@buzlarkralicesi
|
-61- ❝Lâl❞ Güzel zamanlar su gibi geçer derlerdi de inanmazdım. Benim için en güzel zamanlar Valent'le yan yana, evli ve mutlu olduğum zamanlardı. Bir de bebeğimizi öğrendiğimiz andan itibaren tüm anlar. Hayat bu, zaman zaman tatsız sürprizleri olabilirdi ancak biz bir arada olduğumuz sürece bunun ne önemi vardı ki? Bebeğimizin benimle olduğu zamanların sonuna yaklaşıyorduk. Ne olduğunu anlamadan sekizinci aya gelmiştik bile. Valentino elinde olsa beni hiç yalnız bırakmak istemiyordu. İşleriyle ilgileniyor, şirkete ve gece kulübüne gidiyordu ama imkânı oldukça işlerini hep evden hâllediyordu. O gün yine bir aradaydık. Ben bahçedeki koltukta oturmuş güneşin keyfini çıkarırken köpeğimiz Max gelip başını karnıma koymuş yatıyordu. Çıplak karnımı yalayarak bebeğe sevgisini gösteren köpeğimizin başını sevgiyle okşadım. "Oy yerim ben seni! Sen kardeşin gelişini sabırsızlıkla mı bekliyorsun?" Koltuğun köşesindeki masada çalışan Valentino ise gülümseyerek bizi izliyordu. "Tek sabırsızlıkla bekleyen o değil." dedi kendini kast etmekte çekinmeden. Nina bir değişiklik yapıp süt yerine kendi sıktığı karışık meyve suyunu getirdiğinde hevesle elinden aldım. "Ohh, çok güzel görünüyor Nina, eline sağlık." "Rica ederim efendim." Yeniden baş başa kaldığımızda Max'in başını okşarken göz ucuyla çalışan Valent'e baktım. Mutlu görünüyordu. Hayatımızda eksilmeyen pürüzler olsa da eskisinden daha huzurluydu. Ve heyecanını hissetmemek mümkün değildi. İkimiz de kızımızın gelişini sabırsızlıkla bekliyorduk. Tabii Valent daha fazla. Her akşam olduğu gibi o akşam da Valent yatmaya hazırlanırken ben yatağın bana ait köşesine oturmuş, karnıma krem sürüyordum. Üstünü değiştirip arkasına dönen adam garip ve meraklı bir ifadeyle bana dönmüştü. "O sürdüğün şey de ne?" Ben de ilgiyle cevapladım. "Çatlaklara karşı krem. Hani karnım büyüdü ya, doğumdan sonra yeniden küçülünce böyle çatlaklar olmasın diye sürüyorum." İlginç bir şeye takılmışım gibi başını yana yatırarak bana baktıktan sonra eliyle gel işareti yaptı. Kremin kapağını kapatıp komodine bıraktım ve Valent'in bana açtığı kollarına giriverdim. Onun güvenli, sıcak kollarının arasında rahatladım. Ancak bu son zamanlarda taktığım şeyi düşünmeme engel olmadı. Çok kilo almıştım. Karnım kocaman olmuştu. Eğer bir dev doğurmayacaksam -ki bilgim dâhilinde doğurmuyordum- işim çok zordu. Yaramaz bir çocuğu yakalayan sorgulayıcı ifadesiyle "Öğle yemeği menünü bitirmemişsin." deyiverdi adam. Bunu benden yanıt bekler gibi söylemişti. "Yeterince şiştim bence Valentino, artık yediklerime dikkat etmenin zamanı geldi de geçiyor bile." Ayarlayıcı bir ifadeyle gözlerini devirdi adam. "Lâl, doktor kilonun gayet normal olduğunu söyledi. Kafana göre yediklerine kısıtlama getiremezsin." "Bütün dünyaları da yesem bu çocuk taş çatlasın 3 kilo doğacak farkındasın değil mi? Geri kalan kilolar benimle kalacak." "Duyan da yüz kilo aldın sanacak. Yapma böyle lütfen." Ben Valent'in aksine sezgisel değildim hamilelik boyunca. Biraz fazla tedbirliydim sanırım. Aman yediklerime dikkat edeyim, aman çatlaklar olmasın diye ne yapacağımı şaşırmıştım. Süreç boyunca Valent de beni garip bir yüz ifadesiyle izliyordu. Ona endişelerimin yersiz olmadığını nasıl anlatabilirdim ki? O bir erkekti, beni anlayamazdı. İçinden insan çıkacak olan bendim. Bu cümle kurulduğunda bile çok ürkütücü görünüyordu. Biraz doğrulup Valent'in kollarından ayrıldım. Yatakta kendime ait olan tarafa yaslanırken yüzüm ekşidi. "İyice ağırlaştım. Bel ağrılarım da zıvanadan çıktı zaten. Belli ki kilo aldığım için." Oturduğu yerden bana doğru uzanıp sırtımı kendine doğru çevirdi. "Demek benim karımın beli ağrıyor." Başımı ona çevirdiğimde kaşlarını kaldırdı. "O zaman gereken yapılmalı." Soru dolu gözlerle ona baktığım sırada sihir gibi elleri belimde gezindi. Parmakları ritmik bir biçimde her zerreme masaj yapıyordu. Onun dokunuşları öyle rahatlatıcıydı ki. Öyle düşünceliydi ki... Bu yaptığı şey hiçbir işe yaramasaydı da gönlümde taht kurmasına yeterdi. Sonra her gece yaptığımız gibi sohbet ederek gün değerlendirmesi yapmaya başladığımız sırada Valentino'nun bildiğine emin olduğum bir haber verdim. "Doğan bu ay işlerini ayarlayıp geleceğini söyledi." Nötr kaldım bunu söylerken. Benim tavrıma karşı o da olağan bir tavır takındı. "Güzel." Onun hayatımızdaki varlığına zoraki de olsa alışmıştık. Alışmıştım. Valent zaten en başından beri konuya uzak olmadığından, alışmak zorunda olan tek kişi bendim. Kısa bir an alt dudağımı ısırdım ve "Bir de şey var." dedim çekingen ifademle. Yanımdaki adama döndüm usulca. Merakla bana baktığı sırada söyleyiverdim. "Engin abim gelmek istiyormuş beni görmek için." İfadesiz yüzü sakindi. "Gelsin." dedi yalnızca. Anlayışlı görünüyordu bu konuda ama daha ilk andan birbirilerini sevmediklerini anlamıştım. Bu gizli bir şey değildi. Söylerken çekincem de bu yüzdendi. Onunla konuşurken bir filtre kullanmıyordum eskiye nazaran. Artık birbirimizin ruhunu okuduğumuzu biliyordum. Direkt kalbimden geçeni söyledim. "Birbirinizden pek hoşlanmadınız biliyorum ama-" "Benim onunla kişisel bir sorunum yok. O benden hoşlanmadı sadece." dedi sakince. Yüzündeki ifade de bu konuyu gereksiz yere büyütmediğini gösteriyordu. "Pek umursadığım bir durum değil. Sevgisini umursadığım tek kişi sen olduğuna göre..." Elini uzatıp parmaklarımı kavradı yumuşakça. "Senin için görmezden gelebilirim." Söyledikleri üzerine memnuniyetle tebessüm ederken dudaklarımdaki o gülümseme saniyeler sonra soldu. Bunu karşımdaki adamın bir milisaniye içinde anladığını bildiğimden, o sormadan açıkladım. "Wendy'yi düşünüyorum. Hiç aklımdan çıkmıyor." O trajediden sonra Luigi ve Wendy'nin tam anlamıyla toparlanamadığını gözlerimizle görüyorduk. Aralarının limoni olduğunun farkındaydım. Wendy sık sık yanıma geldiğinde bahsetmese de, eski Wendy gibi davranmak için kendini zorlasa da ben gözlerindeki kederi görebiliyordum. Onu anlıyordum. "Bebekten sonra pek toparlanamadılar." "Farkındayım." Başını salladı adam. "Kolay bir şey değil." Gerçekten de kolay bir şey değildi. Benim toparlanmam ne kadar zor, ne sancılı olmuştu. Ben toparlanana kadar taş üstünde taş kalmamıştı. Tam bunu düşündüğüm sırada bir sancının belli belirsiz varlığıyla yerimden kımıldadım. Yüzüm allak bullak bir hâl alırken o gün bugün değildir, değil mi diye sordum kendime. Nereden bileceksem. "Ne oldu?" Ben kendimi sakinleşmek için telkin ederken Valent meraklı ve endişeli sorularını sıralamaktan çekinmiyordu. "İyi misin?" Biraz hareket ettim. Sancı geçmeyince yüzümü buruşturdum. Az biraz da korkmuştum ama belli etmedim çünkü yanımda benden daha fazla korkacak biri