Yeni Üyelik
4.
Bölüm

♚ Sahte Karım ve Kuyruklu Yalanımız | 1/2

@buzlarkralicesi

-1/2-

Arkadaşı Mira ile ajanstan içeri girdiklerinde hâlleri acınasıydı. Kan ter içinde kaldıkları yetmiyormuş gibi üstleri başları toz içindeydi ve darmadağın görünüyorlardı. Dolmuştan indiklerinde bir de köpek kovalamış olmasaydı bu kadar rezalet görünmezlerdi belki. Arya ise “Hayır, zaten bende şans olsa!” diye söylenmeye devam ediyordu.

“Valla bu defa sana karşılık verip tartışmaya göremeyeceğim çünkü haklısın. Bir insanın başına gün içinde gelebilecek neredeyse her şey geldi. Umarım uzaylı istilası da yarına kalır çünkü ben artık çok yoruldum.” Girişteki koltuklardan birine oturup ayakkabısını çıkaran Mira ofladı. “Simten bize giyecek bir şeyler ayarlar mı dersin?”

“Valla ayarlamak zorunda çünkü takdir edersin ki Tibet denen o adamın karşısına böyle çıkamam yani.”

Merdivenleri çıkıp Simten’in odasına geçtiklerinde kendileri için idareten ayarlanmış kıyafetleri giydiler ve Arya artık daha fazla bekletmeksizin adamla görüşmeye gitmesi gerektiğinin farkındaydı.

Simten “Hadi gidelim Arya, zaten adam yeterince ağaç oldu beklemekten.” diyerek masasına yerleşip çalışmaya başlayan Mira'yı geride bırakarak koridorda yürümeye başladılar.

Arya ise bu teklifi kabul ettiği için hâlâ ikilemdeydi. Doğru mu yapmıştı bilmiyordu ancak eğer gerçek bir oyuncu olmak istiyorsa profesyonelce davranmalıydı. Üstelik Tibet denen bu adamın vereceği paraya da nişanlısı Yavuz'la olacak düğünleri için ihtiyacı vardı. Çünkü Yavuz'un babası bu evliliğe karşıydı ve düğünlerine en ufak bir katkıda bile bulunmayacaktı. Uzatmalı nişanlarının tek bahanesi düğün masraflarıydı. Bu yüzden Tibet Ünal'ın vereceği para ilaç gibi gelecekti ona.

Simten kapıyı açtığında içeride yalnızca misafirlere ikramda bulunan kadın vardı. Merakla “Buradaki bey nereye gitti?” diye sorduğunda beş dakika önce bu odada kahve içen adamın henüz gitmemiş olmasını diledi.

“Az önce çıktı o.”

“Ne?”

“Bir telefon geldi, alelacele çıktı. Bir de not bıraktı Arya Hanım'a.” Bakışları Simten’den Arya'ya döndü kadının. “Bugün saat on iki gibi sizi şirkette bekliyor olacakmış.”

Simten'le kısa bir bakışmadan sonra istemsizce söylenmeye başladı. “Ayağına mı gideceğim ben şimdi bu adamın? İyice yılan hikâyesine döndü iş ya!” Saate baktığında daha bir telaşlandı. “Saat de yaklaşıyor. Hemen çıkmam lazım.”

Simten'in “Dikkatli ol, beni de haberdar et!” diye seslenişine ise yalnızca başını sallayıp el hareketiyle onaylayarak geçiştirdi. Nedenini bilmiyordu ama şimdiden uyuz olmuştu adama. Bir kadını ayağına çağırmaya utanmıyor muydu? Öte yandan, kendisi de epeyce beklemişti adamı. Bu yüzden bir şey de söyleyemiyordu doğrusu.

●●●

Aracını park edip inen Tibet ise iş toplantısıyla ilgili kendisine telefon geldiğinde apar topar ajansı terk etmek zorunda kalmıştı. Toplantıyla alakalı bazı pürüzler çıkmıştı. Şimdi şirkete gidip onları halletmesi gerekiyordu. Ve tabii bir de ajanstaki görüşmeyi şirkete kadar taşımak mecburiyetinde kalmıştı. Çünkü iş hem acil bir hâl almıştı hem de babası bugün şirkette olmadığından ötürü bir sorun çıkacağını düşünmüyordu. Ancak bu deli gibi korkmasına engel değildi. Babasının kulağına giderse işler ne derece karışırdı düşünmek bile istemiyordu.

Bir de ne yalan söylesin, bu anlaşma fikri hususunda hâlâ kararsızdı. Doğru mu yapıyordu, emin değildi. Kendi hakkı olan mirası almak için binlerce dalavere çevirmek zorunda kaldığı için babası utanmalıydı onun nazarında. Kendisini evlenmeye zorlamıştı! Sanki kendisi evlilik müessesesinden çok memnun kalmış gibi. Hayır, memnun kalsaydı biricik annesinden ayrılıp daha genç bir kadınla evlenmezdi değil mi? Bunlar hep şovdu ona göre.

Gerçek aşk diye bir şey olmadığı gibi mutlu evlilik de yoktu. Aşkın ömrü kısaydı. Hatta paketi açılmış hazır sütten bile kısaydı son kullanma tarihi. Geçmişte yaşadıkları ve etrafında gördükleri de dâhil her şey bu tezini güçlendiriyordu fakat bunu babasına anlatmak pek de mümkün değildi. Servet Ünal sadece kendi bildiklerini doğru kabul ederdi ve onunla savaşmaya hiç niyeti yoktu. Tüm mal varlığı ve söz hakkı babasındaydı. E dolayısıyla mühür kimdeyse Süleyman oydu. Onun kurallarına göre yaşıyormuş gibi görünüp yine kendi bildiğini okuyacaktı.

Odasına girdiğinde en yakın arkadaşı Aras karşısındaki geniş koltukta yayvan yayvan oturmuş kendisini bekliyordu. Tibet asistanından pürüzü çözmek için dosyaları istedi ve koltuğuna oturdu. “Oğlum senin işin gücün yok mu, zamkladılar mı seni odamın koltuğuna?”

“Yani Tibet, gerçekten bozulacağım ama çok yakın arkadaşız diye bunları günün gerginliğine veriyorum.”

“Valla Aras, keşke biraz bozulsan ama yok. Nerde...” Kapının çalışıyla “Evet, girin?” derken önce dosyaları getiren asistanın, ardından avukatı ve aynı zamanda yakın arkadaşı olan Efe'nin girişiyle bir aydınlanma yaşadı. Vasiyeti okuduktan sonraki ilk zamanlarda bu konuyu Efe'yle oturup konuştuklarında yanlış yapıyor olduğunu hissetmişti Tibet. Bunun babasını kazıklamakla eş değer bir şey olduğunu düşünmüş fakat daha sonra durumu ziyadesiyle abarttığı hususunda karar kılmıştı. Şimdiyse Efe'nin gelişi vicdan azabı gibi tepesinde dikilmişti âdeta. Asistanın dosyaları bırakıp çıkmasını bekledikten sonra havadan sudan bir ifade takındı adam. “N'aber Efe?”

Efe ise kollarını kavuşturup gözlerini kısarak vicdan azabı rolünü iyice benimsemiş gibiydi. “Senin kendini mahvedişini seyrediyorum Tibetçiğim, senden n'aber?”

“Aaa Efe, uzattın artık!” diye girdi lafa Aras. “Ne yapsın çocuk? Babası resmen mirasını ona bırakmamak için bahaneler üretiyor. Yok evlenip hayatını mahvedecekmiş de bilmem ne. Kendi kurallarına uydurmaya çalışıyor oğlunu. Tibet sadece hakkını alıyor, hepsi bu!”

Ağırbaşlılıkla karşılık verdi Efe. “Ne alakası var? Servet amca sadece Tibet’in düzenli, mutlu bir hayatı olsun istiyor. Ne var bunda? Her anne baba ister bunu.”

“Hayır canım, Servet amca Tibet'in ölmeden mezara girmesini istiyor! Olan bu!”

“Amma da yaptın ama ya!”

Tibet kendi hayatıyla ilgili bir konuda tartışıldığı için araya girme gereği duydu. “Beyler bir durun, tepişmeyin iki dakika! Zaten kafam yeterince karışık.”
Efe gayet kararlı bir biçimde söze girdi ve “Bence sen de yaptığının yanlış bir şey olduğunu içten içe biliyorsun da kendine itiraf edemiyorsun kardeşim.” dedi.

Öte yandan onun her daim doğrucu Davut gibi adalet timsali takınmasından oldukça sıkılmış Aras ise “Boş versene arkadaş!” diye patlayıverdi aniden. “Sen Servet amcanın avukatı mısın yoksa Tibet’in mi? Bence önce ona bir karar ver.”

“Ben doğru olanın yanındayım Arasçığım. Bu yaptığınız dolandırıcılık bir nevi.”

“Ne? Dolandırıcılık mı?” Telaşa kapıldı Tibet. “Nasıl yani?”

“Şöyle kısa bir an düşün, Servet amca bu evliliğin koca bir kurmaca olduğunu anladığında onun gözünde ne olacaksın? Yalancı, dolandırıcı bir evlat!”

“Hay Allah!” Telaşla kolundaki saate baktı Tibet. Kafası iyiden iyiye karışmıştı ve neredeyse vazgeçecek durumdaydı. “Kız da yoldaydı, gelmek üzeredir şimdi. Ne yapsak ki?”

Aras aniden duruma el koyma ihtiyacı hissetti. “Ya bırak Allah aşkına Tibet! Allah gecinden versin, baban öldükten sonra parasız pulsuz kaldığında, evsizler gibi karton tepelerinde yattığında da Efe'nin meslek etiğini katık eder yersin artık.”

Tibet’in dolandırıcı olarak anılmak kadar korktuğu bir şey daha varsa o da beş kuruşsuz sokakta kalmaktı. Çünkü biliyordu ki her ne kadar kalpsiz ve maddiyatçı olduğu düşünülse de realist düşünen bir insan olarak dünyanın parayla döndüğü de yadsınamaz bir gerçekti. Büyük bir ikilemdi onun için. Verilmesi güç bir karardı.

●●●

Büyük şirketin kapısından içeri girdi Arya. Fakat girişten bir türlü geçemedi çünkü ona göre işgüzar bir güvenlik görevlisi yolunu kesti. Hâlbuki kendisi de biliyordu böylesine koca bir holdinge elini kolunu sallayarak giremeyeceğini.

“Hanımefendi, yardımcı olayım.”

“Önümden çekilirseniz ziyadesiyle yardımcı olursunuz.”

Güvenlik görevlisi ise oldukça diretken bir ifadeyle “Kiminle görüşmek istemiştiniz?” diye sordu.

Bezgin bir ifadeyle “Tibet Ünal.” dedi burnundan soluyarak. Gün boyunca başına gelenlerin haddi hesabı yoktu ve etrafındakilerin de ondan sabırlı olmasını beklememelerini umuyordu. Sabahtan beri taksi bulamamaktan tutun da köpeğin kovalamasına kadar başına gelmeyen kalmamıştı.

“Randevunuz var mıydı?”

“Arya derseniz...” Güvenlik görevlisinin Tibet denen adamla iletişime geçtiğini görünce sabrını dizginlemeye çalışarak “Yalnız biraz hızlı olursak eğer.” demekten kendini alıkoyamadı. “Çünkü patronunuz gibi benim de işim gücüm var, akşama kadar bekleyemem burada!”

“Tamam hanımefendi, sakin olun. Ben şimdi kendisini aratıp bilgilendireceğim. Beş dakika sabır.”

Ayakkabısıyla yerde ritim tutan kız içinden sabır çekmeye başlamıştı bile. Bu saçma adamın saçma teklifi için kaç dakika burada bekleyecekti merak ediyordu doğrusu. Kendisini bekletmiş olmasının intikamını mı alıyordu acaba?

●●●

Tibet ise intikamdan çok uzak bir ruh hâlindeydi o an. Sağında Efe, solunda Aras onu bir vicdan muhasebesine çekmişti sanki. Ölmeden hesap gününe gelmiş gibiydi. Efe ve Aras sağındaki ve solundaki sorgu melekleri gibi görev başındaydı. Hani filmlerde, dizilerde olurdu ya; esas oğlanın sağında melek, solunda şeytan konuşup duruyor ve onu çıkmaza sürüklüyordu. Tibet'in de durumu bundan farklı değildi.

Efe ve Aras ise artık Tibet'i arka plana atmış, daha çok birbiriyle tartışıyor ve üstünlüğünü birbirilerine ispatlamaya çalışıyor gibiydi.

En son Aras “Tabii senin tuzun kuru Efe Bey! Babanın şirketinde çalışmıyorsun, kendi mesleğin var. Avukatsın. Tibet'i nereden anlayacaksın?” sözüyle alenen adama sataşıyordu.

“Ne alakası var? Ben mi tuttum Tibet’i avukat olmasın diye? Ayrıca bunun meslekle hiçbir alakası yok! Sadece karakter meselesi, kendine saygınla alakası var.”

“İyi, oldu o zaman! Adam evsiz barksız kaldığında da kendine saygısını kaynatır yer artık!”

Eninde sonunda kafası karman çorman olan ve bu tartışmadan çok bunalan Tibet konuya el koydu. “Tamam arkadaşlar, yeter bu kadar tartışma. Ben zaten dönüşü olmayan bir yola girdim. Daha fazla tartışıp polemik yaratmayın Allah aşkına.” Telefon çaldığında ve asistanı “Arya Hanım gelmişler efendim.” dediğinde kararını değiştirmek için ne kadar geç olduğunu fark etti. Kimi kandırıyordu ki? Kız o an kapıda kendisini bekliyor olmasaydı bile Tibet bu fikrinden vazgeçmeyecekti çünkü babasının onu mirasından men etmesine elbette dayanamazdı. “Tamam, alın içeri hemen.” Aramayı sonlandırdığında “Kız gelmiş beyler, hadi odayı boşaltın bizi yalnız bırakın artık. Yeterince beynimi şişirdiniz.” diyerek ayrı fikirlerde iki dostunu da başından atmaya çalışıyordu. İkisinin de iyiliğini düşündüğüne dair en ufak bir şüphesi yoktu ama doğruları birbirinden bu denli farklı iki kişiden içinde bulunduğu durumun tasvirini duymak kafasını kurcalamaktan çok darmaduman etmişti. Artık kendi verdiği kararın arkasında durmalı ve hakkını almalıydı. Başka yolu yoktu.

Efe ise başını iki yana sallayarak “Yanlış yoldasın genç arkadaşım. Sana hayatta başarılar.” dedikten sonra huşu içinde odadan çıktı.

Onun ardından odadan çıkmakta acele etmeyen Aras ise önden giden adamı taklit ettikten sonra söylenmeye başladı. “Doğrucu Davut'a bak sen! Beşinci Boyut'taki Salih misin sen nesin? Hıyartoya bak! Tabii hiç yokluk görmemiş, bol keseden atması kolay!”

Tibet gülerek “Sen gördün mü yokluk?” diye sorarken yanıtını çok iyi biliyordu. Tam o esnada kapı önünde orta boylarda sarışın ve oldukça güzel bir kız belirdiğinde iki adamın da ilgisi onda toplanmıştı.

Arya ise Tibet denen adamın hangisi olduğuna dair en ufak bir fikri bile yoktu. “Merhaba, Arya ben.”

Aras ilk etapta Arya'ya yaklaşarak elinden kibarca öptü. “Merhaba. Sizin gibi mümtaz bir şahsiyetle tanıştığım için büyük onur duydum.” Yakın arkadaşının numaracıktan da olsa eşi olacak hanımı tanıyınca Tibet'in ne kadar şanslı olduğunu bir kez daha düşünmüştü. Bu kız bir afetti.

Boş bakışlarla elini öpen cüretkâr adama bakarak içinden umarım yalandan da olsa evleneceğim adam bu değildir, diye dilekte bulunurken hadsiz ve alnında neon ışıklarla çapkınım hovardayım, yirmi dört ayardayım yazan beye “Tibet Ünal sen misin?” sorusunu yöneltti.

“Hayır.”

Elini aniden çeken kız gayet açık sözlü bir biçimde karşılık verdi. “O zaman niye elimi yalıyorsun kardeşim? Az kenara çekil. Hayret bir şey ya.” Adamı neredeyse ezip geçerek odaya girdi.

“Ben Tibet'in en yakın arkadaşı, Aras.”

“Eee ne yapalım yani? Memnun oldum demek isterdim ama... Eh, elimi yalarcasına öpen birinden ne kadar memnun olunursa işte.”

“Siz de Tibet'in müstakbel eşi oluyorsunuz.”

Usanmaksızın misafirperverlik adı altında flörtöz tavırlar sergileyen adama “Evet.” yanıtını verdi fakat devamını getirmekte gecikmedi. “Ayrıca lakayıklıktan ve laubalilikten nefret ederim.”

Aras ilk defa bu kadar dobra bir kadına rastladığı için sert kayaya tosladığını fark etti ve kapının dışında kaldığına ilk defa memnun oldu. Tibet'e mırıldanarak “Bol şans kardeşim, geçmiş olsun.” dedikten sonra arkasını dönüp gitti. Tibet’in bu kızla anlaşabileceğine dair inancını kaybetmişti. İşin doğrusu, herhangi bir adamın Arya denen bu kızla anlaşabileceğini pek sanmıyordu. Nargis Kasırgası'yla eş değer bir felaket gücü vardı.

İçeri girdiğinden itibaren Tibet'ten negatif enerji alan Arya ise kendisini elini uzatan adamla el sıkıştı. “Merhaba.”

“Hoş geldin.”

“Hoş bulmaya çalıştım.”

“Bir şeyler içer misin?”

“İşimiz uzun olacaksa bir kahve alayım.”

“Pekâlâ.” Tibet telefonla kahveleri istedikten sonra genç kıza döndü. “Arkadaşım Aras adına özür dilerim, patavatsızdır.”

Karşısındaki adam diğer yılışık tipe göre daha düzgün birine benziyordu ama karar vermek için acele etmeye niyeti yoktu. Sonuçta Mira'nın sosyetik playboy olarak anıldığını söylediği adam buysa temkinli yaklaşmalıydı. “Epey patavatsızdı, evet. Neyse, biz konumuza dönelim.”

“Simten Hanım meseleden bahsetmiş sanırım, sen de kabul etmişsin.”

“Şartları konuşmaya geldim diyelim.”

“Şartlar?” Aklı başına gelmiş gibi “Ha, evet...” diyerek çekmecesinden bir çek çıkardı ve kıza uzattı. “Buraya istediğin miktarı yazabilirsin.”

“Emin misin?”

Önemsiz bir meseleden bahsediyorlarmış gibi umursamazca güldü adam. “Ah, elbette. Para hiç sorun değil.”

“1 milyon dolar, yol artı sigorta.” Kendisine şaşkınca ve anlamsız bir ifadeyle bakan adama güldü. “Şaka, şaka.” Masanın üzerindeki hesap makinasını işaret ederek “Alabilir miyim?” sorusunu yöneltti Arya.

Adam başta anlam veremese de “Tabii, tabii buyur.” yanıtıyla hesap makinasını uzattı kıza. “Senin de bildiğin konuları biraz güncelleyeyim, iki tarafın aklında da kuşku kalmasın. Bir süre kâğıt üstünde evli kalmamız gerekiyor.”

“Neden?”

“Bir önemi var mı?”

“Belki benim için vardır. Özel değilse...”

“Yok. Eğer evleneceksek aramızda pek de özel kalmayacak demektir. Onu da kısaca paylaşayım. Babam mirasından mahrum bırakmamak için evlenmemi şart koştu.” Mağdur ve çaresiz yüz ifadesiyle anlattıklarını destekleyen Tibet kendini acındırmaktan hoşlanmasa da şu anki ruh hâlini de gizleyebilecek psikolojide değildi. Sağ olsunlar Efe ve Aras tüm ruh hâlinin içine etmişlerdi az önce. “Anlayacağın, hiç çıkar yol yok. Başka çare yok gibi görünüyor.”

“Alın teri döküp çalışmak dışında.”

“Efendim?” Kendisine laf sokan kızın ne yapmaya çalıştığına dair en ufak bir fikri yoktu. Zira kendisi bu fikirden vazgeçtiği takdirde o da işsiz kalacaktı.

Arya ise konuyu uzatmaksızın “Her neyse.” diyerek konuyu kapattı. Kimsenin doğrusu veya yanlışı onu ilgilendirmiyordu. Kendisini alakadar eden tek şey kazanacağı paraydı. “Ne kadar süre evli kalacağız?”

“İşte o hiç belli olmaz. Belki altı ay, belki bir yıl.”

Onaylarcasına başını salladı kız. “Bu iş için epey bir bütçe ayırman gerekecek, baştan söyleyeyim.” Çeke hesap makinasıyla hesapladığı rakamı yazıp masanın üzerinden sürükleyerek adama uzattı.

Tibet önündeki çekte yazan bol sıfırlı meblağa baktıktan sonra kravatını gevşetti. “Bayağı sıkı pazarlık yapıyorsun.”

“Peyderpey alırım, sorun değil. Taksite böleriz. Malûm, babanın paracıklarının arasından tırtıklaman zaman alabilir. Anlayışla karşılıyorum.”

Arya’nın iğneleyici tavrıyla gözlerini devirdi adam. Bu kızın genel tavrı olmalıydı aksi hâlde yanında tek bir arkadaşı bile olmaması gerekiyordu. Ayrıca arkadaşı olduğunu nereden çıkarıyordu ki? Belki de zehir diliyle hepsini kaçırmıştı etrafından. “Tamamdır, anlaştık o zaman.”

“Bitmedi.”

“Nasıl?”

“Fiyatta anlaşmış olabiliriz ama şartlarım var.”

Arkasına yaslanan adam gözlerini kısarak “Neymiş o şartlar, çok merak ettim.” diye sordu.

Arya ise sansüre veya imaya gerek duymaksızın tüm şartlarını sayıp dökmeye başladı. “Öpüşmem, sevişmem... Kısacası bana dokunamazsın.”

Kahkaha attı Tibet. “Canım benim sen çok yanlış anlamışsın. Pretty Woman çekmiyoruz burada. Ayrıca yokluktan mı evleniyorum sanıyorsun sen? Bunları yapmak istesem yüz binlerce kadın var etrafımda, sen sadece görünüşte eş görevlerini yerine getir yeter. Babam bizi evli bilsin, bazı aile yemekleri, davetlere ve kokteyllere mutlu çift olarak gidelim falan. Benim olayım bu.” Küçümser gibi bir bakış atıp güldü sonra. “Merak etme, yalvarsan da öpmem, dokunmam sana.”

“Bana dokunmayacaksın.”

“Dokunmayacağım.”

“Aynı odada kalacağız mecburen.” Adam onaylar gibi e o kadarı olacak tabii dercesine başını salladığında sözlerin devamı gecikmedi. “Ama aynı yatakta yatmayacağız katiyen.” Tedirgin gözlerini adama dikmekten ve sözlerinde dürüstlük barındırmakta çekinmedi. “Ne demiş atalarımız, ateşle barut yan yana durmaz. Şeytan doldurur, maazallah.”

“Buna da tamam. Başka bir şey yoksa?”

“Var aslında.”

Bıkkınlıkla “Ne kaldı ki daha?” diye söylendi Tibet.

“Bu konuştuklarımızı bir sözleşme hâlinde taraflar olarak imzalayacağız.” Tek kaşını kaldırıp kuşkuyla bakan adama “Kendimi güvence altına almam lazım, kusura bakma.”

“Buna da tamam.” Tam ağzını açacak gibi olan kıza “Artık başka da icat çıkarma.” diyerek temkinli bir uyarıda bulundu.

“Tamam canım, başka bir şey kalmamıştı zaten. Ha, unutmadan!”

“Gene ne var?”

“Bu bir şart değil aslında; olması gereken bir şey ama madem evleniyoruz, birbirimize açık olmamız gerek diye düşünüyorum. Evli olabiliriz, insanlara mutlu çift rolü yapacağız tamam. O Allah’ın emri, eyvallah. Ama kimse kimsenin özel hayatına karışmayacak, müdahalede bulunmayacak.”

Ellerini keyifle ovuşturan Tibet “İşte en sevdiğim kural!” dedikten sonra yanıtladı. “Kabul. E bu kadar artık değil mi?”

“Bu kadar.” Ayağa kalktı kız. “O hâlde...” Elini uzattı kendisiyle eş zamanlı ayağa kalkan Tibet Bey'e.

Arya'nın elini sıktı keyifle. “Anlaştık.” Hiç bu kadar kolay olacağını düşünmemişti adam. İçini tedirginlikten ziyade bir rahatlama kapmamıştı. Kalbindeki vicdan azabının yerini coşkun bir özgürlük duygusu almıştı.

Genç kız ise uzatmalı nişanlılığı nihayet evlilikle sonuçlanacağı için oldukça mutlu ve huzurluydu. “Anlaştık diyelim.”

Tuhaf bir biçimde yolları kesişen iki kişinin numaracıktan evcilik oyunuydu bu. Küçük bir oyunla başlamıştı her şey. Fakat tüm bu prodüksiyon Tibet’in babasını mı kandıracaktı yoksa evlilik rolü yapan iki genci birbirine mi yaklaştıracaktı? Bilinmezdi.

...

Loading...
0%