Yeni Üyelik
64.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 62

@buzlarkralicesi

-62-

❝Lâl❞

Odama çıkarken bir yanım memnuniyetle aydınlanırken diğer yanım diken üstündeydi. Tamam, Engin abim ve Valent'in iyi anlaşması benim için çok önemliydi, beni mutlu ederdi ama bu kadar basit olabilir miydi? Hem de tüm akşam boyunca masada buz gibi bir atmosfer hâkimken. Bu bana pek inandırıcı gelmiyordu.

Her şeyden bir aksilik çıkaran yanıma kızsam da çoğu zaman haklı olduğunu biliyordum. Bu yüzden odaya girip yatağıma oturduğumda düşünürken içimi bir kuşku kapladı. Ben buradayken aşağıda tartışırlarsa, işler daha kötü hâl alırsa? Engin abimle bir daha görüşemezsek, işler geri dönülemez bir noktaya varırsa diye düşünmekten uzandığım yatakta uyku tutacağı da yoktu.

Yataktan kalktım ve usulca odadan çıktım. Herhâlde merdivenlerden konuşmalarını dinlersem bir zararı olmazdı. Dostane sohbet ettiklerini duysam bana yeterdi, rahatlardım. Ancak merdivenin kenarlarında gizlenip masadaki soğuk rüzgârların esintilerini hissetmemek mümkün değildi.

Abim "Kardeşimi mutlu edebileceğine de inanmıyorum. Hem karanlık yaşantın, yürüdüğün yol hem de Lâl'i sürekli üzmüş olman benim ne kadar da haklı olduğumu gösteriyor." derken Valent'e olan düşmanlığını gizlemiyordu. Akşam yemeği boyunca o dostça tavırlarının bir paravan olduğunu anlayabiliyordum.

"Bu sözler çok fazla Nikolai Miloradov kokuyor, Engin." Niko'nun adı geçtiğinde Valent'in sesi de olduğundan daha da sert bir hâl almıştı. Bu konuşulanların Niko'yla bir ilgisi olabilir miydi bilmiyordum. Belki de Engin abime olanları anlatmıştı ve abim de kendince bir çıkarımda bulunmuştu ama bunların bir önemi yoktu. Şuan önemli olan şey, hayatımdaki iki değerli adamın birbirine düşmek üzere olduğuydu. Çünkü ortam gittikçe geriliyordu. "Benimle böyle konuşabilen tek kişisin. Bu da Lâl'in abisi olmandan kaynaklı. O sana değer veriyor, ben de Lâl'e çok değer veriyorum. Onun üzülmesini istemiyorum. O yüzden bu pervasız tavırlarını tolere ediyorum."

"Geçmişte Lâl'i çok üzdün. Her şeyden haberim var Valentino."

Geçmişte üzüldüğüm doğruydu. Ama bunları geride bırakmıştık biz. Geçmişte ne olduysa benim de hatalarım olmuştu. Bunu tartışmanın ya da suçlu aramanın bir manası yoktu artık. Engin abimse şuan dipsiz bir kuyuyu eşeliyordu.

"Her şey üzerine kurulmuş bir komploymuş gibi davranmaktan vazgeç, Valentino. Geçmişte yaptıklarından sen sorumlusun, Niko değil."

Uğultulu konuşmaları daha net duyabilmek için birkaç adım daha aşağı indim. Bu kez kendimi gizleyebilecek ancak onları görebilecek bir konumdaydım. Abimse Valent'e karşı nefretini kusmaya devam ediyordu. "Kardeşimi evlenmeden hamile bıraktın, bu da yetmezmiş gibi ona sahip çıkmadın. Başkan ve Vural'ın önüne attın. Eski karınla gönül eğlendirirken kardeşimi de seks oyuncağın gibi bir kenarda tuttun. Onun duygularıyla oynadın. Onu ve bebeğini koruyamadın. Şimdi de geçmiş karşıma ona değer vermenden bahsediyorsun? Bu mu verdiğin değer?"

Bunlar çarpıtılmış gerçeklerdi. Benim de doğrusunu bilmezken inandığım çarpıtılmış gerçekler. Evet, geçmişte Valent yüzünden üzülmüştüm, kırılmıştım. Onun da benim yüzümden üzülüp paramparça olduğu gibi. Ama aşkın doğasında vardı bu. Aşk her ne kadar sevince boğan, dinlendiren bir duygu olsa da olumlu duyguları sonsuza dek yaşayabileceğimiz bir hâl değildi ki. İnişleri çıkışları olan bir doğaya sahipti. Bizde de öyle olmuştu.

"Kısmen haklı olabilirsin Engin. Ama bu, benimle bu şekilde konuşmana izin vereceğim anlamına gelmiyor. Ben Lâl'i çok seviyorum. Haklısın, onu koruyamadım ve bu yüzden sonsuza dek kendimi suçlayacağım."

"Suçlamalısın da."

"Ama eski karımla gönül eğlendirdiğim ya da kardeşinin duygularıyla oynadığım falan yoktu, hiçbir zaman da olmadı anladın mı? Lâl benim için her zaman değerliydi. Hatalarım oldu, kabul ediyorum. Onu, bebeğimizi koruyamadım ve bu beni sonsuza dek bir cehennem ateşi gibi yakarak takip edecek. Ama biz yeni bir aile kurduk. Yakında bebeğimiz oluyor. Onu çok seviyorum ve aynı şeylerin olmasına izin vermeyeceğim."

"Sen mafyetik hayatına devam ettiğin sürece bunun garantisini veremezsin."

Bu konuşmanın bir yere gideceği yoktu. Ben de farkındaydım ama son derece gergin bir zeminde ilerleyeceği kesindi. Valent ise "Bunlar derin konular. Bir şeyler içmek iyi olur." diyerek kestirip attığında ortamı yumuşatmaya çalıştığını anlamıştım. Aklıselim bir şekilde oturup konuşacaklar, Engin abimle ortak paydada buluşacaklarmış gibi davranıyordu. Bunu öyle isterdim ki. "Şarap içer misin?"

Abim başını isteksizce salladığında bir şeylerin düzeleceğine dair hâlâ bir ümidim vardı. Ta ki Valentino şarap mahzenine inerken arkasında kalan adamın ceketinden çıkardığı silahı görene kadar. Silahın ateşlenmeye hazırlanırken çıkardığı ses çıngıraklı bir yılanın tehlikeli çanları gibi çalınmıştı kulağıma. Korku, şaşkınlık ve endişeyle elimi ağzıma götürdüm bağırmamak için kendimi zor tutarken. Bu adam benim abim miydi gerçekten? Benim üzülmeme, kırılmama dayanamayan adam şimdi kocamı öldürmeyi mi planlıyordu? Hem de en soğukkanlı şekilde.

Sessizce çıplak ayaklarım yukarı çıkarken odamdaki kasaya uzandım, şifreyi girdim ve içinden silahımı aldım. Bir taraf seçmem gereken noktadaysam eğer, seçeceğim taraf çoktan belliydi. Ailemi seçecektim. Kocamı seçecektim. Bebeğimin babasını. Her şeyden önce tüm zor zamanlarımda yanımda olan diğer yanımı seçecektim.

Usulca aşağı indiğimde kalbim ağzıma tırmanmış orada atıyor gibiydi. Şarap mahzeninde gördüğüm manzaraysa korkunçtu. Valentino raflardan şarap seçerken arkasındaki Engin başına silah dayamıştı. Ve gözünü dahi kırpmadan onu vuracağını buradan bile hissedebiliyordum.

Sürekli onun kötü bir adam olduğunu sayıklayıp duruyordu. Sanki Valent'i vurmak için kendini ikna ediyordu. "Lâl sensiz daha mutlu olacak."

Mutlu olmak mı? Valentino olmazsa ben ölürdüm. Onun öldüğünü sandığım zamanlarda bile tam anlamıyla yaşamayan ben, bu kez aynı şey olursa bunu kaldıramazdım. Gerçekten ölürdüm. Engin bunu göremiyor muydu?

"Olmayacak. Ben onun âşık olduğu adamım. Bebeğinin babasıyım."

"İki gün ağlar, sonra unutur. En azından güvende olur."