vardı. Aklını başında tutması gereken kişiyle doğumu yapacak kişi maalesef aynı kişiydi. Bendim. "Lâl?" Sakin kalma gayretiyle "Bir şey yok, Valent." dedim sadece. Bunu çok inanarak söylememiştim çünkü henüz ne olduğunu ben de tam olarak anlamıyordum. Sadece önceki yalancı sancılardan biri olduğunu düşünüyordum. Karşımdaki adamı daha da endişelendirmemek için bir şeyler biliyormuş gibi her şey yolunda numarası çektim. "Sakin ol. Biraz sancı girdi." Yerinden doğrulan adam "Ne demek sancı girdi?" diye sorarken benimle aynı şeyi düşünüyor olmalıydı. O gün bugün müydü? Ama daha vardı. "Valentino, hamileyim ya ben. Çok doğal değil mi bu? Bebeğin hareket etmesi, tekme atması, sancı olması. Bunlar normal şeyler." Gözleri hafif irileşirken "Belki de geliyor." diye sordu pür dikkat bana bakarak. Sırtı dikleşmişti gerginlikle. O an bakıştık. Hiçbir şey bilmeyen iki kişi gibi bakıştık. Ne onun ne benim okuduğumuz kitaplardaki bilgiler anlamını yitirmiş gibi endişeliydik ve birbirimizi doldurmaya da meyilli görünüyorduk. "Olamaz mı? Zamanı sonuçta." Valent'in sabırsızlığına karşılık başımı hayır der gibi arkaya attım. "Yok, daha var. 1 ay var daha." "Ama bebek sekizinci ayda dünyaya gelebilecek kadar gelişmiş olur diyordu okuduğum kitap. Sekizinci ayda doğan çok bebek var. Gününde doğacak diye bir kural yok ki." "Gelseydi ben bilirdim." "Nereden bilirdin? Kaç kere doğum yaptın ki Lâl?" Onun söylediği ikna edici sözlerle birlikte artık ben de doğurmak üzere olabileceğime inanmaya başlamıştım. "Tanrım..." diye homurdanarak yerinden kalktı. Yeni bir sancı girdiğinde artık kıvranır gibi başımı öne eğdim. Az önceki söylediklerini doğrular hâlime bakınca endişesi artan adam hemen yerinden doğrulup bana da kalkmam için yardımcı oldu. "Kalk, kalk hadi gidiyoruz." Karşımdaki adamın son derece sakin ve işini bilen duruşunun arkasında ne denli bir panik olduğunu görmek benim için zor değildi. Belki de şuan ilk bebeği geliyordu ve o çıldırmamak için kendini zor tutuyordu. "Doğum çantasını nereye koymuştuk biz?" Hızlı bir göz gezdirmeyle "Hah, giyinme odasındaydı." diye kendi kendine konuşmaya başladı. Bana dönen adam yeniden güvenli bir biçimde beni yatağa oturttu. "Burada bekle, bebeğim." Giyinme odasından alelacele çantayı alan adam yeniden beni almak için yanıma geldi. Yatağın yanında duran adama gözlerimi devirdim. "Valentino, saçmalama." "Saçmalamıyorum, gayet mantıklıyım ben." Zaman kazanmak için biraz beklesem de sancılarım geçmemişti. Artık iyiden iyiye Valent'in söyledikleri mantıklı gelmeye başlamıştı. Ama yine de tam olarak ikna olamıyordum. Bu kadar basit olamazdı değil mi? Doğum ve sancıları hakkında bir düzine korkutucu hikâye dinlemiştim. Bu kadar kolay olacağına ihtimal vermediğim için inanamıyor olabilirdim. Ama belki de benim doğumum kolay geçiyordu, olamaz mıydı? Herkesin doğumu parmak izi gibi farklıydı belki de. Valent'i kalmamız konusunda ikna edemeyince ben doğum olabileceğine dair ikna olmuştum sonunda. "Gerçekten geliyor olabilir mi acaba ya?" Endişem ses tonumdan okunuyordu. "Daha hazırlığımız bitmemişti." dedim korkuyla. Kızımız gelmeden önce her şey hazır olsun istemiştim. "Sipariş ettiğimiz yatağı yanlış gelmişti, geri gönderdik. Yenisinin gelmesi en az 1 hafta sürer." "Bebek geliyor ve düşündüğün ilk şey yatağı mı Lâl?" "E tabii ki o! Ya ne olacaktı? Nerede yatacak bebek?" "Kucağımda yatar." Bitmek bilmeyen çözümlerine bir yenisini daha ekledi. "Aramızda yatar." Heyecanla iç geçirdi beni aşağı indirirken. "Sağlıkla gelsin de." Merdivenlerin oradayken bana döndü. "Seni kucağıma almamı ister misin?" "Yok daha neler!" O kadar kötü durumda değildim. Adam da bunun farkında olduğu için üstelemedi. Aşağı indiğimizde bizi mutfaktan çıkan Perhide'min meraklı bakışları karşıladı. "Hayırdır çocuklar?" Sakinliğini korumaya çalışan adam heyecanla "Biz hastaneye gidiyoruz. Bebek geliyor galiba." "Bebek mi geliyor?" Bana şöyle bir bakan kadın durumu garipser gibi tepki verdi. Bakışları yüzüme döndüğünde sorgu memuru gibiydi. "Nişan geldi mi nişan?" Adamla ikimiz de birbirimize baktık. Genelde konuya Fransız kalan Valentino olurdu böyle durumlarda ama bu kez ben de hiçbir şey anlamamıştım. "Nişan mı? O da ne?" diye sormakla yetindim. Benim bildiğim tek nişan, evlenmeden önce yapılan nişandı. Ama Perhide'min bunu kast etmediği açıktı. Hiçbir şey anlamadığımı fark eden kadın gözlerini devirip yeni bir soru sordu. "Suyun falan geldi mi peki?" Ha, bunu biraz biliyordum. O yüzden başımı iki yana salladım güvenli bölgedeki bir soruyu yanıtlar gibi. "Henüz bir şey gelmedi ama..." "O zaman var daha. Gidin yatın." Valentino ise o an sanki yüz yıllık jinekolog gibi araya girdi. "Olur mu öyle şey? Sancıdan kıvranıyor kaç dakikadır. Takip ettim ben, doğum sancısı gibiydi." Perhide'min söylediklerini kitaptan okuduğu bilgilere hakaret olarak alınır gibi bakıyordu. "Yalancı sancıdır o." Perhide'm ne söylerse söylesin Valentino ikna olmuyordu. "Bebeğimin bu konuda yalan söyleyeceğini sanmıyorum." O sırada yeni bir sancı beni yoklayınca adam istediği cevabı almış gibi harekete geçti. "Yok, bu böyle olmayacak. Hadi, doktora gidiyoruz." Beklenmedik bir biçimde beni kucakladı. Hâlbuki ne dayanılmaz bir ağrım vardı ne de büyük bir sancım. "Ay dur Valentino, ne yapıyorsun?" Ben yetmiyormuşum gibi "Gidin de görün gününüzü! Büyük sözü dinlemeyin siz sakın!" diyerek arkamızdan söylenen Perhide'mi de geride bırakıp elimizde doğum çantası, alelacele doktora gittik. Ve bilin bakalım ne oldu? Elimiz boş döndük. Biz iki deli, elimizde doğum çantasıyla salak salak doktorun yanından çıktığımızda büyükler boşuna demiyor işte bunlar hep tecrübe diye geçirdim içimden. Doktor her santimetremi muayene edene kadar rahat bırakmayan Valent, en sonunda bunun yalancı sancı olduğunu, doğuma daha zaman olduğunu bizzat doktorun ağzından duyduğunda rahatlamış görünüyordu. Yeniden eve döndüğümüzde salona adım attım ve "Bak gördün mü? Perhide Sultan haklı çıktı." dedim. "Senin kız bizi kandırdı." Hani senin kızın bu konularda yalan söylemezdi, gör işte böyle gününü Valentino Efendi. Arkamdan düşünceli bir biçimde ensesini kaşıyarak gelen adamsa kafası karışmış gibi görünüyordu. Oysa beni hastaneye sürüklerken ne yaptığını gayet iyi bilen bir profesyonel gibiydi. "Nereden bilebilirim ki? Geliyor gibi hissetmiştim." "Onu benim hissetmem gerekiyor akıllım. Perhide'm dalga geçecek şimdi bizimle." Etrafa bakındığımda kadından eser yoktu. Belli ki çoktan uyumuştu. Tabii, doğum olmadığını adı gibi bildiği için rahatça mabadını devirip uyumuştu kadın ne yapsın? Bir de biz iki delinin yollarını mı gözlesin? Gerçek bir Queen. Onun havası şimdi