@buzlarkralicesi
|
-1- ❝Ebru❞ Son zamanlarda sıkça uyanma sebebim olan şeyle yataktan fırladım yine. Bulantı. Sabah bulantıları. Banyoya koşturduğum gibi henüz hiçbir şey yemediğim için mide öz suyumu boşaltmıştım. Sevgili kocam Akel'in yaptığı tek şeyse her zamanki gibi başını banyo kapısından içeri sokup iğrenerek bakmak oldu. "Ne oluyor yine sana böyle? Git bir doktora görün ya, ne bu böyle her sabah?" "Akel sanki keyfimden kusuyormuşum gibi davranma. Belli ki üşütmüşüm." Memnuniyetsiz bir biçimde yatak odasına geri dönüp şirkete gitmek için hazırlığına kaldığı yerden devam etti. Ne düşünceli bir koca. Elbette bizim hikâyemiz böyle başlamadı. İlk zamanlar böyle değildik. Sevgiyle başlayan ilişkimiz çalkantılı bir dönemece girmişti. 3 yıllık evliliğimizin ilk çatırtıları bir türlü bebek sahibi olamamamızla başlamıştı. Hamile kalamıyordum. Olmuyordu. Bu konuyla ilgili defalarca doktora gitmiştik ve ikimizde de bir sorun görünmemesine rağmen bir türlü hamile kalamıyordum. Bu süreç bizi çok yıpratmıştı. Sanırım bizi uzaklaştıran da ilk etapta bu oldu. Eğer hamile kalmamla ilgili bir sorun olmasaydı ilk zamanlar olduğu gibi bu sabah bulantılarımı hamile olabileceğime yorabilirdim ama yormadım. Çünkü bu senaryoyu defalarca yaşadım. Hep hamile olduğumu sanıyor, ümitleniyor, doktora gidiyordum ama sonucunda stresten kaynaklı, psikolojik olarak hamile kalmaya kendinizi şartlandırdığınız için gibi saçma sapan yanıtlar alıyordum. Ben de kabullendim. Zamanla Akel gibi kabullendim. Bebeğimiz olmuyordu. İlişkimizin daha da çıkmaza girmesine sebep olan şey ise İstanbul'da yaşarken aniden Hatay'a atanmam oldu. İlk zamanlar bu pek sorun olmasa da zamanla Akel İstanbul'u bırakıp buraya senin yüzünden geldik, bütün arkadaşlarım orada, sosyal yaşamım kalmadı, senin yüzünden işimi buraya taşımak zorunda kaldım deyip durmaya başlamıştı. Artık iki lafından biri senin yüzünden olmuştu. Aramızda gerçek bir sevgi olduğuna ve bunun geçici bir süreç olduğuna inanmasaydım bu kadarına katlanmazdım. Ama Akel benim için buraya yerleşerek evliliğimiz adına yeterince fedakârlık yapmıştı. Bebeğimiz olmamasına rağmen beni bırakmamıştı. Bu da şunu gösteriyordu ki yıpratıcı bir süreçten geçiyor olmasına rağmen beni hâlâ seviyordu. Yorulmuştu. Ama yorgun da olsa beni seviyordu. Biraz olsun sırtındaki yükü ben devralabilirdim. Evlilik bu demekti. Yüzümü yıkayıp odaya döndüğümde aynanın önünde kravatını bağlayan adam göz ucuyla bana bakarak "Akşamki daveti unutmadın değil mi?" sorusunu yöneltti teyit etmek istercesine. Pijamalarımı çıkarıp beyaz atletimi geçirdikten sonra kiremit rengi pantolonlu takımımı üzerime giymeye başladım. "Nasıl unutabilirim ki Akel, bir haftadır her gün hatırlatıyorsun." "Güzel. O davette kesinlikle bulunmamız gerekiyor. Hatay'ın ileri gelen aileleri katılıyor. Yeni ihalelerle ilgili bize yardımı olacak kişilerle kontak kurmamız için bulunmaz fırsat." Kravatını düzeltip bana döndü. "Tabii karım olarak senin de yanımda bulunman gerekiyor." Tebessüm ettim. "Elbette yanında olacağım." Başımı onaylayarak salladım ve ekledim. "İsteklerini gerçekleştirememen için hiçbir sebep göremiyorum. Sen her şeyi başarırsın." Dudakları kıvrıldı ve ağzının kenarıyla gülümsedi. Ancak çok sürmeden o memnuniyetsiz yüz ifadesi yine oturdu üstüne. "Başarsam iyi olur. Burada bir şekilde ayakta kalmalıyız. Gerçi İstanbul'da her şey daha kolaydı, kurulu düzenimiz vardı ama..." Son sözündeki kinaye ve hafif sitem gözümden kaçacak gibi değildi ama bir yanıt vermemeyi tercih ettim. Evliliğin bir kısmı da bazı duyduğun şeyleri duymazdan gelmek ve susmaktan geçiyordu. İdare etmek. Sanırım yaşlı çiftlerin uzun süren evliliklerinin sırlarından biri de buydu. Zamanda bazı şeylere kör, sağır oluyordunuz. Yaşlandıkça da bu kulak ve göz bozukluğunuz gerçeğe dönüşünce de rahata eriyordunuz. Elbette hayalimdeki evlilik bu değildi. Bunun geçici bir süreç olduğuna inanıyordum. Bu duruma alışmaya çalışıyordum. Ancak karşımdaki adam kolay kolay susacağa benzemiyordu. "Alt tarafı bir edebiyat öğretmenisin, senin buradan aldığın maaşa ihtiyacın mı var ben varken? Ne olurdu sanki İstanbul'da kalsaydık?" "Mesleğimi seviyorum, Akel." Defalarca anlatmama rağmen anlamama konusunda ısrar eden kocama sabırla bir kez daha açıklamaya çalıştım. "Bazı meslekler sadece para için yapılmaz. Öğretmenlik de böyle bir şey. Çocuklarımla olmayı seviyorum, birilerinin hayatına dokunmayı, onlara bir şeyler öğretmeyi, yeri geldiğinde öğrenmeyi, bir şeyler paylaşmayı seviyorum. Bunun sadece parayla ilgisi yok. Beni doyuran şey yalnızca para değil." İlgisizlikle yanımdan geçip giderken söylenmeye devam etti. "Aç kal da göreyim ben seni doyuran şey para mıymış değil miymiş?" Kolundaki saate baktı. "İşe geç kalıyorum, akşam görüşürüz." Gece görüşürüz demek istedi herhâlde. Son zamanlarda eve geldiği saatlere biz normal insanlar akşam demiyorduk. Uzaylılar diyorsa bilemem. Aaa ama bugün geç gelemezdi değil mi? Kocamın yüzünü görebilecek olmamı şu bir haftadır sözü geçen davete borçluydum anlayacağınız. Gitmeden önce duraksadı. "Şimdiden söyleyeyim yarın akşam geç gelebilirim, haberin olsun." Daha yarın akşamın pazarlığını bile yapıyordu benimle. Gözlerimi devirerek başımı salladım. "İyi çalışmalar." Zamanla söylenmeyi de bırakmıştım. Çünkü eskiden bazı şeyleri konuşarak çözebiliyorduk. Ancak artık konuşmaya çalışmak sadece aramızdaki ilişkiyi domine ediyordu, başka da bir işe yaramıyordu. Ben de susmayı tercih ettim. Susmayı ve içime atmayı. Çantamı alıp evden çıktım ve kumandayla kilidini açıp arabama bindim. Antakya Uzun Çarşı'nın çevresinden dönerken Akel'in buraya geldiğimize dair neden şikâyet edip durduğunu anlamıyordum. Burası cennet gibi bir yerdi. Gezilecek o kadar çok yeri vardı ve insanları o kadar sıcak, samimiydi ki. İstanbul gibi metropol kentlerde bu samimiyeti pek bulamıyordunuz. İnsanlar o kadar işe gömülmüş ve başarıya odaklı oluyordu ki birbirlerini görecek vakitleri de hâlleri de kalmıyordu. Buradaki samimiyet, misafirperverlik ise sıcaklığıyla kucaklıyordu sanki beni. Her şeye rağmen mutluydum burada. Akel'i durduran şey ise muhtemelen sonsuza dek burada kalmayacağımızın bilincinde olmasıydı. Onu motive eden buydu. Yolda annem arayınca araba sisteminden hoparlöre alıp konuştum. Sürekli nasıl olduğumu, beni çok özlediğini söylüyordu ve son günlerde ne dersem diyeyim onu iyi olduğuma ikna edemiyordum. "Kızım sesin hiç iyi gelmiyor, iyi olduğuna emin misin?" "Anneciğim iyiyim, niye iyi olmayayım bana söyler misin? Sadece son günlerde biraz yoğunum, sınavlar başladığı için yorgunum hepsi bu. Sınav soruları hazırlıyorum, geç uyuyorum. Bunun dışında bir şey yok, gerçekten." "Yeşim bulantıların olduğunu söyledi, doktora gittin mi?" Sevgili en yakın arkadaşım Yeşim yine işgüzarlık yapıp son günlerde bulantımla başımın dertte olduğunu yetiştirmişti. Endişeli ses tonuyla "Belki midenle ilgili bir problem vardır." diyen anneme bir şeyim olmadığını nasıl anlatabilirdim ki şimdi? Ne dersem diyeyim ikna olmayacaktı. Anne yüreği işte. "Gerçekten bir şeyim yok anne. Yeşim abartmış." "Ben anlamam. Doktora gidiyorsun, iyi olduğuna ancak o zaman ikna olurum. Yarın da arayacağım. Eğer doktora gitmezsen benden kurtuluşun yok, duydun mu beni küçük hanım?" Gülümsedim. "Duydum, tamam. Şimdi kapatmam lazım anneciğim, okula yaklaştım. Görüşürüz." "Görüşürüz kızım." Tam kapatma düğmesine basacakken nasıl olduğunu anlamadım ve başım döndü. Ne olduysa o birkaç saniye içinde oldu. Gözlerim kararır gibi olurken önümdeki gri araca çarptım. Kahretsin. Korkuyla arabadan indim. Serseme dönmüştüm. Bir şey olup olmadığını soracakken başım tekrar döndü, kaputa tutundum. Çarptığım arabadan inen iki adam bana doğru yaklaştı. "İyi misiniz?" Yeterince mahcupken karşımda yüzünü henüz göremediğim adamlardan biri nezaketi elden bırakmaksızın önce benim durumumu sormuştu. Trafikte böyle nezaket kokan davranışlara pek alışık değildim doğrusu. Kendime gelmeye çalışırken belli belirsiz aşağı yukarı salladım başımı. "Lütfen kusura bakmayın, direksiyondayken aniden gözlerim karardı. Ben..." Biraz kendime geldiğimde karşımdaki adama yüzümü dönebilmiştim. Arkasında orta boylu bıyıklı bir adam vardı. Nasıl olduğumu soran adam ise uzun boylu, yanık tenli, takım elbiseliydi. Mahcubiyetimi gizlemeden kaşlarımı indirdim. "Gerçekten çok üzgünüm. Hatalı olan taraf benim, lütfen size ulaşabileceğim bir numara verin aracınızın masrafını ben karşılayacağım. Tekrar çok özür diliyorum, elimden başka ne gelir bilemiyorum." "Lütfen sakin olun." Nezaketen duran tebessümü yüzündeki sert mizacı kırmaya yetmiyordu. Bana dikkatle baktıktan sonra arabasına döndü. "Önemli bir şey gibi görünmüyor. Sadece değdi." "Olur mu öyle? Sonuçta benim yüzümden oldu." "Lütfen," diyerek lafımı kesti adam. "Siz iyi misiniz? Önemli olan bu." "Ben... Ben iyiyim, sadece kaza olunca şoka girdim bir an. Onun dışında iyiyim. Siz iyi misiniz?" Güldü adam. "Arabanız arabama hafif değdi, herkes iyi merak etmeyin." Acemi sürücüyü beş metre öteden tanırmış gibi kendinden emin ifadesiyle "İlk defa kaza yapıyorsunuz galiba." demekten çekinmedi. "Yani her Allah'ın günü birilerine çarpmıyorum tabii ki." Tebessümü yerini ciddiyete bırakırken adamın kaşları çatıldı. "İyi olduğunuza eminsiniz değil mi? Yüzünüz sararmış. Bir doktora görünün isterseniz." "Yok, gerçekten iyiyim." Son anda yetişmem gereken bir okulum olduğu aklıma gelince gözüm kolumdaki saate kaydı. "Eyvah, çok geç kaldım." diye mırıldandım. "Sizi gideceğiniz yere kadar bırakalım isterseniz. Arabanızın hasarı varsa da tamir-" "Yok artık." Ağzımdan çıkan nezaketten yoksun sözü geri almak istesem de çok geçti. Dilimi ısırdım. "Yani... Sonuçta ben size çarptım ya, hatalı olan benim. Böyle davranıp beni daha da mahcup etmeyin lütfen. Eğer kartınızı verirseniz ben hasarı karşılamak-" "Hasar yok, dolayısıyla sorun da yok." Trafiği tıkadığımızın farkına varan adam etrafımızda duraksayan arabalara baktı. "Herkes iyi olduğuna göre arabalarımızı çeksek iyi olur. Trafiği felç ettik sanırım." "Tamam, tekrar teşekkür ederim." "Geçmiş olsun." Yanındaki bıyıklı adamı da alıp arabaya geçerken ben de arabama bindim. Bıyıklı adam sürücü koltuğuna, benimle konuşan adam arka koltuğa geçti ve arabayı çalıştırdılar. Onlar ilerledikten sonra ben de peşlerinden gidip ters istikamete döndüm. Okula yeterince geç kalmıştım, biraz acele etsem iyi olacaktı. İlk ders bittikten sonra anca kazanın şokunu atlatabilmiştim. Kupama sıcak suyumu doldurup yeşilçay poşetini içine sarkıtırken iki öğretmenin çıktığı öğretmenler odasına girdim. İçeride yalnızca Yeşim vardı. Beni görünce biraz şaşırdı. "Hayırdır kızım bu ne hâl? Yavaştan çıkmış gibisin." "Gelirken küçük bir kaza yaptım ama önemli değil." "Ne? Kaza mı?" Endişeyle haykıran kadına olanı biteni anlattım ve ciddi bir şey olmadığını defahatle tekrarladım. Önemli bir şey olmadığına ikna olan kadının ise sorduğu ilk şey çapkın bakışlar eşliğinde "Bu nazik adam yakışıklı mıydı bari?" sorusu olmuştu. "Ay saçmalama Yeşim. Ne bileyim ben yakışıklı mıydı değil miydi? Ben orada canımla uğraşıyordum, senin sorduğun soruya bak. Koyun can derdinde, kasap et derdinde." "Öyle deme canım, gözümüz de mi bayram etmesin yani?" "Saçmalama Yeşim, ben evliyim. Bu şekilde konuşma lütfen, hoşuma gitmiyor biliyorsun." "Ay iyi be tamam." Yüzünü buruşturdu. "O bitli Akel'le ne hâlin varsa gör." Söylediklerini duymazdan gelerek gözlerimi devirdim. "Sen onu bunu boş ver de anneme neden hasta olduğum haberini uçurdun? Yemeyip içmeyip gitmişsin kadına yetiştirmişsin ya, helâl olsun gerçekten." Omuz silkti yalnızca ve "Ağzımdan kaçtı, bilerek olmadı yani." yanıtını verdi Yeşim. Çok sık olmamakla beraber annem beni ziyarete geldiğinde arkadaşlarımdan Yeşim'le samimi olmuştu. Bu güzel bir şeydi ve annemin endişesini de biraz dizginliyordu. Fakat bir araya geldiklerinde şuan olduğu gibi birbirilerini gaza getirdikleri de oluyordu. Hastalığa dair önemli bir şeyim olmadığına emindim ama Yeşim hemen gidip anneme yetiştirmişti. Annelerin en sevdiği arkadaş tipi, her şeyi kendilerine ispiyonlayan tipler. Yeşim de o ispiyoncu arkadaştı işte. "Durduk yere endişelenmiş kadın." "Durduk yere olsaydı şimdiye çoktan geçmiş olurdu kızım, git bir doktora görün. Reflüdür, gastrittir çeşit çeşit hastalık var Allah korusun. Bir şey varsa erkenden ortaya çıksın da tedavisini oluver." "Sayende müdürden izin alıp yarın doktora gideceğim zaten. Güler Sultan başka türlü ikna olmayacak iyi olduğuma." "Senin gibi inatçı kızın hakkından Güler Sultan gelir zaten. Oh, canıma değsin." "Yahu bir şey olduğu yok, amma abarttınız! Kaç gündür sınavları hazırlıyorum, uykusuz kalıyorum ondan." Sanki bu anı bekliyormuş gibi araya girdi Yeşim. "Zaten işin o kısmını hiç anlamadım valla! Kimse kendini bu kadar yıpratmazken sen ne diye gecelerce kendini böyle paralarsın bilmem. Ben neyse de senin zengin kocan var, istemezsen çalışmazsın. Zaten İstanbul'daki kurulu düzenini bırakıp buraya gelmen de akıl kârı değil. Bir tuhafsın vallahi kızım sen." "Tuhaf değilim, Yeşim. Sadece işimi seviyorum. Sen gelmezsen, ben gelmezsem, herkes İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de görev yaparsa diğer uzak yerlere kim gidecek?" İşaret parmağımla şakağıma dokundum. "Biraz mantık." Bu duruma omuz silkerek yanıt veren Yeşim'se "Başkaları gitsin." deyiverdi öyle. Bezginliğini gizlemeksizin ekledi hemen. "Zaten fırsatını bulduğum ilk an İzmir, Antalya, İstanbul, neresi denk gelirse gideceğim vallahi. Buralar bana göre değil." "Allah'tan kork, Hatay usulü dürümü de mi özlemeyeceksin?" "Ben diyet besleniyorum hayatım, hep Akdeniz salatası falan biliyorsun." Gülüştük. Keyifli sohbetimin ardından derse geri döndüm. Ders bitimi kendimi çok yorgun hissediyordum ama akşamki davet için ayakta kalmam gerekiyordu. Pilimin bu kadar erken bitmemesi gerekiyordu ama gel de bunu yorgun bedenime anlat. Eve döndüğümde Akel aynanın önünde heyecanla hazırlanıyordu. Krem rengi takımını giymiş, saçlarını geriye atmıştı. Parfümünü sıkarken etrafa yayılan koku midemi bulandırdı. "Hah, geldin mi Ebru? Hadi çabuk hazırlan da gecikmeden çıkalım." Kokuya dayanamadan kendimi banyoya attım. Adamın arkadan gelen sesini duyabiliyordum. "Yine mi ya? Offf, yeter artık ama!" Öğürsem de kusamadım bu kez. Midem alt üst olmuştu. Öğle arasında ince bir tost ve bir kupa yeşil çayla ayakta duruyorum desem inanır mısınız? Hiç vaktim olmamıştı bir şeyler atıştırmaya. Hazırlanmak amacıyla eve yetişmek için bile akla karayı seçmiştim. İki ayağım bir pabuca girmişti. Aynada kendime baktım. Sararmış yüzümle bok gibi görünüyordum. Bugüne kadar ben de pek önemsememiştim ama gitgide kötü bir hâl alıyordu bu durum. Belki de... Yani... Olabilir miydi? Hayır, Ebru. Defalarca umutlandın ama olmadı biliyorsun. Hani bunu kabullenmiştik? Şimdi yeniden kendine umut pompalama. Her defasında daha çok yıkılıyorsun. Bilemiyordum. Belki de içimdeki ses haklıydı. Yüzümü yıkayıp banyodan çıktığımda kendimi hiç iyi hissetmiyordum ama bunu Akel'e söylemeye korkuyordum. Beni işini sabote etmekle bile suçlayabilirdi. Bu davete onunla katılmazsam hiç iyi olmazdı. Yatağın çaprazındaki tekli koltuğa kendimi attığımda başım çok dönüyordu. Hâlimi görmesine rağmen koltuğa oturduğumda aynada saçlarını düzelten adam arkasına döndü. "E hadi! Ne oturuyorsun kızım? Kalk hazırlan, hadi! Geç kalacağız Ebru ya!" "Ya Akel, görmüyor musun hastayım. Sabahtan beri midem bulanıyor, hiçbir şey yiyemiyorum. Başım dönüyor." Sonucunu bile bile şansımı deneyip sıkılgan bir ifadeyle teklifte bulundum. "Acaba ben gelmesem..." Şiddetle karşı çıktı. "Delirdin herhâlde! Herkes eşleriyle katılacak, ben öyle sap gibi mi kalacağım? Kırk yılın başında bir şey istedim senden Ebru ya, kırk yılın başında!" "Görmüyor musun hâlimi Akel? Çok kötüyüm diyorum!" "Ebru, mide bulantısından kimse ölmez. Papatya çayı mayı bir şeyler içersin oldu bitti!" Kolundaki saate bakarken ekledi. "Hadi kalk gözünü seveyim geç kalıyoruz ya, senin makyajın bile yarım saat sürer!" "Akel." "Hı?" "Ya ben diyorum ki... Acaba..." Bunu ona söyleyip söylememe konusunda çok kararsız kalmıştım ama kocam olarak bilmeye hakkı vardı. Birbirimizden bir şey saklamamalıydık. "Ne?" "Biliyorsun bir süredir sürekli bulantılarım oluyor." "Eee yani?" Benimle aynı heyecanı taşımamasını yıllardır heveslenip aynı heveslerin kırılmasına bağlıyordum. Görmezden gelip devam ettim. "Acaba bu zaman doğru zaman mı? Yani... Hamile olabilir miyim sence?" Heyecanı sönen adam aynaya döndü yeniden. Saçlarıyla ilgilenirken sıkılgan yansımasını görebiliyordum. "Saçmalama hayatım. Sen hamile kalamıyorsun ki. Defalarca denedik, biliyorsun. Olmuyor." Her nedense ikimizde de sorun olmamasına rağmen sorunun bende olduğuna inandırmıştı kendini. Neye dayanarak böyle düşünüyordu bilmiyordum ama sözleri bile bunu ifade ediyor gibiydi. Sen hamile kalamıyorsun. Gözlerimdeki heyecan pırıltıları aynadaki yansımamdan bana göz kırparken içim taze yeşermiş umutla doluyordu. "Ya bu kez olduysa? Yani... Hamileysem?" Tam bir şey söyleyeceği sırada karşımdaki adamı püskürttüm. "Biliyorum, daha önce de olmuştu bunlar ama hiç bu kadar uzun sürmedi. Yani... Böyle değildi anlıyor musun?" Başını iki yana salladı adam. "Boşu boşuna ümitleneceksin yine." Ceketinin yakalarını düzeltirken kaderimize razı gelmiş gibi bir hâli vardı. "Sonuç negatif çıkınca yine haftalarca ağlayıp zırlayacaksın. Ben bu senaryoyu biliyorum." "Akel, ben gerçekten iyi değilim. Hamile değilsem bile bir şeyim var. Anlıyorum, işlerin de önemli ama ben de senin karınım. Ve bu kayıtsızlığına katlanamıyorum ben artık." Gözlerimi kapadım sabırla. "Günlerdir midem ağzımda geziyorum, başım tutuyor sürekli. Hep hasta gibiyim. Kolumu kaldıracak hâlim yok. Bugün de gözlerim karardı." Çekinerek bir itirafta bulundum. "Sabah küçük bir kaza yaptım zaten." "Ne?" Sonunda benim için endişelenmek aklına gelen adama "Merak etme, bir şeyim yok." dedim sakince. Görmek istediğim sadece buydu. Bir parça sevgi ve merhamet. Önemsenme duygusu. "Bir anda gözlerim karardı, nasıl oldu ben de anlamadım. Önümdeki arabaya bindirmişim işte." "Arabaya bir şey oldu mu?" Evet, doğru duymuştum. Karısına iyi misin şimdi diye sormak yerine arabanın durumunu sormuştu. "Karşı taraf şikâyetçi falan oldu mu? Ah Ebru, ah! Ne işler açtın başımıza." "Biraz sakin olur musun Akel? Karşı taraf şikâyetçi falan olmadı." Gözlerimi kapadım sakin kalmaya çalışarak. "Hasar falan yok dedi. Karşı taraf bile senden daha çok ilgilendi hâlimle anlayacağın." "Ne demek bu şimdi?" "Nasıl olduğumu bile sormadan arabayı sordun Akel, ne demekse o demek işte!" "E sen karşımdasın, tek parçasın. İyisin işte." Yok, boşa bir çabaydı bu. Karşımdaki adama laf anlatmak yani. O kadar manasızdı ki. Karşımdaki adamı tanıyamıyordum bile. "Her neyse Akel." Oturduğum koltuktan kalktım. "Ben hazırlanmaya gidiyorum." Kendimi iğrenç hissediyor olsam da, bu gece ölecek olsam bile kalkıp o lânet olası davete hazırlandım çünkü kocamın tek umurunda olan buydu. Ceketinin jilet gibi durduğuna emin olan adam son kez kendisine baktı ve umursamaz bir ifadeyle "İyi olur." diyerek karşılık verdi. "Yeterince geciktik zaten." Onun bu umarsızlığı beni çileden çıkarsa da tek kelime etmedim. Ciddi bir hastalığım da olabilirdi anlatabiliyor muyum? Beni değersizleştirmesi, benim için endişelenmemesi bu yüzden yaralayıcıydı işte. Yaptığım şey şımarıklık değildi, yalnızca önemsenme hissiydi hepsi bu. Üstelik ben var olmayan bir hastalığı kafamdan uydurmuyordum. Kötü durumdayken maruz kaldığım bir tepkiydi bu. Oysa bana hastalık hastası bir kadınmışım gibi davranıyordu. Kıyafet dolabından elime gelen ilk kıyafeti sorgusuz sualsiz giydim. Kadife kumaş bordo, kruvaze yaka uzun kollu, yırtmaçlı maxi boy bir elbise. Davet için yeterince uygundu. Zaten daha fazla özenecek ya da olmuş mu olmamış mı diye düşünecek hâlim yoktu doğrusu. Aynanın karşısına geçtim. Bebek kumralı saçlarımı tarayıp hafif dalgalandırdım. Sade ama kıyafeti kaldıracak kadar şık bir makyajla hazırlığımı bitirdim. Gri topuklu ayakkabılarımla merdivenlerden aşağıya indiğimde elleri ceplerinde olan adam beni beklemekten sıkılmışa benziyordu. Beni kısa bir an süzdükten sonra "Ne bu böyle babaanne kombini gibi?" diye kısa bir an söylendikten sonra ağzıyla cık cıklayarak iç geçirdi. "Kırk yılın başında bir şeye benim için özen diyorum, senin kıyafetine bak. Hele saçın! Bir kuaföre bile gitmemişsin." "Beğenmiyorsan tek başına gidebilirsin, Akel. Hasta hasta anca bu kadar hazırlanabildim." Sabrımın son damlasını bıraktığını fark eden adam ağzına fermuar çekmesi gereken zamana geldiğini anlamış gibiydi. "İyi, hadi çıkalım artık. Zaten üstünü değiştirmen için zamanımız da kalmadı." "Tek kelime daha edersen soyunur yatağa girerim, sen de davete tek gidersin." "Tamam, tamam bir şey demedik." Sağ eliyle belimi kavradığında evden çıktık. "Hadi gidelim." Davet boyunca evde yaşadığımız gerginliği tanıştığımız, konuştuğumuz kimseye yansıtmamaya çalıştık. Tanıştığım her insana güler yüzlü ve sevecen davranıyordum. Kendimi hiç iyi hissetmememe rağmen anlatılan her şeyi büyük bir özveriyle dinliyor ve sohbetlere katılmaya çalışıyordum. Yeni tanıştığımız yaşlı bir çift Akel'in iş yapmak istediği insanlardan biriydi. Orhan Bey ve eşi Feride Hanım. Çok sevecen insanlardı. Sanırım birbirimizden hoşlanmıştık. Her ikisi de sağ olsun Akel'e beni övmekten geri durmamıştı. Feride Hanım "Kıyafetin çok hoş Ebrucuğum, kime diktirdin acaba?" diye sormaktan kendini alamamıştı. "Gerçekten çok güzel taşıyorsun. Tabii, gençlik başka şey." Orhan Bey ise karısı gibi nezaket dolu kibar bir adamdı. "Çok hanımefendi bir karın var Akel, kıymetini bil." Şampanyasından bir yudum alırken gururla göğsü kabaran Akel ise onaylayan bir baş işareti ve kibar bir tebessümle karşılık verdi adama. Ortam gayet güzeldi. Her şey Akel'in istediği gibi gidiyordu. İyi bari, en azından birimiz bulunduğu durumdan memnunduk desenize. Akel adını hatırlamadığım davetlilerden biriyle koyu bir sohbete dalıp varlığımı unutmuşken terasa çıkıp biraz hava almak istedim. Temiz hava mideme iyi gelecekti. Elimdeki varlığı bile mide bulantımı tetikleyen şampanya kadehini teras girişindeki standa koydum ve dışarı çıktım. Temiz havayı derin derin nefesler alarak içime çekerken biraz olsun iyi hissediyordum. Başım hâlâ dönüyordu ama mide bulantım biraz sakinlemişti. Terasta vakit geçirmek isteyen davetliler için birkaç minimal koltuk vardı, bulduğum ilk koltuğa attım kendimi. Sağ elim başıma giderken yüzümü kapadım. Nereden geldiğini anlayamadığım gizemli, tok bir sesle irkildim. "Alkol çarptı sanırım." Başımı çevirip sesin sahibine döndüğümde bir de ne göreyim? Sabah kazayla arabasına çarptığım adam. "Siz?" Şaşkınlıkla aniden ayağa kalktığımda gözlerim bir anlığına karardı, çizgi filmlerde bayılan karakterlerin kafasının üstündeki yıldızları gördüm sanki. O an düşmemem için kollarımdan tuttu tanımadığım adam. "İyi misiniz?" Belli belirsiz başımı salladım gözlerimi açmaya çalışarak. "İyiyim." Konuyu dağıtmak adına "Arabanız nasıl, iyi mi?" diye sordum. "Bir hasar yoktur umarım." Kendimi biraz daha iyi hissediyordum artık. "Gayet iyi, merak etmeyin." Tek kaşını kaldırdı. "Sanırım artık tanışmanın zamanı geldi ha?" Elini uzattı. "Doğu Karaçay." Aklım nedenini anlamadığım bir biçimde karışmışken el sıkıştım adamla. "Ebru Akyel Çelik." "Sizi tanıyorum." Soru dolu bakışlarla yanıt aradım. Beni tanıyor muydu? Pekâlâ, şimdi işler iyice ilginçleşmişti. Beklememe rağmen karşımdaki adam yanıt vermeye pek de niyetli görünmüyordu. "Beni tanıyor musunuz?" "Evet, sizi tanıyorum." İmayla sözlerini tekrar etmekten çekinmedi. Bakışları yaydan fırlamış bir alev oku gibi cesur, korkusuz ve kendinden emindi. Bu hâldeyken çok saçma bir düşünceyi savunsa bile özgüveniyle insanları ikna edebilirdi doğrusu. "Beni nereden tanıyorsunuz ki?" Basit, normal bir vatandaştım. Sıradan bir edebiyat öğretmeni. Günümün tamamı diğer memurlar gibi yoğun ama sakin, sıradan geçiyordu. Karşımdaki adam ise tam tersi bir görüntüye sahipti. Hafif loş ışıkta tam olarak yüzünün detaylarını seçemiyordum ve açıkçası sabahki kazanın şokundan da doğru düzgün yüzünü inceleyecek vaktim olmamıştı ama siyah takım elbiseyle bu davetlere aşina biri olmakla birlikte sert ve sağlam yüz hatları onu tehlikeli ve gizemli gösteriyordu. Bu adamla ne gibi bir ortak yönümüz olabilirdi de beni tanıyabilirdi anlamak güçtü doğrusu. "Sizi dolaylı yoldan tanıyorum, Ebru Hanım." Adımı zikrederken tuhaf bir vurguda bulunmuştu ancak ifade etmeye çalıştığı şey her neyse anlamak mümkün görünmüyordu. "Kocanız dolayısıyla." diye eklediğinde parçalar birleşmişti. Beni baştan aşağı tuhaf bir bakışla süzdü. "Doğrusu Akel'in bu kadar güzel bir eşi olduğunu tahmin etmemiştim." Normal sohbet kurduğum davetlilerin aksine cana yakın ve güven veren biri olmaktan çok uzaktı. Sanki gizemli görünmekle ilgilenmiyordu ancak bu durumdan zevk de alıyordu. "Akel'in iş hayatından dostusunuz o zaman." Bana küçümseyici bir bakış attıktan sonra başını iki yana salladı. "Hayır, küçük hanım. Akel'le dost olmaktan çok uzağız." "Ebru!" Teras girişinde duyduğum sesle olduğum yerde istemsizce sıçradım. Akel öfkeli gözlerini dikmiş, çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. Gözlerini karşımdaki gizemli adamda düşmanca gezdirdikten sonra bana döndü. Birkaç adımda yanıma gelip elimi sıkıca tuttu ve yabancı adama selam dahi vermeden çekiştirerek beni içeri soktu. Arkamızda bıraktığımız adam ise son gördüğümde Akel'in öfkesinden büyük bir zevk almışa benziyordu. "Ne oluyor Akel? Bıraksana elimi, çok acıtıyorsun!" Çekiştirilerek merdivenlerden indiriliyordum ve bu artık canımı sıkmaya başlamıştı. "Kimdi o adam?" "Senin onun yanında ne işin var?" "Bir işim yok. Terasta hava almaya çıkmıştım, yanıma geldi, konuştu. Sabah kaza yaptığım-" "Başlatma şimdi kazandan!" Öyle öfkeliydi ki gözlerinden ateş çıkıyordu. Arabanın önüne nasıl bir hızla gelmiştik anlayamamıştım doğrusu. "Bir daha bu adamı görürsen yolunu değiştireceksin, anladın mı?" "Kim ki o adam?" "Anladın mı dedim Ebru?" Karşımdaki adamın kükreyişiyle elimi elinden kurtardım. O kadar sıkmıştı ki resmen kızarmıştı elim. Soruma yanıt vermek yerine bağırarak azarlamıştı beni. Arabaya bindiğimizde içim içimi yese de yol boyunca hiçbir şey sormadım, o da söylemedi. Yeterince öfkeliydi zaten. Bir de sorularımla onun öfkesini üzerime sıçratmak istemiyordum. Bilmek istediğim tek şey, bu gece kendisini takdim eden şu adam... Neydi adı? Doğu Karaçay. Kimdi bu adam? Ve Akel'i neden öfkelendirmişti? Cevabı basit bir soruydu ancak bu kadar öfkeliyken Akel'in yanıtlayabileceği türden bir şeye benzemiyordu. Bu yüzden zamanını bekleyerek sessiz kalmayı tercih ettim. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! ⭐ Yazar notunu şimdilik çok uzatmayı düşünmüyorum, nasılsa olaylar ilerledikçe arapsaçına döneceğiz. O zaman uzun uzun konuşuruz. 😛 Siyah Yıldızlar'ın ilk bölümünü sizlerle buluşturdum. İlk bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Bölümü EcrinBerrak5 , chatoyantebelle , Aynurmanova7 , rabiaolgun1 , HemzeliyevaElla okurlarıma armağan ediyorum. Yorumlarınız için de teşekkür ediyorum. 🩷 Bu hikâye için belli bir gün belirlemedim, beğendiğiniz takdirde yeni bölümler gelir. Elimde halihazırda bölümler var ve yazmaya da devam ediyorum. Talep artışı olursa hızlı gelir. ❤️ Şimdilik bu kadar, yorumlarınızı esirgemezseniz sevinirim. Hepinizi aşırı çok seviyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA |
0% |