@buzlarkralicesi
|
-63- ❝Lâl❞ Yeni bir acı dalgasıyla kendime geldiğimde arabada, Valent'in kucağındaydım. Karşımızda Luigi ve Pietro vardı. Benim acıyla inlemem üzerine omuzlarımı kavradı adam. "Daha iyi misin?" "Evet, biraz durmuş gibiydi ama yine başladı." Yerimde duramayacak gibi acıyla kımıldandım. "Daha çok var mı hastaneye?" Luigi donuk bakışlarla sessizdi. İhtiyacımız olduğunda doğum hakkında zerre bilgiye sahip olmayan Pietro'nun ise tam da o an bizi bilgilendiresi tuttu. "Luigi'nin bebeklerle ilgili aldığı kitaplardan birinde okumuştum, doğum ağrısı 20 kemiğinin aynı anda kırılmasıyla eş değermiş." Bense o an "Sağ ol ya, tam da doğum yaparken bu bilgiler ilaç gibi geldi Pietro." dedim alayla. O sırada karnım yumruk gibi sıkılıp gevşiyor gibi garip ağrılarla sarsılıyordu. Olmadık yerde olmadık bilgiler verdiğini fark eden adam da omuz silkti. "Affedersin, yardımcı olmaya çalışıyordum." Valent'in sinirle gözlerini belertmesi üzerine anlattıklarının yardımcı olmadığını fark edip bir daha konuşmadı. Bakışları bana dönünce şefkatle yumuşayan adamın endişesini görebiliyordum. "Çok az kaldı bebeğim, merak etme." Şoföre "Daha hızlı ol!" diye seslendi bağırırcasına. O an Valent'in benden fazla panik olduğunu daha iyi anladım. Ayrıca Luigi'nin verdiği akademik bilgilerde hiç yardımcı olmuyordu. Onun söylediklerinden sonra Valentino daha da gerildi. "Gerçekten tüm kemiklerin kırılıyormuş gibi mi hissediyorsun?" Daha kötüsünü de hissediyordum ama elbette karşımda yeterince panik olmuş adama bunu aksettirmeye niyetim yoktu. Elini tutup sakinleştirdim onu. "Ben iyiyim." diye fısıldadım acıyla. "Gerçekten." Başını salladı onaylarcasına. "Az kaldı." Heyecanla gözleri ışıldıyordu. "Kızımızı kucağımıza almamıza çok az kaldı." O süre benim için geçmek bilmedi. Bir ömür gibiydi acı içinde. Ancak hastaneye geldiğimizde her şey hazırdı. Doktor çok ilgilendi. Ben hemen doğuma alır diye düşünürken ultrasona aldı, muayene etti ve bazı sorular sordu. Ne zaman suyumun geldiğini, sancılarımın ne sıklıkta olduğunu. Her şeyi zar zor da olsa anlattım, tüm sorularını yanıtlamaya çalıştım. Önce odaya alındık. "Doğum olmayacak mı?" diye sordum merakla. Bir yandan da sancım yine hafiflemişti. "Evet, doğum başladı. Ama doğum öyle hemen başlayıp biten bir olay değil. Uzun bir süreç, saatler sürebiliyor. Bazen 6 saatle 24 saat arası bile sürdüğü oluyor. O yüzden sancılarının sıklaşmasını bekleyeceğiz." İkimize de bakarak onun da beklediği bir durum olmadığını gizlemedi. "Bebek ters geliyor. Beklediğimiz günden erken davrandı." Bense duyduğumdan beri söylendiğim cümleyi tekrarladım. "Neyimiz düz ki bu düz olsun?" "Ancak endişelenmeyin, şimdilik bir tehlike yok. Sadece zor bir doğum olacak." Yanı başımda duran Valentino'nun ise merak ettiği şeyler başkaydı. "Bu kadar acı çekmesi normal mi? Bunun için bir ağrı kesici yapılamaz mı?" "Şuan gerekmiyor ama artarsa takip edeceğiz. Şimdilik burada istirahat edin, sancılarınız beş dakikada bir sıklaştığında sizi doğuma alacağız. Geçmiş olsun." Güler yüzlü doktor odadan çıktığında bildiğim bütün doğrular yanlış çıkmış gibiydi. Ben doğumu hemen girilip çıkılan bir şey sanıyordum. Doğuruyorsunuz ve bitiyor. Bu kadar uzun bir sürece yayılacağını düşünmemiştim. Yerimde doğrulurken iç geçirdim sancımın durulmasına şükrederek. "Vallahi anaların hakkı ödenmez." Ayakucuma oturan adam elimi tuttu. Yüzü beyazdı, endişeliydi. "Ağrın var mı?" "Yok şuan." "Bu kadar acı çekeceğini düşünmemiştim." "Doğum bu Valentino, tabii acı da olacak." "Luigi ve Pietro da kapının önünde bekliyor." "E gelsinler içeri." "Luigi artık o kısa doğum deneyiminde ne yaşadıysa şokta gibiydi. Yüzü donuktu." Kaşları çatıldı merakla. "Ona ne yaptın?" Omuz silkerken "Bir şey yapmadım." yanıtını verdim gülmemeye çalışarak "Sadece hayatın gerçeklerini gösterdim." İki eliyle tek elimi kavrayıp öpen adam bir elini karnıma götürdü. "Sizi yetiştiremeyeceğim diye çok korktum. Ama her şey yolunda." "Evet, her şey yolunda. Merak etmeni gerektiren bir şey yok artık. Doktorum burada, doğum başlıyor, emin ellerdeyiz. Endişelenmeyi bırak, rahatla biraz." Kendini ikna etmeye çalışır gibi başını salladı. "Bu arada seni beklerken Perhide Hanım'a da haber verdim, uçakla buraya geliyor. Doğumdan sonra burada olur sanırım." "Neden haber verdin ki? Şimdi iki ayağı bir pabuca girer." "Öyle söyleme Lâl, yanımızda bebekler konusunda deneyimli biri olmalı." Dudakları kıvrıldı. "Aslında Paola hala da yardımcı olurdu ama-" "İnşallah onu da endişelendirmemişsinizdir." Başımı yan yatırdım abartıyla. "Görmemişin çocuğu olmuş durumlarına gelmeyelim. Doğumdan sonra haber ver." "Henüz söylemedik, merak etme." Dudakları düz çizgi şeklini alırken yeni bir bomba patlatacağı belliydi. "Doğan geliyor ama. Ona haber verdim. Dedesi olarak öğrenmeye hakkı vardı." Savunmaya geçen adamın yüzüne baktım ama suçlayıcılık yoktu hiç ifademde. "İyi yapmışsın." demekle yetindim. Elini tuttum. "Sana bir şey olacak diye çok korktum Valentino, öldüm öldüm dirildim. O çatışmanın ortasında silahlar çekildiğinde..." Valentino ise onunkine kenetlenmiş elimi okşarken "Şşşt... Şimdi bunları düşünme." dedi sakince. "Şuan doğuma odaklan. Hem ben iyiyim, görüyorsun ya." Ben onaylayarak başımı salladığımda yeni bir bilgi paylaşmak üzere gibi gözlerime baktı. "Çatışmada Engin, beni hedef alan Castelli ailesinden birini vurdu." Dürüstçe ekledi. "Bir noktada benim hayatımı kurtardı." "Ne?" Yerimden doğrularak panikledim. "O iyi mi?" "İyi, merak etme. Castelli'nin kara listesine girdiği için onu gizli bir yere gönderdim. Koruma altında." Duraksadı. "Sadece... Belki bunları duymak içini rahatlatır diye düşündüm. Onu affetmek senin için ne kadar zor biliyorum ama..." Herhangi bir şey söylemedim. Her şeye rağmen Engin abimin içinde bir iyilik olduğuna inanmak istiyordum. Bu yaptığı şey de onun hakkında düşünmek istediğim olumlu şeyleri besliyordu. Yine de onu tam anlamıyla affedebileceğimi sanmıyordum. Sanırım onun da dediği gibi şuan doğuma odaklanmalıydım. Zaman geçmek bilmiyordu. Normal normal sohbet ederken sancılarım sıklaşmaya başladı. Daha da ağırlaştım. Doktor kontrole gelip sancıların istenilen sıklığa geldiğini görünce "Sizi doğuma alıyoruz Lâl Hanım." derken rahatlatıcı bir sesi vardı. Sanırım bu beni biraz rahatlatmıştı. Valentino hemen atıldı. "Ben de girmek istiyorum, mümkün mü?" Heyecanlı olduğu her hâlinden belliydi. Kim bilir doğuma girse neler olurdu. "Elbette, girebilirsiniz." Doğuma götürülürken elimi tutan adama döndü bakışlarım. "Valentino, gelmek zorunda değilsin." Yalvarır gibi başımı yatırdım. "Bence gelme." "Hayır, geleceğim." İnatçı bir keçi gibiydi ve onu vazgeçirecek kadar enerjim yoktu. O sırada doğum sancılarıyla sarsılmakla meşguldüm. "Yanında olacağım. Bebeğimin her anına şahit olmak istiyorum." Doğuma girdiğimizde biraz heyecanlanırım sanmıştım ama heyecanlanmaya bile hâlim kalmamıştı. Acı içinde kıvranıyordum. Valentino bir an bile yanımdan ayrılmadı. Bebek ters geldiği için endişeliydim. Doğum da uzun sürmüştü. Eğer Valentino olmasaydı endişemi ve acımı daha rahat dışa vurabilirdim ama onu korkutmamak için çabalasam da doğum öyle bir şey değildi. O an kendi derdinize düştüğünüz için pek de yapabileceğiniz bir şey olmuyordu. "Lâl Hanım, biraz daha bebeği itmenizi isteyeceğim. Hadi, son kez." Kan ter içinde denileni yaptığımda nefes alıp vermekten nefesim kalmamıştı. "Deniyorum! Gerçekten deniyorum!" İçimden bir canavar çıkmış gibi son gücümü kullandım. Valent ise benden de kötü durumdaydı. İlk kez bir doğuma şahit oluyordu ve bu kadar acılı olduğunu tahmin etmediği her hâlinden belliydi. Endişesini gizlemeyen bir ifadeyle "Doğumun bu kadar uzun sürmesi normal mi?" diye sordu doktora. "Her şey yolunda mı?" "Her şey yolunda, merak etmeyin. Zor bir doğum olacağını söylemiştim." "Ama o çok acı çekiyor." Valent'in ısrarla doğumun acı çektiren bir eylem olduğunu anlamamasına sessiz kalmaya çalıştım. İçimdeki cadıyı çıkarıp onu paralarsam endişesinin üstüne dahası eklenecekti. Elimi tutan adamın avuçlarını sıkıp tırnaklarımı geçirirken yiğitliğe bok sürdürmemeye çalışıyordum. "İyiyim ben, iyiyim! Hadi devam edelim şu işe!" Bağırmaktan sesim kısılmış durumdaydı ama içimde garip bir boşluk hissedip sonunda o sesi duyduğumda her şey sıfırlandı sanki. Dünyanın en tatlı müziği. Birkaç saniye sonra göbek bağı kesilip kucağıma verdiklerinde dünyalar benim olmuştu. "Burada anne ve babasıyla tanışmak için sabırsızlanan güzel bir kız var." Onu kucağıma aldığım an çektiğim tüm acıların üstüne güçlü bir ağrı kesici sürülmüş gibiydi. Valentino ise benden heyecanlıydı. Gözleri parlıyordu. "Kızım..." derken sesi yumuşacık çıkmıştı. "Bebeğim..." Dünyanın en güzel şeyini görmüş, büyülenmiş gibi ona bakarken eli bebeğimizin küçük başını okşuyordu. "Aramıza hoş geldin. Ne çok bekledik seni..." Miniminnacık, buruşuk, pembe bir şeydi ve bir anda dünyamızın tam ortasına oturmuştu. Karanlık dünyamızın en derin aydınlığıydı. En büyük ışıltısı. Liliana Ada Riccardo. İşte böyle ansızın girmişti hayatımıza. Ne zorlukla beklediğimiz güzeller güzeli kızımız bir güneş gibi doğmuştu dünyamıza. Odaya alındığımda doğumu atlatmıştık ama anlaşılan atlatmamız gereken başka şeyler de vardı. Bebeğin hazırlanmasını beklerken yanı başıma oturan adam elimi tuttu. "Ağrın var mı?" Biraz vardı ve normaldi ama "Yok, geçti." dedim bulutların üstündeyken. Tebessüm ettim mutlulukla. "Asıl sen iyi misin?" diye sordum alayla. "Bir ara bayılacaksın sandım." "Tabii ki iyiyim." İç geçirirken yüzüme baktı. "Sadece size bir şey olacak diye endişelendim. Ve..." "Ve?" "Çok sayıda çocuk planımızı askıya almaya karar verdim." Bu sözü Valentino'dan beklemediğim için biraz şaşırmıştım. Yerimden doğrulurken donup kalmıştım. "Neden?" Acaba çok kapris yapıp doğumda farkına varmadan burnundan getirmiştim de gözü mü korkmuştu adamın? İlk düşündüğüm buydu. O ise yanağıma dokundu. "Bu kadar acı verici bir şey olacağını tahmin etmemiştim. Ve bir daha bu kadar acı çekmeni görmeye dayanabileceğimi sanmıyorum." Rahat bir nefes vererek güldüm. "Valentino, sen..." Başımı iki yana salladım. "Sen nasıl bir şeysin?" Onu kendime çekip dudaklarından öptüm. Kısa süre sonra içeri Luigi, Pietro ve Wendy girince ayrılmak zorunda kaldık. Pietro şakasını yapmayı ihmal etmedi tabii. "Dostum, bebek daha yeni doğdu. Yenisini yapmak için biraz erken davranmıyor musunuz?" Valentino'nun kuzenine yanıtı ise gözlerini devirerek "Kapa çeneni." sözü olmuştu. Wendy heyecanla bir "Hiii!" nidası kopardı. "Bu hayatımda gördüğüm en güzel şey! Allah'ım, şu gözlere, yanaklara bak!" Sevinçle gülümsedim. "Kucağına alsana." "Ay yok alamam. Ben korkarım şuan." "Saçmalama Wendy." Onu cesaretlendirdim. "Al hadi." "Yok, yok. Sonra." diyerek geçiştirdi beni. Wendy'nin yeni doğan bebek fobisi olduğunu bilmiyordum. Luigi'yle bakıştıklarında bebeğe özlemle baktıklarını gördüm. Keşke dedim içimden. O dileği kendi içimden bile dillendirmeden gerçek olmasını istedim. Hemen onların ardından Perhide'm de girince rahatladım. "A benim yavrum, ben bildim bu bebeğin doğmak için benim gitmemi bekleyeceğini!" Valent'den boş kalan diğer yanımdaki yerini aldı. "Nasıldı? Çok zor geçti mi doğumun?" Alt dudağımı delercesine ısırdım. "Çok zordu Perhide'm ya. Bu insanlar beş altı çocuğu tarlalarda nasıl doğuruyormuş? Helâl olsun valla! Öleceğim sandım." Güldü kadın. "Ya, kolay görünür ama zordur doğum." Duraksadı. "Yüzünde kanın çekilmiş vallahi. Ama geçer, geçer. Bol bol pekmez içersin geçer." Güldüm. Perhide'me göre keçiboynuzu pekmeziyle geçmeyecek şey yoktur. Biri mi öldü, içir pekmezi dirilsin. Kafası mı koptu? Pekmezi içti mi düzelir. Birkaç dakika sonra hemşire bebeği getirdiğinde ilk doğduğundaki buruşuk şeyden eser yoktu. Güzelce giydirmişler, temizleyip paklamışlar, yanakları pembiş pembiş... Gören herkes âşık oldu. Kocaman gözlerini açmış bize bakıyordu. Bir de küçük sürpriz, gözleri maviydi. Benim kahverengi, babasının da kara gözlerine inat mavi gözlü doğmaya karar vermişti küçük kızımız. Tabii bebeklerin büyüdükçe göz renginin değiştiği gibi bir söylenti vardı ama... Bilemiyorduk. 
Güldü hemşire. "Bebeğinizin kilosu gayet normal babası. İki kilo dört yüz elli gram." "Üç kilo bile değil." "Böyle hissetmeniz çok normal. Alışırsınız." Pietro "Ne güzel bir bebek bu böyle." derken şefkatle bakıyordu kucağıma verilen bebeğe. "Sana benziyor, Lâl." Tıpkı onun gibi Luigi de tebessümle bakıyordu. Ondan beklenenin aksine bakışları şefkat doluydu. Buzdolabı erimişti ilk kez. "Gözleri mavi mi?" Perhide'm söze girdi hemen. "Mavi ya, mavi." Luigi ve Pietro kalabalık etmemek için tebrik edip çıktılar. Perhide'mse sevgiyle bebeğe bakıyordu. "Tü tü tü, nazar değmesin inşallah!" Biraz düşündükten sonra "Ben birazdan gelirim çocuklar. Hemşireye soracaklarım var. Siz rahatınıza bakın." dedi ve saçımı okşadı. "Dinlenmene bak kızım." Perhide'm odadan çıktığında küçük çekirdek ailemizle baş başa kalmıştık. Yanı başıma oturan adam büyülenmiş gibi bebeğe bakıyordu. Bebeğimize. "Dünyanın en güzel kız bebeği. Şunun güzelliğine bak." "Gerçekten peri kızı gibi." Pembe beyaz teni, hokka gibi burnu, pembiş pembiş yanaklarıyla öyle tatlıydı ki bakmalara doyamadık. Valentino dalgın ve huzurlu bakışlarını bebeğe dikerken "Gözleri babama benziyor." diye mırıldandı. "Babanın gözleri mavi miydi?" Onaylayarak başını salladı. Bu kadar zaman birlikteydik ama babasının ne fotoğrafını ne ona dair bir şeyini görmemiştim. Demek kızımızın gözleri dedesine çekmişti. Yeni doğmuş bebeğini kucağımda korka korka izlerken "Nasıl büyüyecek bu bebek, Lâl? Çok küçük." dedi endişeyle. "Hepimiz nasıl büyüdüysek o da büyüyecek Valentino." Boşta kalan elimle yanağına dokundum kısa bir an. "Hemşire normal dedi ya hayatım." "Kucağıma almaya korkuyorum." Biz konuşurken içeri Perhide'm girmişti. Bense Valent'i cesaretlendirmeye çalışıyordum. Hiçbir şeyden korkmayan adam, kendi bebeğini