kimsede yoktur. Sabah kahvaltıda e kucağınıza vermemişler bebeği şakası yapmazdı umarım. Çok rezil bir durumdu çünkü. Çok şükür ertesi gün Perhide'm bizimle o kadar da dalga geçmedi. Sadece alaycı bakışlarıyla biz iki toy cahile haddini bildirir gibi baktı ve cool bir edayla kahvaltısını hazırlamaya gitti. Bense hâlâ nasıl olmuştu da Valent'in babalık heyecanına yenilip kendimi böyle gülünç bir duruma soktuğumu düşünüyordum. Yahu, bir anne bebeğinin gelip gelmediğini anlamaz mıydı? Benim annelik hormonlarım mı eksikti? Tabii doktor her ne kadar zaman var dese de bu Valent'i durduracak gibi görünmüyordu. Kahvaltıdan sonra onu işe uğurlamak için kapıya çıktığımda bana döndü. Tam çıkarken "Lütfen gerekmedikçe evden çıkma olur mu? Ne istersen Montrel'e söyle, halleder." dedi ciddi ciddi. Ben soru dolu bakışlarımı üzerine diktiğimde açıkladı. "Biliyorsun, doğum yaklaştı. Bir terslik olmasından endişe ediyorum." Alay eder gibi güldüm. "Daha dün doktor zaman var dedi Valentino, abartmasan mı acaba?" Ben ne dersem diyeyim sabit fikirli kocama kâr etmeyeceğini anlamıştım. "Olsun, sen yine de çoğunlukla evde vakit geçir. Burada güvendesin. Aklım kalmasın." Onaylayarak başımı salladım yanağını okşarken. "Tamam, merak etme. Hiçbir yere çıkmıyorum." Alaycılığımla sordum. "Bahçeye çıkmama izin var mı?" Başını iki yana sallarken yargılar gibi bana bakan adam "Komik değil." yanıtını verdi ve işaret parmağıyla burnuma dokunup kapıdan çıktı. O gittikten sonra salona geçip televizyonu açtım. Aslında onun da endişelerini anlıyordum. İlk bebeğiydi. Doğum denen şeyin risklerinden haberi vardı. Sokakta, dışarıda doğum sancım tutarsa güvende olmayacağımı düşünüyordu. Belki de kısmen haklıydı. Ve en önemlisi, düşmanları olan önemli bir adamdı. Her ne kadar evden bir ordu dolusu adamla çıkıyor olsam da bu asla onu rahatlatacak bir durum değildi. Bu yüzden onu anlıyordum. Saat başı aramalarına, fazlasıyla üstüme titremelerine, doğuma kadar süren tatlı yasaklarına göz yumuyordum. Yoksa bana istemediğim bir şeyi yaptıramayacağının o da farkındaydı. Ancak endişelerimiz birbirine benziyordu. Bizi bizden başka kim anlayabilirdi ki? Biraz televizyon izledikten sonra saate baktım. Henüz erken olmasına rağmen mutfaktaki hazırlıkları kontrol etmeye gittim. Her şey yolunda görünüyordu. Nina ve Perhide'm harıl harıl çalışıyordu. Bu akşam uzun zamandan sonra Dmitri ve Irina bize yemeğe geleceği için biraz fazla özenmiştim. Haftalar önce yaptığımız bir plandı ve her şey mükemmel olsun istiyordum. Akşam yemeği tam da istediğim gibiydi. Masa eksiksizdi. Valentino eve erken gelmişti ve ondan kısa süre sonra da Dmitri ile Irina geldi. Masaya oturduk. Keyifli sohbetler eşliğinde yemeklerimizi yemeye başladık. Irina "Ne çok özlemişim seni." dedi. Ben de gülümsedim. Duygularımız aynıydı. Irina tatlı bir kadındı ve tanıştığımız ilk andan beri iyi anlaşıyorduk. Keşke daha sık görüşebilseydik ancak Valentino Dmitri'yi Kanada'dan sonra Polonya'da görevlendirdiği için neredeyse ayda yılda bir görüşebiliyorduk. "İnan bana ben de çok özledim Irinacığım." Karnıma baktı sevimli bir ifadeyle. "İyice büyümüş. Doğum yakın görünüyor." Dün geceki sahte doğum maceramızı hatırlayıp kısa bir göz devirmesinden sonra güldüm. "Evet, bir ay kaldı." Valentino ise her zamanki o panik atak hâlini saklayan sakinliğiyle "Sürpriz yapmazsa eğer." diye ekledi. "İsmi konusunda ne karar verdiniz?" Irina'nın sorusu üzerine Valent'le kısa bir bakışma sonrası hevesle söze girdim. "İki isim olsun dedik. Biri İtalyan, biri Türk ismi." Dmitri ve Irina ilgiyle dinlerken heyecanla açıkladım bebeğimizin ismini. "Liliana Ada olacak." Valentino "Ben çok sevdim." dedi benimle aynı heyecanı paylaşırken. İlk söylediğimde de çok beğenmişti kızımızın adını. Masadakilerin fikrini merak ederken Dmitri "Gerçekten çok güzel." diyerek karşıladı bebeğimizin ismini. "Özellikle iki ismi olması. İyi düşünmüşsünüz." Irina da beğenisini gizlemeyen bir ifadeyle ekledi. "Melodik bir isim. Hem soyadıyla da uyumlu." Durup düşündü yeniden. Sanki isimleri kafasında tekrar ediyor gibi kıstı gözlerini. "Çok estetik. Sevdim ben." Heyecanıma eşlik eden arkadaşlarımızın beğenisiyle mutlu olmuştum ve "Evet." diyerek karşılık verdim. "Liliana Ada Riccardo." diye tekrarladım. "Uyumlu olsun diye çok aradım, çok düşündüm." O beyin fırtınası yaptığımız gün aklıma geldiğinde gülerek ekledim. "Pietro bile çok yardım etti." Ki Pietro'nun çocuklarla ve bebeklerle alakası olmayan biri olduğunu bu masadaki herkes biliyordu. Bu yüzden gülüşüme karşılık verdiler. "Valent'le birlikte karar verdik. Ada ismini o önermişti bana." "Evet, zevkli bir seçim oldu." İç geçirdi Valentino. "Kızımızın ismi çok güzel oldu. Tıpkı kendisi gibi." Dmitri dudakları kıvrılırken "Seni böyle heyecanlı ve mutlu görmek ne güzel, Valentino." demekten kendini alıkoyamamış gibi görünüyordu. Irina "Tabii heyecanlanacak, ilk defa bebekleri oluyor." diyerek Valent'in tepkisinin ne kadar normal olduğunu savundu. "Dürüst olmam gerekirse evet, ben de bebek istiyor olmama rağmen bu kadar heyecanlanacağımı düşünmemiştim. Mutlu olacağımı biliyordum ama... Bu kadarı bana bile sürpriz oldu." Sevdiğim adamın masadaki bakışlarıyla buluştuğunda gülen gözlerim ona şefkatini en derininden sundu. İkimizin de hasret olduğu bir şeydi aslında bu. Mutlu bir aile. Çünkü ikimiz de kırık dökük ailelerde büyümüş iki yalnız çocuktuk. Şimdi hayal ettiğimiz o aileyi kurmaya o kadar yakındık ki. Heyecanlanması çok normaldi. Kızı olacak diye içi içine sığmayan Valent'in heyecanı herkes tarafından biliniyordu. Dmitri ve Irina da ilk defa onu bir konuda böylesine heyecanlı buldukları için neşeyle gülüyorlardı. Masamız mutlu gülüşmeler ve şakımalarla daha da anlam kazanmıştı. Misafirlerimiz gittikten sonra Valentino gecikmememi söyleyip yukarı çıktı. Ben de tam masa toplanırken yukarı çıkacaktım ki telefonum çaldı. Arayan Wendy'ydi. Telefonu açtığımda sesinden anlamıştım kötü olduğunu. Zaten nasıl anlamazdım ki? Biz birbirimizi çok iyi tanırdık. "Senin sesin neden kötü geliyor?" "Dün gece uyumadım. Bütün gece düşündüm." Bir süre sessiz kaldığında bu sessizliğin hayra âlâmet olmadığını hissetmiştim. Ve öyle de oldu. Hislerimi haklı çıkarır gibi patlattı bombayı Wendy. "Ve bir karar verdim." "Neymiş o?" "Boşanmak ikimiz için de en doğrusu." "Ne?" Donup kaldım. "Sen ciddi misin?" Bu kadar erken olacağını düşünmemiştim. Evleneli ne kadar olmuştu ki? Bu bana çok ani bir karar gibi gelmişti. Elbette ona doğrudan söylemedim bunu. Şuan çok hassas ve alıngan bir dönemindeydi ve haklıydı. Bebeğinin kaybından sonra yeni yeni toparlanmaya çalışıyordu. Bu öyle hemen geçebilecek bir