanmış, mutluluğu en çok hak eden kişi, kardeşim Wendy'yi buzdolabı Luigi'yle evlendiriyorduk.

Her daim suratsız gezen Luigi bile mutluydu o gün. Gülüyordu, eğleniyordu, herkes gibi insanca tebessüm ediyor, keyfine bakıyordu. Bugün onun günüydü. Onun sevdiği kadınla hayatını birleştirdiği gündü.

Wendy kendisine sorulan soruya evet cevabını verdikten sonra adamın "Şahitler ve davetliler huzurunda verdiğiniz sözün takdis edilmesi adına, Luigi Bellini'yle sizi eş olarak ilan ediyorum." sözüyle gülümsedi. Luigi ise o anı bekliyormuş gibi duvağını aralayıp alnından öptü. Tam bir romantik film sahnesi gibiydi.

Nikâh kıyılırken ikisinin de yüzünde güller açıyordu. En yakın arkadaşımı bu kadar mutlu görmek rüya gibiydi. Valentino da en az benim kadar mutlu görünüyordu. Düğün başlangıcından beri sürekli güvenlik görevlileri, Montrel ve Manrico'yla konuşup durduğu için bir aksilik var sandım ama normal bir prosedür olduğunu anlamam uzun sürmedi.

Bu dünyaya yeni yeni ayak uyduruyordum. Dengeler her an değişebilirdi. Dost, düşman olabilirdi. Düşmanın dost olabileceği gibi. Her zaman gözlerini açık tutmalıydın, dikkatli olmalıydın. Bunları bilmek başka şey, görmek ve yaşamak daha başka bir şeydi. Tıpkı kocam Valentino Riccardo'nun İtalya'da önemli bir mafya lideri olduğunu bilmek gibi.

Onun dünyasını en başından beri biliyordum. Bana bir kez olsun yalan söylememişti bu konuda. Ama bilmek yaşamak demek olmadığı için yaşadıkça öğreniyordum. Şimdi bu mafya ailesinin önemli bir parçasıydım ben de. İçine girdikçe daha iyi görüyordum. Evliliğimizin ardından bile öyle çok şey değişmişti ki. Artık Montrel'in ve etrafımızdaki adamların bile farklı bir saygısı vardı bana. Bu, ailenin önemli bir parçası olduğumun dayanılmaz hafifliğini daha derinden hissettiriyordu artık.

Değişiyordum, gelişiyordum. Valentino Riccardo'nun karısı olmanın verdiği bazı ayrıcalıklar olduğu gibi sorumluluklar olduğunun da farkına varıyordum. En az ben de onun kadar tehlikedeydim, tetikte olmalıydım, güçlü olmalıydım. Bunu biliyordum. Valent bu konuda hiçbir şey söylemese de bunu hissediyordum. Eskiden Vural'dan kendimi korumak için çantamda silah taşırken bile korkan ben, rimel ya da ruj gibi sıradan ve gerekli bir şeymiş gibi çantamdan eksik etmiyordum silahımı. Çünkü bu dünyada zayıflara yer yoktu. Zayıflıklara olmadığı gibi.

Zita Fanucci değildim. Bir İtalyan ailesinden ya da bir mafya ailesinden gelmemiştim. Ama öyle bir aileden gelmiştim ki en az onun kadar kendimi korumayı öğrenmiştim. Öğrenmek zorunda bırakılmıştım. İlk kez çocukluğumdan beri geliştirdiğim hayatta kalma yeteneklerimin bu kadar işe yarayabileceğini fark ediyordum. Sanki doğduğumdan beri Valentino Riccardo'nun kaderime yazıldığını hissetmişim gibi. Ben aslında onun hayatına hazırlanıyormuşum.

Alkışlar eşliğinde yeni evli çiftimizin dansa başlamasını izlerken nikâh merasimine birkaç dakika kala güvenlik görevlileriyle görüşmeleri biten kocam yanıma gelmişti. Çıplak omuzlarımı okşarken "Çok güzel olmuşsun." dedi samimiyetle.

"Teşekkür ederim."

"Bu güzel kadın benimle dans etmeyi kabul eder mi peki?"

Omuz silktim ona bir yabancı gibi utangaç davranırken. "Bilmiyorum, kocama sormam gerek." Kaşlarımı kaldırdım sahte bir korkuyla. "Kendisi son derece kıskanç bir adamdır, buna izin vereceğini sanmıyorum."

