Yeni Üyelik
5.
Bölüm

𖥸 Siyah Yıldızlar | 4

@buzlarkralicesi

-4-

 

Gömleğini iliklerken masaya yaslanıp kıyafetinin fermuarını çeken kadından saatine çevirdi bakışlarını. Kolundaki saate bakarak "Geç olmuş, eve geçmeliyim." dedi Akel.

 

Suratında keyifli bir ifadenin hüküm sürdüğü Yeşim ise davetkâr bir ifadeyle "Benim evde devam edebilirdik." teklifini yaptıysa da Akel pek istekli görünmüyordu.

 

Aklı karman çorman düşüncelerin esiriydi. Sadece "Ebru merak eder, aramıştır şimdi bir sürü." demekle yetindi. Bir yandan karısını aldatırken diğer yandan onun merak etmesini önemsemesi nasıl bir tezattı bilmiyordu. Öte yandan başka bir kadınla olduğu için de suçluluk duyuyordu ama kendini durduramıyordu.

 

Yeşim'se ona tepesinde duran vicdan azabı gibi davranmaktan imtina etmiyordu. "Aldattığın karını düşünmen ne ince." dedi kinayeli bir sesle.

 

Aksi bir ses tonuyla "Ne saçmalıyorsun sen Yeşim?" diye söylenirken kravatını bağladı. Sabah karısı Ebru'nun bağlayıp koyduklarının arasından seçip aldığı kravatı öğlen Yeşim'in çözmesine izin verirken bu kadar rahatsız olmamıştı. "Sana gidersek eve gecikirim, Ebru şüphelenir. Kaç gündür geç gidiyorum zaten eve."

 

Alayla tısladı gülerek. "Onun bir şeyden şüphelendiği yok, aşkından kör olmuş bir aptal gibi merak etme." Gözlerini devirdi. "Dünyadan haberi yok."

 

Bakışlarını az önce şehvetle seviştiği kadına çevirdi. "Karım hakkında düzgün konuş Yeşim." Ne olursa olsun karşısındaki kadının karısı hakkında ileri geri konuşması sinirlerini bozmuştu.

 

Yeşim de altta kalmayıp zehirli dilini sokmak için fırsatını bulmuştu. "Ne oldu Akel Bey, karını benimle aldatırken sesin böyle çıkmıyordu? Kapımda Mart kedisi gibi dolanıp dururken böyle dayılanmıyordun, ne oldu? Birdenbire kıymete mi bindi karın?"

 

"Adı üstünde Yeşim, karım. Elbette onun bir farkı var." Yüzüne baka baka bunu söyleyebilmişti Akel.

 

O an bu sözler çok kanına dokunmuştu Yeşim'in. Öfkeden kızaran gözlerini karşısında dikildiği adamın gözlerine çevirdi ve işaret parmağını salladı. "Bir daha sakın kapıma geleyim deme, piç kurusu." Hızlı adımlarla kapıya doğru yürürken son kez arkasına baktı. Akel'in engel olmasını bekliyordu ama olmadı. Daha da hırslanarak dudaklarını birbirine bastırdı ve kapıyı çarparak çıktı.

 

Onun peşinden gitmek ya da durdurmak Akel'in içinden gelmemişti. Belki de böyle bitmesi iyi olmuştu. Tabii eğer gerçekten bittiyse. Çünkü Yeşim'in gelgitlerine alışmıştı. Ne zaman Ebru hakkında bir konu açılsa, onun hakkında olumlu bir şey söylese çıldırıyordu Yeşim. Ama söylediklerinin hiçbiri yalan değildi ki. Ebru onun karısıydı. Elbette laf söyletmeyecekti. Tamam, iyi hoş eğleniyorlardı ama... Sapla samanı karıştırmamak gerekti. Akel Yeşim'e hiçbir zaman ciddi sözler vermemişti.

 

Ebru'yu seviyordu. Sevmişti. Onunla yaptıkları tam anlamıyla aşk evliliğiydi. O her zaman anlayışlı, iyi kalpli, onu mutlu etmek için çabalayan uysal bir kadındı. Onu bir gün olsun kırmaz, kırıcı tek bir söz etmemeye çalışırdı. Arkadaşlarının, birlikte iş yaptığı insanların parmakla gösterdiği dört dörtlük biriydi. Tüm bunların farkındaydı. Ancak onları bu noktaya tam olarak hangi olayın getirdiğini bilmiyordu.

 

Ebru'yu hâlâ sevdiğini iddia etse de bazı şeyleri batıyordu sanki ona. Alışık olmadığı bir düzenin parçası gibiydi. Her zaman anlayışlı, alttan alan, iyilik timsali bir kadındı. Ondan tek bir an bile şüphelenmezdi mesela. Hiçbir zaman yalan söyleyeceğini düşünmezdi. Hep sessiz sedasız, uysal biri olması, iyilik meleği gibi etrafta gezinmesi canını sıkıyordu. Hiç gerçek gelmiyordu ona. Bir kadın bu kadar iyi kalpli olabilir miydi?

 

Yeşim'e gelince... O Ebru'nun tam tersiydi. Ona unuttuğu heyecanı yaşatıyordu. Tutkuyu. Ebru'yla ilişkilerinin başlarındaki gibi kalbini hoplatıyordu. Bir de yasak olmasının verdiği cazibe vardı. İlk karşılaştıkları andan beri de kendisine karşı boş olmadığının farkındaydı. Belki de tüm bunlar birleşince onu bu günaha sürüklemişti, bilmiyordu.

 

Zaman zaman kendini suçluluk duygusu içindeyken buluyordu. Ebru bunları hak etmiyordu. Ama bu suçluluk kısa sürüyordu. İç dünyasında onu haklı çıkaracak şeyleri evirip çeviriyor, işin içinden çıkıyordu.

 

Buraya Ebru yüzünden gelmişlerdi. Onu buraya Ebru hapsetmişti. Büyük şehirlere, İstanbullara, İzmirlere bilmem nerelere alışıkken birdenbire böyle alışık olmadığı bir yerde buluvermişti kendini. Onun tayini çıkmasaydı buraya gelmeyeceklerdi ve dolayısıyla Yeşim'le de tanışıp bu ilişkiye girmeyeceklerdi. Belki de her şeyin sorumlusu Ebru'ydu. Hiçbir mecburiyeti ve ihtiyacı olmamasına rağmen işimi yapacağım diye tutturup onu buralara sürüklemeseydi kendisi de onu aldatmak zorunda kalmayacaktı.

 

Bunca zaman içinde bir çocukları bile olmamıştı. En azından bir çocukları olsaydı belki evine bağlanır, eve gitmek için bir sebebi olurdu. Ebru'nun çocuğum olmuyor diye ağlayıp zırlamaları da son bulurdu. Biraz rahata ererdi, babalık duygusunu tatsaydı gözü hiçbir şey görmezdi. Bu denklemde Akel'e göre yine Ebru suçluydu. Doktor sorunun Ebru'da olmadığını söylemesine rağmen içindeki bir ses yine onu suçluyordu.

 

Zihninin karanlık çukurlarında kurduğu bu senaryolar karısını aldattığı için duyduğu suçluluğu bastırsa da bu çok uzun sürmüyordu, farkındaydı. Her şeyin sonuna geliyordu. Yeşim'le ilişkisine bir son vermeli, evine, Ebru'ya dönmeliydi. Böyle devam edemezdi.

 

Zaten Yeşim'le ilk zamanlarda yaşadığı heyecanın yerinde de yeller esiyordu. Sevişmeleri bile sıradanlaşmıştı. Sıkılmıştı. Burada da bir şeyler eksikti. Başlarda Ebru'dan daha çekici ve cazibeli gelen Yeşim'in de onun gözünde bir albenisi kalmamıştı. Sonuçta evli bir adamla ilişki yaşayan kadından hayır mı gelirdi? Kendi yaptıklarını düşünüp utanma gereksinimi duymadan birlikte olduğu kadın hakkında da bunları düşünüyordu.

 

Yeşim Ebru'yla aynı meslek ve statüde olmasına rağmen Yeşim'i Ebru gibi iş dünyasındaki davetlerinde koluna takıp gezdiremeyeceğinin farkındaydı. Ebru'nun farklı bir aurası vardı. Nerede nasıl davranması ya da ne zaman konuşması gerektiğini iyi biliyordu ama Yeşim'de bunlar yoktu. O içinden geldiği gibi istediği şekilde konuşuyordu. Onu insan içine çıkarırken bu kadar güvenemezdi.

 

Bir kez daha Ebru'nun ne anlama geldiğini düşündü ve üzerinde başka bir kadının izleri, kokusu olduğu için yeniden suçluluk duydu. Yine aynı döngüye girmişti. Bu duygudan nefret ediyordu. Bu duyguyu ona hissettirdiği için Ebru'dan da nefret ediyordu. Bunları yaptığı için kendinden de nefret ediyordu. Bunu bastırmanın yeni bir yolunu aradı.

 

İş çıkışı çiçekçiden bir buket çiçek aldı. Her zaman gittiği kuyumcuya uğradı, güzel bir kolye seçti. Ebru için harcama yapmak biraz olsun içindeki suçluluk duygusunu bastırıyordu. Tamam, bir hata yapmıştı ama şimdi evine, karısına dönüyordu. Hem de elleri dolu bir biçimde. Onu mutlu etmek için aldığı hediyelerle. Bu döngü kaç defa tekrarlanmış olsa da. Bu hata kaç defa yapılmış olsa da. Fark etmezdi. Evine, yuvasına, güzel ve uysal karısına geri dönüyordu. En azından orada kavga yoktu.

 

Kapıyı anahtarla açtığında "Ben geldim! Ebru!" diye seslense de bir yanıt alamadı. Önce salona, sonra mutfağa baktı. Ses seda yoktu. Mutfak tezgâhına elindeki çiçeği bırakıp yatak odasına ve banyoya da baktı. Tüm evi aradı ama Ebru yoktu. Merak etmişti. Hiç bu kadar gecikmezdi. Dahası, eve geldiğinde hep onu kapıda karşılardı. Genelde geciken kendisi olurdu. Saat kaçta gelirse gelsin geç de olsa beklerdi kocasını. Şimdi neredeydi? Acaba bir şey mi olmuştu? Meraka kapıldı.

 

Hemen telefonuna sarıldı. Ebru'yu aradı ama telefonu kapalıydı. Bu onu daha da endişelendirdi. Ebru hiç böyle yapmazdı. Merak ettikçe etti ama üstüne de gitmek istemedi. Nasılsa o bu eve gelmeyecek miydi? Soracaktı bunun hesabını.

 

❝Ebru❞

 

Tam anlamıyla kendime geldiğimi hissettiğimde camdan dışarı baktım. Akşam karanlığı olmuştu. Ben bu saate kadar yabancı bir adamın evinde kalmıştım. Bir an burada ne aradığımı düşünsem de keyfimden burada olmadığımı hatırlattım kendime.

 

Artık kendimi biraz daha iyi hissettiğime göre ayaklanıp gitmenin zamanı gelmişti. Misafirliğin kısası makbuldü sonuçta. Zar zor yataktan kalktığımda kıyafet dolabının karşısındaki berjerde bir çift kıyafet, ilaçlar ve bir not duruyordu.

 

"Temiz kıyafetlere ihtiyacınız olur diye düşündüm, umarım içinde rahat hissedersiniz.

 

Doğu."

 

Henüz tanımadığım bu ince düşünceli adam hâlâ olanlardan dolayı biraz olsun vicdan azabı çekiyordu. Oysa onunla ilgili bir konu yoktu ki. Ne olduysa ondan önce olmuştu. Tamam, onun da yol kesip dağ adamı gibi beni kaçırmaya çalışması tartışılacak başka bir konuydu ama kötü kalpli biri olsaydı bu kadar ilgilenmezdi diye düşünüyordum. Aynen Ebru, sen böyle devam et. Zaten başına ne geldiyse bu yerli yersiz iyi niyetinden geldi. Sen sakın akıllanma, böyle davran insanlara. İnsanlar da seni arkandan bıçaklasın.

 

Hazırlanıp giyindikten sonra çıkmaya hazırdım. Şimdi ne yapacağımı bile bilmiyordum. Artık ait olmadığım o eve gidip de ne yapacaktım? Bir fikrim yoktu. Ne yapacağımı bilmiyordum ama ne istediğimi çok iyi biliyordum. Akel'in cehennem ateşlerinde yanmasını, ölüp ölüp dirilmesini, pişmanlıktan kavrulmasını istiyordum. Onun da benim gibi ciğeri pare pare olsun, üzülsün istiyordum. Yanlış anlaşılmasın, pişman olsa da artık dönmezdim ona. O iş bitmişti. Ama onun canının yandığını görmek istiyordum. Sadece bunu nasıl yapacağımı henüz bilmiyordum.

 

Kapı tıklatıldığında irkildim. Boğazımı temizleyerek konuşmaya hazırlandım. "Evet!"

 

Benim sözüm üzerine usulca o adam girdi içeri. Doğu. Gördüğüm ilk andan beri çatık kara kaşları ve kara gözleriyle bana bakıyordu. "İyi misiniz diye merak ettim."

 

"İyiyim, teşekkür ederim." Çıkardığım eşyalarımı da toparladıktan sonra "Artık gitsem iyi olacak. Akşam olmuş." dedim.

 

"Refik bıraksın sizi."

 

"Refik kim?"

 

"Şoförüm." Kapının dışını işaret ederken "Hani sizi..." deyip sustu. Bense anlamıştım.

 

Ağzımdan "Ha şu pos bıyıklı adam." sözü kaçtığında alt dudağımı ısırdım.

 

Adamsa çoktan söylediğim söze tebessüm etmişti bile. "Yeniden iyi hissetmenize sevindim. Yani gitmek istediğinize göre..."

 

"Teşekkür ederim." Dürüstçe başımı sallayarak ekledim. "Sebebi ne olursa olsun bana yardım ettiniz." Yolumu kesip beni kaçırmaya kalkan adama teşekkür edeceğim aklımın ucundan geçmezdi. Ancak yanımda olması gereken kişi yerine yanımda olduğuna göre kuru bir teşekkürü hak ediyordu en azından.

 

Odadan çıkıp aşağıya inerken Doğu denen adam da takip ediyordu beni. Merdiven bitiminde arkamdaki adam "Sanırım artık sizinle ortak bir noktamız var." dedi ve ona döndüğümde iç cebinden çıkardığı kartını uzattı. "Görüşsek iyi olur."

 

Kartı almadan yüzüne baktım. "Ne gibi?"

 

"Akel."

 

Başka da hiçbir şey söylemedi. Ser verip sır vermiyor gibi sustu. Uzattığı kartı almama konusunda ısrarcı davrandım. "Bana yardım ettiğiniz için teşekkür ederim ama bir daha görüşmesek iyi olur."

 

Onunla davette karşılaştık diye Akel'in ne kadar öfkelendiği geldi aklıma. Onunla görüşmem Akel'i öfkelendirirdi. Ve ben sanki hiçbir şey olmamış gibi onu öfkelendirmemekle ilgileniyordum. Maalesef bazı alışkanlıklardan kolay vazgeçilmiyordu. Akel benim sahibim değildi. Hatta artık kocam bile değildi. Onun ne düşündüğüyle ilgilenmek zorunda değildim. Tabii bu ona inat kendimi bir yabancının kollarına bırakacağım anlamına da gelmiyordu. Ben onun gibi değildim.

 

Kafamdaki kötücül düşünceleri kovdum. Doğu denen bu adamın o niyetle bana yaklaştığını nereden çıkarmıştım ki? Sonuçta o görüşmekten bahsetmişti yalnızca. Belki de gerçekten ortak bir noktamız vardı. Merakla gözlerim kısıldı. Bu adamın Akel'le bir alıp veremediği olduğu belliydi. "Akel'le aranızda ne var?"

 

Lafı dolandırmadan "Saf bir düşmanlık." yanıtını verdi adam. Bunu söylerken rahat, dürüst, elleri ceplerindeydi.

 

"Ne geçti ki aranızda?"

 

"Uzun hikâye."

 

Gözlerine baktığımda aralarındaki şeyle ilgili en ufak bir ipucu bulamıyordum. Hem benden ne istiyordu ki? Ben ona ne verebilirdim? Burada neden olduğumu bile bilmiyordum. Kocamın düşmanının karşısında onun gözlerine bakarken ne düşünüyordu acaba? Planı neydi?

 

Bir an kafamdaki soruları aman bana ne diyerek kovup gitmek geldi içimden. Kapıya yürüdüm ve her iki adımımdan birinde arkamdaki adama dönüyordum. Her an bana oyun oynadığını, buradan çıkmama izin vermeyeceğini bekledim ama beklediğim gibi olmadı. Belli ki gerçekten peşimden gelmeyecekti.

 

İşin garip yanı, nihayet özgürdüm ama nereye gideceğimi bile bilmiyordum. Artık bir evim var mıydı ondan bile emin değildim. Benim evim neresiydi?

 

Kapıdan çıkmak üzereyken "Akel itini birlikte bitirebiliriz." dedi yabancı iyi adam. Yabancı birinin iyi olup olmadığını nereden mi çıkarmıştım? Çünkü bugüne kadar beni arkamdan bıçaklayanlar hep en çok tanıdıklarım olmuştu. En çok sevdiklerim. Arkama döndüğümde "Eğer istersen tabii." diye ekledi acele etmeden. Senli benli konuşmaya başlamamız detayına takılamadım bile. Başka meraklarım vardı.

 

Kaşlarım çatıldı. "Sana neden güveneyim ki? Seni tanımıyorum bile."

 

"Çünkü ikimizin de yaraları aynı. Seni de Akel yaraladı, beni de."

 

"Sana ne yaptığını anlatmıyorsun bile. Bilmediğim bir şey üzerine-"

 

"Kendine yapılanları biliyorsun ama. Yaşadın bugün. Onun yüzünden bebeğini kaybetmedin mi?" Tek kaşı kalkmıştı. Daha fazlasını bildiğini hissettiriyordu. Gizemlerle dolu bir adamdı ama haklıydı. Doğu denen bu adama Akel ne yapmıştı bilmiyordum ama bana hayatımın kötülüğünü yapmıştı. En azından bunun için bile cezalandırılmayı hak ediyordu. Sonra aniden "Sandığından çok daha fazla şey biliyorum. Eğer teklifimi kabul edersen Akel'den müthiş bir intikam alacağının sözünü veriyorum." dedi adam. "Kocana benzemem, vaatlerimi yerine getiririm. Beni tanımaya buradan başlayabilirsin."

 

Kendine güvenen bu adamda garip bir şey vardı. İkna kabiliyeti sihir gibiydi. Daha sadece adını biliyordum ama söyledikleri bana o kadar gerçek hissettiriyordu ki. Sanırım son aptallığımı yapıp yeni tanıdığım bir adama güvenecektim. Hem ne kaybederdim ki? Bugün kaybettklerimden sonra beni ne kadar yaralayabilirdi?

 

Mantığım bulaşma, ne hâli varsa görsün, Allah'ından bulsun diyordu ama acısıyla kıvranan kalbim onunla aynı fikirde değildi. Acı çekmesini gözleriyle görmek istiyordu. İçimden kopan o masum parçanın bunu görmeye ihtiyacı vardı. Peki, bunu kocamın hiç tanımadığım ve ne yapacağı belli olmayan düşmanıyla mı yapmalıydım? Açıkçası emin değildim.

 

Bu zamana kadar kalbinin kör tutkusuyla hatalar yapan biri olarak ne kalbimi dinledim ne de mantığımı. İçgüdülerimle hareket etmeye karar verdim. Çünkü içimden bir ses, daha önce tanıştığım hiçbir insana benzemeyen bu kara adama güvenebileceğimi söylüyordu. En kötü ne olabilirdi ki? Sevdiklerimi gömdüğüm o mezarlığa bir mermer daha eklenirdi.

 

İki adımda adamın karşısında durdum ve güven veren yüzüne baktım. "Peki," Usulca elimi uzattım. "Anlaştık." dedim kararlı bir bakışla. "Onu birlikte bitirelim."

 

Sonucunun neye uzanacağını bilmediğim bir anlaşmaya tutuştum. Hem de hiç tanımadığım bir adamla.

 

...

 

*

 

YAZAR NOTU: Hi guyss! ⭐ Hikâyeye ilginize müteşekkirim, bu yüzden bugün yeni bölüm yayınlamak geldi içimden. 😍 Ama yorumlarınızı merak ediyorum bu yüzden çokça yorumlarınızı bekliyorum. ❤️

 

Ebru ve Doğu... İntikam yemini etmiş iki kişi anlaşmaya tutuştular. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Neler olacak sizce? Buraya yazabilirsiniz. Doğu Akel'den neden intikam almak istiyor olabilir? Bu konudaki tahmin ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Akel pişman olacak mı? Ya da belki de olmaya başladı mı? Akel ve Yeşim cephesinde neler olacak sizce? Buraya yazabilirsiniz. Şimdilik çok uzatmayayım, nasılsa yeni bölümlerde yeterince kaos olacak. 💥 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

 

•••

 

 

SOSYAL MEDYA

Wattpad: -BuzlarKralicesi

Instagram: buzlarkralicesioffical

YouTube: Gülay Sena Dündar

Tiktok: @buzlarkralicesiofficial

 

Loading...
0%