şey değildi. Belki de izlerini sonsuza dek taşımak zorunda olduğumuz bir şeydi. Wendy'nin canı yanıyordu. Onu bu dünyada en iyi ben anlardım. Ben de aynı acının zehrini tatmıştım. Kalbime zerk eden o zehrin en derin çukurunda boğulduğum günleri nasıl unutabilirdim ki? Aramızdaki sessizliğin ardından titreyen sesini toparlayan Wendy "Böylece ikimiz de daha fazla yıpranmamış oluruz." demekle yetindi. Sesi bir kedinin miyavlaması kadar cansız çıkıyordu. "Ne diyorsun sen Wendy? Daha yeni evlendiniz sayılır." Sert çıkışmamaya çalışarak sesimi kıstım. "Bak, böyle şeyler aceleye gelmez. İyi düşündün mü?" "Düşündüm. Belki de bazı şeyleri zorlamamak gerekiyor." "Neden böyle düşünüyorsun anlamıyorum Wendy." "Birbirimize dürüst olalım Lâl. Luigi benimle bebek için evlendi. Hamile kalmasaydım evlenir miydi?" "Wendy, Luigi seni seviyordu. Bebekten önce de seviyordu. Bunu bilmiyor musun?" "Sevmek yetmiyor Lâl. Eğer bebek olmasaydı Luigi bu kararı böyle kolayca verebilir miydi? Sürekli gelgitleri olan, kültürlerimizden dolayı farklı olduğumuzu düşünen Luigi'den bahsediyorum. Objektif ol ve düşün. Hamile olmasaydım bana evlenme teklifi eder miydi?" "Wendy, Luigi seni hep seviyordu. Yıllarca aranızdaki bu sevgi, aşk bitmedi. Sadece bir bebekle olacak iş değil bunlar." Omuz silktim dürüstçe eklerken. "Tamam, bebek bunları biraz hızlandırmış olabilir. Ama o olmasaydı da sonucunda ilişkiniz ciddi bir boyut kazanacaktı. Bebek bunu sadece biraz öne çekti." "Yanılıyorsun, Lâl. Luigi beni seviyor olabilir ama hiçbir zaman bizi aynı evde düşündüğünü sanmıyorum." İç geçirerek konuya noktayı koymuş gibi konuştu. "Sanırım dayım haklıydı. Farklılıklar ilişkiyi, evliliği yıpratan ciddi engellerdi ve biz evliliği çocuk oyuncağı sandık." Şuan ne dersem diyeyim onun fikrini değiştiremeyeceğimi biliyordum. Bu yüzden yalnızca "Luigi'nin haberi var mı?" diye sordum. "Henüz yok. Sen de Valent'e söylemezsen iyi olur. Benden duysun isterim." "Tabii söylemem ama..." Kısa bir nefes arasından sonra yumuşak bir giriş yaptım. "Bence hemen açma konuyu Wendy. Biraz daha düşün." Savunmaya geçmesinden korkarak hemen ekledim. "Bak, seni bu dünyada en iyi ben anlarım. Ben de yaşadım bunları, biliyorsun. İçinde yaşadığın buhranı anlayabiliyorum ama bunlar geçici." "Beni anladığını biliyorum, canım arkadaşım benim. Ama senle ben aynı değiliz. Valentino her zaman sizin ilişkinize sahip çıkan taraf oldu. Hep fedakârlık yapan, alttan alan, seni her hâlinle seven taraftı o. Sen anlık sinirlerle çekip giderken hep peşinden geldi, ilişkinizi kurtarmaya çalıştı. Gerçek sevgi böyle bir şeydir çünkü. Onsuz yapamazsın. Gururunun bile önemi kalmaz. Ama ben şuan kapıyı çekip çıksam Luigi peşimden gelmez. Çünkü onun için varlığımla yokluğum bir. O 2 senede olduğu gibi yine yalnız yaşamanın bir yolunu bulur. Onun için sorun olmaz bile bu." "Wendy, sence de biraz haksızlık etmiyor musun ona? Birbirinize biraz zaman verseniz olmaz mı? Bu kadarını hak etmedi mi ilişkiniz? En azından biraz düşünsen, öyle karar versen..." "Düşünecek bir şey kalmadı ki Lâl. Biz bittik. Sanırım bizim için en doğrusu bu. Birbirimize saygımızı kaybetmeden bitirmek." Sesi daha duygusal bir tınıya kapılıp gittiğinde belli belirsiz "Neyse, sonra görüşürüz." dedi ve kapattı. Bir süre salonda öylece durup üzgünce düşündükten sonra Perhide'min gelip endişeyle "Yavrum, iyi misin?" sorması üzerine kendime geldim. "Kilitlendin kaldın öyle kaç zaman." "İyiyim sultanım, iyiyim." Onu daha da endişelendirmemek için açıkladım. "Wendy'yle konuşuyorduk da ona canım sıkıldı." "O kızcağızımın da bir yüzü gülmedi be yavrum. Rabbim tez zamanda onlara yeni bebekler versin inşallah." "Sanmıyorum, Perhide'm." Soru dolu yüzüme baktığında boşanma konusunu açacak gibi oldum ama söylemedim. Valent'in kulağına gider diye çekindim. Öylece geçiştirdim. "Neyse, ben Valent'i daha fazla bekletmeyeyim. İyi geceler size. Çok oyalanmayın siz de dinlenin." Yukarı çıktığımda kafamın içi davul gibiydi. Odaya girdiğimde ise yatakta oturur vaziyette duran adamın gözünden kaçmamıştı tabii mahkeme duvarı gibi suratım. Hangi gün anlamamıştı ki zaten? "Uzun süre gelmeyince seni merak ettim." Cevap vermediğimi gören adamın merakı daha da arttı. "Lâl." Boş bakışlarım onu bulduğunda kaşları çatıldı. "Ne oldu? Yüzün düşmüş. Kötü bir haber mi aldın?" Wendy'ye söz verdiğim gibi elbette ona hiçbir şey söylemeyecektim. "Yok. Wendy'yle konuşuyorduk." Elimle geçiştirdim keyifsizce. "Her zamanki şeyler." Yatağa oturduğumda yanıma sokuldu adam. Elleri saçlarımda gezinmeye başladı. "Arkadaşın için üzgün olduğunun farkındayım. Ama her şey düzelecektir. Bu kadar üzülme." Wendy'nin sesinden ve söylediklerinden sonra artık eskisi kadar umutlu olmasam da "Umarım." diyebilmeyi başardım. Yanımdaki adam başını boynuma yaslarken sağ eli karnıma gitti. "Bugün çok yoruldun. Dinlenmelisin." Başımla onayladıktan sonra hemen ekledim. "Olsun canım, tatlı yorgunluklar. Sonuçta kaç kere Dmitri ve Irina geliyor ki? Ayda yılda bir." Çok sık gelmemelerine rağmen ben Irina'yı seviyordum. İyi anlaşıyorduk. Hoşnut bir tebessümle dudakları kıvrılan adam "Dostarımı dostun gibi benimsemen çok hoşuma gidiyor." diye mırıldandı. Bense sahte bir had bildirme edasıyla "Onlar benim de dostlarım Valentino Riccardo." dedim. "Hepsini kendi tekeline alamazsın." Güldü. Elleriyle kucakladığı bedenimi yatar pozisyona gelmem için yönlendirdi. Bense yorgunlukla yatağa uzanırken başımı göğsüne yasladım. Valent ise uzanıp ışığı kapatmıştı. Eli yeniden karnıma kapanan adam düşünceli bir edayla iç geçirdi. "Onu merak ediyorum." Karnımı okşuyordu. "Gelmesi için sabırsızlanıyorum." Duraksadı. "Acaba o da hissediyor mudur?" "Neyi?" "Babasının onu sabırsızlıkla beklediğini." Memnuniyetle gülümsedim. Gözlerim yeni yeni karanlığa alışırken usulca kocamın yüzüne bakıp yeniden başımı ait olduğu yere koydum. Valent'in bana, bebeğine, ailesine bu kadar bağlı olması ancak memnun olabileceğim bir şeydi. Çünkü bana yıllarca hayal ettiğim, özlemini hissettiğim şeyi yaşatıyordu. "Merak etme, bebekler her şeyi hisseder. Hele babasının onu bu kadar sabırsızlıkla beklediğini hissetmemesi mümkün değil." Başım göğsüne yaslı biçimde bebek hakkında konuşurken gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı. Çok geçmeden uykunun tatlı kollarına bıraktım kendimi. Gözlerimi araladığımda gecenin bir yarısıydı ve Valent'in hışımla yatakta sıçraması üzerine uyanmıştım. Usulca yerimden doğruldum gözlerimi ovalayarak. "Valentino, iyi misin?" Alnı boncuk boncuk terlemişti. Yutkundu. "İyiyim bebeğim, merak etme."Nefesini düzene soktu. Zoraki bir gülümsemeyle koluma dokundu. "Basit bir kâbustu. Her