"Nikolai Miloradov'la mı?" Başımı iki yana sallarken Valent'in nasıl bu kadar rahat olabildiğini anlamıyordum. O başına silah dayanmasına ya da tehlike altında yaşamaya alışık olabilirdi ama ben onsuzluğa alışamazdım. "Sanmam."

"Konu Niko değil, tamamen sensin Valentino Riccardo. Senin ortadan kalkman gerekiyor. Lâl... O benim kanatlarım altında güvende olacak."

"Peki bunu Lâl'e nasıl açıklayacaksın? Üzgünüm Lâl, âşık olduğun adamı öldürdüm. Bebeğini babasız bıraktım, beni affet mi diyeceksin? Kendini kandırmayı bırak artık. Sen Lâl'i falan düşünmüyorsun. Lâl senin umurunda bile değil. Öyle olsaydı benim onsuz, onun da bensiz yaşayamayacağını bilirdin."

"Sus, kapa çeneni."

"Hadi, yap şunu. Senin gibi bir korkak için bile fazla zaman kaybettik."

Engin bu kez en kararlı hâliyle silahı Valent'in kafasına doğrultmuş ateşlemeye hazırlarken bir an bile tereddüt etmeden harekete geçtim. Silahımı hazırladım, ona doğrulttum ve tetiği çektim. Büyük bir gürültüyle kendime geldim.

Silahın ateşlenme sesi uğultu gibi beynimin içinde yankılanırken aynı uğultunun içinde kanlara bulanmış şekilde yere yığılan Engin, ardından onun vurulduğunu gören, şaşkınlıkla bana bakan ve hızlı adımlarıyla yanıma gelen Valent'in sözlerini duyabiliyordum.

Yere yığılan adamın bakışları bana dönük biçimdeyken dudaklarından yalnızca "Neden?" kelimesi döküldü. Nedeni açık değil miydi? Gözlerinde sadece şaşkınlık ve kırgınlık görüyordum.

Ona benzer şaşkın bakışlarını bana diken Valent ise endişeyle yüzüme bakıyordu. "Lâl, sen... İyi misin?"

O bu soruyu sorana kadar tir tir titrediğimin farkında değildim. Bir kâbustan uyanır gibi sarsılıp karşımdaki adama baktım. "Seni öldürecekti. Ben... Seni kaybedemezdim. Kaybedemezdim."

Sayıklamalarımın arasında beni kollarının arasına alan Valentino "Şşşt... Tamam, sakin ol. O bana bir şey yapamazdı." Ben nasıl der gibi boş bakışlarla bakarken sakince açıkladı. "Burası da dâhil her yerde gizli kameralar var. Her saniye izleniyor. Az sonra adamlardan birkaçı gelir."

Benim bile haberim olmayan bu detaya sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. İyi haber, başımıza gelen onca şeyden sonra güvenle korunuyorduk. Kötü haberse ben abimi vurmuştum. Her ne kadar haklı sebeplerim olsa da. Korku dolu gözlerim yerde yarı baygın sayıklayan adama dönmüştü. "Ona bir şey olmayacak değil mi?"

Yanımdan bir anlığına ayrılıp Engin'in önünde eğilen adam "Endişelenme," dedi. "Yarası ölümcül görünmüyor."

Birkaç saniye içinde Montrel yanında iki adamla birlikte gelmişti. Engin'i taşıyıp götürdüklerinde yaptığım şeye hâlâ inanamıyordum. İyiliğin ve kötülüğün ince bir çizgiyle ayrıldığını gerçek anlamda ilk kez o an anlamıştım.

Buraya ilk kez geldiğinde Valent'in birini infaz edişini görüp kendine gelemeyen ben, şimdi kendi ailem söz konusu olduğunda hiç düşünmeden benim için değerli olan başka birine zarar verebilecek konuma gelmiştim. Hayatta hiçbir şeyin stabil ilerlemediğini o zaman anladım.

Bu derin düşüncelerin içinde aptal aptal etrafıma bakınıyordum. Hâlâ şoktaydım. Düşünebiliyordum ama düşündüklerimi bir anlama bağlayamayacak kadar aptal durumdaydım.

Valentino beni yukarı çıkarıp salondaki koltuğa oturttuğunda aklımdaki son sahne şarap mahzeninin zemininde abimin kanı olduğuydu. Onun ise cansız bir biçimde dışarı çıkarılıp hiç bilmediğim bir yere götürüldüğü. Yaşayıp yaşamayacağını bile bilmiyordum. Valentino yarasının ölümcül olmadığını söylemişti ama belli olmazdı.

Düşünceler içinde tir tir titrerken omuzlarımı kavrayan elleri beni okşuyordu. Öte yandan aklımdaki soruya yanıt vermeyi de geciktirmedi. "Ona bir şey olmayacak. Kendine gelip bunu neden yaptığını bana anlatacak."

Bense başımı sallayıp ayağa kalktım. Tüm bu söylediklerine inanmak istedim sadece. Nereye gittiğimi bile bilmeden merdivenlere doğru yürüyen adımlarım sendeledi. Dengemi kaybetmiş gibi gözlerim karardı bir an.

Valentino atik bir biçimde beni sırtımdan kavrarken "Gel, gel otur şöyle." diyerek hâlâ bıraktığım gibi duran yemek masasındaki sandalyelerden birine oturttu. İyi olduğuma emin olduğunda sorgular gibi baktı yüzüme. "Sen... Nasıl anladın?"

"Konuşmalarınızı duydum. Yoksa bir şey anladığım yoktu. Sonra onu öyle sana silah doğrultmuş hâlde görünce..." Devamını getiremedim. Boğazım düğümlendi. Benden bağımsız yaşlar süzülüyordu gözlerimden.

Hıçkırıklara boğulduğumu gören adam beni kucağına çekti. "Tamam, sakin ol. İyiyim, bak."

Valent'in yardımıyla odaya çıkıp yatağa uzandığımda kalbim acıyordu. Çok acıyordu. Herkesten beklerdim ama ondan beklemezdim. Öyle üzgündüm ki. Yana dönüp yattığım yatakta arkamdan bana sarılan adamın varlığı bile içimdeki güvensizliği ve üzüntüyü tedavi edemiyordu.

Sırtımı okşayan adam endişeli ses tonuyla "İyi misin?" diye sorduğunda ne yanıt vereceğimi bilemedim. İyi miydim? Onu bile bilmiyordum. Buz gibiydim. Tüm vücudum bir buz kütlesinin içinde gibi uyuşmuş durumdaydı.

Gözyaşları içinde "Her şey bir yalan mıydı? Oyun muydu?" diye sorguladım mırıldanarak. "En başından beri beni özlediği için değil de seni yok etmek için mi gelmişti? Beni hiç mi düşünmedi? Belki de hiçbir zaman beni gerçekten sevmedi. Kardeşi olarak görmedi. Hepsi roldü."

"Şşş..." Çenesini boyun çıkıntıma yaslayan adam fısıldarcasına konuştu. "Bunları düşünme. Bu seni sadece üzer, yaralar."

"Ama o benim abimdi. Ben onu gerçekten sevmiştim. Değer vermiştim. Oysa beni yem gibi kullanmış. Buraya elini kolunu sallayarak girmek için, sana rahatça ulaşıp işini bitirmek için ona olan sevgimi buraya giriş bileti olarak kullanmış."

"Öyle olduğunu sanmıyorum."

"Ne demek bu?"

"Evet, işin içinde bir hainlik olduğu kesin. Bir hain olduğu da. Ama o hain Engin değil. O sadece ateşi tutan bir maşa. Ve konuşmalarından anladığım kadarıyla sana gerçekten değer veriyor, seni korumak istiyordu. Biri onu bana karşı fena hâlde doldurmuş. Sana zarar verdiğimi düşündüğü için gözünü kırpmadan yaptı."

Sesli ve acı çektiğimi belli eden bir iç geçirdim. "Artık ne önemi var ki Valentino? Sana, canına kast ettikten sonra ne önemi var?"

Sessizlik.

Gerçekten bana değer verse bile bir önemi var mıydı? Benim nefesimdi Valentino. O aslında beni öldürmeye çalışmıştı haberi yoktu. Bunu nasıl yok sayıp atlatabilirdim ki?

O günün nasıl geçtiğini bile bilmiyordum. Ne doğru düzgün uyku uyuyabildim ne de olayların şokunu atlatabildim. Zombi gibiydim. Uykuyla uyanıklık hâli arasındaydım. Evdekilere, özellikle de Perhide'me hiçbir şey sezdirmedik ama ben odamdan bile çıkamaz hâldeydim. Hamilelikten, şundan bundan sanmalarına izin verdim ama ben sebebini biliyordum. Engin'in uyandığını öğrendiğimde daha iyi olacaktım. Artık ona abi bile diyemeyeceğim o adamın.

Geçen iki günün ardından ölüp ölüp dirildikten sonra Valentino'dan müjdeli haber geldi. Odaya geldiğinde yüzündeki rahat ifadeden sezmiştim. "Engin kendine gelmiş." dediğinde öyle rahatladım ki. Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibiydi.

Sevincimi ve rahatlamamı yaşadıktan sonra ilk söylediğim şey "Beni onun yanına götür." oldu tabii.

Normalde katiyen böyle bir şeye izin vermeyecek olan adam iki gündür ne durumda olduğumu gördüğü için olsa gerek, "Emin misin? Bu hâlde..." diyerek isteksizliğini belli etse de beni geri çevirmeyeceğine dair açık kapı bıraktı.

Israrcı oldum. "Valentino, lütfen." Hem onun iyi olduğunu gözlerimle görecektim hem de yaptıklarının hesabını soracaktım. "Nerede şuan?"

"Çok uzakta değil. Sadece benim bildiğim bir yerde. Gizli ve kilitli bir odada."

Bahçeye çıktığımızda bu kadar yakında olacağını tahmin etmemiştim. Evin sınırları içerisindeydi. Bahçe arasından geçiş yapılan ek bir kulübedeydi. Gizli ve kilitli bir odaydı. İçeri girdiğimizde farklı bir diyarın kapıları açılmış gibi hissettim. Bu evin sahibi olmama rağmen böyle bir yerin varlığından haberim dahi yoktu. Hem yerin altında olmayacak kadar ortada hem de dikkat çekmeyecek kadar gizli bir yerdi.

İçeriye girdiğimizde Engin yatakta doğrulmuş hâlde etrada bakınıyordu. Odasında ihtiyacı olabilecek her şey vardı. Beni görünce mahcup bir biçimde başını öne eğdi. "Lâl..." diye mırıldadığında ona acıyacak durumda değildim.

Yaralı olduğunu görebiliyordum ve bunu ben yapmıştım ama umurumda değildi. Bana bir açıklama borçluydu. "Neden yaptın bunu?"

"Senin için."

"Senin için de ne demek?" Öyle kinayeli ve alaycı söylemiştim ki bunu, öfkemi kusmak için hazırdım. "Onun benim her şeyim olduğunu bilmiyor muydun? Onsuz nefes alamayacağımı! Neden yaptın?"

Kısa bir sessizliğin ardından dürüstçe açıkladı. "Senin canına karşılık onun canı." Ne söylediğini anlamaya çalışıyordum ama o yeniden konuşana kadar çözemeyeceğim bir bilmeceydi bu. "En başından beri Nox tarafından Valentino Riccardo'yu yok etmek için görevlendirilen bir infazcıydım ben."

Duyduklarıma inanamadım. Bir karıncayı dahi incitemeyecek kadar hassas olan Engin abim gitmiş, yerine bir başkası gelmişti. Belki de ilk yaşamını merhameti yüzünden Vural tarafından kaybettiğinde değişmişti. Eski adam olmamak için değişmişti. Olabilir miydi? İnsanlar değişirdi de bu kadar değişebilir miydi? Cevabı sorunun içinde gizliydi sanki. Bizim için değerli olan şeyler adına değişebilirdik. Mertçe dövüşerek kazanamadığımız savaşlarda oyunu kuralına göre oynamayı öğrenebilirdik. Benim buraya ilk geldiğim hâlimden uzak birine dönüşmem gibi Engin de değimiş olabilirdi. Mümkündü.

Bakışları kararlılıkla katılaştı. "Senin canın için yapmayacağım şey yok, Lâl. Senin için yaptım." Bakışları yeniden Valent'i bulduğunda eski öfkesi ve nefreti yoktu. "Sonra sana yaptıklarını aklıma getirince... Bunu kabul etmek, kendimi ikna etmek zor olmadı. O kötü biriydi ve seni hak etmiyordu." Başını öne eğdi ve düşünür gibi duraksayıp yeniden söze girdi. "Nasılsa iki gün ağlar sonra alışırsın diye-"

"Valent'e bir şey olursa ölürüm ben abi, ne iki gün ağlaması? Ne diyorsun sen? Sen ona silah doğrultarak ne yaptın biliyor musun? Benim nefesimi kesmeye çalıştın! Bebeğimin babasını öldürecektin! Ailemi yok edecektin!"

"Senin ailen bendim, Lâl. O öldükten sonra bebeğine, yeğenime bakabilirdim ama sana bir şey olursa dayanamazdım." Söyledikleri beni şoktan şoka sürüklerken bakışları yeniden yanımdaki adamı, Valent'i buldu. "Ona bu kadar bağlı olduğunu bilmiyordum. Abini vuracak kadar bağlı olduğunu." Sesinde cümlelerindeki anlam gibi bir sitem yoktu. Aksine utanç ve mahcubiyet vardı. Bir de pişmanlık. Ama ne kadar pişman olursa olsun onu affedemezdim. Eğer ben onu durdurmasaydım Valent'i öldürecek olduğu gerçeği beynime tokmak gibi vuruyordu. Unutmak istesem de unutturmuyordu.

"Valentino benim her şeyim, abi. Onun için kendi canımı bile veririm. Anladın mı? Anlamadıysan anla!"

"Anladım, merak etme." Başı önüne eğik adam mırıldanır gibi konuşuyordu. "Çok iyi anladım. Ve pişmanım. Gerçekten. Özür dilerim." Bakışları bize döndüğünde özründe ne kadar samimi olduğunu görebiliyordum ancak artık bir önemi yoktu benim için.

Valent ise benim aksime duygularıyla değil mantığıyla hareket ediyordu. İfade barındırmayan bakışları ve sözleriyle "Lâl'in canıyla kim tehdit ediyor seni?" diye sordu.

"Nox'un anlaşması buydu."

Bense "Valent'i öldürtmeye çalışan kim?" diye sordum kafada oluşabilecek destansı listedeki o tek isme odaklanmak ister gibi. Kim yaptırmıştı bunu? Valent'in sayısız düşmanı vardı ama bu anlaşmayı kim yapmıştı? Öğrenmek istediğimiz buydu.

"Bir İtalyan mafya ailesi. Castelliler. Nox'la anlaşmışlar. Valentino Riccardo'nun öldürülmesi zor bir hedef olduğu gerçeğine karşılık... Nox'un örgüt için canını verebilecek adamları olduğunu biliyorlar."

Uzun bir sessizlik geçti aramızdan. O sırada benim de içimden bir şeyler kopup gitmişti. Hayal kırıklığı yaşıyordum ve içimde bir yerler kırılıp duruyordu bu sessizlikte. Buna inanamıyordum. Engin abimin bunu yaptığına. Artık abim bile diyemeyecek kadar kötü hissediyordum.

Valentino ise işaret parmağını ona doğru sallarken tehditkâr görünüyordu. "Normal şartlarda bana silah çeken, beni öldürmeye çalışan birini hayatta bırakmam." Az önceki acımasızlığının yanı sıra biraz daha sakin devam etti. "Ama sebebin..." İki adam da birbirine bakıyordu. Valentino baskılamaya çalıştığı öfkesiyle, Engin'se mahcubiyetinin altında ezilircesine bakıyordu. "Sebebin benimle ortak. Ben de Lâl'in canı için dünyayı yakarım. İkimizin de istediği şey, Lâl'in güvende olması. Bu yüzden sana yardım edeceğim."

Duyduğu şeyle en az benim kadar şaşıran Engin yerinde doğruldu. "Nasıl?"

"Seni koruma altına alacağım. Bir süre benim belirlediğim, bana ait olan gizli ve korunaklı bir yerde olacaksın. Castelli'yle sorunlar çözülünce Nox'la anlaşmaları hükümsüz hâle gelecek. O zamana kadar da can güvenliğin benim korumam altında. Sonra başının çaresine bakarsın."

"Peki, Lâl?"

"Ben hayatta olduğum sürece ona kimse dokunamaz. Zarar veremez."

"Sana nasıl güveneceğim?"

Alaycı ses tonuyla karşılık verdi Valentino. "Senin güvenin zerre umurumda değil. Ama en azından kimseyi sırtından vurmaya çalışmadım. Bu yüzden bana güvenmemen için bir sebep yok."

Bense savunmaya geçmekten geri durmadım. "Valentino verdiği her sözü tutar."

Hayreti sesinden anlaşılan adam "Ona ne kadar güveniyorsun böyle..." dedi.

"Senden çok güvendiğim kesin. Tüm zor zamanlarımda Valentino yanımdaydı. Tıpkı o da benim gibi benim için kendi canını verebilecek biri." Aşağılar gibi yüzüne baktım. "Ama sen bunu anlayamazsın."

Benim sözlerimle utandığını saklamayan Engin, onaylarcasına başını salladı ve kabullendi. "Sizden özür dilerim. Yaptığım şeyden dolayı özür dilemeyeceğim çünkü Lâl'in, kardeşimin canı söz konusu olsaydı yine yapardım." Bu kez bakışları bana döndü. "Ama güvenini sarstığım için senden özür dilerim, Lâl. Seni gerçekten çok seviyorum. Hiçbir şey bunun kadar gerçek olamaz."

Başımı iki yana salladım. "Sen benim abimdin. Sırtımı yasladığım çınar ağacı, güven duyduğum masum abim. Ona ne yaptın?"

Granit gibi donuklaşan yüzünde ifadesizlik kol gezinirken yanıtladı. "Hayatta kalmam için değişmem gerekti."

Hayal kırıklığıyla gözlerim doldu. "Keşke benim için canını veren masum abim olarak kalsaydın. Keşke hiç karşıma çıkmasaydın. Bendeki hatıranı kirletmeseydin."

Benim duygusallığımın aksine dümdüz bir ifadeyle araya girdi Valentino. "Sana güvendim. Lâl'in abisi olduğun için seni dostum saydım, masama oturttum. Sense ihanet ettin."

"Kardeşim söz konusuydu."

Ağır ağır başını salladı adam. "O yüzden hâlâ hayattasın. Yoksa ihanetinin cezası ölüm olurdu."

Bense onun söylediklerini daha fazla duymak istemediğim için hiçbir şey söylemeden odadan çıktım. Arkamdan seslenişlerini dahi umursamadım. "Lâl! Lâl, kardeşim..."

Kardeş miydik gerçekten? Kardeş kardeşe bunu yapabilir miydi? Benim canım pahasına da olsa bu yaptığını sindiremiyordum. Valent bile daha affedici kalıyordu yanımda.

O günden sonra bir daha Engin'i görmeye gitmedim. İçim içimi yese de sormadım bile. Zaten bunları düşünmek için pek fırsatım da olmadı. İki gün sonra Perhide'm paikle yanıma geldi. Hâlâ o gece Engin'le olanlardan haberi olmadığı için bununla ilgili bir şey öğrendiğini sanmıştım ama işin iç yüzü bambaşkaymış.

"Kardeşim hastalanmış." Bunu söylerken son derece endişeli ve nefes nefeseydi. "Durumu kötüymüş. Memlekete gitmem lazım."

Bir yanım Engin'le aramızda olanları öğrenmemesi için rahatlarken diğer yanım Perhide'min böyle kötü bir durumda olmasına üzüldü. "Çok üzüldüm Perhide'm. Ciddi bir şey mi?" Sorumun anlamsızlığını sorduktan sonra fark ettim. Çok kötüymüş dediğine göre ciddi bir şey olmalıydı. Bunu kadının yüzüne bakarak bile anlayabilirdiniz.

Buna takılamayacak kadar endişe içinde olan kadın "Öyle anladığım kadarıyla." diye yanıtladı.

Ağlamaklı olduğunu görünce omuzlarını sıvazladım. "Tamam, tamam sen hiç endişe etme. Ben şimdi Montrel'e söylerim. Hemen bugün gönderelim seni."

"İyi olur kızım." Düşünceli bir biçimde duraksadı gözyaşlarını silerken. "Aklım da burada kalacak. Doğumun yaklaştı. İnşallah ben gelmeden doğurmazsın."

"Sen bunları düşünme. Bak benim etrafımda kaç kişi var, yalnız değilim ki."

İkna olmasa da kabullenir gibi başını salladı kadın. O gün Valent'e haber verdikten sonra özel uçakla gönderdim onu. Umuyordum ki kardeşinin önemli bir şeyi yoktur vehemen iyileşir.

Akşam eve dönen Valentino da yüzümden moralimin bozuk olduğunu çok geçmeden anladı. Bense gülümsemeye çalışarak ceketini çıkarırken "Hoş geldin hayatım. Ceketini alayım." diye karşıladım onu.

"Ben çıkarırım, zahmet etme." Beni omuzlarımdan tutup koltuğa yönlendirdi. "Otur sen şöyle." Koltukta yan yana oturduğumuzda yüzümü ellerinin arasına alıp gözlerime baktı. "Neden üzgünsün sen böyle?"

"Perhide'me üzüldüm ya. kardeşi hastalandı ya, ondan. Bir de son zamanlarda olanlar, Engin abim..." Abi kelimesinin ne kadar eğreti durduğunu düşünüp alışkanlıklarımdan vazgeçmeye çalıştım ve düzelttim. "Yani Engin'in..."

Güven veren bir yüz ifadesiyle başını salladı adam. "O güvende, merak etme."

"Biliyorum ama... Yaptıkları..."

Kısa bir düşünme anından sonra aldığı nefesi bıraktı. "Ona ben de öfkeliyim. Ama sebebi... Benim için de güçlü ve geçerli bir sebep." Yanağımı okşadı dalgın bakışlarla. "Ben de aynı durumda olsaydım senin için her şeyi yapardım. Ne gerekiyorsa." Öyle kesin bir dille söylemişti ki bunu, nefesimi tuttum. Yanağımda gezinen elleri temkinliydi. Dokunmaya dahi kıyamaz gibi. "Sensiz bir hayat düşünemem bile."

Onun beni sevme şekline yeniden âşık olduğumu fark ettim. Gülümsedim dalgınca. Aynı şekilde sağ elim yanağını buldu. "Seni seviyorum..." Ona sarıldım. Kollarındaki güvenin sarıp sarmalayan hissiyle rahatlarken karnıma yediğim tekmeyle gayriihtiyari inledim. "Ah!"

Kollarımdan ayrılan adam "Ne oldu?" diye sordu tetikte.

Güldüm. "O da seviyormuş." diye karşılık verdim bakışlarım karnıma inerken. Gülüştük.

Ertesi gün doktor randevumuz vardı. Doktor ultrason ve muayenesini tamamladıktan sonra bize döndü. "Doğuma daha var gibi. Her şey yolunda görünüyor. Ama..."

Onun ama kelimesi ikimizi de harekete geçirmişti. Uzandığım yerden doğrulup sormak üzereyken Valent benden hızlı davrandı. "Ama?"

Onun endişesini gören doktor tebessüm etti. "Merak etmeyin, endişe edilecek bir şey yok. Ancak bebek ters geliyor. Eğer pozisyon değiştirmezse sezaryene almamız gerekebilir."

Sorgular gibi "Bebeğin ters gelmesi kötü bir şey mi? Tehlikeli mi?" diye sordum endişemi gizleyemeyerek. Bu konularda pek bilgim olduğu söylenemezdi.

"Hayır. Ama biz her ihtimale karşı sezaryen için gün belirlesek daha iyi olur. Elbette şuan tehlike olmadığı için tercihi size bırakıyorum."

Allah biliyordu ya sezaryen olmayı hiç istemiyordum. Ama öte yandan benim inadım yüzünden bebeğe bir şey olur diye içim içimi yiyordu. O an Valentino'yla bakıştığımızda o da benden bir karar bekliyor gibiydi. İçinden sezaryenin mantıklı olduğunu düşündüğüne emindim ama bunu söylemezdi.

Doktor masasına dönüp bazı değerleri incelerken kısa bir an baş başa kaldık. O an endişeyle söylenmeye başladım. "Zaten neyimiz düz ki bu düz olsun. Ters geliyor işte bebek." Soru dolu gözlerle ona baktım. "Ne yapalım Valentino?"

Düşünceyle dudakları büküldü. "Bebek için bir tehlike yokmuş. İstersen pozisyon değiştirmesi için bekleyebiliriz."

"Ama ters de gelebilir. Olmadık bir zamanda gelirse falan..." Yuvarlak cevaplar verip kararı bana bırakan adamı darlamaya devam ettim. "Ne yapmalıyız sence? Sen ne düşünüyorsun?"

"Bu senin bedenin, senin kararın." Elimi tuttu. Sıcacıktı. "Ama kararın ne olursa olsun yanındayım."

Endişemi bir parça rahatlatan adama zoraki gülümseyerek başımı salladım. Doktor yanımıza döndüğünde ise "Sezaryene karar verdik." dedim bir çırpıda.

"Tamam, güzel. O hâlde iki hafta sonrası uygun mu?"

Hepimiz tarihi onayladığımızda her şey yolunda görünüyordu. Yolda, arabada eve giderken elimi tutan adam yüzüme baktı. "İstemediğin hâlde fedakârca bir karar verdin."

"Aman Valentino, abartma. Ölüm yoktu ucunda." Ancak korktuğumu inkâr edemezdim. "Sadece bebek ters geldiği için panik yaptım."

"Endişelerinin farkındayım, bebeğim. Ama merak etme, ben senin yanında olacağım. Konuştuk bunları. Ameliyata girdiğinde elini tutacağım. Yanında olacağım. Bir an yalnız bırakmayacağım."

Başımı salladım onaylayarak. Normal doğum olmayacağı için içim biraz buruktu ama en azından planlanmış bir doğum olduğu için Valent'in yanımda olmama gibi bir ihtimali yoktu. Tek tesellim buydu.

Günler hızla geçerken hem doğum için gerginliğim artmıştı hem de son yaşananların gerilimi, üzüntüsü hâlâ üzerimdeydi. Öte yandan bir yanım Perhide'min kardeşini merak ediyor, onun iyi olması için dua ediyordum.

Engin'in iyi olup olmadığını çok merak ediyordum ama soramıyordum. Kendime yediremiyordum. Yaptıklarını sindiremiyordum. Hem Valentino onun güvende olduğunu söylemişti, niye soracaktım ki? Ona çok öfkeliydim ve öfke duymaya devam edecektim ancak Engin'in kalbimdeki varlığını söküp atmama yetmiyordu maalesef. Bu yüzden de kendime kızıyordum. O Valentino'ya zarar vermeye, onu yok etmeye çalışmıştı veben hâlâ kalbimde ona yer verebiliyordum. Bu içten içe beni yiyen bir kurt gibiydi.

Sanki düşünmem gereken yeterince şey yokmuş gibi bir de Valent'in düşmanları vardı hayatımızda. Bir türlü hayatımızdan çıkmayan düşmanları. Valentino bu konuda çok dikkatli ve temkinli davranıyordu. İşle ilgili hiçbir konuşmasını yanımda yapmıyordu ama ben onun yüzünden anlayabiliyordum. Gergin bir konuşma mı geçmişti? Anlaşmaya varılamamış mıydı? Bir sorun mu vardı? Kafasına bir şeyi mi takmıştı? Ben anlıyordum. O çok profesyonel bir biçimde yüzündeki o ifadeyi gizlese de kalbim onun içini görüyordu. Onun benim en derinlerimi gördüğü gibi.

Ertesi akşam yatmaya hazırlanırken ikimiz de yan yana uzanmış, yatakta doğrulmuş havadan sudan sohbet ediyorduk. O ana kadar ben sormadan Engin'le ilgili hiçbir şey söylememişti ama ben dayanamadım. "O ne durumda?"

Tekrar etmeme bile gerek kalmadan kimi kast ettiğimi anlayan adam aşağı yukarı salladı başını. "Yarası iyileşiyor. Daha iyi durumda. Ve en önemlisi, güvenli bir yerde."

Başımla onayladım. Başka hiçbir şey söylemedim. Söylemeye hakkım yokmuş gibi düşündüm. Onu merak etmeye bile hakkım yokmuş gibi. O çok büyük bir kötülük yapmış, aramızdaki sevgi bağını koparmıştı. Sevgi bağı kolayca kopabilen bir şey miydi, içimde kopan şey sevgi bağı mıydı bilmiyordum ama içimde bir şeylerin koptuğu kesindi.

Benim sessizliğime karşın omzuma dokundu. "Onu merak etmen, düşünmen çok doğal. Bunun için kendine kızma."

"Kızıyorum çünkü bize bunu yapan adama-"

"Konuştuk bunları. Senin için yaptığını söyledi."

"Benim için yapınca sana zarar vermeye çalıştığı gerçeğini değiştiriyor mu?"

"Pişman olması ve bana bir şey olmaması birçok şeyi değiştiriyor." Bilge bir ifadeyle yüzüme bakarken başını salladı. "Tamam, ikimiz de artık ona güvenmeyeceğiz. Eski güvenini kaybetti ve kazanması mümkün değil. Ama güveni kaybetmek ne kadar kolaysa içindeki sevgiyi kaybetmek bir o kadar zor." Yanağıma dokundu. "O senin abin. Aranızda farklı bir bağ vardı, anlattıklarından anladım, hissettim. Mezarına gittiğinde kollarımda gözyaşı döktün. Onun senin için ne ifade ettiğini biliyorum. Şimdi tek bir hata yaptı diye onu silemezsin, silemeyeceğini biliyorsun. Silemeyeceğin için de kendine kızıyorsun." Şefkatle baktı yüzüme. "Bu yüzden kendine kızma."

Bunu yapamayacağımı bildiğim hâlde kendimi zorlayıp başımı salladım. Bir yanım ise Valentino gibi acımasız birinin Engin'e karşı nasıl bu kadar merhametli davranabildiğine şaşıyordu. Bunu da gizleyemedim. "Kardeşinin kocasını bile ihanet ettiği için infaz ettin. Engin'e karşı nasıl benim gösteremediğim anlayışı gösterebiliyorsun?"

Düşünceli bir biçimde dudak bükerken etrafa bakındı. "Bunun birçok sebebi var. Ama basitçe anlatmam gerekirse, Gerardo ailenin içinde ailenin işleriyle ilgilenen kişiydi. Biz iş yapıyorduk. O aile için çalışıyordu. Ama Engin için durumlar farklı." Omuz silkti. "İhanet ihanettir ve cezası ölümdür. Aileden ya da değil, fark etmez. Ama Engin hem benim ailemden değil, ailem için çalışan biri değil hem de bunu yapmasındaki gerekçe gözümde cezasını hafifletiyor. Ve sandığın gibi ben hiçbir zaman ona güvenmedim. Hep bir yanım ondan kuşku duydu, tedbir aldı. Sen harekete geçmeseydin de bir şey olmayacaktı."

"Ama Castelli ailesi için çalışması, seni yok etmeye çalışması..." Bunları düşündükçe delirecek gibi oluyordum. İçli bir nefes aldım. "Bu çok fazla, Valentino."

Saçlarımı okşadı "Sen bunları düşünme. Ben her şeyi düzeltiyorum."

Heyecanla açılan gözlerim ona sabitlendi. "Castelli ailesiyle bir anlaşmaya mı vardınız?"

Başını yana yatıran adam "Henüz değil." yanıtını verdiyse de hemen ekledi. "Ama ben her şeyi yoluna koyacağım. Size zarar gelmeyecek, korkmana gerek yok."

"Kendim için korktuğumu da nereden çıkarıyorsun?" Ellerim adamın göğsünde birleşti. "Ben senin için endişeleniyorum Valentino. Sana bir zarar gelecek diye ölüp ölüp diriliyorum."

Dudaklarını başıma götüren adam yine "Sen böyle gereksiz konularla zihnini meşgul etme. Bebeğimiz için üzüntüden ve stresten uzak kalman gerektiğini biliyorsun." gibi muallak bir cümleyle geçiştirdi beni.

Bunu nasıl yapacağmı bilmiyordum çünkü bizim hayatımız ıMDb'si yüksek bir korku gerilim filmine benziyordu. Başımı onun göğsüne yaslayıp uyumaya çalıştım.

Gece biraz sancı girse de pek önemsemedim. Daha birkaç gün önce doktora gitmiştik ve daha zamanı var dediği için ciddiye almadım.

Sağa sola dönüp yarım yamalak uykularla sabah oluvermişti bile. Ben uykumu alamamış, dayak yemiş bir biçimde yatakta doğrulurken Valentino çoktan uyanıp duşa girmişti bile. Onun enerjisine gerçekten hayrandım. Yorulmak nedir bilmeyen biriydi. Çok az bir uykuyla bile enerjik olabiliyordu.

O banyodayken biraz daha uyumaya çalıştım. Ancak kısa süre sonra yine geceninkilere benzeyen bir sancıyla yatakta doğrulup yüzümü buruşturdum. Banyodan çıkan adamın "İyi misin?" sorusuyla karnıma dokundum.

"Dünden beri huzursuz." Hissediyordum. "Biraz sancım var, önemli değil."

"Nasıl yani?" Gerilip heyecanlandığı açıktı. Bana doğru iki adım atan Valentino "Geliyor mu yoksa?" diye sordu.

"Yok canım, doktor dedi ya daha zamanı var diye. Hem sezaryen için gün aldık." Kendimden emin bir ifadeyle "Ayrıca da gelseydi ben hissederdim." dedim. Böyle bir şey olsa doktor fark ederdi herhâlde.

Valentino ise pek ikna olmuşa benzemiyordu. "Emin misin?"

"Eminim." Hâlâ sancının etkisiyle keyifsizce güldüm. "Daha önce de geliyor sandık, gelen giden olmadı." dedim gözlerimi alayla devirerek. Kafasında soru işaretleriyle yanı başıma oturan adamın elini tuttum sakinleştirircesine. "Eminim canım, korkma. Hadi sen hazırlan, işine gücüne git. Bir şey olursa zaten Nina var."

Biraz düşünen adam "Perhide Hanım da olsaydı keşke. O bu konularda bilgili biriydi. Gidecek zamanı buldu." diye söylendi.

"Kardeşi hastalanmıştı Valentino, ne yapsaydı kadın?" Onun meraklı ve düşünceli hâlini düzeltmeye çalıştım. "Bana bir şey olmaz. Hadi sen git."

Pek ikna olmasa da başını sallayarak hazırlandı adam. Ben de yataktan kalkıp giyindim. Bugün banyoya giremeyecek kadar elim kolum kalkmıyordu. Biraz bol, rahat bir şeyler giymek istediğim için askılı, beyaz bir elbise giydim. Zaten bu hâlde evden çıkacak değildim. Pek özenmedim. Sancım da geçmiş gibiydi. Aynanın önünde saçlarımı taradım ve hâle yola soktum.

Valentino ise camdan dışarı bakıyordu. Gerilmiş yüz hatlarıyla sert bakışları bahçede dolaşıyodu. Benim bir şey sormama fırsat kalmadan "Evden çıkmıyorsun, Lâl. Burada bekliyorsun." dediğinde bir şeylerin ters gittiğini anladım.

"Ne oldu?" Yanına gidip camdan dışarı baktığımda bahçenin gerisinde, evin sınırlarının girişlerinde yabancı adamların barikat kurmuş adamlarımızın karşısında durduğunu gördüm. Başlarındaki da patron olduğu belli olan ellili yaşlarda bir adam, Montrel'le konuşuyordu. "Bunlar kim?" diye sordum gerginliğimi dışarı yansıtmamaya çalışarak.

Valentino ise bana cevap vermek yerine "Beni dinle." dedi yüzümü ellerinin arasına alarak. "Bir şey olduğu yok, her şey yolunda. Sen sakın evden çıkayım deme." Kesin bir dille ekledi. "Sakın."

Sanırım bu endişelenmem için yeter de artardı bile. Çıkmaya hazırlanan adamın elinden tutup engel oldum istemsizce. "Valent, sen de gitme ne olur." Yalvarır gibi baktım yüzüne.

Yeniden bana döndü, yanaklarımı okşadı. "Bir şey olmayacak. Sakin ol, tamam mı?" diyerek alnımdan öptü ve öylece gitti. Ona engel olamayacağım kadar kesin bir dille konuşmuştu. Bugün o gündü. Bir savaşın başlangıcı olan o gün. Aslında ikimiz de bugünün geleceğini biliyorduk ama hangi gün olduğunu bilmiyorduk. Demek bugündü.

Dışarıdaki seslerin ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu ve korkudan he hissedeceğimi bilmiyordum. Camdan dışarı bakmaya çalıştığımda Valent'in adamları her an tetikte, önlerinde Valent, o adamla konuşuyordu. Diğer patronla. Aralarındaki konuşma hararetli bir hâl aldığında silahlar çekildi. Valentino adama, adam Valentino'ya, her iki tarafın adamları da düşman tarafa doğrultmuştu silahlarını.

Sağ elim karnımda, yüreğim ağzımda ne olacağını beklerken bir sancı girdi. Korku ve endişeden olsa gerekti. Derin derin nefesler aldım. Valentino'ya bir şey olursa ne yaparım diye düşünürken sakinleşmeye çalışmak kolay değildi.

Silah sesleri yükselmeye başladığında kapı hışımla açıldı ve içeri Pietro ile Luigi girdi. Daha camdan dışarı bakıp neler olduğunu anlamaya bile vaktim kalmadan Luigi söyleyecekleri şeye itiraz etmem ihtimaline karşı kolumdan tutarken Pietro "Lâl, işler biraz karışacak gibi. Hemen çıkarmamız lazım buradan seni." dedi. Sesi soğukkanlı ancak aceleci çıkıyordu.

İşler biraz karışacak gibi mi? Şuan dışarıda herkes birbirine sıkarken söyleyebilecekleri tek şey bu muydu gerçekten? Belki de kan gövdeyi götürüyordu şuan. Valent'e bir şey olduysa. Allah'ım, lütfen. Tamam, kabul ediyorum ikimiz de pek iyi kulların sayılmazdık ama yaşadığımız bunca acı, zorluk ve geçtiğimiz bu kadar sınavdan sonra bebeğimizle mutlu olma fırsatını yakalamıştık sonunda. Ne olur, bunun berbat olmasını istemiyorum Allah'ım ne olur. Pietro'ya döndüm. "Hayır, Valent gelmeden hiçbir yere gitmem ben."

Hâlâ kolumu tutmaya devam eden Luigi "Bu Valent'in emri zaten!" dedi azarlarcasına. "Bir terslik olması durumunda evden çıkarılıp koruma altına alınacak ilk kişi sensin. Kendini düşünmüyorsan bebeği düşün." Bakışları suçlayıcı bir ifadeyle karnımda gezindikten sonra öfkeyle soludu. "Hadi, çıkıyoruz buradan."

"Valentino'yu bırakamam Luigi."

"Valentino bebek değil, Lâl!" Bu kez daha yüksek bir sesle uyarıda bulunmuştu adam. "O kendini koruyabilir ama sen? Sen futbol topu gibi karnınla kendini nasıl korumayı düşünüyorsun?"

Başıyla onayladı ve "Luigi haklı." diyerek atıldı Pietro. "Bu şekilde savunmasızsın. Bak, bu Valent'in kesin emri. Onun emirlerine karşı gelemeyiz, sorgulayamayız bile." Daha serinkanlı ve sakin bir biçimde durumu izah etmeye çalışan adam en az abisi kadar endişeli görünüyordu. "Valent için öncelik sizsiniz. Sizi güvence altına aldıktan sonra yanınıza gelecek." Omzuma dokundu teselli edercesine. "Ona bir şey olmayacak, merak etme."

Böyle bir şeyi kabul etmek zorunda olduğum için mızmız bir ağlamayla Luigi'den boşta kalan elimle sancıyan karnımı tuttum. Onları dinlemekten başka çarem yoktu. Önde Pietro ve kolumdan tutan Luigi'yle birlikte merdivenlerden inerken sancılarım daha da şiddetlenmişti. Sanki biri karnımın içini parçalıyor ve bacaklarımın arasına görünmez bıçak darbeleri savuruyor gibiydi.

Merdivenlerin sonunda "Biraz yavaşlayabilir miyiz lütfen?" diye inledim. Luigi'yle Pietro'nun bakışları benim acıyla ekşiyen yüzüme kaydı.

Merakla "Ne oldu?" diye sordu Pietro.

"Sancı... Sancı giriyor. Bir şeyler ters gidiyor."

Beni kenara çekerek merdiven korkuluklarına yaslanmamı sağladı Pietro. "Tamam, burada biraz dinlen. Derin nefesler al." Diğer yandan belindeki silaha davranıp çıkardı. Bakışlarımın silahta kilitlendiğini fark eden adam gözlerime bakarak "Her ihtimale karşı." yanıtını verdi. Biraz sakinledikten sonra durumumu merak eden adam "Biraz daha iyiysen sığınaktan çıkalım. Kapıda bizi bir araba bekliyor." derken benim için pek değişen bir şey yoktu.

Sancılar girip çıkmaya devam ediyordu ve ben ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Kendimi zorlayıp birkaç adım atmaya çalışsam da dayanılacak gibi değildi. Tam o sırada girişte kıyamet kopuyor olmalıydı çünkü mermilerin havada uçuştuğunu çıplak gözlerle görüyordum. Adamın birinin alnından vurulup kapının dibine yığıldığını. Allah'ım, cehennemin içine düşmüştüm ve bu korkunçtu. Sanki ilk defa görmüşsün gibi davranma, Lâl. Bu biraz da senin hayatının parçası, biliyorsun. Ama sanırım hamileyken değil. Daha öncekilerden de beter bir sancıyla sarsıldığımda gürültülü bir inilti koptu dudaklarımdan.

Kolumdan tutan Luigi "Yine ne oldu?" diye homurdandı bıkkınlıkla. Bu sefer sancılarımın sıklaşmış ve şiddetlenmiş olmasının yanı sıra bacaklarımın arasından bir sıvı döküldü. Yine kapris yaptığımı düşündüğüne emin olduğum adamın bakışları bu kez merakla ayaklarımın dibine boşalan suya kaydı. "Bu da nedir?"

Duvara yaslanmaya çalışarak nefes alma gayreti gösterdim. "Sanırım... Ah!" Yutkundum. Şuan sırası değildi. Şuan hiç sırası değildi. Ah, bebeğim... Sen de annen gibi şov yapmak için en olmadık zamanları mı seçiyorsun? "Suyum geldi."

Pietro şaşkınlığını dahi yaşayamadan girişten bize doğru sıkılan kurşuna karşı sıktığı kurşunla saniyeler içinde yere yığılan adamın şah damarını patlattı. O sırada Luigi önüme geçmiş kendini bana siper ederken silahıyla Pietro'yu koruyordu.

Az önceki cümleme geri döndüklerinde "Dediğin şey ne anlama geliyor bilmiyorum ama acilen çıkmamız gerek. Burası senin için çok tehlikeli olmaya başladı." dedi Luigi.

Bir adım daha atacak hâlim olmadığını ona nasıl izah edebilirdim ki? Ah, vücudum parçalara ayrılıyor gibi hissediyordum. "Tek bir adım dahi atamam Luigi, suyum geldi diyorum!"

Kaşlarını çatarak "Suyun gelmesi ne demek oluyor?" diye sorarken az öncekinden daha öfkeliydi. Pietro da onun gibi merakla bakıyordu.

Nefes almaya çalışarak tek tek izah ettim. "Suyum geldi demek, doğumum başladı demek. Şimdi anladınız mı sizi kas kafalar? Aah!" Yere yığılmak üzereyken şaşkınlıkla kolumdan çekip beni kaldıran Luigi sayesinde ayakta kalabiliyordum. "Doğum başladı. Bebek geliyor!"

Dişlerinin arasından "Yüce İsa! Sırası mıydı şimdi bunun?" diye bağıran adama öfkeli gözlerle bakarken vücudumun her zerresinde hissettiğim acıdan olsa gerek onu parçalamak istiyordum.

"Kusura bakma Luigi, bebeğe daha uygun bir zamanda gelmesi gerektiğini söylemeyi unutmuşum! Ah! Ah, anneciğim! Canım çok yanıyor!"

Pietro etrafı kolaçan ederken çektiğim acının sahiciliğini görmüş olacak ki bir parça merhamet kırıntısıyla "Çok mu kötüsün?" diye sordu Luigi.

"Vücudumdaki tüm uzuvlar birbirinden ayrılıyormuş gibi hissediyorum! Aah!"

Hâlimi gören Pietro çaresiz bakışlarla "Bu hâlde hiçbir yere gidemeyiz." diye söylendi.

"Ne demek gidemeyiz? Doğumu başladı!"

Doğumla alakalı sıfır bilgisi olan iki adamla baş başa kalmış biri olarak kendimi kaybedecek durumda değildim. Kontrolü ele almalıydım. Sakin kalmak zorundaydım. "Beni yere yatırın."

"Ne?"

Şaşkınlıkla bana bakıp sorular soran Luigi'ye "Beni yere yatır." diye mırıldandım acıyla. "Doğum başladı, ne yapabilirim? Burada doğuracağım işte. Allah kahretsin! Allah'ım sen bana yardım et! Allah'ım sen bana yardım et! Allah'ım sen bana yardım et!" Sanki yüz kere söylersem yardım daha çabuk gelecekmiş gibi hızlı dudak hareketleriyle bu cümleyi tekrarlayıp durdum. Biraz olsun kendime geldiğimde dirseklerimden tutup beni sabitlemeye çalışan adama baktım. "Ve sen de bana yardım edeceksin."

Bana hayretle bakan Luigi "Sen aklını mı kaçırdın?" diye bağırdı. "Ben doğumdan ne anlarım?"

"Ben çok anlarım çünkü, kaç çocuk doğurdum!" Sesimdeki öfkeli ironiyle gözlerini deviren adam en az benim kadar endişeli görünüyordu. "Sadece söylediklerimi yap tamam mı?" Başım göğe yükselirken mırıldandım. "Allah'ım, gerçekten de cennet anaların ayakları altındaymış."

"Ben neden yapıyorum bunları, Pietro yapsın! Ben anlamam ki bunlardan!"

"Hâlbuki Pietro kadın doğum uzmanı, değil mi Luigi? Çıldırtma beni!"

İtalyanca söylenerek hışımla ceketini çıkarıp yere serdikten sonra hazırladığı yere beni dirseklerimden tutup sırtüstü yatırdı. "Şimdi ne yapmam gerekiyor?"

"Sıcak su falan gerekiyor, of ben de bilmiyorum ki! Aahh!"

"Tanrım!" Dişlerinin arasından söylendikten sonra yemek masasının altında kurşunlardan cenin pozisyonunda saklanan Nina'ya seslendi Luigi. "Nina, sıcak su getir! Bu arada doğumla ilgili bir şey biliyor musun?" Kızcağız başını iki yana sallayınca "Neyse tamam, git söylediğimi yap! Kahretsin!" diye söylendi. Öte yandan ilk defa Luigi'nin benim için bu kadar endişelendiğini görüyordum. Beni önemsemesi, kendini bana siper etmesi, artık aileden kabul etmesi çok güzeldi ama ne var ki şuan bu konuya ilgili kendisine teşekkür edebilecek bir durumda değildim. Kaşlarını çatarak "Burada doğum yapabileceğini mi sanıyorsun? Ya bebeğe bir şey olursa? Ya sana bir şey olursa?" diye bütün kötü ihtimalleri sıralarken Pietro eliyle istavroz çıkarıp "Tanrım, sen koru." mırıltılarıyla karşılık verdi.

"İçimi o kadar rahatlattınız ki anlatamam! Ah!" Ellerimle karnımdaki taş gibi ağırlığı itmeye çalışıyordum. Derin nefesler aldım. "Başka çaremiz varmış gibi davranmayın lütfen, görmüyor musunuz çıkabilecek durumda değilim! Suyum geldi, doğumum başladı!"

Luigi yırtınır gibi "Nina buraya gel!" dese de Nina'dan ses çıkmadı. Sadece Pietro'nun "Nina bayılmış." dediğini duyabildim.

Korkuyla "Vuruldu mu yoksa?" diye sormama fırsat kalmadan yeni bir sancıyla sarsıldım. "Ah!"

"Merak etme, sadece bayılmış. Ben görebiliyorum buradan onu. Bir sorun yok." Motivasyon konuşmacısı gibi devam ederken yüzüme baktı. "Sen doğuma odaklan. Ne yapman gerekiyor şimdi?"

"Bilmiyorum ki! Arkadaşlar, bir konuya açıklık getirelim, ben de ilk defa doğuruyorum!"

Luigi "Sanırım bebeği itmen gerekiyor." derken endişeli görünüyordu. Onu hiç böyle görmemiştim. "Hiçbir fikrim yok, kahretsin! Bilgim olan bir konu değil."

Doğumla ilgili bir gıdım bilgisi olmayan iki adamla çaresiz durumdaydım, kendi aklımla düşünmekten başka çarem yoktu. Ahmet'in girdiği doğum videosu gelmişti aklıma. Derin derin nefesler almaya çalıştım. Ikınmaya ve bebeği itmeye çalıştım ama bir gelişme yoktu. Ikınmaktan boğazım yırtılır gibi oluyordu ama hiçbir şey olmuyordu. "Geliyor mu bilmiyorum! Hiçbir şey hissedemiyorum!"

Pietro'yla önce birbirimize, sonra karşımda duran Luigi'ye baktık. O ise başta anlamasa da "Ne?" dedikten sonra ne istediğimizi anlayıp başını iki yana salladı. "Hayır, asla. Oraya bakamam."

Düşününce acaba Luigi'ye çok mu yükleniyoruz diye düşünsem de aramızdaki en soğukkanlı kişi oydu. Tabii bugün biraz farklıydı. Yüzü kireç gibiydi ve belki de bunun sebebi ilk kez doğum yapan birini görmesiydi.

Pietro ikna edici bir biçimde konuşmaya başladı. "Luigi, birinin bebeğin gelip gelmediğine bakması gerekiyor. Doktor bebeğin ters geleceğini söylemişti, hatırlasana! Tehlike var diyorum!"

"O hâlde neden sen bakmıyorsun Pietro?"

"Ben bakamam tamam mı? Hâlâ kadınların benim için çekici kalmasını istiyorum. Ama sen boşanmak üzere olan, rahip hayatı yaşayan bir adamsın. Senin için bir fark yaratacağını sanmıyorum."

"Çok affedersiniz," diyerek araya girdim nefes nefese. "Sizi de rahatsız ediyorum ama acaba doğurmama biraz olsun yardım edebilir misiniz? Çünkü ben burada ölmek üzereyim!" Son cümleyi öyle bir tınıyla söylemiştim ki o şiddetli ve korkunç sesin benim boğazımdan çıktığına inanamadım. "Çok kötüyüm! Galiba öleceğim!"

"Saçmalama!" diye kızdıktan sonra söylene söylene de olsa eteğimi hafifçe aralayıp bakmaya çalıştı. "B-Bilmiyorum. Bir şey gelmiyor şuan." Gözlerini kapattı bir günah işlemiş gibi. "Böyle şeyler neden hep beni bulur? Tanrım..."

"Luigi ben de bir fırsatım olsa da Luigi'ye her yerimi göstersem diye bu anın hayaliyle yanıp tutuşmuyordum! Kusura bakma da... Aaah! Ben..." Yutkundum. "Olmuyor! Kesin bir şey ters gidiyor."

Pietro sanki Luigi'yi ikna eder gibi "Tıpta ayıp olmaz, Luigi. Sonuçta iki hayat söz konusu." derken alayla ekledi. "Tanrı seni affedecektir."

Bense acının gittikçe artmasına rağmen söylenmekten geri durmuyordum. "Allah'ım, hayallerimin arasında bebeğimin ebesinin Luigi olması hiç yoktu ama ya! Aaa!" Bu kez beni ikiye bölecekmiş gibi bir ağrıyla iki büklüm oldum. Yanımdaki korkuluklara tutunarak doğrulmaya çalıştım.

Luigi ise zar zor bebeğin gelip gelmediğine baktıktan sonra başını iki yana salladı. "Lâl, gelmiyor. Sanırım biraz daha çaba göstermen gerekiyor."

"Daha ne kadar çaba göstermem gerekiyor bilmiyorum, Luigi! Burada ölmek üzereyim!" Uğultulu bir çığlıkla boğuldum resmen. Öte yandan Valent'in iyi olup olmadığını düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. "Valentino'yu istiyorum." diye sızlandım alt dudağım titrerken. Başımı iki yana salladım gözyaşları arasında. "Onsuz yapamam."

Biraz sancı durur gibi oluyor, sonra yeniden daha da şiddetlenerek geliyordu. Ne yapacağımı bilemeyen çaresiz bir hâldeydim.

Pietro ise mantıklı kalmaya çalışarak "Lâl, doğum başladıysa durduramayız. Elinden geleni yapmalısın. İkiniz de yeterince tehlikedesiniz." diyordu.

Bense onu duyamayacak kadar fena hâldeydim. Hayal meyal kapıdan içeri Valent'in girdiğini görsem de hayal mi gerçek mi anlamakta zorlandım. Ta ki yanıma yaklaşana kadar inanamadım.

Endişeyle önümde diz çöken adam önce Luigi'ye, sonra da Pietro'ya baktı. "Neler oluyor burada?" Elimi tuttu. "Lâl?"

İyi olduğunu görmüştüm ya, daha ne isterdim ki? İçim rahatlamıştı. Ama konuşabilecek durumda değildim. Bu yüzden Pietro "Su geldi. Lâl'in doğumu başladı." yanıtını verdi.

Delirmiş gibi "Ne?" diye bağırdı Valentino. "Ama... Ama daha zamanı vardı." Yüzünde heyecan varken içinde bulunduğumuz durumun farkına varıp burnundan solumaya başladı. "Tam da sırası!"

Hayatımda hiç bu kadar acı çektiğimi hatırlamıyordum. Ama cesur ve sakin olmaya çalıştım. Koluna tutundum Valent'in. "İyisin." diye mırıldandım zar zor, nefes nefese. Onu karşımda iyi görmüştüm ya, bana yeterdi.

"İyiyim, bebeğim. Merak etme. Sen de iyi olacaksın." Kalkabilecek durumda olmadığımı görünce beni kucakladı ama heyecandan ellerinin titrediğini hissedebiliyordum. Bu en az benim kadar onun için de zor bir durumdu. "Henüz doğuma vardı. Nasıl oldu bu?"

"Bilmiyorum, Valentino." Kinayeli bir sesle "Kızın bugün doğmayı uygun buldu!" dedikten sonra yeni bir acıyla sarsıldım. "Canım çok yanıyor."

"Tamam, tamam sen sakin ol. Buradayım. Burada, yanındayım." Sakin ve soğukkanlı olmaya çalıştığı belliydi. Başarılı olabiliyor muydu? Tartışılır. "Sen derin derin nefes al, ver."

Söylediğini yapıp nefes almaya çalıştım. "Seni de korkutmak istemiyorum ama çok korkuyorum Valentino. Bir şeyler ters gidiyor gibi."

"Hayır, her şey yolunda. Şimdi hastaneye gidiyoruz."

Dışarıdaki tehlike geçmiş miydi hiçbir fikrim yoktu ama beni kucaklayan Valentino merdivenlerden aşağı indi ve en alt kattaki sığınaktan dışarı çıktı. Burada bir çıkış yolu olduğunu bile bilmiyordum. Yeraltında bir garaj gibiydi. Her şeyi düşünen Valentino Riccardo elbette bunu da düşünmüştü. Bunları sancımın azaldığı bir an kafamın içinden geçirirken hastaneye yetişip yetişemeyeceğimizi düşündüm ve sakin kalmaya çalıştım. Hatırladığım son şey beni arabaya bindirdiğiydi.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bugün internet dolayısıyla yeni bölümümüzü biraz geç yayınladım. Umarım kusuruma bakmazsınız. Yeni bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Evet, sanırım artık Junior Riccardo geliyor. Bu konudaki hislerinizi buraya alalım. Bu bölümde en güldüğünüz sahne hangisiydi? Onu da buraya yazabilirsiniz. Hayalinizdeki Lâlentino ve bebiş sahnelerinizi de buraya aldıktan sonra gevezeliği kesip veda edeyim. 😍 28 Eylül Cumartesi günü Suadiye Penguen Kitabevi'ne gelecek olanlara tatlış sürprizler hazırladım. Bakalım beğenecek misiniz? Bir de yakın zamanda Instagram hesabımda Halikarnas'ta Bir Gece çekilişi yapacağım, o yüzden beni oradan takip ederseniz iyi olur. 🌿 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%