@buzlarkralicesi
|
YAZAR NOTU: Bu bölüm BODRUM: Bir Topuklu, Bir Papyonlu hikâyemizin Burç karakteri ve babası Orhan amcanın kulağını çınlattık! 💖 * -5/2- Arya'yla konuştuktan sonra şirkete dönse de bütün gün hiçbir şekilde verimli olamamıştı. Aklı hep akşam ailesiyle yapacağı konuşmaya takılı kalıyordu. Onlar kendisinden gelinleriyle tanışma haberi beklerken Tibet ne yazık ki sahte ayrılık haberini vermek zorundaydı çünkü Arya'dan yana hiç umut yoktu. Belli ki bu iş burada bitmişti. Daha öğle saatlerinde annesini arayıp akşam eve davet etmişti. Böylece oturup konuşacak, onunla yürümediğini ve ayrıldıklarını söyleyecekti. Ama nasıl söyleyecekti? Şimdiden babasının duydukları karşısında sinirden yüzü kızarmış bir biçimde kendisini bağırarak azarladığı o ürkünç sahneleri gözlerinin önüne geliyordu. Akşam olduğunda eve gelmiş, bahçede oyalanıyordu. Henüz annesi gelmemişken sahte ayrılığın detaylarını kafasında kurguluyorsa da bunu babasının yüzüne karşı nasıl anlatacağını bilemez hâldeydi. Söz konusu Servet Ünal olduğunda panik oluyor, eli ayağı birbirine dolaşıyordu. Otoriter bir baba figürü olarak yeterince söz sahibiydi oğlunun hayatında. Öyle ki, tüm baskıları yüzünden Tibet sahte bir evlilik bile kurgulamıştı. Tabii o plan da tam bir fiyasko olarak suya düşmüştü ya neyse. Evin içinden annesinin ve Pırıl'ın didişme sesleri gelince artık kaçacak yeri kalmadığını anlamıştı. Üst salona çıktı ve oturmuş kahvelerini yudumlayan ailesinin yanına geldi. "Herkese merhaba." "Merhaba oğlum. Apar topar neden çağırdın beni?" Aklına gelenlerle panik olan Neslişah Hanım "Ay ne olursun yarın evleniyorum falan deyip beni kalpten götürme e mi oğlum?" diyerek Tibet'i yalvarırcasına uyardı. "Anne sakin olur musun? Bir konu konuşacağım sizinle, sakin sakin dinleyin beni." Babasına döndü ve çekinerek ikaz etti. "Özellikle sen baba. Hemen celallenmeden beni bir dinlersen..." Kuşku dolu bakışlarıyla sorguladı yaşlı kurt. Bir karın ağrısı vardı oğlunun, belliydi. Ama ne? "Gir bakalım sen konuya, kızıp kızmayacağıma o zaman karar veririm." Asla kızmayacağıma dair bir garanti vermeyen adama onaylarcasına başını sallamaktan başka bir tepki veremedi. Sertçe yutkunup hafifçe öksürdükten sonra konuya girmenin zamanı geldiğini kendine hatırlattı. "Konuyu çok dolandırmak istemiyorum sevgili ailem, moralim yeterince bozuk zaten." Bir nefes aldı derinden. "Biz Arya'yla yürütemedik, ayrıldık." Hem annesinden hem de babasından bir "Ne?" nidası yükselse de iki nidanın duygusu siyah ve beyaz kadar farklıydı. Uslanmaz bir çapkın olduğu herkesçe bilinen oğlunun ölmeden âşık olduğunu gören ve bu fırsattan istifade elinden gelse bugün nişanlayıp yarın evlendirecek durumda olan Servet Bey'in nidası şaşkın ve kızgındı. Fakat evlilik için acele ettiğini düşünen, karşılarına paçoz bir kızı evleneceğim diye getirip onları sosyeteye rezil edeceğinden korkan ve sırf bu yüzden âdeta sen küçüksün, ölemezsin moduna girip bu erken verilmiş düğün kararını engellemek için canını dişine takan klasik oğlan annesi Neslişah Hanım'dan yükselen nida ise rahatlamış olduğunu yeterince gözler önüne seriyordu. Bu işin bir gün içinde nasıl bu hâle geldiğini anlamayan yaşlı adam hayretler içerisinde sordu. "Daha dün bir bugün iki Tibet, ne ayrılması oğlum? Ne diyorsun sen?" Sinirlerini kontrol altında tutmaya çalışsa da her an patlayabilirdi. Sadece sakin sakin işin aslını öğrenmeye çalışıyordu dişlerini sıkmış bir vaziyette. "Baba, aslında uzun zamandır bazı problemler vardı ama aşkımız için görmezden geliyorduk. Daha fazla dayanamadık. Artık birbirimizi kırmaya başlamıştık. Medeni bir biçimde konuşup ayrıldık." Bu tür magazinel konulara herkesten çok ilgi gösteren meraklı üvey anne Pırıl ise vakit kaybetmeksizin Tibet'e döndü. "Şşt, baksana Tibet! Kim ayrıldı? Yani bu ayrılık kimin fikriydi?" Sessizliğini koruyan adamı daha da üstelemekten çekinmedi. Bir yanı erkeklik gururunun verdiği gazla tabii ki son noktayı ben koydum, bana hangi kadın hayır diyebilir ki demesi için sıkıştırsa da öte yandan babasının öfkeli bakışları korkutucuydu. Bunun yerine terk edilmiş, mağdur ve hâlâ âşık erkeği oynamak az sonra burada yaşanacak olan depremin şiddetini azaltabilirdi. Mağdur edebiyatı her zaman kazanırdı. Ben sevdim eller aldı muhterem babacığım, içimde acı kaldı ühü ühü diyerek hatta belki yalandan bir iki damla da gözyaşı dökebilirse buradaki herkesi duygu seline sürükleyebilirdi. Annesi hariç. O şuan nezaketen de olsa konuşmanın bitmesini bekliyor, akabinde mutluluktan halay çekeceğe benziyordu. Genç adam başını Küçük Emrah gibi eğmeye çalışarak "Ne yazık ki o beni terk etti Pırıl." yanıtını verdi. Hiç olmazsa bir süre de aşk acısı çekiyorum kisvesi altında rahatça takılırdı da kafası kulağı rahat ederdi, zaman kazanırdı. Bir an babasını yokladı. Bir üzülme veya acıma kırıntısı arıyordu yüzünde fakat bulamıyordu. Oysa ah canım oğlum, neler gelmiş senin başına böyle diye acıyan tepkiler bekliyordu fakat karşılaştığı manzara çok daha farklıydı. Bunu babası yüzüne aniden tükürdüğünde şoke olurken daha iyi anladı. Servet Bey ise sinirinden yerinde duramıyordu. "Yazıklar olsun sana, bir kızı elinde tutamadın! Kim bilir ne yaptın da kaçırdın kızı!" Kırk yılın başı kedi olalı bir fare yakaladığını düşündüğü oğlu evlilik hayallerini yine suya düşürmüştü. Genç adam ise kabağın yine onun başına patladığına inanamıyordu. Ne yani, terk edilmek de onun suçu muydu cidden? "Baba, terk edildim diyorum yüzüme tükürüyorsun. Burada mağdur olan ben değil miyim? Terk edildim!" "Ne mağduriyeti be?" diye kükredi ihtiyar adam. "Sen yine rahat durmamışsındır, yapmışsındır yapacağını kuduruk herif! Kim bilir ne yaptın da canından bezdirdin kızı! Yoksa durduk yere niye terk etsin?" Neslişah Hanım ağzının içinden "Ellisinden sonra boşanıp genç kadın alan adamın da oğluna kuduruk demesi... Bilemedim yani." diye mırıldansa da kendisine dönüp "Ne konuşuyorsun sen öyle kendi kendine?" sorusunu yönelten eski eşine aynı cümleleri sarf etme cesaretini kendinde bulamadı. Eski de olsa bunca yıllık kocasıydı, sinirlendiğinde damarına basılmaması gerektiğini çok iyi biliyordu. "Ay ne diyeceğim Allah aşkına Servet, oğlumun üstüne gitme bu kadar! O yelloz kim oluyor da benim dalyan gibi oğlumu terk ediyor? Ayrıca o hiç hayatında benim oğlum gibi yakışıklı, boylu poslu, zengin, beyefendi bir adam görmüş mü de terk ediyor acaba? Bir daha böylesini zor bulur o paçoz kız!" "Yalnız paçoz demezsek anne. Ayrılmış olabiliriz ama sonuçta bir zamanlar sevdiğim kız kendisi." Oğlunun sözleri hoşuna gitse de konuyu dağıtmamak adına eski karısına döndü Servet Bey. Her zamanki gibi oğlunu şişirip duruyordu işte. Eşek kadar adamın bu hâle gelmesinin sebebi de biraz annesinin şımartmaları olduğunu düşünüyordu her klişe baba figürü gibi. "Bırak Allah aşkına Neslişah Hanım, senin oğlun her gün o bar senin bu bar benim gezip her gece başka hatunla gazetelere çarşaf çarşaf basılırsa el kızı da bununla evlenip başını yakacak değil ya! Helâl olsun kıza, delikanlı kızmış da seni öyle dımdızlak bırakmış! Keşke ben de bırakabilsem ama babalık bu, ne ayrılabiliyorsun ne boşanabiliyorsun!" Öfkeyle bilenmiş yaşlı adam söylenmeye devam etti. "Ah aptal kafam, ah! Aslında bizim Orhan gibi yapacaktım! Onun oğlu Burç da böyle işe yaramaz, nerede akşam orada sabah gezen bir serseriydi! Ama ne oldu? Adam gitti oğlunu görücü usulü evlendirdi, şimdi kafası rahat!" Pırıl merakla araya girdi. "E o çocuk düğünden kaçmamış mıydı? Ben öyle hatırlıyorum." Sürekli didişmelerine rağmen söz konusu dedikodu olduğu zaman diğer kadınlar gibi bir araya geldiklerinden ötürü Neslişah Hanım genç kadını eksik kaldığı konularda bilgilendirme amaçlı hemen söze atladı. "Kaçmıştı da, tesadüfe bak ki gelin de kaçmış! E düğün iptal oldu tabii. Ondan sonra ne olduysa yine evlenmişlerdi." "Vay be, film gibi." "Aynen, ben de şaşırmıştım." İmkânı olsa birbirinin gözünü oyacak olan iki kadın gıybet yaparken nasıl da birbirleriyle senkronize oluyorlar diye şaşkınlıkla bakan Tibet sonunun eski arkadaşı Burç gibi olmamasını umarak içinden Allah korusun demeyi ihmal etmedi. Öte yandan babasının öfkeli sayıklamalarıyla hop oturup hop kalkıyordu. "Kararımı verdim! Madem sen adam gibi birini bulup evlenemiyorsun, ben de en kısa zamanda ailemize layık birini bulup senin başını bağlayacağım. Ben seninle uğraşamam! Yetti artık! Şuna bak ya, ben düğün için akrabalara bile haber salmışım. Halası, kuzeni hazırlanmış düğün hazırlıkları için gelirken adamın bana verdiği habere bak!" Söylene söylene giden babasından şaşkın bakışlarını kurtarıp annesine döndü Tibet. "Anne, babam ne diyor? Ne evlendirmesi? Zorla tanımadığım, istemediğim biriyle mi evlendirecek beni?" Pırıl ise durumu şakaya vurmaya müsait bir biçimde "Düşünsene, çocuk gelin gibi."dedi ve hemen düzeltti. "Ama dur, senin durumunda çocuk damat oluyor sanırım." Üvey annesinin espri anlayışına sahte bir gülümsemeyle karşılık veren Tibet "Sağ ol Pırıl ya, gerçekten çok komik! Hani kahkaha şelalesinden bir yudum aldım şuan, acayip güldüm cidden!" diye karşılık verdi alaycı tavrını bozmaksızın. Neslişah Hanım ise çok endişe içinde değildi. "Sen babana bakma oğlum, o sinirlenince her şeyi söyler. Bir iki güne unutur, sanki bilmiyormuş gibi davranma allasen." Hem oğlu evlense de artık eskisi kadar tedirgin sayılmazdı. Nasılsa ailelerine uygun biriyle er ya da geç evlenecekti. Eteği belinde, aileleri için münasip biri olduğu takdirde kadın için bir sorun teşkil etmiyordu. İşler hiç de istediği gibi gitmeyince paçaları tutuşan Tibet ise daha fazla orada durmak istemedi. Ceketini alıp çıkıverdi evden. Nitekim duvarlar üstüne üstüne geliyordu. İşlerin bu kadar sarpa saracağını bilseydi bu kurgulara hiç girmezdi ama olan olmuştu bir kere. Hem planı tutmamış, başında patlamıştı hem de şuan başlangıç noktasından daha vahim bir durumdaydı. ●●● Ajanstan yorgun argın gelen kız, anahtarla kapıyı açtığında onu karşılayacak sürprizden habersiz bir biçimde ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Salona açılan kapıya yürüdüğünde duvar dibindeki bavullar dikkatini çekse de içeri girene kadar koltukta oturan aile fertlerinin varlığından haberdar değildi. Annesi, babası hatta anneannesi bile gelmişti. Ev arkadaşının ailesine çay servisi yapan Mira sıradan bir yüz ifadesiyle "Aaa hoş geldin Aryacığım, bak kimler gelmiş?" derken kimsenin görmeyeceği şekilde kaş göz yapmayı ihmal etmiyordu. Arya'nın yanından geçip giderken "Eğer telefonlarıma baksaydın seni bu kıyametten haberdar edecektim. Zira az sonra duyacakların sende soğuk duş etkisi yaratabilir." diye mırıldandı. Ailesinin bozguna uğramış ve tasvip etmeyen yüz ifadesini görünce anlamıştı hepsinin gazete haberinden ötürü burada bulunduğunu. "Anneciğim, babacığım... Hoş geldiniz anneanneciğim..." Teker teker hepsinin elini öpse de babası elini öptürmemişti. Onlar açmadan konuyla ilgili hiçbir şey söylememe kararı aldı ve jüri üyeleri gibi yargılayan bakışlar eşliğinde ihtiyar heyetinin tam karşısına oturdu. "Eee nasılsınız, nasıl geçti yolculuk?" Söze Gaziantepli, geleneklerine yürekten bağlı ve bir o kadar sert, otoriter baba figürü Aziz Bey girdi çatık kaşlarıyla. "Bir de utanmadan soruyor musun kızım?" Kocasından tamamen farklı, doğma büyüme İstanbullu Gönül Hanım ise kızının yaptığı hatanın farkında olmasına rağmen yargısız infazda bulunmamaları gerektiğini düşünüyordu ancak evli kaldığı adamın memleketinde geçirdiği yılların onu asimile etmesine izin veren diğer yanı mantıklı tarafını bastırıyordu. Her an ağıt yakacak gibi bir hâli vardı. "Dur hele bir dinleyelim önce Aziz, sabahtan beri başım tuttu zaten! Allah'ım, bu da mı gelecekti başıma ya Rabbim!" "Yahu daha ne dinleyeceğiz hanım? Kızın gazetelerde çarşaf çarşaf elin adamlarıyla el aleme reklam oluyor, sen hele bir dur dinleyelim diyorsun!" Yaşının ve sahip olduğu Alzheimer rahatsızlığının verdiği etkiyle aklı gidip gelen Letafet Hanım ise olan bitenden habersiz bir biçimde söze girerken Arya'ya bakıyordu. "Ne olmuş, güzellik yarışmasında mayo geçişli fotoğraflarıyla Gönül gazetelere mi çıkmış?" Yıllar önce kızının asla gerçekleşmeyen güzellik yarışmasına katılma hayallerini hatırlıyordu da şimdiki zamana dair hiçbir bilginin doğruluğunu tutturamıyordu ihtiyar ve bir o kadar tatlı kadın. Bu da hastalığının tuhaf cilvesiydi anlaşılan. Başını iki yana sallayarak anlayışlı bir biçimde açıklayan Aziz Bey ise son derece öfkeli olmasına rağmen kayınvalidesine saygıda kusur etmiyordu. Bu da geleneklerinin en önemli parçasıydı. Sabırla "O Gönül değil valide hanım, torunun Arya! Bak, Gönül burada." diyerek yanındaki karısını gösterdi. İşler arapsaçına döndüğünde yaptığı gibi mahcup bir şekilde elleriyle oynayan Arya ise durumu nasıl açıklayacağını pek de bilemiyordu açıkçası. "Ya baba, nasıl göründüğünün farkındayım ama yani hiç düşündüğünüz gibi değil. O adam benim patronum, orada da iş görüşmesi gibi bir görüşme yapıyorduk. Adam biraz ünlü olunca magazin muhabirleri falan çekmiş. Yoksa benim onunla hiçbir alakam yok yani." "Kızım sen benimle dalga mı geçiyorsun? Ne idüğü belirsiz bir adamla gazetelere çıkıyorsun ve açıklaman bu mu? Beşik kertmenin ailesine nasıl rezil olduk haberin var mı senin?" Ara sıra duysa da o kelimenin anlamını bile bilmeyen Arya yüzünü merakla buruşturup Mira'ya döndü. "Beşik kertmesi mi? O şey değil miydi ya, hani sünnette çocuğu tutan kişi?" Gülecek kadar bile hâli olmayan, zira öyle bir ortamda gülünmeyeceğini de bilen Mira gözlerini devirmekle yetindi. "O senin dediğin kirve, salak!" "Ne bileyim, ben arada bir beşik kertmen dediklerinde şey sanıyordum... Düğün sadıcı ya da düğünde destekçin olan kişi falan." Durumun yeni yeni farkına varan Mira ise gözlerini belerterek yanıtladı dostunu. "Hayır kanka, beşik kertmesi evlenirken yardımcı olacak kişi değil direkt evleneceğin kişi oluyor! Oha!" Ev arkadaşının beşik kertmesi olduğunu öğrenen kız şok olmuş bir biçimde gözlerini irileştirerek Arya'ya dikti gözlerini. Arya ise duyduklarına inanamayan bir ifadeyle "Ne? Olamaz!" diye haykırdı. "Yok artık!" Arada bir ailesinden duyardı bu beşik kertmesi terimini ama araştırmak hiç aklına gelmemişti. Şimdi her konuşulduğunda itiraz etmediği için bu evliliği kabul etmiş mi sayılıyordu? Kızının tepkileriyle hiçbir şekilde ilgilenmeyen yaşlı adam ise kesin bir dille durumu Arya'ya dikte etti. "Seni burada çok başı boş bırakmışız biz. Bir an önce başını bağlamanın zamanı geldi. Zaten yaşın geldi de geçiyor bile, evlendirelim de bundan sonra kocan uğraşsın seninle! Bu ne canım!" Olayların bu noktaya geldiğine inanamayan ve kendini aniden düşük bütçeli bir töre dizisinin içinde bulan genç kız ise "Ne? Şaka mı yapıyorsunuz siz ya? Ben tanımadığım insanla evlenmem! Evlenemem!" Babasından herhangi bir tepki alamayınca annesine döndü Arya. "Anne, sen bir şey söyle bari!" "Ne söyleyeyim kızım, bıktım vallahi! Bu zamana kadar arkanızda durdum da ne oldu, hiç lafımı dinlediniz mi? Saçımı süpürge ettim, başıma gelenlere bak!" Ellerini havaya kaldırıp günlük isyan dozunu almaya başladı Gönül Hanım. "Rabbim bunlar hep benim başıma gelmek zorunda mı? Bitmedi mi sınavım Allah'ım!" Donup kaldı Arya. Yok, yok bu mümkün değildi. Bunların hiçbiri gerçek değildi. Hepsi rüyaydı. Kötü bir kâbustan ibaretti. Şimdi kolunu cimcirecek ve uyanacaktı. Sağ eliyle sol kolunu cimcikledi fakat değişen hiçbir şey olmadı. Bu yaşananların hepsi maalesef ki gerçekti. Her şeyin yanı sıra şakacı kimliğinden hiçbir şey kaybetmemiş olan ev arkadaşı Mira ise hâlâ fütursuzca konuşmaya devam ediyordu. "Şey Aziz amcacığım, hazır laf yerine gelmişken damat adayınızın şöyle zengin, yakışıklı, esmer, uzun boylu, geniş omuzlu bir ağa tanıdığı, arkadaşı falan varsa ben berdel olurum yani biricik ev arkadaşım için hiç sıkıntı olmaz." Mira'nın son sözleriyle Arya tüm bunların gerçekten saçma bir rüya olması için her şeyini verebilirdi. ... |
0% |