Yeni Üyelik
66.
Bölüm

☾ Rio'da Bir Gece | 64

@buzlarkralicesi

-64-

❝Lâl❞

Hayatın dengesi. Birileri doğar, birileri ölür. Bu döngü hep böyle devam eder.

Kızımız Lily'nin doğumu bizi bulutların üstüne çıkaracak bir mutluluğa taşırken Doğan'ın zamansız ölümü. Hâlâ baba diyemiyordum. Henüz yakınlaşma, birbirimizi anlama fırsatımız bile olmadan gitmişti. İçim allak bullaktı. Üzülmek bile güçsüzlük belirtisiymiş gibi hissettirirken, doğduğum zamanlardan beri yanımda olmayan bir adam için üzülmeyi de kendime yediremiyordum. Oysa üzülmek, yas tutmak gayet insani bir şeydi. Sadece onun yasını tutmanın kalbime verdiği ağırlık.

Cenaze töreni sessiz ve bir o kadar kalabalık geçmişti. Doğan Kozanoğlu'nun çok seveni vardı. Herkes ondan kalender adam diye bahsedip durdu. Benim pek tanıma fırsatım olmadığı için ailesine sonradan katılan kızı olarak başımı sallamakla yetindim. Beyza'yla da cenaze süresince sadece mezarlıkta bir kez karşılaşmıştık. Bitik bir hâldeydi ve sadece uzaktan bakışmıştık. Ben baş işaretiyle taziyelerimi bildirmek dışında yanına gitmemiştim. Ona yaklaşmak hiç içimden gelmemişti. Sırf ortak bir acımız var diye. Aslında ortak da sayılmazdı. O Doğan Kozanoğlu'nun yıllardır kızıydı, bense yeniydim. Elbette o daha çok üzülmüştür. Eminim.

Emin olmadığım şey, o haberi aldığımdan beri kalbimin üstünde oluşan ağırlığın kalkıp kalkmayacağıydı. Bir daha eskisi gibi olup olamayacağım.

Cenaze törenine katılmak için günübirlik gelmiştik. Lily yeni doğduğu için onu uzun bir yolculukta harap edemezdik, o yüzden evde bırakmıştık. Biz de Valentino'yla akşam dönmüş olacaktık. Ben bile ayakta zor duruyordum. Her şey çok yeniydi. Doğum, ölüm. Hepsi üst üste gelmişti ve ben nasıl hissedeceğimi bile bilemiyordum.

Cenazeye Umay Hanım da katılmıştı. Yanında Arem'le gelmişti. Arem yanıma gelip hâlimi hatırımı sorsa da Umay mahcup gözlerle uzaktan bakmakla yetinmişti. Ben de öyle olmasını istiyodum aslında. Bana yaklaşmamasını. Ben kendi küçük ailemin içinde iyiydim, mutluydum. Yeni birilerinin katılması ancak acı ve üzüntü veriyordu. Doğan'ın ölümü gibi.

Arem'le sarıldık. Bana destek oldu kendince. Gelmesine memnun olmuştum. Kerem yanımda olamadığı için onun yerini tutmuştu sanki. Çocuk kalbiyle beni teselli etmsi, yanımda olduğunu hissettirmesi bile çok anlamlıydı.

"Bebeği çok merak ediyorum." dedi Arem. "Babamdan söz aldım, yaz tatilinde size getirecek beni. Tabii sizin için de sakıncası yoksa."

Buna gerçekten sevinmiştim. Çenesini okşadım sevgiyle. "Lütfen gelin. Hem yaz tatilinde Kerem de gelmiş olacak. Şöyle ailecek güzel bir şeyler yaparız. Tatil falan." Bunları söylerken hiç tatili düşünecek hâlde değildim ama kendimi zorladım.

Sanki etrafıma bu cenaze törenine katılmamın bir görevden öteye gitmediğini göstermeye çalışıyordum. Törenin başından sonuna kadar yanımızda olan Fahir Bey'e hatta kendi kocam Valentino'ya bile. Ne kadar inandırıcı olduğum şüpheliydi ama...

Bebeğin telefondaki fotoğraflarını gösterdiğimde bayıldı Arem. "Çok güzel bir bebek. O kadar tatlı ki." derken gözleri ışıldıyor, yüzü aydınlanıyordu.

Valentino "Yaz tatilinde geldiğinde biraz büyümüş olur." dedi.

Umay ve Arem gittikten sonra tören yine eski soğukluğuna ve donukluğuna geri dönmüştü. Ali ve Neşe abla iyi ki vardı. Hem Ali'nin Beyza'ya desteği hem de Neşe ablayı yanımda görmek beni biraz daha iyi hissettiriyordu.

Fahir Bey omzuma dokunarak "Başınız sağ olsun hocam. Onun ömrü de bu kadarmış. En azından sizi görmeden, tanımadan ölmedi. Sizin gibi değerli bir kıza sahip olduğunu bilerek gözlerini yumdu hayata." derken ben sadece boş gözlerle başımı sallıyordum.

Sanki bir yanım hâlâ Doğan'ın öldüğüne inanmıyor gibiydi. Bir yerlerden çıkıp gelecekmiş gibi. Kendimi bir yabancının cenaze törenindeymişim gibi hissediyordum. Sonra bunun Doğan'a ait bir cenaze töreni olduğunu fark edince içimde koca bir boşluk baş gösteriyordu. Kendimi garip hissediyordum. Yas tuttuğum için içimdeki küçücük bir üzüntü parçası yüzünden bile kendime kızıyordum. Güçlü görünmeye çalışıyordum. Oysa kendimi serbest bırakıp biraz boşluğa düşsem daha iyi hissedecektim belki. O rahatlamayı yaşasam... İçimde yıllar boyu baba özlemi duyan öfkeli tarafım buna izin vermiyordu. Kabuğumu kırmama müsaade etmiyordu.

Cenaze töreni sonrası Neşe abla biraz kalıp dinlenmemizi söylese de bebeği hatıratarak erkenden yollara düştük. Vakit kaybetmeden İtalya'ya döndük.

Eve döndüğümüzde çok yorgundum. Bebeğimiz olduğunda bana yüklenen o enerji bir anda benden alınmıştı sanki. Eve girer girmez Ada'nın odasına girmiştim. Nina yeni doyurup yatırmıştı. Biz gelir gelmez de sessizce odadan çıktı.

Mışıl mışıl uyuduğunu görünce huzurla onu izledim. Peşimden gelen adam da elleriyle omuzlarımı kavrayıp okşarken çenesini sağ omzuma yaslamış masumca uyuyan kızımızı seyrediyordu.

Bir süre hayatımızın neşesi olan bu bebeği izledikten sonra fısıltıyla konuştu adam. "Çok yoruldun, hadi yat dinlen. En azından bu minik cadı ciyaklayarak uyanmadan biraz dinlenme fırsatı bulmuş olursun."

Gözlerimi devirerek ona baktım. "Cadı olduğu konusunda benimle hemfikir oldun sonunda."

Omuz silkti adam iki adım gerilerken. "Canım, sizde de diyorlar ya, lafın gelişi."

Güldüm. Buruk bir gülüştü bu. Biliyordum. Tam anlamıyla mutluluğumu yaşamanın ayıp olduğunu hissettiren, yası hatırlatan yavan bir gülüş.

Sanırım Valent'i dinlemek en iyisi olacaktı. Onunla birlikte odamıza çekildim. Üstümü başımı çıkarıp rahat pijamalarımı giydim ve yatmaya hazırlandım. Fazla yorgun olmak da beni melankolik hâle getirmiş olabilirdi. Belki ertesi sabah dinlenmiş bir biçimde uyandığım zaman bu kadar bitkin ve üzgün hissetmeyecektim. Toparlanmış hissedecektim.

Hiç konuşmadan ikimiz de yatağa uzandık. Valentino tek kelime söylemeden bana sarıldı. Sessiz yasıma destek oldu. Beni sadece omuzlarımdan okşamasıyla teselli etti.

Ertesi gün de pek bir şey değiştiğini söyleyemezdim. Üzerimdeki bu ölü toprağı yaklaşık bir hafta üzerimden kalkmak bilmedi. Sanki Ada da üzerimdeki huzursuzluğu hissediyordu, onun da annesi gibi pek keyfi yoktu, mızıldanıyordu.

O gün Valentino iş için iki saatliğine şirkete uğraması gerektiğinde kucağımda Ada'yla salona indim. O göğsümün üstünde yüzüstü uyuklarken ben de camdan dışarıyı seyrediyordum. Sehpanın üstünde telefonum çaldığında mutfaktan çıkan Nina'ya verdim kucağımdaki bebeği.

Sakince telefona uzanıp baktığımda yabancı numaraydı. Merak edip yanıtladım. "Alo, kimsiniz?"

Telefonun diğer ucundaki kişi her kimse biraz sessizliğin ardından öksürerek konuşmaya hazırlandığını belli etti. "Lâl, benim, Engin."

Mesafeli bir tavır takınarak "Merhaba." dedim yalnızca. Cenazenin olduğu gün de beni ilk arayan Engin olmuştu. Beni kırmıştı, yaralamıştı, güvenimi zedelemişti ama hâlâ içimde bir yerlerde benim abim olduğunu hissediyordum. Bozduğu şeyi yapmaya çalışması, Valent'i öldürmeye çalışırken onun hayatını kurtarmaya evrilen değişimi bana bunları hissettiriyordu.

"Nasılsın? Nasıl oldun?"

"İyiyim." Engin de pek iyi olmadığımın farkındaydı. O da az çok beni tanıyordu. Doğan'ın ölümü beni sarsmıştı, hissedebiliyordu. Ancak ısrarcı olmadı. Sessizliğini koruyan adama bu kez ben soru yönelttim. "Yaraların nasıl oldu?"

"Daha iyiyim, merak etme. Valentino çok ilgileniyor, sağ olsun." Sanki beni görüyormuş gibi başımı salladım gayriihtiyari. O ise "Ben..." diyerek söze girdi yeniden. "Seni çok merak ettim. Ve bebeği... Sizi görmeyi çok istiyorum Lâl. Eğer istemezsen, izin vermezsen anlarım. Bunca yaşanan şeyden sonra haklısın."

Bir süre sessizlikle karşıladım sözlerini. İsteği makul olsa da bana yaptıklarını nasıl unutabilirdim ki? O benim en güvendiğim kişiydi. Bana, bebeğime bir şey yapmayacağını, Valent'e sila çektiği için pişman olduğunu biliyordum ve buna da şüphem yoktu. Bir zamanlar Vural'a karşı benim için canını siper ettiğini de biliyordum. Ama ona olan kırgınlığım bu kadar kısa sürede geçebilecek bir şey değildi. Bu kadar basit değildi.

"Lâl."

"Sana güvenmiştim. Beni hayal kırıklığına uğrattın."

Mahcup ve üzgün bir sesle "Biliyorum." diyebildi yalnızca.

"Sana yeniden eskisi gibi güvenemem. Bir şeyleri tamir edebiliriz belki zamanla. Ama bu kadar kısa sürede olmaz, anlıyor musun?"

Suçluluğunu sesinin tonundan bile hissettiğim adam "Anlıyorum." diye karşılık verdi. "Haklısın. Çok haklısın."

"Seni hemen affedemem. Biraz zaman gerek."

"Ben ne kadar gerekirse beklerim, Lâl. Seni, küçük kardeşimi kaybetmek istemiyorum. Senden başka kimsem kalmadı. Bu zamana kadar beni hayatta tutan tek şey senin varlığın oldu. Senin sağlığın, bir gün seninle yeniden kavuşacağımıza olan inancım... Sen de bana sırtını dönersen yaşamak için bir sebebim kalmaz."

Ne olursa olsun söyledikleri kalbime dokunuyordu. Kimsesizliğin ne demek olduğunu en iyi ben bilirdim. Bu yüzden "Böyle konuşma." dedim sadece. "Yeniden hazır hissettiğimde bunu tekrar konuşuruz. Şimdilik bana zaman ver."

"İstediğin kadar zaman senin olsun. Yeter ki sonucunda bir kez bile olsa seni görebileyim. Şuan sesini duymak bile o kadar iyi geldi ki..." Sessiz kaldım. Söyleyecek bir şeyim yoktu. Yeterince üzücü şeyler yaşamıştım. Bir de bununla ilgili konuşacak hâlim yoktu. O da bunu anlamış olacaktı ki kendini toparladığını gösteren sesiyle yeniden söze girdi. "Şimdilik hoşça kal. Ben yine ararım... Minik lokumu da benim yerime öp."

"Tamam. Hoşça kal."

Telefonu kapattığımda bu görüşmenin bana da iyi geldiğini fark etmiştim. Sanki uzun zaman sonra eski Engin abimle konuşmuş gibi hissetmiştim. Biraz olsun teselli vermişti sanki sesi.

Saate baktım. Valent gecikmişti. Ada mızmızlanınca yeniden kucağıma aldım. Acıkmıştı. Biraz koltuğa oturup sakinleşmeye çalıştım. Onun ağlaması da bana pek yardımcı olmuyordu ama küçücük bebek, ne yapsın? Acıkmıştı ve ağlıyordu.

Onu doyurmaya çalışırken Perhide'm geldi. Bizi üzgün bir yüz ifadesiyle izliyordu. Bir şeylerin ters gittiğinin ben de farkındaydım. "Ah benim güzel kızım, ben biliyordum böyle olacağını. Üzüntüden sütün azaldı senin."

Böyle bir şey olduğunda ne yapıldığına dair en ufak bir fikrim yoktu. Bilmediğim şeyler beni daha çok strese sokar, daha çok üzerdi. Ne yani, ben artık bebeğime yetmiyor muydum? Onu doyuramıyor muydum? Benim yüzümden aç mı kalıyordu bu küçücük şey?

Endişeyle kadına döndüm. "Ne yapacağım şimdi? Aç mı kalacak benim bebeğim?" Daha küçücüktü. Mamayla mı beslenecekti? Hiçbiri anne sütü gibi olmazdı ki. Bir de buna dertlenmiştim.

"Dur bakalım, dur. Hemen enseyi karartma. Sütün üzüntüden azalıyor senin, ben bilirim. Önce üzülmeyi bırakacaksın. Ben sana şimdi bol ıspanaklı bir yemek yaparım. Pekmezli sütünü de içtin mi tamam."

"O kan yapmıyor muydu ya?"

"Kan da yapar süt de yapar! Sen karışma, ben bilirim işimi. Bir hafta boyunca seni öyle güzel besleyeceğim ki sütün fazlasıyla gelecek."

Onaylayarak başımı salladım. Onun dışında bu konuları bilen biri olmadığı için ondan başkasına güvenemezdim zaten neyi sorguluyordum ki?

İyi kötü karnı doyup uyuklamaya başlayınca yukarı çıktım ve yatağına yatırdım. Ama içim huzursuzdu. Ve sanki hissetmiş gibi Ada da benim gibi huzursuz geçirmişti günü. Galiba gerçekten bebekler annelerinin huzursuzluğunu hissediyordu.

Kendime duvarlar örmüştüm hayatım boyunca. İnsanları kendimden birkaç adım uzak tutmuştum hep. Neşeli, şakacı, hayatı alaya alan umursamaz yanımın altında hassas, insanlara bir türlü güvenemeyen ve buun için de haklı sebepleri olan biri yatıyordu. Beni önyargılarımdan kurtaran, koyduğum tüm duvarlara ve engellere rağmen içime, kalbime sızan Valentino olmuştu. Şimdiyse bizi bir aile yapan kızımız...

Bebekler hakkında pek de olumlu düşünmediğim zamanlar gelmişti aklıma. Ben anne olamazdım. Daha kendi hayatının bile iplerini eline alamamış biri olarak başka birinin sorumluluğunu üstlenemezdim. Hem de bu kadar küçük bir şeyin. Tüm savunmasızlığıyla benim korumama muhtaç minik bir şeyin. O zamanlar böyle düşünüyordum. Bebekler hakkında katı bir düşüncem vardı. Ama hayat beni büyütmüş, olgunlaştırmıştı. Belki de bu bebeğe hazırlamıştı.

İnsanlar evlenmek istemeyebilirdi, bebek istemeyebilirdi. Herkes birbirinin kopyası gibi evlenmek için yarışacak ya da aynı şeyi isteyecek diye bir kaide yoktu. Ama ben zamanla değiştiğimi inkâr edemezdim. Güzel bir değişim olmuştu. Bana minik kızımı kazandırmıştı. Belki de en yakın arkadaşımı. Ben ağlayınca ağlayan, gülünce gülen, derdimi paylaşan sırdaşım.

Bir süre yatağında sessizce uyuyan Ada yine mızmızlanmaya başladı. Bu kez ağlamalarının desibeli arttıkça arttı. Kucağına alıp pışpışlamam da fayda etmemeye başladı. Altına baktım, temizdi. Gazını çıkarmıştım. Karnı iyi kötü doymuştu. Hiçbir sorun yok gibi görünüyordu ama bu bebek ambulans gibi ağlamaya devam ediyordu. Benim bilmediğim, anlamadığım bir derdi mi vardı? Anlayamıyordum ve anlayamadıkça da panik oluyordum. Hasta mıydı acaba? Ağzı dili de yoktu ki konuşup derdini anlatsın.

Bu hayatta onu en iyi anlaması gereken kişi, annesi yani ben, onun derdini anlayamıyordum. Kim bilir ne derdi vardı? Bilmiyordum. Bana güvenen, benim bakımıma ve sevgime ihtiyaç duyan bebeğime yetemiyordum. Diğer anneler gibi onun ağlamasından derdinin ne olduğunu anlamam gerekmez miydi? Sanırım o benim için büyük bir şansken ben onun için şanssızlıktım. Belki de iyi bir anne değildim. Bu düşünceler istemsizce kucağımdaki bebek gibi ağlamama sebep olmuştu. Bebeği susturmayı beceremeyince ben de ağlamaya başlamıştım.

Son zamanlarda yaşanan her şey beni etkilemişti. Engin'le olanlar, Doğan'ın kaybı. En çok da Doğan'ın kaybı. Aslında belki de bu ağlama seansıyla aslında son günlerde başımdan geçen her şeye ağlıyordum. Kendimden çok güvendiğim abimin ihanetine, bir kez bile baba kız ilişkisi yaşayamadığım ve hiçbir zor zamanımda yanımda olmayan babamın ölümüne, son olarak da bana güvenen ve varlığıma ihtiyaç duyan bu minicik şeyin derdine derman olamayışıma.

Ne zaman yanımıza geldiğini anlamadığım Valentino merakla "Neler oluyor?" diye sorarken iki adımda yanı başıma gelmişti. Endişeli ve meraklı yüz ifadesiyle bir koca kadın olduğum hâlde çocuğu susturmam gerekirken zırıl zırıl zırlayan bana, bir de kucağımda ağlayan bebeğe baktı. Gerçekten ciddi bir şey olduğunu düşünmüştür kesin. "İyi misiniz?"

"Bilmiyorum. Ada..." Hıçkırıklarımı dizginlemeye çalıştım. "Ağlıyor. Nedenini anlayamıyorum. Altı temiz, karnı tok, gazını çıkardım, her şeyi yaptım ama... Bilmiyorum, anlamıyorum." Ağlamamı durduramıyordum. "Benim onun derdini anlamam gerekir, ben onun annesiyim. Ama anlamıyorum, Valentino. Kızım çatlayana kadar ağlıyor ve ben onun derdini anlayamıyorum." Başımı iki yana salladım yüzleştiğim o acımasız gerçekle. "Ben iyi bir anne değilim."

"Şşşt..." Hiçbir şey söylemeden benim aksime sakin bir edayla Ada'yı kucağımdan aldı. Benim gibi panik değil, tam tersi soğukkanlı bir biçimde iki pışpışladı. Çok saçma bir şey duymuş gibi kaşları çatıldı. "İyi bir anne değilim de ne demek? Ne saçma şey bu?"

"Süt bitti. Süt yok! Gelmiyor! Kızımız belki de tam olarak doymadığı, aç kaldığı için ağlıyor. Annesi ona yetmiyor artık."

Şefkatle baktı. "Perhide Hanım'la konuştum. Bu geçici bir şeymiş. Üzüldüğün için olmuş bu. Düzelecekmiş. Lütfen bunun için ağlama artık. Ayrıca aç olduğu için ağladığını da sanmıyorum." Kucağındaki bebeğe baktı. "Hiç de bitkin veya aç gibi durmuyor."

Koca koca gözlerini açmış cin gibi bize bakan kızı seyrettik ikimiz de. Sanırım biraz olsun ikna olmuştum. Belki de sorun başka bir şeydi. Olamaz mıydı?

Bakışlarım Ada'da kilitlendiğinde rahatladım. Şimdi durum biraz daha iç açıcı görünüyordu. Ada neredeyse susmuştu. Babasının kokusunu alınca sakinlemişti. "Bebekler ağlar, Lâl. Bu çok normal. Bunun seninle bir ilgisi yok. Bazen sorun yokken bile ağlarlar."

"Sen nereden biliyorsun?"

"Perhide Hanım söyledi."

Cevabından ikna olduğumu görünce boşta kalan koluyla beni de sardı. Bu kez sakinleştirilme sırası bendeydi sanırım. Şakacı sayılabilecek bir ses tonuyla yeniden konuştu. "İki bebeğim de ağlıyor, ne hoş." İç geçirdi. Şakağıma bir öpücük kondurdu. "Sanırım ikinizi de aynı anda büyütmem gerekecek."

Güldüm söylediği şeye. Daha az önce hüngür şakır ağlayan beni bile sakinleştirmişti. Ben o gün bir kez daha anlamıştım ne kadar doğru biriyle olduğumu. Belki de aşk, evlilik, aile olmak, daha genel bir boyuta getirirsek hayat buydu. Sevdiğin, sevildiğin, güvenebileceğin ve seni sakinleştirebilecek birinin yanında olmak. Sana huzur verebilecek birine yaslanmak.

Tabii Valentino Riccardo için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Sanırım onun için aşkın tanırmı biraz farklıydı. Başına bela olacak, işleri karıştırıp kördüğüm edene kadar zorlaştıracak ve sürekli tetikte kalması gereken mayınlı bir bölgeydi aşk. Ve işin daha da korkutucu kısmı, eskiden birken şimdi iki kız olarak hayatı ona dar edecek olmamızdı. Ve onun bundan zerre şikâyeti yoktu.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌙 Bu bölümü Garnetlal , sakaayikkk ve bsngku18 okurlarıma ithaf ediyorum. 💖 Önümüzdeki bölüm final bölümümüz olacak ve o bölümde önemli açıklamalar yapacağım, yazar notunu okumadan geçmeyin bence. 🌸 Evet, finalden önceki bölümümüzü yayınlıyorum ve duygusal bir anneyim şuan. 😍 Sizler nasıl hissediyorsunuz? Buraya yazabilirsiniz. Veee... Serimizin ilk kitabı Halikarnas'ta Bir Gece'yi kimler aldı? Buraya yazabilirsiniz. Alanlar Instagram hesabımdan bana fotoğraf atarlarsa ya da beni etiketlerlerse mutlulukla paylaşırım. Daha 1 ay olmadan Halikarnas'ta Bir Gece'ye bu ilgi şahane. ❤️‍🔥

Evet, gelelim finalimizee... Sizce bizi finalde neler bekliyor olabilir? Ya da siz nasıl şeyler okumak isterdiniz? Tahmin ve isteklerinizi buraya yazın bakalım, ne kadarı tutacak yazdığım final bölümünde. 🌸 Şimdilik bu kadar sanırım. Rio'da Bir Gece bitiyor olabilir ama her şey yeni başlıyor. ☀️ Yeni soluklar getirmeye devam ediyorum. Başta NİKOLAİ MİLORADOV: Milyon Dolarlık Proje olmak üzere KADEH ve yeni başladığım Siyah Yıldızlar da sizleri bekliyor olacak. Onun dışında da bir sürü proje için çalışıyorum, yeni kitaplar, yarım kalan ve devam edeceğim kitaplar... Ve tasarlanma aşamasında olup aklımda olanlar, ah. ❤️ Bir bilseniz neler olacak... Takipte kalırsanız elbette hep birlikte bu heyecanı paylaşmayı çok isterim. Buradan, Instagram'dan ve Kitappad'den takip etmeniz beni mutlu eder. Instagram kullanıcı adım buzlarkralicesiofficial ve Kitappad'den de buzlarkralicesi kullanıcı adıyla beni bulabilirsiniz. Çok gevezelik etme huyumdan yine vazgeçemedim ve size veda etme zamanı geldi. 😍 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ❤️

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Twitter: @buzdanjuliet
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub
@lalentinowithlove

Loading...
0%