Dudakları kıvrıldı bu oyundan zevk aldığı belli olan adamın. Omuzlarımı okşayarak ellerini belime saran adam beni kendine çekti. "Kocanızı haklı bulmamak elde değil. Kim bu kadar güzel bir karısı varken kıskanmaz?"

Burun buruna geldiğimiz an ikimiz de güldük. Romantik müzik eşliğinde dans ederken ensemden omuzlarıma çarpan soğuk, tekinsiz bir rüzgâr hissettim. Tehlikeli bir nefes gibi. Başımı sevdiğim adamın göğsüne yaslayarak kaçtım sanki o belirsiz histen. Beni koruyabilecek tek kişinin kollarında güvenle saklandım. Başıma yasladığı çenesiyle ve hızla atan kalbiyle tamamen bana ait olan adamın dansı kendimden geçmem için yeterliydi.

Dans müziğinin sonlarına doğru Manrico'nun gür bir sesle Valent'in adını bağırmasıyla kendime geldim. Başımı kaldırdığımda kokteyl masalarının üstündeki bardakların bir bir patlamamaya başladığıydı tek gördüğüm. Valentino kollarını tamamen bana sararak mekânın kapalı alanına doğru götürdü beni hızlı adımlarla. Endişeliydi ama benden sakin göründüğü kesindi. Ben donup kalmış durumdaydım. Beni sakladığı yerde tüm vücudumda gezdirdi ellerini. "Lâl, iyi misin? Yaralandın mı?"

Hiçbir şey hissetmiyordum. Yaralanmamıştım ama yaralansam da sıcağı sıcağına hissetmezdim muhtemelen. Çünkü tam anlamıyla korkuyla donup kalmıştım. Dışarıda birbiriyle çarpışan kurşunları görebiliyordum.

Yaralanmadığımı gören adam rahat bir nefes alırken silahı elindeydi. Ne ara olduğunu bilmiyordum ama son derece tetikte ve kontrollü görünüyordu. "Sakin ol, tamam mı? Sakin ol. Her şey yolunda. Burada kal."

Bense sadece başımı sallamakla yetiniyordum. Tüm vücuduyla bana siper olan adam bir yanda ateş açan tarafa karşılık verirken arkasında duran beni elinin altında tutmaktan da geri durmuyordu. O an ben, kendimden çok Wendy için endişeliydim. Çünkü ateşin açılmasıyla kendimizi güvenli bir bölgeye atmamız o kadar hızlı olmuştu ki Wendy'yi görememiştim bile. "Wendy... Wendy..." diye sayıkladım sadece. Korkuyla nefes alıp veriyordum. O da çok korkmuş olmalıydı. Bebeği vardı.

Olanları görmemek için başımı Valent'in sırtına gömmüştüm. Gürültünün içinde beni tam olarak duyamayan adam kısa bir an başını bana çevirse de yanıt verecek zamanı olmadan aynı yöne dönüp ateş etti.

Başımı gömdüğüm yerden çıkardığımda onu gördüm. Wendy'nin uzaktaki korku dolu gözlerini. Çantamdan çıkardığım silahla bizden olmadığını bildiğim bir adamın kokteyl masasını kendine siper ederek bize doğru gelen Pietro'yu hedef aldığını gördüm. Bir an bile düşünmeden adamı önce sağ göğsünden, sonra silahı tuttuğu elinden vurdum. Korkmuştum ama soğukkanlı durmaya özen gösterdim.

Kısa bir an önce Valent'in, sonra Pietro'nun bakışları beni bulduğunda ben anormal bir durum yokmuş gibi gözlerimin etrafı taramasına izin veriyordum. Luigi ve Wendy'nin olduğu tarafa ateş eden adamlardan birine daha ateş ettim. Ölümcül bir yerden vuramadım, dizinden ıskaladım. Ellerim titriyordu çünkü. Sonraki hamlem hedefini buldu. Adamı sağ omzundan vurdum. Benim bunu sürdürmemi istemeyen Valentino "Lâl, saklan!" diye bağırdı.

Benimse elim kolum bağlı, arkasında korkakça saklanacak hâlim yoktu. Kocama ateş ediliyordu. Kardeşime ateş ediliyordu. Luigi'ye, Pietro'ya, aileme... Aileme ateş ediliyordu ve ben yalnızca kendimi korumayı düşünemezdim. Ben zaten güvendeydim. Valentino vardı, Pietro vardı. Etrafımızda karargâh kurmuş, bizi koruyan adamlar vardı. Ama Luigi ve Wendy açık hedefti. Korkuyordum ve korktuğum hep başıma gelirdi. Bu da benim uğursuzluğumdu.

Her şey bir anda oldu. Adamlarımızla belirsiz yönden açılan ateşin sahipleri çatışırken kör bir kurşunun gözlerimin önünde onun vücuduna girdiğini görmüştüm. Birbirimize uzak sayılmazdık ama duymamın imkânı olmayan o sesi duymuşum gibi irkildim.

Wendy.

Kardeşim.

Kurşunun vücuda girerken parçalanmış et ve deri sesini. Beynimin beni korkutmak için uydurduğu, belki de eskiden duyduğum bir sesi kafamın içinde yeniden yaşatmasıyla o ana kadar sakin olan ben, elimin istem dışı gevşediğini, silahımın yere düşerken gözlerimin kapanmaya yüz tuttuğunu hissettim.

Koca bir okyanusa düşer gibi boşluğa düşmekti son hissettiklerim.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Sizi yeni gelişmelerden haberdar edeceğimi söylemiştim ve işte buradayım! Hem yeni bölümle hem de harika haberlerle. 📣


Kitabımız Halikarnas'ta Bir Gece, dün itibarıyla ön siparişe açıldı! ❤️‍🔥 Şimdilik İthaki Yayın Grubu, İlknokta, Tamadres sitelerinde ön satışa açıldı. Önümüzdeki haftadan itibaren de tüm kitap sitelerinde ve kitabevlerinde bulabilirsiniz.

İmza günleri ve etkinliklerle ilgili de sizlerle haberlerimizi paylaşırım. Yakın zamanda İstanbul/Suadiye Penguen Kitabevi'nde imza günü düzenlemeyi düşünüyoruz. Katılmayı düşünenler buraya yazabilirsiniz. ❤️ Belki size sürprizlerim olabilir. 😍 İmza günü kesinleştiğinde ve diğer haberlerimiz hakkında yeniden burada duyurularımı yaparım ama siz yine de erken haberdar olmak için aşağıdaki Instagram hesabımdan takip edebilirsiniz.

Gelelim yeni bölüme... Bölümümüzü nasıl buldunuz? Olacağını tahmin ettiğiniz şeyler nelerdi, tahmin etmediğiniz şeyler hangileriydi? Tahminlerinizin ne kadarı tuttu? Buraya yazabilirsiniz. 🌸 Wendy cephesinde neler olacak? Duygu ve düşüncelerinizi buraya alabilirim.

Finale bu kadar yaklaşmışken söylemek istediğim bir şey var. Sanırım benim için bir ilk gerçekleştireceğim, ne olduğunu şuan söylemeyeyim, sürpriz olsun ama şu kadarını söyleyebilirim, hem mutlu son hem mutsuz son isteyenleri memnun edecek bir finalimiz olacak. Sizce nasıl bir sürpriz bekliyor sizi? Buraya yazabilirsiniz. ❤️

Ve, ve, veeee.... Rio'da Bir Gece bittiğinde dağılmıyoruz. Final olduğunda KADEH'in ikinci sezonu aynı kitap başlığında devam edecek, ayriyeten NİKOLAİ MİLORADOV: Milyon Dolarlık Proje'ye de ağırlıklı olarak devam edeceğim. Bunlar düzenli olarak devam edeceğim kitaplarımdan bazıları. Dark Romance severlerle oralarda buluşalım. 😍 Onun dışında da bir sürü kitaplarım var, biliyorsunuz. Farklı tür sevenler KUTU ve diğer kitaplarıma da bakabilir. ❤️‍🔥 Şimdilik benden bu kadar, haberlerimi en çabuk şekilde almak isterseniz ya da kitaplarımızla ilgili paylaşımlarda eğlenmek isterseniz beni Instagram'dan takip etmeniz yeterli. Kullanıcı adım @buzlarkralicesiofficial . Sizleri aşırı aşırısı sevdiğimi asla unutmuyorsunuz. 🎀 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%