kucağına almaya korkuyordu. Düşmanlarının bile korkutamadığı Valentino Riccardo, iki kilo dört yüz elli gramlık bebekten korkmuş durumdaydı. Kendimden emin bir biçimde "Al, bir şey olmaz." diyerek usulca onun kucağına verdim bebeği. Ben vermeseydim hiç alma cesaretini bulacak gibi görünmüyordu. Gergin ve tetikteyken kucağına bıraktım sakince. "Başını yukarıda tut." "Böyle mi?" "Evet. Gayet iyisin." Perhide'm bir köşede bizim aile saadetimizi izlerken memnuniyetle gülümsüyordu. Bebek ağlamaya başladığında yeniden panik oldu Valentino. "Ağlıyor." Bana döndü tedirgin bakışları. "Canını acıttım galiba." Güldüm. "Hayır, karnı acıkmıştır." diyerek kucağından aldım kızımızı. Henüz hiçbir şey bilmediğim için Perhide'm ilk defasında emzirmeme yardım etti. Başta biraz canım acıdı ama alıştım. "Hiç sorun çıkarmadan aldı maşallah. Ne akıllı bebek." Valentino hâlâ bebeğimizin olduğuna inanamıyor gibi gözlerini dikmiş karnını doyuran bebeğine bakıyordu. "5 dakikada bir taraf değiştir, e mi yavrum?" Başımı salladım onaylayarak. Çok garip bir histi. Buraya iki kişi gelip üç kişi dönecek olmamız. Hazırlıklı olmama rağmen bebeğimizi kucağıma aldığımda şaşkınlık içindeydim. Bu bebeği ben mi doğurmuştum şimdi? Annesi bendim. Bizim sevgimize, ilgimize muhtaç minicik bir şey. İçim yumuşacık olmuştu ama bir yandan da korkmuştum. Ya ona iyi bir anne olamazsam? Valentino'nun hakkı vardı, dokunmaya bile kıyamayacağımız kadar küçücüktü. Biblo bebek gibi güzeldi. Ya da benim bebeğim olduğu için bana öyle geliyordu. Doktor her şeyin yolunda olduğunu söylese de önlem için bir gün daha hastanede kalmamızı önerdi. Ben gerek olmadığını söylememe rağmen Valentino bunu doktorun ağzından duymuştu ya, artık geri dönüşü yoktu. Onun gözünde bu bir kanundu. Perhide'm birkaç ihtiyacım için eve gittiğinde Valentino'yla yalnız kalmıştık. Yatağımın yanındaki bebekten bir an olsun gözünü ayırmıyordu. Yeni oyuncak alınmış çocuk gibi heyecanlı ve hevesliydi. Küçük yatağının başında bekliyordu sürekli. Yüzünden gülücük eksik olmuyordu adamın. Onun yatağında uslu uslu uyuduğunu görünce bakışlarını ayırıp bana döndü. Yatağımın kenarına oturan adam bu kez gözlerini ayırmadan bana baktı uzun uzun. Ben ne diyeceğini beklerken usulca elimi ellerinin arasına aldı. "Lâl, bu hayatta bana verilebilecek en güzel armağanı verdin. Önce aşkını, sonra bebeğimizi bana verdiğin için teşekkür ederim." Duygulanmıştım. Başımı öne eğip gözyaşları içinde tebessüm ettim. Ailenin ne demek olduğunu en iyi ikimiz bilirdik. İkimiz de bir noktada kırık dökük ailelerde büyümüştük. Hikâyelerimiz farklı olsa da benzerdi. Bir o kadar da aynı. Elim adamın yanağına gittiğinde ne diyeceğimi bilemedim. "Asıl biz şanslıyız. Senin gibi bir babamız olduğu için." Yanağındaki elimi alıp dudağına götürdüğünde hafif doğrulup başımı göğsüne yasladım. Orası huzurdu benim için. O gün Perhide'm gelmeden uçaktan iner inmez Doğan gelmişti ziyarete. Bebeği görür görmez resmen âşık olmuştu. Yüzü bir dede şefkatiyle aydınlanırken çok mutluydu. "Ne tatlı şey bu böyle?" Uzaktan severken "Hiç bu kadar güzel bir bebek görmemiştim." dediğinde bakışlarındaki hevesi görmüştüm. "Sen bir de onu ilk doğduğunda gör, buruşuk kırışık, maymun gibi bir şeydi." dedim gülerek. Perhide'm bebeğin güzelliğini çok dile getirmememizi, nazar değebileceğini söylüyordu. Hatta o bile çirkin diye seviyordu kızımızı. Valent buna bozulsa da pek ses çıkarmıyordu. Benim bu sözüm üzerine düz bir sesle "Kızıma maymun demen ne kadar kırıcı farkında mısın? O her şeyi anlıyor." derken elleri ceplerindeydi adamın. Doğan onun bu alınganlığına gülerken ben "Valentino, konuştuk bunu, nazar değmesin diye söylüyoruz dedik ya." diyerek açıkladım. "Yoksa dünyanın en güzel bebeği senin bebeğin, tamam." Doğan bu mutlu aile tablosunun içinde olduğu için son derece memnundu. Keyif aldığı her hâlinden belliydi ama bebeği uzaktan uzağa sevdiği gözümden kaçmamıştı. Herhâlde benim tepki vermemden çekiniyordu. Onunla aramızda sıradan bir baba kız ilişkisi olmayacağının farkındaydım. Gerçekçi bakmak gerekirse bu böyleydi. Ama yapılan bir hatayı nesilden nesile aktarmanın manasız olduğunu düşünüyordum. Bu yüzden bizim normal bir baba kız ilişkimiz olamasa da en azından kızımın dedesiyle gerçek bir ilişkisi olsun istiyordum. Valent'e bebeği kucağıma vermesini işaret ettikten sonra Doğan'a döndüm. "Kucağına almak ister misin?" Şaşırmıştı. "Ben..." İstediği belliydi ama korkuyor gibiydi. Onun korkusunu kırmak için "Hadi, aç kucağını." dedim hâlâ ona uzak duran bir tebessümle. İçimdeki kırgınlıkları tamamen iyileştiremezdim. Ama üzerine yeni ilişkiler inşa edebilirdik. İnanıyordum buna. Kendisine karşı attığım bu adımla sevinci yüzünden okunan adam benim yardımımla bebeği kucağına aldı. Yumuk yumuk gözlerine bakarken oyuncak bir bebeği elinde tutar gibiydi. Heyecan duyduğu bakışlarından okunuyordu. "Hoş geldin hayatımıza, Ada... İyi ki geldin." Yanağına çekingen bir öpücük kondurduktan sonra onu kucağıma iade etti. Minnettar bakışlarında samimi olan adam "Teşekkür ederim, Lâl." dedi bana. Soru sorar gibi ona baktığımda açıkladı. "Dede olduğumu hissettirdiğin için. Torunumu görme, tanıma şansı verdiğin için. Her şey için." O an ne diyeceğimi bilemediğim için sadece "Abartılacak bir şey yok." deyiverdim. İlk kez dikkatle yüzüne baktığımda süzülmüş olduğunu fark ettim. "Sen iyisin değil mi?" "İyiyim kızım, merak etme." "İlaçlarını düzenli alıyor musun?" "Alıyorum, her şey yolunda." Konuyu uzatmadan "Doğum yapan sensin, asıl sen iyi misin?" deyiverdi. "İyiyim." Doğan çok kalamadı, ertesi gün döndü ama son ana kadar bebeği kucağından indirmez oldu. Pek bir sevdi. Valent de ben de bundan son derece memnunduk. Hastaneden çıkıp eve geçtiğimizde her şey çok güzeldi. Bebeğimizin odası hazırdı ama tabii ki ilk günler onu odasına koymaya kıyamıyorduk. Aramızda yatıyordu. Bu fikir Valent'in epey hoşuna gitmiş olsa da bebeğin yalnız yatmaya alışması gerektiğini öğrendiğim için buna çok alışmasak iyi olacaktı. Paola hala elinden geldiğince her gün bizdeydi. Perhide'mle de iyi anlaşmışlardı. Bebeği bir an olsun yalnız bırakmıyorlardı. Sağ olsunlar, onlar varken biraz olsun dinlenme fırsatım oluyordu. Valent ise işe uğramaz olmuştu. Ben iyiyim, etrafımda bir sürü insan var desem de kabul ettiremiyordum bir türlü. Ne beni ne de bebeğini bırakıp gitmek istemiyordu hiç. Bana soracak olursanız da özellikle bebeğini. Ona öyle bağlanmıştı ki anlatamam. Bebeğimiz doğduğunda onu çok seveceğini biliyordum ama bu kadarını tahmin etmiyordum. O gün Pietro bebeği görmeye geldiğinde Pietro'dan bile kıskanır olmuştu. Adam kucağına alıp agucuk bugucuk yaparken bebeğin alnına küçücük bir öpücük konduracakken Valentino hemen engel oldu. Onun bu hareketine şaşıran Pietro "Ne oldu?" diye sordu. Bebeği kucağından alan kuzenine soruyla baktı. "Ne yapıyorsun Valentino?" "Yeni doğmuş bir bebeği her dakika öpemezsin. Cildi hassas." "E sen öpüyorsun." "Ben babasıyım." Bunu öyle gururlu bir edayla söylemişti ki gülmemek için kendimi zor tuttum. Şaşkınlığını atlatan Pietro da benen farklı sayılmazdı. Gülmek üzereydi. "Çok meraklıysan sen de git yap bir bebek. Benim kızımı rahat bırak." Son sözüyle Pietro tuttuğu tüm gülüşünü bir kahkaha olarak patlattı. "İnanamıyorum sana Valentino. Yüzyıllarca düşünsem böyle birine dönüşeceğin aklıma gelmezdi." Başını iki yana sallayıp gülerken durumdan en az benim kadar keyif aldığı açıktı. Valent'in bebeğe olan düşkünlüğünü konuşuyorduk ama Ada Hanım da az değildi. Eve geçtiğimizden beri kendisi sadece Valent'in kucağında susuyordu. Babasının kucağı dışında kime gitse yaygarayı koparıyordu. Valentino bu duruma bir memnun oluyordu ki sormayın. Koltukları kabarıyordu. Yüzünde bunu ben yaptım gururu yükseliyordu. Bebeği doyurup yatağımızın yanındaki küçük beşiğine koyduktan sonra yatağa uzandım. Valent de yanımda oturuyordu. "Karnı doyunca hemen uyudu." Sevgiyle bebeğe bakan adam gülümsedi. "Neredeyse hiç ağlamıyor." "Hep öyle kalacağını sanma, bebeklerin sağı solu belli olmaz." İmalı bir ses tonuyla "Gerçi senin kucağın dışında neredeyse herkesin kucağında ağlıyor, o yüzden sana göre hava hoş ama neyse..." dedim. Gururlu bir gülüşle "Kimseye yüz vermiyor kızım. Presipleri olan bir bebek." yanıtını verirken gerçekten bir bebekten bahsettiğinin farkında mıydı acaba? "Valentino, daha birkaç günlük bebek bu. Ne prensibi?" "Kaç günlük olduğu önemsiz bir detay. O benim kızım. Ve her hareketiyle bunu belli ediyor." Dalga geçtiğimi düşünmemesi için güleceğim varsa da yuttum. Bebeğine âşık bir baba. Valentino Riccardo'yu tanımlamak için en doğru terimdi sanırım. "Peki sen hep böyle evde mi olacaksın? Bebek doğdu diye hiç işe gitmeyecek misin?" Hevesle iç geçirdi adam. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki sanki o da benim gibi bulutların üzerinde uçuyordu da bu deneyimini anlatmaya hazırlanıyordu. "Bazen işe gidiyorum ya, gün içinde şirketteyken bile özlüyorum." Bunu söylerken saatlerce işte olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. En fazla bir saat sonra yine eve damlıyordu beyefendi. Bu hâline tebessümle karşılık vermeyeyim de ne yapayım? Utanmasa şirkete de bebeğiyle gidecekti. "Çok merak ediyorum Valentino, kızın büyüyüp evlendiğinde ne olacak?" Az önceki ışıltılı yüz ifadesinin yerinde yeller eser gibi donuklaştı. Aniden ciddileşti yüzü. "Benim kızım evlenmeyecek." Kaşlarımı kaldırarak tamam der gibi başımı salladım yalnızca. Bam teline dokunduğumu fark edip ayağımı oradan geri çektim hemen. Sanırım Valentino Riccardo'nun birkaç günlük kızının büyüyüp evleneceği gerçeğini kabullenmesi için epey zamana ihtiyacımız vardı. Ona nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum ama tepki vereceğini bile bile söyledim. "Yalnız Ada hep bizim odamızda kalamaz biliyorsun değil mi? Yalnız yatmaya alışması lazım." "Ben kızımı bırakamam, Lâl. Neler söylüyorsun sen?" "Valentino, abartma. Lily'yi üniversiteye göndereceğiz demedim. Hemen yanımızdaki oda. Şurası." "Daha yeni doğdu. Avuç içi kadar. Nasıl ayrı odaya koyabiliriz?" Güldüm. "Perhide'm her saniye tepesinde. O olmasa Nina var. Günaşırı gelen Paola halayı saymıyorum bile." Yatağın kenarındaki bebek telsizini gösterdim. "Hem bak tanıştırayım, bebek telsizi. Bebek ağladığında hemen sesini duyup koşuyorsun." Bu durumdan pek memnun olmasa da "Bu çok mu gerekli bir şey?" diye sordu isteksizce. "Sonrasında alışması daha zor olur. Hem merak etme, odası hemen yanımızda. Telsiz olmasaydı bile sesini duyabileceğimiz kadar yakın." Dudak büktü adam. Bu onun tamam demek istemediği hâlde tamam deme şekliydi. Bu hâline başımı iki yana sallayarak güldüm. "Ah Valentino Riccardo, seninle ne yapacağız bakalım... Göreceğiz." Valent'i hiç böyle gördüğümü sanmıyordum. Aynı şekilde Luigi ve Pietro da benim gibi şaşkındı. Her gün işler için bize geliyorlardı çünkü Valent'in gitmeye niyeti yoktu. Resmen işleri eve taşıyıp duruyorlardı. Çok mutluyduk. Tam anlamıyla mutlu. Bu hissin ne demek olduğunu sanırım daha önce hiç anlamamışım. Biz birbirine tutku duyan, çok âşık iki insanken bebeğimizin dünyaya gelmesiyle tamamlanmıştık sanki. Evliliğimizin üstüne peri tozu serpilmiş gibiydi Ada'nın doğumu. Valent hiç memnun olmasa da bebeğimiz artık odasında yatıyordu. Pek de sessizdi şimdilik. Bakalım ilerleyen günlerde bize kök söktürecek miydi? Her şey çok güzel gidiyordu da benim uyku düzenim nanaydı tabii. Bebeğimizin olması mükemmel bir şeydi, kabul ama biraz da gerçekleri konuşmamız gerekirse bende uyku denen bir şey kalmamıştı. Bebeklerin bu kadar sık acıktığını sanmazdım. Boş bulduğum her dakikayı komada gibi uyuyarak değerlendiriyordum. Günlerden beri ilk defa bugün işe uğrayan Valent'in rekoru 1 buçuk saatti. Sonra yine eve gelmişti. Ceketini soyup içeri girer girmez de hevesle merdivenlere yönelip "Lily nerede? Uyuyor mu?" diye sordu Nina'ya. O yanıt veremeden mutfaktan çıkarken "Acıktığı için yukarıda yaygarayı koparıyordu. Perhide'm başında." yanıtını verdim. Parıltılı bir yüz ifadesiyle merdivenlerden çıkan adamı takip etti adımlarım. Lily odasında kendini yırtarcasına ağlıyordu. Perhide'm bile susturmayı başaramadığına göre epey acıkmış olmalıydı. Yangın alarmı gibiydi. Odasına giren Valent hemen Perhide Sultan'ın kucağından alıverdi kızımızı. "Güzelim..." Aç diye bize kök söktüren Lily Hanım'ın babasının kucağını görür görmez susması üç saniye sürmüştü. Hop dedik küçük Riccardo, bozuluyorum ama. Onu acılar içinde doğuran ben, kucağında sustuğu babası. Reva mıydı bu bana? Bu kız konuşmaya başlayınca da ilk baba der, anlaşılmıştı. Kızının hemen sustuğunu gören Valentino gururluydu. "Sen babayı mı özledin?" Onların böyle iyi anlaşmasına karşılık huzurla güldüm. "Bak sen şu cadaloza. Sabahtan beri anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirdi be kardeşim!" "Kızıma cadaloz demezsen sevinirim, Lâl Riccardo." Perhide'mle bakışırken ikimiz de hayretle kaşlarımızı kaldırıp güldük. Perhide Sultan da tıpkı benim gibi takıldı Valent'e. "Bu baba kız aşkında biz fazlalığız galiba kızım Lâl, bohçamızı hazırla da gidelim buralardan." Gülüştük. Perhide'm aşağıya indiğinde kızımızın odasında baş başa kaldık. Ada'yı kucağıma aldım, yatağın yanındaki koltuğa oturup onu emzirmeye başladım. Sevgiyle bizi izleyen adam parıldayan gözleriyle "Çok güzelsiniz." dedi. Gülümsedim. Mutlu görünüyordu. O da benim gibi bulutların üzerindeydi galiba. Ada'yı doyurup yatırdıktan sonra odamıza geçtik. Usulca yatağa oturduğumda vücudum yorgunluktan pelte gibi olmuştu. Derin bir nefes alarak yatağa uzandım. Yanıma oturan adam "Sen epey yorgun görünüyorsun." dedi ilgiyle omzumu okşarken. "E yeni doğan bebeğe bakmak kolay değil, zamanla alışırım." Başımı yastığa koyduğumda "Biraz uzansam sana ayıp olur mu?" diye sordum. "Saçmalama." Uzanıp saçlarımı okşamaya başladı. "Hadi, kapa gözlerini." Onun saçlarımı okşamasıyla çok geçmeden uykuya daldım. Öyle derin ve güzel bir uykudaydım ki uykuyla uyanıklık arasında bir bebek ağlaması duydum. Rüya mıydı gerçek miydi bilmiyordum ama başımı kaldıramayacak kadar yorgundum. Zar zor da olsa başımı kaldırdığımda hava iyice kararmıştı ve yatakta yalnızdım. Bebek telsizindeki ağlama sesi kısa sürede yerini agu bugu seslerine bırakmıştı. Zonklayan başımı umursamadan yanımdaki askıdan sabahlığımı geçirdim üzerime. Yine acıkmış olmalıydı. Odaya girdiğimde elbette günlerdir olduğu gibi yine aynı manzara. Valentino Riccardo ne zaman ortalıktan kaybolsa kızının odasında buluyorduk kendisini. Gülümsedim. Yatağın yanındaki koltukta oturan adam, kucağındaki kızını pışpışlıyordu sevgiyle. Ayağa kalkıp kucağında gezdiriyor, kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Biraz mızmızlanan kızımızsa hemen susuyordu. Bir süre beni fark etmeden baba kız aşk yaşadılarsa da beni görünce yumuşak tebessümü üzerimde aydınlandı adamın. "Lâl, gel bak, bana gülüyor." Kapı eşiğine yaslanıp onları izlerken kendimden geçmiştim. "Nasıl gülüyor?" Pek inanmaz bir ifadeyle yaklaşıp baktığımda gerçekten yüzünde tebessüme benzer bir ifade vardı. Adamın beline sarılıp yanağına bir öpücük kondurdum. "Babasını görünce mutluluğu yüzünden okunuyor." Sevgiyle başını okşadım kızımızın. Öyle tatlıydı ki. Aralarındaki ilişkiye de özeniyordum doğrusu. Bir kez daha bana ne kadar doğru birini seçtiğimi gösteriyordu bu mutlu tablo. Bakışları bana döndü adamın. "Gürültü yapıp seni uyandırdık mı? Hâlbuki bebek telsizinden ağladığını duyunca sen dinlen diye uyandırmak istemedim." "Yok, yok ben kendim uyandım. Hem uyanmak zorundayım zaten." Güldüm gözlerimi devirerek. "Bebeği sen besleyemeyeceğine göre." Aşkla onları izledim. Herkesin bu kadar şanslı olmasını isterdim. Dünyadaki ruh eşini bulmasını ve sonsuza dek mutlu olmasını. Tamam, kabul, sonsuza dek mutlu oldular ancak bir masalın sonu olabilecek kadar gerçek dışıydı. Sonsuz mutluluk diye bir şey yoktu, tartışmalar da olurdu evlilikte, ilişkide. Ancak aslolan iki insanın birbirini sevmesi ve değer vermesiydi. Biz bunu başarmıştık. Peki ya Wendy ve Luigi? Olmamıştı. Ne kadar düzelmesini beklesek de kısa bir süre sonra Luigi ve Wendy bize boşanma kararı aldıklarını resmi olarak açıkladılar. Hepimiz tahmin ediyorduk aslında. Şaşırmıştık. Her şey evlilikleri gibi hızlı gerçekleşti. Doğumdan sonrasını beklemişlerdi açıklamak için. Doğum yaptığım gün Wendy geldiğinde yüzünde bir şeylerin ters gittiğini, hâlâ düzelmediğini görmüştüm ama üstelememiştim. Düzelmesini beklemiştim. Umut etmiştim. Çözememişlerdi demek. Boşandıklarını açıklamalarının ardından dostça ayrıldılar. Wendy gelecekle ilgili planını yapmıştı. Hiçbir plan yapmamak. Evet, planı buydu. Aklına geldiği gibi yaşamaktı. Bu yüzden boşanma işlemleri tamamlanır tamamlanmaz Hollanda'ya gitmişti Wendy. İlk durağı orasıydı. Gezilecek çok yer var demişti. Bir sürü fotoğraf göndermişti, nostalji olsun diye kart atmıştı ama sıradaki durağını hiç söylememişti. Kendini yeni yerler görmeye adayan bir gezgin olmuştu. Luigi ise üzgündü ama kabullendi. Saygı duydu Wendy'nin ayrılma kararına. Her şeyi bildiğini sanan çokbilmiş biri değildim ama hissettiğim şey tam olarak şuydu, Luigi ve Wendy severek ayrılanlardandı. Hani şu hâlâ birbirini seven ama ilişkiyi yürütmeyi beceremeyen âşıklardan. Ne seninle ne sensiz durumları yani. Beni en çok üzen de buydu ya. Duygular bitseydi, aşk son bulsaydı ayrılık daha kolaydı. Artık sevmiyorum, istemiyorum der hayatınıza bakardınız. Ama birini sevdiğiniz hâlde ilişkinizi yürütemiyorsanız en büyük kaos olurdu bu. Luigi ve Wendy'nin bakışlarından bile anlayabiliyordunuz bunu. Aşkın zehirli bir doğası vardı. Ya kendini ya sizi yok eden sarmaşık bir doğa. Ancak siz onu yenerseniz eğer mutlu olabiliyordunuz. Büyük konuşmak istemezdim, korkardım ama sanırım biz yenmiştik. Wendy'den ayrıldığım için içim biraz buruk olsa da artık herkesten daha yakın olan dostum, kızım eşlik ediyordu bana. Ne zaman üzgün olsam, benden kilometrelerce uzaktaki dostumu özlesem bağrıma onu bastığımda ışıltılı bir gülücüğüyle teselli veriyordu sanki. Ne tuhaf, bir noktada başladığımız yerdeydik. Valent'le hikâyemizin başladığı noktada telefon arkadaşı olduğumuz can dostum Wendy'yle yine telefon arkadaşı olarak devam ediyorduk hayatımıza. Tek fark, Wendy yolun başındaki Lâl'e dönüşmüştü. Kendini plansız bir geleceğe atmıştı. Arada bir görüntülü görüşmeler, dertleşmeler ama genel olarak güzel bir dosta özlem... Wendy ve Luigi'nin hikâyesi de bir romanın kayıp sayfaları gibi yarım kalmış görünüyordu böylece. Yeni, çekirdek ailemize dönecek olursam Liliana Ada Riccardo Hanımefendi şimdiden bizi parmağında oynatıyordu. Babasını etrafında fır döndürüyordu doğrusu. Ancak bir gün Valent eve yüzünde garip bir ifadeyle geldi. Yine tehlike, düşmanlar diye düşünüp endişelenmeme fırsat vermeden yanıma geldi. "Lâl, bebeğim." Merdivenlerin başında yanıma gelip sarıldı. "Lily nasıl?" "İyi, biraz mızıldandı ama şimdi Nina oyalıyor onu. Yabancı ninniler falan söylüyor öyle, onun da hoşuna gidiyor." Gülümsedim ama kafamdaki soru işareti gitmiş değildi. "Bir sorun mu var?" Hayır demedi, daha çok meraka kapıldım. "Biraz konuşalım mı?" Elimden tutup beni koltuğa oturttu. Ellerimi ellerinin arasına alıp okşadı. "Valentino, neler oluyor?" "Sana bir şey söylemem gerek ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum." Başımı yana yatırdım. "Direkt söyleyebilirsin mesela." Neden çekindiğini biliyordum çünkü bebek doğduğundan beri Perhide'm sürekli aman bir şeye üzüleyim deme sütün kesilir dediği için yaşayacağım herhangi bir üzüntünün bende kötü etki yaratmasından korkar olmuştu adam. "Üzücü bir haber alman için yanlış bir zaman biliyorum ama..." İç geçirdi. Uzatmaması gerektiğinin farkındaydı. "Az önce Neşe Hanım aradı. Doğan..." Tedirginlikle kaşlarımı çattım. Tahmin ettiğim şey olmamasını diledim. "Ne? Ne olmuş, iyi miymiş?" Sakin bir ses tonuyla "Kalp krizi geçirmiş." dediğinde içimden garip bir şey koptu. "Ve... Maalesef... Onu kaybettik Lâl." Yutkundum. Boğazımda geçmeyen bir yumru. Baba özlemi. Hayatımın başından sonuna kadar sınandığım duygu. Hayattayken de çok yakın değildik ama bu haberi aldığımda bir şeylerin düzelmesi için hiç fırsatımızın kalmadığını anlamak. Geçmişe geri dönememek... Belki daha uzun yaşasaydı da bir şey değişmeyecekti. Büyük ihtimalle biz gerçek bir baba kız olamayacaktık ömrümüzün sonuna kadar. Ama karşıma geçmesi, hayatıma girmesinin ardından bu kadar kısa süre sonra mı gidecekti? Hiçbir şey olmamış gibi çıkıp gitmişti hayatımdan. Hangisinin daha kötü olduğunu düşündüm. Onunla tanışmadan ölmüş olması mı yoksa tüm hesaplarımızı kapattıktan sonra bu dünyadan göçüp gitmesi mi? Sanırım bu ihtimallerin en iyi versiyonunu yaşamıştım. Bu yüzden ağlamaya bile hakkım yokmuş gibi hissettim. Donuk bir sesle "Nerede olmuş bu?" diye sordum. Benim ağlamamama şaşırır gibi bakan adam kısa süre sonra normale döndü. "Evde yakalamış kriz. Terasta tek başına otururken olmuş. Neşe Hanım öyle söyledi." Onaylayarak salladım başımı. İçimde garip bir boşluk oluştu o an. Demek kızım da benim kaderimi yaşayacaktı. Tıpkı benim babasız kaldığım gibi o da dedesiz kalacaktı. Ne garip. Hırıltılı bir iç geçirdikten sonra güçlü durmanın anlamını sorguladım. O an hissettiğim şeyleri içime gömmek yerine karşımdaki adamın yakalarını tutup başımı göğsüne yasladım ve sessizce ağladım. O ise bana hiçbir şey söylemeden sadece sıkı sıkı sarıldı. Her zaman olduğu gibi. Her acımda olduğu gibi. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Ah, bu bölümü yayınlarken o kadar duygulandım ki anlatamam. 🥹 Söylenecek çok şey var ama gevezelik etmek istemiyorum. Sonunda hayallerimizin kavuştuğu bölümlere geldik, ne hissediyorsunuz? Bu bölüm hayalinizde canlandırdığınız gibi miydi? Buraya yazabilirsiniz. Finale adım adım giderken sizce yeni bölümde bizleri neler bekliyor? 😍 Final bölümümüz 65. Bölüm ama tam da o bölümde yazar notunda bazı açıklamalarım olacak, o notu kaçırmazsanız, okursanız sevinirim. Bu arada Wattpad'den okuyamayanlar için hikâyelerimi Kitappad'e de yayınlamaya başladım. İçime sinmese de. Her neyse. Bu Perşembe itibarıyla hikâyemizin kötü adamının kitabına, NİKOLAİ MİLORADOV: Milyon Dolarlık Proje'ye devam ediyoruz. Haftaya Çarşamba itibarıyla da KADEH'in ikinci kitabına (aynı kitabın içinde olacak) başlıyoruz. Bunun dışında Siyah Yıldızlar adlı yeni bir hikâyeye de başladım, onu da okumak isterseniz profilimden ulaşabilirsiniz. Artık hangisi okuma zevkinize uyuyorsa. 🩷 Gelelim Rio'da Bir Gece'ye... Heyecanlı bekleyişimizin son bulmasına, final olmasına çok az kaldı. İçimde buruk bir duygu... Ama her güzel şeyin bir sonu olduğunun da farkındayım. Hepsini özleyeceğim. Lâl'i, Valentino'yu olduğu kadar Wendy'yi, Pietro'yu hatta buzdolabı Luigi'yi bile. Bu hikâye bana çok şey kattı, başta sizin gibi mükemmel insanlar. Benimle olduğunuz için çok teşekkür ederim, umarım sonsuza dek benimle olursunuz, tüm hikâyelerimde ve tüm hayatım boyunca. Çünkü ben hayatta olduğum sürece yazmaya devam edeceğim. Şimdi son olarak hayalinizdeki Lâlentino ve bebiş sahnelerinizi buraya yazabilirsiniz. Bu bölümü siz tüm saygıdeğer okurlarıma armağan ediyor ve notu vedayla kapatıyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |