@buzlarkralicesi
|
-8/2- Merdivenlerden aceleyle aşağı inen yardımcı kızın kendisine doğru yürüdüğünü gördüğü an bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı Servet Bey. Hafif kaşları çatık bir biçimde kızın cesaretini toplayıp gelmesini beklerken yakın arkadaşı Orhan Aksoy'un teşrifiyle memnuniyet dolu bir tebessüm sunarak ihtimamla karşıladı. "Vay, Orhan! Hoş geldin, sefalar getirdin!" "Nasılsın kardeşim?" "İyiyim de senin geleceğine pek ihtimal vermiyordum. Tatile çıktığını duymuştum." "Aaa olur mu canım, Tibet sıpasının nişanına gelmeyeceğim de ne zaman geleceğim?" Elini boş verircesine salladı Orhan Bey. "Hem tatil çocukların tatili, biz öyle birkaç günlüğüne peşlerine takılmıştık. Bizim gibi yaşlı kurtlar öyle uzun süre yerinde duramaz, bilirsin." "Bilmez miyim Orhan'ım, ne iyi ettin de geldin kardeşim. Geç şöyle otur, onur konuğum ol." Yakın dostuna saygıda kusur etmemeye çalışırken bir gözü de sonunda cesaretini toplamış kendisine doğru yürüyen yardımcı kızın elindeki kâğıtta takılı kalmıştı. "Servet Bey, müsaitseniz sizinle bir şey..." "Ne oldu kızım?" "Ben... Tibet Bey... Mektup..." İki kelimeyi bir araya getiremeyen kızın elinden kâğıdı çekip alıverdi adam. Oğlu yine ne haltlar karıştırmıştı? Yoksa düşündüğü şey miydi? Arkadaşı Orhan'la kâğıttakileri okumaya başladılar. "Baba; Öfkeyle solurken yakın arkadaşı Orhan Bey'e döndüğünde yüzünde ben bu hikâyeyi bir yerden hatırlıyorum ifadesi uçuşuyordu. Öte yandan Servet Bey'i sakinleştirmek için omzuna dokundu ve "Sakin ol Servet." demekle yetindi. Dostu da tıpkı onun gibi çabuk alevlenen biri olduğu için az sonra gerçekleşeceklerden tedirgindi. Servet Bey elindeki kâğıdı sinirle buruştururken "Ulan Tibet, ulan Tibet!" diye söylendi dişlerinin arasından. Arkalarında havadisi aldıkları hâlde Servet Bey'in yanına yaklaşmaya cesaret edemedikleri için vahlanan Neslişah Hanım ve Pırıl başlarına gelene yanıyorlardı. Gerçi Neslişah vah vah diye dizlerini döverken Pırıl köy yanar deli taranır modundaydı ama... Neslişah Hanım "Allah'ım, nedir bu başımıza gelenler?" nidasında bulunurken endişeliydi. "Şimdi ne yapacağız?" Pırıl dedikoduya gayet müsait bir biçimde ellerini vah vah dercesine birbirine vurdu. "Bak görüyor musun, kaderimizde dedikodusunu yaptığımız Burç'un ailesi gibi rezil rüsva olmak da varmış." Kocasının ilk eşini sinir etme fırsatını kaçırmaya hiç niyeti yoktur. "Ay Neslişah, ister misin o kızı gelin getirsin sana?" Aniden "Ay istemem!" diye bağırıverdi Neslişah Hanım. Kulak memesini çekiştirdi korkuyla. "Aman Allah korkusun!" Oğlu onlara uygun olmayan birini getirirse ne yapardı? Kısa vadede düşünecek olursa, bunca topluluğa durumu nasıl açıklayacaklardı? Her ikisi için korku duyuyordu. ●●● Uzaktan bakan biri için el hareketleriyle vah vah diye dövündüğü her hâlinden belli olan Gönül Hanım, az sonra beyi aşağı indiğinde ona ne diyeceğini düşünürken çaresizce söyleniyordu. "Eyvahlar olsun! Şimdi ne yapacağız?" Bir çözüm yolu arıyor ancak bulamıyordu. Mira'nın söylediğine göre kızı kendi isteğiyle kaçmıştı. Eğer öyleyse -ki öyle görünüyordu- Aziz Bey'e ne hesap verirdi? Gözünün önünde kızının kaçmasına nasıl bir açıklama getirebilirdi? Arya eğer gerçekten istemeseydi onu böyle bir ortamda herkesin gözleri önünde kimse kaçıramazdı. Kızını az çok tanıyordu Gönül Hanım. Asıl aklının ermediği nokta, bu durumdan neden kendisine haber vermediğiydi. Sonuçta onun annesiydi! Zaten Arya'yı kaçıran adamın Arya'yla gazetelere çıkan adama çok benzediği de gözünden kaçmamıştı. Zaten kızının hayatında olayları böylesine karmakarışık hâle getirebilecek kaç erkek olabilirdi ki? Endişeyle Mira'ya döndü. "Kızım ara şu Arya'yı, yol yakınken hemen dönsün buraya, hemen! Aziz amcan aşağıya indiğinde her şey için çok geç olabilir." Mira'nın gözleri merdivenlere yöneldiğinde "Bence her şey için yeterince geç Gönül teyze." demekten kendini alıkoyamadı çünkü merdivenlerden aşağıya hiddetle inen adam Aziz Bey'den başkası değildi. "Neler oluyor burada Gönül?" Ağzından alevler çıkan bir ejderhayı andıran adamın gelişiyle ortam buz kesmişti. Aras merakla "Bu kim?" diye fısıldadı Mira'ya. "Arya'nın babası." Diğer bir deyişle açıkladı kız. "Yani Hiroşima gücünde bir patlamaya hazır ol." "Anladım," dedi Aras. "Servet Amca'nın Gaziantep şubesi." Onaylarcasına başını sallarken daha fazla burada durmanın ona faydadan çok zarar sağlayacağını anladı. Sonuçta buradaki kaosun sebebi Tibet'ti ve o da Bay Kaos'un kankasıydı. "Oldu o zaman, bana müsaade." Sessizce sıvışan adamın arkasından bakan Mira ise "Erkekler işte... Enkaz görünce kaçıyorlar." diye söylenirken büyük patlamaya hazır durmak zorunda olduğunu biliyordu çünkü onun Aras gibi kaçacak yeri yoktu. "Şey... Aziz amcacığım..." Olanları nasıl açıklayacaklarını bilemediği için sustu. Üstelik Gönül teyzenin söylemesi çok daha doğru olur diye düşünmüştü ama o da şuan bir şey söyleyecek gibi durmuyordu pek. "Gönül teyzeciğim, bak Aziz amcam bir şey soruyor." Topu kesinlikle ona atmalıydı Mira. Eee ne demişler, karı koca arasına girilmez. Sonuç kendi kurduğu planla bu hâle gelmiş olsa da bu böyleydi. Hem Gönül teyze karısı olarak yeterince otorite sahibi ve gergin bir karaktere sahip olan Aziz amcaya durumu yumuşatarak gerekli şekilde anlatırdı. Gönül Hanım'ın ise hiç böyle bir gayreti olmamıştı. Öyle dümdüz "Kızımızı o gazetedeki adam kaçırdı bey! Arya da onunla kaçtı!" deyivermişti. Gözlerini pörtleterek ev arkadaşının annesine baktı Mira. Yumuşatarak. Usulünce. Evet, yeterince usulünce söylemişti. Şimdi Aziz amcanın sinir krizlerini bertaraf etmek kalıyordu geriye. Yüz ifadesine bakılırsa çok büyük bir öfke hissediyor olmalıydı. Onun neler yapabileceğini de karısı dâhil kimse tahmin edemiyordu. ●●● Arabayla hızla uzaklaşalı on beş dakikadan fazla olduğu hâlde Arya hâlâ "Bu delilik!" diye haykırıyordu. En sonunda sürekli tekrarlanan bu cümleye karşılık "Deliliği kimler yapar?" diye sordu Tibet. Vakit kaybetmeden kendi sorusunu yanıtladı. "Deliler!" "Ya Tibet sen delirdin mi?" "Ben sabahtan beri ne diyorum? Delirdim tabii! Delirdik!" "Beni nişanımdan kaçırdın, kendi nişanından kaçtın farkında mısın?" Keyifle başını sallayarak "Ben her şeyin farkındayım." dediğinde mutluluğu gözlerinden okunuyordu. "Sonunda zincirlerimizden kurtulduk." Arya'nın duyguları karmaşıktı. İstemediği biriyle evlenmekten kurtulduğu için mutluydu elbette bunu gizleyemezdi. Ancak bu kararıyla ailesine sırtını dönmüştü. Hadi ama bu basit bir kız kaçırma değildi. Onu tanıyan herkes bilirdi ki eğer isyemeseydi Tibet onu kaçırmazdı. Arya'nın da içten içe istediği bir şeydi bu. Zincirlerinden kurtulmak. "Of inanmıyorum Tibet ya, neden yaptın bunu? Tam kaderime boyun eğmişken neden kaçırdın beni?" Tibet ise onun aksine bir o kadar sakindi. "Merak etme, her şey yoluna girecek. Hatta hiçbir şey şu anki kadar yolunda değildi daha önce." Ona göre ayaklarındaki bağlardan kurtulduklarına göre daha büyük bir sorun yoktu artık. Onaylarcasına başını salladı. "Her şey harika olacak. Sen hiç merak etme." "Peki şimdi ne yapacağız?" "Bir otele gidiyoruz. Bu gece orada kalacağız. Yarın da en hızlı şekilde nikâhımız kıyılacak." Omuz silkerek devam etti. "Biz evlendikten sonra da hiçbir şeyin önemi kalmayacak zaten. Ailelerimiz de zamanla kabullenecek." Alaycı bir ifadeyle başını sallarken "Ya, emin ol öyle olacak. Ama gözden kaçırdığın bir şey var, sen benim babamı henüz tanımıyorsun." diye karşılık verdi Arya. "En kötü ne olabilir ki?" Olayı hafife alan adama gülerek baktı kız. Dalgacı bir gülüştü bu. "Babamı tanımadığın ne kadar da belli." "Hadi ama Arya, her şey bizim lehimize artık. Yarından itibaren her şey bizim istediğimiz gibi ilerleyecek. Ailen de zamanla alışacak ve bizi affedecek, merak etme." Aniden kendi derdi dışında başka bir konuya döndü dikkati. "Senin baban ne tepki verdi acaba?" Kıkırdayarak "Sinirden yüzü kıpkırmızı olmuş bir şekilde evde volta atarak bana sövüyordur şuan." yanıtını verirken bu durumdan hiç de etkilenmiş gibi görünmüyordu Tibet. "Bu kadar rahat söyleyebiliyorsun yani." Hayret dolu bir sesle kendisini kınayan kıza omuz silkti. "Boş versene. Böyle olmasını o istedi." Arya'nın kafasında ise filler tepişiyor gibiydi. Her şey karmaşık bir bulmaca misali onu düşünmeye zorluyordu. Son gelişmelerden sonra Tibet'in babası onu gelin olarak kabul edecek miydi? Peki ya kendi babası, onu affedebilecek miydi? Düşünceler beynini kemiriyordu. "Şimdi ne olur peki, nasıl olur?" Düğmeye basıp arabasının üstünü açan ve tek eliyle kravatını gevşeterek boynundan çıkaran adam "Bal gibi olur." diyerek havaya kaldırdığı kravatı rüzgâr eşliğinde özgürlüğe uğurladı. Yanıtıyla onu rahatlatan adamın tavrına karşılık biraz rahatlamaya çalıştı ve hemen ardından nişan kıyafetinin belindeki aksesuar tülü çıkarıp coşkuyla havaya fırlattı. Radyoda çalan neşeli şarkıyla tüm o aptal pürüzleri ardında bıraktılar. Kim demiş ki olmaz diye
Olur olur
|
0% |