şey yolunda." Endişeyle elini tuttum. "Anlatmak ister misin?" Pek istekli görünmüyordu. Uzanıp alnını sildim, yanaklarını şefkatle okşadım. "Birbirimizden bir şey saklamayacağımıza söz vermiştik." "Önemli değil, Lâl. Gerçekten." Üstelemedim ama bir şeylerin onu rahatsız ettiğinin farkındaydım. ❝Valentino❞ Gecenin tekinsiz karanlığında, puslu bir yolda bir arabanın yolunu şaşırdığını, kontrolünü kaybedip pusların arasında taklalar attığını gördüm. Uçuruma yuvarlanan arabanın içindekiyse kanlar içinde Lâl'di. Sıçrayarak uyandım. Lâl ise yanımda mışıl mışıl uyuyordu. Kâbusmuş. Neyse ki. Benim uyanmamın ardından o da gözlerini aralamış bana bakıyordu. "Valentino, iyi misin?" Benim için endişelenmişe benziyordu. Hâlâ gördüğüm kâbusun etkisinden kurtulamamışken "İyiyim bebeğim, merak etme." diye mırıldandım nefes nefese. Onu yanımda sağlıklı görünce biraz sakinledim. Gülümsemeye çalıştım. "Basit bir kâbustu. Her şey yolunda." Ben öyle hissetmiyordum. Lâl'e bir şey olması ihtimali bile kalbimin hızla atmasına sebep oluyordu. O tehlikedeydi. Benimleyken her an tehlikedeydi. Ben onu her şartta ve durumda koruyordum ama bu korkmama engel değildi. Artık sorumluluklarım artmıştı. Korumam gereken tek kişi Lâl değildi. Bebeğimiz oluyordu. Bir ailem oluyordu. Sonunda istediğim o kusursuz aileyi sevdiğim kadın bana veriyordu. Çok mutluydum. Ama korkuyordum. Çok korkuyordum. Onu koruyamayacağım için korkuyordum. Her şeye sahip olan insanların korkacak daha çok şeyi vardır. Benim de öyle. Fanucci ve Castelli ailesiyle hâlâ bir barış sağlanamamıştı. Barış sağlamak istediğim de yoktu. Onlarla savaşırdım. Ama bu sebepten aileme bir şey olması ihtimali bile tüylerimi diken diken ediyordu. Elimi tuttu Lâl. "Anlatmak ister misin?" Sıcacık eliyle üzerimdeki şefkatini hissedebiliyordum. Ona da anlatıp etkilemek istemiyordum. Hamileydi. Doğuma az kalmıştı. Doğumu tetikleyebilirdi. Alnımda ve yanağımda gezinen ellerinden sonra "Birbirimizden bir şey saklamayacağımıza söz vermiştik." dedi. Ondan hiçbir şey gizlemezdim. Ama üzmek de istemezdim. Saçma sapan endişelerimle onu da bu dönemde korkutmak istemiyordum. "Önemli değil, Lâl. Gerçekten." Yanağını okşadım ve avuç içini öptüm. "Basit bir kâbus, önemi yok. Hadi yatalım." Başını yan yatırıp sözümü dinledi ve benim ardımdan yerine uzandı yeniden. Bu kez elimi tuttu ve yanağıma bir öpücük kondurdu. "Kâbus görüp korkarsan bana sarılabilirsin. Kâbusundaki canavarları döverim ben. Hemen kurtarırım seni." Onun sözü üzerine dudaklarım kıvrılarak güldüm. "Ondan şüphem yok." Çenemi onun başına yaslayarak huzurla uyudum. Bir daha o kâbusu görmemeyi diledim. ❝Lâl❞ Sabah uyandığımda Valentino her zamanki gibi çoktan uyanmış, banyoya girmişti. Her öğleden sonra yaptığım gibi bahçeye inip yoga yapmaya karar verdim. Sadece bu kez biraz erkene almıştım bu etkinliğimi. Normalde Valent gittikten sonra yapardım ama bu kez öyle yapmadım. Kahvaltı hazırdı ama tek başıma yemek istemedim. Valent'in de süslenmesi bitmediği için yogayı erkene almak istedim. Kahvaltıyı çoktan hazırlayan Perhide'm ise Nina eşliğinde yine mutfakta hummalı hazırlıklar içindeydi. Akşama Engin abim geliyordu ya, Perhide Sultan durmazdı şimdi, yine kıymetlisinin en sevdiği yemekleri hazırlıyor olmalıydı. Hazır ve nazır biçimde bahçeye inip yoga yapmaya başladım. Aradan on dakika ya geçti ya geçmedi, bahçeye ilerleyen adımlardan ve kokusundan Valent'in geldiğini hissettim ama o konuşana dek arkama dönme zahmetinde bulunmadım. Beni izlemesine izin verdim. Kısa süre sonra hayret ve merakla karışık "Ne yapıyorsun sen burada?" diye soran adama döndü bakışlarım. Gerçekten kaşları havalanmış, beni azarlamaya hazır gibi görünüyordu. "Yoga yapıyorum Valentino, ne yapıyor gibi görünüyorum?" "Hamilelerin yoga yapması doğru mu?" Bu konuda bilgisi olmadığı açık adama bilmiş bilmiş baktım ve "Hamilelikte yoga çok faydalıdır. Hem doğumu da kolaylaştırdığı söyleniyor." diye açıkladıktan sonra güldüm. "Merak etme, bir şey olmaz." "Eminsin değil mi? Bana çok sağlıklı hareketler gibi gelmedi bunlar." Bazı esnek hareketleri görünce endişelenmesine nedense hiç şaşırmadım çünkü hamile kaldığımdan beri vücudunun yüzde yetmişi su değil panik olmuştu adamın. "Eminim hayatım, sen bana güven." Beni endişeyle izleyen adamın gözleri bendeyken rahat davranmam mümkün değildi. O yüzden bugünlük erken bitirdim. Yoga bittiğinde yerimden kalkmaya çalışırken adam atik bir biçimde koluma girip yardım etti. "Hadi kahvaltıya geçelim, kurt gibi açım ben." "Neden beni bekledin ki? Başlasaydın sen." "A yok, aile reisimiz gelmeden olmaz." Güldüm tıpkı onun da bu söze güldüğü gibi. Daha ciddi bir ses tonuyla "Ailemle birlikte kahvaltı etmek istedim." diyerek bana ait olan yere Valent'in yardımıyla oturdum. O ise beni yerime oturttuktan sonra masada karşımdaki yerine kuruldu. Kahvaltıda oradan buradan konuştuk. Keyifli bir kahvaltı olmuştu. Valentino'yu şirkete gitmek üzere kapının önünde yolcu ederken ceketinin yakalarını silkeleyerek söze girdim. "Şey, bu akşam Engin abim yemeğe gelecek. Biraz erken gelebilirsin umarım." Hafif çekingen bir biçimde söylemiştim bunu. Valentino ve abimin pek yıldızlarının barışmadığının farkındaydım ve bu durum aralarını biraz gerecekmiş gibi çekiniyordum. Valentino ise sıradan bir şeymiş gibi geçiştirdi. "Merak etme, aklımda." Dudaklarına bir öpücük bırakmadan önce "Teşekkür ederim hayatım." dedim. Aynı şekilde dudaklarımdan bir öpücük çaldıktan sonra başını boynuma yaslayıp kokumu içine çeken adam "Gün içinde kendini yormuyorsun." diye mırıldandı uyarırcasına. Başımla onayladım. Valentino gittikten sonra bir süre günümün planını kurdum. Online olarak görüşeceğim iki danışanım vardı bugün. Esasında oturduğum yerden işlerimle ilgilenmek benim de kafamı meşgul ediyordu. Çalışmaya alışkın biri olarak evde boş boş oturmak çok sıkıcıydı bana göre. Valent'in deyimiyle sürekli yaramazlık yapıyordum, kendimi yoruyordum. Bu sebeple şu anki hâlim Valent için daha makbuldü. Danışanlarından biriyle olan görüşmem tamamlandıktan sonra ikinci danışanımın saatine kadar uzunca bir sürem vardı. O süreyi Kerem'i arayıp yoklamakla değerlendirmek istedim. Benim suçüstü gibi aramalarıma alışkın olan Kerem, bekletmeden ilk çalışta açtı görüntülü aramamı. "Orta Doğu ve Balkanlar'ın en harika ablası nasılmış bakalım?" Dikkatle yüzüme baktı. "Sen gün geçtikçe daha mı güzelleşiyorsun böyle?" Onu karşımda görür görmez mutlu oldum ama yüzüm düşmeden önce "Zayıflamışsın. Niye?" diye sorguya çektim. "İyi beslenmiyor musun?" "Besleniyorum ablacığım, beslenmez miyim hiç? Ama kas yapmaya karar verdim, sporcu diyetiyle besleniyorum." Boşta kalan kol kasını sıkarak bana göstermeye çalıştı. "Bizim de Valentino eniştemiz gibi olmasın mı kaslarımız?" Yüzümü buruşturdum. "Aman olmasın! Peşinde dolanan yüzlerce kız lazım değil bize." Aslında bu cümleyi Kerem'e mi yoksa kocam Valent Efendiye mi kurmuştum tartışılırdı ancak Kerem de nasibini aldı. "Sen niye durduk yere kas falan yapmaya karar verdin?" Göz kırptım. "Hayırdır?" Hevesle böbürlenerek "Hiç, öylesine." dese de pek inanmadım. Zaten hemen ardından karın ağrısını öğrendim. "Hem Zeliş beni öyle daha çok beğeniyor." "Bu Zeliş de çok olmaya başladı ama! Daha dün bir bugün iki, kardeşim onun yüzünden kendini aç bırakıyor. Olmaz öyle şey!" Daha kızı tanımıyordum bile. Belki dünya iyisi bir kızdı ama bir anda kardeşimi kıskanma alarmı devreye girmişti beynimde. "İnsan sevdiğini her şekilde kabul eder bir kere tamam mı?" "Ya abla kızın bir şey dediği yok, benim kararım bu. Ayrıca da aç falan bırakmıyorum kendimi, dengeli besleniyorum tamam mı?" Elbette bir abla olarak kardeşimin söylediği hiçbir şey bana yeterli gelmeyecekti. Bu yüzden teftişe başladım vakit kaybetmeden. "Şimdi odayı tam tur döndür etrafında. Bir göreyim ben orayı." "Ne?" "Kamerayı tam tur döndür diyorum oğlum, neyini anlayamadın?" Gözlerini devirerek söylediğimi yaptı. "Al, bak bakalım." Etrafa iyice baktım. Temiz ve düzenli görünüyordu. Bekâr bir öğrenci odasıydı. Güzeldi. Çalışma masası falan da iyi durumdaydı. Acaba nelerle besleniyordu? İçime düşen merakla "Güzel, şimdi buzdolabını göster bana." dedim bu kez. "Aaa abla!" "Göster dedim!" Kısa bir uyarı bakışından sonra kaşlarımı kaldırdım otoriter bir biçimde. "Çabuk." Oflayarak dediğimi yaptı. Buzdolabıın yanına gitti ve kapağını açıp içindekileri gösterdi. "Bak, sağlıklı besleniyorum işte. Gerçekten." Evet, sağlıklı denebilirdi. Süt vardı, sebze, et falan. Her şey var gibi görünüyordu. Biraz içim rahatlamıştı. "Tamam, ikna oldum." Bu kez azarlama modundan yalvaran anne moduna geçtiğimin farkında dahi olmadan konuşmaya başladım. "Bak sen hâlâ gelişim çağındasın tamam mı? Her şeyi yap, gıdandan kesme! Gıda önemli. Mercimeğinden tarhanana kadar her şeyden tüket." Güldü çocuk. "Abla Amerika'nın göbeğinde mercimeği, tarhanayı nereden bulayım? Balkonda mı kurutayım?" "Ben hallederim onu. Hallederim ben! Sen yeter ki ye. Elbet satan bir yer vardır, yoksa da gönderirim oraya." "Tamam, sen nasıl istersen benim güzel ablam." Neşeyle "Yeğenim nasıl?" deyiverdi. "Ne zaman geliyor dayısının gülü?" "İyi, iyi. 1 ayı var daha." "Çok sabırsızlandım şuan." Onu öyle uysal, uslu görünce benden uzak olduğu yeniden kafama dank etti. Kardeşimin büyüme sancılarına ortak olmak o an gözlerimi doldurmaya yetmişti. Kerem büyüyordu. O ilk tanıştığım çocuk değildi artık. Hayata, herkese öfkeli olan isyankâr çocuk değildi, zamanla değişmişti ve içindeki hırsı ve enerjiyi çalışmaya, daha faydalı şeylere yönlendirmeyi öğrenmişti. Artık seviyor, seviliyordu. Kendini sevdiği kişiye beğendirme çabaları, büyüme sancıları o an gözlerimi yaşarttı. Benim ağlamaklı olduğumu gören çocuk ise "Abla ağlama ya, vallahi aç bırakmıyorum kendimi. Çok sağlıklı besleniyorum. Yemin olsun ki." diyerek savunmaya geçti. "Tamam, tamam. Ağlamıyorum, demedim bir şey." Islanmış gözlerimi silerken işaret parmağımı salladım. "Her gün rapor veriyorsun tamam mı?" "Emredersin komutanım!" "Şimdi benim kapatmam lazım, Allah zihin açıklığı versin." "Sağ ol ablacığım." Ağzının içinden söylediği "Allah benim enişteme sabır versin." sözlerini duymadığımı sandı ama yanıldı. "Kerem seni duyuyorum. Hamileyim ama sağır değilim, alırım ayağımın altına." "Anlaşıldı komutanım, içtima bittiyse kapatabilir miyim?" "İyi, kapat. Kapat da Zeliş'ini ara hemen aman sakın gecikme." "Ama abla ya!" Kıskançlık yapmamak için "Tamam, tamam selam söyle." diyerek geçiştirdim. "Benim de danışanım var zaten kapatmam lazım. Kendine dikkat et anlaştık mı?" "Anlaştık." Telefonu kapattığımda zamanı iyi değerlendirdiğimi ve tam zamanında kapattığımı fark ettim çünkü beş dakika sonra ikinci danışanımla görüşmem vardı. Yoğun bir günün ardından akşam olmuştu sonunda. Abimi göreceğim için heyecanlıydım. Perhide'm Nina'yı da önüne katıp sabahtan beri mutfaktaki hazırlıklarıyla ilgilenirken ben de yaklaşan saatin ardından yukarı çıkıp hazırlanmaya başladım. Turkuaz rengi uzun bir elbise giydim. Aynanın önünde büyümüş karnıma dokundum. Yakışmıştı. Güzel görünüyordum. Artık aşağıya inmeye hazırdım. Zilin çaldığını duyunca heyecanıma engel olamadım ve hızlı adımlarla odadan çıkıp merdivenlere yöneldim. Bir yandan da Valent'in abimden daha önce gelmesini diliyordum içimden. Engin abimin Valent hakkındaki ön yargıları bu kadar belliyken onu mutlu bir aile olarak karşılamak istiyordum. Benim Valent'le mutlu olduğumu, ona ait olduğumu ve ailemin o olduğunu görmesini istiyordum. Açılan kapıdan içeri girenin Valentino olduğunu gördüğümde yüzümdeki gülümseme genişledi. Henüz içeri yeni giren Valent ise benim heyecanla merdivenlerden aşağı indiğimi görünce "Yavaş olur musun?" diye söylenerek beni uyardı. "Bazen hamile olduğunu unutuyorsun." Yaramaz ve coşkulu bir edayla ona doğru yürüyüp kollarına atıldığımda beni tatlı tatlı azarlamasıyla ilgilenmiyordum. Heyecanımı gizleme gereği duymadım. "Hoş geldin." Yanağına bir öpücük kondurdum ve gözlerine baktım. Yüzümdeki mutluluğu ve hevesi gizlemiyordum. "Erken geldiğin için teşekkür ederim." Yavan bir tebessümle karşılık verdi adam. "Verdiğim sözleri tutarım. Ve senin mutlu olman için yapamayacağım şey yok." Engin'in gelişine karşı elbette benim gibi heyecan ya da sevinç duymadığını, nötr olduğunu biliyordum. Birbirilerinden ilk görüşte hazzetmedikleri de sürpriz değildi. Ancak buna benim mutluluğum için özen göstermesi çok şık bir hareketti. Beni önemsediğini gösteren istisnasız her hareketine hayran oluyordum. Sarıldık. Onu içeri buyur ettiğimde abim geleceği için ve her şey hayal ettiğim gibi olduğu için heyecanlıydım. Benim yerimde duramayan hâlimin farkında olan adamla salona geçip oturduk. Aslında acıkmıştım ve karnım gurulduyordu ama sofraya oturmak için abimin gelmesini bekliyordum. Bunun farkında olan adam "Keşke sen oturup bir şeyler yesen." dedi ancak bunu yapmayacağımı o da biliyordu. "Baksana, acıkmışsın." "Misafirden önce sofraya oturulup yemek yendiği nerede görülmüş? Aa ne kadar ayıp." "Sen hamilesin ve bu hoş görülebilir bir şey." Gözlerini devirdi adam. Engin abimin gecikmesine de içten içe kurulduğunu hissedebiliyordum. "İki dakika aç beklersem ölmem Valentino. Ne kadar abarttın." Biz tam aramızda bunları konuşurken zil çalıverdi. Yerimden kalktım. "Hah! Bak geldi işte." Benim aksime yerinden daha yavaş ve sakin kalkan Valentino kapı açılmadan önce elini omzuma koyarak arkamdaki yerini aldı. Bense abimin içeri gelişiyle sevinçli gülümsememi sundum ona. Perhide'm hepimizi geride bırakacak şekilde ilgiyle ve hasretle karşıladı Engin'i. Bana sıra geldiğinde ise abimin bakışları sevgiyle üzerimde geziniyordu. "Abiciğim, hoş geldin!" "Prensesim..." Kollarını açtı ve aynı coşkulu, sevinçli ifadeyle kollarını sardı. Bana olan özlemini hissedebiliyordum. "Geciktiğim için üzgünüm." "Ne gecikmesi canım, tam zamanında geldin." Bu konuya bir yorum getirmeyen Valentino ise her zamanki sakin ve ağırbaşlı ifadesiyle elini uzattı. "Hoş geldin Engin." Yüzünde soğuk bir nezaket ve misafirperverlik görebilirdiniz ama pek dostça bir ifade olduğu söylenemezdi. Engin abimin de ondan aşağı kalır yanı yoktu. Birbirilerine benim için katlandıklarını gizlemekte pek başarılı sayılmadıkları gibi nezaketlerinin sahteliği de beş metre öteden anlaşılabilirdi bence. "Hoş buldum, nasılsın?" "İyiyim, teşekkürler." Ortamdaki soğuk atmosferi dağıtmak için saf neşemle araya girdim. "E hadi yemeğe geçelim, ben kurt gibi açım vallahi. Sizi bile yerim şuan." İkisi de birbirinden bağımsız benim bu hâlime güldüler. Masaya geçerken bakışları üzerimde gezinen abim karnıma dokundu. "E iyice büyümüş bu." Sevgiyle söylemişti bunu. "Evet, az kaldı gelmesine." "Ne kadar var?" "1 ay kaldı eğer bir sürpriz olmazsa." "Eğer dayısına benzerse sürprizleri seviyor olabilir. Annem hep derdi ya, ben erken gelmişim." Güldüm. Aklıma annemin anlattığı doğum hikâyeleri gelmişti. Zuhal ablamın tam zamanını beklediğinden ama Engin abimin bir, bir aydan fazla zamanı varken geldiğinden bahsederdi. Ben yedi buçuk aylıkken doğmuşum, doktorlar prematüre olduğum için çok yaşamaz demişler diye anlatır dururdu hep. Tabii kast ettiği kişi ben sandığı Azize'ydi. Seval annemin öz kızından bahsettiğini fark edince anlık bir boşluğa düştüm. Meğer ben de yıllardır ne çok alışmışım. Onun doğum hikâyesini bile kendi hikâyem gibi hatırlamışım. Oysa benim bir hikâyem yoktu. Varsa da bilmiyordum. Bana dair pek çok şey öz annemi hayatımdan çıkardığım gibi bir bilinmezliğe gömülmüştü. Bunun farkındalığını yaşamak ağır bir taş gibi yüreğime oturmuştu. Hele şuan bahsettiğimiz insanların şu anki akıbeti... Zuhal ablam hâlâ hapisteydi, annem ve Azize ise ölmüştü. Herkesin bir yana dağılmış olması hissi öyle hüzünlüydü ki. Abimin "Benim küçük kardeşim anne oluyor." sözüyle daldığım düşünce kuyularından çıktım. Gülümsüyordu. Yeniden sarıldı bana. Duygusal görünüyordu. Onun sevgi dolu, korumacı sarılışına alışmıştım. Masadaki atmosferi tarif etmem gerekirse ilk yemeğe göre daha insancıl ve daha dostça bir yemek olduğunu söyleyebilirdim. Hâlâ bir soğukluk, iki adam arasında camdan bir duvar vardı ama ilk yemek gibi değildi sanki. Engin abim de artık daha arkadaşça konuşuyordu Valent'le. Bu kez roller değişmişti sanki. Valent daha mesafeli ve düşünceliydi. Belki de işleri düşündüğü içindi bu durgunluğu. Engin abime bağlamamaya karar verdim. Aralarında saygıya ve nezakete dayalı bir sohbet oluştuğunu görünce bunun bile benim için yeterli olduğuna kanaat getirdim. Güzel bir akşam yemeğinin ardından beklediğimin aksine bir ağırlık çökmüştü üzerime. Erkenden uyku bastırmıştı. Abimin gelişinden ötürü sabırsızlanıp sabah erken kalkmamın ve günümün yoğun geçmesinin de bunda etkisi büyüktü. Tabii bir de bebeğin etkisi. Benim ufak ufak esnediğimi gören abim bu durumu sempatik bulmuş olacak ki "Esniyorsun cimcime." deyiverdi gülerek. "Uykun geldi galiba." Suçüstü yakalanmanın verdiği bir mahcubiyetle "Geldi valla ne yalan söyleyeyim?" diye itirafta bulundum. "Bebekten beri çok sık uykum geliyor. Yoğun bir gündü. Sabah da erken kalktım, ondan herhâlde." "Hadi sen git yat." "Olur mu canım öyle şey?" Şiddetle karşı çıktım. "Sen buradayken. Kırk yılın başında gelmişsin." Kaşları havalandı abimin. "Ben yabancı mıyım? Hem kalırım ben bu gece. Yarın birlikte kahvaltı ederiz." "Evet, Lâl. Hem ben varım. Engin'i en iyi şekilde ağırlarım. Beraber sohbet ederiz." Hayretle kaşlarımı kaldırdım. "Gerçekten mi?" Onları baş başa kalmak için bu kadar hevesi görünce ne yalan söyleyeyim, şaşırdığım kadar sevindim de. Hem kim bilir belki de ben yanlarındayken olmayan şey baş başa kaldıklarında olurdu da birbirilerine ısınırlardı. Neden olmasın? İkisi de istekliyken. "Tabii. Valent'i daha yakından tanıma fırsatı olur benim için de." İkisini de bu kadar gönüllü görünce kabullendim. Belki de bu durum onları daha da yaklaştırır, dost olmalarını sağlardı. "E peki o zaman." diyerek omuz silktim. "Erkek erkeğe biraz vakit geçirin bakalım. İyi geceler." Durumdan memnun bir biçimde arkama baka baka merdivenleri tırmanırken abimle Valent'in dostça sohbetlerini görünce içimde yeni bir ışık yandı. Belki de bu iki adam biraz iyi anlaşmaya başlamıştı. Ya da belki ileriye dair dost olma ihtimalleri tamamen yok olmuş sayılmazdı. Benim için bunu deniyor olmaları bile içimi ısıtmıştı. ❝Valentino❞ Lâl yukarı çıktıktan kısa bir süre sonra masada ellerini iki yana dayayan Engin "Sonunda yalnız kalabildik." dediğinde her şeyin farkındaydım. Kaşlarımı sıradan bir edayla kaldırdım. "Yalnız kalmamız gereken bir konu var galiba." Engin'in benimle konuşmak istediği şeyler olduğunun ve hakkımdaki düşüncelerinin aslında değişmediğinin en başından beri farkındaydım. Bu akşam sadece Lâl'in mutlu olması için bir şov sergilemiştik. O benden hoşlanmaya başladığını, bense onu dostum olarak görmeye hazır olduğumu anlatmak ister gibi rol yapmıştık sadece. Engin'in samimi olmadığının farkındaydım. Tıpkı benim gibi. Yalnızca Lâl'in mutlu olması için bu durumu bozmamıştım. Şimdiyse karşımda dürüstlüğünü kuşanmış bu adama karşı oldukça dingin bir tavır sergiliyordum. Ve o kaçak dövüşmeyi bıraktığı gibi ben de bırakmıştım. Ben zaten hiç kaçak dövüşmemiştim ki. Masanın üzerinde ellerini birleştiren adam derin bir nefes aldı. "Lâl benim için çok değerli Valentino." Ellerimi sakinlikle iki yana açarak karşılık verdim. "Ne güzel, şimdiden bir ortak yönümüz oldu bile." O ise beni duyduğu ve bunu gizlemediği hâlde duymamış gibi davrandı. Açıklayıcı yüz ifadesinde bir parça bile tereddüt yoktu. "Öz kardeş olmayabiliriz ama onu kendi kardeşim gibi seviyorum ve zarar görmesini istemiyorum. Ona çok değer veriyorum." Bakışları aniden düşmanlaştı. "Ama sen onu çok üzdün." Başını iki yana sallayarak ekledi. "İlk gördüğüm andan beri senden hiç hoşlanmadım Valentino Riccardo." Düz bir sesle karşılık verdim. "Bana sürpriz olmadı." Sonuç olarak geçmişte yaşananları ona sadık dostu Nikolai Miloradov'un kendi menfaatlerine ve değer yargılarına göre eğip bükerek anlatmış olması bana sürpriz olmazdı. "Kardeşimi mutlu edebileceğine de inanmıyorum. Hem karanlık yaşantın, yürüdüğün yol hem de Lâl'i sürekli üzmüş olman benim ne kadar da haklı olduğumu gösteriyor." "Bu sözler çok fazla Nikolai Miloradov kokuyor, Engin." Bakışlarımı dik bir biçimde karşımdaki adama isabet ettirdim. "Benimle böyle konuşabilen tek kişisin. Bu da Lâl'in abisi olmandan kaynaklı. O sana değer veriyor, ben de Lâl'e çok değer veriyorum. Onun üzülmesini istemiyorum. O yüzden bu pervasız tavırlarını tolere ediyorum." Söylediklerime bir yanıt vermeksizin "Geçmişte Lâl'i çok üzdün." diye tekrarladı. "Her şeyden haberim var Valentino." Alaycı bir bilmişlikle "Eminim vardır." yanıtını verdim. "Miloradov'un bu fırsatı kaçıracağını sanmıyorum." "Her şey üzerine kurulmuş bir komploymuş gibi davranmaktan vazgeç, Valentino. Geçmişte yaptıklarından sen sorumlusun, Niko değil." Miloradov'a kısaltılmış adıyla hitap edip benim resmi ismimi kullanması bile kimin tarafını tuttuğunu açıkça belli ediyordu. Umurumda mıydı? Hayır. Lâl'i üzerse umurumda olur muydu? Fazlasıyla. Sessizliğimi koruyarak onu dinlemeye karar verdim. İçindeki tüm duyguları ve öfkesini dinlemek istiyordum. Miloradov'un olayları ne kadar çarpıtarak anlattığını da merak ediyordum. Engin ise tüm akşam boyunca dostummuş gibi rol yapmasına rağmen karşımda ilk kez maskesizdi. Lâl için büründüğü o sevimli maskeyi çıkarmıştı sonunda. "Kardeşimi evlenmeden hamile bıraktın, bu da yetmezmiş gibi ona sahip çıkmadın. Başkan ve Vural'ın önüne attın. Eski karınla gönül eğlendirirken kardeşimi de seks oyuncağın gibi bir kenarda tuttun. Onun duygularıyla oynadın. Onu ve bebeğini koruyamadın. Şimdi de geçmiş karşıma ona değer vermenden bahsediyorsun? Bu mu verdiğin değer?" Söylediklerinin tamamı zırvalık diyemezdim. Doğru olan kısımları vardı. Benim hâlâ kendimi suçladığım kısımları. Ancak gerçek şuydu ki geçmişten çok büyük dersler almıştık. Engin'in anlayamadığı da buydu. Hiçbir şey eskisi gibi değildi artık. "Kısmen haklı olabilirsin Engin. Ama bu, benimle bu şekilde konuşmana izin vereceğim anlamına gelmiyor." Yutkundum. "Ben Lâl'i çok seviyorum. Haklısın, onu koruyamadım ve bu yüzden sonsuza dek kendimi suçlayacağım." Başını ağır ağır aşağı yukarı sallayan adam "Suçlamalısın da." diyerek karşılık verdi. "Ama eski karımla gönül eğlendirdiğim ya da kardeşinin duygularıyla oynadığım falan yoktu, hiçbir zaman da olmadı anladın mı? Lâl benim için her zaman değerliydi. Hatalarım oldu, kabul ediyorum. Onu, bebeğimizi koruyamadım ve bu beni sonsuza dek bir cehennem ateşi gibi yakarak takip edecek. Ama biz yeni bir aile kurduk. Yakında bebeğimiz oluyor. Onu çok seviyorum ve aynı şeylerin olmasına izin vermeyeceğim." "Sen mafyetik hayatına devam ettiğin sürece bunun garantisini veremezsin." Sanki kendisi son derece masum bir işin içindeymiş gibi bana ahkâm kesmesi sinirlerimi bozmuştu ancak hemen o an öfkeme yenilip karşılık vermek istemedim. Tek bir hareketimle onu yok edebilirdim ama yapmadım. Lâl için daha sabırlı olmayı öğreniyordum. Bu yüzden aniden masadan kalktım. "Bunlar derin konular. Bir şeyler içmek iyi olur." Yüzüne bakmadan dostane davranmaya çalıştım. "Şarap içer misin?" İsteksizce başını salladı adam. Yüzünde kusmak üzere olduğu bir safranı yutar gibi bir ifade vardı. Bana bakarken hissiyatı buydu sanırım. İkimiz için de sakinleşmek için biraz zamanın iyi olacağını düşünüp usulca şarap mahzenine indim. Duvardaki raflardan şarap seçerken arkamdan geldiğini hissetsem de arkama dönmedim. Ta ki silahın soğuk namlusu başıma yaslanana kadar. Sakinliğimi koruyarak arkama döndüğümde Engin elindeki silahı alnıma dayamış, öfkeyle yüzüme bakıyordu. "Sen kötü bir adamsın." Düşüncelerimi okuyormuş gibi başını salladı. "Tamam, ben de sütten çıkma ak kaşık değilim ama sen... Sen benim kardeşimi üzdün." "Beni öldürmeyi mi düşünüyorsun?" Dingin ses tonumdan hiç korkmadığımı gören adam duruşunu bozmadı. "Bunu deneyen çok oldu. Ama ölmedim." "Bu kez farklı. Çünkü karşındaki kişi benim." "Doğru, katil Başkan'ın katil oğlu." Bilerek onun sinirleriyle oynuyordum. Ne kadar ileri gideceğini merak ediyordum. Nedense beni vurabileceğine dair inancım çok yüksek sayılmazdı. Onun da kararsız olduğunu hissedebiliyordum. Eğer gerçekten bunun için gelmiş olsaydı nefes aldırmadan bitirirdi işimi. Sonuçta ona gereken tüm ortamı sağlamıştım. Dostum kabul etmiş, evime almış, masama oturtmuştum. "Ben kimsenin oğlu değilim, Engin Günday'ım. Anladın mı?" Silahı tutuşunu daha kendinden emin bir şekilde düzeltirken derin bir nefes aldı. "Lâl sensiz daha mutlu olacak." "Olmayacak." Umursamazca yüzüne bakarken dürüstlükle ekledim. "Ben onun âşık olduğu adamım. Bebeğinin babasıyım." "İki gün ağlar, sonra unutur. En azından güvende olur." Alayla tıksırırcasına güldüm. "Nikolai Miloradov'la mı?" Başımı iki yana salladım. "Sanmam." Başından beri planı ya da hayali buydu. Beni ortadan kaldırıp Lâl'i Nikolai ile birleştirmek. Ancak beni öldürme isteğinin bu kadar basit bir amaca hizmet ettiğini düşünmüyordum. Düşmanlarım tarafından tutulmuş olabilirdi. Bilmiyordum. Belki de işine geliyordu bu durum. "Konu Niko değil, tamamen sensin Valentino Riccardo. Senin ortadan kalkman gerekiyor. Lâl... O benim kanatlarım altında güvende olacak." "Peki bunu Lâl'e nasıl açıklayacaksın? Üzgünüm Lâl, âşık olduğun adamı öldürdüm. Bebeğini babasız bıraktım, beni affet mi diyeceksin?" Başımı iki yana salladım acıyan bir yüz ifadesiyle. "Kendini kandırmayı bırak artık. Sen Lâl'i falan düşünmüyorsun. Lâl senin umurunda bile değil. Öyle olsaydı benim onsuz, onun da bensiz yaşayamayacağını bilirdin." "Sus, kapa çeneni." "Hadi, yap şunu. Senin gibi bir korkak için bile fazla zaman kaybettik." Benim umursamazlığım onu afallatmış gibi duruyordu ancak silahını indirmedi. Aksine, beni vurmak için hazırlanırken sertçe yutkundu. Ben bir yılan gibi evime sızmış düşmanımın alev alev yanan gözleriyle bakışırken silah gürültüyle patladı. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Aiyyyy bu bölüm itibariyle finale son 4 bölüm kaldı ve gerçekten çok heyecanlıyım. Bu bölümü şu zamana kadar hikâyemizi okuyan, takip eden tüm Halikarnas delilerine armağan ediyorum! 😍 Sizler nasıl hissediyorsunuz? Final bu kadar yaklaşmışken... Buraya yazabilirsiniz. Ve yeni bölümde bizleri neler bekliyor sizce? Onu da buraya alabilirim. Ve son olarak hayalinizdeki Lâlentino ve bebiş sahnelerini buraya yazabilirsiniz. Son fırsatlardan biri. Finale bu kadar yaklaşmışken istek sahne şansımız azalıyor. Gevezeliği kesiyorum ve sizleri yorumlarda baş başa bırakıyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |