@buzlarkralicesi
|
-60- ❝Lâl❞ Güzel bir evlilik. Ve ardından gelen heyecanlı, zevkli bir anne adayı olma serüveni... Her güzel şeyin olduğu gibi bunun da tatlı zorlukları vardı. Geceleri sıcak basmasından uyuyamamam da bunlardan biriydi. Dedim ya, bu kadar tatlı zorluklar da olsun o kadar. Öyle böyle altıncı aya gelmiştik. Benim için en korkutucu olan dönem dördüncü ve beşinci ay arasıydı. Öncesinde yaşadıklarımı hatırlattığı için çokça korktuğum zamanlar olmuştu. Neyse ki o riskli dönemleri atlatmıştık. Tabii doğuma kadar her zaman risk vardı ama en azından benim içim daha rahattı artık. Bu gece diğerlerinden daha zor olmuştu uyumak. Sağa döndüm olmadı, sola döndüm olmadı. İnce yorganı üstümden fırlattım, yine de olmadı. Sıcak basması uyutmuyordu beni. Klima da zararlı olduğu için pek tercih etmiyordum. Zaten bunun dış etkenlerden değil, hormonal olduğunun da farkındaydım. Biraz daha yatakta dönüp durduktan sonra uyuyamayacağımı anladım, bari yanımda yatan adamcağızı uyandırmayayım diye usulca kalktım. Sabah erken kalkıyordu, uykusu bölünsün istemedim. Evin içinde dolaşmaya başladım. Uğradığım ilk yer elbette aylardır vazgeçilmezimiz olan bebek odasıydı. Küçük, tatlı koltuğa oturup bebeğimizin kalan eşyalarının bazılarını ayıklayıp katlamaya başladım. Madem uyuyamıyordum, bu bir işe yarasın dedim. Valent'in özene bezene seçip aldığı, her gün mutlaka eli boş gelmemek için getirdiği kıyafetleri aynı hevesle katlıyordum. Bir yandan da çok yakında aramıza katılacak olan kızımızın bu kıyafetlerin içini dolduracağı günü hayal edip durdum. O gün için sabırsızlanıyordum. Şunun şurasında ne kalmıştı ki? En fazla üç ay. Geçip giderdi. Açık konuşmak gerekirse doğum yaklaştıkça içimdeki korku da yükseliyordu. Daha önce çocuğu olan insanlar doğumun ne kadar zor olduğundan bahsedip durdukça içimdeki korku daha da artıyordu. Yiğitliğe bok sürdürmemek için Valent'e çaktırmıyordum ama hafiften de tırsıyordum. Kimi etinden et kopuyormuş gibi oluyor diyordu, kimi hiçbir zaman eskisi gibi olamadığından bahsedip duruyordu. Kafam iyice allak bullak olmuştu ama bunları duymazdan geliyordum artık. Bence her şeye rağmen anne olmak dünyanın en güzel şeyiydi. Ben bunları düşünerek kızımızın minicik kıyafetlerini katlarken kapı aralığından usulca Valent girdi içeri. Hâlbuki onu uyandırmamak için kalkmıştım ama uykusunun ne kadar hafif olduğunu hesaba katmamıştım sanırım. Ne zaman bir sebepten kalksam o da peşimden uyanıyordu. Merakla yanıma gelen adam "Sen uyumadın mı?" diye sordu. "Dönüp durdun hep." "Uyku tutmadı. Ben de kızımızın kıyafetlerini yerleştireyim dedim." Mahcup bir yüz ifadesiyle "Seni de uyandırdım, kusura bakma." yanıtını verdim. "O kadar da dikkat etmiştim. Sen uyanma diye kalkmıştım ama-" "Saçmalama." Yanımdaki koltuğun köşesine oturup kıyafetlere baktı. İç geçirerek "Sen de benim gibi heyecanlısın." dedi. Hem de nasıl. Onaylarcasına aldığım nefesi bırakırken "Az kaldı." diye mırıldandım. "3 ay ne ki? Göz açıp kapayıncaya kadar geçer." Kutularda henüz katlanmamış kıyafetlerin arasından minicik bir tulumu eline alan Valent "Kızımızı kucağıma almak için sabırsızlanıyorum." diyerek iç geçirdi. Bu öncekinden daha heyecanlı bir iç geçirmeydi. "Farkındayım." Benim korkularım olduğu gibi Valent'in de son zamanlarda durgun ve düşünceli anları olduğunu görüyordum. Onu sıkıştırmak istemediğim için sormuyordum ama her şeyin farkındaydım. "Ama son günlerde çok düşüncelisin." diye girdim söze. Tahmin ettiğim şey olmalıydı. Keza bunu doğrular nitelikte sırtı gerilmişti adamın. "Fanucci ve Castelli ailesi mi?" Düz, gergin bir gülümsemeyle saçlarımı okşadı. "Sen bunları düşünme." Hiçbir zaman söylemezdi zaten. Beni geçiştirdiğini fark etsem de bana öyle güven veriyordu ki. Yanımda öylece durması bile güven duyma sebebimdi. Laf olsun diye söylese bile güvenirdim onun söylediklerine. Ki her zaman sözünü tutan biri olduğu da benim tarafımdan bilinen bir şeydi. Artık belirgin bir biçimde büyüyen karnıma dokundu dudakları saçlarıma giderken. "Size bir zarar gelmeyecek. Buna izin vermem." Ben de kolumu onun sırtına sardım. Diğer elimse göğsüne sarılıydı. "Biliyorum, aşkım. Sadece seni düşünüyorum. Bu kadar gergin ve düşünceli olman-" Sözümü tamamlayamadan içimdeki küçük şeyden yüzümü buruşturmama sebep olacak türden bir tekme yedim. Ne olduğunu anlamayan adam meraklı bakışlarını buruşturduğum yüzüme çevirdiğinde "Ne oldu?" diye sordu. "İyi misin?" Gülümsedim ve "İyiyim." dedim başımı aşağı yukarı sallarken. Karnımı okşadım. "Sadece tekme attı." "Tekme mi attı?" Heyecanla kaşları hafifçe havalanan adam merakla elini yeniden karnıma koydu. Bu kez onun da hissedebileceği şekilde hareket ediyordu. Tekmeye benzer şeyler yapıyordu. Sanki babasının ona dokunduğunu hissediyordu da ona işaret gönderiyordu. Valent'in büyüyen gözleri bana döndü. "Hissediyorum." dedi heyecanla gülerek. Henüz karnımın içindeki hareketlerini hissetmekten ileri gidemediği kızını okşadı, çiçeği burnunda baba Valentino Riccardo. Onun gözlerindeki heyecan görülmeye değerdi. Onunla konuşmaya başladı. "Kızım, anneyi yorma. Canını acıtma. O bizim her şeyimiz. Biz nasılsa seninle yakında kavuşacağız." Güldüm. "Çıkmak için sabırsızlanıyor. Babasına kavuşmak için beni harcıyor kerata." Neşeyle gülüşürken doğduğum andan beri hiç alışık olmadığım mutlu, sakin ve dingin bir hayatın içinde olduğumu bir kez daha fark ettim. Kötü şeylere alışmak zordu. Ama iyi şeylere alışmak öylesine kolaydı ki. Tıpkı fakirliğe alışmanın zor, zenginliğe alışmanın daha kolay olduğu gibi. Bu sizin savunma mekanizmanızı devre dışı bırakan tehlikeli bir şey gibi gelir. Ben de bundan korkuyordum ama artık korkularımın beni esir almaması için kontrolü elimde tutmayı öğrenmiştim. Hepimiz eninde sonunda ölmeyecek miydik? Neden korkuyorduk ki? Korkarak güzel geçen günlerimizi de zehir etmenin ne anlamı vardı? Anı yaşasaydık ya. İkimizi de uyku tutmayınca aşağı, mutfağa inip kendimize içecek bir şeyler hazırladık. Valent kahve içmeme sözünü hâlâ tutuyor olduğu için bana süt, kendine de meyve suyu doldurmuştu. Tabii o içeceklerimizi hazırlarken ben de boş durmayıp fare gibi buzdolabını kurcalıyor, kemirecek bir şeyler arıyordum. Midem kazınmıştı, ne yapayım? Bir havuç alıp kemirirken masaya oturdum. "Geçen hafta bir beste yaptım. Tanju abiye hediye edeceğim." İç geçirdim. "Haldun abiden duydum, son zamanlarda zor durumdaymış. Albümleri eskisi gibi satmıyormuş, morali bozukmuş, dibe vurmuş. Sanatçıların bazen dibe vurduğu zamanlar olur. Duygusal insanlarız sonuçta." Sütümden bir yudum alırken devam ettim. "Hem belki bu beste Tanju abiye uğur getirir, kariyeri yeniden düzelir, ayağa kalkar." Kısa bir tebessümün ardından karşılık verdi Valent. "Dünyanın bir ucundan insanlara mutluluk ve umut aşılamayı nasıl başarıyorsun?" "Hayır bir kere. Sen bana âşık olduğun için öyle görüyorsun. Esasında ben ona gönül borcumu ödüyorum da diyebiliriz. Zamanında Tanju abinin de bana çok yardımları oldu, bakma sen." Omuz silkti. "Olsun. Etrafta düşene bir tekme de kendisi vurabilmek için bekleyen o kadar insan varken senin herkes için bu kadar iyi şeyler düşünmen, bir şeyler yapmak istemen takdir edilesi." Sağ eli yanağımı okşadı. "Sana hayran olmam için bir sebep daha." Başımı öne eğip gülerken kulaklarımın yandığını hissediyordum. Çok geçmeden adamın "Yine kızardın." sözüyle kulaklarımın neden yandığını anlamıştım. Tam aramızdaki sessizliğin ahengine kendimi kaptırmışken aklıma merak ettiğim biri geldi. Aslında son günlerde sürekli düşünsem de görüşmediğim ve merak ettiğim biri varsa o da Doğan'dı. Sadece Neşe abladan haberlerini alıyordum. İyiymiş ama son günlerde kalp ağrıları biraz artmış. Sanırım Beyza'nın düzelmemesine ve düzelme umudunun da olmamasına bu kadar üzülüyordu. Doğan hakkında merakımı giderebileceği umuduyla Valent'e "Doğan'dan haber alıyor musun?" sorusunu yönelttim ama bunu öyle sıradan bir ses tonuyla söyledim ki çok umurumda değilmiş gibi davrandım. "Dün konuştuk. Buraya gelmek istediğini söyledi. Seni çok özlemiş, doğum da yaklaştığından bebeği görmek için sabırsızlanıyormuş. Bu süreçte yanında olmak istiyormuş." Bakışları ölçüp tartar gibi üzerimdeydi bunları söylerken. "Ama çekindiği için gelecek mi gelmeyecek mi bilmiyorum henüz." Bense gelmesinde bir sakınca görmüyordum. Nasılsa Beyza tehlikesi diye bir şey kalmamıştı, Doğan'a da baba kız ilişkimiz olmasa bile beni gelip görebileceğini söylemiştim buraya taşınmadan önce. Bu yüzden olsa da olur olmasa da tavrımı takınarak omuz silktim. "İstiyorsa gelsin tabii." "Sahi mi?" "Evet." "Böyle söyleyeyim yani." "Tabii." Valent bendeki değişime inanamamış gibi bakarken ekledim. "Ben buraya taşınmadan önce de gelip beni görebileceğini söylemiştim zaten. Neye bu kadar şaşırdın ki?" "Şaşırmadım. Sadece... Ona eskisi gibi öfkeli olmadığını görüyorum." Başını eğip meraklı bakışlarını üzerime dikti. "Yanılıyor muyum?" Aslında yanılmıyordu. Doğan'ı asla affedemezdim, bu saatten sonra onunla bir baba kız ilişkimiz de olacağı da yoktu ama eskisi kadar öfkeli değildim ona ya da bir başkasına. Artık hayatımda öfkeye yer vermiyordum çünkü. Yaralarımı saran, bana koşulsuz ve sınırsız sevgi veren bir adam vardı hayatımda. Sevgi, aşk ve huzur dolu hayatımda öfkeye, kine ve intikama yer yoktu artık. Valent'in sevgisiyle iyileşiyordum. Kısaca "Seninle olan sevgi dolu, mutlu hayatımıza öfke gibi kötü duygular sokmuyorum diyelim." sözüyle özetledim durumu. Benim böyle düşünmeme mutlu olduğu yüzünden belli olan adam aşağı yukarı salladı başını. Sanki yıllardır suladığı bir bitkinin çiçek açtığını gören insan gururu vardı gözlerinde. Bana harcadığı emeğin meyvelerine sevgiyle bakıyordu. "Biliyor musun Lâl Riccardo, dünyaya yeniden gelseydim ne pahasına olursa olsun yine seni bulmadan ölmezdim." Mutlu gülüşüm yüzündeki gururla ve aşkla harmanlanırken karşılık verdim. "Ben de dünyaya bir daha gelseydim, Valentino Riccardo, Halikarnas'ta o bardan içeri girer, yine seni dudaklarından öperdim. Her şeye rağmen yine seni severdim. Ne pahasına olursa olsun." Başımı onun alnına dayarken güvenli bölgem olan kokusunu duyuyordum. Odaya çıktığımızda da bu kokuyla uykuya dalmayı başardım. Ertesi gün Valent gittiğinde yine evde duran ben, aylardır yaptğım gibi online görüştüğüm danışanlarımla terapilerimi tamamladım. Beni evde işe yarar hissettiren ve üzerimdeki tembelliği atan tek şey buydu. Oturduğum yerden yapabildiğim en uygun şey. Danışanlarımla görüşmelerim bittikten sonra kendi içimde çok kararsız kalsam da Doğan'ı görüntülü aradım. Daha ilk seferde açtı adam. Yüzündeki heyecanı ve kısık gözlerindeki, gülüşündeki ışıldamayı görebiliyordum. "Lâl, kızım!" "Merhaba." Aramıştım ama o an ne diyeceğimi pek bilemedim. Planlamamıştım söyleyeceklerimi. Aylardır neredeyse ilk defa yüz yüze gelmiştik. "Nasılsın?" "İyiyim, kızım. Aramanı beklemiyordum. Görünce öyle mutlu oldum ki..." Arka plana bakılırsa şirketteydi. Masasında oturuyordu. "Rahatsız etmiyorumdur umarım. İştesin galiba." "Yo, hayır. Gayet müsaitim." Biraz da Neşe ablanın bahsettiği kalp ağrılarından dolayı biraz merak etmiştim doğrusu. Onu aramaya beni iten en büyük etken bu olmuştu ama gördüğüm kadarıyla iyiydi. "Ben, öyle bir hâl hatır sorayım dedim." Aklıma yeni gelmiş gibi "Beyza nasıl?" diye sordum. Onu pek sevdiğim söylenemezdi ama bulunduğu durumdan dolayı da üzgündüm. "Aynı, bir değişiklik yok." Onun durumundan bahsederken yüzü karardı adamın. "Sağ olsun Ali çok ilgileniyor. Fizik tedavilerine falan götürüyor ama aynı yani. Bir gelişme yok." "Olacaktır. Sabırlı olmak lazım." "Doktorlar pek umut verici konuşmadılar, biliyorsun." Aramızda geçen kısa sessizliğin ardından zoraki de olsa yeniden gülümsedi adam. "Neyse, keyifsiz konuları konuşmayalım. Kırk yılın başında beni aramışsın, güzel şeylerden bahsedelim." Heyecanla "Nasılsın kızım? Bebek nasıl?" diye sordu. "Biz iyiyiz, her şey yolunda." "Hamilelik zor geçmiyor inşallah." "Şuan bir sorun yok. Ufak tefek şeylerde de Valent yanımda zaten. Her şey yolunda." "Doğuma ne kadar kaldı?" "Daha üç ay var." Karnıma dokundum. "Eğer erken gelmezse." Yine bir sessizlik aramıza girerken konuşmayı başlatan ben oldum. Belki çekiniyordur da söyleyemiyordur diye "Valent'le konuşmuşsunuz, doğum için gelmeyi düşünüyormuşsun." dedim. "Evet, öyle bir düşüncem var ama senin için sorun olursa-" "Yok, sorun olmaz." Çok istekli görünmemeye gayret ettim ama gelme der gibi de konuşmadım. "Yani gelebilirsin. Zaten taşınmadan önce de konuşmuştuk. İstediğin zaman buyur, gel." "Bilmem, belki de nezaketen söylemişsindir diye ben üstelemek istemedim. Ama gelmeyi çok isterim kızım. Bebeği de görmek isterim, seni de." Sanki kızmamdan çekinir gibi de olsa "Seni çok özledim." demeyi başardı. Ben de demedim. Çünkü özlememiştim ve mecbur kalmadıkça yalan söylemekten nefret ederdim. Bu yüzden kalbini kırmayacak başka bir yanıt türettim. "Tamam o zaman, müsait olduğunda bekliyoruz. Haber verirsin." "Tamam kızım. Aradığın için çok teşekkür ederim. Beni ne kadar mutlu ettin bilemezsin." Düz bir çizgi alan dudaklarımla nezaket içeren bir tebessüm sundum. "Hoşça kal." "Görüşürüz kızım." Telefonu kapattığımda garip bir biçimde iyi hissetmiştim. Doğan'la konuştuğum için mi yoksa iyi olduğunu öğrendiğim için mi bilmem ama daha iyiydim. Geçen zaman içinde çok şey değişmişti ama içimdeki çocuk Lâl'in öfkesine hedef olanlar değişmemişti. Artık belirgin bir biçimde kin gütmüyordum ama kalbimdeki mezarlığa gömmüştüm onları. Umay defalarca arasa da dönüş yapmadım. Çünkü onda Doğan'daki pişmanlığın yarısını bile görmüyordum. Samimi gemiyordu bana. Belki gerçekten pişmandı, üzgündü ama yüzüme karşı söylediği o sözleri ölsem de unutamazdım. Arem'le görüşüyordum sadece. Ne zaman arasa en az bir saat konuşuyorduk. Okulda yaptıklarından bahsediyordu, bazen de görüntülü görüşüyorduk. Kafa dengiydi, iyi anlaşıyorduk. Gün boyunca biraz sıkıldım doğrusu. Eğer sürpriz bir şekilde Pietro gelmeseydi sıkıntıdan patlayabilirdim. Nina ve Perhide'm mutfaktan çıkmaz olmuştu. Bana çeşit çeşit yemek yapmaktan bir hâl olmuşlardı. Sanki hepsini yiyebilecektim de. Yapmayın diyordum ama dinlemiyorlardı. Takmışlardı bir kere hamileliğimi kafaya. Ben yüz kilo olmadan durmayacaklardı. Pietro geldiğinde kendisini "Seni bana Allah gönderdi, Pietro!" diyerek karşılamamı beklemiyor olmalıydı. Gülerek "Hiçbir kadın beni bu kadar kapılarda karşılamamıştı." derken alaycı ve takılan bir ifadesi vardı. Zamanla Valent'in ailesiyle aile olduğumuzu hissedebiliyordum. Hani o uyuz Luigi'yi bilesevmeye başlayacağımı söyleselerdi hayatta inanmazdım. Ailenin uyuz abisi Luigi ve daha kafa dengi olan erkek kardeşi Pietro. Aramızdaki ilişki tam olarak böyleydi. Paola hala da hamileliğimden beri sık sık gelip gidiyordu. O da bir anne olmuştu bana sanki. Perhide'mle de iyi anlaşıyorlardı doğrusu. Onun bana verdiği sevgi değildi yalnızca. Valentino bana kocaman bir aile vermişti. İçimde taşıdığım dünyayı, bebeğimi büyük ve sevgi dolu bir aileyle çepeçevre sarmıştı. Pietro'nun onu mutlu karşılamama şaşkın bakışlarını oflayarak yanıtladım. "Burada o kadar sıkıldım ki anlatamam. Yürüyüşe çıkmak istedim ama bana eşlik edecek kimse yok." Kavalyem gibi kolunu uzatan adam, koluna girmemi beklerken gülümsedi. "Sen yeter ki iste." "Aaa gerçekten mi?" Hayretle ekledim. "İşin yok mu yani?" "Valent'in gelmesini bekleyecektim. Bana da hava almak iyi olur." Koluna girdiğimde sevecen bir ifadeyle "Hadi." dedi ve bahçeye çıktık. Bahçenin koruluğa açılan uzun yolunda yürürken "Aslında yardımına ihtiyacım var, Pietro." diyerek söze girdim aklıma gelen şeyle. Merakla kaşları çatıldı adamın. "Nedir?" "Biliyorsun, kızımızın adını Ada koymaya karar verdik. Ama ben istiyorum ki bir de İtalya'da kullanabileceği bir ismi olsun." "Evet, haberim var. Valent söylemişti. Çok güzel düşünmüşsün. Kültürümüze saygı göstermen gerçekten çok hoş." "İyi, hoş da işte tam bu noktada yardımına ihtiyacım var." Bana merakla bakan adama açıkladım. "Elimde bazı isim adayları var ama koyacağım bu isim Valent'in eski sevgililerinden birine ait olmamalı. Anlıyorsun değil mi?" Kaşları havalanan adam "Uuu..." derken oflamakla konuşmak arasında kaldı. "Sanırım bu endişelendiğin kadar zor bir seçim." Valent'in benden önce kırdığı cevizlerin çokluğunu hatırlayınca yeniden bir moralim bozulmadı değil. Ama konudan sapmadım. Bizim amacımız başkaydı. "Şimdi sen bana yardımcı olabilecek misin?" "Merak etme, ben bu zor konuda bile sana yardımcı olurum." Türkçe söylemeye gayret ederek "Gönder gelsin." dedi. Güldüm. Çokça Türkçe konuşuyordu ama bazen benim öğrettiğim kalıplaşmış cümleleri kullanırken böyle muzır bir ifade takındığında güldürüyordu beni. "Şimdi başlangıç olarak Liona var. Güçlü ve aslan kadar cesur demekmiş. Hoşuma gitti. Ne diyorsun?" Mahcup bir bakışın ardından kaşlarını kaldırdı. Dakika bir, cinayet bir. Valentino Efendi'nin ilk sevgilisini isabet ettirmişiz, belli. Öksürerek devam ettim. "Peki, devam edelim." Umutla kaşlarım havalandı. "Şey var mesela, Bianca? Beyaz, parlak demekmiş." Bu sefer duymazdan gelir gibi havaya baktı suçluluk duygusuyla. "Diğer seçeneklerimiz neler?" Yaklaşık yirmi dakika boyunca bir sürü isim adayı saydım, adamın boş geçtiği bir tane bile mi isim olmaz ya? Kafayı yiyecektim. En sonunda dayanamayıp "Yuh artık!" dedim. "Bütün İtalya'yı saydım burada. Bu ne ya? Bu ne biçim bir şey? Kümes horozu gibi!" Pietro ise çapkın olmasına rağmen bu işte bir kabahati olmadığını gösterircesine ben ne yapabilirim gibi bir ifade takınıp omuzlarını kaldırdı. İyiden iyiye sinirlenmiştim ama pes etmedim. Favorilerimden biri olan ismi söylemeden önce içimden dua ettim. Allah'ım ne olursun Valent'in o isimde bir eski sevgilisi olmasın. Ne olur. "Peki, şey nasıl? Liliana? Lilyum çiçeğinden türetilmiş. Hem kulağa hoş da geliyor. Ne diyorsun?" Çatılı kaşları gevşedi adamın. "Bak bu olabilir. Bu isim güvenli bölgede." Heyecanla "Gerçekten mi?" diye haykırdım. Hazır uygun ismi bulmuşken hiç nazlanmadım. "Tamam, ikinci ismi de Liliana olsun. Hem Lily diye kısaltırız biz onu. Estetik de görünür. Liliana Ada Riccardo. Ne kadar uyumlu değil mi?" Pietro da heyecanımı paylaşır gibi dingince gülümsedi. "Evet, gerçekten kızınızın adı çok güzel oldu." Kendimi gururlu hissediyordum. Hem İtalya'yı sıradan geçirmiş bir adamın talihsiz karısı olarak derin araştırmalarım sonucunda eski sevgilisinin taşımadığı bir isim bulmuştum hem de bu isim çok estetikti. Kendimi ne kadar gururlu hissetsem azdı. Artık huzura erebilirdim. Geriye bir tek Valent'in beğenmesi kalıyordu ki bence beğenmeme gibi bir lüksü yoktu. Onun çapkınlıkları yüzünden isim bulurken bu kadar zorlanmıştık. Beğenmek ve susup oturmaktan başka çaresi de seçeneği de yoktu. Aslında beğenmemesi için bir sebep de yoktu. Liliana çok güzel, anlamlı ve kulağa hoş gelen, estetik bir isimdi. İsim bulma konusunu da hallettiğimize göre rahat nefes alabilirdim. Pietro bana dönüp "Yorulduysan dönelim mi?" diye sorduğunda muhtemelen ayaklarıma kara sular indiğini hissetmişti. Muzır bir çocuk gibi aşağı yukarı salladım başımı. Gülerek koluma girmiş bir biçimde u dönüşü yaptı. Eve döndüğümde ayaklarım şişmişti. Kapıdan içeri girer girmez ayakabılarımı soymuştum. "Offf... Amma da yürümüşüz. Yemin ediyorum ayaklarım davula döndü!" Bunları söylerken elbette Valentino'nun eve gelmiş olduğunu ve salonun bir köşesinde bana azarlayıcı bakışlar attığını bilmiyordum. Pietro koltuklardan birine geçerken Valent'in bakışları bendeydi. "Ne konuşmuştuk seninle? Hani uzun yürüyüşler yoktu." "Ama bebek için en iyi egzersizlerden biri yürüyüş. Gerçekten bak. Hem doğumu da kolaylaştırıyormuş." Benim yavru kedi bakışıma karşı gardını indiren adam çenemi okşadı. "Doktor yürüyüşleri abarttığını söyledi, Lâl. Lütfen biraz daha temponu düşür." "Doktor evde sıkıntıdan nasıl patlamayacağımı da söylesin tam olsun!" Yumuşakça uyarıda bulunan adam vazgeçmedi. "Bak, üç ay daha sabret. Sadece üç ay. Sonra olimpiyatlara katılsan bile tek kelime etmeyeceğim. Yemin ederim." Ofladım sıkıntıyla. "Offf... Tamam, tamam. Şişe şişe patates çuvalına döndüm zaten. Yürüyüş yapmama bile izin vermiyorsunuz." Yaramazlık yapıp tek ayak üstünde durma cezası alan çocuk gibi söylene söylene salona geçerken aydınlanmış yüzümle adama döndüm. "Pietro'yla kızımın ikinci ismini bulduk!" Ellerimi neşeyle çırptım. Valent de en az benim kadar heyecanlı, benden bir parça daha meraklıydı. İsmi bilmediği ve hangi isme karar verdiğimi düşündüğü için benden bir sıfır geride bekliyordu. "Neye karar verdiniz?" Önce Pietro'ya döndü tüyo almak için ama o benim sözümden çıkmazdı. Ellerini havaya kaldırarak "Onu ancak Lâl söyleyebilir dostum. Zaten ismi bulana kadar canımız çıktı. Beni Lâl'le düşman etme, ne yaparsan yap." diye söylendi. Yeniden bana dönen adama elimle yaklaş işareti yaptım. O söyleyeceğim ismi beklerken bir melodi gibi dudaklarımdan döküldü isim. "Liliana." Duyduğu ismi kafasında tartan adama sordum. "Nasıl?" O herhangi bir yanıt vermeden önce kararına yardımcı olması açısından tam ismini de telaffuz ettim. "Liliana Ada Riccardo. Çok estetik değil mi?" Gülümsedim. "Marka gibi." Gözlerini kısan adam "Dünyanın en güzel melodisi gibi hissettiriyor." derken beni kollarına aldı. "Bunu sevdim." Tam romantik bir an yaşamamıza ramak kalmışken kollarından ayrıldım ve "Seversin tabii!" dedim hışımla. "Eşek seni! O ismi bulana kadar Pietro'yla göbeğimiz çatladı, göbeğimiz!" Verdiğim bu tepkiyle neye uğradığını şaşıran adam bön bön yüzüme bakıyordu. Mahalle karıları gibi ellerimi belime attım hesap sorarcasına. "Maşallah eski sevgililerinden geçilmiyor! Kim dedi sana bu kadar kadınla düşüp kalk diye? Ne bencil adamsın ya? Ben bugün kızıma isim bulamadım senin yüzünden, isim! Senin çapkınlıkların yüzünden isimsiz kalıyordu bizim kızımız!" "İyi de bizim kızımızın ismi vardı zaten. Ada koymuştuk-" "Sus! Sus, konuşma! Cinlerimi tepeme getirme benim!" Karnımı kapattım. "Sen duyma anneciğim bunları, sakın duyma sen. Babanın annenden önce kırdığı cevizleri hiç duyma, psikolojin bozulur maazallah." Kaşlarını çattı adam. "Ceviz kırmak mı?" Bazı mecazi kelimeleri hâlâ anlayamadığı oluyordu. "O ne demek?" "Yediğin nanelerden bahsediyorum!" "Nane yemedim ki. Ne diyorsun, anlamıyorum Lâl." Sesimi kısarak "Düşüp kalktığın kadınlardan bahsediyorum Valentino." diye açıkladım bastıra bastıra. "Kızımızın yanında konuşturma beni. Psikolojisi bozulacak sonra." Koltuğun üstüne oturdum ağlayarak. "Ya sen beni hiç sevmiyorsun Valentino." Hayretle bana dönen adam şok olmuş gibi bakıyordu. "O da ne demek Lâl? Ben senin için dünyayı yerinden oynatırım, bilmiyor musun? Nereden çıktı şimdi bu?" "Beni seviyor olsaydın o kadar kadınla olmazdın. Sevmiyorsun demek ki!" "İyi de bebeğim, o zamanlar sen benim hayatımda yoktun ki. Varlığından bile haberim yoktu." "Olabilir!" O an biraz saçmaladığımı anlamıştım ama geri de dönememiştim sözümden. "Ya inanamıyorum gerçekten." Pietro çıkan kaostan korkmuş olacak ki oturduğu koltuktan kalkmış, yengeç gibi yan yan yürüyerek kapıyı bulmaya çalışıyordu. "Ne diyor siz Türkler, size doyum olmaz. Ben gideyim artık." Pietro kaçıp gittikten sonra baş başa kalmıştık. Önümde diz çöken adam yaşlarla dolan gözlerimi sildi. "Bak, hormonların yüzünden olmadık şeyleri kafana takıp üzülüyorsun. Ama bilmen gereken tek şey var bebeğim, benim hayatımda değerli iki kız var." Gözlerim büyüdü. "Ha ikinci bir kadın olduğunu kabul ediyorsun yani! Yazıklar olsun sana!" Gözlerini devirerek güldü Valent. "Kızımızı kast ediyorum, Lâl." "Ha, o şekilde yani." "Aynen o şekilde." Omuz silktim hiçbir şey olmamış gibi. "E tamam o zaman. Sen öyle diyorsan." "Barıştık yani." "Küsmemiştim ki." "O zaman?" "Sadece arada bir anandan emdiğin sütü burnundan getirip bu evde patronun kim olduğunu hatırlatmak hoşuma gidiyor hepsi bu." Dudakları kıvrılan adam püsküllü bir belaymışım gibi bana bakarken -ki öyleydim- gülmekten kendini alıkoyamadı. Çöktüğü yerden kalkan adam "Pekâlâ, her şeyin düzelmesine sevindim." dedikten sonra merdivenlere doğru yürüdü ama sonunda benim seslenmem üzerine olduğu yerde duraksadı. "Hey, dur bakalım Valentino Efendi, nereye?" Soru dolu bakışlarla arkasına dönen adama öyle ucuz kurtulamayacağını anlatır gibi baktım. "Her şey düzeldi dediysek de tam olarak her şey demedik." Ona eskiden yaptığı çapkınlıkların bedelini ödetecektim. Kollarımı kavuşturdum. "Aşerdim ben. Git bana erik al." "Erik mi?" Hazırlıklı bir ifadeyle mutfağa yöneldi. "Mutfakta olacaktı." "Hayır, ondan istemiyorum ben. Papaz eriği istiyorum. Böyle sulu sulu. Her biri kafam kadar olanlardan. Kocaman." Gözleri kısıldı anlamazca. "Papaz eriği mi?" "Canım, papaza gitmen gerekmiyor merak etme. Adı papaz eriği sadece." Papaz eriği diye diye de canım çekmişti doğrusu. Böyle sulu sulu, mayhoş tadını hayal ettikçe ağzımın içi kamaşıyordu. Can çekişir gibi mırıldandım. "Şuan o papaz eriğini yemezsem ölürmüşüm gibi." "Saçmalama Lâl, ne ölmesi?" Dümdüz olan yüz ifadesi aniden acil durum alarmına geçti. "Ben şimdi gidip Montrel'e söylerim-" Gözlerimi belerttim. "Montrel'in çocuğu mu bu Valentino?" Hesap sorar gibi gözlerimi devirdim. "Montrel mi babası?" Başımı iki yana salladım. "Sen gidip bulmalısın. Babası olarak sana düşer bu. Öyle karnımı iki okşayıp kızına yalakalık yapmakla olmuyor o işler!" Kesin bir yüz ifadesiyle işaret parmağımı kapıya uzattım. "Git ve bizim için bul o papaz eriğini!" Kısa bir an duraksadıktan sonra "Tabii, tabii bulurum. Neden olmasın?" derken askıdaki ceketini aceleyle giyiyordu. "Ben kızım için her şeyi yaparım." O kapıdan çıkmadan önce yaptığım son şey "Can eriği değil yalnız! Papaz eriği! Dikkat edelim ona." olmuştu. O da unutmamak için "Tamam, papaz eriği, papaz eriği..." diye tekrarlayarak çıkıp gitmişti evden. Onu gönderdikten sonra koltuğa yayılıp keyfime bakarken güldüm. Mutfaktan başını çıkaran Perhide'm "E papaz eriği de vardı kızım mutfakta! Niye gönderdin adamı?" Omuz silktim umursamazca. "Boş ver. Biraz gezsin de aklı başına gelsin." Neşeyle güldüm. "Sen şu papaz eriklerinden bir tabak yıkayıp getirsene be." Karnımı okşadım. "Çok canım çekti." Gülerek başını iki yana sallayan kadın "Deli kız, deli!" diye söylenerek mutfağa geri girdi. Perhide'min gülüşüyle ben de gülmeye başlamıştım. Kim derdi ki koskoca Don Valentino Riccardo bu hâllere düşecek. İşte adamı böyle yaparlar. Omuz silktim. O da önüne gelenle düşüp kalkmasaydı. Biz kızımla kendisini böyle cezalandırmayı uygun görmüştük. Gülerek kapıya bakarken içimde bir şefkat duygusu uyandı. Kızı için her şeyi yapardı Valentino. Öyle mükemmel bir babaydı. Yıllar sonra kızımız büyüdüğünde bugünleri gülerek anacağımızı hatırlayıp arkama yaslandım. Valentino Riccardo ile Babalık Rehberi 101. Anne karnındaki kızınızın canı papaz eriği çekiyorsa gidip en güzelini alırsınız. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Öncelikle bölümümüzü Tatudask , Devilgirl99psycho , rabiaolgun1 , Kayazulbiye55 , alina1_02 , watpadd_kitabi0 , SiyahBlack007 , almeda3344 , mirdurmaz , fatma6767 , Wvweever , zozkarlikli , Elif59350 , Redfox002_ , Daisy_Amina01 , adelina2_09 , nisa9036 okurlarıma armağan ediyorum. 💝 Yeni bölüm hakkındaki duygu ve düşüncelerinizi merak ediyorum. Beni Instagram'dan takip edenler bilir, onlara 60-61. Bölüm gibi sizleri bir şeyler beklediğinden bahsetmiştim. O bölüm geldi çattı sayılır. Bakalım neler olacak? Tahminlerinizi buraya yazabilirsiniz. Hayalinizdeki Lâlentino ve bebiş sahnelerini buraya yazabilirsiniz. 😍 Bunu yazmayı ne çok beklemişim meğer. 🙊 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |