@buzlarkralicesi
|
-58- ❝Lâl❞ Karanlığın ve pusun ardından aralandı gözlerim. Nerede olduğumu, zaman mefhumunu, her şeyi yitirmiş gibiydim. Allak bullak uyandım. Kendime geldiğimde yatağımdaydım. Kolumda bir ağırlık hissettim. Tansiyonum ölçülüyordu. Valentino, doktor ve Nina başımdaydı. Doktor "Tansiyonu normal." dedi. İyi olduğuma emin olduktan sonra gitmek üzere olan doktoru uğurlamak için odadan çıktı Nina. Uyandığımı gören Valentino endişeyle yüzüme baktı. Yatağın yanında eğilip yanağıma götürdü elini. "Lâl. İyi misin?" Kendime baktığımda vücudumda bir yara yoktu. Ağrım yoktu. İyiydim. Evet dercesine başımı salladım. "Ben iyiyim." Aklıma yeni gelmiş gibi "Bebeğim?" diye sordum yalnızca. Güven veren bir ifadeyle gözlerini kapadı adam. "İyi, merak etme. Doktor ikinizin de iyi olduğunu söyledi. Sadece tansiyonun düştüğü için bayılmışsın." Rahatlamış bir biçimde başımı yastığa koydum. Ancak bu rahatlama uzun sürmedi. Daha önemli bir soru yankılandı kafamın içinde. "Wendy? Wendy nerede? O iyi mi?" Ben bunu sorar sormaz Valent'in yüz şekli değişti. Bu beni daha da endişelendirmişti. İyi, her şey yolunda demesini bekliyordum. Neden öyle olmamıştı ki? Yerimde doğruldum. Güzel şeyler duymak istiyordum. Ama Valent'le aramızdaki sessizlik çığ gibi büyüyordu. "Valentino? Wendy'ye, bebeğe bir şey mi oldu?" Kararsız bir yüz ifadesiyle duraksadıktan sonra ısrarıma daha fazla dayanamadı. "Wendy iyi, ameliyata alındı." Yüzünde karmaşık bir ifade olan adam çok geçmeden ekledi. "Ama bebeği kurtaramadılar maalesef." İçimde kesif bir acının sert dokusu. Oturmuştu sanki kalkmıyordu kalbimin ortasından. O acının ne denli korkunç bir tadı olduğunu en iyi ben bilirdim. Benim yanıp kavrulduğum acıya tabi tutulmak, bununla sınanmak kardeşim dediğim insanın da kaderinde varmış demek. Önce bir sevinci coşkulu bir şekilde yaşarken elimizden alınmasıymış bizim sınavımız da. Başımı arkaya yaslarken gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Dayanamadım. Omzuma dokunan adam "Yapma, lütfen. Ne kadar üzüldüğünü biliyorum. Ama onu geri getiremeyiz." diye mırıldandı. Burnunu yanağıma sürterken devam etti. "En azından kendini, bebeğimizi üzüntüden uzak tutabilirsin. Wendy'ye iyi gelebilmek için ayakta durman gerek." Ne yazık ki haklıydı. O acıyı bir kez daha kardeşim için en derinlerimde hissederken toparlanmak zorunda olduğumun farkındaydım. Sadece burnumu çekerek "Wendy... Onun haberi var mı?" diye sordum. "Henüz uyanmadı." Yatakta kımıldanırken "Onun yanına götür beni, ne olur." diye yalvardım ama hareket edemeden Valentino tarafından durduruldum. "Lütfen, ne olur Valentino. Beni Wendy'nin yanına götür." "Daha uyanmadı, Lâl. Kendine gelmedi, gerçekten. Gitsen de göremezsin, göstermezler." Çaresizlikle kıvrandım yatakta otururken. "Korkar o şimdi uyanınca. Ne olduğunu anlamaz. Ben yanında olursam eğer..." "Luigi yanında, merak etme." İkna edici bir bakışla onaylanmayı bekledi. "O iyi olacak, Lâl. Endişelenme tamam mı?" İçime sinmese de şu durumda başka çarem yoktu. Yerime geri uzanmak zorunda kaldım. Valent'e karşı çıkamayıp yastığa koydum başımı. Gözlerime baktı adam. Farkındaydı ikna olamadığımın. "Onun senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Ona ne kadar değer verdiğini. Onu nasıl iyi anladığını da biliyorum, Lâl. Çünkü ben de yaşadım bunu. O zaman ne kadar inanmasan da tıpkı senin gibi kalbimde hissettim bebeğimizin kaybını." Biliyordum. Şimdilerde anlıyordum. İnsanın acısı dayanılmaz bir noktaya gelince ne denli saldırgan olabildiğini, karşısındakiyle empati kurmaktan yoksun kalabildiğini iyi biliyordum artık. O an içimde garip bir huzur vardı. Sanki acımı paylaşan birinin olması, Valent'in de benimle aynı şeyleri hissettiğini bilmek acımı hafifletmişti. Yalnızlığımdan kurtarmıştı beni. Ama aynı acıyı en yakın arkadaşım, kardeşim dediğim kişinin yaşamasını hiç mi hiç istemezdim. Canım arkadaşım. "Ama inan bana ona bu şekilde bir faydan olmaz. Luigi onun hep yanında. Uyandığında da yanında olacak. Ona destek olacak." Elimi tuttu. "Her şey yoluna girecek." Başımı iki yana salladım umutsuzca. "Ama asla bir daha eskisi gibi olmayacak." "Evet, belki öyle olacak." Umutla aydınlandı gözleri. "Ancak belki de zamanla eskisinden daha güzel olacak. Bizim hayatımıza girdiği gibi yeni bir umut ışığı girecek hayatlarına." Sağ eli umut ve şefkatle karnıma kapandığında yüzündeki korkuyla yüzleştim. "Tanrı sizi bana bağışladı. Eğer size bir şey olsaydı..." Acı çeken, üzülen ya da korkan tek kişinin ben olmadığımı görüyordum. Ben nasıl Wendy için endişelendiysem o da bizim için endişeliydi. Sakinleştirmek için yanağını avcumun arasına aldım. "Merak etme, biz iyiyiz. Daha da iyi olacağız." Beni sağlam bir şekilde karşısında görürken ikna olması zor değildi. Başını salladı onaylayarak. "İyisiniz." Kapı çaldı ve kısa süre sonra endişeyle Perhide'm girdi içeri. "Ah yavrum benim! Nina'dan uyandığını duyunca koştur koştur geldim." O da diğer yanıma geliverdi. "İyi misin?" "İyiyim Perhide'm, merak etme." Onun endişesini de dindirmek için güvenli bir tebessüm kondurdum dudaklarıma. Yalancı da olsa. "Hah, iyi iyi, çok şükür. Ben şimdi hazırlanıp çıkacağım. Senin arkadaşını da bir göreyim, dua edeyim ona. Gerçi içeri sokmuyorlarmış ama yalnız bırakmayayım dedim." "İyi düşünmüşsün Perhide'm. Ben de gelmek istiyorum ama..." Göz ucuyla Valent'e bakarken kendimi acındırabilmeyi umdum. "Gelemiyorum." "Merak etme, ben senin yerine de orada olurum yavrum benim. Kocan haklı, sen iki canlısın. Nereye gidiyorsun öyle?" Valent kendine müttefik bulduğu için memnun görünüyordu. Karşımda mürebbiye gibi kollarını kavuşturmuş Perhide'min söylediklerini işaret ediyordu bakışları. Perhide'm gittikten sonra Valent'le baş başa kaldık. Kısa bir an Nina elinde sütle geldi. "Geçmiş olsun, Lâl Hanım. Sizin için çok endişelendik." Gülümsedim. "Merak etme, iyiyim ben." Başını sallayarak sütümü komidinin önüne bırakıp sessizce çıktı. Valentino süt bardağını alıp yanı başıma oturdu. "Süt vakti." "Süt içmekten ineğe döndüm Valentino." Gözlerimi devirerek söylediğim bu söz, adamı güldürecek gibi olsa da bana karşı otoritesini sarsmasın diye hemen ciddiyete büründü. "Köy yanar, deli taranır gibi ortalık bu kadar karışıkken süt düşünmen de ne bileyim." "Ben sizi düşünmek zorundayım, Lâl." Boşta kalan eliyle saçlarıma dokunurken "Sizi gözümün önünden ayıramam." dedi. Böyle bir adamı nasıl kırabilirdim ki? Yumuşayan bir gülümsemeyle bana uzattığı sütü alıp tek dikişte bitirdim. Hiç canım istemese de onu kıramayacağım şekilde masumca bana bakıyordu. Akşama doğru Pietro geldi ziyarete. Wendy'nin yanından dönüyormuş, bana da haber getirmiş oldu. Bu yüzden onu gördüğüme ekstra memnundum. "Wendy nasıl?" diye sordum merakla. Aklım hep ondaydı. "Durumu iyiye gidiyor, merak etme." "Çok şükür, Allah'ım..." Rahat bir nefes verirken Pietro'nun bakışlarını üzerimde hissettim. Duvara yaslanmış konuşmamızı dinleyen Valent de aynı şekilde bakıyordu. "Ne?" dedim sorgulayan bir ifadeyle. Pietro kıvrılmış dudaklarıyla gülümserken "Çatışmada durumu bizden iyi idare etmen şaşırtıcıydı." demekten çekinmiyordu. Dalga geçtiğini biliyordum. Benden öyle bir performans beklemediklerini de. Ama sevdiklerim söz konusu olduğunda ne kadar yırtıcı olabileceğimi ve gözümü hiçbir şeyden sakınmayacağımı bilmeleri gerekiyordu. Valent'le bakışıp kısa gülüşmelerinin ardından yeniden bana baktılar. Valent de aynı ifadeyle bana bakarken tıpkı kuzeni gibiydi. "Silah kullanma becerinden etkilendim." Aynı kıvrık gülümsemeye ek olarak kaşları havalanmıştı. O an Pietro'yla fiziksel olarak da ne kadar benzediklerini fark etmiştim. Sadece Pietro ondan biraz daha açık tenliydi. Yüz yapıları çok benziyordu. Omuz silktim ve imalı bir ifadeyle karşılık verdim. "Hocam iyiydi çünkü." Bana silah kullanmayı öğretenin kendisi olduğunu yeniden hatırlatır gibiydi bakışlarım. Ancak ardından hafif bir azarlama ifadesiyle adamın kaşları çatılınca büyü bozuldu. "Ama etkilenmiş olmam, beni çok kızdırdığın gerçeğini değiştirmiyor. Kendini tehlikeye atmaman gerektiğini daha kaç kez konuşmamız gerekiyor?" "Ailem tehlikedeyken kollarımı kavuşturup durabileceğimi nasıl düşündün anlamadım doğrusu." Hayretle kaşları havalanan Valetino'nun bakışları arasında Pietro karşılık verdi. "Aileyi bu kadar sahiplenmen... Tam bir Riccardo olduğunun göstergesi." Valent'den aldığı uyarıcı bakışla göstermelik de olsa bana azar çekmesi gerektiğini fark etmiş olacaktı ki ekledi. "Ama yine de Valent'in sözünü dinleyip kendini tehlikeye atmasan iyi edersin. En azından bebek doğana kadar." Son cümlesiyle kuzenine odaklanan Valentino "Karımın aklına garip garip fikirler sokmaz mısın?" diye söylendi. Pietro'ysa omuz silkti. "Ne? İyi silah kullanıyor." "Pietro." "Sadece şakaydı." Aralarındaki atışmaya bakarken güldüm. Pietro'ya destek çıkmak ve Valent'i biraz çıldırtmak için "Haklarımı biliyorum, Valentino Riccardo. Donna olarak senden sonra en yetkili kişi benim." derken yüzündeki değişimi yakından gözlemleyebiliyordum. Valentino donuk bir ifadeyle soğuyan bakışlarını ikimizin üzerinde gezdirdi. En son yeniden bana döndü. "Lâl, beni çıldırtmaya mı çalışıyorsun?" "Evet, nereden anladın?" Pietro'yla onu çıldırtmanın keyfine varırken gülüşüyorduk. Ne yazık ki tüm gülüşlerim yavandı. Eski tadı yoktu. Bir an olsun aklımdan çıkmayan arkadaşımı düşünüyordum. Neyse ki günler sonra Wendy'nin kendine geldiğini öğrenir öğrenmez beni kimse tutamamıştı. Luigi'nin evinin yolunu tuttum. Wendy beni görünce biraz olsun gülümsemeye çalışıyordu ama orada değil gibiydi sanki. Onu teselli ederken, konuşurken aklı başka yerdeymiş gibiydi. Suskundu. Sakindi. Garip bir dinginlik vardı. Pek konuşma taraftarı da değildi. İçine kapanması son derece normaldi. Üstüne gitmedim. Aslında uzun uzun konuşup onu teselli etmek isterdim. Onu ne kadar iyi anladığımı ve daha bir sürü şeyi söylemek isterdim. Ama herkesin acısını yaşayış şekli farklıdır ve o bunu konuşmak istemiyordu. Belki de konuşmaya hazır değildi. Bebeğini kaybettiği için yeterince üzgündü. Hiçbir şey olmamış gibi konuşmak, öylece durmak istiyorsa dururdum. Onunla her şeyi yapardım. Her türlü yanında olurdum. Bu dayanılmaz sessizliğin altında ezilmemizi istemezdim ama arkadaşımın suskunluk kararına saygı göstermek zorundaydım. Gitmeden önce elini tuttum ve "Canım arkadaşım, benim için çok değerlisin." dedim. "Ve her zaman yanında olduğumu biliyorsun değil mi?" Yorgunlukla başını salladı. "Biliyorum." Sesi kısık çıkmıştı. "Ama konuşmak istemiyorum. Hiçbir şey olmamış gibi davranamaz mıyız?" Hiçbir şey olmamış gibi. Ama bir şey olmuştu. Kötü bir şey olmuştu. Çok üzgündük. Nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranabilirdik, nereye kadar yok sayabilirdik ki? Sonsuza dek sürmeyeceği kesindi ama o an arkadaşımın memnun olması için onaylayarak başımı salladım yavaşça. "Tamam, sen nasıl istersen. Ne zaman hazır hissedersen." Eve döndüğümde üstümde bir ağırlık vardı. Wendy'yle böyle olmaya alışık değildim. O her zaman neşe ve enerji doluydu. Şimdiyse yaşadığı bu acı onu yiyip bitiriyordu. Elbette insanların her zaman ve her şartta mutlu olmasını bekleyemezdik. Üzgün olduğumuz zamanlar da şarttı hayatın içinde. Ama arkadaşımı böyle görmeye dayanamıyordum. Ruhu çekilmiş gibi. Ona zaman vermemiz gerektiğini düşünürken zaman geçip gidiyordu. Her şey iyiye gideceği yerde kötüye gidiyordu. Wendy kendini kapatmıştı. Sessizleşmişti. Sık sık yanına gitsem de eskisi gibi davranmıyordu artık. Bunun normal olduğunu kendime tekrarlayıp durdum. Sen sanki bunları yaşarken çok mu mantıklı davranıyordun dedim kendi kendime. Üstüne gitmek yerine anlayışla karşıladım. Sevgimi ve şefkatimi esirgemedim ama o istemediği takdirde çok da üstüne düşüp bunaltmadım. Bugünlerin de geçeceğini az çok biliyordum. Bu süreçte yavaş yavaş hamileliğim ilerliyordu. Beşinci aya gelmiştim artık. Karnım dışarıdan bakıldığında belli oluyordu. Bebeğin kız olduğu da kesinleşmişti. Valentino'yu da bir heyecan, bir heves almıştı ki sormayın. Her gün elinde alışveriş paketleriyle geliyordu eve. Bebek ismi bile düşünmeye başlamıştık. Bense İstanbul'daki çevremden uzak kalsam da arkadaşlarımla, Doğan'la ve Engin abimle sık sık görüntülü görüşüyordum. Doğan sık sık arıyordu. Engin abimse yakında İtalya'ya beni ziyarete geleceğini söyleyip heveslenmeme sebep olmuştu. Umarım bir aksilik çıkmazdı da gelirdi. Ahmet'in görüntülü görüşmelerde yaptığı soytarılıklar bile Wendy'nin moraline olumlu yönde etki etmezken benim içimdeki umut da azalıyordu. Wendy'nin böyle kalmasından korkuyordum ancak bunu düşünmek için erkendi. Beni en mutlu eden şeyse Kerem'in sık sık aramasıydı. Bugün de görüntülü görüşüyorduk. Ben ona kızım için seçtiğim isimleri soruyordum, o da bana fikrini söylüyordu. Neredeyse her gün görüşmemize rağmen "Ama sen çok zayıflamışsın Kerem." demiştim ona. "Yemek yemiyor musun?" "Aman abla." dedi gülerken. "Her Allah'ın günü görüşüyoruz, aynıyım işte. Hem hayvan gibi de yiyorum, merak etme." "Paketli gıda tüketme çok. Ev yemeği yemeye çalış olur mu? Öylesi daha sağlıklı." Sürekli aynı şeyleri tekrarladığım için sıkıldığı her hâlinden belli olan çocuk takıldı bana. "Tamam komutanım, merak etme sen." "Alay etme gelir ayağımın altına alırım seni." Onun gülüşüyle şenleniyordum biraz. Mutluydu gittiği yerde. Arkadaşlar ediniyordu, dil öğreniyordu. Hayatının olumlu yönde değiştiğini görebiliyordum ve bu da beni mutlu ediyordu. Kerem'le görüntülü görüşmemiz bittikten on dakika sonra falan yine Valentino elinde alışveriş paketleriyle eve giriş yapmıştı. Artık hiçbirimiz şaşırmıyorduk çünkü İtalya'daki bebek eşyaları ve oyuncakçı gibi ne kadar yer varsa hepsinden topladıklarıyla küçük çaplı bir çocuk eşyaları dükkânı açmıştı sağ olsun. "Hoş geldin." Yerimden kalkıp onu karşılarken yüzündeki heyecana gözlerimi devirerek güldüm. "Yine ne aldın acaba?" "Kızım için oyun çıngırağı aldım. Ayakkabı, tulum falan." "Valentino, aşkım, bir tanem... Bak, ilk çocuğumuz biliyorum ama daha şimdiden iki oda dolusu çocuk eşyası olması normal mi sence? Zaten çok çabuk büyüyorlar, bu kadar eşyaya ne gerek var? Biraz bu alışveriş işini azaltsan nasıl olur acaba?" "Neden?" Başını yana yatırdı her şeyden habersiz bir masumlukla. "Bu benim en büyük zevkim, Lâl. Lütfen kızımla ilişkime karışma." Hayretle kaşlarım havalanırken gülmeye başladım. "Kızınla ilişkine mi karışıyorum? Pes!" Alışveriş paketlerini hevesle koltuğa koyup içindekileri sergilemeye başladığında hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. "Bunlar gerekli şeyler." "İki oda dolusu olması gerekmiyor gibi ama neyse, kızınla ilişkine karışmıyorum." Sonlara doğru öyle abartılı söylemiştim ki dönüp bana bakmış ve gülmüştü. Bense o an karnımın içinde bir kelebeğin kanat çırpışı gibi şeyler hissettim. "Aaa..." dedim hayretle. Garip bir hisle doldum o an. Bebeğin hareketini hissettiğimi anlamam ise saniyelerimi almıştı. Doktorun söylediği gibi gerçekten de kanat çırpmasını andırıyordu. Benim nidamla yerinden kalkan adam meraklı ve biraz da endişeliydi. "Ne oldu? Bir şey mi oldu?" Başını eğip sanki bakışlarıyla anlayacakmış gibi gözlerini dikti karnıma. "Lâl?" "Yok, yok öyle kötü bir şey değil." Elini yakalayıp karnıma götürdüm ama hissedebileceğinden şüpheliydim. Daha ben bile tam olarak ne olduğunu anlamıyordum ki. "Hareket etti gibi oldu Valentino, gerçekten!" Heyecanla yüzü aydınlanan adam tüm dikkatini verse de hiçbir şey hissedemediği yüzünden belliydi. "Ben hissedemiyorum bir şey." Sanki bir şey hissedemediği için panik olmuş gibiydi. "Daha erken belki. Bilmiyorum ki." "Nasıl bir şeydi peki? Yani hareketini nasıl hissettin?" "Böyle kanat çırpması gibi. Dalga dalga bir şeyler." Öyle heyecanla anlatmıştım ki nefes nefese kalmıştım. Bir de sanki geri zekâlıya anlatır gibi ellerimle göstermem yok muydu? Evlere şenlik. Görmemişin çocuğu olmuş misali. Güldüm hâlime. "Demek kanat çırpması gibi ha?" Hayret eder gibi mırıldandı. "Benim kızım kelebek gibi kanat çırpıyor demek." Az önce duyduklarıyla iç geçirdi adam. "Onu hissetmek için sabırsızlanıyorum." Güldüm. "Ya, tabii ki kanat çırpmıyor Valentino. Kanatları yok sonuçta. Ona benzer dedi ya doktor, ben de aynı öyle bir şey hissettim. Böyle dalga dalga bir küçük hareketler oldu." "Neden olmasın? O bir melek. Benim meleğim. Pekâlâ kanatları da olabilir." Düşünceli bakışları büyülenmişti. Alt dudağını ısıran adamın avuçları karnımla bütünleşmiş gibiydi. Mutlu gülümsememle yüzüne uzun uzun baktığımı fark etti. "Ne oldu?" "Sen dünyanın en şair ruhlu babası olabilirsin, bunu biliyorsun değil mi?" Başımı göğsüne yasladım. "Hadi, yemeğe geçelim. Ben çok acıktım." Tam yemeğe geçerken koltuktaki bebek isimleri kitabını gören adam merakla "Bir karar verebildin mi?" diye sordu. "İki isim olsun diyorum. Biri Türkçe olsun, diğeri İtalyanca." Bir dedektif gibi kısılmış gözlerimi ona diktim. "Tabii ki İtalyan ismine ben karar vereceğim, eski sevgililerinden birinin ismini koymadığımıza emin olmalıyız." Başını öne eğip güldü adam. "Lâl." "Uzun tahkikatlar sonucunca ben karar vereceğim dedim, nokta!" "Tamam, anlaştık. İstersen ikisine de sen karar ver." "Yok canım, o kadar da vicdansız değilim. Türkçe ismine de sen karar verirsin hem öyle daha adil olur." Yemeğe oturduğumuzda düşünceli bir biçimde dudaklarını büzdü adam. "Aslında ben bugün düşünürken bir isim buldum." Lokmamı yuttuktan sonra çatalımı masaya bırakıp heyecanla ona döndüm. "Ya! Ne isim buldun?" Sanki büyük bir sırrı, kutsal bir şeyi açıklayacakmış gibi nefes aldı, es verdi ve hazır olduğunda "Ada." dedi fısıldarcasına. "Ada ismi çok güzel." Benim fikrimi merak eder gibi gözlerini dikti. "Ne diyorsun?" Gözlerimi kısıp düşündüm. "Ada." Ağzım alışsın diye tekrarladım. Nasıl durduğuna baktım. Seslenirsem kızıma, nasıl durur acaba diye düşündüm. "Ada... Ada." Hoşuma gitmişti. Hem anlamlıydı da aslında. Ona bir ada ülkesinde, Küba'da hamile kalmıştım. Yıllar sonra isminin anlamını sorduğunda çok şiirsel olmaz mıydı? Isındım bir anda Ada ismine. "Çok güzelmiş. Bayıldım!" "Gerçekten mi?" "Evet. Hem çok anlamlı hem de şiirsel geldi seslenince. Çok hoşuma gitti." Arkasına yaslanan adam gülümsedi. "Sevindim." O an neşemi bölen, hatırladığım şeyle yerimde kımıldandım. "Ama ya günün birinde bir Issız Adam karşısına çıkar da tam sarma yerken Ada ben ayrılmak istiyorum derse? Benim kızıma reva mı bu şimdi?" Ağlayacak gibi oldum. Tabii söylediklerimden hiçbir şey anlamayan adama filmi anlatmak zorunda kaldım. Gayet rahat bir biçimde arkasına yaslanan adam "Merak etme bebeğim, benim kızımı kimse terk edemeyecek." dedi büyük bir özgüvenle. Bir an terk edecek adamı parçalara bölecek olması dehşetine kapılırken beklentimin dışında bir yanıtla devam etti. "Çünkü onun yanına hiçbir erkek yaklaşamayacak. Onun kalbini kimsenin kırmasına izin vermem." İnanmazca kaşlarımı kaldırdım. "Ne yani, ömür boyu onu Kız Kulesi gibi bir yere mi hapsedeceksin?" "Hayır." Aynı özgüvenle devam etti. "Benim kızım özgür olacak. Ama etrafındaki erkekler için aynı şeyi söyleyemem." Güldüm. Valentino Riccardo'nun kızına inşa etmeye çalıştığı dünyanın içinde büyülendiğimi hissettim. Her ne kadar gerçek dışı olsa da güvende hissettirdiği kesindi kafasında kurduğu bu dünyanın. Laf lafı aşarken Wendy'yi sormadan edemedim. Luigi'yle bu konuyu konuşup konuşmadıklarını merak ettim. "Pek iyi sayılmaz." dedi Valentino. "Luigi'nin söylediğine göre hâlâ kendini toparlayabilmiş değil. Aralarına mesafe koymuş, içine kapanmış. Ama düzelecektir." Kucağımda bir elimi diğer avcumun içine bırakırken çaresizce "İnşallah." diye dua ettim. "Lucca geldi bugün." Açıklar gibi devam etti. "Çocukluk arkadaşım. Uzun zamandır İspanya'da yaşıyordu. Buraya gelir gelmez soluğu yanımda aldı. Özlemişiz birbirimizi." "Aaa ne güzel? Bir akşam yemeğe davet et arkadaşını, güzelce ağırlayalım." "Zahmet etmeyeceğine söz verirsen davet ederim. O da seni merak ediyor çünkü." "Neden?" "Beni evliliğe ikna eden kadını geçmişteki herkes merak eder." "Ha bir de marifetmiş gibi söylüyorsun." Kırdığı cevizleri hatırlatıp ayıplar gibi gözlerimi kıstım. "Terbiyesiz." Alaycı duruşuma gülmekle yetindi. "Hepsi senden önceydi, biliyorsun." "Biliyorum, bilmeseydim şuan burada olmazdım zaten." Merakla gözlerimi kıstım. "Nasıl biri peki şu senin arkadaşın Lucca?" "Baştan uyarayım, biraz anı yaşamayı seven, günübirlik ilişkilerin adamı." Başımı salladım anlamış gibi imayla. "Çapkın yani." Bu pek hoşuma gitmemişti. Sonuçta kim kocasının çapkın bir arkadaşı olsun isterdi ki? Kimin hoşuna giderdi böyle bir şey? Yine de önyargılı olmamayı düşündüm. Pietro da öyle biriydi ama bu zamana kadar tehlike arz eden bir harekette bulunmamıştı. Belki Lucca da öyle biriydi. Hem adamın üç beş tane arkadaşı vardı zaten. Kırk yılın başında görüştüğü arkadaşına da laf etmek olmazdı. Ben ona bu kadar güvenirken üstelik. "Tamam canım, olabilir. Henüz doğru yolu bulamamış olabilir. Bizim kapımız herkese açık. Sonuçta dünya bizim fanusumuzdan ibaret değil." Valentino "Rahatsız olmadın yani bu durumdan." diyerek beni doğrular gibi tepki bekledi. Bense omuz silktim. "Yok canım, neden rahatsız olacakmışım? Lucca'yla mı evliyim ben? Seninle evliyim. Hem ben sana güveniyorum." Bu cümlem hoşuna gitmiş gibi dudakları kıvrıldı. İmalı bir biçimde iç geçirerek "Güzel." dedi. "Başımıza gelen sayısız felâketten sonra bana güvendiğini görmek ay tutulmasını görmek gibi." "Abart yani sen de." Gülüştük. Keyifle yemeğimizi yerden karnım iyice şişmişti. Patlayacak kadar yemiştim. Bu kadarı da fazlaydı ama her şeyden yemek gelmişti içimden ne yapayım? Karnımı ovalayarak salondaki koltuğa geçerken "Offf... Çok yedim ya." diye söylendim. "Hamilesin, tabii ki çok yiyeceksin." "O iş öyle olmuyor işte. Yine de yediklerime, kiloma falan dikkat etmem lazım. Hamileliğim daha da ilerlemeden diyetisyene falan gitmem lazım. Yoksa çok kilo alırım, veremem de bir daha. Ay korkunç." Koltuktaki yanıma oturan adam beni kolunun altına alırken alayla güldü. "Kuş kadar yemeye alıştığın için çok yedim, kilo alacağım sanıyorsun ve bu gülünç." "Öyle mi uzman diyetisyen Valentino Riccardo? Her şeyi de bil, her şey hakkında da bir fikrin olsun." Biz keyifle gülüşürken Valent'in çalan telefonunun sesiyle kucağından ayrılıp yana geçtim. Telefonu açtığı andan itibaren güleç yüzü heykel gibi donuklaştı. Ayağa kalkıp salonda dolanmaya başladı. Ciddi ciddi bir şeyler konuştu. Tek kelimelik kısa yanıtlar verdiği için anladığım yalnızca işle ilgili konuştuğuydu. Yüzündeki donuk ifade de bunu doğrular nitelikteydi. Telefon görüşmesi bittikten sonra bana döndü adam. "Benim çıkmam gerekiyor, Lâl. Bir işim var, uzun sürmez." Yerimden temkinli bir biçimde doğruldum. Bakışlarımdaki korkuya engel olamıyordum. "Önemli bir şey yok inşallah." "İşle ilgili basit bir konu." Gözlerini devirdi alayla. "Sandığın gibi tehlikeli bir aksiyon yok, merak etme." Biraz olsun içim rahatlamıştı. Gerçi önemli bir şey olsa da Valent'in bana söyleyeceği yoktu ya, neyse. Usulca yerimden kalkıp adama doğru yaklaştım. "Çok gecikmezsin değil mi? Ben seni bekleyeceğim çünkü." "Gecikmem." Yüzümü ellerinin arasına aldı. "Ama sen bekleme beni, uyu." Kolaysa gel de sen uyu demek istedim ama demedim. O yeniden dönene kadar uyku tutmazdı beni. Laf gelişi başımı salladım öylece. Adam ceketini alıp alnıma bir öpücük kondurdu ve sanki basit bir işe gider gibi çıkıp gitti evden. Saat daha dokuzdu, erkendi. Uyku tutmayacağını bildiğim için bebek isimleri kitabına göz atıyordum. Aradan çok uzun zaman geçmeden zil çaldı. Gelenler Luigi ve Pietro'ydu. Hayretle kalktım yerimden. Valent'in dışarıda olduğunu biliyor olduklarını hatta birlikte olduklarını düşündüğüm için onları burada beklemiyordum. "Hoş geldiniz." Şaşkınlığımı gizlemeyen bir ifadeyle karşıladım onları. Luigi "Hoş bulduk. Valent yok mu?" diye sordu. Anladığım kadarıyla çıktığından haberleri yoktu. Bu da beni biraz gerdi. Tedirgin bir yüz ifadesiyle kapıyı gösterdim. "Şey... Bir telefon geldi işle ilgili. Çıktı." Gözlerimi kıstım şüpheyle. "Siz bilmiyor muydunuz?" Benim gibi gergin görünmüyorlardı, son derece sakinlerdi. Böyle şeyleri sık sık yaşadıkları belliydi. Gayet rahat bir ifadeyle "Önemli bir şey değilmiş demek ki. Yoksa bize söylerdi." dedi Pietro. Üstünde durmadım. Onların sakinliği beni de sakinleştirmişti. Sıradan bir ifadeyle "E hadi oturun, birer kahve içelim." dedim. Ben içmeyecek olsam da misafirlerimi ağırlamak en az kendim içmiş kadar iyi hissettirecekti. Onlar da itiraz etmediler sağ olsunlar. Oturdular koltuklara. "Ben de Valent gelene kadar ne yaparım diye düşünüyordum, iyi oldu geldiğiniz. Ne içersiniz?" Luigi "Espresso." dedi tekdüze bir sesle. Pietro da başını salladı. Nina kahveleri yaparken sakin sakin oturuyorduk. O sırada kapı çaldı ve içeri bahçede duran Montrel geldi. Ellerini önünde birleştirmiş, Luigi ve Pietro'ya bakıyordu. "Efendim, Fanucci ailesinin elçisi geldi. Don Riccardo'yla görüşmek istiyorlar." Elçi sözü geçtiği an Luigi'nin çene kasları seğirmeye başladı. Fanucci, Zita'nın ailesiydi ve Castellilerle iş birliği hâlinde olduğunu hepimiz biliyorduk. Bir gün Luigi'yle aynı hisleri paylaşacağımız aklımın ucundan geçmezdi ama ben de aynı öfke ve nefretle doldum. Elçiye zeval olmaz derlerdi gerçi ama... Ortamdaki ölüm sessizliğini bozan Pietro'nun "Don Riccardo'nun burada olmadığını söyle. Daha sonra gelsin." sözü oldu. Bense Luigi gibi bu kararın tam tersini düşünüyordum ve zerre tereddüt etmeden Montrel'e dönüp "Gelsin." dedim. Montrel Luigi ve Pietro'ya bakarken "Ne bakıyorsun? Valentino yokken her türlü karar ve yetki bana ait değil mi?" diye sordum dik dik bakarak. Kuralları ve hiyerarşiyi yeterince bilmediğimi sanıyor olmalıydı. Pietro bana döndü ve "Korkarım bu iyi bir fikir olmayabilir, Lâl. Valent buna kızacaktır." dedi. "Neden kızsın? Adam tek başına bir şey yapacak değil ya, belli ki haber getirmeye gelmiş. Ayrıca siz de buradasınız, güvendeyim. Kızacak ne var bunda?" Benimle laf yarıştıramayacağının farkında olan Pietro kısa bir düşünme anından sonra Montrel'e döndü. "Üstünü iyice arasınlar." "Tabii, efendim." Toplantıların yapıldığı büyük masaya geçtik. Meyve tabağı duran masada kahveleri getiren Nina elçiyle olacak olan bu görüşmeden dolayı biraz gergin görünüyordu. Bense hesap sormak için yanıp tutuşuyordum. Wendy'ye yapılanların sorumlularına bir mesaj da ben göndermek istiyordum. İçimde sönmeyen bir ateş yanıyordu. Ve bunu yaparken gerilmediğim gibi korkmuyordum da. Masada oturduğumuz sırada takım elbiseli, sarışın bir adam geldi. Herkesi selamladıktan sonra kendisine ayrılan yere oturdu ama gözü ilk geldiği andan beri bendeydi. Valent'in yerine oturan bu kadının sırrını çözmeye çalışıyor gibiydi. Ortamda bir savaş havası yoktu ama soğuk bir atmosfer hâkimdi. Luigi ise kendini zor dizginliyor gibi duruyordu. Bu yüzden konuşma görevini Pietro üstlendi. "Evet, seni dinliyoruz." Söylediklerini kısa tutan Pietro'ya, öfkeyle sessizliğini koruyan Luigi'ye ve bana baktıktan sonra konuşmaya başladı sarışın adam. "Fanucci ailesi anlaşma talep ediyor. Şartlar çok makul. Sicilya sınırlarında gümrük sorunu yaşamama karşılığında-" Pietro sözünü kesti sakince. "Don Riccardo, bu zamana kadar böyle bir teklifi hiç kabul etti mi?" "Bu farklı bir durum, Pietro. Şartlar çok farklı. Anlaşma sağlanmadığı takdirde iki taraf da çok zarar görecek. Don Riccardo, bir Fanucci'yi öldürdü." Pietro "Don Riccardo, bir sabah uyanıp canı sıkıldığı için bir Fanucci'yi öldürmedi, Lorenzo." yanıtını verdi aynı sakinlikle. Aynı donuk ve sakin ses tonuyla "Canına kast edenlerle iş birliği yaptığı için infaz edildi Zita." diyerek araya girdim. Suspus oturmaya niyetim yoktu. Konuya hâkimdim ve alakam yok sanılsın da istemiyordum. Ben bu konuya hâkim olmakla da kalmıyordum, konunun tam içindeydim. Ortasında. Bu kez masadaki varlığımı yadsınamaz bir biçimde hisseden adam soran bakışlarla Pietro'ya döndü. Pietro ise "Don Riccardo'nun karısı." dedi. Başıyla onaylayıp geçiştirdikten sonra sağ elini masanın üstüne koydu adam. Bana çok yakın duruyordu. Tehditkâr bakışı üstünlüğünü kabul ettirmek ister gibiydi. "Bak, Pietro, direttiğiniz sürece daha çok zarar görürsünüz. İki taraf da zarar görsün istemeyiz. Hatta üç taraf için de... Castelliler bu durumdan hiç memnun değil." Çene kasları öfkeyle seğiren Pietro söze girmek üzereyken "O zaman onları memnun edelim." dedim sesizliğin ortasına. Adama döndüm dümdüz bir bakışla. "Onlara bir mesaj göndersem iletebilir misin?" Bayık ve önemsemez bakışlarını üzerime diken adam masadaki kolay lokma olduğumu düşünüyordu. Bu yüzden ona etkili bir mesaj bırakmak istedim. Böylece sahipleri de bunun ne demek olduğunu biraz olsun anlayabilirdi. Meyve tabağından aldığım bir elmayı soymaya başladım konuşurken. "Hep bizim yaptıklarımız konuşuldu. Biraz da Fanucci ve Castelli ailesini konuşalım." Elmayı soyarken adamın yüzüne bile bakmıyordum. "Geçmişte Zita Fanucci, benden bir bebek aldı. Şimdiyss Castelli ailesi... Bizden bir can aldı. Ve hâlâ gelip bizden iş birliği mi talep ediyor?" "Bakın, bu-" "Henüz sözüm bitmedi." Onu susturduğuma şaşıran adam çenesini sıkıp dinlemeye devam etti. İsteksiz göründüğü her hâlinden belliydi. "Mesajıma gelince..." Duraksadım. "Kısa tutacağım, merak etme." Elimde meyve bıçağına göre büyük kalan ve fazla keskin bıçağı adamın masadaki eline batırmak üzereyken adam geri çekmeye çalıştı ve küçük bir zamanlama hatası oldu. Eline batırmak yerine adamın işaret parmağını kopardım. Fırlayan parça ve masaya yayılan kızıllık. Her şey aniden oldu. Karşımdaki adamın da bunu hiç beklemediği dehşetle açılan gözlerinden belliydi. Acı içinde kıvranan adamın şaşkınlıkla açılan gözlerine karşılık sakinliğimi korudum ve devam ettim. "Bu, bizden aldığınız canın diyetiydi. Kardeşimin bebeğinin diyeti. Tasmanı tutanlara söylersin. Donna Riccardo, böyle söyledi dersin." Masadan kalkıp usulca giderken arkamda bıraktığım kaosu umursamadım bile. Ben boyun eğmemeyi Valentino Riccardo'dan öğrenmiştim. Geri adım atmamayı, hak edene hak ettiği cezayı vermeyi de aynı şekilde. İçimde bir yerleri Lâl Alsancak'ın masumiyeti ve merhameti yerine Lâl Riccardo'nun acımasızlığı ve buyurucu gücü dolduruyordu. Yavaş yavaş oluyordu bu. Gördüklerimle. Öğrendiklerimle. Öğrenecek çok şeyim olduğunu bile bile, tüm korkularıma rağmen. On dakika sonra gönderilen elçinin ardından Pietro ve Luigi salonda otururken yanıma geldiler. İkisi de şok olmuş gibi bana bakıyorlardı. Pietro "Sen az önce ne yaptın?" diye sorarken Valentino da burada olsaydı aynı tepkiyi verirdi diye geçirdim içimden. "Gereken neyse onu yaptım, Pietro. Valentino Riccardo'ya nasıl böyle bir teklif getirme cesareti gösteriyorlar anlamıyorum. Bu Riccardo ailesine saygısızlıktı. Gücümüzü ve varlığımızı küçümsediler, bizi ezmeye çalıştılar. Güç kaybeden bir aile muamelesi göstermeye kalkıştılar. Teklifin anlamı buydu." Gözlerimi kısarak baktım ona. "Valent burada olsaydı kabul eder miydi?" "Hayır." "Hakaret olarak algılardı!" "Evet ama..." "Evet ama ne?" Normalde böyle bir ortamda çıkıntılık yapan hep Luigi olurdu ancak sessizliğine bakılırsa ilk kez benimle aynı fikirde görünüyordu. "Düğünümüz tarandı. Wendy'nin bebeğinin bedeli ödenmeyecek miydi? Hiçbir şey olmamış gibi mi davranacaktık?" Pietro başını iki yana salladı. "Sen bizi bitirdin, Lâl. Valentino geldiğinde seni tehlikeye attığımız için bizi mahvedecek." "Hiçbir şey yapmayacak çünkü benim kararlarımdan ben sorumluyum." İkisi de uzaylı görmüş gibi bana bakarken yaptığım şeye şaşırdıkları gibi gözlerinde hafif bir gurur da görüyordum. Valent'in tepkisinden hafif tırssalar da işte şimdi tam bir Riccardo oldun der gibiydiler. Bakıştıktan sonra gevrek bir tebessümle bana döndüler. Pietro "Biz artık gitsek iyi olur." dedi. Onları uğurladıktan sonra koltukta oturdum. Başım önüme düşecek gibiydi, yorgundum ve gözlerim kapanıyordu. Valent'i beklerken uyuyakalmışım. Gözlerimi araladığımda sabaha karşı hava aydınlanmaya yüz tutmuştu. Karşımdaki koltukta oturan adamla göz göze geldiğimde suçüstü yakalanmış gibiydim. Uykulu gözlerimi ovalarken "Günaydın. Sen ne zaman geldin?" diye sordum. Bana hesap sorar gibi bakan adamdan kaçabilecek durumda değildim. Gözlerine bakılırsa her şeyden haberi vardı. Hem Don Valentino Riccardo'nun nasıl her şeyden haberi olmazdı? İğneleyici bir ses tonuyla yanıtladı beni. "Vukuatlarının haberini alacak kadar zaman geçti üzerinden." Suçlu bir ifadeyle uzandığım koltuktan yavaşça doğruldum. Bilmezden gelir gibi sordum. "Ne... Ne vukuatı?" Oysa bal gibi de biliyordum. "Aileden gelen elçinin parmağını koparmışsın." "Koparmak gibisinden değil de bu şey..." Buradan dönülmeyeceğini anladığım için daha fazla çırpınmayı bıraktım. "Offf... Evet, yaptım! Bir de Büyükşehir Belediyesi gibi açıklama mı yapacağım? Kısasa kısas oldu işte nedir yani?" Uzun uzun delici bakışlarını sorgular gibi üzerimde gezdiren adamın sessizliği biraz ürkütücüydü. "Hem... Ne olmuş yani? Kötü bir şey mi yaptım? Seni zor duruma mı soktum? Yanlış mı oldu?" Hâlâ yüzüme bakan adam usulca iki yana salladı başını. "Hayır, Lâl. Beni zor durumda bırakmadın. Sana kızdım, çünkü kendini tehlikeye attın." "Luigi ve Pietro vardı yanımda. Ayrıca da adamın üstü aranmıştı." "Bu mu açıklaman? Bu kadar mı?" "Bak Valentino, bana kızabilirsin, eyvallah. Boynum kıldan ince. Ama kardeşimin canını yakan insanlara karşı suspus oturmamı bekleme benden. Ben öyle biri değilim." Bu kez aynı yavaşlıkta aşağı yukarı salladı başını ama gözlerini kısmış bana bakarken öfke mi yoksa başka bir duygu mu hâkimdi gözlerinde, bilemiyordum. Beni daha da merakta bırakacak yavaşlıkta konuşmaya başladı. "Senin nasıl biri olduğunu ben çok iyi biliyorum, Lâl Riccardo." İşaret parmağını salladı ciddi bir yüz ifadesiyle. "Sana kızdım. Çok kızdım. Gerçekten." Bana olan kınama cezasını bildirdiğine emin olduktan sonra dudakları kıvrıldı güler gibi. "Ama Luigi yaptığın şeyden çok etkilenmiş." Sonunda beni ailesine layık görmeyen bay buzdolabının da saygısını kazanmıştık demek. Daha neler görecektik bakalım. "Riccardo ailesine layık olmaya çalışıyorum diyelim." "Bir daha böyle bir şey yaptığını görmeyeceğim, Lâl. Ciddiyim." Dik bakışlarını üzerimde gezdirdi. "En azından bebek doğana kadar." Alaycı bir ses tonuyla ekledi. "Bunun senin için ne kadar zor olduğunun farkındayım. Beladan uzak duramıyorsun." Kinayeli sözlerine gülmeden edemedim. "Valentino..." Gülüşümün ardından düşünceli bir biçimde yüzüne baktım. Burada kıyametler koparken onun nerede olduğunu merak ediyordum ama daha da önemlisi, tehlikede olup olmadığını daha çok merak ediyordum. "Dün akşamki işini halledebildin mi?" Onay bekler gibi baktım. "Her şey yolunda değil mi?" "Merak etme, her şey yolunda." Güven veren bir baş işaretiyle içimi rahatlattı. Sonra bakışları uyuyakaldığım o koltuk tepesine kaydı. "Burada sabaha kadar beni beklemene gerek var mıydı gerçekten?" Yaramazca omuz silktim. "Kocam yokken gözüme doğru düzgün uyku girer mi sanıyorsun?" Bu durum hoşuna gitse de tatlı tatlı azarlar gibi baktı yüzüme. "Yine de sen bir daha böyle bir durum olduğunda beni bekleme, uyu." Geçiştirir gibi salladım başımı. Koltuktan kalktım yavaşça. "Ben odaya geçeyim. Doğru düzgün uyuyamadım, biraz dinleneyim." "Tamam, bebeğim. Ben de çalışma odasında işlerle ilgileneceğim." Ben önde, o arkada merdivenleri çıkarken yeni aklına gelmiş gibi "Bu arada Lucca'ya onu akşam yemeğine davet ettiğimizi söyledim. Bu akşam geliyor." dedi Valentino. "İyi yapmışsın. Nina'ya söylerim, hazırlıklarla ilgilenir." Başım çatlayacakmış gibi ağrıdığı için odama çıkıp hemen yattım. Uyurken aklıma gelen saçma sapan şeyler listesinin başında Valent'in çapkın çocukluk arkadaşı Lucca Efendi vardı bu sefer. Bakalım bu Lucca kimin nesiymiş? Daha şimdiden gözüm tutmayacakmış gibi hissediyordum. Çapkın yakın arkadaşlar her zaman başa beladır. Evli arkadaşlarına kötü örnek teşkil eder. Beni korkutan da bu hovarda adamın kocamı ayartacak hareketlerde bulunma korkusuydu. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Öncelikle bu bölümü wefocusonarmy , GurbetArslan9 , bella92983 , fatos_guc , cielocielo68 , karanvs4 , NisaHira2 , zepnieymisim , bangtannnnnnboysssss , ayfersev , hilmelblt , xtufyifuogih , tuzlu_0413 , egegks , Zehrasultanakr1 , myworldsbooks , kiymtnhr08 okurlarıma armağan ediyorum! 
Evet, gelelim asıl bölümümüze... Bu bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. ❤️ Lucca karakteri hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıl bir karakter sizce? Tahminlerinizi buraya yazabilirsiniz. Yeni bölümde neler bekliyor bizi kim bilir... 🌸 Finale de çok yaklaştık, son 7 bölüm falan. Neler hissediyorsunuz bu konuda? Buraya yazabilirsiniz. Gerçekten çok duygulanıyorum, hem sizleri tanıdığım için hem de bu kitabın bitiyor oluşundan dolayı. Ancak her güzel şeyin bir sonu vardır ve sonuna geliyoruz. 🥹 Destekleriniz için çok teşekkür ederim, gerçekten. Yorumlarınız benim için çok anlamlı. Halikarnas'ta Bir Gece'nin basılan kitabını alacak olursanız da Instagram hesabımdan fotoğraf atabilirsiniz bana, hepsini sevinçle paylaşırım. 🌿 Instagram hesabım buzlarkralicesiofficial diyorum ve gevezeliği burada bitiriyorum. ✨ Son olarak, iyi ki varsınız. 🥰 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |